Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kur’an’da Geçen Fil Vak’ası Bir Virüs Salgını mıydı?

0 7.761

Ömer SAĞLAM

Kutsal kitabımız Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Görmedin mi Rabbin ne yaptı fil sahiplerine! Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar saldı. Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı. Sonuçta onları yenilip ezilmiş ekine çevirdi”[1]

Toplam ağırlığı 1.5 gr. olan[2] bir virüsün, dünyada 3 milyon insanı enfekte ettiğini, 1/5’inden daha fazlası (56.000) ABD’de olmak üzere, dünyada 210 binden fazla kişinin ölümüne sebep olduğunu görünce, Kur’an-ı Kerim’de, Fîl Suresi’nde anlatılan yukarıdaki hadiseyi, çok daha net anlıyor insan. Hele de virüsten en çok zarar gören ABD’nin, ekonomi, teknoloji ve silah üstünlüğü bakımından adeta bir Fil haline geldiği, bu gücüne dayanarak dünyayı adeta tek başına yönetmeye kalkıştığı, dünyaya tek başına ayar vermeye çalıştığı şu zamanda.

***

Tefsir ve tarih kaynaklarında anlatıldığına göre; o zaman Habeşistan’ın yönetiminde bulunan Yemen’in genel valisi Ebrehe, her yıl Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret eden Arap hacılarını Sanaya çekmek için burada Kulleys veya Kalîs (kilise) denilen büyük bir katedral yaptırıyor. Çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı Sana’ya çağırıyor. Ancak bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe’yi yıkmaya karar veriyor ve muhtemelen M.S.570 yılında, içinde fillerin, atların ve develerin de bulunduğu 300 bin kişilik ordusuyla Mekke’ye ulaşıyor. Mekke halkının şehri ve Kâbe’yi savunacak güçleri yoktur. Ancak Allah, bir kırlangıç türü olan Ebabil kuşlarından oluşan bir sürü kuş gönderiyor. Kuşlar gagalarıyla ve ayaklarıyla taşıdıkları pişmiş toprak, yani bir nevi tuğla veya kiremit parçalarıyla Ebrehe’nin ordusunu mahvediyorlar. Ebrehe ise kuşların saldırısından canını zor kurtarıyor ve yaralı olarak Yemen’e dönüyor ve orada ölüyor. Yaygın kanaate göre; bu harikulâde hadise Hz. Peygamber’in doğumundan elli-elli beş gün veya üç ay önce vuku buluyor[3].

Peki Kur’an’da Fil Suresi’nde anlatılan olayı nasıl anlamak gerekir? Yani olayı, kırlangıç sürülerinin atmış olduğu taş parçalarıyla, Ebrehe’nin koskoca ordusunun, tıpkı bir meydan savaşındaki manzaraya benzer biçimde kan revan içinde üst üste yığılıp kalması olarak mı anlamak gerekiyor?

İsterseniz öncelikle surede geçen şu kahraman “Ebabil” kuşları üzerinde duralım bir miktar. Arap Dili’nin allamesi kabul edilen Ragıb El İsfahani, “Müfredât-Kur’an Kavramları Sözlüğü”nde, Ebâbil sözcüğünün kök kelimesi olan “İBİL” kelimesi için “Çok sayıda deve/Deve sürüsü” anlamı vermiş ve bu kelimenin tekilinin olmadığını beyanla, bu kelimeden türetilmiş “EBABİL” kelimesinin geçtiği FÎL Suresi’nin 3. ayeti olan “Ve ersele aleyhim tayran ebabil” ayetini “Deve sürüleri gibi dağınık bir halde bulunan (kuşlar)” şeklinde tercüme etmiştir. Dikkat edileceği gibi; Ragıp El İsfahani, ayette “Ebabil”, yani “Kırlangıç” kuşundan bahsedilmediğini söylüyor[4].

Gerçekten de ve elbette R.El İsfahani’nin de dediği gibi En’am Suresi’nin 144. ayetinde geçen “İBİLİ” kelimesi için müfessir ve mealciler “Deve” anlamı vermişlerdir. Ayetin başında geçen “Ve min’el ibili’sneyni ve min’el bakari’sneyni..” ibaresini “Ve deveden iki, sığırdan iki…” şeklinde tercüme etmişlerdir. Ya gerçek, Ragıp El İsfahani’nin dediği gibiyse!

Ya da gerçekten olay bizim aklımıza gelen gibiyse, yani hadise 570 veya 571 yılından yıllarca, hatta asırlarca önce ve başka bir medeniyet çağında, Mekke’den başka bir yerde ve tıpkı bizim “Sihalar” a benzer hava araçları, yani Dronlar tarafından gerçekleştirilen bir hava saldırısıyla gerçekleşen bir olay ise! “Tanrıların Arabaları” isimli kitabı okursanız görürsünüz, uçağı ya da uyduları, uzay araçlarını ilk gören insan onları bir tür kuş olarak tarif ediyordu.

Esasen Arapça “Tayr” kelimesi, sadece “Kuş” demek olmayıp, havada kanatlarıyla uçan her türlü kanatlı, bu arada “Uçak” anlamına da gelmektedir. Dilimize “Tayyare” olarak geçen kelime de zaten bu Arapça “Tayr” kelimesinden türetilerek geçmiştir. Buradan hareketle “Fil” suresinde geçen “Tayran” kelimesine “Kuşlar” anlamı, “Ebabil” kelimesine de “Kırlangıç” anlamı verip, her ikisine birden “Kırlangıç Kuşları” demek hata olabilir. Anlaşılan Ebrehe’nin ya da daha önceki zaman dilimlerinden birinde yaşamış benzeri bir zorbanın Ordusu, bir tür uçan araçlar tarafından hava bombardımanına tutuldu ki; esasen Kur’an’da Ebrehe ismi de geçmemektedir. Yani olayın kahramanı Ebrehe olmayabilir!

“Tayr” konusunda verilen şu bilgiler de bizim “Tayr” konusundaki görüşümüzü destekler mahiyetedir: “Tayr: Uçan kuş demek olan ‘tair’in çoğuludur. Burada ‘tayr’ kelimesinin nekra olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garip birtakım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili-ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da rivayet edilmiştir…”[5].

Malum; kutsal metinlerde tıpkı Nuh Tufanı örneğinde olduğu gibi, çok eski kültürlerde, mesela Sümer kültününde de geçen birçok olay ve anlatı bulunmaktadır. Sanırım Fil Suresi’nde geçen hadise de böyle bir hadisedir. Müfessirler, “Fil” suresinde geçen ve “Görmedin mi” anlamındaki “Elemtera” sorusunun Hz. Muhammed’i muhatap alarak sorulduğunu söylüyorlar. Oysa Hz. Muhammed olayı gerçekten de görmemiştir. O’nun görmediği bir olay için Allah kendisine neden “Görmedin mi?” diye sorsun! Soru “Duymadın mı?” şeklinde sorulsaydı çok daha isabetli olurdu mesela! Dolayısıyla; sorunun muhatabı ya Hz. Peygamber değildir ya da “Elemtera” sorusu, “Gözlerinle görmedin mi?” anlamında fiziki bir eylemi içermemektedir.

Peygamber ne bu hadisenin oluş şekline şahit olmuştur ne de bu olayın kalıntılarını görmüştür. Eğer hiç değilse olayın kalıntılarını görmüş olsaydı mutlaka anlatırdı bunu. O anlatmasa bile diğer yaşlı Mekkeliler anlatılardı. Zira yukarıda Diyanet’in “Kur’an Yolu” isimli tefsirinde de anlatıldığı gibi olay, Peygamberin doğumundan sadece birkaç ay önce vuku bulmuştur. Eğer olay denildiği gibi, peygamberin doğumundan birkaç ay önce vuku bulsaydı Ebrehe ordusunun atıkları ve leşleri hala ortalıkta duruyor olurdu. Hatta insan ve hayvan kemiklerinin yanı sıra hayvanların koşum takımları ve askerlerin kullandıkları silahlar da ortalıkta duruyor olurdu. Ortalıkta durmasa bile bir yerlere kaldırılmış olurdu. Ancak Ebrehe ordusundan hiç bir eser yoktur ortalıkta! Esasen olayın peygamberin doğumundan en fazla üç ay önce olduğunu söyleyenler, Peygamber’in doğum yılını bile tam olarak bilmiyorlar. 12 Rebiülevvel 570 diyenler var, 571 diyenler var! Peki bu hadise, hangi yılın Rebiülevvel ayından üç ay önce yaşandı?

Hatta bazı kaynaklarda; Peygamberin dedesi Abdulmuttalib’in, Mekke’nin Reislerinden birisi sıfatıyla, Mekkelilerin develerine el koyan Ebrehe ile görüşmeye gittiğinden bahisle “Abdülmuttalib develerini istemek üzere ordugâha gelince Ebrehe onun Kâbe için ricacı olmak yerine develerini istemesini garipsemiş, bunun üzerine Abdülmuttalib kendisinin sadece develerin sahibi olduğunu, Kâbe’yi de sahibinin koruyacağını söylemiştir” bile denilmektedir[6].

Oysa eğer olay böyle olsaydı; Abdulmuttalib ve onun yaşıtı olan diğer Mekkeliler; fillerden, develerden, atlardan ve denildiği gibi 300 bin kişiden oluşan Ebrehe kumandasındaki Yemen Ordusu’nun “Yenilmiş” veya “Biçilmiş” ekin tarlasına dönen bu halini mutlaka çocuklarına ve torunlarına anlatırlar, konu dönemin Arap şairlerinin şiirlerine de yansırdı. Belki yansımıştır da biz bilmiyoruz!

Hatta sadece Hz. Peygamber’in Dedesi Abdulmutalib değil, amcaları ve yaşça kendisinden büyük Mekkeliler de görmüş olmalılar bu hadiseyi. Ne gariptir ki; bunların hiçbirisi anlatmıyorlar bu harikulâde olayı. Bildiğim kadarıyla Hz. Peygamberin de bu konuya ilişkin hadisi bulunmuyor! Varsa bile ben görmedim. Gerçi ben bir hadis uzmanı da değilim.

Bu sebeple olacak; bir kısım eski ulema, Fil olayını bütünüyle bir mûcize olarak değerlendirirken, bazı tarihçi ve müfessirler de kuşların attığı taşların isabet ettiği askerlere virüs bulaştırdığını, çiçek veya kızamık hastalığına sebep olduğunu, bazı çağdaş alim ve araştırmacılar da olayı yine bulaşıcı salgınla yorumlamaya çalışmışlardır. Hatta Çağdaş alimlerden Muhammed Abduh surede sözü edilen kuşlardan maksadın bir çeşit gerçek kuş olabileceği gibi sinek, sivrisinek gibi mikrop taşıyıcı canlılar da olabilir demiştir[7].

Gelin görün ki; Yaşar Nuri Öztürk vb. alimlerce de benimsenen ve akla son derece uygun olan bu görüşe mensup düşünürler, dar kafalı bazı adamlar tarafından inkârcılıkla, yani kafirlikle itham edilmişlerdir! Yobaz, nedense aklı bir türlü kabul etmiyor ve olağanüstülükler peşinde koşmakta kararlı gözüküyor.

Oysa olayı mikrop, virüs ve salgın hastalıkla açıklayan yaklaşım, yani kuşların (ya da uçan herhangi bir canlı veya cansız varlıkların) fırlattığı şeylerin mikrop, virüs veya bakteri gibi insanlara hastalık bulaştıran cisimler olması çok daha akla yatkındır. Bu yaklaşıma göre; Ebrehe’nin veya benzeri bir zorbanın askerleri, bu kuş saldırısından mikrop kaptılar ve dönüş yolunda veya ülkelerine döndükten sonra hastalanıp, yenilmiş ekin yaprakları gibi yere serildiler. Tıpkı bugün ABD, İspanya ve İtalya’da, korona sebebiyle yollarda, caddelerde, sokaklarda ve yaşlı bakım evlerinde düşüp ölen insanlar gibi.

Ezcümle; eğer Fil Vak’ası, geleneksel İslam düşüncesinde olduğu gibi vuku bulduysa, yani Kâbe’yi yıkmak üzere gelen bir ordu, Tanrı tarafından gönderilen bir kuş sürüsünün saldırısı sonucu tıpkı yenilmiş bir ekin tarlası gibi olduğu yerde kırıldı ise bu olay, kesinlikle Peygamberin doğum günlerine yakın bir zamanda vuku bulmuş olamaz. Hatta değil üç beş ay önce, üç beş yıl önce bile vuku bulmuş olamaz! Olay böyle vuku bulmuş ise mutlaka, eski kültürlerde veya eski kutsal metinlerde bahsedilen bir hadisenin, Kur’an’a yansımasından ibarettir. Tıpkı Nuh Tufanı, Yusuf ve Süleyman hikâyeleri gibi…

Ömer SAĞLAM

28 Nisan 2020


Dipnotlar:
[1] Kur’an-ı Kerim, Fil Suresi, 105/1-5
[2] Vaka sayısının 2 milyon olduğu günlerde, bu ölümlere sebep olan virüslerin toplam ağırlığının ancak 1 gram olduğu yazılıp çizildiği için, buradan hareketle vaka sayısı 3 milyona ulaşınca biz de virüslerin toplam ağırlığını 1.5 gram olarak hesap ettik. Faraza bir rakamdır özetle.
[4] Ragıp El İsfahani, a.g.e. s, 95.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.