Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Köy Enstitüleri ve Cumhuriyetin Öğretmeni

0 13.945

Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim seferberliği başlatıldı. Genç bir cumhuriyetti. İstiklal Savaşından geriye kalan gaziler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan 13 milyon civarında nüfusu olan bir Ülke düşünün…

Bunların büyük bir kısmı ümmi!

Çocukların eğitimi için büyük bir seferberlik başlatıldı… Gazi Paşa şunu çok iyi biliyordu; en büyük savaş cehaletle yapılacak olan savaştı, onu yaptı…

Eğitimci ordusunun yetişmesi, yetiştirilmesi gerekiyordu… Bunun için en tipik örnek ortaya konuldu ve dünyaya “Türk Eğitim Modeli” olarak bilinen “Köy Enstitüleri” kuruldu…

Köy Enstitülerinin kuruluş gayesinde ve ana hedeflerinde; “…Köy öğretmeni ve köyün ihtiyacı olan diğer meslek sahibi kişileri yetiştirmek…” var ise de, bu modelin temelinde, çağdaşlaşma sürecinde Anadolu insanını aydınlatmak, eğitmek ve geliştirmek hedefleri vardır; bunun sonucunda hür dünya ile uyum sağlayabilecek özgür, demokratik bir toplum oluşturmaktır…

Uygarlığın temeli eğitimdir; eğitimsiz bir toplumla çağdaşlaşmak ve demokrasiyi yerleştirmek mümkün olmaz. Okuması ve yazması olmayan (ümmi), yurttaşlık fikri gelişmemiş kuru kalabalıklarla ne çağdaş toplum oluşturulabilir ne de demokrasi geliştirilebilirdi. Bu gerçekleri bilen ve gören cumhuriyetin kurucuları, Anadolu’nun top yekûn bir eğitim seferberliğine tabi tutulması gerektiğini gördüler. Bu, bir anlamda 13. asırdan beri başarılamayan “aydınlanma, aydınlatma, eğitme” projesinin yerine gelecek bir proje idi. Anadolu insanı asırlar boyunca idareciler tarafından, cephede kırdırılmak için “asker ve vergi kaynağı” olarak görülmüştü…

Bu bağlamda Anadolu kadını cömertçe yiğitler doğurmuş, vatan için, padişah için, devlet için cepheye göndermiş; köylü Mehmet de çalışmış vergi vermiş, Devlet-i Osmaniye’den gelen padişah fermanı gereğince “salma” ödemiş…

Zaman gelmiş cepheye gönderilip de hiç geri gelmeyen yiğitler, verilen vergiler, toplanan salmalar da çare olmamış; Anadolu vatan toprağı emperyalistlerce paylaşılmış ve işgal edilmiş…

Umutsuzluğun dorukta kara bulut gibi biriktiği anda, yine bir yiğit çıkmış, millete önder olmuş, çoğu kişinin okuyup irdelemekten aciz kaldığı yeryüzünün tek İstiklal Savaşını kazanmış Türk Milleti, Atasının önderliğinde…

Sonuçta, üç kıtaya yayılmış bir imparatorluktan elde kalan bir parça Anadolu toprağında yaşayan 13 milyon harp malulü, yaşlı, çoluk-çocuk ve kadından oluşan bir toplum… Bu toplumdan çağdaş bir millet çıkarmak hedefi!

İşte en büyük hedef buydu, bunun çıkışı da mutlaka eğitim olmalıydı… Anadolu insanını her yönden hayata hazırlamayı planlayan bu eğitim seferberliği kapsamında insanlarımız hem okur-yazar olacak, hem pratik hayatta gerekli olan iş uygulamalarını yapacak, hem de sanat öğrenecek ve en önemlisi örgütlenmeyi, dayanışmayı, paylaşmayı, yurttaşlık bilgisini kavramayı, ulus olduklarını, ulus devlet sahibi olduklarını, kendine güveni öğrenmeyi başaracaklardı…

Bir bakıma köylünün, kasketlinin, şalvarlının eğitilmesi ve uygarlaşması projesiydi… Köy Enstitülerinde köylü çocuğu ilk defa eğitime giriyordu; yerli ve dünya klasiklerini okuyor, müzik dinliyor, çalgı aleti çalmayı öğreniyor, resim yapıyor, el işleri becerisini geliştiriyordu…

Kravatı, mokasen ayakkabıyı, diş fırçasını, gözlüğü öğreniyordu… Yazmayı, konuşmayı, tartışmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi… Ne denli yaratıcı ve becerikli olduğunu yaptığı el işi ile yazdığı şiir ve hikâyelerle, romanlarla yaşamın kendisini, yani kendisini, Anadolu’yu anlatıyordu…

Köylü diye hep aşağılanan insanların ne kadar yaratıcı olduklarını ispat ediyorlardı… Hayatlarının gereği olarak doğa ile iç içe yaşayan bu gençler yeni bilgilerle donanarak gerçek üretici oluyordu… Modern tarım aletleri ve üretim teknikleri bu genç insanları, farklı bir ruh ve üretkenlikle tanıştırtıyordu…

Benliklerinde var olan üretkenlik genleri harekete geliyor, sadece tarım alanında değil sanatsal alanda da etkili olabiliyorlardı… Ürettikleri resimler, heykeller, romanlar ve bestelerle sanatçı insanlar oluyorlardı ve dünya ile iletişimi sınırlı olan Anadolu köylüsüyle kaynaşıyordu; yaşamın farklı yönlerden oluştuğunu bu insanlarımıza öğretmeye çalışıyordu cumhuriyet öğretmeni… Ana hedef, köylü vatandaşı her yönden eğitmek olduğuna göre, köy ve köy yararına ne varsa insanlara aktarmak amacına yönelik kadrolar yetiştiriyordu böylece…

Köy Enstitüleri Anadolu insanına, rençperine, köylüsüne, şehirlisine örnek olacak insan tipini yetiştiriyordu ve bunun sonucu olarak köylünün dünyaya açılan kapıları oldular; hem çocukları aracıyla hem de kendilerine gelen bu okul mezunları öğretmenler aracıyla…

Köy Enstitülerinde okuyan çocukları aracıyla okulun ne anlama geldiğini anladılar; farklı bir dünyanın var olduğunu gördüler; devlet görevlisi oldular, köy hayatının dışında bir hayatın olduğunu anladılar, öğretmenliğin yanı sıra çoğu da meslek sahibi oldular. O güne kadar vergi isteyen, asker isteyen devlet, şimdilerde “verici” oluyordu, “alıcı” değil…

Özet olarak Köy Enstitüleri aracıyla Anadolu köylüsü, genel anlamıyla Anadolu insanı okuyarak, okutarak dünyayı tanıdılar, varlıklarının farkına vardılar, önce benliklerini ispat ettiler sonra devletine sahip olmanın haklı gururunu yaşadılar…

Yetişenler ve yetiştirenler Cumhuriyetin öğretmenleriydi… Cumhuriyet onların omuzlarında anlaşılacak ve kavratılacak bir halkça ve hakça sistem olduğu anlaşılacaktı… Bunu Cumhuriyet Öğretmeni başaracaktı… Ve başardı…

24 Kasım öğretmenler gününü sevgiyle muhabbetle kutluyorum.

http://www.ramazan-demir.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.