Asya’daki bu son Hun Devleti kırk iki yıllık bir ömre sahip olmasına rağmen, bir buçuk asır sürecek olan bu dönemdeki Çin içinde yaşamaya başlamış olan Tibet, Moğol, Tunguz ve Türk kökenli yabancı kavimlerin ve Çinlilerin siyasi durumu ile kültürel değişimlerini yansıtması açısından küçümsenmeyecek bir öneme sahiptir.
Büyük Han Hanedanının M.S. 220 yılında yıkılmasıyla başlayan büyük iç karışıklık ve idarî boşluk döneminin başlarında Çin önce üç büyük devlete bölünmüştü: Shu (220-263), Wei (220-265) ve Wu (220-237) Devletleri. 264 yılına kadar süren bu dönem Çin tarihinde “Üç Devlet Dönemi “olarak isimlendirilir. Ancak Han hanedanının tüm iç sorunlarını da devralan bu devletler birbirleriyle üzerinde hâkimiyet sağlamadılar. Kuruluşlarından 45 yıl sonra yıkıldılar. 265 yılında ise ülkenin başına geçen Chin Devleti (MS 265-317) iktidara geldikten kısa bir süre sonra yabancı kavimlerin bağımsızlık mücadeleleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır.
304 yılında cerulean ve Güney Hunlarının bir devamı olan Han (I. Chao Devleti, 304-329) Devleti, 317 yılında Çin imparatorunu esir alınca Chin Devleti ikiye bölündü. Böylece Çin topraklarında artık bir “Çin otoritesi” olmamasını firsat bilen yabancı kavimler, Güney Çin hariç Çin’in her yerinde irili ufaklı bir çok devlet kurarak, Çin’de bir buçuk asır sürecek olan “yabancı kavimler hâkimiyet dönemi”ni başlattılar. 20 den fazla olan bu devletlerin en güçlü ve önemlilerinin sayısı 16 olduğu için Çin tarihinde bu döneme 16 Devlet Dönemi (M.S. 304-439) adı verilir. Bu devletlerden dördü Hun devletleridir ve içlerinden biri olan Kuzey Liang Hun Devleti ise Asya Hunları’nın son devletidir.
Çin’in kuzey-batı bölgesi olan Liang Chou, Kansu eyaleti koridorunda bulunur ve Ordos çölünden Hami’ye uzanan bir vaha şerididir. Kuzeyde Moğol bozkırlarının sınırlanır, güneyde ise dağlık araziyle çevrilidir. Bu arazi yerleşik Ch’iang ve Ti halkları ve Kuku nor (Ch’ing-hai) çevresindeki otlakları kullanan T’u-yü-hunlar[1] tarafından işgal edilmiştir: Batıda, bu bölgeyle yakın kültürel ve ekonomik bağlı olan Türkistan vahaları bulunuyordu
Liang bölgesi, Kuzey-doğu sınırı gibi IV. yüzyılın başlarında Ch’in hanedanlığının çöküşünden sonra birçok yeni hanedanlıkların yurdu oldu. Bu hanedanlıklar farklı göçebe grupları, yerleşik köyler ve şehirleri ihtiva ediyordu. Fakat bu bölge kuzey-doğunun tersine Çin siyasi tarihinde çok farklı bir rol oynamıştır. Bunun sebebi ise bölgenin stratejik durumu ve ekonomik yapısıyla ilgiliydi. Liang bölgesinin ekonomisi bir dizi kendine yeterli vahalar etrafında kurulmuştu. Köyler arasındaki uzun mesafeler nedeniyle ve ulaşım güçlükleri dolayısıyla her vaha kendine yeterli olmak zorundaydı. Bölgeye zenginlik getiren dış ticaret, geçim mahsulleri ihracatına dayalı değil ipek yolu üzerinden gelen lüks mallar, çoban ürünleri ve tuzun kervan ticaretinde Liang bölgesinin kilit rolü oynamasına dayalı idi.
Vahalar da aynı zamanda tarım ve hayvancılık da yapıldığı için Liang bölgesindeki hükümdarlar dış ekonomik baskılardan hiçbir şekilde etkilenmiyorlardı. Çin ne kadar zor günler geçirse de ipek yoluyla gelen lüks mallar her zaman talep buluyordu.
Stratejik olarak ise Çin’in merkezinden uzak olması, ayaklanma açısından bir avantaj olurken, merkezi ele geçirmek ve genişlemek açısından ise bir dezavantaj olmaktaydı. Liang bölgesinin stratejik konumu, savunma için mükemmel bir durum arz ediyordu; düşmanlar kendi kaynaklarını, bölgeye ulaşmak, sonra da vahadan vahaya hareket etmek için harcamak zorundaydılar.[2]
Liang bölgesinin coğrafî olarak stratejik öneme sahip olması ve Türkistan’dan gelip Çin’e giden ipek yolunun Türkistan ve Çin arasındaki geçiş noktasını oluşturması, onun zengin ve korunaklı bir bölge haline gelmesini sağlıyordu. Bu ise, herkesin bu bölgeyi ele geçirme veya elden çıkarmama mücadelesine girmesine, dolayısıyla bitip tükenmeyen savaşlar ve tahtın el değiştirmesi üzerine oyunlar oynanmasına sebep oluyordu.
Kuzey Liang devletinin kurucusu Chü-ch’ü Meng hsün’dür. Soyadı olan Chü ch’ü adı aslında Hunların eski bir unvandır ve Meng hsün’ün ailesi çok uzun yıllar bu görevde bulundukları için artık bu unvanı soyadı olarak kabul etmişlerdir. Kaynakların bu unvan hakkında detaylı açıklama yapmaması bu unvanın niteliği hakkında çeşitli ihtimaller ortaya çıkarmıştır.[3] Bu aile Chang-yeh şehrinin güneybatısında, T’ang dönemine kadar “Chü-ch’ü ırmağı olarak bilinen Lu Shui ırmağı kenarında yaşarlardı.
Meng-hsün çok onurlu, yiğit ve savaşçı bir insandı. Tarih kroniklerini çok iyi okuyabilecek kadar iyi Çince’ye sahipti ve astronomiden çok iyi anlardı. Aynı zamanda kurnaz, değişken cin fikirli, günü gününe uymayan, kurnaz savaş taktikleri kurucusu bir insandı.[4] Türk soyundan gelenler arasında büyük etkisi vardı.[5] Meng-hsün’ün hayatının büyük ve tek amacı bağımsız ve büyük bir devlet kurmaktı. Bunun için gerekli olan cesaret ve savaşçılığı göçebe geleneğinden alırken, sahip olduğu Çin eğitimi sayesinde açık kalpli göçebelerin dürüstlüğü yerine kurnaz ve iki yüzlü Çın siyasetini gütmeyi, başarıya ulaşmakta en uygun metod olarak görmüş ve uygulamıştır.
Son Liang Devleti Kralı Lü Kuang, Batı Ch’in devletine saldırmış ama yenilmiş, üstelik Lü Yan de bu savaşta ölmüştü. Bu başarısızlığın suçunu, emrinde çalışan Chang-yeh şehrinden, Lu Shui’li olup Hun kabilelerinin şefi olan Chü-ch’ü Lo-chiu ya yükleyerek onu idam ettirdi[6] (397).
O sırada Luo Chiu’un küçük kardeşinin oğullarından biri olan Chü-ch’ü Meng hsün, babasının yerine kabilenin bir kısmına başkanlık ediyordu. Lü Kuang çok önceleri onun zeka ve yeteneklerini fark ederek çeşitli işlerle görevlendirmişti. Meng hsün ve kardeşlen, ülkelerini bu devletin hakimiyetinden kurtarıp bağımsız bir devlet kurmak için amcaları Lo Chiu’nun katledilmesi olayını firsat bildiler. İsyan ederek önce bir Çinli olduğu tahmin edilen Chien-k’ang şehri askeri valisi Tuan Ye’yi[7] başa getirdiler ve Kuzey Liang Devletini kurdular[8]. (397)
Tuan Ye, “Liang-chou Mu’”su ve “Büyük Tu-Tu” ilan edilirken Meng-hsün, “Chang-yeh askeri valisi”, Nan-ch’eng ise “Sadık general” unvanıyla ülkenin askeri işlerinden sorumlu kişi olarak görevlendirildiler. Bir yıl sonra (398) Chang-yeh’nin batısında kalan tüm Son Liang Devleti toprakları ele geçirildi.[9]
Meng-hsün üstün savaş taktikleriyle Tuan Ye’ nin her zaman danıştığı bir insan haline gelmişti. Fakat, Tuan Ye, zamanla Meng-hsün’ün askeri dehası, sağlam öngörüsü ve kurnazlığıyla giderek sivrildiğini, parladığını endişeyle fark etmişti. Bunun üzerine onu uzaklaştırma yoluna gitti. Meng- hsün’ü Chang-yeh valiliğinden alarak Ling-chih valisi yaptı. Bu haksızlığa içerleyen Meng-hsün Lü Kuang’ın amcasını öldürmesi sırasında oynadığı oyunun aynını bu kez Tuan Ye’ye oynadı, kardeşi Nan Cheng’ın isyan edeceği haberini yaydı. Bu haber üzerine kardeşi öldürülünce de onun intikamını almak bahanesiyle halkını isyana teşvik etti. Bunun üzerine Meng Hsün 401 yılında Kuzey Liang tacını giydi. Başkenti’ni ise Chang-yeh şehri yaptı, idari teşkilatı genişletti. Aynı yıl Ch’in Devletiyle barış yaparak doğabilecek bir tehlikeyi bertaraf etti.
Bundan sonra geçen 10 yıl içerisinde Kuzey, Güney ve Batı Liang devletleri sık sık birbirlerine saldırdılar. Çok fazla etkili olmayan bu bitip tükenmeyen mücadeleler 411 yılına kadar sürdü. 411 yılında Meng-hsün 30.000 kişilik bir orduyla Güney Liang (hsien-pi kökenli) Devletine saldırdı. Çeşitli kabilelerden onbin kadar hane teslim oldu. Kral serbest bırakıldı, güneye kaçtı. Meng-hsün Ku-tsang şehrini ele geçirdi ve bu şehri yeni başkent ilan ederek, Kendine “Ho-hsi (Sarı ırmağın batısı) Kralı unvanını verdi, genel af çıkardı, oğlu Chen-te’yi de veliaht ilan etti. (M.S. 412).
Bu sıralarda kuzeydeki Hsia Han Devleti giderek güçlenmiş, Ch’in devletine yaptığı akınlarla topraklarını birer birer ele geçirmeye, başlamış sınırlarını güneye doğru genişletmiş, Kuzey Liang Devletine yaklaşmıştı, işte bu anda beklenmedik bir gelişme oldu ve Hsia hükümdarı Ho-lien Po-po, Kuzey Liang kralı Meng-hsün’e elçi yollayarak anlaşma yapmak istediğini belirtti. Meng hsün bundan çok etkilendi ve kardeşi Han-p’ing’i anlaşma imzalaması için Hsia devletine yolladı. (M S 415}[10]
Bundan sonra Meng-hsün Batı Ch’in devleti üzerine saldırılara başladı ve büyük bir zafer kazandı, 700 esir aldı.[11] Daha sonra Ban Liang Devleti tarihten sildi (M.S.421). Bu zaferden sonra Shan shan Kralı Pi Lung ile birlikte batı bölgelerinin 36 devleti de Meng-hsün’ün hâkimiyetini kabul ettiler.
420 yılında Chin devletinin güney topraklan üzerinde kurulan Sung Devleti (420-479) Kuzeydeki Chin topraklarında kurulan Wei Devleti ile hâkimiyeti paylaşmaya başladı. Meng-hsün kurnaz bir devlet adamı olarak her iki ülkeye de elçi göndererek “Ho-hsi” unvanını onaylatmak istedi. Wei (Tabgaç) devletini daha tehlikeli gördüğü için kendini Sung devletine yakın göstermeye çalıştı ve Sung kralı onu “Liang Chou askeri valisi” “Baş komutan” gibi unvanlar vererek onu himayesine aldığını belirtti.
Son Ch’in Devleti 417 yılında Sung Devleti tarafından bertaraf edilmiş, bölgede tehdit olarak Batı Ch’in devleti kalmıştı. Aynı yıl yeni veliaht P’u-t’i’yi Sung sarayına göndererek çeşitli yazmalar ile Chou Yi adlı fal kitabının bir nüshasının kendine hediye edilmesini rica etmişti.
Hsia Devletinin yeni hükümdarı Ho-Iien-Ting, önce Batı Ch’in devletine saldırarak ele geçirdi, müteakiben dost ve müttefik ülke olan Kuzey Liang’a saldırıya geçti fakat T’u yü-hun kralı iki valisi ve 30.000 kişilik bir ordusuyla Hsia ordusuna saldırıya geçip onları büyük bir yenilgiye uğrattı, imparator esir alındı, daha sonra getirildiği Wei başkentinde öldürüldü. Böylece Hsia Hun Devleti tarihten silindi. Bunun üzerine Meng-hsün, oğlu An-chou’yu Wei sarayına göndererek bağlılığını bildirdi. Bundan dolayı Tabgaç kralından “Liang Chou tu-tu’su”, “Batı ülkeleri yabancı kavim işlerinden sorumlu general”, “Seferi Batı orduları baş Kumandanı” ve “Liang Kralı” ünvanlarıyla taltif edildi.
Ömrünün son yıllarını bilimle uğraşarak geçiren Meng-hsün Sung sarayından Çin edebi eserleri istetti. Karşılığında ise kendi hizmetindeki tarihçilere yazdırmış olduğu “Tun-huang” ve “Liang Tarihleri” ile çeşitli Budhizm çevirilerini de Sung sarayına yolladı. Budhizme büyük ilgi gösterirken, ailesiyle birlikte Konfiçyüs öğretilerini de büyük bir gayretle öğrenmeye çalışıyordu. Onun bu isteği, birçok Budhist rahibin Liang chou bölgesine gelerek sayısız çeviri yapmalarında teşvik edici bir rol oynamıştır.[12]
Yi-ho saltanat dönemi 3. yılında (433) Meng-hsün hastalandı. Oğlu Mu-chien’i veliaht ilan etti ve müteakiben yaşlı ve yorgun vücudu bu hastalığa dayanamayarak öldü. Öldüğünde 66 yaşındaydı ve 33 yıl ülkesini geliştirmek ve yaşatmak için bütün gücüyle Kuzey Liang tahtında mücadele vermişti. Ona muhteşem bir cenaze töreni yapıldı. Tabgaç kralı cenaze töreni için görevliler gönderdi ve ona “Wu Hsüan Kral” unvanını verdi.[13]
Meng-hsün’ün üçüncü oğlu olan Mu-ch’ien basa geçer geçmez babasının siyasetini devam ettirdi; hem Sung Devletine hem de Tabgaç Devletine elçiler göndererek batılılığını bildirdi. Özellikle Tabgaç hükümdarı, Meng-hsün’ün son yıllarından itibaren danışmanlarından biri olan Li Hsün’ü sık sık çeşitli görev bahaneleriyle Kuzey Liang devletine göndererek onların gerçek durumlarını öğrenmeye çalışıyordu. Li Hsün, Meng-hsün’ün ölümünden az önce yine Kuzey Liang’da bulunuyordu ve Tabgaç kralına Meng Hsün’ün oğullarının babalan kadar yetenekli ve tanrı tarafından gönderilen bir zekaya sahip olmadıkları görüşünü iletti. Bunun üzerine Tabgaç kralı T’ai Wu Kuzey Liang devletinin sonunun kendiliğinden ve en kısa zamanda oluşacağını tahmin etti ve Kuzey Liang üzerindeki planlarını kansız olarak gerçekleştirmek üzerine kurdu Bu planların başında evlilik yoluyla akrabalık kurma fikri geliyordu.
Meng-hsün ölmeden önce kızını Tabgaç kralıyla evlendirmeyi planlıyordu ama gerçekleştiremeden ölmüştü. Bunun üzerine T’ai Wu,[14] Li Hsün’ü Mu Chien’e göndererek bunu hatırlattı. Mu-chien bu evliliği babasının vasiyeti olarak ele aldı ve kız kardeşini Tabgaç başkentine göndererek evlendirdi. Karşılığında T’ai Wu ona birçok unvan verdi fakat Mu-chien bunun yerine iki önemli bölge generalliklerinin tek bir unvan altında ona verilmesini istedi. Teklif reddedildi. Çünkü T’ai Wu hem onu kaybetmek hem de fazla yetki vermek istemiyordu. Bunun üzerine, T’ai Wu Mu-chien’e kız kardeşi Wu Wei prensesini gönderdi ve onları evlendirdi. Mu-chien şükranlarını ifade için 500 at ve 100 chin[15] altın gönderdi, prenses ve annesi için unvan verilmesini istedi. Böylece annesi “Ho-hsi ülkesi imparotoriçesi”, prenses ise ülke içinde “kraliçe”, Tabgaç başkentinde ise “prenses” unvanıyla anılacaktı[16] (437). Tüm bu pazarlıklar sonucu her iki taraf da kendi çıkarları doğrultusunda kazanç sağlamış olduklarını düşünseler de zaman onların ne kadar yanıldıklarını ortaya koyacaktı.
Ertesi yıl T’ai Wu, kuzeyde giderek tehlike arz etmeye başlayan Juan-juan’lar üzerine saldın düzenledi. Fakat neredeyse ordusunun yarısını kaybetti. Bunun üzerine Juan-juanlar hem Batı Bölgeleri (Doğu Türkistan) hem de Mu chıen’e artık Tabgaçların gücünün kırıldığı haberini gönderdiler. Tabgaçlar ise Kuzey Liang Devletini, Batı Bölgeleriyle olan ilişkilerini ve trafiğini kesip tıkadığı için artık yok etmek gerektiğini düşünüyorlardı. Böylece T’ai Wu’nun kansız darbe planı suya düşmüştü. Bunun üzerine başka bir taktiği uygulamaya geçirdi. T’ai Wu Kuzey Liang Devleti’ni 12 suçla suçladı.[17]
- Hükümet tarafindan açıklanan, resmi takvimi kullanmamak, kanunsuz işlere karşı çıkmamak,göz yummak,
- Halkın vergiye tâbi topraklarını gösteren haritada saraya ait toprakları belirtmemek, vergi memurunu içeri sokmamak,
- İkili oynamak; iki unvandan fayda sağlamak,[18]
- İmparatorun gayesi uzak bölge halklarını tatlılıkla (barışçı) kendine bağlamaktır. Bunun bilinmesine rağmen inatla imparatorun stratejisine karşı çıkmak; tüccar kabilelerden haraç kesmek ve onların ticaretini kesintiye uğratmak,
- Batı kabilelerini yüceltmek, kendini büyük görmek,
- Sarayın yönetimine girmek istememek ve kendine sömürge aramak.
- Kuzeydeki hain ve isyancılara[19] mesaj göndermek, onları güneye Chiu-ch’e ‘ya çekmek, T’u- yü Hun’lara güvenmek ve onlara yardım için casusluk yapmak
- İmparatorun emirlerini yerine getirmemek, resmi olmayan keyfi seferlere çıkmak, çevre şehirlerin halkına baskı yapmak,
- Düşmanlann birliğinden memnun olmak, bizim yenilgimize sevinmek, yerel idareye karşı kaba ve terbiyesiz olmak, kurallara uymamak
- Saraydan evlenildiği halde onun geçmişini gözardı etmek, cinsi arzularla sefahata dalmak ve yengelerini baştan çıkarıp evlenmek,[20]
- Saraya mensup prensesle yapılan evlilikte, evliliğin erdemlerine uymamak ve prensesi zehirleyerek öldürmeye çalışmak,[21]
- Yerel idareye karşı isyan edenlerle işbirliği içinde olmak, bulunduğu yerde sıkı korunmak ve düşman gibi olmak.
Kuzey Liang devletini bu 12 suçu işlemekle itham eden T’ai Wu, Mu-chien ve maiyetindekilerinin elleri arkada bağlı olarak teslim olmalarını istedi. Mu Chien elbette ki bu ithamları reddeti ve Juan-juanlardan yardım istedi. Tabgaçlara karşı Chü-ch’ülerle birlikte harekete geçmek isteyen Juan-juanlar onların yardımına memnuniyetle koştular. Oysa T’ai Wu bu durumu önceden tahmin etmiş ve Juan-juanlara karşı 20.000 kişilik bir kuvveti çölün güneyine yerleştirmişti. Şehri sıkı bir korumaya alarak Juan-juan yardımı bekleyen Mu-chien ummadığı bir durumla karşı karşıya geldi: Önce ağabeyinin oğlu Shih-tzu, daha sonra ise diğer yeğeni Wan-nien teslim oldu. Onlardan şehrin durumunu öğrenen T’ai Wu saldırıya geçti. Şehir düştü ve böylece Kuzey Liang Devleti yıkıldı (439).
Mu-chien kuşkusuz babası Meng-hsün gibi bir savaşçı, strateji dehası bir hükümdar değildi. Onun babasından aldığı en önemli yetenek bilime düşkünlüğüydü. Onun devrinde Tun-huang ve Ku ts’ang Tabgaç başkenti ile boy ölçüşebilecek fikir ve sanat merkezi haline geldi. Çin kroniklerini Mu chien’in kardeşlerinin çeşitli zehirler ve ilaçlar yaparak birçok kişinin ölümüne yol açtığını, kızkardeşlerinin ise yine aynı yolda olduğu, ayrıca iffetsiz ve tembel olduklarını bu yüzden T’ai Wu’nun tüm bunlara kızarak kendi karısı da dahil olmak üzere tüm Ch’ü-chü kabilesini öldürttüğünü yazar. Ancak Shih-tzu ve Wan-nien kardeşler çok önceden teslim oldukları için affedilmişlerdir. Mu-chien’e gelince; onun da eski vassallarıyla gizlice Tabgaç aleyhine isyan planları içinde olduğu duyumunu alan T’ai Wu ona ölüm cezası verdi. Mu-chien ise büyüklüğüne yakışır bir şekilde, bir cellat tarafından öldürülmektense karısıyla birlikte intihar etmeyi tercih etti.[22]
440 yılında Chiu-ch’üan valisi olan oğlu Chü-c’hü Wu-hui, Ku-ts’ang felaketinden sonra Chin- ch’ang kentine kaçti ve kardeşi T’ang-erh ile Tun-huang şehrinde birleşti. Böylece T’ai Wu, Chiu-ch’üan şehrini kolaylıkla işgal etti. Wu-hui taraftarlarını organize ederken kardeşi Chang-yeh valisi Yi- teh, Chin-chang şehrine geldi. Böylece Chiu-ch’üan şehrini yeniden ele geçirdiler. Chang-yeh şehrine saldırdılarsa da elde edemediler.
Yeniden eski topraklarını ele geçirmeye çabalayan Wu-hui 40 000 hane halkıyla yeniden Chiu-ch’üan’e yerleşti ama kıtlık çıkartılabileceği endişesiyle bağımsızlığını ilan etmedi. Bu sırada kardeşler arasında bir taht kavgası başladı. Onların bu kavgalarından yararlanmak isteyen T’ai Wu, Chiu-ch’üan üzerine birlik gönderdi ve saldırttı. Şehir düştü. Wu-hui teslim oldu. Giriştiği isyanlar başarısızlıkla sonuçlandı ve Tun-huang’a kaçmak zorunda kaldı. Artık Ho-hsi bölgesini terk etmekten başka çaresi kalmamıştı. Babasının da sağken düşündüğü gibi Tarım havzasındaki vaha şehirlerinde güçlü bir devlet kurmayı planlıyordu. Önce kardeşi Le-tu valisi olan An-chotı’yu 5000 kişilik bir kuvvetle batıya Shan shan’a gönderdi. Lopnor’un güneyindeki bu devlete saldıran An-chou Tabgaçlardan Shan shan’a yardım gelmesi üzerine geri çekildi. 442 yılında Shan-shan kralı Pi Lung ülke içindeki iç karışıklıklar sonucu Çerçenderya’nın üst mecrasındaki Chü Mo bölgesine kaçtı. Veliahtı ise An-chou’ya katıldı. Bunun üzerine Wu-hui halkıyla birlikte Gobi çölünü geçti, fakat askerlerinin yarısı susuzluktan öldü. Müteakiben Shan-shan’i işgal etti.
8. Ayda Kao-ch’ang (Turfan) valisi Han Shuang Meng-hsün’ün yıktığı Batı Liang devletinin yöneticilerine mensup olan T’ang Ch’i’nin saldırılarına maruz kalınca Wu-hui’den yardım istedi. Wu- hui, An-chou’yu Shan-shan’de bırakarak Kao-ch’ang’a hareket etti. O sırada T’ang Ch’i, Juan-juanlar tarafından öldürüldü. Bu tehlikeyi savuşturan Han Shuang Wu-hui’in yardımlarını reddetti. Öfkelenen Wu-hui üzerlerine general Wei Hsing-nu ile saldırarak bir gece baskını yaptı. Tüm şehri kılıçtan geçirdi. Shuang, Juan-juanlara sığınmak zorunda kaldı. Wu-hui ise bundan böyle Kao-ch’ang’da kaldı. 444 yılı 5. ayında Wu-hui hastalanarak öldü, yerine kardeşi An-chou geçti. 9. ayda An-chou’ya ağabeyinin unvanları verildi. Daha sonra An-chou 460 yıllında Juan-juanlara katıldı.[23]
Çin yıllıkları Chü-ch’ü ailesi hakkındaki kayıtlarını burada bitirir. Yüzyılımızda yapılan arkeolojik araştırmalardan ailenin hakkında fikir yürütebileceğimiz bilgiler elde edilmiştir. 1903 yılında Turfandaki Karahoço şehrinin doğusunda yapılan kazılarda “Kuzey Liang Chti-ch ‘ü An chou tarafindan yaptırılan tapınak yazıtı”, Tu yü-kou kazılarında ise yine An-chou tarafindan yazdırılan ve üzerindeki kayıta göre 457 yılında yaptırıldığı anlaşılan Bir Budhist metin ele geçmiştir. Yine 1972 yılında Turfan Aslana Kabristanında, bu yıllara ait bir mezar kitabesi bulunmuştur. Bu kitabe “Büyük general”, “Kao-ch’ang askeri valisi” olan bir zata aittir. Bu mezar kitabesinin bulunduğu kazıda yine bu kişinin Tun-huang valisine tahta üzerine kaligrafiyle yazdırdığı emirler ele geçmiştir.
Tüm bu buluntular Kuzey Liang’ın Kao-ch’ang’daki politik gücünün varlığını ispatlar. Şehre göçen 20.000 kişilik halk, yerel kabilelerin üzerinde büyük etki bırakmıştır. Netice olarak 460 yılında Kuzey Liang hâkimiyeti Juan-juanlar tarafından yok edilmiş An-chou ise öldürülmüştür. Rivayetlere göre Altaylara göç eden bu son Hun Devleti’nin bakiyeleri uzunca bir süre burada varlıklarını devam ettirmişler ve Türk tarihinin yapı taşlarından biri olan Göktürklerin kökenlerini oluşturmuşlardır.[24]
Mimar Sinan Üniversitesi Batı Sanatı ve Çağdaş Sanatlar Bölümü / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 758-762