Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

“Kürtçe, Türkiye’nin Babil’i Olacak”

2 14.440

Fırat Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Buran, bilgi, belge ve gerçekler ortada olduğu halde, Ankara’nın bunlara değil, dağdaki militan ve siyasal Kürtçülere kulak vermesiyle, “Kürtçe”nin Türkiye’nin en önemli meselesi haline getirildiğini söyledi. Doğal ve tarihi süreçte oluşmayan, PKK’nın başaramadığı ve başaramayacağı şeylerin devlet tarafından başarıldığını vurgulayan Prof. Dr. Buran, “Kürtçe” ayrışmasını, Babil’e benzetti. Prof. Dr. Buran, “Bu, Türk toplumu için hayırlı bir iş değil. Farklı dilleri yaygınlaştırmak, bizi birbirimizi anlamaz ve birbiriyle uğraşır hale getirir. Biz birbirimizle uğraşınca, Avrupa’yla uğraşmayı bırakacağız, galiba istenen de bu” dedi.

Ocakbaşı Sohbeti’nin bu haftaki konuğu Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran’dı. “Türkiye’de Dil Meselesi”ni tüm boyutlarıyla masaya yatıran Prof. Buran, bunun ülke gündemini işgâl eden çok önemli, çok yönlü, ulusal ve uluslararası boyutlu bir konu olduğunu belirtti. Prof. Buran, dil meselesini, “Türkiye’de konuşulan diller, Türkçe dışındaki dillerin eğitim dili yapılmasının AB süreciyle ilgisi, Kürtlerin tarihi ve coğrafik kökeni, Kürtçenin yapısı, Kürtleşen Türkler” başlıkları altında detaylandırdı.

NÜFUS SAYIMLARI NE DİYOR?

İlk olarak Türkiye’de konuşulan dilleri anlatan Prof. Buran, 1935-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımlarında vatandaşlara ana dillerinin de sorulduğunu hatırlatarak, bu sayımlardan çıkan sonuçları şöyle aktardı:

 Ana Diller 1935 Yılı 1965 Yılı
Abazaca 10.099 4.963
Acemce 2.053 948
Arapça 153.687 365.340
Arnavutça 22.754 12.834
Boşnakça 24.613 17.627
Bulgarca 18.245 4.088
Çerkezce 91.972 58.339
Ermenice 57.599 33.094
Gürcüce 57.325 34.330
İspanyolca 14.242 2.791
Kürtçe 1.480.246 2.219.502
Lazca 63.253 26.007
Pomaça 32.213 23.138
Rumca 108.725 48.096
Yahudice 42.607 9.981
Zazaca Sorulmamış 150.644

KAYSERİ’DEN ÖTESİ KÜRTÇE DEĞİL

Bu tablodan da görüldüğü gibi 1965 sayım sonuçlarına göre, Türkiye’nin toplam nüfusunun sadece yüzde 7’sinin ana dilinin Kürtçe olduğunu belirten Prof. Buran, Doğu ve Güneydoğu’da Kürtçenin kullanım oranlarını da aktardı. 1936 sayımında, her iki bölgemizde ana dil için yüzde 47.5 Türkçe, yüzde 47.2 Kürtçe sonucunun çıktığını, bu oranların 1965’te ise yüzde 62.34 Türkçe, yüzde 30 Kürtçe olduğunu bildiren Prof. Buran, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Ankara’dan bakılarak herhangi bir yöre ile ilgili proje geliştiriliyor, rastgele konuşuluyor. Birilerine göre, Kayseri’den öte herkes Kürtçe konuşuyor. İşte rakamlar ortada, Doğu ve Güneydoğu’da dahi Kürtçe, Türkçe’den hiç fazla olmamış. Ama Ankara’da oturanlar, aydınlar, bölgeyi tanımayanlar proje geliştirmeye devam ediyor. Türk dediğimiz şey bir ırk meselesi değil, bir mensubiyet, kültür meselesidir. Kendisini Türk hissedenleri de, ‘Hayır sen Kürtsün” diyerek, birliğin dışına itiyorlar. Onlar da, ‘Ben neyim, ne yapmalım?’ diye soruyor. Bunu Ankara’da üretilen politikalar yarattı. O bölgelerimizde yaşayan insanların çoğunluğunun dili Türkçe, ama hepsine Kürt deniliyor. Nasıl ki, 40-50 bin Laz dolayısıyla tüm Karadeniz’i Laz yapmak yanlışsa, aynı yanlış Doğu için de yapılıyor. Ankara’dan konuşanlar şunu duysun; bölgedeki herkes Kürt değil, ana dili de Kürtçe değil.”

KÜRTÇE’Yİ İSTEYEN AB, TÜRKÇE’Yİ YASAKLIYOR

Kürtçe başta olmak üzere farklı dillerin eğitim-öğretim ve kamu hizmetlerinde kullanılması meselesinin Avrupa Konseyi’nin Yerel ve Azınlık Dilleri Şartı çerçevesinde, AB sürecinde gündeme geldiğini hatırlatan Prof. Buran, Türkiye’den bu şartı imzalamadığı halde, uygulamasının istendiğine dikkat çekti. Söz konusu şartta yer alan hükümlerin, ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğü aleyhinde kullanılamayacağı ve yorumlanamayacağı kaydı bulunmasına rağmen, Türkiye’nin önüne farklı taleplerle gelindiğini belirten Prof. Buran, AB ülkelerindeki uygulamalar hakkında da şu örnekleri verdi:

“Almanya’da eski İçişleri Bakanı Otto Schilly bir açıklamasında, ‘Bütün dilleri teşvik edemeyiz. Almanya’da yeni azınlıklar yaratılmasına müsaade edemeyiz. En iyi entegrasyon, asimilasyondur, bunun en iyi yolu da herkesin dilini Almanca yapmaktır’ demiştir. Yunanistan hiçbir azınlık dilinde radyo-tv yayınına izin vermiyor. Avrupa’da Türkçe yayınlar tek tek kaldırılıyor. İsveç, Türkçe yayınlara son verdi, ama Kürtçe yayınlar devam ediyor, keza Danimarka’da Türkçe yayınlar kaldırıldı.”

KÜRTLERE ERMENİCE İSİM HEDİYE EDİLDİ

Konuşmasının devamında Kürtler ve Kürtçenin tarihi hakkında bilgiler veren Prof. Buran, şunları söyledi:

“Kürtçüler hayali, efsanevi bir tarih arayışında. Hz. Adem’e kadar gidiyorlar. Germen dillerinin atasının Kürtçe olduğunu iddia ediyorlar. Bunlar hayali bilgiler, zira kaynaklar, Kürtçenin, Farsça-Arapça metinlerin çevirisi yapılırken, bazı harf değişimleri, basit şekil kaydırma ve oyunlarıyla Farsça’nın bir ağzı olduğunu gösteriyor. Kürtlerin tarihi hakkındaki en eski kaynak Taberi’ye göre, 10. yüzyılda İran-Irak arasında yaşayan göçebe topluluklardır. Kürdistan terimini ilk kullanan Sultan Sancar’dır. Divan-ı Lügat-ı Türk’te de Kürtlerin, İran-Irak arasında yerleşik değil, göçmen olduğu, Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra 15. yüzyıldan itibaren nüfus yoğunluğu oluştuğu anlatılıyor. Bölgedeki Şii-Sünni kavgasında da nüfus kayması var. Şii Türkmenler Şah’a, İran’daki Sünni Türkmenler, ki çoğunluğu bugünkü Kürtlerdir, Anadolu’ya geliyor. Eğer yerleşik bir kavimse hangi şehrin adı Kürtçedir? Ermenice, Arapça Farsça var, ama Kürtçe yok. 15. yüzyıldan sonra Kürtçe ad verilmeye başlanmıştır. Güroymak’a Norşin adı hediye edildi. Bu, Ermenicedir. Böyle bir isim hediye etmenin anlamı var mı? Kürtler karma bir toplumdur. Türk kökenliler, Fars aşiretleri var. Arap, Ermeni, Süryani kökenli olup, Kürtleşenler var. Dilleri de karmadır. Nereden belli, dilin her şeyinden. 2004’de Moskova’da Uluslararası Şarkiyat Kongresi toplandı. Rus Dil Bilimler Enstitüsü Kürt dilinin etimolojisi sözlüğü hazırlamıştı. Sözlükteki kelimelerin hangi dillere mensup olduğu belli; yüzde 49.96’sı Arapça, yüzde 40’ı Farsça, yüzde 15’i Türkçe, yüzde 2.5’u Ermenice. Özetle yüzde 99.6’sının kökeni başka diller. Kürtlerin ve Kürtçenin kökeni böyle. Ancak Ankara’da konuşan enteller, sanat çevreleri sırf modaya uymak için ‘Türkler sonradan geldi’ diyor. Hayır, Türkler burayı Bizans’tan almıştır ve daha Güney’de yaşayan Kürtler sonradan gelip, Türklerle beraber rahat bir şekilde yaşamaya başlamıştır.”

KÜRTLEŞMENİN SEBEBİ; TÜRKÇE’DEN UTANMADIR

Prof. Dr. Ahmet Buran, “Türklerin Kürtleşmesinin” sebeplerini de şöyle izah etti:

“Türkler tarih boyunca, Göktürkler’den beri çok dilli olmuştur. Genellikle önce iki dilli oluyor, sonra bunlardan biri önemsenip, özendiriliyor ve diğer dil devre dışı kalıyor. Buradaki hassas nokta şudur; Türkler samimi Müslüman olduğundan, İslam’a ait olduğunu zannettiği her şeye teslim olmuştur. Öyle ki, Arap, Fars geleneklerini İslam’ın gereği saydılar. Arapça-Farsça kutsandı. Bunda, Arapça ve Farsçanın üstünlüğü için uydurulan hadisler etkili oldu. İşte bu kutsama, kendi dilinden utanmaya yol açtı. Selçuklu’nun resmi ve eğitim dili Farsça, bilim dili Arapça idi. Türkçe bilim, edebiyat, devlet dili değil. O zaman kim özenir, kullanmak, yazmak ister. Türkçe, Osmanlı’da da çok önemsenen bir dil değildi. İzlenen özenilen aydınların değil, köylülerin, göçebelerin diliydi. Karakeçili aşireti başta olmak üzere birçok aşiret Türk’tür, ama şimdi Kürtçe konuşuyor, kendisini Kürt sayıyor. Aşağılanan Türk olmaktansa, Kavm-i Necip mensubu olmayı tercih ettiler ve hem kültürel, hem dilsel dönüşüme uğradılar.”

NELER OLUYOR; BABİL İNŞAA EDİLİYOR

Konuşmasının son bölümünde, aslında Türkçe’nin tarihinin en mükemmel ve en güçlü dönemini yaşadığına dikkat çeken Prof. Buran, dünyanın geleceğinin dilinin de İngilizce değil, Türkçe olduğunu iddia etti. Prof. Buran, “Akıl da, bilim de bunu emrediyor. Bilgisayar tamamen matematiktir. Türkçe de matematiksel bir dil, bir sistemdir. Böyle bir özelliği var. Bunu hamaset için söylemiyorum, bilimsel gerçekliği var. Eksiğimiz, bilgisayarın bilgisini tüketen değil, üreten toplum olmamızdır” dedi.

Bu gerçeklere rağmen, Kürtçe’nin resmi dil haline getirilmek istendiğini vurgulayan Prof. Buran, şu tespitlerde bulundu:

“Yazı dili, devlet dili, resmi dil farklı kavramlardır. Konuşulan bir dilin yazıya geçirilmesi, onun yazı dili olduğu anlamına gelmez. Bir dilin yazı dili olması için bir doğal süreç gerekir. Bu süreçte seçilir, standartlaşır, yaygınlaşır ve kabul edilir. Ortam, sanat, kültür, ticaret ilişkileri önemlidir. Mesela kültür, sanat, ticaret merkezi İstanbul olduğu için yazı dilimiz, İstanbul Türkçesidir. Herkes farklı konuşabilir, ama yazı dili herkesin anladığıdır. Bu şartlar Kürtçe için oluşmamıştır, yekpare bir dil de değildir. Ancak bakıyoruz şu anda PKK bir istiyorsa, Ankara 10 veriyor. TRT-6 aracılığıyla yapılan ve bundan sonra yapılacak olanlar budur. Doğal ve tarihsel süreçte oluşmamış, PKK’nın başaramadığını, başaramayacağını devlet başarıyor, başaracak. Dünyada böyle bir devlet olamaz. Üstelik bunlar toprak talebi, yakın bölünme tehlikesi varken yapılıyor. Kürtçe böylece yazı diline dönüştürülüyor, devlet istiyorsa olacak, oluyor da…Babil hikâyesini biliyorsunuz. Hz. Adem’den, Babil’e kadar tek bir dil kullanılıyor, herkes anlaşıyordu. Ancak Firavun Allah’a yaklaşmak için Babil kulesini yapınca, Allah kızıyor, dillerini karıştırayım da, benimle uğraşacaklarına birbirleriyle uğraşıp, kavga etsinler diyor ve o kavgalar neticesi Babil yıkılıyor. Sonuç; Bu iş Türk toplumu için hayırlı bir iş değil. Farklı. Günlük dilleri yaygınlaştırmak, bizi birbirimizi anlamayacak, birbirimizle uğraştıracak hale getirir. Biz birbirimizle uğraşınca, Avrupa ile uğraşmayı bırakıcağız. Galiba Avrupa’nın istediği de bu.”

Konuşmasının sonunda dinleyicilerden gelen soruları cevaplandıran Prof. Buran, bu gerçeklere rağmen siyasal Kürtçülerin, bu psikolojik üstünlüğü nasıl elde ettiğine ilişkin bir soru üzerine de şunları söyledi:

“Ne yazık ki, Ankara’nın politikaları bunu getirdi. Konuştuk, yazdık, ama bunlar devleti ilgilendirmiyor. Dağdaki militanın ya da tv’ye çıkan ilgisiz, bilgisiz insanların söyledikleri devleti daha çok ilgilendiriyor. Devletin sahibi biziz, T.C.’nin yüzde 80’ni Türk’tür. Buna rağmen, devlet, hükümet politikaları, birtakım aydınların, basın-yayın organlarının, Kürtçülük yapanların bakış açısı psikolojik üstünlük varmış gibi bir hava yaratıyor. Ülkemizde en fazla 8-10 milyon Kürt kökenli vatandaş var. Bunların kaçı Kürtçü hareketi destekliyor; en fazla yüzde 20-25’i. O da gönülden değil, korku vs. gibi sebeplerden. Kürt kökenlilerin böyle bir talebi yok. Ancak Ankara meseleye, sanki tüm Kürtler istiyormuş gibi bakıyor, oysa bunlar terör örgütünün talebi. Herkes dilini konuşsun, yazsın, tv yayını yapsın, hatta okulunu açsın, ama bunlar devlet eliyle olamaz. Türk Milleti arasında böyle bir mesele yok, doğru da bulmuyor. Maalesef bir taraf yönünü çizmiş, devlet de onların argümanlarını günümüzün gerçeği kabul edip, misliyle veriyor.”

Bu detaylı ve bilimsel sohbetin bitiminde Türk Ocakları Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Orhan Arslan, dinleyicilerin duygularına şu sözlerle tercüman oldu:

“Soluksuz dinledik. Devlet yanlış yapıyor, açılım adı altında yeni bir dil ve millet inşa ediliyor.”

Kaynak: Türk Ocakları

2 Yorumlar
  1. Kürsad diyor

    Sayın Hocamın söylediği gibi Kayseri’de öbür taraf sanki Kürt bölgesi Allahtan korkun bunu ben Türküm diyen zavallılarda söylüyor o bölgeyi görmemiş kitap okumamış tarihin bilmeyen zavallılar gurubu diyeyim en basitiyle-
    Diyoruz ki Orta Asya’dan geldik geldiğimiz zamanlar Uçak falanda yokturduki Kayseri’den öteye Paraşütle atılsınlar. Bizlerde Malatyalılar Elazığlılar Vanlılar Bitlisliler Antepliler Erzurumlular hangisini sayayım biz TÜRK değil miyiz. Evet Türk’üz.
    Allah size akil izan versin.
    Bu memleketde yasayan herkes bizim kardesimiz bizim ben Kürdüm ben suyum diyenle promlemimiz yok.

  2. Menderes diyor

    Sn. A. Buran Hocam; TRT KURDÎ’yi bile eleştirebiliyorsa, “Bu akl u fikr ile Mevla bulunmaz” derim. TRT Kurdi’din daha çok dinlenen nice Kürt kanalllarının hem de TRT’den önce bu yayına başladığını; üstelik bu kanallardan kimilerinin de Emp.Haçlı İstihbaratlarının koordinesinde olduğunu sayın hocam bilmiyor mu? . “Kürd ve Kürdistan” terimlerine hamilik yapan Osmanlı’nın; Şark Cephesini sadık, kadim Kürt kardeşleriyle emniyete aldığı, Viyana Kapılarına dayandığı bir vakıa. Aynı kavramları; red ve inkarla “yok-muş gibi” algılayan Cumhuriyet’in ise kendi reyiyle Misak-ı Milli’den vazgeçtiği de bir vakıa. Zaten Kürt Ulusalcı Hareketleri; İslami ve insanî ortak akıl ve hüsn-i kabul ile işe bakan Osmanlı’nın değil; red ve inkarla, Haçlıya alan üreten “Muassır medeniyet…(!)” mekteplerinden türedi. Esasen, Kürt milliyetçi/ayrılıkçıların istediği Kemalizm’den başka bir şey de değildir. Hukuki, siyasi, sosyal alanlarda istedikleri her şeyleri aynı. Şahsen; Öz Yurdundan kovulan, lağvedilen “Giden Şanlı Akıncı’nın” Mazi’de uyguladığı Kadim Çözümün yegane DERMAN olduğuna inanıyoruz. Bir de “bilimin ulaşılır olduğu, dünyanın küçüldüğü şu dünyamızda; millet, dil ve inançlara, Milli Şeflerin Reçeeteleri’nden bakmak komik olmuyor mu?
    Sıkıntı yok! Kürt ve Türkler zaten kardeştir; yeter ki son yüz yılda araya dökülen Hafriyat ve Molozlar kaldırılsın! Sn Orhan Kılıç ve aynı zamanda hocam olan Sn Ahmet Buran’a saygı ve selamlarımla…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.