“Bu Muahedenâme, Türk Milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Muahedenâmesiyle ikmâl edildiği zannedilmiş, büyük bir suikastın inhidamını ifade eder bir vesikadır.”
M. Kemal ATATÜRK
Lozan’a Giden Yolda Birinci Dünya Savaşı Sonrası Olayları
Birinci Dünya Harbi, insanlığın maddî ve manevî kayıpları dikkate alındığında beşeriyetin başına gelen en büyük felaketlerden biridir. Çünkü bu savaşta ülkeler, milyonlarca insanını kaybetti, sakat kaldı, geri dönebilenler büyük bir dram yaşadı. Savaş ekonomisi sebebiyle devletler malî açıdan da kayba uğradılar. Savaştan sonra ekonomik buhran bütün dünyayı etkisi altına aldı. Dört yıl süren bu büyük mücadelenin galipleri oldu, ancak siyâsî ve iktisadî neticeleri göz önüne alındığında kazananları yoktu.
Savaş sonrası imzalanan barış antlaşmaları, dünyaya sulh ve sükûneti getirmekten uzak kaldı. Aksine yeni bir büyük savaşın işaretlerini verdi. Bu yüzden Lozan Barış Antlaşması hariç, Birinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan antlaşmalar sistemi, “barışa son veren barış” olarak adlandırıldı.[1]
Galip devletler, kendi aralarında topladıkları Paris Sulh Konferansı neticesinde Almanya ile 23 Haziran 1919’da Versailles Barış Antlaşması, (Avusturya-Macaristan savaş sonrası iki devlet olarak parçalandığı için) Avusturya ile 10 Eylül 1919’da Saint Germain Antlaşması, Macaristan ile 6 Haziran 1920’de Trianon Antlaşması ve Bulgaristan ile 27 Kasım 1919’da Neuilly Antlaşması’nı imzaladılar.[2]
Paris Barış Konferansı’nda ele alınan en önemli konulardan birisi de Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini belirleyecek “Doğu Sorunu / Şark Meselesi” idi. Gerçi, İtilaf Devletleri savaş esnasında aralarında imzaladıkları gizli antlaşmalarla Osmanlı Devleti topraklarını kâğıt üzerinde paylaşmış bulunuyorlardı.[3] Bununla beraber, Paris Barış Konferansı’nda en uzun süren müzakereler, Osmanlı ülkesinin paylaşımı konusunda olmuştu. Bu vesile ile Osmanlı Devleti ile imzalanacak barış şartları, diğerlerine göre en geri bırakılmıştı. Özellikle İngiltere ve Fransa arasındaki bölüşmelerin ne şekilde olacağına dair çekişmeler, konferansın uzamasına sebep oldu. İtilaf Devletleri, bu anlaşmazlıkların giderilmesi sonrası, nihayet 24-26 Nisan 1920’de San-Remo’da Osmanlı Devleti ile yapacakları barış şartları üzerinde uzlaştılar.[4] 11 Mayıs’ta Osmanlı delegelerine tebliğ edilen bu kararlar, 22 Temmuz 1920’de. Osmanlı Saltanat Şurası’nda oylanarak kabul edildi. Bunun üzerine İtilaf Devletleri ile Osmanlı delegasyonu arasında 10 Ağustos 1920’de “Sevr Antlaşması” imzalandı.
Tamamı 433 maddeden oluşan bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, kendi ölüm fermanını imzalamış bulunuyordu. Buna göre; Osmanlı ülkesi, İstanbul şehri ile Batı Karadeniz ve İç Anadolu’ya sıkışmış küçük bir toprak parçasından ibaret olacaktı. Asırlardır Türk yurdu olan Doğu Anadolu’da Ermeni ve Kürt devleti kurulacaktı. Bunun dışında kalan Türk toprakları, İtilaf Devletleri tarafından paylaşılacaktı. Türk ordusu terhis edilerek, çok az sayıda jandarma bırakılacak; Boğazların idaresine el konulacak; azınlıklara Türklerin millî bütünlüğünü zedeleyici her türlü haklar tanınacaktı. Kapitülâsyonlar, muhtevaları ve uygulanan ülkelerin sayıları genişletilerek devam ettirilecek ve Osmanlı Maliyesi denetim altına alınarak, İtilaf Devletleri tarafından idare edilecekti.[5]
Osmanlı yönetimi, bütün bu ağır şartlara rağmen kurtuluşu galip devletlerin isteklerine uymakta görüyordu. Bununla beraber Türkler arasında gerçek kurtuluş çareleri arayanlar da vardı. Mütarekenin imzasından hemen sonra, memleketin her yöresinde Millî Mukavemet teşkilatları kurulmuş ve Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Millî Mücadele ateşi yakılmıştı. İzmir’in işgalini müteakip Türk Milleti, ateşe koşan kelebekler gibi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldı. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı”. Toplanan kongreler ve alınan kararlarla Türk nüfus ekseriyeti bulunan yerler, millî sınırlar olarak kabul edilerek, Sevr kararlarını alanlara ve imzalayanlara karşı çıkıldı. Sevr Muahedesi hükümleri, her ne kadar İstanbul Hükümeti tarafından kabul edilmişse de uygulama alanı önemli ölçüde Anadolu toprakları idi. Bu topraklar, TBMM Hükümeti ve ordularının hâkimiyetindeydi. İtilaf Devletlerine göre, Sevr’e giden yol Ankara’nın düşürülmesinden geçiyordu.[6] Bu gaye ile Anadolu’daki işgalci Yunan ordularını Ankara üzerine sevk ettiler. Anadolu, tarihin en şanlı İstiklâl Savaşı’na sahne oldu. Türkler, 26 Ağustos 1922’de düzenledikleri Büyük Taarruz, Başkumandanlık ve Takip harekâtı ile İzmir’e doğru ilerlediler. Hedef, bütün ülkenin düşmandan arındırılması idi.
Türklerin bu şekilde art arda zaferler kazanarak, İzmir’e doğru ilerlemeleri, bozguna uğratılan Yunan karargâhında endişe ile izleniyordu. Yunan Hükümeti, Anadolu’dan gelen kötü haberler üzerine, 2 Eylül 1922’de İngiltere’ye müracaat ederek, mütareke istedi.[7] İngiltere, bu teklifi birkaç gün gizli tuttuktan sonra, 4 Eylül’de Fransa ve İtalya Hükümetlerine bildirdi. Ancak, mütareke şartları hususunda müttefikler arasında görüş ayrılıkları vardı. İngiltere, yalnız Anadolu’nun tahliyesi şartı ile mütarekeye razı idi, Fransa ise, Yunanlıların Midye-Enez hattına kadar olan Doğu Trakya’yı tamamen boşaltmalarını istiyordu.[8]
İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri, 6 Eylül’de kendi aralarında anlaşarak, 7 Eylülde TBMM Hükûmeti’nin İstanbul Mümessili Hamid Bey’e Anadolu’nun boşaltılması şartı ile Yunanistan’ın mütareke istediğini bildirdiler.[9] Ankara Hükümeti, Müttefiklerin bu teklifini ihtiyatla karşıladı. Kısa sürede cevap vermeyerek, zaman kazanacak ve bu süre içerisinde bütün Anadolu düşmandan temizlenecekti. Nitekim, 9 Eylül’de İzmir, 10 Eylül’de Bursa, 12 Eylül’de Gemlik ve Mudanya kurtarıldı.[10]
Misâk-ı Millî sınırlarına ulaşılabilmesi için İstanbul ve Trakya’nın da kurtarılması gerekli idi. Bu gaye ile ordu, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına ileri harekâta yöneldi. Bu durum tarihte “Çanakkale Olayı” diye tanınan krizi yarattı.[11] Bu buhran döneminde Türk kuvvetleri Çanakkale ve İzmit önlerine kadar ilerlediler. Bu askerî gelişmeler üzerine İtilaf Devletleri temsilcileri (Poincare, Curzon, Kont Sfortza), Boğazlara karşı girişilen Türk harekâtını durdurmak ve mütareke şartlarını belirleyerek, barış konferansına zemin hazırlamak için, 20-23 Eylül 1922 tarihleri arasında Paris’te bir araya geldiler. Müzakereler çok sert tartışmalara sebep oldu. Curzon, mütareke görüşmeleri esnasında generallere esneklik kazandırmak için Türk tarafına sunulacak teklife, Trakya ile ilgili açık bir hüküm koymak istemiyordu. Fransa ve İtalya ise Trakya’nın Türklere verileceğinin taahhüt edilmesini, aksi takdirde Mustafa Kemal ve ordularını durdurmanın imkansız olduğunu söylüyordu.[12] Sonuçta “Üç müttefik devlet, Türkiye’nin Meriç’e ve Edirne’ye kadar Trakya’yı geri alma arzusunu olumlu telakki eyler” şeklinde ortak bir formül bulundu.[13]
Bu karar, 23 Eylül 1922’de Türk Hükûmeti’ne sunuldu. Türk Hükümeti de kısa süren müzakereden sonra, Trakya’nın tahliyesi şartı ile Mudanya’da görüşmelerin yapılmasını kabul eden cevabını, 29 Eylül’de İtilaf Devletlerine bildirdi.[14]
Bunun üzerine İngiltere (Genl. Harrington), Fransa (Charpy), İtalya (Mombelli) ve Türkiye (İsmet İnönü) arasında, 3-11 Ekim 1922 tarihleri arasında Mudanya Mütarekesi görüşmeleri gerçekleşti. İmzalanan Mütareke hükümlerine göre, Trakya tek bir kurşun atılmadan anavatana kavuştu. Buna karşın İtilaf Devletleri, Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile İstanbul şehri üzerindeki hakimiyetlerini barış imzalanıncaya kadar koruyacaklardı.[15]
Böylece, Türk-Yunan savaşı sona ermiş ve Avrupa devletleri ile Türkiye arasında barışın yolu açılmıştı. Lâkin İngiltere, mütareke şartları ile Türkiye’nin barış konferansındaki gücünü oldukça kısıtlamıştı. Trakya’ya çıkarılan Türk askeri sayısı 8.000 jandarma ile sınırlandırılmıştı. Çanakkale ve İstanbul Boğazları barış yapılıncaya kadar Müttefik kuvvetlerin elinde kalacaktı. Böylece Türkiye, konferansın kesilmesi tehlikesi karşısında Yunanistan’a karşı harekât gücünü önemli ölçüde önceden kaybetmiş olacaktı. İngiltere, bu askerî kısıtlamalarla da yetinmemiş, bir kısım manevralarını da konferans dönemine bırakmıştı. Karaağaç’ı Yunanlılardan tahliye ettirmeyerek,[16] ileride elde edecekleri bir tavize karşılık Türkiye’ye vermeyi plânlamıştı. Ayrıca konferansa, Ankara ve İstanbul Hükümetlerini birlikte davet ederek, görüş ayrılıklarına sebep olacaktı. Türkiye bu oyunu önceden fark etmiş ve karşı bir hamle ile İstanbul Hükûmeti’ni ortadan kaldırmıştı. Bütün bunların yanı sıra Müttefikler, konferansta ortak bir politika belirleyeceklerdi.
A. Lozan Barış Konferansı (20 Kasım 1922-24 Temmuz 1923)
1. Konferansın Yeri ve Delegelerin Tespiti
Mudanya Mütarekesi sonrasında barış görüşmeleri süreci hızlandırıldı. Ancak müzakerelerin nerede yapılacağı kesinleşmiş değildi. Mustafa Kemal Paşa, konferansın Yunanlıların mağlubiyetinin tescil edildiği İzmir’de toplanmasını istiyordu.[17] Böylece Türkiye, görüşmelerde psikolojik bir baskı kurmayı düşünüyordu. Buna karşılık Müttefikler, konferansın Lozan’da yapılmasını istiyorlardı. Lozan, o dönemde Türklük için iyi bir yer değildi. Burada oturan Rumlar ve Ermeniler Lozan şehrinin havasını Türkler aleyhine çevirmişlerdi. Bütün İsviçre bu havadan etkilenmiş durumdaydı. Bu sebeple müzakerelerin yapılacağı yerin havası, Türklerin millî davalarının anlaşılabilmesi için iyi bir muhit değildi.[18] Bu olumsuzluklara rağmen Türk yönetimi, bunu bir sorun haline getirmeyerek, İzmir hususunda ısrar etmedi.
Bununla beraber, davetin şeklinden kaynaklanan önemli bir sorun yaşandı. Üç Müttefik Devlet, konferansa Ankara Hükümeti ile beraber İstanbul Hükûmeti’ni de davet etmişlerdi. Böylece Türk tarafının görüşlerini zayıflatmış olacaklardı. Bu şekilde İstanbul Hükûmeti’nin müzakerelere davet edilmiş olması ve Sadrazam Tevfik Paşa’nın da bu konuda ısrarcı görünmesi, Ankara’nın tepkilerine yol açarak, saltanatın ilgasını gündeme getirmişti.[19] Bu amaçla toplanan TBMM, 1 Kasım 1922’de tarihî bir karar alarak, saltanat ve hilafeti bir birinden ayırarak, Osmanlı saltanatına son verdi.[20] Böylece İstanbul Hükûmeti’nin de varlığına son verilerek, konferansa hangi tarafın katılacağı meselesi halledilmiş oldu.
Lozan’a giden yolda Türk tarafının diğer bir meselesi de, konferansa katılacak baş delegenin ve heyetin seçimi idi. Konferans, sadece Türkiye ile Yunanistan arasındaki meseleleri halletmek için değil, İtilaf Devletleri ile Türkiye arasındaki barış şartlarını da tanzim etmek üzere toplanmaktaydı. Lozan’a gidecek Türk delegelerinin önemli vasıflara sahip kimseler olmaları gerekiyordu. Bu vasıflar arasında en önemli şart, murahhasların Osmanlı İmparatorluğu siyasetinde yetişmiş kimselerden olmamasıydı.[21] Hükûmet’te, Meclis’te, Encümenlerde ve muhtelif kulislerde barış konferansına gönderilebilecek murahhasların isimleri konuşuluyordu. Bunlar arasında Başbakan Rauf (Orbay), Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşeng) ve Sıhhıye Vekili Rıza Nur Beylerin isimleri öne geçmiş bulunuyordu.[22]
Ancak, Mustafa Kemal Paşa böyle düşünmüyordu. Rauf Bey’in başkanlığında ve İsmet Paşa’nın müşavirliğindeki bir heyetin konferansta başarılı olabileceğinden emin değildi. O, heyet başkanı olarak İsmet Paşa’yı görmek istiyordu. Bu fikrini Rauf Bey’e de kabul ettirdi. Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, istifasını sundu ve yerine İsmet Bey geçirildi. Böylece heyet başkanlığı meselesi halledilmiş oldu.[23] İsmet Paşa’nın başkan olduğu heyete murahhas olarak Rıza Nur (Sıhhıye Vekili) ve Hasan Saka (İktisat Vekili) seçildiler.[24] Türk delegasyonunun sekreterliklerini Ali Türkgeldi, Mehmet Ali Nalin, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Şav, Süleyman Saip Kıran, Dr. Nihat Reşat Belger ve Rıfat Beyler; genel sekreterliğini de Reşit Saffet Atabinen yürütecekti. Tercüman olarak Hüseyin Pektaş (Robert Koleji İkinci Müdürü), basın danışmanı olarak Ruşen Eşref Ünaydın ve Yahya Kemal Beyatlı görev yapacaklardı. Ayrıca, muhtelif konularda faydalanılmak üzere 21 uzman danışman bulunuyordu.[25]
Hükûmet, sulh heyeti yola çıkmadan, Lozan Barış Konferansı müzakerelerinde takip olunacak esaslar hakkında alelacele bir talimatname hazırladı. Burada konferansta müzakere edilecek temel konulara dair kararlar mevcuttu. Kararların altında Hüseyin Rauf, Fevzi (Çakmak), İsmet, Dr. Rıza ve adları okunamayan iki bakanın imzaları bulunmaktaydı.[26]
Türk tarafı müzakerelerde ele alınacak konuların çerçevesini bu şekilde çizerken, Müttefikler de boş durmamış ve Türklerin isteklerine karşı ortak bir tavır koymanın yollarını aramışlardı. İngiltere’nin isteği ile konferansın açılışından birkaç gün evvel, 18-19 Kasım tarihlerinde Paris’te iki ayrı toplantı yapıldı. Bu toplantılarda, konferansta müzakere edilmesi gereken. Müttefikler ile Türkler arasındaki meseleler ele alınarak tartışıldı. Tam bir mutabakata varılmasa bile genel bir tavır belirlendi. Onlar, önce Türklerin isteklerini dinlemeyi, daha sonra da bu istekleri aralarında müzakere ederek, konferans salonunda Müttefiklerin benimsedikleri çerçeveye uygun olacak ortak bir cevap vermeyi kararlaştırdılar.[27]
2. Birinci Dönem Müzâkereleri (20 Kasım 1922- 4 Şubat 1923)
Davet eden devletler, konferansın 13 Kasım 1922’de açılacağını ve müzakerelerin başlayacağını bildirmişlerdi.[28] Bu amaçla İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti, 8 Kasım Çarşamba günü İstanbul’dan hareketle 11 Kasım’da Lozan’a ulaştı. Ancak Türk heyetinden başka gelen yoktu. Konferansın açılışı, 20 Kasım’a tehir edilmişti. Bunun zahirî sebebi İngiltere’de yapılan seçimlerdi.[29] Gerçekte ise, Müttefik delegelerin Türklere karşı oluşturacakları politikaları tespit etmek için Paris’te toplantı halinde bulunmalarıydı.[30] Bunu bir fırsat telakki eden İsmet Paşa, 13 Kasım’da bir basın toplantısı yaparak Türklerin tespit edilen tarihte gelmekle barışa olan saygılarını gösterdiklerini vurgulamış ve bu hususta Müttefiklere bir nota sunmuştu. Bu durum, Avrupa ve Lozan kamuoyunda Türkler lehine bir havanın esmesine sebep oldu.[31] Ayrıca İsmet Paşa, bu arada Paris’e giderek Fransız yetkililer ile bazı temaslarda bulundu.[32]
Konferansa katılan devletler ve durumları şöyle idi: İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya; davet eden devletlerdi. Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye; tüm görüşmelere katılmak üzere çağrılan devletlerdi. Sovyet Rusya ve Bulgaristan, Boğazlar Rejimi ile ilgili müzakerelere katılmak üzere çağrılmışlardı. Belçika ve Portekiz ise belirli konularda müzakerelere katılabileceklerdi.[33]
Diğer heyetlerin de gelmesi ile Lozan Konferansı, 20 Kasım 1922’de şehrin merkezindeki Mont Benon Gazinosu’nda, İsviçre Konfederasyonu Reisi Haab’ın nutku ile açıldı. Curzon ve ardından Türk heyeti başkanı İsmet Paşa birer konuşma yaptılar. Müzakereler ertesi gün Uşi şatosunda gerçekleşecekti.[34] Böylece Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren son antlaşmanın müzakereleri başlamış oldu. Ancak bunun diğerlerinden bir farkı vardı. İtilaf Devletleri, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’a kendi şartlarını ileri sürerek bir antlaşma imzalatmışlardı. Şimdi kendilerine karşı Millî Mücadele kazanmış Türkler ile masaya oturarak, eşit şartlarda tartışmayı kabul etmişlerdi.
Lozan Konferansı’nın ilk oturumu 21 Kasım 1922 Salı günü saat 11:’de Uşi şatosunda, Lord Curzon’un geçici başkanlığında başladı. Konferansın resmî dili olarak Fransızca seçildi.[35] Ardından da Müttefikler tarafından hazırlanan Konferans İç Tüzüğü görüşmeye açıldı. Tüzüğün adı, Şark meselesini çağrıştıracak şekilde “Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı” olarak konulmuştu. İsmet Paşa, Türkler üzerinde psikolojik baskı unsuru olan bu isme itiraz ettiyse de, değiştirilmesini temin edemedi. Müttefiklerin konferansta birlikte hareket edecekleri, daha ilk günden belli olmuştu. Tüzüğe göre; bir Konferans Genel Sekreterliği ve bir de Yazı İşleri Komitesi kuruldu. Ayrıca davet eden devletler başkanlığında Arazi ve Askerlik, Yabancılar ve Azınlıklar, Maliye ve İktisat alanlarında üç komisyon kurulması kararlaştırıldı. Müzakereler gizlilik içerisinde yürütülecekti.[36] Bundan sonra konferans, komisyon toplantıları ile devam etti.
A. Ülke ve Askerlik Komisyonu
22 Kasım 1922’de Lord Curzon’un başkanlığında toplanan Ülke ve Askerlik Sorunları Komisyonunda; Trakya sınırı, Karaağaç’ın Türklere verilip verilemeyeceği, sınır üzerinde askerden arındırılacak bölgeler, Batı Trakya meselesi, Ege Denizi Adaları, Boğazların statüsü, Savaş tutsakları ve ahali mübadelesi, azınlıkların korunması, Türkiye’nin Asya’daki güney sınırları ve Musul meselesi gibi konular görüşüldü. Bu komisyon 86 günde yirmi beş oturum gerçekleştirdi. Çalışmaları kolaylaştırmak amacı ile azınlıklar, nüfus mübâadelesi ve Bulgaristan’a Adalar denizinde mahreç verilmesi konularında üç alt komisyon kuruldu.[37]
Bu komisyonda en çok müzakere edilen zorlu meseleler Karaağaç, Musul, Boğazlar ve Azınlıklar meselesi idi. Türkler, Batı Trakya için plebisit ve Doğu Trakya sınırı için de büyük önemi haiz olan Karaağaç kasabası ve istasyonunun kendilerine verilmesini istiyordu. Müttefikler ve Balkan devletleri, buna şiddetle kaşı çıkıyordu.[38] Musul hususunda Türk tezi, Misâk-ı Millî’de belirtilen tarihî, siyasî, coğrafî, etnik nedenlere dayanıyordu. Bu mesele, İngilizler içinse petrol davasının bir parçasıydı. Boğazlar konusunda Türkiye, ticaret gemilerine serbest dolaşım tezini savunmakta idi. Buna karşılık İngiltere, Sevr Muahedesi’nde kabul edilen ağır hükümlerin geçerli olmasını istiyordu. Azınlıklar meselesi de, konferansı uzun süre uğraştıran ihtilaflı konulardan biriydi. Türkler, büyük devletlerin kendi iç işlerine karışmalarına vesile saydıkları azınlıklar konusunda hassasiyet gösteriyorlardı. Bu amaçla mübâdeleden yana idiler. İngiltere, bu hususu Türklere karşı önemli bir propaganda aracı olarak görüyordu. Müttefikler de aynı görüşte idi. Bu konuda, Ermeniler için ayrı bir yurt talep ediliyor, Hıristıyanlar için genel af ve bazı ayrıcalıklar isteniyordu.[39] Uzun ve sert geçen müzakerelerden sonra, yalnızca Yunanistan ile Türk ve Rum nüfus mübadelesi ve sivil tutuklular ile savaş tutsaklarının karşılıklı olarak iadesi konularında uzlaşı sağlanabildi.[40]
B. Yabancılara Uygulanacak Rejim Komisyonu
2 Aralık 1922’de İtalyan baş delegesi Marki Garroni’nin riyasetinde çalışmalarına başlayan Yabancılara Uygulanacak Rejim Komisyonu’nda, Türkiye için hayatî mesele olan Kapitülasyonlar,[41] Türkiye’de ecnebilerin tabî olacakları usûl tartışmaya açıldı. Komisyon 5 oturum halinde meseleleri tartıştı.[42] Bu komisyonun çalışmalarına yardımcı olması için de üç ayrı alt komisyon kuruldu. Birinci alt komisyon, yerleşme hakkı ve yargı rejimi bakımından Türkiye’de yabancı gerçek ve tüzel kişilerin hukukî durumlarını; ikinci alt komisyon, ekonomik rejim konusunda yabancıların hukukî durumlarını ve üçüncü alt komisyon da uyrukluk ve arkeolojik araştırmalarla ilgili meseleleri görüşecekti.[43]
Bu komisyonun ana meselesi, ecnebilerin kapitülasyonlardan dolayı elde ettikleri haklardı. Türkiye, millî egemenliğin önündeki bu büyük engeli tarihinden söküp atmak niyetinde idi. Müttefikler, kapitülasyonlar rejiminin bağımsız bir devletin egemenlik haklarını kısıtlayıcı nitelikte olmasından dolayı Türkiye’nin kapitülasyonların kaldırılması talebini haklı bulmakla beraber, o güne kadarki müktesebatın garanti altına alınmasını istiyorlardı. Türk ve Müttefik görüşleri arasında büyük bir uçurum bulunuyordu. Birinci dönemde müzakerelerin çıkmaza girmesinin ana konularından birisi bu idi. Nitekim bu hususta Türkiye’nin kararlı olduğunu göstermek için İsmet Paşa, görüşmelerin çıkmaza girdiği bir anda kesin tavrını koymuş ve “Meşru hakimiyetimizi tanıdığınız gün sulh olmuştur” diyerek barışın geleceğinin kapitülasyonların kaldırılmasına bağlı olduğunu bildirmiştir.[44]
C. İktisat ve Maliye Sorunları Komisyonu
27 Kasım 1922’de Fransız baş delegesi Mösyö Barer’ in reisliğinde açılan İktisat ve Maliye Sorunları Komisyonu’nda; konferansın ana davalarından Düyûn-ı Umûmiye İdaresi, Osmanlı borçları, İtilaf Devletlerinin işgal masrafları,Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları tahribata karşılık Türkiye’nin talep ettiği tamirat parası, sağlık işleri, sigorta, haklar ve mallar ile Türkiye’nin ticaret rejimi gibi konular ele alındı. Bu meseleleri bir an önce karara bağlamak üzere dört alt komisyon kuruldu. Bunlar, sağlık işleri alt komisyonu, iktisat sorunları alt komisyonu, maliye sorunları alt komisyonu, gümrük ve ticaret rejimi alt komisyonu idi.[45]
Türkiye, ekonomik bağımsızlığını kısıtlayıcı bütün engellerin kaldırılmasını istiyor ve Osmanlı genel borçlarının ayrılan ülkelere pay edilmesi şartı ile ödenmesini kabul ediyordu. Ayrıca, Yunan ordusunun Anadolu’da tahrip ettiği yerler için Türklere tamirat parası ödenmesini ve müttefikler için harp tazminatı istenilmemesini savunuyordu. Taraflar arasında önemli görüş farklılıkları vardı. Mali meselelerde Osmanlı Devleti borçlarının ülkeden ayrılan devletler arasında taksimi projesi kabul görmüş, ancak hisseler henüz tayin edilememişti. Türkiye’nin Yunanistan’dan tamirat istemesi ise haklı bulunmamıştı.[46]
Her üç komisyonda meseleler birikmiş, alt komisyonlara havale edilen konuların bir kısmında uzlaşı sağlanabilmiş, bir kısmı da muallâkta kalmıştı. Talî nitelikte olan pek çok mesele halledilmiş gibi görülmekle beraber, ana konuların hiçbirinde nihaî bir çözüm ortaya çıkmamıştı. Ocak 1922 ortalarına gelindiğinde konferansın bu safhasında mevcut ihtilaflar arasında, hâlledilmesi imkânsız gibi görünen beş ana mesele bulunuyordu. Musul, Kapitülasyonlar, İtilaf Devletlerinin Türkiye’den istediği harp tazminatı, Türkiye’nin Yunanistan’dan talep ettiği tamirat ve Karaağaç’ın Türklere bırakılması meselesi. Bu sorunlar ortada dururken Müttefikler hazırladıkları 73 sayfa, 160 madde ve 9 ekten ibaret olan anlaşma projesini 30 Ocak 1922’de Türklere verdiler. İlgili proje, adeta Türklerle barış için değil Türkiye’nin egemenlik haklarını elinden almak amacı ile hazırlanmıştı. Buna göre;[47]
- Karaağaç Yunanistan’a bırakılacak, Trakya sınırında askerden arındırılmış bölgeler kurulacak ve Trakya’da bulunacak jandarma sayısı 5.000 ile sınırlandırılacaktı.
- Irak hududu, Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakılacaktı.
- Türkiye, on iki ada üzerindeki hâkimiyetinden vazgeçecek, Akdeniz ve Ege adaları Yunanistan’a bırakılacaktı.
- Boğazlarda bir komisyon kurularak, bütün gemilere serbest geçiş hakkı tanınacaktı.
- Türkiye ve Yunanistan ahalisinden Rumlar ve Müslümanlar mübadele edilecek, azınlıklara ait haklar, Milletler Cemiyeti gözetimine verilecekti.
- Kapitülasyonlar, bir geçiş müddeti içerisinde bazı imtiyazlar göz önünde bulundurularak esas itibarı ile kaldırılacaktı.
- Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkeler arasında paylaştırılacaktı. Paylaştırma işlemi, Düyûn-ı Umûmiye İdare Meclisi tarafından yapılacaktı.
- Türkiye, Müttefiklere 37 sene zarfında 15 milyon lira zarar tazminatı ödemek zorunda kalacak, Türkiye’nin Anadolu ve Trakya’daki tahribata karşılık Yunanistan’dan talep ettiği tamirat bedeli alınmayacaktı.
Müttefikler, Türkiye’nin bu ağır şartları kabul ederek bir an önce imzalamasını talep ettiler. 31 Ocak ile 4 Şubat 1923 tarihleri arası, Türk heyeti için en sıkıntılı anlardı.[48] Ancak Türk millî egemenliğine aykırı kayıtlarla dolu olan bu metnin kabulü mümkün değildi. Nitekim Türk tarafı, 4 Şubat Pazar günü mukabil teklifini Müttefiklere sundu. Bu teklifte, Musul’u bir yıl içerisinde halletmek, diğer arazi ve hudut şartlarını kabul, Boğazlar, azınlıklar ve ticaret mukavelesi hususunda ittifak olduğu şekliyle sulh yapmak ve muallâk bulunan diğer malî ve iktisadî meseleleri bilâhâre görüşmek gibi şartlar bulunuyordu.[49] İki proje arasında uzlaşma sağlanamadı ve 86 günden beri devam eden görüşmelere ara verildi. İsmet Paşa’nın tabiri ile Türkler, esaret altına girmeyi kabul etmemişlerdi. Bir dönemin neticesi olarak ortada sadece Yunanistan ile imzalanmış iki protokol bulunuyordu. Bunlar, Sivil Tutukluların Geri Verilmesi ve Savaş Tutsaklarının Mübâdelesi ile Türk ve Rum Nüfus Mübâdelesi’ne ilişkin sözleşmeler idi.[50]
Müzakerelerin bu şekilde kesilmesi üzerine heyetler birer birer Lozan’dan ayrıldılar. İsmet Paşa, barışa olan samimiyetinden dolayı Lozan’ı en son terk eden heyet başkanı oldu.
3. Konferansın İnkıtâ’ Dönemi(5 Şubat-22 Nisan 1923)
Konferansın kesilmesi üzerine Türk heyeti, 20 Şubat 1923’te Ankara’ya döndü. İsmet Paşa, 21 Şubat 1923’te TBMM gizli oturumunda konferansın üç aylık gidişatı hakkında uzun bir konuşma yaptı. Türk talepleri karşısında müttefiklerin oluşturdukları ittifakı anlattı. Sıra ile müzakere edilen konular hakkında milletvekillerine bilgi verdi.[51] Burada dikkat çeken önemli bir husus, konuşma esnasında İsmet Paşa, Karaağaç’ı terk etmeyi kabul ettiklerini milletvekillerinden gizlemişti. Yapılan konuşmalardan, Türk heyetinin Karaağaç hakkında hâlâ ısrarlı olduğu anlamı çıkıyordu. Hâlbuki o, 4 Şubat tarihli karşı projede bu toprak parçasından vazgeçtiklerini bildirmiş bulunuyordu. Bu durumu sezen bazı milletvekilleri, tepkilerini ortaya koydular. Bu ise tartışmaların gerginleşmesine vesile oldu.[52] Bu tartışmalardan sonra Meclis, 24 Şubat – 6 Mart tarihleri arasında gizli oturumlarında Müttefik projesini gündeme aldı. Müzakereler, Müttefik projesinin okunması, buna karşılık Türk görüşü ve tartışmalar şeklinde geçiyordu. Nihayet Türk projesinin ortaya çıkışı ile bu konudaki müzakerelere son verildi.[53] Hazırlanan Türk mukabil teklifi ile ileri sürülenler, muayyen bir Türk projesi olmaktan ziyâde, Lozan’da tarafların karşılıklı sundukları projelerdeki görüşlerin birbirine yakınlaştırılmasını çağrıştırıyordu.
Türk murahhas heyeti, hazırlanan bu projeyi 8 Mart 1923’te bir nota ile müttefik devletlere gönderdi. Muhtırada birinci dönem müzakereleri ve Türk tarafının barış uğruna bu güne kadar yaptığı fedakârlıklar anlatılıyordu.[54] Müttefikler, 21-28 Mart tarihleri arasında Londra’da toplanarak, Türk teklifini müzakere ettiler. Kendi tekliflerinde herhangi bir değişiklik yapmayarak, Türk tarafının ileri sürdüklerini tartışabileceklerini söylediler. Bu karar bir nota halinde 31 Mart’ta Türk Hükûmeti’ne sunuldu.[55] Türk Hükûmeti, 8 Nisan’da verdiği cevabî muhtırada bazı çekincelerle beraber, 23 Nisan’da Lozan’da bulunacağını bildirdi.[56]
Konferansın kesildiği bu dönemde siyasî cephede bunlar olurken, askerî cephede de gerginlik yaşanıyordu. Türk ve Yunan orduları bir süreden beri harekât hazırlıkları içindeydi. Bu hareketlenme İsmet Paşa’nın Lozan’dan konferansın inkıtâ olabileceğini bildiren telgrafı üzerine, daha 21 Aralık 1922’de başlamıştı. Başbakan Rauf Bey ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, 21 Aralık’ta Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya ayrı ayrı telgraf çekerek, askerlerin muhtemel bir harekâta hazır bulunmalarını istediler. Hazırlanan harekât plânına göre; müzakerelerin kesilmesi durumunda ordular ilk olarak Boğazları tutacak, Boğazlardan düşman gemilerinin geçişleri yasaklanacak ve Anadolu yakasındaki İngiliz kuvvetleri denize dökülecekti. Trakya’da bulunan Refet Paşa da kuvvetleri ile beraber İstanbul üzerine yürüyecekti.[57]
Türk kuvvetleri hazırlıklarını yapmış beklerken, 9 Ocak 1923’te Yunanistan’ın Karaağaç’ı işgal ettiği haberleri geldi.[58] Bunun üzerine İtilaf Devletleri mümessilleri ile Türk yetkililer arasında kritik yazışmalar yapıldı. Türk Hükûmeti, üç gün içerisinde İzmir’deki İtilaf Devletleri gemilerinin çekilmesini istedi.[59] Aynı dönemde ordunun moralini yükseltmek ve alınan tedbirleri yerinde görmek amacı ile Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve Kazım Karabekir Paşalar olduğu halde Garp Cephesi’ni teftiş ediyordu.[60] Bu gerginlik, inkıtâ’ döneminde de devam etmiş, taraflar askerî konularda birbirlerini suçlamışlardır.[61] Bu durum ikinci dönem müzakerelerinin başlaması ile sona ermişse de, müzakerelerin gidişatına bağlı olarak, zaman zaman yeni gerginlikler yaşanmıştır.
4. İkinci Dönem Müzakereleri (23 Nisan – 24 Temmuz 1923)
İkinci dönem müzakereleri, 23 Nisan 1923’te başladı. İlk gün, dört saat süren murahhaslar toplantısından sonra, konferansın çalışma prensipleri ve komisyonların kurulması gerçekleştirildi. Bu dönemde komisyonlar, komite adı ile çalışmalarını sürdürdüler. Siyasî, malî ve iktisadî işleri görüşmek üzere üç ayrı komite kuruldu. Müzakereler, bir gün sonra başladı. Bu defa komiteler, Türklerin mukabil tekliflerini konularına göre ve maddeler itibarı ile tartışmaya başladılar. Birinci komite 13, ikinci komite 9, üçüncü komite 11 oturum gerçekleştirdi. Alt komisyonlar yerine uzmanlar toplantıları yapıldı. Resmî müzakerelerin yanı sıra, özel görüşmeler de gerçekleştirildi.[62]
a) Birinci Komitede; 1-144. maddeleri (17. ve 19. maddelerin ikinci fıkraları ile 71-117. maddeler hariç) ile Trakya mukavelesi, af beyannâmesi ve yabancılar rejimine ait mukavele görüşüldü. 152-159. maddeler de sonradan birinci komiteye verildi. Buna göre bu komite, Trakya, Suriye, Irak sınırı, Adalar konusu, Kapitülasyonlar, yabancılara uygulanacak rejim, genel af, İstanbul ve Çanakkale’nin tahliyesi, mezarlıklar meselesi gibi önemli konuları görüştü.
Sir Horace Rumbold başkanlığındaki Birinci Komite, öncelikle arazi konusunu gündeme alarak, Meriç nehri talweg hattı bazı adaların durumunu tartıştı. Türk tarafının görüşü olan Meriç sınırı ve tavşan adalarına karşılık, Adakale ve Meis adası bırakıldı. Suriye sınırı için, Ankara İtilafnâmesi’nin esas alınması taraflarca kabul gördü. Bu komisyonun en sıkıntılı konusu Musul meselesi ve Boğazlar meselesi idi. Irak sınırı ve Musul meselesinin halledilmesi zor görünüyordu. Konu, İngiltere ile Türkiye arasında ikili görüşmelere bırakıldı. Eğer mesele burada çözüme ulaştırılamazsa Milletler Cemiyeti’ne götürülecek ve en geç dokuz ay içerisinde bir karar verilecekti. Boğazlar konusunda İngiltere kendi tekliflerinde çok ısrarlı görünüyordu. Neticede Boğazlar komisyonu, askersiz saha ve serbest geçiş ile bu sorun da çözüme kavuşturuldu. Müttefikler, Çanakkale ve İstanbul’un tahliyesi konusunda kararı, diğer meselelerin halline bırakıyorlardı. Konferansın sonuna doğru bu sorun da çözüme kavuştu.[63]
b) İkinci Komitede; 7 ve 19. maddelerin ikinci fıkraları ile 45. 70. ve 159-233. maddeler görüşüldü.[64] Bu maddeler ekonomik ve malî sorunları ihtiva ediyordu. Borçlanmalar, devlet borcu, demiryolu borçlanmaları, sağlık işleri ile ilgili hükümler, Müttefiklerin tazminat talepleri, Türkiye’nin Yunanistan’dan istediği tamirat bedeli gibi konulardan ibaretti. Türkler, pay edilmek kaydı ile borçların ödenmesini kabul etmişlerdi. Ancak, genel borcun Frank üzerinden ödenmesi ve kuponların faizleri meselesinde küçük tartışmalar yaşanıyordu. Türkiye ile Yunanistan arasındaki tamirat konusu da bu dönemde önemli bir sorun haline gelmişti. Bu konunun sürüncemede kalmasından endişelenen Venizelos, Türklerle anlaşma zemini arayarak, Türklerin tamirat istemekten vazgeçmeleri halinde Karaağaç’ı kendilerine verebileceklerini söyledi. İsmet Paşa, Ankara Hükûmeti’ne danışarak konunun bu şekilde çözümünden yana tavır koydu. Hükûmet, bu görüşe karşı çıkarak tamirat parasında ısrar ediyordu.[65] Bu arada Müttefikler, Türkiye’den savaş tazminatı istemekten vazgeçtiklerini bildirdiler. Neticede, Yunanistan prensipte tazminat ödemeyi kabul etmiş, buna mukabil Türkiye de Karaağaç[66] karşılığında tamirat istemekten vazgeçmişti. Böylece malî ve ekonomik sorunlar çözüm yoluna girmişti.[67]
Temmuz ayı geldiğinde problem olarak kuponların faizleri meselesi kalmıştı. İsmet Paşa, 2 Temmuz’da Müttefik Devletler delegelerine bir muhtıra sunarak, görüşmelerin hızlandırılmasını barışa engel olarak ortada kalan kupon faizleri meselesinin bir an evvel halledilmesini istedi.[68] Müteakip yazışmalar neticesinde görüşmelere hız verildi. Nihayet, 7-8 Temmuz, 11-12 Temmuz ve 16 Temmuz günleri yapılan hususî toplantılar neticesinde kuponlar, imtiyazlar ve İstanbul’un tahliyesi konularındaki son pürüzler de aşıldı. Artık barışın önünde hiçbir engel kalmamıştı. 17 Temmuz’da gerçekleşen resmî toplantıda bu konulardaki projeler ele alınarak kabul edildi.[69]
c) Üçüncü Komitede; 71-117. maddeler ile ticaret mukavelesi ve yabancılara ait mukavelenin 10-17. maddeleri görüşüldü. Bunlar, mallar, haklar, çıkarlar; sigortalar; endüstri, edebiyat ve sanat yapıtları; hakemlik karma mahkemeleri; Türkiye’de yabancılara uygulanacak rejim hakkındaki sözleşme; Türkiye’de ticaret rejimine ilişkin sözleşme; yerleşme ve yargı gibi konulardan ibaretti. Müttefikler, geçmişte elde edilen bu gibi imtiyazlardan vazgeçmek istemiyorlardı. Ancak bu konular, bir devletin kendi yasaları ile tanzim edeceği hususlar olduğundan ve Türkiye’nin egemenlik haklarını bağlayıcı görüldüğünden Türk heyeti tarafından reddediliyordu. Uzun süren tartışmalardan sonra kısıtlayıcı süreler konularak bazı ılımlı hükümler kabul edildi.[70]
Böylece üç komitedeki verimli çalışmalar neticesinde konferansta önemli bir mesafe alınmış olundu. Bir taraftan resmî müzakereler yapılıyor, diğer taraftan özel görüşmeler sayesinde teferruata dair sorunlar birer birer çözülüyordu. Birinci döneme göre konferans hızlı bir tempo ile ilerlemişti. Bu arada Türk heyeti, Lozan’da bir de bayram geçirmişti. Bayram, kutlamalarına Lozan’daki Türklerin yanı sıra Müttefik devletlerin temsilcileri de katıldılar. Bayram taraflar arasındaki havayı ılımlı hale getirmekte bir hayli etkili olmuştu.
5. İmza Töreni (24 Temmuz 1923)
Müzakereler, 17 Temmuz Salı günü tamamlanarak, sıra son hazırlıkların yapılması ve antlaşma metninin imzalanmasına gelmişti. İmza töreni, 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Üniversitesi merasim salonunda yapıldı. İlk imza için Türk heyeti çağrıldı. İsmet Paşa, antlaşma metni ve ek sözleşmeleri yedi düvele karşı zafer kazanmış büyük bir kumandan edası ile Atatürk’ün kendisine hediye ettiği altın kalemle imzaladı. Ardından Rıza Nur ve Hasan Saka imza koydular. Bunu sırası ile İngiltere Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Belçika ve Portekiz delegelerinin imzaları takip etti. Son olarak, İsviçre Konfederasyonu Başkanı bir kapanış konuşması yaptı.[71] Böylece Birinci Dünya Savaşı tarihe karışmış ve Türkiye ile Batılı devletler arasında yeni bir dönem başlamış oldu.
Antlaşma, TBMM’de 23 Ağustos 1923’te oylamaya katılan 227 Milletvekilinden 213’ü oyunu alarak tasdik edildi. Müttefik Devletlerden Antlaşmayı ilk onaylayan İtalya idi (11 Ocak 1924). İngiltere, 6 Mart’ta Lordlar Kamarası’nda, 10 Nisan 1924’te de Avam Kamarası’nda onaylamıştır. Fransa ise gecikmeli olarak 26 Ağustos 1924’te Mecliste bir gün sonra da Senatoda oylayarak onaylayabilmiştir.[72]
B. Lozan Barış Antlaşması ve Çözümlenen Meseleler
1. Sınırlar ve Arazi Meselesi
A. Trakya Sınırı
Sevr[73]: Bütün Doğu Trakya, Yunanistan’a bırakılmış ve Edirne için özel bir idarî statü tanınmıştır.
Misâk-ı Millî[74]: Karaağaç dahil bütün Doğu Trakya Türkiye’de kalacaktı.
Talimatname[75]: 1914 hududunun istihsaline çalışılacak.
Lozan[76]: Yunanistan ile Karaağaç dahil Meriç nehri mecrası sınır olacak, Bulgaristan ile 1915 sınırı esas alınacaktı ve Trakya sınırının her iki yakası askerden arındırılacaktı.[77]
B. Suriye Sınırı
Sevr: Adana, Antep, Urfa Suriye’de kalacaktı.
Misâk-ı Millî: Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte düşman işgaline alınmamış topraklar Türk’tür.
Talimatname: Re’si ibn Hani’den itibar ile Harim, Müslimiye, Mesken’e badehi Fırat yolu, Deyrizor, Çöl nihayet Musul vilayeti cenub hududuna vasıl olur.
Lozan: 20 Ekim 1921 Ankara Atlaşması ile elde edilen sınırlar temin edildi.[78]
C. Irak sınırı
Sevr: Bütün Doğu Anadolu Türklerden alınıyordu.
Misâk-ı Millî: Musul ve Süleymaniye, Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte işgal altına alınmadığı için Türk sınırları içinde kabul edilmekte idi.
Talimatname: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecekti.
Lozan: Antlaşma metninin 3. maddesinde; “Türkiye ile Irak arasındaki hudut, dokuz ay zarfında Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak görüşmeler neticesinde halledilecektir. Tayin edilen müddet zarfında iki Hükûmet arasında uzlaşma temin edilemediği takdirde mesele, Cemiyet-i Akvam Meclisi’ne arz olunacaktır” hükmü bulunuyordu.[79]
D. Adalar
Sevr: Ege ve Akdeniz adaları İtalya ve Yunanistan’a bırakılıyordu.
Misâk-ı Millî: Herhangi bir kayıt yok.
Talimatname: Sahillerimize pek yakın olan meskûn ve gayr-ı meskûn adaların behemehal ilhakı.
Lozan: 12 Ada İtalya idaresinde, İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye’de ve diğer Ege adaları Yunanistan’da kalıyordu. Adalar silahtan arındırılmış bölgeler olacaktı.
E. Mezarlıklar Meselesi
Lozan’a göre; Gelibolu yarımadasında ecnebi mezarlıkları güvence altına alınmıştır.
2. Boğazlar Rejimi
Sevr: İstanbul ve Boğazlar için, Müttefik devletler azalarından oluşacak bir Boğazlar Komisyonu kurulacaktı. Boğazlardan geçişi bu komisyon tanzim edecekti.
Misak-ı Millî: Türklerin hâkimiyetinde olmak kaydıyla serbest geçiş temin edilecektir.
Talimatname: Boğazlarda ecnebi kuvve-i askeriyesi kabul edilemez.
Lozan: Türk murahhas başkanlığında Boğazlar Komisyonu kurulacak, savaş ve barış dönemlerinde değişen statülere göre denizden ve havadan serbest geçiş sağlanacaktı. Ayrıca boğazların her iki yakası askerden arındırılacaktı.[80]
3. İstiklâl Rejimi
A. Kapitülasyonlar
Sevr: Muhtevası daha genişletilerek evvelce faydalanamayan devletler halkına da şamil kılınarak geri gelmesi kabul edildi.
Misâk-ı Millî: Millî ve iktisadî inkişâfımızın temini, daha asrî muntazam bir idarenin kurulması için, her devlet gibi bizim de bağımsızlığımızın gelişmesi ve tam bir serbestliğe mazhar olmamız hayat ve bekamızın temelidir. Bu sebeple siyasî, adlî ve malî inkişâfımıza mani kayıtlara muhalifiz.
Talimatname: Kapitülasyonlar kabul edilemez. Inkıtâ’-ı müzakere lazım gelirse yapılır.
Lozan: Kapitülasyonların bütünü ile kaldırıldığı doğrulandı. Müttefiklere tanınan bazı ayrıcalıklar geçici sözleşmelerle düzenlendi.[81]
B. Yabancı Okullar ve Kurumlar
Talimatname: Kavanînimize tabî olacaktır.
Lozan: Müttefiklerin daha önceden Türkiye’de açtıkları, eğitim, hayır ve dinî kurumları, Türkiye Devleti’nin kanunlarına göre hareket etmek şartı ile faaliyetlerini devam ettirebileceklerdi.[82]
C. Azınlıklar Meselesi
ca. Ermeni Yurdu Meselesi
Sevr: Doğu Anadolu vilayetlerinde Amerika Birleşik Devletleri müzaheretinde bir Ermeni devleti kurulması kabul edilmişti.
Misâk-ı Millî: Doğu Anadolu, Türk vatanının bölünmez bir parçası olarak kabul ediliyordu.
Talimatname: Ermeni yurdu mevzu-ı bahis olamaz. Olursa müzakereler kesilir.
Lozan: İtilaf Devletleri tarafından azınlıklar meselesi görüşülürken gündeme getirilen bu mesele, Türkiye’nin sert tepkisi ile reddedilerek müzakerelerden çıkarılmıştır.
cb. Patrikhaâne Meselesi
İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrikliği Türkiye’de bırakılmıştır.[83]
cc. Genel Af Meselesi
Türkiye, İtilaf Devletlerin isteği ile Türkiye’de yaşayanlar için “Yüzellilikler” hariç olmak üzere genel af ilân etmiştir.
4. Rum-Türk Ahali Mübadelesi
Misâk-ı Millî: Azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkların da aynı haklardan faydalanması ümidi ile benimsenip, güvence altına alınacaktır.
Talimatname: Esas mübadeledir.
Lozan: İstanbul Rumları ve Batı Trakya Müslümanları hariç olmak üzere Türkiye ile Yunanistan’da bulunan Türk ve Rum ahali, karşılıklı olarak mübadele edileceklerdi. Bu mübadiller, Türkiye ve Yunan Hükûmetlerinin müsaadesi olmadıkça bir daha buralara yerleşemeyeceklerdi.[84]
5. Malî ve İktisadî Hükümler
A. Osmanlı Devlet Borçları
Sevr: Türkiye’nin maliyesini idare etmek üzere İtilaf devletleri temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacak, bu komisyon Düyûn-u Umûmiye varidatı hariç ülkenin bütün gelirlerini toplayacaktı. Düyûn-u Umûmiye gelirleri de doğrudan ve bütün Türkiye’ye teşmil edilerek toplanacaktı.
Misâk-ı Milli: Malî ve iktisadî gelişmemizi engellememek kaydı ile borçların ödenmesi kabul edilmekte idi.
Talimatname: Bizden ayrılan yerlere tevzii. Yunan’a devri, yani tamirata mahsubu. Olmadığı takdirde 20 sene tecil ve tevsiye. Düyûn-u Umûmiye idaresi kalmayacaktır. Müşkülât zuhûrunda sorulacaktır.
Lozan: Lozan Konferansı’nda Osmanlı Devlet borçları, topraklarından ayrılan ülkeler arasında pay edilerek ödenecekti. Ayrıca Düyûn’u Umûmiye İdaresi kaldırılacak ve borçların ödenmesi Milletler Cemiyeti nezaretinde bir komisyon aracılığı ile yapılacaktı.[85]
B. Harp Tazminatı ve Tamirat Meselesi
Müttefikler Türk tarafından tazminat istemekten vazgeçtiler. Türkiye Karaağaç karşılığında Yunanistan’dan tamirat bedeli almayacaktı.
Sonuç
Lozan Konferansı ve Barış Antlaşması’nın, Türk tarihi açısından büyük bir önemi haizdir. Türk milletini on bir yıl süren savaş döneminden çıkardığı gibi, kapitülasyonlar, Düyûn-u Umûmiye ve diğer sorunlarıyla Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinde bırakarak, çağdaş bir Türkiye Devleti’nin doğumunu gerçekleştirmiştir. Uluslararası ilişkilerde bütün dünya ile Türkiye arasında yeni bir dönem başlamıştır. Lozan Barış Antlaşması senedi, bağımsız ve millî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisini dünyaya kabul ve tescil ettirdiği bir belge olmuştur.
Bu antlaşma ile Türkiye’nin bugünkü sınırları tanınmış, istiklâl ve hakimiyeti onaylanmıştır. Ayrıca Türkiye, medenî ülkeler içerisinde yerini alarak, devletler hukuku açısından dış ilişkilerdeki statüsünü belirlemiştir.
Lozan Konferansı, aldığı bütün olumsuz tenkitlere rağmen, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlarda katıldığı bir müzakere sürecidir. Her ne kadar Müttefik devletler murahhasları, müzakereler esnasında 1918’in galipleri gibi davranmak istemişlerse de, Türk heyeti buna müsaade etmeyerek 1922’nin galipleri olarak orada bulunduklarını hissettirmişlerdir. Bu, İsmet Paşa’nın konferansın başından itibaren takındığı tavır sayesinde gerçekleşmiştir.
Bununla beraber konferans müddetince Türkiye’nin bazı açmazları da mevcuttu.
1) Konferansın en çekişmeli dönemlerinde Yunanistan, Trakya sınırına yığınak yaparak tehdit unsuru olmaktaydı. Bu önemli derecede, hali hazırda İstanbul ve Boğazların Müttefik devletler kontrolünde olması ile Doğu Trakya’da az sayıda jandarma kuvveti bulundurulmasından kaynaklanıyordu. Buna karşılık Yunanistan, Edirne sınırında kolayca yığınak yapabiliyordu. Bu durum, konferansın kesilmesi tehlikesi karşısında Türkiye’nin askerî harekât kabiliyetini sınırlandırmış oluyordu.
2) Türkiye heyeti, müzakere edilen bazı konularda yeterli teknik bilgilere sahip değildi.[86] Bu bilhassa Batı Trakya sınırı, savaş esirleri ve sivil tutuklular, borçlar meselelerinin görüşmeleri esnasında hissedilmiştir.
3) Konferans merkezi Lozan şehri ile Hükûmet merkezi Ankara arasında sıhhatli bir muhabere hattı mevcut değildi. İngilizler, Ankara-Lozan muhaberatında Köstence hattını ele geçirerek, TBMM Hükûmeti’nin Lozan Murahhas Heyeti ile yaptığı yazışmaları günü gününe öğrenebiliyorlardı.[87] Bu da Türk heyetinin müzakereler esnasındaki siyasî manevra alanını ve kabiliyetini azaltmaktaydı.
4) Müttefikler, her meselede önce Türkiye’nin görüşünü alıyor daha sonra ortak bir tavır belirleyerek Türkiye’nin karşısına blok şeklinde çıkıyorlardı. Bu durum zaman zaman kurt politikacılardan oluşan Avrupa delegasyonu karşısında İsmet Paşa’nın direncinin azalmasına yol açıyordu. Bazı meselelerde bu dayanışma o kadar ileri gidiyordu ki; Avrupa ve Balkan ittifakına dönüşüyordu. Bu ittifak, Türkiye’nin haklı olduğu konularda müzakerelerin çıkmaza girmesine sebep oluyor ve konferansın uzaması anlamına geliyordu.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye, Avrupa devletlerine önemli ölçüde kendi taleplerini kabul ettirebilmiştir. Bu şekliyle Lozan Konferansı, diğer devletler ile Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmalarla mukayese dahi edilemez. Bilindiği gibi, Versailles, Saint-Germain, Trianon, Neuilly Antlaşmaları ile kurulan Avrupa düzeni, yirmi yıl sonra İkinci Dünya Savaşı’na yol açarak, tarih sahnesinden silinmiştir. Buna karşılık Lozan sistemi bütün dünyanın önünde bir diplomasi anıtı gibi dimdik ayakta durmaktadır. Bununla beraber Lozan Barış Antlaşması, Türkiye’nin bütün sorunlarını istediği şekliyle çözmüş değildir. Bunlardan bir kısmı, daha sonraki yıllarda uluslararası arenada Türkiye’nin aleyhine olarak, bir kısmı da Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” politikası doğrultusunda ikili ve uluslararası müzakerelerle Türkiye’nin lehine olarak çözülmüştür. Bir kısmı da halihazırda yaşanan sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Meselâ; İngiltere ile Musul meselesi aleyhte çözülmüştür. Yunanistan ile mübadeleden doğan Etabli, Fransa ile Hatay meselesi Türkiye’nin lehine olarak halledilmiştir. Ege adaları, Batı Trakya ve Boğazlar meselesi hâlâ güncel sorunlar olarak devam etmektedir.
Netice olarak, Lozan Barış Antlaşması’nı harpte kazanılanların masada kaybedildiği şeklinde basit bir değerlendirme ile hezimet gibi göstermek, tarihe karşı vefasızlıktır. Nitekim Lozan’da elde edildikten sonra kaybedilmiş hiçbir toprak parçası ve siyasî cephe yoktur. Buradan hareketle Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış bir Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, askerî ve siyasî şartları iyi hesap edilerek, her bir meselenin o dönemdeki mevcut statüsü göz önünde bulundurulmalı ve Lozan Barış Andlaşması bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bu takdirde daha sağlıklı bir yargıya varmış olunacaktır.
Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 306-318