Arka Planı
Hristiyanlık döneminin başlaması ve bu dönemin ilk iki yüzyılı, dünya medeniyetinin en önemli olaylarından birine şahit oldu. Bu da Kuşhan Hanedanlığı’nın ve İmparatorluğu’nun yükselişidir. Çok sayıda gizemle kuşatılmış olan bu konu, oldukça karmaşık bir konudur, fakat 19. yüzyılın ortalarından bu yana tarihçiler tarafından yoğun bir biçimde araştırılmaktadır. Kanişka’nın hükümdarlığına ışık tutan Rabatak Kitabesi[1] gibi yeni ipuçları da ortaya çıkmaya devam ediyor; buna rağmen Kuşhan saltanatının kronolojisi ve sanatıyla ilgili sorunlar hâlâ çözümlenebilmiş değil.
Öyle görünüyor ki, karmaşa, Kuşhan Hükümdarlığı’nın ayırt edici görünümünün, temel olarak yalnızca bir değil birkaç farklı faktöre dayanıyor olmasından kaynaklanıyor. Benjamin Rowland yazdığı bir önsözde, ayrılık içindeki bu birliği doğru bir şekilde değerlendiriyor. Kanişka Il’nin Ara’daki kitabesinde, Maharajasa Rajatirajasa Devaputrasa Kaisarasa, yani Büyük Kral, Krallar Kralı, Tanrının oğlu ve Caesal efsanesinin kayıtları vardır. Bu olgu, Hintli, İranlı, Çinli ve Romalı bir hanedan olduğu varsayılan Kuşhan İmparatorluğu’nun evrensel karakterini gözler önüne seriyor. İşte bu tek özellik, Kuşhan medeniyetinin bütün syncretik (çatışan ve farklı özellikteki dinlerin birliği) karakterini yansıtır.[2] Kuşhanlar, İmparatorluklarını kurmak için farklı ülkeleri ilhak ettiler. Kuşhan ordusu Çinli, İranlı, Hintli askerlerden oluşuyordu ve Kuşhan hanedanları, çok sayıda farklı etnik kökende insanların yaşadığı topraklar üzerinde hüküm sürdüler. Bu olgunun bir neticesi olarak, çeşitli bilimsel adlar verilen, fakat genellikle Gandhara Ekolü olarak bilinen ve esas olarak grimsi veya dumanlı mavi şist taşının kullanıldığı karışık bir heykel sanat ekolünün ortaya çıkmasını sağladı. Kuşhan Hanedanı’nın tarihinin ve yapısının incelenmesi, çağın sanat geleneklerini değerlendirmek için gereklidir.
Kuşhan kelimesi, Kuşhan ailesinin hükümdar soyuna mensup olduğu varsayımını desteklemektedir. Kelime, ‘kuşa’ (iktidar) ve ‘ana’ (soyu) olmak üzere iki bölümden oluşuyor ve hükümdar sülalesi anlamına geliyor.[3] Erken dönemlere ait Çin kaynakları, Ta-hsia bölgesinin, Ta- yüeh-chih (Yüeçiler) tarafından fethedilmeden önce kudretli hükümdarlardan yoksun olduğunu yazıyor. ‘Ta’ büyük anlamına geliyor ve Yüeh-chih (Yüeçi) halkına verilen ‘Ta’ unvanı, onların, başlangıçtan itibaren büyük veya olağandışı hakka sahip olduğunun düşünüldüğünü gösteriyor. ‘Ta’ (büyük) sıfatı, bölgenin ve bölgede kullanılan dilin özelliklerine göre farklı biçimlerde Kuşhan hükümdarlarına verilmeye devam ediyor. Hint tarafında ise bu sıfat, devaputra, sarvaloga, isvara, mahesvara vs. gibi kelimelerle karşılanıyor. Bu kelimelere, sikkelerde ve kitabelerde rastlanmıştır.[4] Fakat şu noktanın belirtilmesi gerekir ki, Mahabharata, Puranas vs. gibi erken dönemlere ait Hint edebiyat metinlerinde ve kutsal kitaplarda ‘Kuşhana’ ibaresine rastlanmaz; bunun yerine, söz konusu hanedanlığa Tokhari, Tuskara, Tushara, Tukhara, Tushara, Turunshka vs. adları verilmiştir. İlginçtir ki, hükümdarların Mathura bölgesinin Mat köyü yakınlarına dikilen heykellerinin yeri, bölge ahalisince Tokari veya Itokari yani Tukharas Tepesi olarak biliniyor ve bu ibareler kuzeyden gelen yabancılar anlamına geliyor.[5] Hint metinlerinde yabancılar için kullanılan bir başka kelime de ‘yavana’dır.
Ortaya Çıkışı
M.Ö. ikinci yüzyılın başları ile M.S. birinci yüzyılın sonları arasında Yüeçilerin (Kuşhanalar) yükselişlerinin üç aşamada gerçekleştiği sanılıyor.
a) Göçebelik (M.Ö. ikinci yüzyılın başı) Dönemi: Yüeçiler Çin’in Kansu bölgesindeki Chilien tepesi ile Tun-huang arasında, Gobi çölüne kadar uzanan mesafe boyunca göç ettiler. Bu halk Hunlarla (Hsiung-nu) savaştı, fakat mağlup oldu. Bu mağlubiyet, Yüeçilerin yaklaşık M.Ö. 165 tarihlerinde[6] Ta Yüeh-chich (Büyük Yüeçiler) ve Hsiao Yüeh-chih (Küçük Yüeçiler) adlarıyla anılan iki grup halinde güney-batı doğrultusunda akınlar halinde göç etmelerine sebep oldu. Yüeçiler İli nehrinin vadisinde Sai halkını bozguna uğrattılar. M.Ö. 160 yılında Vusunlarla savaştılar, fakat mağlup oldular.
b) Yerleşik Hayat: Yüeçiler yerleşik hayata Ceyhun bölgesinde yaklaşık olarak M.Ö. 129’lu yıllarda geçmeye başladı.
c) İmparatorluk: Baktriya denetim altına alındı ve bölgeye yerleşildi. Bu süreç yüz yıl sürdü. Bu dönemde Yüeçilerin içinden beş farklı grup ortaya çıktı. Bu gruplardan birisi güç kazanarak iktidar mücadelesinde sivrildi ve diğer dördünü bertaraf etti. Galip gelen Kuei-shuang grubu yaklaşık olarak M.Ö. 35 yıllarında gücünü pekiştirdi.
Miaos
Yüeçiler Baktriya’yı fethettikleri zaman kralları olan ve Kuşhana lakabını kullanan Miaos veya Heraos’ın adına bazı sikkelerde rastlanmıştır.[7] Fakat bu kral hakkında başka hiçbir kaynakta çok fazla bilgi yok ve kralın Kujula ve Wema gibi diğer Kuşhana krallarıyla tam olarak nasıl bir ilişkisi olduğu da belirsizliğini koruyor.[8] Bütün ihtimaller dahilinde, Miaos’un Kuei-shung’un veya Ta-hsia bölgesinde yaşayan Kuşhanaların[9] lideri olduğu söylenebilir ve şimdiki bilgilerimize göre Miaos’un Kuşhana Hanedanı’nın kurucusu olduğuna inanılabilir.[10]
Kujula
Hou-Han-shu’nun da kaydettiği üzere Çin kaynaklarındaki kanıtlar, Ch’in-chiu-ch’üeh’in (daha çok Kujula Kadphises adıyla bilinir ve biz adı geçen kişiyi yalnızca bu isimle anacağız) An-hsi’yi (Arsak İmparatorluğu) kendi devletine bağladığını ve Kaofu veya Kabil bölgesini[11] ilhak ettiğini ve bu şekilde topraklarını genişlettiğini gösteriyor. Kujula için topraklarını genişletme amacının yanında Kabil bölgesinde gelişen iş hayatı, ticaret ve bölgenin zenginliği de oldukça cezbediciydi. Kujula’nın diğer hedefleri P’uta ve Chi-pin oldu ve Kujula hedeflerine ulaşmayı başardı. Bunlardan P’uta Batı Baktriya’daki Bactra[12] ve Chi-pin ise Keşmir olmalı. Bu fetihlerin yaklaşık M.S. 40 yılında gerçekleştirildiği düşünülüyor.[13] P’uta’nın Afganistan’ın merkezinde bir bölge olduğu da sanılıyor ve Chi-pin veya Ki-pin’i Gandhara ve Aşağı Swat ırmağı olarak tanımlamak da mümkündür.[14] Sonuçta, 80 yaşında ölmeden önce Kujula, sınırlarını halihazırda, Hindistan alt kıtasına kadar genişletmişti. Bu kralın başarıları nümizmatik kanıtlarca da doğrulanmaktadır. Kralın adı, onun adına basılan sikkelerde Kayala, Kuyula, Kozoula vs. gibi değişik şekilde okunmaktadır.[15] Kuşhana hakimiyetinin o zamanlar Kuzeybatı Hindistan’da hüküm süren İndo-Part krallarının halefi olması sebebiyle, Kujula adına basılan sikkelerde, Kujula’nın seleflerinin taklit edildiği görülür. Asasıyla ayakta duran Zeus, oturan erkek figürü, boğa, deve, silahlı Pallalar vs. bize, Part Kralları Taxila, Pushkalavati Rajavula ve Gondophares adına çıkartılan sikkelerdeki benzer figürleri hatırlatır. Ben halihazırda Jhelum’un doğusundaki bölgede bu tür sikkeler gördüm.[16]
Wema
Kujula Kadphises’ten sonra yerine Ooemo Kadphises veya Wema Kadphises olarak anılacak olan oğlu Yen-kao-chen geçti.[17] Wema, sikkelerde Kapphisa veya Kapisa olarak anıldı.[18] Bu tahta çıkmış majesteleri büyük kralın heykelinin ayakları arasına dikilmiş bir Brahmi kitabesinde, krala, Maharajo, rajatirajo devaputra, Kuşhanaputra (sa) hi-y (e) ma Ta (ksu) ma şeklinde hitap edilmiştir.[19] Bu kitabede başka hiçbir hükümdarın bahsi geçmediği için bu heykelin Wema’nın hükümdarlığı döneminde dikildiği ve Mathura bölgesinin de onun egemenliği altında bulunduğu rahatlıkla kabul edilebilir. Üzerinde Nike’nin büstünün bulunduğu bakır bir Gondophares I sikkesi (şimdi Bristish Museum’da, Londra), Wema Kadphises’ın muhtemelen fil sürücüsü tarafından yeniden basıldı. Bu varsayım, Wema’nın Gondophares I bölgesindeki Arachosia’da hüküm sürdüğünü desteklemelidir.[20] Aynı şekilde Wema da, M.S. yaklaşık 38 ila 51 yılları arasında hükümdarlık yapmış olan Arsak İmparatoru Gotrzes’ın sikkelerini taklit etti. Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Wema M.S. 38 yılından sonra hükümdarlık yapmış olmalıdır.[21]
Kanişka
Wema Kadphises’ten sonra imparatorluğu Kanişka devraldı. Bu durum, yeni okunan Rabatak Kitabesi’nde (13-14. satır) net bir şekilde görülür. Mathura yakınlarındaki Mat’ta bulunan Devakula heykelinin Huvişka’nın büyükbabasına atfedilmesi ve Wema’nın heykelinde başka hiçbir hükümdardan bahsedilmemesi bizi şu sonuca ulaştırabilir: Wema Huvişka’nın dedesidir ve bu iki kralın dönemi arasında hükümdarlık yapmış olan kişi ise, Mat’ta bulunan heykelde yani Devakula’da adı geçen Kanişka olmalıdır. Bu konuda çeşitli varsayımlar vardır, fakat yukarıda da bahsedildiği üzere, Kanişka’nın adının geçtiği Rabatak kitabesi, Kanişka’nın Wema ile bir süre aynı anda hükümdarlık yapan kişinin oğlu olduğunu gösteriyor. Kanişka’nın hükümdar olduğu yıl, Kuşhana tarihinin en tartışmalı konularından birisidir ve bunun M.S. 78 ila 144’lü yıllar arasında olduğu tahmin edilmektedir. Mathura yakınlarındaki Sonkh’da H. Hartel tarafından 1968 ila 1974 tarihleri arasında sürdürülen kazılar M.S. 78 tarihini destekliyor ve biz de, bu karmaşık soruna dahil olmaktan kaçınmak için bu yazıda bu görüşü kabul ediyoruz.[22]
Kanişka, hanedanın en güçlü yöneticisidir. O, miras olarak aldığı imparatorluğu çok iyi yönetmiş ve bu bakımdan siyasi üstünlüğü elinde tutmuştur, fakat aynı zamanda otoritesini de farklı yönlerde ilerletmiştir. Çin kaynakları, Kanişka’nın Pataliputra’yı (Bihar’daki Patna) ele geçirdiğini yazar. Öyle görünüyor ki, Hindistan’ın batı bölgeleri, Kanişka’nın genel valisi (Castana’sı)[23] sayesinde denetim altına alındı. Mat’a, (devakula) genel valinin de heykeli dikilmiştir. Daha sonraki dönemlere ait Çin kaynakları, Kanişka’nın ‘Güney Hindistan’ın kralı So-t’o-o’o-hen’e (Satavahana) karşı zafer kazandığını yazıyor.[24] Kanişka’nın sikkelerinde, Sao Nanasao Kanişki Koşamp, yani Krallar Kralı Kanişka yazısı göze çarpıyor. Kuşhana, onun daha sonra ele alacağımız kudretini ve büyük başarılarını haklı çıkartıyor. Büyük bir savaşçı olarak Kanişka ölene kadar savaşmaya ve fetihler yapmaya devam etti. Fu fa tsang yin Yüan Chuan’daki bir öykü, Kanişka’nın ordusunun Pamirlere yaklaştığı zaman, bütün komutanların, atların ve de fillerin çok yorgun düştüğünü ve daha fazla yürüyemediklerini anlatıyor. İmparator onlara bundan başka bir mücadeleye girmeyecekleri güvencesini verdi, fakat bu savaşın kazanılması gerektiğini de söyledi. Kanişka’nın savaşa ve galibiyete karşı giderek büyüyen tutkusu kendisine inananları bile öfkelendirecek boyuttadır, öyle ki Kanişka bir gün hastalanıp yatağa düştüğünde, çevresindekiler ona karşı bir kumpas kurarlar ve Kanişka’nın üzerine hava alamayacak şekilde bir battaniye örterler, battaniyenin dört bir yanına oturarak Kanişka’nın battaniyeyi üzerinden atmasını önlerler. Sonuçta Kanişka havasızlıktan boğularak feci bir şekilde ölür. Bu öyküde doğruluk payı ne olursa olsun, Kanişka’nın çok hırslı olduğu ve başarılı olma duygusunun daima onu çepeçevre sardığı da bir gerçektir. Kanişka’nın farklı alanlara katkıları her türlü övgüye değer ve onun hükümdarlığına haklı olarak erken Hint tarihinin altın çağı denilebilir.
Huvişka
Kanişka’nın yerine muhtemelen Vasişka geçti, biz onun adına bir kitabede rastlıyoruz. Vasişka adı, İsapur’daki (Mathura) M.S. 24 yılına ait bir kitabede geçiyor.[25] Vasişka’nın hükümdarlığının çok kısa sürdüğünü görüyoruz, çünkü M.S. 26 yılına ait bir başka kitabede Huvişka’nın adı geçiyor.[26] 30 yıldan daha fazla tahtta kılan Huvişka’nın herhangi bir askeri sefere çıkmadığına şahit oluyoruz. Fakat onun zamanında imparatorluğun bütünlüğü korundu ve Huvişka’nın huzur ve barış içinde geçen hükümdarlığı, Hint tarihinin görkemli sayfalarından birisini oluşturdu. Kısa bir süre için İmparatorluğun başına Kanişka Il’nin geçtiğine dair varsayımlar vardır ve bu varsayım Ara kitabelerine dayanarak ortaya atıldı, fakat buna karşı çıkan görüşler de mevcuttur.[27]
Vasudeva
Mathura yakınlarındaki Palikhere’daki bir Budist heykelde, 64 veya 67 olarak okunan bir tarihe ve Vasudeva adına rastlıyoruz.[28] Vasudeva’nın hükümdarlığı 98 yılında sona eriyor. Bunu gözönüne alarak, Vasudere’nın hükümdarlığının 31 veya 34 yıl sürdüğünü söyleyebiliriz.[29] Vasudera’nın adı Hintlileştirme sürecinin bir sembolüdür ve Budizm’in dışında Brahmanizm ve Jainizm de büyük oranda yayılmıştır. Onun ölümünden sonra Kanişka III, Vasudeva II gibi çok sayıda kral adı ortada dolaşmaktadır. Bunlardan başka bazı liderler de hükümdarlık iddialarında bulunmuş ve ülkenin dört bir köşesinde ayaklanmalar çıkmıştır. Büyük Kuşhana İmparatorluğu’nun çöküşü başlamıştır. İmparatorluğa bağlı uzak diyarlardaki ülkeler üzerinde kontrol kurulamamış, ekonomi çökmüş ve Sasaniler güç kazanmışlardır. Nihayetinde İkinci Vasudeva M.S. 230 ila 242 yılları arasında Sasani Kralı Ardişir I’e boyun eğmek zorunda kalmıştır.[30]
Kuşhana İktidarının/Medeniyeti’nin Belli Başlı Özellikleri
Kuşhana Dönemi, birtakım farklı özellikleriyle bilinir: Bu özelliklerden ilk akla geleni, Kuşhana’nın Ceyhun’dan Gang’a ve hatta daha da ilerisine kadar uzanan devasa bir imparatorluk olduğudur.[31] Hükümdarlar yönetim üzerinde kurdukları kesin denetimi yaklaşık iki yüzyıl boyunca muhafaza etmişlerdir. Hiçbir güç Kuşhan topraklarını işgal etmeye cesaret edememiştir. Kuşhan topraklarına saldırma girişiminde bulunan Partian Kralı ağır bir hezimete boyun eğmek zorunda kalmıştır.[32] Başlangıçta Kuşhanalar göçebe ve barbar topluluklardı. Fakat bu topluluk mahalli geleneklere uyum sağlayabilmiştir. Temelde Kuşhana İmparatorluğu laik bir güçtü, fakat krallar, tebasının inandığı dine müdahalede bulunmamışlardır. Hindistan’da Kuşhana İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü dönemde Brahmanizm, Jainizm ve birçok dini mezhep yayılmıştır, fakat bunların içinde bir tek Budizm himaye görmüştür. Vasumitra’nın başkanlığında bir Budist Konseyi Keşmir’de toplandı. Fakat Kanişka’nın Budizm’in bir saçmalık olduğuna inandığı sonucuna varan görüşler de mevcuttur.
Kuşhanalar bölgede hüküm süren dili, lehçeyi ve alfabeyi aldılar ve kendi tercihlerini ya da görüşlerini diğer insanlara empoze etmediler. Krallar genel olarak despottu ve Kanişka da dahil onun dönemine kadar krallar daima savaşla meşguldü.[33] Zenginler ve tüccarlar üzerinde ağır bir vergi yükü vardı,[34] fakat bu kesimin güvenliği de kesin olarak sağlanırdı ve özenle korunurdu. Kuşhana toplumu zenginlik içindeydi ve krallar, soylular ve halk zevk-ü sefaya düşkündü. Birinci Kanişka’nın cinsel hazza yönelik tutkusunu anlatan birçok hikaye vardır.[35]
Kralların bastırdığı çok sayıda altın sikkeler, Kuşhanaların beğenisini ve zenginliğini gözler önüne serer.[36] Sikkeler üzerinde çok sayıda hayır kurumu ve kamu kurumunun kaydı vardır. Bunlar, su sarnıçları, kuyular, toplantı salonları, giriş kapıları, tapınaklar, bahçeler ve hatta zevkü sefa bahçeleri, manastırlar ve aşevi tarzı yapıları da kapsıyor.[37]
Kuşhana toplumu sosyal, teolojik ve etnik yapı bakımından heterojendir.[38] Toplumun farklı katmanlarından gördükleri himayenin bir sonucu olarak çok sayıda zanaat ve sanat dalı ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Çamur ve keresteden tuğla ve taşa geçiş, kentleşmeyi ve gelişme sürecinin yönünü yansıtır. Taş oymacılığı ve taşa motifler çizme çağın sanatının temel taşıdır ve çok sayıda sanatçı, ressam ve heykeltraş bu işle iştigal etmiştir. Dini bakımdan kutsal olan mekanlara koymak üzere binlerce heykel yapılmıştır ve bunlardan birçoğu büyük estetik değere sahiptir. Dini ve laik temaların yanında gündelik hayata dair hissiyat da Kuşhan sanatında kendisine bir yer bulmuştur.
Afganistan’daki Surkh Kotal ve Mathura yakınlarındaki Mat’ta kazısı yapılarak gün ışığına çıkartılan kral büstünün, kralın kudretini göstermeye ve kralların propagandasını yapmaya hizmet ettiği görüldü. Aynı zamanda kralların kendilerini tebalarının üzerinde üstün bir insan olarak takdim ettiklerini de görüyoruz. Kuşhana sanatının en güzel örneği olan sikkeler için de aynı şey söylenebilir.
Barış, uyum ve refah sanatsal faaliyetlerin canlı olmasının temel unsurlarıdır. Bazı heykeller ve kabartmalar genellikle Kuşhana Dönemi’ne tarihleniyor. Bu dönem de büyük bir ihtimalle M.S. 78 yılında, Kanişka’nın iktidara geçmesiyle başladı.
Bir bütün olarak Kuşhana Dönemi, Hindistan alt kıtasının kültür tarihinin en anılmaya değer dönemidir ve bu dönemin etkisi yüzlerce yıl boyunca kendisini hissettirmiştir. Bu dönemin gelenekleri bazen, Babürtü Hindistanı’nın maddi kültürünü sarsıyormuş gibi görünüyor.
Kuşhana Döneminin Sanatı
Bundan sonraki sayfalarda Kuşhan sanatı gözden geçirilecek. Kuşhan Dönemi’nin tarihi ve kültürel arka planı Kuşhan çağının sanat üslubunda büyük oranda kendisini gösteriyor. Metal, terra cotta (kızıl balçık), çamur ve fildişi vs. gibi farklı malzemeler kullanılıyor olmasına karşın Kuşhana sanatı özellikle taştan heykeller üretmesiyle tanınıyor.
Erken dönemlere ait heykel alanında iki büyük ekol, Mathura ve Gandhara ortaya çıktı, gelişti ve hemen hemen aynı dönemde dağıldı. Her iki ekol de M.S. birinci yüzyılın ortalarında Kuşhana krallarının himayesi altında en verimli çağlarına girdiler ve M.S. birinci yüzyılın son çeyreğinden üçüncü yüzyıla kadar olan dönemde her ikisi de sanat üslubu bakımından birbirlerini etkilediler, ürünlerini ihraç ettiler ve Buda figürünün kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Her iki ekol de M.S. 5. yüzyılın sonlarından 7. yüzyıla kadar uzanan bir dönemde Akhunların ve diğer savaşçı güçlerin şiddetli saldırılarının acısını çektiler ve etkili bir sanat üslubu olma özelliğini yitirdiler.[39]
Mathura
Mathura Sanatı şu özellikleriyle tanınır: Alacalı kızıl kumtaşının kullanımı, sembollerin antropomorfik tanrı formlarına dönüştürülmesi, Brahman, Jaina, Budist ve halk inanışlarının ortaya çıkışı ve bunların aniden çoğalması, Tanrılar ve maiyetleri, figürlerin altında genellikle aslan koltuğu (simhasana), düz hatlı kabartmalar veya keskin hatlı yüksek kabartmalı rölyefler, birleşik organik oluşumlarla denge kazandırılmış gövdeler, dalgalanan bitki ve hayvan bedenlerinin yavaş yavaş insan bedenine dönüşmesi, erken dönemlere ait ikonalarda yakşa etkisi, svastika (gizemli geçiş), mangala kalasa (yuvarlak uğur masası), phalapatra (meyve sepeti), apsaras veya dikkumarikas (bakireler veya periler), gandharvas (uçan ilahi varlıklar), srivatsa (Yunanlıların asasına benzeyen asa), dharmacakra (Kanunun tekerleği), snankhanidhi (helezonik biçimli sedef bir kabuktan sızan zenginlik), kalpalata (dilekte bulunulan sarmaşık), kalpavrksa (dilek ağacı), bodhivrksa (Aydınlanma ağacı), triratna (üç mücevher), bhadrasana (uğur koltuğu), minamithuna (çift balık), malapatra (çiçek sepetleri), fil, aslan, boğa, geyik, yılan, kaz, tavus kuşu, şaşırtıcı derecede mükemmel, karmaşık figürler ve değişik oturuş biçimleri vs. Bunlar yalnızca süs eşyaları değildir, fakat bunların çoğu, derin bir metafiziksel anlam taşır.[40] Feminen bir güzelliği büyüleyici ve yapay pozlarda yansıtmak Mathura’da gelişmiş yeni bir olgudur.
Gandhara
Koyu gri veya dumanlı mavi şist taşının ve daha sonra da kum, kireç ve çimento karışımı bir tür çamurun kullanılması, Yunan ve Roma etkisinin hakimiyeti ve anatomik ayrıntıların vurgulanması Gandhara Sanat Ekolü’nün belli başlı özellikleridir. Yüzün bir çeşit olağan ifadesinin yansıtılması ve kalın kıvrımlar ve kimi zaman Buda’nın yüzündeki bıyık ise Gandhara Ekolü’nün çarpıcı özellikleridir. Gandara sanatı Hint temalarını, çoğunlukla da Budist temaları yabancı bir uslüpla yansıttı. Yakşas, garudas ve nagas Genni, Atlantes, Zeus ve Heracles kılığında görünürler. Öyle görünüyor ki, Yunan sanat geleneğini tecrübe etmiş ya da o konuda eğitim görmüş Hintli veya Hintli olmayan sanatçılar bu sanat objelerini üretiyor.[41] Sanatçılar Yunan sanatını Hint sanatına dönştürmekte gerçekçidirler ve bu, bir günahın kefareti olarak cezasını çeken Buda’nın bir deri bir kemik vücudunun tasvirinde göze çarpar.
Mathura Ekolü, yerel olarak atölyeler biçiminde Mathura kentinde yoğunlaşmıştı. Mathura’ya yakın bölgelerde pek az sayıda atölye vardı. Fakat Gandhara Sanatı, geniş bir alana yayılmıştı (şimdiki Afganistan ve Pakistan) ve bu sanat üslubu, yayıldığı bölgeye göre bir çok stilistik varyasyonlara uğramıştı. Mathura Sanat Ekolü, daha yoğun ve daha bütünseldi, buna karşılık Gandhara Sanat Ekolü’nün, farklılıklardan oluşan bir doğası vardı. Mathura sanatının yerli bir karakteri vardır, fakat Gandhara sanatı, birçok sanat geleneğinin birbirlerinin içinde erimesinin sonucu ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı Mathura’da Hint sanat anlayışı, Gandhara’da ise yabancı bir üslup gözümüze çarpar. Mathura için Buda bir tanrıdır, fakat bir Gandhara ressam veya heykeltraşı Buda’yı büyük bir adam olarak tasarlar. Mathura sanat stüdyolarında bir çok farklı inanışın ikonoları resmedildi, heykeli yapıldı, fakat Gandhara’da Budist temalar hakimdi. Mathura’da koruyucu poz (abhayamudra) rağbet gören bir poz iken, Gandhara’da dhyana (meditasyon pozu), bhumisparsa, vyakhyana (dua pozisyonu), dharmacakrapravartana (Kanunun Tekerleğini döndürme pozisyonu) vs. gibi farklı pozlar da görülür.
Daha erken dönemdeki Bharhut ve Sanchi sanat geleneğini takip eden Mathura Sanat Ekolü, Jataka’yı (Buda’nın doğumundan önce) resmetmekle daha çok ilgilendi ve Gandhara ressam ve heykeltraşları ise Üstadın (Buda) hayatından enstantenelerin üzerinde daha çok durdular. Mathura sanat akımına ait çok sayıda heykelin üzerinde yazıt vardır ve bunlardan bazıları genellikle Kuşhana veya Kanişka Dönemi’ne tarihlenmiştir fakat Gandhara heykellerinin üzerinde istisnai olarak yazıt vardır ve istisnai olarak tarihlenebilmiştir. Bundan dolayı, Mathura sanatının tutarlı bir kronolojisini çıkartmak kolaydır, fakat Gandhara sanatının kronolojisini çıkartmak kısmen Gandhara sanat çağının bir bütünlük göstermemesinden dolayı çok zordur. Mathura sanatı gelişmeye devam etti ve bu sanatın ulaştığı doruğa, en güzel fiziksel duruşun yüzde ruhani bir ışıkla harmanlandığı Gupta döneminde (M.S. 4 ve 5. yüzyıl) tanık oluyoruz. Her ne kadar en güzel sanat ürünleri Kuşhana Dönemine ait olsa da, Gandhara’da Mathura’daki gibi bir klasik dönem görülmüyor. Mathura heykel ve kitabelerinde ressamlardan bazılarının adının kazındığına[42] şahit oluyoruz, fakat Gandhara heykellerinde bunlara rastlayamıyoruz.
Buda
Buda figürünün kökeni dünya sanat tarihinin en anlamlı olaylarından birini temsil ediyor. Hem Mathura hem de Gandhara bu figürün kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar, fakat ihtilaf bir yüzyılı aşkın zamandır canlılığını korumaya devam ediyor. Bu kompleks konu, V. S. Agrawala’nın aşağıda sıralanan gözlemlerinin ışığında ele alınmalıdır: “Budist ikonoların temel unsurları, yani padmasana (meditasyonda bir oturuş şekli), dhyanamudra (meditasyon bakışı), nasagra drsti (bakışların burun ucuna konsantrasyonu), simhasana (aslanlı koltuk), camaragrahini, urna (kaşlar arasında dolanmış saç), usnisa (saçsız baş veya saçın başın tepesi üzerinde toplanması) çiçek atan ilahi varlıklar gibi unsurların Yunan veya İran sanatında bir anlamı yoktur. Fakat bunlar Hindistan’ın yogi ve cakravartin kavramlarına çok güzel uyar ve Buda figürü bu fikrin bir sonucudur”.[43]
Etkileşim
Birbirinin çağdaşı iki ekol yani Mathura ile Gandhara arasında Kuşhana Dönemi’nde yoğun bir etkileşim vardı. Mathura yakınlarındaki Mat’ta bulunan Wema Kadphises ve Kanişka gibi erken dönemin hükümdarlarının kahramanlıklarının veya hayatlarının anlatıldığı heykel ve kitabeler, iki sanat ekolü arasında belli bir oranda etkileşimin M.S. birinci yüzyılın son çeyreğinde başladığını destekliyor.
Yukarıda bahsedildiği üzere, Wema heykelinin ayakları arasına dikilen bir kitabede başka bir ailenin adı geçmiyor, bundan dolayı, bu kitabenin Wema’nın sağlığında dikildiği gönül rahatlığıyla varsayılabilir. Bu heykelin benekli kızıl kumtaşıyla yapıldığı dikkate alınarak, bunun Mathura sanat ekolünce üretildiği söylenebilir. Aynı zamanda oturuş pozisyonu, şişkin pabuçlar ve üstten dikişli giysiler üzerindeki nakışlar gibi bir çok yabancı unsurun da ortaya koyduğu üzere, batıdan gelen veya Gandhara bölgesinde yaşayan yabancı ressamların etkisi gözardı edilemez. Aynı şey, ön tarafına Brahmi harfleriyle Maharaja, Rajatiraja, Devaputro Kanişko (büyük kral, krallar kralı ve Tanrının oğlu Kanişka) olarak adının yazıldığı Kral Kanişka’nın ünlü başsız heykeli için de söylenebilir. Büst yapma fikrinin tamamen yabancı olmadığı daha sonra netlik kazandı, daha erken döneme ait literatürde bu tür şeylere rastladık.[44]
Budist ikonlarda Mathura ile Gandhara arasındaki etkileşim Kanişka’nın hükümdarlığından sonra başlamış gibi görünüyor. Kanişka’dan önce de birtakım Buda figürleri var,[45] fakat Buda figürünün kesin çizgileriyle belirmesi süreci Kanişka’nın iktidarı döneminde ve tabii onun desteğiyle ivme kazandı. Buda’yı bir günahkar olarak lanetleyen Vigur (Türkçe) gibi bazı metinler de var.[46] Gandhara etkisi, kalın metal kaplamalı, bol dökümlü bir giysinin ortaya çıkmasıyla kendisini gösterir. Bu giysinin her iki omzunda da Buda’ya katılanları simgeleyen yanardöner ve yıldırımlarla (ubhayamsika), ‘vajrapani’ vardır. Bu sonuç çıkarma işlemi artarak devam eder, söz konusu giysi pencere kafesi misali şematik bir giysi haline gelir.[47] Yabancı unsurların Hint sanatını istila etmesi, Birinci Vasudeva’nın hükümdarlığının sonlarına doğru gerilemeye başladı. Bu aşama, yabancıların yönetimine karşı başlayan bir isyanla birlikte Gandhara sanat ekolünün özelliklerinin de reddedildiğini gösteriyor.[48]
Mathura Sanat ekolü de Gandhara’yı önemli oranda etkilemiştir. Butkara heykelleri, Mathura modelinin büyük ölçüde bir prototip vazifesi gördüğünü destekliyor. Budist panteonların ötesinde, Mathura ekolünün etkisi bir çok bakımdan görülebilir. Tekerlek ve Triratna Jakata hikayeleri, dhotili ve şallı rahipler, sari giyen kadınlar, parmaklık kalıbı, kutsal ip gibi unsurlar Mathura’dan Gandhara’ya geçmiştir.[49] Bu etkileşim, araştırmacılar için ilginç bir konudur.[50]
Sanksritçenin Okunuş Rehberi
ÜNLÜLER
… a … a … i … i … u … ü
e … ai … o … au
m (anusvara): m (visarga)
ÜNSÜZLER
Gırtlaktan söylenenler: … ka … kha … ga … gha. … na (Gırtlaktan veya ağzın arka kısmından çıkarılan ses)
Damaktan söylenenler. … ca … cha … ja … jha … na (Dilin damağa dokunmasıyla çıkarılan ses)
Beyinle İlgili (?) … ta … tha … da … dha … na
Dişsel ünsüz …ta … tha … da … dha … na
Dudak ünsüzü …pa … pha … ba … bha … ma Yarı ünlüler … ya … ra … la … va
Islığa benzer ses … sa … şa … sa
H sesiyle teleffuz … ha S: ‘ (avagraha), kesme işareti Edilenler … kşa … jna
İngilizceleştirilmiş Sankritçe kelimeler, sembollerle gösterilmedi.
Hindistan Milli Müzesi Genel Müdürü / Hindistan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 77-83