Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Malazgirt Zaferinden Önce Doğu Anadolu’ya Yapılan Türk Akınları

0 19.450

Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY

Tarihte topluluklara yüzyıllar boyunca takip edecekleri istikametler çizmeye muvaffak olmuş büyük devirler vardır. XI-XIII. yüzyıllarda Selçuklu Türklüğünün gerçekleştirdiği çağ işte bu büyük devirlerden birisidir. Selçuklu İmparatorluğu, Türklerin kurduğu dört büyük imparatorluktan üçüncüsüdür. Bu büyük imparatorluk, XI. yüzyılda Oğuz Türkleri tarafından kurulmuştur. Bilindiği üzere Oğuzlar, umumi hayat ve devlet kuruculuğu gelenekleri bakımından Göktürklere bağlıydılar.

Selçuk’un ailesi, gerek tarihi kaynaklardan, gerekse para ve damgalarından anlaşıldığı üzere Oğuzların Kınık boyuna mensuptu. Babası Dukak (Dokak), Oğuzlar arasında Temir-Yalıg (demir yaylı) lakabı ile anılmaktaydı. Dukak Bey, şeametli, şeci, tedbir ve rey sahibi bir insandı. Oğuz Türklerinin başbuğu ve her zaman, her hususta fikir danışılan birisiydi. Onun sözlerine muhalefet etmez, emirlerine karşı çıkmazlardı. Kaynaklar, onun bulunduğu yüksek makamı göstermek için şu hadiseyi anlatmaktadır, Oğuz yabgusu bir gün askerini toplayıp İslam ülkelerine yürümek ister, fakat Dukak ona mani olmuş. Yabgu ile münakaşa etmişler, bu arada Türk Yabgusu ağır sözler söylemiş, bunun üzerine Dukak onu tokatlamış ve başını yarmıştır. Yabgu’nun adamları Dukak’ı yakalamak istemişlerse de Dukak’a bağlı emirlerin onu müdafaa etmesi üzerine dağılıp gitmişlerdir. Bu arada Selçuk isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir.

X. yüzyılın başlarında doğan Selçuk, babası öldüğü zaman 17-18 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Selçuk büyüyünce onda asalet ve liderlik vasıfları belirmiş, bu yüzden Oğuz yabgusu, onu kendi yanına alarak önemli mevkiler, ayrıca ona emaret ül ceyş’i ve asker kumandanlığı demek olan “subaşı” lakabını da vermiştir. yabgunun hanımı, Selçuk’un yükseldiğini ve halkın ona itaat edip boyun eğdiğini görünce kocasını Selçuk’a karşı dikkatli olmağa çağırdı ve ısrarla onu öldürmesi için kışkırttı. Bu konuşmayı işiten Selçuk Bey, bütün adamlarını ve kendine itaat edenleri yanını alarak Cend taraflarına geldi. Hükümdarlığın ilahi menşeli olduğu inancına dayanan Türk geleneği icabı Türklerin tarih boyunca asıl hanedanlara karşı duydukları bağlılıktan dolayı, babası gibi kalabalık Oğuz kitlelerini elinde tutan Selçuk, Yabgu ile arasının açılmasında iktidar için gizli mücadelenin rol oynadığı görülmektedir. Bundan başka tarihte büyük Türk göçlerinin çoğunda olduğu gibi, burada da yer darlığı ve otlak yetersizliğinin de etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Yeni-kent’ten uzak olmayan ve Maveraünnehir’den göç etmiş olan Müslümanların oturduğu Türkler ile İslam ülkeleri arasında bir sınır şehri olan Cend’e Selçuk Bey’in gelişi tarihte mühim bir çağın başlangıcı oldu. Ahalisinin bir kısmı Türk olan bir Müslüman bölgesinde yaşamak için zaruri, ayrıca siyasi imkanlar sağlamak bakımından da lüzumlu gördüğü İslamiyet’i kabulü düşünen Selçuk, Buhara ve Harezm gibi civardaki İslam beldelerinden din adamları istedi ve kendisine bağlı olan Oğuzlar ile Müslüman oldu. Selçuk Bey’in burada mevki ve itibarı oldukça arttı. O, Cend taraflarında ikamet edip henüz İslam’ı kabul etmemiş olan Türkler üzerine cihada çıktı. Oğuz yabgusu, bu bölgedeki Müslümanlardan vergi almaktaydı, Selçuk Bey, yabgunun tahsildarlarını oradan kovdu.

Bu sıralarda Karahanlı Hükümdarı Harun b. İlig Han, Samani topraklarından bir kısmını istila edince, Samani hükümdarı Selçuk’a haber gönderip yardım istemiş, Selçuk’ta askerlerini oğlu Arslan kumandasında ona, yardıma göndermiştir. Selçuklu kuvvetlerinin yardımı sayesinde Samani hükümdarı, Harun’a üstünlük sağladı ve onun daha önce işgal ettiği yerleri geri aldı.

Buna karşılık Nur kasabası civarında yeni topraklar yurt olarak verildi. Böylece yeni kurulan bu beylik bölgedeki diğer devletler tarafından resmen tanınmıştır. Bundan sonra Selçuk Bey, uzun bir hayat sürdükten sonra yüz yaşlarında Cend’de öldü (1007/1009). Selçuk Bey’in dört oğlu vardı. Mikail, Arslan (İsrail), Yusuf, Musa. En büyük oğlu Mikail, babası hayatta iken bir savaşta ölmüş olduğu için onun iki oğlu Çağrı ve Tuğrul dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmiştir. Selçuk Bey’den sonra ailenin başına Arslan, yabgu unvanını alarak geçmiştir. Yusuf’a yinal, Musa’ya da inanç unvanı verilmiştir.

Çağrı Bey’in Anadolu Akını

Selçuk Bey’in ölümünü müteakip Türkmenler, Türk ananelerine uygun olarak Selçuklu ailesi efradı arasında bölüşülmüş ve idare ayrılığı yüzünden Selçuklularda bir kuvvet azalması belirmiştir. Selçuklu ailesinin mensupları, Arslan Yabgu’nun yüksek hakimiyetinde bulunmakla beraber, her biri kendine bağlı Türkmen kitlelerinin başında olarak Maveraünnehir’e inmişlerdir. Bu havaliye geldiklerinde Samani Devleti ortadan kaldırılmış ve toprakları Karahanlı ve Gazneli Devletleri tarafından paylaştırılmıştı. Dolayısıyla Selçuklu başbuğları burada Karahanlılarla karşı karşıya gelmişlerdir. Karahanlı Nasr Han, Selçuklulardan çekiniyor ve mümkün olursa kuvvetlerinden faydalanmak maksadıyla, onlarla anlaşmak istiyordu. Bununla beraber, karşılıklı güvensizlik havası yüzünden, aralarında mücadele başladı. Bu arada Tuğrul ve Çağrı Beyler, diğer Karahanlı hükümdarı Buğra Han’a müracaata karar vererek, onun arzusu üzerine Talas havalisine gittilerse de Buğra Han bir süre sonra Tuğrul Bey’i tutukladı. Çağrı Bey, bunun üzerine baskın yaparak kardeşini kurtardı. Daha sonra da Buhara’da bir devlet kuran Ali Tegin’in muhalefetiyle karşılaşmışlardır. Sonunda Karahanlı hükümdarı harekete geçerek onları Maveraünnehir’deki yurtlarından uzaklaştırdı.

İstiklale büyük bir azim ile sarılan Tuğrul ve Çağrı Beylerin emrindeki kalabalık Türkmen kütlelerinin beş-on sene gibi kısa bir süre zarfında ve her defasında yeni bir yurt, müsait şartlarda bir toprak parçası bulabilmek kaygısıyla çoluk ve çocukları, eşyaları, çadırları, at ve koyun sürüleriyle haftalarca devam eden uzun ve meşakkatli muhaceretlerden hem maddeten hem de manen ne kadar sarsıldıklarını tahmin etmek güç değildir. Buna bir de her an taarruz ve tecavüze uğramak korkusu ilave edilirse, Selçukluların içinde bulundukları son derece vahim durum anlaşılmış olur. İşte bu bakımdan Selçukluların yeni bir yurt arama ve yeni bir yurt edinme zorunluluğu duydukları anlaşılıyor. Fakat aranan bu yeni yurt neresi olabilirdi? Onlar için en müsait yer batıda bulunan Anadolu’ydu. Çünkü Selçukluların da, vaktiyle soydaşlarının Bizans’la mücadelelerde bulundukları Anadolu’yu ileride yurt edinmek amacıyla bir keşif seferi yapmaları hususunda karara varmış oldukları bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu, bu hususu “Ala Takin’in hazırlıkları ve tehdit vaziyeti üzerine başlayacak yeni bir mücadelenin Selçuklular hesabına öldürücü bir neticeye varacağını idrak eden Çağrı Bey, tehlikeyi hiç olmazsa bir müddet önlemek düşüncesiyle kendisinin Rum hududuna gitmesini, kardeşinin de Türkmenlerle beraber çöller içine çekilmesini münasip gördüğünü” belirtmektedir. Tuğrul Bey, uzak ve geçilmesi zor olan çöllere çekilirken Çağrı Bey, üç bin kişilik seçme süvarisiyle Doğu Anadolu’ya doğru yola çıktı.

Çağrı Bey Horasan’ı süratle geçerek Irak-ı Acem’e girdi. Selçuklu harekatını gözden uzak tutmamakla beraber, Gazneli idarecileri bu geçişi zamanında haber alamamış, Tus’da oturan Gazneli Devleti’nin Horasan Valisi Arslan Cazib, Çağrı Bey’in geçişini duyunca onu yakalamaları için bir askeri kıta gönderdi ise de bu askeri kuvvet Selçuklu süvarilerini yakalayamadan geriye döndü. Bu sıralarda Hindistan’da gazalarda bulunan Gazneli Sultanı Mahmud, Çağrı Bey’in rahat bir şekilde Horasan’ı geçmesi üzerine Horasan valisini azarlamıştır. Çünkü o, Arslan Cazib’in, Çağrı Bey’e göz yummasından şüphe etmekteydi.

Çağrı Bey, vaktiyle Samanlı Devleti hükümdarlarından Emir Ahmed b. İsmail zamanında Horasan’ın bazı yerlerine yerleştirilen Türkmenlerden de aldığı kuvvetlerle birlikte Irak-ı Acem, Azerbaycan üzerinden batıya doğru ilerleyerek, o sıralarda Ermenilerin elinde bulunan topraklarda görüldü.

Çağrı Bey’in Doğu Anadolu akını sıralarında, Doğu Anadolu’daki siyasi durum oldukça karışıktı. Ermeni ve Gürcü prenslikleri birbirleriyle sürekli çatışmalarda bulundukları gibi, bu bölgedeki Müslüman beyliklerle de işbirliği ve ittifak yapmaları sebebiyle vasal statülerine rağmen Bizans’la ciddi bir anlaşmazlık içinde bulunuyorlardı. II. Basileios, doğu seferinde Gürcü prensliklerini kendisine bağlayıp kırk bin Ermeniyi, Bizans’ın geleneksel siyaseti gereğince Orta Anadolu’ya göç ettirdi. Bundan dolayı Doğu Anadolu’da vasal da olsa artık ne Ermeni ve ne de Gürcü prenslikleri mevcut idi. Ancak bunların prensleri Bizans yöneticisi ve kumandanı olarak görev yapmışlardır. Çağrı Bey, emrindeki kuvvetlerle doğrudan doğruya Bizans yönetimindeki Doğu Anadolu sınırlarını aşarak Vaspurakan topraklarına girdi. Bu durumu işiten David, ordusunu alıp, Türk ordusuna doğru yürümeye başladı. İki ordu korkunç bir savaşa tutuştu. Bu zamana kadar Türk askeri görmemiş olan Vaspurakan ordusu, Türk ordusu karşısında bir çok zayiat verdi. Bu konu da Urfalı Mateos oldukça fazla bilgi vermektedir, “Ermeni askerleri, Türklerle karşılaşınca onların acayip şekilli, yaylı ve uzun saçlı olduklarını gördüler. Oklara karşı tedarikli davranmaya alışmamış olan Ermeni askerleri, kılıçlarla onların üzerine atıldılar. Türkler de Ermenilere ok ile karşılık veriyorlardı. Bu manzarayı gören General Şapuh, David’e çekilmelerini teklif etti. Çünkü askerlerin çoğu yaralanıyordu. David, tekrar savaşa girdiyse de Şapuh zorla onu geri çekti”.

Bu ilk zorlu savaştan muzaffer çıkan Çağrı Bey, kendisine açılan Reştunik bölgesinde ciddi tedbirlerle karşılaşmaksızın uzun bir müddet dolaştı. Bu sırada eline bol ganimet geçti. Bölgenin birçok kalesini ele geçirerek Vaspurakan bölgesinin batı taraflarına hakim oldu. Bilahare çeşitli kollar halinde kuzeye yönelip Gürcülerin oturdukları Nahcivan ve havalisine girdi. Burada Gürcü kumandan Liparit komutasında bir ordu Çağrı Bey’in karşısına çıktı ise de savaşa cesaret edememiş ve kaçmıştır. Böylece Çağrı Bey bütün havzaya hakim olmuştur. Bundan sonra Selçuklu başbuğu, Dovin üzerinden daha kuzeyde bulunan Nik bölgesine geçerek bura ahalisinin çoğunu esir etti. Selçuklu ordusu burada da zorlu bir savaşa başladı. Dilumnatz hükümdarı askerlerini alarak Nik bölgesinde Bıçni (Beçni) Kalesi’nin yakınlarına geldi. Kale’nin komutanı ve Ermeni Generali Vasak bu sıralarda bir ziyafette bulunuyordu. Bu sırada bir haberci gelerek, bütün Nik eyaletinin esaret altına girdiğini bildirdi. Vasak zırhlarını giyinerek ordusuyla beraber Nik bölgesine doğru ilerlemeye başladı. Türk askerlerinin buraları ele geçirdiğini ve kiliseleri tahrip ettiklerini görünce hemen savaşa girdi. Baskına uğrayan Türkler, asıl orduya iltihak etmek üzere ricat ettiler. Vasak, Türklerin geriye döndüğünü görünce başarılı olacağı heyecanı iyice kamçılandı. Esasen bu Türk askerleri öncü müfreze idi. Az sonra Vasak, Çağrı Bey’in ordusu ile karşı karşıya kalınca gerçeği gördü, ordusunda savaştan kaçma eğilimleri başladıysa da o, hitabetiyle ordusunun maneviyatını kuvvetlendirdi. Yapılan savaşta Ermeniler adeta yok edildiler ve kaçabilenler ise etrafa dağıldı. Vasak ise kaçmış ve canını kurtarmış ise de kendisine yetişen Türk askerleri tarafından öldürülmüştür. Urfalı Mateos bu savaşı biraz daha farklı anlatmaktadır. Ona göre, “Hıristiyan askerleri, Türk askerlerinin çokluğunu görünce hep birden ölmeye karar verdiler ve büyük kahramanlıklar gösterdiler. Birçok Türk askerini öldürdüler. Bu sırada Türk askerlerinden bir muharip çıktı. Bu cesur birisiydi ve yedi kurt adıyla anılıyordu… Asker bir kara bulut gibi gürleyerek ilerliyordu. Zırhı alev gibi parlıyor ve bağırıp Vasak’ı arıyordu. Ancak Vasak askeri ikiye böldü ve iki taraf arasında korkunç bir savaş başladı. Yapılan savaşta Vasak yaralanarak Sergevili denilen dağa çekildi. İstirahat etmek üzere kayaların gölgesine oturdu. Oraya iltica etmiş olan köylülerden birisi yaklaşarak Vasak’ın uykuya dalmış olduğunu gördü. Onu iterek yüksek kayadan aşağı düşürdü”.

Çağrı Bey, buralarda bir müddet daha mücadelesine devam edip hayli ganimet topladı. Sonuç itibariyle Çağrı Bey, ileride yurt edinilmesi amacıyla başarıyla tamamladığı bu keşif seferi sonucunda yolu üzerinden aldığı takviyelerle birlikte ancak beş-altı bin atlıyı bulan ve o devir için dahi çok küçük sayılan bir Türk kuvvetini, Bizans’ın doğu Anadolu’daki kuvvetlerinin durduramayacak durumda olduğunu fiilen ve bizzat tespit etmiştir. Çağrı Bey dönmeye karar verdikten sonra kendisiyle işbirliği yapmış olan Türkmenlerle vedalaştı. Tus valisi Arslan Cazip, Çağrı Bey’i yakalayıp Gazne’ye götürmeleri ayrıca yolların muhafazası ve emniyeti için uyanık ayrıca iş bilir kimseleri tayin etti. Fakat onun aldığı tedbirler yeterli gelmemiş, Çağrı Bey bu takipten mahirane bir şekilde sıyrılarak geldiği güzergah ile Azerbaycan ve Horasan ile Maveraünnehir’e geri döndü. Çağrı Bey, Tuğrul Bey’in yanına giderek, “Burada iki vali var. Bunlar Harezm Şah Harun ile Sebük Tigin’in torunu ve Sultan Mahmud’un oğlu Mesud. Biz yalnız başımıza bunların hakkından gelemiyoruz. Fakat keşfetmiş olduğum Horasan ve Arminya’ya gidebiliriz. Çünkü buralarda bize karşı koyabilecek hiç bir kimse yoktur” dedi.

Netice olarak;

  • Bu ilk Selçuklu akınından maksat ne doğrudan doğruya gaza etmek, ne sırf çapulculuk yapmak ve ne de Bizans’a sığınıp yabancı ordularda hizmet etmek değildi. Hakiki sebep Maveraünnehir’de henüz müstakil olarak yaşama imkanına erememiş Selçuklu Türkmenlerine ileride yerleşmek üzere müsait iklimler aramak ve rastlanan mukavemeti mümkün mertebe yarmaktı. Anadolu’nun bil fiil başlangıç olarak 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’ne kadar hep aynı hazırlığı yapmışlar ve bilumum bozkırlı Türklerinin stratejilerine uygun olarak hareket etmişlerdi.
  • Bu akın Ermeni Ardzruni ve Bagratuni hanedanlarının istiklallerini kaybetmelerine dolayısıyla Ermenilerin eski yurtlarından ayrılarak Orta Anadolu’ya yayılmalarına, XI ve XII. yüzyıllarda Anadolu tarihinde rol oynamalarına sebep olmuştur.
  • Bu akın sonucunda müdafaa ve mukavemeti kırılmış olan Armenya ile Gürcistan’ın bir kısmının zahmetsizce Bizans’a ilhakı, adı geçen imparatorluğun lehine tecelli etmemiştir. Bizans’ın aczi kısa zaman sonra Anadolu’daki kilit noktalarının süratle Türklere geçmesini mümkün kılmıştır.

Bu itibarla Çağrı Bey’in akının vurduğu ağır darbeler Anadolu’yu vatanlaştırmak görevini yerine getiren Selçuklu Türklüğüne, küçük Asya’ya giden en kısa yolu göstermiştir. Bu akının tesirleri ise yüzyıllar boyunca hissedilmiştir.

İbrahim Yinal’ın Erzincan Bölgesine Kadar Yaptığı Akın ve Pasinler Savaşı

Selçuklu Türkleri Maveraünnehir bölgesinde yaptıkları mücadelelerden sonra kuvvetle bir güç olarak devletler arası mücadelelerde yer almaları, ayrıca bu sırada Karahanlı prensi olup Buhara’da bir devlet kurmuş olan Ali Tegin ile ittifak yapmaları sonucunda Gazneli hükümdarı Sultan Mahmud Maveraünnehir’i ele geçirmeye karar verdi. Bahane olarak da Maveraünnehir ahalisinin sık sık Ali Tegin’den şikayet için Belh’e geldikleri ve aynı zamanda Ali Tegin’in Mahmud tarafından Türk hükümdarına yani Doğu Türkistan hükümdarlarına gönderdiği elçilerin geçmesine izin vermediği ileri sürülüyordu. Mahmud 1025 tarihinde zincirlerle birbirine bağlı kayıklardan meydana getirilen bir köprü vasıtasıyla Amu Derya’yı (Ceyhun nehri) geçti. Maveraünnehir hükümdarlarından kendisine ilk katılan Saganiyan emiri oldu, bu Harezmşah Altuntaş takip etti. Mahmud kalabalık ordusu için bir ordugah kurdurdu, kendisi içinde on bin kişilik bir orduyu içine alabilecek büyük bir çadır hazırlattı. Karahanlı hükümdarı Kadır Han’da Kaşgar tarafından harekete geçerek Semerkand’a vardı. Çadırlar kurulduktan sonra, Han gelişini haber verdirmek için Gazneli Mahmud’a elçiler gönderdi ve görüşmek arzusunda olduğunu belirtti.

Kadır Han’ın haberine cevap olanak Mahmud bir görüşme teklifinde bulundu. İki hükümdar bir kaç süvariyle ortaya geldiler. Birbirlerine hediye verdikten sonra ayrıldılar. Ertesi gün Sultan Mahmud muhteşem bir sofra hazırlattı. İki Türk hükümdarı aynı sofraya oturdular, ardından da birbirlerine tekrar hediyeler takdim ettiler.

Bu mülakattan çıkarılacak siyasi sonuçlar ise şunlardır.

  • Ali Tegin’in kurduğu Buhara Devleti ortadan kaldırılacak. Bu işi Sultan Mahmud üzerine alıyordu.
  • İki müttefik arasında sınır değişmiyor, yine sınır eskisi gibi Amu Derya idi.
  • Bu mülakatta asıl müzakere konusu Selçukoğulları teşkil etmiştir. Bu hususta ısrar eden Kadır Han’dır. Bunda da anlaşmaya varmışlardır. Daha doğrusu Kadır Han görüşünü Sultan Mahmud’a kabul ettirmiştir. Selçuklularda ortadan kaldırılacak ve bu işi de Gazneli sultanı yerine getirecektir.
  • İttifakın gerçekleşmesi için karşılıklı akrabalık münasebetlerine girişilmesi kararlaştırılmıştır.

Gazneli hükümdarı bu görüşme dolayısıyla Türkmen Başbuğu Arslan Yabgu’yu düzenlediği bir şölen sırasında yakalatıp Hindistan’daki Kalincar Kalesi’ne hapsetti. Bundan sonra Arslan Yabgu’ya bağlı Türkmenlerden büyük bir kısmını Horasan’a yerleştirdi. Ancak Tus Valisi Arslan Cazib, onları pek rahat bırakmadı. Türkmenler de bunun üzerine valiyi yenilgiye uğrattılar. Sultan Mahmud’da Türkmenleri cezalandırdı ve pek çoğunu öldürttü (1028). Bundan sonra bazı zümreler savunması kolay olan dağlara çekilirken iki bin çadırlık başka bir kitle ise Azerbaycan’a gelip bura hükümdarı Vehsudan’ın hizmetine girdiler ve Anadolu üzerine sefer yapmaya başladılar.

Arslan Yabgu’ya bağlı olduklarından dolayı kendilerine Yabgulu Türkmenleri adı verilen Türkmenler de Anadolu üzerine seferler yapmışlardır. Kızıl, Boğa ve Köktaş idaresindeki Türkmenlerden bir grup Vaspurakan bölgesine girerek Erzurum’a kadar olan sahada kartal gibi süratli at oynattılar. Bir kısmı da Diyarbakır bölgesine gelerek bu bölgede harekete geçmişlerdir.

Tuğrul ve Çağrı Beylerin idaresindeki Selçuklular 1040 yılına kadar Horasan bölgesinde Gazneli Devleti’ne karşı istiklal mücadelesinde bulunmuşlardır. Fakat bu devlete öldürücü darbeyi 1040 Mayısı’nda vurmuşlar ve bu zaferden sonra da istiklallerini ilan etmişlerdir (23 Mayıs 1040). Toplanan kurultayda Selçuklular ülkeleri paylaşmışlardır. Buna göre, Çağrı Bey, Merv merkez olmak üzere Horasan’ın büyük bir kısmını almıştır. Musa Yabgu ise, Bust, Herat, Sistan ve uzanabildiği kadar bölgeye tayin edilmiştir. Çağrı Bey’in oğlu Kavurd, Tabasayn vilayeti ile Kirman bölgesine gitmiştir. Tuğrul Bey ise Irak tarafına gitmiştir. Anne bir kardeşi İbrahim Yinal, Çağrı Bey’in oğlu Yakuti ve Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış onun yanında kalmışlardır. Rey şehri ele geçirilip başkent yapılınca İbrahim Yinal Hemedan’a, Yakuti Zengan ve Azerbaycan taraflarına, Kutalmış ise Gurgan ve Damgan’a gönderildi.

Dandanakan zaferini müteakip Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurulmasından bir süre sonra kararlaştırılan fetih planları uyarınca batı yönünde gelişen fetihleri yürütme görevini bizzat üslenen Tuğrul Bey, devletin başkentini Nişapur’dan Rey kentine nakletti (1043).

Böylece Anadolu’da Selçuklu ordularının düzenli seferleri başlamıştır.

Anadolu’nun fetih hareketini bizzat yeni başkent Rey yürütmeye başlayan Tuğrul Bey, amcası Yusuf Yinal’ın oğlu ve anne bir üvey kardeşi İbrahim Yinal’ı Hemedan ve İsfahan il ve yörelerinin, diğer amcasının oğulları Kutalmış ve Resul Tegin’i Hazar Denizi bölgesinin, öteki amcası Musa İnanç Bey’in oğlu Hasan Bey’i ile kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi Azerbaycan’ın fethiyle görevlendirdi. Ayrıca bu Selçuklu prenslerinin buyrukları altına kalabalık Türkmen kuvvetleri de verildi. İbrahim Yinal bir kaç yıl içinde Hemedan ve İsfahan bölgelerini fethettikten sonra Dicle Irmağı kıyılarına kadar harekatını başarıyla sürdürdü. Öte yandan Kutalmış da Ceyhan ve Tarım bölgelerini ele geçirdikten sonra ileri harekatına devamla Aras Irmağı’nı geçerek Erran ve Gürcistan’a girmeyi başardı. Bu arada Kutalmış, Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakos’un Gürcü asıllı komutanı Liparit komutasında sevk ettiği ordunun Şeddadilerin başkenti Dovin’i (Divin) kuşatıp sıkıştırması sonucunda Şeddadileri savunmak amacıyla harekete geçerek Liparit’i Gence önlerinde kesin bir yenilgiye uğratıp geri çekilmek zorunda bıraktı. Öte yandan Hasan Bey’de 20.000 kişilik bir orduyla önce Eleşkirt’e geldi. Batıdaki Basean ovasını da geçerek Erzurum bölgesinde göründü. 1048 yılında Hasan, Vaspurakan’a doğru yoluna devam etti. Vaspurakan’ın Bizanslı valisi Aaron kalabalık Türk ordusu karşısında Gürcistan’ın Bizanslı valisi Kekavmenos’dan yardım sağladı. 1048 yılında Hasan Bey, Stranga denilen Yukarı Zap’da tuzağa düşürüldü. Askerlerinin bir kısmı kaçarak hayatlarını kurtarabildilerse de kendisi şehit edildi. Kaçabilen askerler Hoy’dan Sultan Tuğrul’a gönderdikleri haber ile beylerinin elim kaybını duyurdular.

Sultan Tuğrul Bey, Hasan Bey ve mağlup olan ordusunun intikamını almak üzere o sırada Şehrizur taraflarını itaat altına almakla uğraşan İbrahim Yinal’a Azerbaycan valiliğini vererek Anadolu seferine memur ettiği gibi Erran kıtasının bir kısmını ele geçirmiş olan Kutalmış’ı da onunla birleşmeye ve birlikte Anadolu üzerine sefer yapmayla görevlendirdi. Bizans kuvvetlerinin mübalağa yaparak 100.000 kişi olarak gösterdikleri bu ordunun karşısında mukavemet edemeyeceğini anlayan Vaspurakan ve İberia valileri Bizans imparatoruna haber göndererek yardım istediler. Bu sırada Anadolu’da Selçuklu fetih hareketlerine karşı yeni Bizans hududunun dayanma noktaları Van Gölü kıyısındaki Vaspurakan Kalesi, Malazgirt Kalesi ve Taik bölgesindeki kaleler ve Anion şehri Kalesi’ydi.

1048/1049 tarihinde İbrahim Yinal komutasındaki çok daha ciddi bir Selçuklu akını cereyan ederken Bizans komutanlarından Kekaumenos ise kendi görüşüne göre karşı saldırılarla Müslüman topraklarına hücum edilmesini teklif etti. Buna karşı Aaron ise kalelerde savunma yapılmasını tercih etti. Bu durumda Bizans ordusu kuvvetle tahkim edilmiş olan Basean’a (Pasinler) düzenli bir şekilde çekilerek Erzurum’un doğusundaki Ordor köyünün bulunduğu ovada karargah kurdu. Burada bulunan halkı kalelere yerleştirerek beklemeye koyuldular. Bizans imparatoruna gönderdikleri mektupta, Türk ordusunun durumu hakkında bilgi verdiler. Mektubu alan imparator, onlara yardımcı olarak Gürcü Komutan Liparit’i gönderdi ve Liparit gelinceye kadar hiç bir harekette bulunmamalarını bildirdi.

Bu sırada İbrahim Yinal komutasındaki Türk ordusu Vaspurakan’ı geçip Basean’a girmiş Valarchavan kasabasına kadar varmış ve kaynakların bildirdiğine göre yirmi bir ilçeyi ele geçirerek halkını esir etmiştir. Oradan Erzurum’a kadar ilerleyerek batıda Khaldia ülkesine, kuzeyde İspir’e, Taik kalelerine, doğuda Arşarunik’e, güneyde Taron, Haşteank ve Khorzean bölgesine kadar ilerlemiştir. Kuzeybatıda ise Siouni’ye kadar gitmiştir. Batıdan dönen askerler de merkezi Vican (Bican) olan Manalı sancağına, ardından da Kötür’de bulunan Sembatai-berd denilen kaleye saldırdılar. Bölge halkı ise Vican’ın yüksek dağ ve vadilerine sığınma imkanını bulabileceklerine inanıyorlardı. Türkler yaptıkları saldırılar sonucunda bu bölgeyi ele geçirdiler. Buradan da Artze (Karaz, Kara-arz) şehrine saldırdılar. Grousset’e göre, birçok zenginliğe sahip olan şehir, tabyalardan mahrumdu. Bizanslı general, Artze halkını Erzurum’un surlarının arkasına çekilmeye çağırdı. Kendi kahramanlıklarına güvenen halk bunu reddetti. Türk ordusu oraya varınca, onlara karşı koymak için ortaya çıktılar. Şehir halkı kendini kahramanca savundu ve korkunç bir savaş oldu.

Urfalı Mateos ise bu savaş hakkında daha değişik bir şekilde yorum yapmaktadır. Ona göre, Bu sırada Türkler, çok nüfuzlu meşhur şehire geldiler. Onlar şehrin surlardan mahrum bir vaziyette ve lakin sayısız erkek ile kadın ve hesapsız altın, gümüş ile dolu buldular. Şehir halkı Müslüman askerleri görünce ittifakla onlara karşı geldiler. Şehrin etrafında şiddetli bir muharebe vuku buldu. Muharebe hemen bütün bir gün sürdü, tarlalar kanla boyandı. Çünkü ne iltica edilebilecek bir yer, ne de bir yardım ümidi vardı. Bu arada şehrin askerleri firar ettiler. Bunu gören Türk askerleri kılıçlarıyla şehre hücum ettiler ve burayı ele geçirdiler. Ganimet olarak alınan altını, gümüşü ve kıymetli kumaşları zikretmeye hacet yoktur. Çünkü bunların miktarını kalemle ifade etmek imkansızdır. İbrahim Yinal tarafından kumanda edilen Türk ordusu, Bizans güçlerinin üzerine yöneldi. Bizans askeri kuvvetleri, Liparit’in kendilerine katılmasından sonra ovaya inebildi. Aslında onlar daha önce alınması çok güç olan çeşitli kalelere çekilmişlerdi. Bundan sonra Bizans ordusu Kapetru (Kapetrud-Hasankale) Kalesi yanına yığıldılar. Katakalon ve Aaron adlı iki Bizans generali bir birleriyle anlaşamıyorlardı. Çünkü Katakalon, Artze’yi müdafaa edenleri yardımı önerirken, Aaron sarayın emri gereyi buna itiraz ediyordu. Bu arada Türk ordusu da Kapetru önlerine geldi (18 Eylül 1048/1049) Bizanslı komutanlar, Türklerin düzensiz bir şekilde durduklarını gördüler. Bu komutanlardan Katakalon Kekavmenos hemen Türk ordusunun üzerine hücum etmek istedi. Fakat Gürcü Komutan Liparit, günün cumartesi olduğu söyleyerek yapılan teklifi reddetti. Onların bu tereddütlerinden ümidi artan İbrahim Yinal, Türk ordusuna hücum emrini verdi. Bizans ordusunun savaş düzeni şöyle idi. Katakalon sağ kanatta, Aaron sol kanatta, Liparit ise merkezde yer almıştı. Nihayet savaş akşama doğru başladı. Katakalon ve Aaron Türk birlikleriyle savaşırken, Liparit yeğeninin öldüğünü görünce o da savaşa girerek ölen yeğeninin öcünü almak için çarpışmaya başladı. Gürcü kaynağı, Liparit’in cesaretini kaybettiğini ve atının bir Türk askeri tarafından öldürüldüğünü yazmaktadır. Grousset ise savaş hakkında şu bilgileri vermektedir. “Liparit atını ileri sürerek Türklerden yiğitlik diledi. Türkler, onun etrafını sararak atının bacaklarını kestiler. Gürcü askerler komutanlarına gereken desteği vermediklerinden dolayı o, Türkler tarafından esir edildi”. Türkleri uzaklaştırmaktan dönen Bizanslı komutanlar Liparit’i beklemeye başladılarsa da onu göremediler. Onlar böyle beklerken Liparit ile birlikte savaşa giren askerlerden birisi gelerek, Bizans komutanlarına onun yenildiğini ve esir alındığını haber verdi. Bu olaydan üzülen komutanlar, Vaspurakan’a geri döndüler. Aristakes’e göre Liparit, Katakalon ve Aaron’un yardımına geldi. Ancak onların arasında anlaşma yoktu. Savaş başlarken Aaron kendi adamlarıyla savaştan çekilip kaçtı. Bu olay Türk askerlerinin cesaretini artırdı ve onlar Allah’ın adını anarak birbirlerini savaşa teşvik ederek, Liparit ve onun adamlarını kuşattılar. Türkler, onların bir kısmını mahvettiler ve büyük ganimet elde ettikleri için çok sevinmişlerdir. Bizanslılar ise üzüntü içinde bulunuyorlardı, şeklinde savaşın başlaması ve sonucu hakkında bilgi vermektedir.

Urfalı Mateos da bu savaşı farklı olarak anlatmaktadır. “Diğer taraftan Grek askerleri şarka geldikleri vakit, Gamen ile Aaron ve Vasak’ın oğlu Grigor’u, Gürcü prensi Liparit’i yanlarına çağırdılar. Onlar Arçavit denilen yerde Gabutru denilen kaleye geldiler. Onların ilerlediğinin haberini alan Türkler durdular. Romalılar ise Arçovit’te karargah kurdular. Müslüman askerleri Liparit’in üzerine geldiler. Liparit, kız kardeşinin oğlu olan gece muhafızı cesur Çortuanel’i onlara karşı gönderdi. Müslümanlar geceleyin taarruza geçtiler. Gürültü esnasında, Liparit, “yetiş Müslüman askerleri bizi ihata ediyorlar” diye seslendiğini işitti. Bunun üzerine Liparit, “Bugün Cumartesi günü olup, Gürcülerin muharebeye alınma sırası değildir” diye cevap verdi.

Bununla beraber Çortuanel geceleyin bir arslan gibi Müslümanların üzerine atıldı. Ağzına hedeflenerek atılan bir ok onun ölümüne sebep oldu. Liparit, yeğeninin öldüğünü haber alınca vahşi bir hayvan gibi savaşın içine atıldı. Liparit’in kahramanlığını gören Romalı (Bizanslı) askerler, kıskandıklarından dolayı onu terk ettiler. Bunu gören Müslüman askerler, Gürcülerle harp etmek üzeri geri döndüler. Savaşın şiddetli bir anında arkasında bulunan bir Gürcü askeri, kılıcıyla onun atının ayaklarını kesti. Liparit yere düştü ve Liparit benim diye bağırdı. Müslümanlar, Gürcü askerlerinin bir çoğunu kılıçtan geçirdiler, kalanlarını da kaçmaya mecbur ettiler. Onlar, Liparit’i esir ederek Sultan Tuğrul Bey’in yanına götürdüler”.

İslam kaynaklarından İbnü’l Esir’de ise Pasinler Savaşı’nın nedeni ve gelişme daha değişik şekilde anlatılmaktadır. “Maveraünnehir’de bulunan Oğuzların büyük bir kısmı İbrahim Yinal’ın yanına gelmiş, bunun üzerine İbrahim Yinal onlara, sizin burada kalmanız ve ihtiyaçlarınızı buradan karşılamanızdan dolayı ülkem sıkıntı içine düştü. Bana kalırsa yapacağınız en doğru Rumlara karşı gazaya çıkıp Allah yolunda gaza etmenizdir. Böylece ganimet de elde edersiniz. Ben de sizin peşinizden gelip yapacağınız işlerde size yardımcı olacağım” demiş, onlar da bu sözleri kabul ederek Anadolu üzerine sefere çıkmışlardır.

Oğuzlar İbrahim Yinal’ın önünden ilerlediler ve İbrahim Yinal’da onları takip etti. Malazgirt’ten Erzeni-Rum (Erzurum)’a kadar ilerlediler. Trabzon’a ve o bölgedeki bütün şehir ve kasabalara kadar uzandılar. Bu sırada Rumlar (Bizanslılar) ve Abhazlardan müteşekkil elli bin kişilik bir orduyla karşılaşıp savaşa tutuştular. Aralarında zorlu bir savaş cerayan etti. Vukubulan bir kaç savaşta bazen Rumlar, bazen de Türkler galip geldiler. Sonunda Türkler kesin bir zafer kazandılar. Çok sayıda patriği de esir ettiler. Abhaz kralı Liparit de esir edilenler arasındaydı. İstanbul’a on beş gün kalıncaya kadar o bölgedeki bütün şehir ve kasabalara akınlar yapıldı. Sayılamayacak kadar çok hayvan, katır, ganimet ve mal ele geçirildi. Ele geçirilen ganimetler on bin arabayla taşındı. Ganimetler arasında çok sayıda zırh da vardı.”

Rene Grousset ise, diğer kaynakların aksine savaşın sonucunda Bizanslıların galip, Türk ordusunun ise mağlup olduğunu söylemektedir.

İbrahim Yinal, Liparit’i esir etmesinden dolayı sevinçli bir halde beş günlük cebri yürüyüşten sonra Rey’e geldi. Gürcü generalin esir edilmesi ve kazandığı zaferini Sultan Tuğrul Bey’e bildirmek için haberciler gönderdi. Tuğrul Bey’de bu haberi öğrenince çok memnun oldu. Diğer taraftan Bizans İmparatoru Liparit’in esir edildiğini öğrenince, serbest bırakılması için hemen girişimlerde bulundu. Bu arada Tuğrul Bey, başarısından dolayı İbrahim Yinal’ı kutlamış, hatta ona bu başarısından dolayı kırk bin altın başarı ödülü vermek istemişse de İbrahim Yinal, bunu kabul etmemiştir. Prof. Dr. Osman Turan ise, barış anlaşması konusunda; “İmparator Konstantinos, Balkanlar’da Tırak başbuğluğunda başlayan Peçenek hareketi dolayısıyla doğuda Selçuklular ile anlaşmak zorundaydı,” demektedir. Diğer taraftan Bizans imparatoru ise önceden Bizans tabiiyetinde bulunan ve şimdi Sultan Tuğrul Bey’in tabiiyetine girmiş bulunan Diyarbekir Mervani Emiri Nasru’d-Devle’nin tavassutu ile sulh teşebbüsünde bulundu.

Selçuklu sultanı kendisine çok değerli armağanlar getiren, Bizans elçisini Şeyhülislam Ebu Abdullah ile birlikte huzura kabul etti. Bizans imparatorunun gönderdiği kurtuluş akçesini almayarak onu elçiye teslim etti. İmparatorun barış önerisini kabul eden Sultan Tuğrul Bey, Bizans’la imzalanacak olan barış anlaşmasını konuşmak ve imzalamak için Şerif Ebu’l-Fazl Nasr’ın başkanlığındaki bir heyeti Bizans elçisiyle birlikte İstanbul’a gönderdi (1049/1050). Konstantinos ile Selçuklu elçilik heyeti arasında yapılan birçok müzakereler sonucunda anlaşmaya varılmıştır. Yapılan anlaşmanın şartları ise şunlardır:

  • Emeviler Devri’nde Mesleme b. Abdulmelik tarafından İstanbul’da yaptırılan cami ve medrese tamir edilecek.
  • Şii Fatimi halifeliği adına okunan hutbe, Abbasi halifesi ve Selçuklu sultanı adına değiştirilecekti.
  • Caminin mihrabına, eski Türk hakimiyet alameti olan ve Sultan Tuğrul Bey’in kullandığı “ok ve yay” işaretleri işlenecekti.

Gürcü komutan Liparit ise başkent Rey’den bir daha Türklerle savaşmamak üzere güzel anılanla geriye döndü.

Bu savaş Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu’nun yaptıkları ilk ciddi savaştır. Savaşın asıl önemli tarafı, Bizans’a karşı büyük çapta bir zaferin kazanılmış olmasıdır. Türk orduları bu savaşla Erzincan bölgesine kadar uzanmışlardır. Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen’e göre; “Bu suretle Bizans İmparatorluğu’na karşı duyulan çekingenliğin ve Bizans ordusunun mağlup edilemeyeceği telakkisi böylece Selçukluların zihninden silindiği söylenebilir” demektedir.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Anadolu Akını

Tuğrul Bey’in Anadolu üzerine yapmayı düşündüğü akından önce, Arslan Yabgu’nun oğlu Katalmış Bey de Aras’ın kuzeyinde Erran ve Kars bölgesine hakim olarak, Anadolu’yu fethetmeyi düşünüyor ve bu fethin planlarını yapıyordu. Bu yüzden Şeddadlıların merkezi Gence’yi kuşatarak zaptetmek için, bir buçuk yıl uğraştıktan sonra geri çekilmeye mecbur olmuştu. Ancak denizden ve karadan gelen kervan yolları üzerinde bulunduğundan çok zengin olan ve refah içerisinde yaşayan Kars şehrini ele geçirdi (6-18 Ocak 1054).

Bu hadiseleri daha geniş bir şekilde anlatan Enisü’l-Kulûbe göre, “Ebu’l Fevaris lakabıyla anılan Selçuklu İsrail (Arslan) oğlu Kutalmış Bey, başa geçerek, Horasan ve Irak ülkelerini yeniden fethetti. Sonrada kafirler ile dolu bulunan Bakradun (Bagratlılar) bayrağının yükseldiği Erminiye üzerine yürüdü. Kars ve Anion çevresine gelip, burada bulunan kafirlerden, İslam dinine karşı olan kinlerinin öcünü aldı. O çevrenin güzel ve biricik muteber şehri sayılan Kars’ı aldı.

Kars’ı alıp, Sultan Tuğrul Bey’in ordusuyla Tebriz’e gelmekte olduğunun haberini aldığından daha ileri gitmeyip geriye döndüğü sırada bir belaya uğradı. Kutalmış, Anion’a yakın Merin adındaki büyük bir şehire çekilerek burada bir yolcu gibi konakladı. Bu şehrin reisi askerleri aldatarak, her birini bir eve konak verdi. Reisin gizli tertip ve tenbihi üzerine her evde Türk askerlerine izzet, ikram ile yemek ve bolca şarap verildi. Gecenin geç vaktinde çan sesinin verdiği işaret üzerine altmış bin Türk askeri şehit edildi. Kutalmış Bey ise canını zor kurtararak kaçtı.”

Sultan Tuğrul, başkenti Hemedan olmak üzere kendine ayrı bir hakimiyet bölgesi sağlamak amacıyla harekete geçen kardeşi İbrahim Yinal’ın isyanını bastırdıktan ve böylece devletin merkeziyetçi kudretini sağlamlaştırdıktan sonra Anadolu seferine girişti. Esasen Tuğrul Bey, bir taraftan gittikçe artan Türkmen nüfusu ve dolayısıyla Anadolu’yu yurt tutma zorunluluğu, diğer taraftan da Bizans imparatoruyla yapılan barışta tam bir anlaşmanın olmaması sonucunda Bizans’ın fethi hareketine başlamak gereği ve zorunluluğu duymuştu. İşte bu nedenlerle Anadolu akınına başlayan Tuğrul Bey, 1054 yılında Anadolu’ya ayak bastı. O, Vaspurakan yolu üzerindeki Bergiri (Muradiye)’yi hücumla ele geçirdi. Şehrin ileri gelenlerini esir aldı. Buradan Erciş (Arçeş) şehrine hücum etti. Burayı da sekiz günlük bir muhasaradan sonra şehir halkı, Selçuklu sultanı ile anlaşmak zorunda kaldı ve Erciş ele geçirildi. Sultan buradan Malazgirt üzerine hareket etti. Urfalı Mateos’a göre sultanı Malazgirt üzerine hareket etmesine sebep olanlar Erciş halkı idi. Sultan da bu sözlerden memnunluk duymuş ve Malazgirt önlerine gelerek karargah kurmuş ve şehri kuşatmaya başladı. Malazgirt Valisi Vasil, hemen savunmaya geçti. Sultan bir an önce kalenin düşmesini sağlamak amacıyla bir yandan lağımlar kazdırırken, bir yandan da Bitlis’ten getirttiği büyük mancınığı kurdurup kaleyi dövmeye başladı. Şehrin valisi Vasil ise bütün imkanlarını kullanarak kaleyi tahkim ettirdi. Hatta şehir merkezinde kadın erkek ayrımı yapmadan herkesi silah altına aldı. Selçuklu mancınığının kaleyi dövmeye başlamasıyla şehir halkını dehşetli bir korku içine soktu. Grousset’in bildirdiğine göre, “şehir halkından bir papaz Türklere karşı koymak için mukabil bir alet geliştirdi ve onunla taş atmaya başladı. Türk ordusunun kurmuş olduğu mancınığın başı ezildi. Böylece Malazgirt halkı yeniden cesaret kazandı. Fakat Türkler mancınığı tekrar tamir ederek şehir ateşe tutuldu.” Malazgirt valisi, bu korkunç silahı yok edecek olana büyük mükafatlar vereceğini vaat edince bir frank askeri ileri atılıp mancınığı yok edebileceğini belirtip çok süratli koşan bir at istedi. Bu fedai koynuna üç şişe neft yerleştirdikten sonra Türk karargahına doğru ilerlemeye başladı. Türk askerinin dinlenmeye çekildiği bir sırada Frank fedaisi şişeleri koynundan çıkarıp mancınığın üzerine attı ve mancınığı ateş sardı. Türkler bu fedaiyi kovalamaya başladılarsa da o, yakalanamadan şehre girdi. Bunun üzerine Selçuklu sultanı kuşatmayı yeniden şiddetlendirdiyse de bir müddet sonra kuşatmayı kaldırdı.

Bu sırada Sultan Tuğrul Bey, Anadolu’nun içlerine üç koldan ordular sevketti. Birinci kol; kuzeyde Abhaz kalelerine, Parhar dağlarından Kafkas dağlarının eteklerine kadar, batıda Canik ormanlarına, güneyde, Tercan, Hanzit ve Erzincan’a kadar akınlar yaptılar ve ganimetler ele geçirdiler. Tercan’ın kuzeyindeki vadiler de zorlanmış, bu arada Pulur, Sadak, Kelkit, Koloneia koridorunda önemli çatışmalar cereyan etmiştir İkinci kol; Taik bölgesine girerek, Çoruh vadisine ulaşmış ve ardından da Khaldia vilayetine bir akın yapmışlardır. Bu akın sonucunda yüklü miktarda ganimetler ele geçirilmiştir. Bu kuvvetler geri dönerken Bayburt Kalesi önünde kendilerine saldıran ücretli Frank askerleriyle karşılaştılar. Yapılan çarpışmalar sırasında Türk komutanı şehit edilmiştir. Üçüncü Selçuklu kolu ise, Kars yörelerine akınlar yapmış, Kars valisi Gagik Türk kuvvetlerine karşı koydularsa da yapılan savaşta Bizanslılar adeta yok edilmişlerdir.

Öte yandan Malazgirt kuşatmasını kaldıran Tuğrul Bey ise Bingöl suyu (Murat Suyu) ve Yukarı Aras arasındaki Basean’ın güneyindeki bölgede bulunan Tvaradzoi-Taph’e gitti. Buradan Basean ovasına inerek ulaşılması zor bir sığınak yeri olan Avnik’e geldi. Buraya saldırmaktan vazgeçip başka tarafa geçerek Erzurum’un kuzey batısındaki Dou (Büyük Toy) köyünün yanındaki Basean’ın kuzey, batısına ulaştı. Tuğrul, Toy’u geride bıraktıktan sonra Deve boynundan geçerek Erzurum ovasına hakim bir tepeye tırmandı. Buradan Erzurum şehir ve Kalesi’ni seyretti. Kalenin ve şehrin ele geçirilmesinin uzun zaman alacağını düşünerek geri döndü. Bu bölgede Selçuklu sultanının karşısına hiç bir Bizans kuvveti çıkmadı. Çünkü Bizanslı generaller Abhaz ve Taik bölgesinin sınır kalelerine çekilmişlerdi.

Kuzey Doğu Anadolu’daki harekatını tamamlayan Tuğrul Bey, güneye inerek yeniden Malazgirt Kalesi’ni kuşatmaya başladı. Şiddetle yapılan çarpışmalar sırasında dört yüz kişinin kullandığı Selçuklu mancınığının attığı iri taşlar ve kayaların surlarda açtığı gediklerden şehre saldıran Selçuklu askerleri başarılı olamayarak geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Zaten Sultan Tuğrul da kış mevsiminin yaklaşması nedeniyle baharda yeniden gelip fetihlere devam etmek maksadıyla kuşatmayı kaldırdı. Yolu üzerindeki Adilcevaz’ı da fethettikten sonra aldığı ganimetlerle Anadolu’dan ayrıldı.

Tuğrul Bey’den Sonra Anadolu Üzerine Yapılan Askeri Harekat

Sultan Tuğrul Bey meşguliyetlerine rağmen yine de Anadolu işlerini ihmal etmemiş, bundan dolayı da Bizans İmparatoriçesi Theodora’ya elçi ve mektup göndermiş, Bizanslıların vaktiyle Müslümanlardan aldıkları yerlerin (Erzurum-Toros dağlarının doğusu) iadesini ve günde bin dinar vergi ödemesini talep etmiştir. İmparatoriçe de 1055’de yani sultanın Bağdat Seferi’ne giriştiği sırada kendi elçisiyle birlikte mühim miktarda hediyeler ve para göndermek zorunda kalmış, sultan da elçiyi Bağdat’a kadar götürmüştür.

İki hükümdar arasındaki bu münasebetlere rağmen Türkmen akınları durmuyor; bilakis muhaceretin kesafeti nispetinde şiddetlenmiştir. Sultanın gönderdiği Selçuklu şehzade, emir ve Türkmen beyleri Anadolu’da Bizans’a karşı askeri harekatı idare etmekteydi. Bunlardan Çağrı Bey’in oğlu Yakuti, beraberinde kalabalık bir Türkmen kuvvetleriyle Azerbaycan ve Anadolu sınırlarına geldi ve Anadolu üzerine akınlara başladı. Yakuti’nin emrinde bulunan emir Sabuk (Saltuk veya Sunduk) 1057 yılında Doğu Anadolu’ya sürekli ve başarılı akınlarda bulundu. Bu Türk emirine karşı Bizans’ın Rumeli ve Makedonya orduları komutanlığına atanan general Nikephoros Bryennios’un çabaları da Sabuk’un harekatını durdurmaya yetmedi ve Bryennios, Türk emiriyle yaptığı bütün savaşlarda mağlup olmaktan kurtulamadı. Bundan başka yine Yakuti’nin sevk ettiği diğer Türk kuvvetleri 1058 yılında Kars bölgesine akınlarda bulundular. Bu kuvvetler daha sonra Basean ovasına inerek bu bölgedeki birçok şehir ve kaleyi kuşattılar ve Ügumi (Okomi)’yi fethettiler. Aynı yılda Yakuti’nin sevk ettiği diğer Selçuklu birliği, Anadolu sınırlarını aştıktan sonra Mananali bölgesinde iki kola ayrılmış, birinci kol, Erzurum havalisine gelmiş Pulur’u ele geçirilmiştir. İkinci Selçuklu kolu, Hanzit ve Horzan’dan geçerek Fırat’ın sol kıyısındaki Harav şehrine varmışlardır. Buradan sonra da Erzincan’ı ele geçirmişler ve ardından da Kemah’ı fethetmişlerdir. Başka bir Selçuklu kuvvetleri, Çoruh ve Kelkit vadisini ele geçirdikten sonra yoluna devam ederek Şark-i Karahisar’ı hakimiyeti altına aldı.

1059 tarihinde Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in emri üzerine yeniden Anadolu seferleri başladı. Şehzade Yakuti, beraberinde Horasan Salar’ı, Kapar ve Sabuk adlı Selçuklu emirleri olduğu halde ordusuyla Van Gölü’nün kuzeyinden Anadolu topraklarına girdi. Emir Sabuk’un idaresinde ileri harekatına devam eden Türk birlikleri, Sivas üzerine yürümüşlerdir. Sivas önlerine gelen Selçuklu ordusu, şehrin kilise ve kulelerini Bizans ordusunun çadırları sandıklarından dolayı biraz duraklamışlardır. Ancak, şehrin Bizanslı komutanlarının Temmuz 1059’da Develi yöresine kaçmaları üzerine şehir ve kale hiç bir direnişle karşılaşmadan ele geçirildi. Bu fetihten sonra Türk kuvvetlerinin eline birçok tutsak ve ganimet ele geçirildi.

Sultan Alp Aslan’ın Anadolu Seferi ve Ani’yi Fethi

Sultan Alp Arslan devlet yönetiminde istikrarı sağladıktan sonra devletin fetih planlarına uygun olarak Sultan Tuğrul Bey zamanında yapılan Anadolu seferlerini sürdürmek amacıyla başkent Rey’den hareketle Anadolu seferine çıktı. Sultan Alp Arslan, Urmiye’nin kuzeyinde Merend’e geldiği zaman Anadolu’ya sürekli akınlar yapmakta olan Emir Tuğtekin, Sultan’ın huzuruna çıkıp giriştiği akınlar ve Anadolu’ya ulusan belli başlı yollar hakkında bilgiler verdi. Ayrıca Sultan’ca, Rum ve Gürcü beldelerim küfür, isyan ve azgınlığın istila etmiş olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Sultan, Gürcü memleketlerine karşı yola çıktı.

Gürcü kaynaklarının bildirdiğine göre 1030 yılında başlayan akınlardan, Gürcistan’ı alma ve fethetme gayesi taşıyan ilk ciddi teşebbüs ve hamle bu hareket olmuştur. O, yöredeki dar geçitlerden ve yollarından geçerek Nahcivan’a vardı. Burada Sultan, Aras nehrini geçmek için gemilerden bir köprü yapılmasını emretti. Aras nehrini geçen Alp Arslan, burasını üs yaparak ordusunun toplanmasını bekledi. İbnu’l-Esir’e göre; Azerbaycan’a bağlı Hoy ve Selemas şehri sakinleri itaat etmiş olmanın gereğini yerine getirmediklerinden dolayı Sultan, Horasan amidini üzerlerine göndererek ve onları itaate davet etti. Sonunda Hoy ve Selemas halkı tekrar itaat ederek Sultan’ın askerleri ve taraftarları arasında katıldılar. Sultan Alp Arslan burada askerlerini ikiye ayırarak kendisi Gürcistan üzerine yönelirken, diğer kol ise Melikşah ve Vezir Nizamülmülk’ün kumandasında Bizans hudut kalelerine doğru yola çıktı. Mehmet Altay Köymen’e göre Sultan’ın Gürcistan seferine çıkmasının sebebi Gürcistan’ı itaat altına almadan Rum gazasına teşebbüs etmenin tehlikeli olacağıydı.

Sultan, Gürcistan topraklarına girerek Kangarnı da denilen Kangarnii eyaleti üzerine yürüdü. Buradan kuzeye doğru yürüyüşüne devam ederek, Kür nehrinin yay şeklinde çevirdiği dağlık saha olan Trialeth’e geçti ve Kvelis-Kür’e kadar yayıldı. Sultan Alp Arslan buradan sonra Şavşeti (Şavşat) alarak Klarcet’e geçti. Geniş bir yarım ay şeklinde kuzeybatıdan başlayarak kuzeydoğuya doğru olmak üzere Taik bölgesinin kuzeydoğusundaki Phanasker’e ulaştı.

Panaskert’ten tekrar kuzeye Trialeth’e geldi. Gürcü kralı ise daha kuzeye kaçmak suretiyle zor kurtuldu, onu orada takip etmekten vazgeçen Türkler Djawkhetli’nin kuzeyinde bulunan tahkimsiz bir şehir olan Akhal-Kalakhi’ye hücuma başlayarak ele geçirdiler.

Alp Arslan, Ermeni Kralı II. Gourgen’in veya Kiurike’nin kızı ile evlenmek arzusunu belirtti. Kral ise, Selçuklu ordusunu akınlarından korktuğundan dolayı, buna razı oldu ve Sultan Alp Arslan, onunla daimi sulh ve dostluk akdetti. Muhakkak ki, kral, evlilik hususunda kızıyla mutabık kaldı. Alp Arslan, kralı büyük iltifatla ve hediyelerle beraber kendi şehri olan Lori’ye uğurladı.Bundan sonra Gürcü Kralı IV. Bagrad’da elçiler göndererek barış istemiş ve onunla da barış yapılmıştır. Alp Arslan ele geçirdiği ganimetleri başkent Rey’e gönderdi.

Öte yandan Sultan’ın oğlu Melikşah, beraberinde Yakuti, Vezir Nizamülmülk ve Horasan amidi Muhammed b. Mansur olduğu halde emrine verilen Selçuklu kuvvetleriyle Aras Irmağı yönünde ilerleyerek, Bizans kuvvetlerinin savunduğu Buirakan (Anberd)’ı kuşattı. Kuşatma sırasında Rum okçuları Türklerden bir çoğunu öldürdüler. Îbnu’l Esir’e göre; halk kaleden inerek askerlerden bir kısmını esir edip götürerek onlardan bir kısmını öldürdüler. Sonra Nizamülmülk ve Horasan amidi Muhammed b. Mansur atlarından inerek savaşa başladılar. Şehzade Melikşah attığı bir okla kalenin emirini boynundan vurdu. Şehir halkı kendilerini, Türklere karşı taşla müdafaa ettilerse de sonunda yüksek dağların tepelerine tırmanıp çıktılar. Bunu müteakip Selçuklu ordusu, Sourb-Mari (Sürmeli) denilen kale üzerine yürüdü. Bu kalenin içinde akarsular ve bostanlar vardı, bir süre savaşıp bu kaleyi de ele geçirerek halkını kaleden aşağı indirdiler. Sürmari’nin yakınında başka bir kale daha vardı ki bu kale muhtemelen Hagia-Maria veya Hagio Geogio kalesiydi-.Melikşah burayı da fethederek tahrip etmek istediyse de Nizamülmülk, onu bu fikrinden vazgeçirdi ve “Burası Müslümanlar için bir uç kalesidir” dedi. Nizamülmülk, Müslümanlar için iyi üs olan bu kaleye bir takım bahadırlar yerleştirdi.

Melikşah ile Nizamülmülk daha sonra Meryem-Nişin denilen şehre gittiler. Burada çok sayıda rahipler, papazlar ve keşişler otururlardı. Hıristiyan hükümdarları ve Hıristiyan ahalisi teberrük için burasını ziyarete giderlerdi. Meryem-Nişin müstahkem bir şehirdi. Surları büyük ve sağlam taşlardan yapılmış ve bu taşlar çivili ve demirden levhalarla birbirlerine kenetlenmişti. Bunun etrafında genişliği gözün alabildiği kadar akan bir su vardı. Nizamülmülk, burasını da fethetmek için gemiler ve kayıklar yaptırdı. Savaşa girerek, gece gündüz savaş yaptılar. Kaynakların ifadesine göre hiç bir dakika harpten geri kalmadılar, öyle ki Nizamülmülk askerleri nöbetleşe savaşmak üzere görevlendiriyordu. Halkın canı sıkılarak, çaresizlik, zaaf ve acz içine düştüler. Türk ordusu şehrin surlarına kadar gelerek, merdivenleri surlara dayadılar ve en üst noktasına kadar çıktılar. Bu arada Melikşah surun şerefesine ip bağlayarak, onunla duvara tırmandı ancak suya düştüyse de kurtuldu. Sudan salimen çıktıktan sonra kamet ve tekbir aldı. Kuşatmanın devam ettiği bir gece tesadüfen deprem oldu ve kalenin doğu tarafı yıkıldı. Güneş doğarken Melikşah ve Nizamülmülk şehre girmeye muvaffak oldular, bütün kiliseler yıkıldı, yerlerine camiler yapıldı ve halktan bazıları İslamiyet’i kabul ederek ölümden kurtuldular.

Alp Arslan oğlunu ve veziri Nizamülmülk’ü yanına çağırdı. Aslında o, oğlunun elde ettiği bu başarılı fetihlerden haberdar değildi. Bunun üzerine Melikşah, babası Alp Arslan’ın yanına giderken, yolda hangi kaleye rast geldiyse onu fethetti, böylece nihayet babasına mülaki oldu. Babası, Allah’ın oğluna nasip ettiği bu fetihten dolayı çok sevindi. Çok geçmeden Sultan Alp Arslan, oğlunun kumandasındaki kuvvetleri de yanına alarak Sepid-Şehr üzerine yürüdü. Bu şehrin halkı ile Türkler arasında birçok muharebeler vaki olduktan sonra burası da fethedildi. Ardından Selçuklu ordusu Aal- Lal şehrine yürüdü. Bu şehrin surlarının uzunluğu oldukça fazlaydı ve hisarın doğu, batı ve kuzey taraflarını bir dağ çevirmişti ve o dağların zirvelerinde adeta gökyüzüne uzanmış sağlam kaleler vardı. Zikredilen uzun sur ise güney tarafında idi. Bu surun önünden de nehir akıyordu ki, nehir üzerine kurulan bir köprü ile şehire girilebiliyordu. Sultan Alp Arslan, şehrin önüne gelince halk, köprüyü kaldırıp, Müslümanların hisarın yanına varmasını ve içeri girmesini önledi.

Sonra Selçuklu Sultan Alp Arslan şehirin kapısında çadırını kurdurarak namaz kıldı ve Allah’a kalenin fethini müyesser kılması için çok yalvarıp yakardı. Şehrin hakimi Gürcü idi. Sultan nehrin üzerine geniş bir köprü kurdurarak şehri kuşatmaya başladılar. Burada şiddetli bir savaş yapıldı. Nihayet kafirler kendilerini mağlup olmuş gibi gösterip, Müslümanlar ile savaştan vazgeçip karşılarından ayrıldılar. Sonra hisardan iki kişi çıkıp bağırarak, Sultan’dan aman dilediler, ayrıca Sultan’dan kendileriyle birlikte bir grup asker göndermesini istediler. Esasen bu iki adam, gönderilecek bu askerlere kaleyi teslim edeceklerini de söylemişlerdi. Sultan, onların isteği üzerine Emir b. Mücahid ve Ebu Semre’yi gönderdi. Bunlar kalenin fasilini geçtikleri vakitte Gürcüler, bunların etrafını çevirerek öldürdüler.

Selçuklular ise kafirlerin itaat ettiklerini sanıp savaştan vazgeçmişler, bunca günden beri dinlenmemiş asker, böylece sıkıntılarını giderip istirahat etmekte ve kimisi de uyumaktaydı. Kale halkı, Selçukluların boş bulunup tamamen istirahata çekilinceye kadar beklediler ve ansızın hisardan çıkıp üzerlerine kılıç sallamaya başladılar. Selçuklular da durumu görüp, hemen kalkarak, kılıç ve keskin hançerlere el atıp kafirlerle savaşa girdiler, İki ordu arasında çok çetin bir savaş oldu. Sultan bu sırada namaz kılıyordu, imdat çığlıklarını duyduğu halde, namaz bitinceye kadar yerinden ayrılmadı. Namazı huşu ve huzur ile bitirdikten sonra çadırından çıkarak atına binip düşmanın üzerine saldırarak savaşa devam etti. Düşman bozulup geri kaçarak şehre girdi. Türk ordusu da onlarla beraber şehre girerek burayı fethetti.

Ancak burçların birinde düşmanların askerlerinden bir kısmı kalmıştı. Bunlar uzun sürü cesaretle mücadeleye dayandılar. Selçuklular, onlarla kulenin üzerinde savaştılarsa da bu kuleyi ele geçirmeğe imkan bulamadılar. Sultan Alp Arslan, sonunda askerlere kulenin etrafına odun yığılmalarını ve kuleyi ateşe vermelerini emretti. Bu emir yerine getirildi ve burç içindekilerle birlikte yakıldı. Sultan ve Türk askerleri daha sonra ordugaha döndüler. Bu fetih dolayısıyla, Müslümanların eline hadsiz hesapsız ganimet geçti, askerlerden her birisi zenginliğe erişti.

Burcun yakıldığı yerde çok miktarda ateş kalmıştı, gece çıkan şiddetli rüzgar bunları etrafa yaydı ve bütün şehir yandı (Haziran-Temmuz 1064). Ele geçirilen bu şehrin yanında müstahkem bir kale daha vardı. Sultan bu kale üzerine de sefer yapıp fethetti. Bundan sonra Gürcü melikler, Sultan’a bir çok hediyeler göndererek sulh talebinde bulunarak, mazeretler beyan ettiler. Sultan da Emir Temir el Hacib’i gelen elçi ile beraber, Gürcistan meliklerine gönderdi. Ayrıca bir mektup yazıp “Sana mektubum vasıl olunca, ya İslam’a gelip hak yolu bulursun, ya da cizyeyi kabul edip, kılıçtan kurtulursun. Başka seninle savaştan vazgeçmeye imkan yoktur.” dedi. Gürcü melik cizyeyi kabul etti. Sultan’a elçi gelip Gürcü melikinin cizye kabulünü ve itaatini haber verdi. Sultan da oradan döndü.

Bundan sonra Sultan Alp Arslan, Bizans ülkesine geçerek ve bu tarafta olan bölgelerin üzerine sefer yapmak istedi ve kalabalık bir ordu ile Kars ve Anion bölgelerinin üzerine yürüdü. Bu şehirlerin hududunda “Seyl-i ürde” ve “Nevre” denilen iki belde daha vardı. Onların halkı Sultan Alp Arslan’ın geldiğini işitip, beyleri ile hisardan çıkıp İslamiyet’i kabul ettiler. Sultan, bunların Müslüman olmalarıyla övünüp memnun oldu. Şehirlerde olan ve İslam dinine uymayan, merasimleri değiştirip, kiliseleri mescit yaptı. Oradan ilerleyip, Anion Kalesi’nin üzerine doğru hareket etti. Bu kale ve şehir Rum memleketlerinin en müstahkem bir noktasıydı. Kaynaklara göre bütün hazineler bu kalede bulunuyordu. Şehir her taraftan kuşatıldı. Şehir halkı askerlerin arasında kendilerine düşman olan kimse göremeyince bunları tüccar sandılar. Hatta “ne büyük kervan ve ne çok tacir geldi” deyip şaşakaldılar. Sultan otağını şehrin tarlalarında kurduğu ve askerler çayırların, ekinlerin, bağ ve bostanların içine girdiği zaman korucular durumu görerek onların üzerlerine yürüdüler. Amaçları vurup kaçmaktı. Fakat Selçuklu askerleri korucuların üzerine hücum edince geriye döndüler ve oradan kaçıp bağıra bağıra “Bundan sonra memleket yabancıların eline geçti” diye etrafa haber vermeğe gittiler. Sultan Alp Arslan da askeri ile bunların ardından gidip, göz açtırmadan yetişti ve şehire girdiler. Sultan memleketin her tarafına hakim olduğu zaman Encan (belki încad)’da ileri gittiler. Bu tarafta Rumlar darma dağınık oldular ve aralarına ayrılık düştü. Selçuklu sultanının saldırısının şiddetini hissedince hemen keskin kılıçları çekip Türk askerlerine doğru hareket ettilerse de, her taraftan üzerine gelen hücumlar karşısında, Rumlar ne olduklarını anladıklarında başlarının çaresine bakarak, memleketlerinin surlarını teşkil eden dağların tepelerine sığındılar. Kalelere giden yollara ağaçlar bırakıp arkalarına bezler, taş ve toprak koyup sağlamlaştırdılar. Alp Arslan, yolların üzerine geldiği zaman durumu gördü ve yakılmasını emretti. Yollar açıldıktan sonra Türkler, hisarlara hücum ettiler, her yönden savaşa giriştiler. Bunun üzerine Rumlar, dağlardan inerek cizyeyi kabul ettiler. Sultan Alp Arslan da bunların üzerine Horasan amidi ve beraberinde yetmiş hizmetkar göndererek cizyeyi aldı. Ancak bundan sonra Rumlar, yaptıkları anlaşmaya pişman olarak ihanet ederek kalelerini sağlamlaştırıp savaşa başladılar. Surlardan aşağıya ateş ve kızgın yağ atarak çok sayıda Türk askerini yaktılar. Sultan bu durumu gördüğünde, etrafta ne kadar çuval varsa bir yerde toplamaların emretti. Türkler, çuvalların içine saman ve toprak doldurup birbirinin üzerine yığarak, bir hisar meydana getirdiler ve askerleri buranın üzerine çıkardılar. Selçuklu askerleri, Rumlara neft ve taş atmaya ve daha şiddetli savaşa başladı. Rumlar, Müslümanların bu hücumu karşısında üzerlerine taş ve ateş geldiğini görünce bir müddet zaman kazanmak için hileye başvurdular. Şehirde ne kadar güzel kadın varsa süsleyerek hisardan çıkararak, Müslümanların karşısına koydular. Niyetleri askerin bunlara meyledip esir etmekle meşgul oldukları zaman savaştan vazgeçmiş bulunan Müslümanları gafil avlayarak öldürüp mağlup etmekti. Ancak Sultan Alp Arslan, askerini ikiye ayırarak bir kısmını kadınları takip etmek ve yakalamakla görevlendirirken, diğer kısmı ise savaştan ayrılmayıp mücadeleye devam ettiler.

Sultan Alp Arslan, kalenin karşısına ağaçtan sağlam bir hisar yapılmasını emretti. Ağaçtan yapılan hisarın üstünü ateşten korumak için sirke ile ıslanmış keçeyle kaplattı. Sonra askerler bu ağaçtan yapılmış hisarın üzerine çıkarak durdular. Rumların kalelerinin üzerine yönelip ok atarak şiddetli savaştılar ve Rumların hisar duvarlarına çıkıp onların savaşmalarını ve ateş etmelerini önlediler. Rumların savaşacak gücü kalmayınca hisar duvarlarının yanları boş kaldı böylece Müslümanlar, her taraftan hisara girmeye başladılar. Nihayet hisarı fethettiler ve Rumları öldürerek mallarını yağmaladılar. Sultan bu zafere çok sevindi ve şehri tekrar inşa ettirip bir cami yaptırdı. Daha sonra kendisi de burada bir emir ile askerler bırakarak İsfahan’a gitti.

İbnü’l-Esir bu konuyla ilgili daha farklı bilgiler vermektedir. Onun verdiği bilgilere göre “Sultan, Anion’nin müstahkem ve ele geçirilemeyecek vaziyette olduğunu gördü. Buranın dörtte üçü Aras nehriyle çevriliydi. Öbür tarafında ise çok sert akan derin bir nehir vardı. Şehre giden yol üzerinde sert ve sağlam taşlardan yapılı bir surun bulunduğu hendekten geçiliyordu. Anion büyük ve mamur bir şehirdi. Nüfusu kalabalıktı ve beş yüzü aşkın kilise vardı. Sultan Alp Arslan burayı kuşatıp sıkıştırdı. Fakat Müslümanlar şehrin müstahkem bir yapıya sahip olduğunu görünce buranın fethedilmesinden umut kesmişlerdi. Sultan ahşap bir burç yaptırıp içini askerlerle doldurdu. Üzerine mancınıklar ve okçular yerleştirdi. Böylece Müslümanlar surların üzerinden Rumları görebildiler. Müslümanlar surları delmek maksadıyla ilerlerken, Allah’ın bir lütfü olarak hiç hesap etmedikleri bir hadise yaşandı ve durup dururken surlardan bir parça yıkıldı. Müslümanlar, şehrin içerisine girerek halkın bir kısmını öldürürken bir kısmını da esir aldılar. Bu müjdeli haber bütün Selçuklu ülkesine yayıldı ve Müslümanlar sevince boğuldu. Fetihname Bağdat’ta halifelik makamında okundu. Halife Sultan’a övgü ve dualarını içine alan bir mektup yazdı. Urfalı Mateus ise Anion kuşatmasını daha da değişik bir şekilde şöyle anlatmaktadır. Ona göre; “Sultan ilerleyerek krallık şehri olan Anion’ye geldi ve şehri her taraftan kuşattı. Bunu gören şehir halkı kamilen sarsıldılarsa da onlar, Selçuklulara karşı şiddetli bir mukavemete hazırlandılar. Türk askerleri büyük ve şiddetli hücuma başladılar. Ermeni askerlerini şehrin içine attılar. Onlar bu suretle Ermeni askerlerini kamilen şehrin içine yığdıktan sonra büyük bir tehlike düşürdüler.

Bundan sonra Hıristiyanlar dehşet içinde kıvranmaya başladılar. Muharebe gittikçe daha çok şiddetleniyor ve bütün şehri sarıyordu. Muharebenin uzun sürdüğünü gören halk oruç tutmaya ve dua etmeye başladı. Anion, on binlerce kadın, erkek, ihtiyar ve çocuklarla dolu idi. Bu fevkalade büyük nüfusu gören Müslümanlar, Ermenistan’ın ekseriyetinin orada toplanmış bulunduğunu zannettiler. O gün şehirde mevcut olan bin bir adet kilisede “Messe” ayinleri icra ediliyordu. Şehir her taraftan taş surlarla çevriliydi ve Arpaçay da onun etrafını sarmıştı. Şehrin yalnız bir tarafında hemen bir ok menzili kadar uzak ve alçak bir kısım vardı. Müslümanlar, bu tarafı mancınıklarla yıktılar ise de günlerce hücum ettikleri halde içeri giremediler. Bunun üzerine onlar hücumlarını gevşettiler. Fakat Bizans imparatoru tarafından Ermenistan’a muhafız tayin edilmiş olan Bagrat ve Grigor iç ve yukarı kaleye çekilip kapanmaya başladılar. Aynı gün Sultan da bütün ordusunu geri çekip İran’a dönmeye hazırlanıyordu. Şehir halkı bu dinsiz muhafızların kaleye kapandıklarını görünce manevi kuvvetleri böylece kırıldı ve hiç bir sebep yokken herkes bir tarafa kaçışmaya başladı. Bütün şehir bir toz duman ile kaplandı. Şehrin ileri gelenleri ilk Ermeni kralının mezarına gidip ağlayarak yere kapandılar ve figan ederek “kalkın ve atalarınızın şehrine bakın” diye haykırdılar. Bu manzarayı gören Türk askerleri derhal Sultan’ın yanına koşup keyfiyeti ona anlattılar. Fakat Sultan onlara inanmadı. Türk askerleri surların muhafızlar tarafından terkedilmiş olduğunu görünce izdihamla içeriye girdiler. Sonra bir çocuğu Sultan’a götürüp “İşte Anion’yi fethettiğimize dair sana bir delil” dediler. Sultan buna çok hayret etti ve “Onların tanrısı zaptedilmez şehirlerini bugün elime verdi” dedi. Sultan bütün ordusuyla beraber geri dönüp Anion şehrine girdi. Her bir Müslüman askerinin ikisi elinde biri de dişlerinin arasında olmak üzere üç keskin bıçağı vardı. Halktan bazdan öldürüldü ve ermeni reisleri ve zadeganları zincirle bağlı oldukları halde Sultan’ın önüne getirildiler.

Müslümanlardan biri Katedralin üstüne çıkıp kubbenin tepesinde dikili olan kıymetli haçı sökerek yere düşürdü. Aynı adam sonra kubbenin üzerindeki kapıdan kilisenin içine girdi ve avizeyi düşürüp paramparça etti. Sultan bu emsalsiz avizenin kırıldığını duyunca çok kederlendi.

Sultan Alp Arslan Anion’nin fethinden sonra şehir ve kalelerin yönetimlerine Muhammed b. Mansur ve hadimi Şemsi’yi atadı. Çarpışmalar sırasında yıkılan surların ve tahrip edilen şehrin onarılması hususunda onlara emirler verdi ve şehirde bir mescit yaptırdı. Teslim olan Hıristiyan din adamları ve halk Cizye ödemek şartıyla canlarını kurtardılar. Bizans İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla Hıristiyan aleminin bu ünlü kentinin Müslüman Türklerin eline geçmesi, Hıristiyan dünyasında büyük üzüntü yaratmasına karşılık İslam aleminde büyük sevinç gösterilerine neden olmuştur.

Bu sıralarda Ermeni prensi Gagik, Kars’ın hakimi olarak bulunuyordu. Sultan ona bir elçi gönderip kendisine arz-ı hürmet etmek üzere yanına çağırdı. Zeki ve tedbirli bir adam olan Gagik, Sultan’ın elinden kurtulmak için bir çare düşündü. Güya matem içinde imiş gibi siyah esvaplar giyerek, siyah bir mindere oturdu. Onun bu vaziyetini gören Sultan’ın elçisi ona, bir kral olduğu halde niçin siyahlara bürünmüş olduğunu sordu. Gagik, “Alp Arslan’ın amcası, benim de dostum olan Sultan Tuğrul’un öldüğü gün ben bu siyah esvapları giymiştim” dedi. Bu sözlerden çok müteessir olan elçi, keyfiyeti Sultan’a anlattı. Sultan bunun üzerine bütün ordusuyla beraber Kars’a Gagik’in yanına geldi. Sultan, onu görmekle sevinç duydu, onula da dostluk akdetti ve krallık esvaplarını giydirdi. Gagik de Sultan’a bir ziyafet vererek böylelikle kurtuldu. Kısa bir süre sonra hakim olduğu Kars’ı Bizans İmparatoru Konstantin Dukas’a terk edip mukabilinde Zamantı şehri ile diğer bazı kaleleri aldı.

Oğuzlar 1045 senesinde, Kafkasya’ya girmişler, payitaht Yezidiye şehrini surlar ile çeviren Şirvan-şah, 1066 yılında gelen Türkmenlere mal vererek geri dönmeye razı etmişti. 1066 yılında Kara- Tekin, Sirvan-Şah’ın amcası Mamkan ile birlikte Şirvan’a ikinci defa girdi ve Bakü ile Sabarran arasını istila ve Yezidiye şehrini de muhasara etti. Şirvan-Şah meşhur hacip Selçuklu beyi Sav-Tekin’e gizlice haber göndererek bu durumu bildirdi. Onun bu hareketi üzerine Kara-Tekin oradan uzaklaşarak Kür nehrini yaptıkları köprüden geçti. Oğuzların güneyden Kafkasya’ya girdikleri bu sıralarda, kuzeyden Derbend’i aşan gayr-i müslim Türkler, Komuk, Alan, Sarir ve Hazar bakiyeleri Şeki ve Erran ovalarına inmişlerdir. Şeddadîlerden Gence Emiri Abu’l-Asvar payitahtına kadar ilerleyen bu akınlara karşı çıkamadı. Bu karışık durumdan faydalanan Gürcü Kralı Bagrat da Şirvan-Şah’a karşı harekete geçmiş ve 1067’de Şeki’yi istila edip Kaheti Kralı Gagik’in oğlu Ahsartan’a vermişti. Kral ilerleyerek Berdea’ya girdi. Bunun üzerine Şirvan-Şah, Gürcülere dayanamayarak Yezidiyye’ye çekildi. Selçuklu Sultanı Alp Arslan, bu durumu haber alınca, askerini toplamaya karar verdi. Kısa bir zaman içinde asker ve kumandanlar toplanarak, Bagarat’ın üzerine sefere çıktı. Aras nehrini geçerek Şeki bölgesine girdi. Ahsartan, Sultan Alp Arslan’ın geldiğini işitince çeşitli hediyeler ve armağanlarla onu karşıladı. Ahsartan, Türk sultanının otağının kapısına ulaştığı zaman, atından inerek içeri girdi. Burada İslamiyet’i kabul ederek Müslüman oldu. Sultan da bunların İslam’ı kabul ettiklerine sevinerek Ahsartan’ı kucakladı. Bundan sonra Ahsartan, tahtında bırakılarak ona İslamiyet’in merasim ve esaslarını öğretmesi için hoca tayin edildi.

Şeki bölgesi, ormanlık ve bataklık olup öteden beri asilerin, haydutların sığınak yeri idi. Bizans’ın ve Gürcistan’ın eşkıyaları orada gizlenir, yol keser, kervan basardı. Hatta yolcular o yörelerde yolculuk edemez olmuşlardı. Sultan buranın yakılmasını emredince, neftçiler ormanı ateşe verdiler. Yanan ormanların içinde haydutların karargahı olan iki kale zaptolundu. Selçuknameye göre; “Ormanların ortasında binası demirden ve çivileri bakırdan yapılmış iki hisar vardı. Bunların bir yol ile alınmağa imkanı yoktu. Bunun için buraların alınmasından ümit kesilmişti. Ancak o kalelerin beylerinin Ahsartan ile dostluk ve birbirlerine karşı sevgileri vardı. Beyler, Ahsartan’ın Alp Arslan’a tâbi olduğunu ve İslam’ı kabul ettiğini duydular. Onlar da İslam dinine girdiler, îmana gelip kaleleri Alp Arslan’a teslim ettiler. Kısacası, Sultan o taraflarda olan bütün kaleleri ve ülkeleri kendisine bağımlı kıldı ve hepsi onun himayesi altına girdi.” Bundan sonra Alp Arslan, emir Sav-Tekin ve Ahsartan’ı kılavuz edinip, Gürcistan’a (Abhaz’a) doğru yürüdü. Bagrat’ın vilayetine vasıl oldukları zaman, her tarafa akınlar yaptılar. Halkı esir ettiler ve birçok da ganimet ele geçirdiler. Tiflis’e vardıkları zaman, birkaç savaş yaptıktan sonra burayı hakimiyet altına alarak şehrin içerisindeki büyük kiliseyi temizleyip, süsleyip cami yaptılar.

Gürcistan’da Tiflis yakınlarında Salib adında bir hisar daha vardı. Bu kale Hıristiyan askerleriyle doluydu. Kaynağa göre, onların hiç birisi mızrak, ok, gürz ve kılıçtan korkmaz ve yüz çevirmezdi. Selçuklu ordusu, Vezir Nizamülmülk’ün gayreti ile kısa süren bir savaştan sonra, kaleyi fethetmeyi başardı. Sultan 1068 senesi basında Tiflis’te bir müddet kalarak, Gürcistan ve Abhazya’nın her taratma akıncılar gönderdi. Bunlardan korkup, canlarım kurtarmak için dağlara çekilenlerin çoğu soğuktan telef oldular. Gürcü Kralı Bagrat’ın elçilerini kabul edip teslim şartlarını öğrenen Sultan, kışın şiddetine bakmayarak Samkheti’ye girip, Kars önlerine geldi ve Bizans’a terkedilmiş bu şehri kati surette ele geçirdi. Burada bir müddet kaldıktan sonra Şerthulni bölgesine girdi. Akıncı kuvvetleri Abhasya’nın her tarafını alt üst ettiler. Gürcistan kralı memleketinin kuzeyine kaçmış ve geçilmesi çok çetin olan yüksek dağlar arasına saklanmıştı. Kış mevsiminin şiddeti azaldıktan sonra. Sultan yeniden istila hareketine başladı. Bir taraftan Gürcistan içlerine, diğer taraftan Abhazya’ya kuvvetler gönderdi. Bu kuvvetlerin bir kısmı Karadeniz kıyılarında göründüler ve hatta Trabzon’a kadar akınlarını ilerlettiler. Sultan bundan sonra geriye dönerek tekrar Karthli bölgesine girdi ve ikinci defa Tiflis’e uğradı. O civarda bulunan pek müstahkem kalelerden Rusthov hisarını şiddetli bir muhasaradan sonra aldı ve kaleyi evvelce Anion şehrine emir tayin etmiş olduğunu gördüğümüz Menuçehr’in kardeşi olan ve halen Gence Emirliği görevini sürdüren Fadlun’a verdi. Yeni Bizans imparatoru tarafından teşvik gören ve yardım vadi alan ve bundan dolayı mukavemet göstermekte ısrar eden Kral Bagrat, Yavane’yi Sultanın yanına gönderip tabiiyeti ve haraç güzarlığı kabul ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan, kralın ülkesine yapılmakta olan fütuhatı durdurdu. İşte bu sırada Gürcü zadeganından bazıları Müslümanlığı kabul ederek Türk Ümerası meyanına girdiler ve Sultanın verdiği aman ve azad alametlerini boyunlarına taktılar. Sultan Alp Arslan’ın asıl maksadı Bizans’ın tabii ve müttefiki olan Gürcistan ve Abhazya Krallığı’nı ortadan kaldırdıktan veya zararsız hale getirdikten sonra Anadolu’ya girmek ve Bizans İmparatorluğu’na büyük bir darbe vurmaktı.

Ahbaru’d-Devleti’s-Selçukiyye’de ise Gürcü Kralı Bagrat’ın teslim olması biraz farklı olarak anlatılmaktadır; Kaynağa göre: Abhaz Sultanı Bagrat bu hali görüp, Alp Arslan’a büyük hediyeler ile elçi ve mektup gönderip, aman diledi ve cizyeyi kabul edip, Sultan’ın emrine razı oldu. Mektup Sultan’a ulaştığı zaman, Bagrat’ın isteğini hoş karşıladı, bir miktar cizye tayin olunup, iki taraf arasında uyuşma oldu. Bu durumdan sonra harbin ateşi söndü. Sultan ise kendi vilayetine döndü.

Kış mevsimi ve şiddetli soğuklar geldi, harekete imkan kalmayıp, bir tarafa kımıldamak mümkün olmadı. Sonra Bagrat, yine şeytanın aldatmasına uyarak, eski isyanını ele alıp, Sultan’a isyanını ve düşmanlığını açıkça meydana çıkardı. Sultan, Bagrat’ın isyanını işitip çok kızdı. Ancak kışın ve soğuğun şiddetinden harekete imkan bulamadığından, bahara kadar bekledi. Bagrat da, Sultan’a isyan ettiği zaman ‘Sultan yine üzerime gelir’ diyerek askerini bir yere toplayıp, Sultan’ın korkusundan çadırda otururdu. Asker ve binek hayvanlarından soğuktan ölenler çoktu. Bahar olduğu zaman, Bagrat askerinden Sultan’a mukavemet edecek ve savaşacak kudret görmediğinden tekrar aman diledi. Sultan’a mektup ve armağan gönderdi. Sultan bunu hoş karşılamayıp, Bagrat’ın aman dileğini kabul etmedi. Sonra Sultan Alp Arslan yine Bagrat’ın ülkeleri üzerine yürüdü, atların ayaklarından çıkan toz dünyayı bürüdü. Bagrat, karşı durmayıp, kaçınca vilayet sıkıntıya düştü. Sultan ulaştığı yerlerin kimisini zapt, kimisini harap ederek Nemurd b. Ken’an’ın yaptırdığı şehre vardı. Sultan, Nemrud’un şöhretini harap ederek, civarında bir şehir ve mescit yaptırdı. Bu yol ile Bagrat’ın vilayetinden alabildiğini alıp, kimisini yağmalayarak Gürcistan’da beş oturdu.”

Fakat, bu sırada Türkistan hakanının ölümü ve onun ülkesinde karışıklıklar çıktığı haberi geldi. İran’ın muhtelif bölgelerinde çıkan bazı gaileler de Sultan’ın geriye dönmesini icap ettirdi. Bundan dolayı Sultan, Bizans seferinden vazgeçerek geriye döndü ve Gence yolu ile Berdaa’ya gitti ve Aras’ı geçip, Azerbaycan’a indi ve oradan Faris’e kadar uzun bir yürüyüş yapıp Şiraz’a vasıl oldu ve Ramazan’ı ve bayramı orada geçirdi.Ele geçen kaleler arasında, Şavşat, Klarcet (Ardanuç, Artvin, Borçka) ve Taok bölgesi (Oltu, Yusufeli, Tortum)’de bulunmaktadır.

Melîkşah Dönemi’nde Emîr Ahmed’in Harekatı

Anadolu’nun batı bölgelerinde Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın kumandasında fetihler devam ederken doğu bölgelerinde ise bazı hadiseler vuku buluyordu. Melikşah tahta geçtikten sonra, Bagrat’ın yerine Gürcü kralı olan oğlu II. Giorgi (1072-1089) zamanında bölgede bazı anlaşmazlıklar oldu. Gürcü kralının bir muhafız kıtası tarafından korunmakta olan Gag Kalesi, krala isyan etmiş ise de bu isyan Liparit’in oğlu Yoane tarafından bastırılmış ve kale onun tarafından teslim alınmıştır. Ancak Yoane teslim aldığı kaleyi Şeddadoğulları emirlerinden Gence hakime Fadlun’a sattı. Bundan biraz sonra da Yoane ve oğlu Liparit, Sultan’ın yanına gittiler. Bu ziyarette Yoane ve oğlu hem Melikşah’a tabiiyetlerini arz etmişler hem de Melikşah’ı akın yapmaya tahrik etmişlerdir. Zira Sultan Melikşah, Yoane beraberinde olduğu halde Gürcistan seferine çıkmış Samşvilde’yi muhasara edip ele geçirdikten sonra Karthili bölgesine girerek pek çok ganimet toplamıştır (1076). Gürcü kaynağına göre, Selçuklular, Gürcü Devleti’nin güçlenip yayılmasına müsaade etmediler. Melikşah geri dönüşünde Gence’ye gelip burasını emir Fadlun’dan alarak bütün bölgenin başına Sav-Tigin’i tayin etti. Bu kumandan idaresindeki Türkler Erran bölgesinin “ova, dağ, nahiye ve kalelerine” bu sırada yerleşmişlerdi. Bir müddet sonra Serheng Sav-Tekin, gerek kendinin gerekse tekrar emaretine iade edilen Gence Emiri Fadlun ile Dovin (Divin) ve Dmanis emirlerinin de kuvvetlerini yanına almış olduğu halde, kral Giorgi’nin üzerine yürüdü. Kral bütün kuvvetlerini toplayarak karşıya çıktı ve Farçhis civarındaki mevkide bunlarla muharebeye tutuştu. Gürcü kaynağına göre, Sav-Tekin ve diğer Erran emirleri muharebede bozguna uğrayarak çekilmişlerdi.

Gürcü kralı bu muzafferiyetten sonra vaktiyle Gürcü Krallığı’nda vuku bulan fetret sırasında Bizans İmparatorluğu ve Selçuklular tarafından ele geçirilen kaleleri ve Abhazya’nın başlıca mühim mevkii olan Anaphya (Anapa), Klarceth, Şavşeth, Cavakheth bölgesinin ve Ardahan bölgesindeki kaleleri geri almıştı. Kral bundan sonra, Türkler eline geçmiş olan Kars şehriyle mülhekatını, Vanand, Kamifor ve Asyan kalelerini almış ve buralara yerleşen Türkleri çıkarmıştır. Bu arada vaktiyle Melikşah tarafından ele geçirilen Samşvil’de Kalesi’nde mukavemete girişmiş, aynı zamanda eski Anion Kralı Gagik tekrar tahta çıkmak teşebbüslerinde bulunmuştur.

Serhenk Sav-tekin, Erran’daki Türk kuvvetlerini toplayarak Gürcülerle yeniden muharebelere tutuştu. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Sav-tekin bu muharebelerde muvaffak olamamış ve bu vaziyet Sultan Melikşah’ın bölgeye tekrar sefere çıkmasını gerektirmiştir. 1078/1079’da Melikşah, Aras nehrini geçerek Gürcistan’a girdi. Somkheth bölgesinden geçerek Samşvilde’yi muhasara etmiş ve burayı ele geçirerek, kumandanı olan Liparit’in oğlu Yoane’yi esir etmiştir. Emir Sav-tekin’e yeni kuvvetler bırakarak geriye dönmüştür. Aynı yıl içerisinde Sav-tekin bu ordu ile Samşvilde ovasına girmiş, Gürcü Kralı II. Giorgi kuvvetlerini toplayarak onu karşılamıştır. Gürcü kaynağının bildirdiğine göre, Farçakhis’te ikinci defa büyük bir muharebe yapılmış ve Sav-tekin gene bozguna uğramış geri çekilmiştir. Bu muzafferiyetten sonra Gürcü Kralı Taik (Oltu) ve soma da Bana (Penek)’ya girmiştir. Kralın burada bulunduğu esnada, Bizans İmparatorluğu’nun doğu hudutları komutanı unvanını taşıyan Grigor Bakuryan, Kralın yanına gelmiş ve ona arz-ı hizmet etmiştir. Daha önce Anion şehrini Sultan Alp Arslan’a karşı müdafaa yapmış olan bu general, Oltu, Kalikala (Erzurum) şehirleriyle evvelce Gürcüler tarafından zaptedilen Kars’ı eline geçirmiş ve Bizans imparatoru adına bu bölgelerde bir düklük tesis etmişti. Gürcü kralının bu havaliye gelmesi üzerine bu general Kars müstahkem mevkisini krala tekrar vermek mecburiyetinde kalmış ve kral da bu şehri Şavşat aznavurlarına vererek müdafaalarını onlara tevdi etmiştir.

Melikşah meseleye son vermek amacıyla Emir Ahmed’i mühim bir kuvvetle Erran’a gönderdi. Emir Ahmed, Gürcü kralını Kouel mıntıkasında ağır bir bozguna uğrattıktan sonra Kars muhasara etti ve burayı kesin olarak ele geçirdi. Emir Ahmed, bundan sonra Bizans imparatoru adına hakimiyet icra eden Grigor’un elindeki Erzurum ve Oltu bölgelerini ve diğer kasaba ve şehirleri birer birer ele geçirerek bu bölgedeki Hıristiyan Rum hakimiyetine kesin bir şekilde son verdi. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç ve Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Merkezi Erzurum olmak üzere kurulan Saltuklu Beyliği’nin bu tarihten sonra yani 1080 yılından itibaren kurulduğu hususunda hem fikirlerdir. Artık Bizans’ın elinden kati suretti alınan bu bölgeye Türkmenler büyük bir kesafetle yerleşmişlerdir. Emir Ahmed, fütühata devam ederek bir kere daha Gürcü kralını bozguna uğratarak hazinelerini, silahlarını, otağını, kıymetli eşyalarını ele geçirmiştir. Sonuçta Acara bölgesine çekilen kral, oradan da Abkazzistan’a kaçmaya mecbur kalmıştır. Selçuklu emiri ise, Erran’a dönerken Türkmenlerden Ebu Yakup ile İsa Böri’yi zengin Gürcü ülkesini ele geçirmeye teşvik etmiştir.

Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY

Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 678-693

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.