Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Köyden Kente Göç ve Gecekondu Olgusu

0 13.829

Doç. Dr. Tahire ERMAN

Türkiye, birçok diğer ‘gelişmekte olan’ ülkelerde olduğu gibi, 1950’lerden itibaren yoğun bir köyden kente göç olgusunu yaşamıştır. 1945 yılında 18.9 milyon olan ülke nüfusu 1997’de 62.8 milyona ulaşırken, 4.7 milyon olan kentli nüfus da 40 milyonu aşmıştır. Diğer bir deyişle, Türkiye 1940’larda nüfusunun %25’i kentlerde yaşayan bir ülke iken, bugün %70’i kentlerde yaşayan bir ülkeye dönüşmüştür. Bu sürecin nasıl başladığına bakıldığında şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda kapitalist sistemin Amerika Birleşik Devleti öncülüğünde yaygınlaşması süreci içinde birçok ülke pazar ekonomisine geçmeye başlamış, gereken tarımsal üretim artışının sağlanması için tarım kesiminin mekanizasyonu hedeflenmiştir. Türkiye özelinde ise, Amerika tarafından verilen Marshall yardımı tarım kesiminde önemli yapısal değişiklikler yaratmış; traktör, sulama sistemi, verimliliği yüksek olan yeni cins tohumlar ve gübreleme sonucunda tarımda verimlilik artışı elde edilmeye çalışılırken, kırsal kesimdeki mevcut toplumsal denge bozulmuştur. İşsiz ya da topraksız kalan yarıcılar ve küçük toprak sahipleri köylerini bırakarak, büyük kentlere göç etmeye başlamışlardır.[1] Köyleri tarımsal üretimin değiş-tokuş yapıldığı pazarlara ve kentlere bağlamak için yapılan ulaşım ağları köylüleri kentlere taşımıştır.

Kentlere ilk gelenler genç erkekler olmuştur. Sırtında yatağıyla gelen köylü göçmen imajı bu gruptan kaynaklanmıştır. Köylü göçmen kenti tanıdıkça ve yerleştikçe, ailesini de kente getirmeye başlamış, göçmenin kentte köye göre daha iyi bir yaşantı içinde olduğunu gören köyde kalanlar ise, kente yerleşmiş akraba ve köylülerini fırsat bilerek, kente göç etmek eğilimi içine girmişlerdir. Böylece kitlesel ve zincirleme göç Türkiye’de hakim göç biçimi olmuştur.

Köylü kadınlar için kent, zaman içinde güçlenen bir cazibe odağı olmuştur. 1950’li yıllarda kent yaşamı hakkında henüz bir fikri oluşmamış olan ve kendisine yabancı olarak görülen kent, köylü kadını ürkütürken ve köylü kadında kentte yaşayamayacağı inancı hakimken,[2] zamanla kentle tanışıklığı oluştukça, kente göç eden köylülerinin yaşamlarına tanık oldukça, kent köylü kadın için köyün yorucu ve kirli işlerinden kurtulacağı, ‘evinin hanımı’ olabileceği, köyün toplumsal baskısından uzaklaşabileceği, rahat edeceği bir ortam olarak görülmüştür.[3] Hatta bazı durumlarda kadın kente göçte aktif roller üstlenmiş, kentteki akrabalarının desteğini elde etmeye çalışarak kocasını kente götürmek için uğraş vermiştir.[4] Kente yerleşmiş köylüleriyle evlenerek köy yaşantısından kurtulmak arzusu da bekar köylü kadınlar arasında yaygındır, ve bu arzu aileler tarafından desteklenmektedir.[5]

Kentlere göç edenler, konut sorununun da içinde bulunduğu birçok sorunla karşılaşmışlar, devletin ve sivil toplumun yetersizliği sonucunda bu sorunları kendi içlerinde çözmeye yönelmişlerdir.

Böylece kentin sanayi bölgelerine yakın alanlarında (örneğin İstanbul’da deri ve imalat sanayinin yoğunlaştığı Zeytinburnu), ya da kentin dağ yamacı ve nehir yatağı gibi iskan için tercih edilmeyen alanlarında (örneğin Ankara’da Altındağ), ve giderek artan bir biçimde kentlerin çeperlerinde gecekondu bölgeleri oluşmaya başlamıştır.[6] Adından da anlaşılacağı gibi, gecekondu ilk ortaya çıktığında, çok kısa sürede ve yasalara aykırı olduğu için gece inşa edilen konut olarak görülmüş, kent içindeki varlığı da kısa ömürlü olarak tahmin edilmiştir. Ancak, ilk başlarda içi toprak doldurulan teneke kutuladan yapılan, teneke damlı bu derme çatma yapılar, zamanla kenti çevreleyen yerleşik konut alanlarına dönüşmüştür. Bunun sonucunda büyük kentlerin çehreleri büyük değişikliklere uğramış, özellikle yeni Cumhuriyetin modern başkenti olarak oluşturulan Ankara örneğinde gecekonduların varlığı bu imajı tehdit edici olmuş, zamanın daha çok bürokratik ve askeri seçkinlerden oluşan yerleşik kentlileri arasında büyük tepkilere yol açmıştır.[7]

Kentte gecekondu varlığına göz yumulmasının altında önemli birkaç etmen yatmaktadır. Öncelikle gecekondu halkının gelişmekte olan sanayi için ucuz, esnek ve örgütsüz iş gücü oluşturmasından bahsedilebilir. İthal ikameci sanayileşme modeli içinde pahalı teknoloji kullanılması karşılığında, buna olanak sağlayacak ucuz iş gücüne duyulan ihtiyaç, gecekonduları sanayici gözünde katlanılabilir hale getirmiştir.[8] Ayrıca, köyden göç edenlerin kendi inşa ettikleri konutlarda yaşamaları sonucunda kira sorununun ortadan kalkması, bu nüfusun düşük ücretlerde yaşayabilmelerini sağlamış, bu da yine özel sektörün işine gelmiştir. 1960 askeri darbesi sonucunda Demokrat Parti zamanındaki liberal politikalar yerini planlı kalkınma modeline bırakınca, gecekondu nüfusu ekonomide yeni bir rol kazanmış ve ulusal pazar içinde tüketici olarak yer almış, özel sektörün yeni hedef kitlesi olmuştur.[9]

Gecekondu yapımı kente yeni gelenlere konut sağlama sorumluluğunu devletin üzerinden almış, devlet hazine arazisine yasa dışı konut yapımına göz yumarak bu süreç içinde rol oynamıştır. Osmanlıdan miras kalan geniş devlete ait toprakların varlığı[10] ve hakim olan geleneksel zilliyet kurumu gecekondu yapımının yayılmasına ve kalıcı olmasına yol açmıştır.[11] Böylece devlet bir “kapitalist mülkiyet ilişkileri rejimi” kurmak yerine “popülist himayecilik ilişkilerinin yarattığı atalet” içine girmiştir.[12] Bu çerçeve içinde devlet, özel sektör ve gecekondu sahipleri arasında bir mütabakattan bahsedilebilir. Devlet gümrük vergileri ve ithalat kotaları ile özel sektörü yabancı rekabete karşı korurken, özel sektör de kentsel rantlardan uzak durmakta, kent çeperindeki arazi alt gelir gruplarına, yani temelde köyden göç etmiş gruplara bırakılmaktadır.[13]

Devletin ve özel sektörün yukarda değinilen nedenlerle gecekondu oluşumuna toleranslı yaklaşmasının yanında siyasetçi de gecekondu halkına sıcak bakmıştır. Bunun altında yatan ana neden siyasetçinin hızla sayıları artan gecekondu halkının oy potansiyelinin, ve dolayısıyla siyasi gücünün farkına varmasıdır. 1950’lerde Demokrat Parti ile başlayan süreç içinde siyasi partiler popülist politikalar içinde gecekondu halkına arazileri için tapu, mahalleleri için alt yapı ve hizmetler söz vererek oylarına sahip olmak istemişler, böylece gecekondu varlığı ve yayılması siyasilerce desteklenmiştir.

Kısacası, özel sektörün ucuz iş gücüne olan gereksinimi arttıkça, siyasetçilerin kente göç edenlerin oylarına sahip olma istekleri güçlendikçe, ve devlet kentsel arazi düzenlemesinden ve alt gelir grupları için sosyal konut üretiminden elini ayağını çektikçe, gecekondu halkı ekonominin vazgeçilmez bir unsuru ve siyasetin cazip hedefi olmuş, ve gecekondular kentlerin kalıcı bir parçası durumuna gelmiştir. 1966’da ilk gecekondu yasası (775 sayılı yasa) meclisten geçmiş, ve böylece gecekondu varlığı ilk kez yasal olarak tanınmıştır. Bu yasa ‘gecekondu sorunu’nu çözmek için temel olarak üç ana hedef tanımlamaktaydı: iyi durumda olan gecekonduların alt yapı ve hizmetler getirilerek geliştirilmesi, kötü durumda olanların yıkılması, ve yeni gecekondu yapımına izin verilmemesi. Yasanın uygulamasında ilk hedef yerine getirilirken, dolayısıyla birçok gecekondu yerleşimi alt yapı ve bazı hizmetlerin sağlandığı düşük yoğunluklu konut alanlarına dönüşürken, diğer iki hedef özellikle siyasi nedenlerden dolayı gerçekleştirilememiştir.

Köy kökenli gecekondu nüfusu tüm bu ekonomik işlevlerinin ve siyasi baskı potansiyelinin yanısıra, kültürel ve sosyal alanda kentli toplum tarafından küçümsenmiş, dışlanmıştır.[14] 1960’larda gecekondu halkının tüketici pazarlarına giderek artan katılımı sonucunda sahip oldukları yüksek teknoloji ürünleri ve modern/kentsel yaşamı simgeleyen mobilyalar ile kentte sürdürdükleri yaşam biçimi arasındaki zıtlık birçok karikatüre konu olmuş, koltukta bağdaş kurarak oturanlar, yemek takımı odanın bir köşesinde dururken yer sofrasında yemek yiyenler, akan suyu olmayan olmayan evlerdeki küvetler, elektriği olmayan evlerdeki buzdolapları zamanın karikatüristleri tarafından çizilmiştir. Bu örneklerin gerçek bir tarafı varsa da, bu eğilim yerleşik kentlinin köy kökenlilere karşı üstten bakan tavrına da işaret etmektedir. Şenyapılı[15] köy göçmeninin bu tüketim mallarına sahip olma arzusunu, kentli tarafından kabul görmemesi, sosyal/kültürel olarak dışlanması sonucunda tüketim aracılığıyla kente ait olma, kentle bütünleşme hissini yakalama çabası olarak yorumlamaktadır. Genelde yerleşik kentliler gecekondu mahallelerinde yoğunlaşan köy kökenli göçmenleri köylü olmaktan kurtulamamış, geri kalmış, cahil ve kültürsüz olarak görme eğilimindedirler. Özellikle 1950 ve 60’larda yerleşik kentlilerde, ki bunlara gecekondu konusunda araştırma yapan akademisyenler de dahildir, kentteki köy kökenli göçmenleri ve onların gecekondularını modern kentlerin oluşmasının önünde ciddi bir engel, ve daha da önemlisi toplumun modern bir topluma dönüşmesini engelleyici bir unsur olarak görme hakimdir.[16]

Köylülerin kentlere gelip, gelişmekte olan sanayi içinde iş bularak “ulusal kapitalizmin homojenleştirici kültürü” altında değişecekleri, şehirli olacakları inancının göçmenin daha çok ‘enformel sektör’de istihdam edilmesi sonucunda yok olması[17] da bu görüşü pekiştirmiştir. Zamanla bu görüş akademik ortamda yerini 1970’lerde ‘toplumda dezavantajlı ve sömürülen grup olarak gecekondulu’ ve 1980’lerde ‘kentli yoksul olarak gecekondulu’ görüşlerine bırakmıştır.[18] Kısacası, gecekondu halkı ‘kentte köylü’ olarak görülmeleri sonucunda düşük statülü ve dışlanan bir konuma oturmuşlardır.

Bu konumun diğer bir nedeni ise gecekondunun yasa dışı durumudur. Gecekondu olgusuna yapılan yağma ve talan vurgusu, 1980’lerden itibaren sertleşmiştir.[19] 1980’lerde uygulanmaya başlanan yeni iktisadi politikalar ve yine 1980’lerde çıkarılan gecekondu yasaları bunda etkili olmuştur. 24 Ocak Kararlarıyla ekonomiyi liberalize etme ve küresel pazar ekonomisine açma yönündeki gelişmeler, ithal ikameci sanayileşme yerine ihracata yönelik politikaların benimsenmesi, devlet ve toplum arasındaki mütabakatı bozmuş, devletin hem büyüklük, hem de işlevsel olarak küçültülmesi hedefi devletin toplum içindeki alışılmış hakem rolünü temelinden sarsmıştır.[20] Mevcut mütabakata göre devletin korumacılığı karşılığında kentsel ranttan uzak duran özel sektör, devletin korumacı politikalarından vazgeçmesiyle ve ülkenin artan bir biçimde uluslararası rekabete açılmasıyla, kentsel arazi piyasasında kar arama girişimleri içine girmiş, bu durum da 1980 öncesi düşük gelir gruplarına (çoğu köyden göçedenler) bırakılmış olan kent çeperindeki araziler üzerindeki rekabeti gittikçe keskinleştirmiştir. Buna ek olarak, Özal hükümeti tarafından 1984-85’lerde çıkarılan gecekondu afları (5 kez kaçak yapıların affına ilişkin yasa çıkarılmıştır) ve yapılan İslah-İmar Planlarıyla gecekonduların kentin imarlı bölgelerine katılması hedeflenmiş, dört kata kadar konut yapma pratiğine izin veren yasal zemin oluşturulmuştur. Bu da gecekonduların ticari bir mülk haline dönüştürülmesinde büyük bir rol oynamıştır. Böylece bir zamanlar yoksulların zorunlu konutu olan gecekondu ve özellikle gecekondu arazisi, bugün üzerinden büyük rantların elde edildiği bir meta haline gelmiştir.

Gecekonduya ilişkin bu yasal değişikliğin altında, hükümetin uygulamaya başladığı liberal politikalardan en fazla zarar gören kesimin ilerde zengin olabilme ümidi verilerek ‘susturulması’ amacının yattığı, dolayısıyla bu yasaların gecekondu nüfusuna verilen bir ‘rüşvet’ olduğu iddia edilebilir.[21] Söz konusu yasal değişikliğin sonucunda gecekondular hızla apartmanlara dönüşmeye başlamış, gecekondu sahipleri arazilerini yapılacak apartmanda kendilerine verilecek birkaç daire karşılığında mütteahhite vererek, ‘köşeyi dönmüşlerdir.’ Bu dönemde gecekonduları üzerinden zengin olanlara karşı toplumda sert tepkiler oluşmuş, potansiyel haksız kazanç gecekondu sahiplerine yapıştırılan bir etiket olmuştur. Şöyle denmektedir: “Bir zamanlar evlerini bir gecede yaparlardı. Şimdi bir günde milyarder oluyorlar.”

Gecekonduları yasa dışılık ve haksız kazançla bir tutan görüşün toplumda benimsenmesinde etkili olan iki önemli unsur da, köyden kente göçenlerin çoğunlukla enformel sektörde (‘kayıt dışı’ ‘yasa dışı’ ekonomi) çalışmaları, ve enformel sektörün zaman içinde himayecilik anlayışı sonucunda güç ilişkileriyle birtakım grupların tekeline girmesi, ve enformel konut piyasasında (gecekondu arazileri) gecekondu mafyasının, yine güç kullanarak, hakimiyet kurmasıdır. Gecekondu olgusunun başlarında kişi ya da akraba gruplarının, içinde yaşayacakları ve kendi imkan ve emekleriyle yapacakları konutlarına yetecek kadar büyüklükteki, çoğu zaman hazineye ait olan araziyi işgal etme pratiği, özellikle gecekonduların ticarileşmesinin yasal olarak onaylandığı 1980 sonrasında yerini, hemen her zaman hemşehri örüntüleriyle çakışan ve rant peşinde olan, gerek gördüğünde kaba güç kullanan örgütlü gruplarca (‘arazi mafyası’) yapılan ve ihtilaflı durumdaki özel mülkiyetteki arazileri de kapsayan arsa işgaline bırakmıştır.

Hedefi hızlı kazanç elde etme olan bu gruplar, işgal ettikleri arazilerini parsellere bölerek gecekondu kullanıcılarına satmak yerine arazi rantı peşinde olan diğer bir gruba olduğu gibi satmak eğilimindedirler. Böylece gecekondu arsası üzerinde konut yapacak kişilere ulaşıncaya kadar birkaç kez el değiştirmekte, pahalılaşmakta, farklı gruplar bu arazi üzerinden rant elde etmektedir.[22] İşgal edilen arazi üzerinde gecekondu mahallesinin oluşması süreci içinde bazı kişiler olaydan uzaklaşırken, bazıları olayın içinde kalarak ve mahallenin yasal statü kazanmasında rol oynayarak, yerel siyasi liderler haline gelebilmektedirler.[23]

Kısacası, bugün gecekondu arazisi üzerinde artan bir rekabete ve gecekonduların giderek ticari bir metaya dönüşmesine tanık olmaktayız. Bunun sonucunda gecekondu sahipleri arazileri karşılığında elde edilen kazanç sonucunda ekonomik konumlarını düzeltme şansına kavuşurken, gecekondularda yaşayan kiracılar ve tapusu olmayanlar dezavantajlı bir duruma gelmektedirler. Giderek keskinleşen rekabet, uygulanan yeniden yapılanma politikaları sonucunda[24] artan yoksulluk ve ekonomik sorunlarla birleşince bu kesimde himayecilik arayışı güçlenmiştir.[25] Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir. Köyden kente göç edenlerde baştan beri kendi akraba ve köylüleri ile birarada yaşamak eğilimi mevcuttur. Köy göçmenleri kentteki ilk zamanlarında yeni çevrelerinde tutunabilmek için hem sayıca, hem de kültürel olarak ‘kendi insanı’na ihtiyaç duymuş, ve bunun sonucunda kentin çeperindeki iskan edilmemiş arazilere konutlarını yaparken aynı mekanda kümelenme eğilimi göstermişlerdir. Böylece aynı kökenden gelen insanların oluşturdukları ve geldikleri ilin/köyün adıyla bilinen gecekondu mahalleleri oluşmuştur (Erzurumlular mahallesi, Karslılar mahallesi, Çorumlular mahallesi gibi). Kentte mekansal kümeleşme sürecinde Alevi-Sünni farklılığı da etkili olmuş, genelde Aleviler ve Sünniler farklı mahallelerde, ya da aynı mahallenin farklı kısımlarında toplanmışlardır.[26] Böylece kentte Alevilerin oturdukları mahalleler olarak bilinen gecekondu mahalleleri oluşmuştur. Ancak, kimi zaman göçmenler, özellikle tek aile olarak ıssız alanlara gecekondularını yaparken, komşularının Alevi ya da Sünni olmasından çok, bir ‘can yoldaşı’ olmasını önemsemişler, mezhepsel farklılığı ön plana getirmemişlerdir. Aynı kökenden gelen göçmenlerin dayanışması gecekondu mahallelerinin kurulması ile sınırlı kalmamış, kente göç edenler, göç olgusunun başından itibaren hemşehri ağlarını kente yerleşmek, iş ve konut bulmak için kullanmışlardır. Bugün farklı olan, bu ilişki ağlarının giderek kimlik siyaseti içinde siyasallaşması durumudur. Toplumumuzda mevcut olan etnik ve mezhepsel farklılıların 1980’lerden itibaren kamusal alanda daha görünür hale gelmesi ve siyasallaşması, bozulan siyasal dengeler, artan ekonomik sorunlar ve kent arazisi üzerinde keskinleşen rekabetle birleşince, gecekondu halkı giderek siyasal İslam, Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği, Alevilik üzerinden kurulan ‘dayanışma ağları’na dahil olmak, böylece durumlarını sağlamlaştırmak çabası içine girmişlerdir. Sonuçta birbiriyle gecekondu rantı için kıyasıya rekabet eden ve çatışan yerel ağlar ortaya çıkmıştır.[27] Bu ortam içinde hemşehri ağları giderek mafyalaşmaktadır.[28]

Köyden kente göç etmiş kişilerin kimlik sorunsalı her zaman önemli olmuştur. Kente geldikten sonra kendisine yerleşik kentli tarafından ‘köylü’ kimliğinin atfedilmesi, ve bu kimliğin küçültücü, aşağılayıcı anlamlar ima etmesi, köy göçmenini iki arada bir derede bırakmış; kimisi geçmişlerine sırtlarını dönmeyeceklerini, aslını inkar etmeyeceklerini söyleyerek kendilerini köylü olarak tanımlamışlar, kimileri ise zamanla kent yaşamı içinde değiştiklerini söyleyerek kendilerini kentli olarak görme eğilimi içine girmişlerdir.[29] Kimi zaman köy yaşamı içinde ön plana çıkmayan, siyasallaşmayan bazı kimlikler (Alevilik, Kürt/Türk kimlikleri gibi) kent ortamı içinde ‘Öteki’ ile karşılaşılınca yeni anlamlar kazanmış, daha keskin bir şekilde tanımlanmışlardır. Göç ettikleri il ya da köyle özdeşleştirilen kimlikler ise ön plana çıkmışlardır. Sayıları giderek artan hemşehri ve köy dernekleri[30] ve bu derneklerin göçmenin yaşamındaki pratik önemi bunda etkili olmuştur. Kentte yetişen ikinci kuşak göçmenin durumu ise daha farklıdır. Bu grup için kamusal görünürlüğü artan etnik ve mezhepsel kimlikler cazip olmaktadır.[31]

Gecekondu varlığının köy kökenli göçmenlerin yaşantısında ne anlama geldiği de diğer önemli bir sorudur. Bu soruya cevap şöyle özetlenebilir.[32] Gecekondu tanıdık çevredir, ve yalnızlık duygusunu, özellikle günlerini mahalle içinde geçiren kadınlar için ortadan kaldıran samimi ve içli dışlı komşuluk ilişkileridir.

Gecekondu hemşehri ve akraba kümelenmesidir, ve bu, dayanışma ve destek, paylaşım demektir. Gecekondu köy kökenlilerin toplandığı konut çevresidir, dolayısıyla köyün bazı adet ve törelerinin sürdürülmesine olanak tanınmasıdır. Gecekondu bahçesinde sebze ve meyva yetiştirilebilen ve kümes hayvanları beslenebilen yerdir, dolayısıyla göçmenin kentte geçinmesinde yardımcı olmaktadır. Gecekondu apartmanın davranışları sınırlayıcı yaşantısından uzakta serbest harekete izin veren ortamdır; evler arasındaki boş alanlarda davullu zurnalı düğünlerin yapıldığı, sokağa ya da avluya kurulan masalarda akraba ve ahpabların ağırlandığı, kadınların rahatlıkla halılarını silktikleri, yatak ve yorgan yünlerini kabarttıkları mekandır.

Gecekondu doğaya yakınlıktır, apartmanın takırtısından tukurtusundan uzakta insanın başını dinleyebileceği yerdir. Mahalle içindeki evler arasında kalan dış mekanlar özellikle birçoğu günlerini mahalle içinde geçiren kadınlar tarafından rahatlıkla kullanılabilmektedirler, komşuların enformel toplantı mekanı olarak işlev görmektedirler. Ayrıca gecekondu mahallelinin kendi emeklerini ortaya koyarak oluşturdukları konut çevresidir, kendi çabalarının ürünüdür. Öte yandan gecekondu, özellikle kadınlar ve gençler için toplumsal denetim ve baskıdır; köy kökenlilerin yoğunlaştığı konut alanı olmasından dolayı kötü etiketlenmedir (stigma), kentte köylü kalmaktır, düşük statüdür; çamurlu ve tozlu yollardır, ısıtılamayan rutubetli evler, kanalizasyonu olmayan, dolayısıyla sağlığı tehdit eden mahallelerdir. Kısacası, gecekondu tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle mevcuttur, ve kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, ilk kuşak göçmeni ve kentte yetişmiş ikinci kuşak göçmeniyle, ev sahibiyle kiracısıyla, kente yeni geleniyle ve kentte yerleşik hale gelmiş olanıyla heterojen bir nüfus olan gecekondu nüfusu içinde kimileri tarafından tercih edilirken (çoğunlukla yeni gelenler, dışarda çalışmayan ev kadınları, yaşlıar ve kadınlar üzerinde denetimini kaybetmek istemeyen erkekler), kimileri tarafından (çoğunlukla mahallenin baskısından kurtulmak isteyen kadınlar ve gençler, ikinci kuşak göçmenler) eleştirilmekte, istenmemektedir.

1950’lerden beri Türkiye’de hakim göç gönüllü olarak yapılan göç iken, 1980 sonrasında ve özellikle 1990’larda ‘zorunlu göç’ yeni bir göç tipi olarak ortaya çıkmıştır. 1980 ortalarından itibaren Güneydoğu’da devletin PKK ile mücadelesi içinde yaşanan silahlı çatışma ve terör korkusuyla yeni bir tip göçmen grubu kentlere gelmeye başlamıştır. Kentlerdeki bu yeni göçmenler daha önce gelenlere göre daha dezavantajlı bir konumdadır,[33] ve bunun birtakım somut nedenleri vardır. Bu göçmenler kente hazırlıksız gelmek zorunda kalmakta, ve kente alışmalarında ve yerleşmelerinde yardımcı olacak toplumsal ilişki ağlarından yoksun olmaktadırlar. Halbuki gönüllü göç tipinde kente gelenler belli bir hazırlık sonucunda göç olayını gerçekleştirmekte, zincirleme göç içinde kente gelince, daha önce kente yerleşmiş olan akraba ve hemşehrilerinden yardım ve destek alarak, iş ve konut sorunlarını çözmekteydiler. Ayrıca yeni göçmenlerin köyleriyle olan ilişkileri köylerinden ayrıldıkları için doğal olarak kesilmekte, bu da gönüllü göçmenlerin yararlandıkları köyün desteğinden zorunlu göçmenleri yoksun bırakmaktadır. Alışılmış köy göçmeni örneğindeki köyden getirilen tarhana, un, bulgur, nohut, mercimek, yoğurt gibi yiyecek malzemelerinin göçmene kent yaşamı içinde sağladığı maddi destek yaygın olarak bilinmektedir. Ayrıca köyün varlığı kentteki göçmene duygusal destek ve güvence sağlamakta, kentte başarısız olduğunda, başı sıkıştığında başvurulabilecek bir sığınma kapısı olarak görülmektedir. Kente kalabalık ve çok çocuklu olarak göç etmeleri de zorunlu göçmenler için özellikle konut sorununu çözmekte zorluk yaratmaktadır. Ayrıca, yeni göçmenlerin geldiği kent artık 1950’lerin, 1960’ların kenti değildir. Kent çeperindeki araziler daha önceki göçmenler tarafından sahiplenilmiştir. Özel sektör bu arazilere üzerinde orta ve üst gelir grupları için toplu konutlar üretmek,[34] Belediyeler ise ‘Kentsel Dönüşüm Projeleri’ oluşturmak[35] için sahip olmak istemektedirler. Değinildiği üzere, kentsel arazi rantı üzerindeki çekişme artmıştır, ve bu çekişme içinde yer alan aktörler çeşitlenmiştir. Kente yeni gelen göçmen için mümkün olan artık kentin çeperine bir gecekondu yapmak değil, varolan konut stoğu içinde en ucuz, dolayısıyla en kötü evleri kiralamaktır. Bu konutlar gecekondu mahallelerinde olabildiği gibi, kent merkezi içinde kullanılmayan, bakımsız ve hatta yıkılma tehlikesi olan konutlar da olabilmektedir (‘merkezdeki çöküntü alanları’).[36] Son yıllarda, özellikle metropoliten İstanbul’un çevresinde ‘çadır köyler’ (ya da ‘çadır kentler’) oluşmaktadır).[37] Bu insanların içinde bulundukları yoksulluk ve toplumsal dışlanma Batılı ülkelerin kentlerinde görülen ‘sınıflar altı’ (underclass) diye tanımlanan grupların varlığının Türkiye’de de oluşmakta olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Eğer oluşmakta ise, bu, gelecekten umudu kalmamış, bir yoksulluk ve dışlanmışlık kısır döngüsü içine sıkışmış insanlar anlamına gelecektir. Bugüne kadar gecekondu köy göçmenlerinin yaşamında bir ‘emniyet supabı’ olarak işlev görmüş, arsasına tapu alabilme olasılığı, böylece kentte ev sahibi olma şansı, ki bu gecekonduların apartmanlaşması süreci içinde birkaç apartman dairesi sahipliğine kadar gidebilmektedir, bu kişileri gelecekten ümitli kılmış, toplumsal patlamaları engellemiştir. Ancak bu ümidin kente yeni gelenler için varolmaması, karamsar ve kaderci bir kültürün (‘Yoksulluk Kültürü’)[38] oluşacağının habercisidir. Artan yoksulluk ve dışlanmanın getirdiği karamsarlık ve ümitsizliğin şiddete meyletme olasılığı, günümüzde siyaset ve yönetim çevrelerini kaygılandıran bir konudur.

1990’lar sonrası ortaya çıkan yeni tip göçmen nüfus ve uygulanan ekonomik ve sosyal politikalardaki radikal değişiklikler, buna konut politikaları da dahil olmak üzere, çok olumsuz bir gecekondulu imajını toplumda oluşturmaktadır. ‘Varoş’ sözcüğü, dışlayıcı, karalayıcı, şiddet çağrıştıran bir kavram olarak gecekonduları tanımlarken kullanılmaya başlanmıştır.[39] Bir zamanların mazbut, kendi halinde, ama kültürsüz ve cahil olarak görülen gecekondu halkı, artık devlete karşı radikal eylemler içine giren yasa dışı gruplar ya da suç örgütleri içinde yer alanlar olarak görülmeye başlanmış, varoş olarak yeniden adlandırılan gecekondu, ‘sistem karşıtı’ ‘şiddet yanlısı’ ‘tehlikeli’ grupları akla getirir olmuştur.

Toplumda gecekondu bölgelerinin şiddetin ve yasa dışılığın kaynağı olarak görme eğiliminin oluşmasında medyanın da büyük rolü olmuş, 1 Mayıs Olayları (1996), Gazi Olayları (1997), İslamcı Hizbullah militanlarının polisle çatışması gibi olayların medyada sansasyonel olarak yer verilmesiyle, gecekondu ve şiddet ilişkisi toplumun gözünde güçlendirilmiş olmuştur. Bugün gecekondu mahallelerini mezhepsel ve etnik olarak bölünmüş, birbiriyle çatışan, toplumun düzenine karşı tehdit oluşturan grupları barındıran yerler olarak görme eğilimi gelişmektedir. Varoş kavramı içinde yeralan bu olumsuz resmin diğer parçalarını ise kronik işsizler, tinerci çocuklar, gecekondu mafyası gibi suç eylemleri içinde olanlar oluşturmaktadır.[40]

Kentteki göçmenlerin ‘kentli kültürü’nü edinememiş olmaları, sayılarının artmasıyla kenti büyük bir köye dönüştürdükleri görüşü de günümüzde geçerliliğini sürdürmektedir. Gecekonduların büyük bir hızla apartmanlara dönüştürülmesi, ve böylece bir zamanlar gecekonduda yaşayan ‘köylü göçmenler’in ve onların çocuklarının apartmanlarda yaşamaya başlamalarıyla ve kent içinde daha görünür hale gelmeleriyle birlikte ‘apartmanda yaşamasını bilmeyen kültürsüz köylü’ etiketlenmesi de popüler hale gelmiştir. Ayrıca, son yıllarda küreselleşme süreci içinde kentli orta sınıfın yeni zenginlere ve onların tüketim zevklerine ve biçimlerine (“zevk yoksunu aşırı tüketim”), ahlak anlayışlarına (“düzenbazlık, sahtelik, katışıklık, sapıklık”) karşı duydukları tepki ‘maganda’ kavramını ortaya çıkartmıştır,[41] ve bu kavramın betimlediği yeni zenginler esas olarak köyden/taşradan büyük kente göçmüş insanlardır.

Bu, evvelden gecekondulularla sınırlı kalan ama günümüzde ‘köşeyi dönen’ köy kökenli kişilerin kentin kurumları ve mekanları içinde yeralmalarıyla daha geniş bir toplumsal yelpazeye yayılan ‘kentteki ötekinin, ‘varoşlu’ olarak olumsuz etiketlenmesi altında bir taraftan Batı’nın yönlendirdiği küresel kültürle giderek daha fazla bütünleşen ‘seçkin kentli’nin kendi üstün ve ayrıcalıklı kimliğini ve konumunu koruma çabasının, diğer taraftan ise özel sektörün göz koyduğu kent çeperindeki arazilerden gecekonduları çıkartma eyleminin meşrulaştırılması çabasının yattığı söylenebilir. Tabii ki, bu düşünceler altında kentin ve toplumun selameti için duyulan ve çıkar içermeyen kaygılar da yatmaktadır.

Görüldüğü gibi, köyden kente göç toplumumuzu ve kentlerimizi önemli bir şekilde dönüştürmüştür. Sonuçta toplumda yeni ekonomik, toplumsal ve siyasal dinamikler oluşmuş, kentlerin fiziki ve kültürel çehreleri büyük değişikliklere uğramıştır. Bu süreç içinde hem köyden gelenlerin kendileri, hem de ilk başlarda seçkin kentli ve daha sonraları orta sınıflar tarafından oluşturulan toplumdaki temsilleri değişmiştir. Gecekondu da birçok değişiklikler geçirerek bugüne ulaşmıştır. Gecekondunun bir aydınlık, bir de karanlık yüzünden bahsedilebilir. Gecekondunun aydınlık yüzüne bakarsak, gecekondu toplum için bir emniyet supabıdır; ekonomi için ucuz ve esnek iş gücüdür, önemli bir tüketici grubudur; devlet için konut ve alt yapı sağlama sorumluluklarını üzerinden alan enformel konut piyasasıdır; köy kökenli göçmen ya da yoksul yeni kentli için gelecekten ümittir, toplumsal hareketlilik aracıdır, yoksullukla başetme stratejisidir,[42] kaynaklara erişmede etkili olan hemşehri dayanışmasıdır. Gecekondunun karanlık yüzü ise, etnik, mezhepsel, siyasi ayrımcılığa dayalı himayecilik ilişkileridir; hemşehri gruplarının birbirlerine beslediği ve çatışmaya dönüşebilen husumettir, dışlayıcılıktır; mafyanın şiddet ve kaba güç kullanarak sıradan insan üzerinde sağladığı haksız kazançtır, yağma ve talandır, köşeyi dönme aracıdır, yasa dışılığın yeniden üretilmesidir; kente eskiden gelenlerin yeni gelenler üzerinden sağladıkları avantajdır (“nöbetleşe yoksulluk”); siyasi himayeciliktir; plansız kentleşmedir, doğal çevreye verilen zarardır, gecekonduda yaşayanların yaşamında tehlike oluşturan toprak kayması, sel baskını gibi yaşamsal tehditlerdir.

Peki ilerde ne olacak? Gecekondu varlığını sürdürecek mi? Evetse, ne gibi değişikliklere maruz kalacak? Bugün gecekondu yapımı azalmış, gecekondu kiracılığı artmış durumdadır. Mütteahhitin girdiği gecekondu mahalleleri hızla apartmanlaşmaktadır. İkinci kuşak göçmenler için gecekondu yaşamı tercih edilen bir yaşantı olmaktan uzaktır, ve genelde apartmanda yaşamayı tercih etmektedirler.[43] Öte yandan, nehir yatağı ve dik yamaç gibi elverişsiz yerler de dahil olmak üzere gecekondularda kiracılık artmaktadır. Dolayısıyla, köyden kente göç edenler arasındaki bir kutuplaşmadan bahsedilebilir: bir tarafta apartmanlaşan eski gecekondular ve onların zenginleşen sahipleri, diğer tarafta daireye çıkan ya da birden fazla gecekondusu olan gecekondu sahiplerinin evlerinde oturan gecekondu kiracıları. Ayrıca, kent çeperlerindeki araziler üzerinde artan rekabetin sonucunda yeni gecekonduların yapımı eskisi kadar kolay olmamaktadır, olmayacaktır.

Ancak, tarım kesiminde devlet desteğinin kalkması eğilimi, ve özelde GAP Projesi’nin etkisiyle o bölgede ortaya çıkan dönüşümler sonucunda kentlere yeni göç dalgalarının gelmesi beklenmektedir. Bu grup gecekonduya olan yeni talep unsurunu oluşturmaktadır. Bu potansiyel göçmen grubuna ek olarak özellikle 1990’lardan itibaren Güneydoğu’dan kentlere gelen göçmenler de mevcuttur. Kısacası, gecekondu azalarak, ama ona olan talep azalmadan, varlığını sürdürecektir. Gecekondu yapımının yeni göçmen gruplarına kapalı olması eğilimi ise yeni yoksulluk ve toplumsal tehdit anlamına gelmektedir.

Doç. Dr. Tahire ERMAN

Bilkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 519- 526


Kaynaklar:
♦ Ayata, Sencer. “Toplumsal çevre olarak gecekondu ve apartman, ” Toplum ve Bilim 46/47 (1989): 101-127.
♦ Baydar Nalbantoğlu, Gülsüm. “Silent interruptions: Urban encounters with rural Turkey,” S. Bozdoğan ve R. Kasaba (der.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey (ss. 192-210). Seattle and London: University of Washington Press, 1997.
♦ Erder, Sema. İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye. İstanbul: İletişim, 1996.
♦ Erder, Sema, Kentsel Gerilim: Enformel İlişki Ağları Alan Araştırması. Ankara: um: ag, 1997.
♦ Erder, Sema, “Nerelisin hemşehrim?” Ç. Keyder (ed.), İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında (ss. 192-205). İstanbul: Metis, 2000.
♦ Erder, Sema, Türkiye’de Gecekondu ve Gecekondusuz Şehirler Paneli’nde sunulan bildiri, T. C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi, Ankara, 29 Kasım 2001.
♦ Erman, Tahire. “Women and the housing environment: The experiences of Turkish migrant women in squatter (gecekondu) and apartment housing,” Environment and Behavior 28 (November 1996): 764-798.
♦ Erman, Tahire, “The meaning of city living for rural migrant women and their role in migration: the case of Turkey,” Women’s Studies International Forum 20 (March-April 1997): 263-273.
♦ Erman, Tahire, “Squatter (gecekondu) housing versus apartment housing: Turkish rural-to-urban migrant residents’ perspectives,” Habitat International 28 (1997): 91-106.
♦ Erman, Tahire, “Becoming ‘urban’ or remaining ‘rural’: The views of Turkish rural-to-urban migrants in the ‘integration’ question,” International Journal of Middle East Studies 30 (1998): 541-561.
♦ Erman, Tahire, “The politics of squatter (gecekondu) studies in Turkey: The changing representations of rural migrants in the academic discourse,” Urban Studies 38 (June 2001): 983-1002.
♦ Erman, Tahire, “Mekansal kümelenme, siyaset ve kimlik.” 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ne sunulan bildiri (Ankara, ODTÜ, 21-23 Kasım 2001).
♦ Erman, Tahire, Türkiye’de Gecekondu ve Gecekondusuz Şehirler Paneli’nde sunulan bildiri. T. C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi. Ankara, 29 Kasım 2001.
♦ Etöz, Zeliha. Varoş: Bir istila, bir tehdit. Birikim 132 (2000): 49-53.
♦ Işık, Oğuz ve Pınarcıoğlu, Melih. Nöbetleşe Yoksulluk: Sultanbeyli Örneği. İstanbul: İletişim, 2001.
♦ İncirlioğlu, Emine. “Marriage, gender relations and rural transformation in Central Anatolia,” P. Stirling (der.), Culture and Economy: Changes in Turkish Villages (ss. 115-125). New York: The Eothen Press, 1993.
♦ Kayacan, Gülay. “Kızıltepe’den İstanbul’a…Kemerburgaz ‘Çadır Köyü,’ O. Baydar (der.), 75 Yılda Köylerden Şehirlere (ss. 353-359). (İstanbul: Tarih Vakfı, 1999).
♦ Keyder, Çağlar. “Enformel konut piyasasından küresel konut piyasasına,” Ç. Keyder (der.), İstanbul: Küresel ve Yerel Arasında (ss. 171-191). İstanbul: Metis Yayınları, 2000.
♦ Kıray, Mübeccel. “Squatter housing: fast depeasantization and slow workerization in underdeveloped countries.” 7. Dünya Sosyoloji Kongresi’nin Kentsel Sosyoloji oturumunda sunulan bildiri. Varna, 1970.
♦ Kongar, Emre. 21. Yüzyılda Türkiye. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1998.
♦ Kurdoğlu, Ayça. Kentleşme sürecinde hemşehri dernekleri: İstanbul örneği. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul, Marmara Üniversitesi, 1989.
♦ Lewis, Oscar. The Children of Sanchez. New York: Random House, 1961.
♦ ODTÜ, Kentsel Yoksulluk ve Gelişme Stratejileri: Ankara Örneği. Ankara: ODTÜ Yayınları, 2000.
♦ Öncü, Ayşe. “İstanbullular ve ötekiler: Küreselcilik çağında orta sınıf olmanın kültürel kozmolojisi,” Ç. Keyder (der.), İstanbul: Küresel ve Yerel Arasında (ss. 118-144). (İstanbul: Metis, 2000).
♦ Seufert, Günter. “Between religion and ethnicity: A Kurdish-Alevi tribe in globalizing Istanbul,” A. Öncü ve P. Weyland (der.), Space, Culture and Power: New Identities in Globalizing Cities (ss. 157-176). London and New Jersey: Zed, 1997.
♦ Sönmez, İpek Özbek. Yoksulluğu sürekli kılan faktörler üzerine gözlemler: İzmir kent merkezi tarihi konut alanı örneği. 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ne sunulan bildiri. Ankara, ODTÜ, 21-23 Kasım 2001.
♦ Stirling, Paul. “Causes, knowledge and change: Turkish village revisited,” J. Davis (der.) Choice and Change (ss. 191-229). New York: Humanities Press, 1974.
♦ Şenyapılı, Tansı. “Economic change and the gecekondu family,” Ç. Kağıtçıbaşı (der.), Sex Roles, Family, and Community in Turkey (ss. 235-248). Bloomington: Indiana University Press, 1982.
♦ Şenyapılı, Tansı. “Cumhuriyet’in 75. yılı, gecekondunun 50. yılı,” Y. Sey (der.), 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık (ss. 301-316). Istanbul: Tarih Vakfı, 1998.
Dipnotlar :
[1] M. Kıray, “Squatter housing: fast depeasantization and slow workerization in underdeveloped countries.” 7. Dünya Sosyoloji Kongresi’nin Kentsel Sosyoloji oturumunda sunulan bildiri (Varna, 1970).
[2] P. Stirling, “Causes, knowledge and change: Turkish village revisited,” J. Davis (der.) Choice and Change (ss. 191-229). (New York: Humanities Press, 1974).
[3] Ibid.
[4] T. Erman, “The meaning of city living for rural migrant women and their role in migration: the case of Turkey,” Women’s Studies International Forum 20 (March-April 1997): 263-273.
[5] E. İncirlioğlu, “Marriage, gender relations and rural transformation in Central Anatolia, ” P. Stirling (der.), Culture and Economy: Changes in Turkish Villages (ss. 115-125). (New York: The Eothen Press, 1993).
[6] T. Şenyapılı, “Cumhuriyet’in 75. Yılı, Gecekondunun 50. Yılı,” Y. Sey (der.), 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık (ss. 301-316). (Istanbul: Tarih Vakfı, 1998).
[7] G. Baydar Nalbantoğlu, “Silent interruptions: Urban encounters with rural Turkey,” S. Bozdoğan ve R. Kasaba (der.), Rethinking Modernity and National Identity in Turkey (ss. 192-210). (Seattle and London: University of Washington Press, 1997).
[8] T. Şenyapılı, “Economic change and the gecekondu family,” Ç. Kağıtçıbaşı (der.), Sex Roles, Family, and Community in Turkey (ss. 235-248). (Bloomington: Indiana University Press, 1982).
[9] Ibid.
[10] Ç. Keyder, “Enformel konut piyasasından küresel konut piyasasına,” Ç. Keyder (der.), İstanbul: Küresel ve Yerel Arasında (ss. 171-191). (İstanbul: Metis Yayınları, 2000).
[11] S. Erder, Türkiye’de Gecekondu ve Gecekondusuz Şehirler Paneli’nde sunulan bildiri, T. C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (Ankara, 29 Kasım 2001).
[12] Keyder, Enformelden küresele, 172.
[13] O. Işık ve M. M. Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk: Sultanbeyli Örneği (İstanbul: İletişim, 2001).
[14] Şenyapılı, “Economic change and the gecekondu family.”
[15] Ibid.
[16] T. Erman, “The politics of squatter (gecekondu) studies in Turkey: The changing representations of rural migrants in the academic discourse,” Urban Studies 38 (June 2001): 983-1002.
[17] Keyder, Enformelden küresele, 180.
[18] Erman, “The politics of squatter (gecekondu) studies in Turkey.”
[19] Örneğin, E. Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1998).
[20] Işık ve Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk.
[21] Şenyapılı, “Cumhuriyet’in 75. yılı, gecekondunun 50. yılı”.
[22] Işık ve Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk.
[23] Işık ve Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk; S. Erder, Şstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye (İstanbul: İletişim, 1996).
[24] Örneğin, devletin sosyal hizmet sağlamada azalan rolü; hem özel sektör ve hem de devlet sektöründe işlerinin sayıca azalması, dolayısıyla artan işsizlik; buna karşılık enformel işlerin artması, dolayısıyla geçici, güvencesi olmayan, emeklilik ve sosyal haklar getirmeyen, sigortasız işlerin çoğalması.
[25] S. Erder, “Nerelisin hemşehrim?” Ç. Keyder (ed.), İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında (ss. 192-205). (İstanbul: Metis, 2000).
[26] T. Erman, “Mekansal kümelenme, siyaset ve kimlik.” 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ne sunulan bildiri (Ankara, ODTÜ, 21-23 Kasım 2001).
[27] S. Erder, Kentsel Gerilim: Enformel İlişki Ağları Alan Araştırması (Ankara: um: ag, 1997).
[28] Işık ve Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk.
[29] T. Erman, “Becoming ‘urban’ or remaining ‘rural’: The views of Turkish rural-to-urban migrants in the ‘integration’ question,” International Journal of Middle East Studies 30 (1998): 541-561.
[30] A. Kurdoğlu, Kentleşme sürecinde hemşehri dernekleri: İstanbul örneği. Yüksek Lisans Tezi (İstanbul, Marmara Üniversitesi, 1989).
[31] G. Seufert, “Between religion and ethnicity: A Kurdish-Alevi tribe in globalizing Istanbul,” A. Öncü ve P. Weyland (der.), Space, Culture and Power: New Identities in Globalizing Cities (ss. 157-176). (London and New Jersey: Zed, 1997).
[32] S. Ayata, “Toplumsal çevre olarak gecekondu ve apartman,” Toplum ve Bilim 46/47 (1989): 101-127; T. Erman, “Women and the housing environment: The experiences of Turkish migrant women in squatter (gecekondu) and apartment housing,” Environment and Behavior 28 (November 1996): 764-798; T. Erman, “Squatter (gecekondu) housing versus apartment housing: Turkish rural-to-urban migrant residents’ perspectives,” Habitat International 28 (1997): 91-106.
[33] Erder, Kentsel Gerilim.
[34] Keyder, Enformelden küresele.
[35] T. Erman, Türkiye’de Gecekondu ve Gecekondusuz Şehirler Paneli’nde sunulan bildiri. T. C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (Ankara, 29 Kasım 2001).
[36] Ş. Özbek Sönmez, Yoksulluğu sürekli kılan faktörler üzerine gözlemler: İzmir kent merkezi tarihi konut alanı örneği. 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ne sunulan bildiri (Ankara, ODTÜ, 21-23 Kasım 2001).
[37] G. Kayacan, “Kızıltepe’den İstanbul’a. Kemerburgaz ‘Çadır Köyü, ’ O. Baydar (der.), 75 Yılda Köylerden Şehirlere (ss. 353-359). (İstanbul: Tarih Vakfı, 1999).
[38] O. Lewis, The Children of Sanchez (New York: Random House, 1961).
[39] Z. Etöz, Varoş: Bir istila, bir tehdit. Birikim 132 (2000): 49-53; Erman, The politics of squatter (gecekondu) studies in Turkey.
[40] Ibid.
[41] A. Öncü, “İstanbullular ve ötekiler: Küreselcilik çağında orta sınıf olmanın kültürel kozmolojisi,” Ç. Keyder (der.), İstanbul: Küresel ve Yerel Arasında (ss. 117-144). (İstanbul: Metis, 2000).
[42] ODTÜ, Kentsel Yoksulluk ve Gelişme Stratejileri: Ankara Örneği (Ankara: ODTÜ Yayınları, 2000).
[43] İkinci kuşak göçmenin bu tercihleri apartmanda yaşayacakları anlamına gelmemektedir. Konut piyasası bu grubun nerde ve nasıl yaşayacağında belirleyici olacaktır.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.