Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Klasik Dönem Osmanlı Taşra Teşkilâtı: Beylerbeylikler / Eyaletler, Kaptanlıklar, Voyvodalıklar, Meliklikler (1362-1799)

0 19.976

Doç. Dr. Orhan KILIÇ

Kuruluştan itibaren gerek Anadolu’daki fetihler ve beyliklerin ilhakı ve gerekse 1354’ten sonra Gelibolu’ya çıkıştan itibaren başlayan Rumeli harekâtı sonucunda, Osmanlı Devleti iki kıtada toprakları olan ve geniş bir coğrafyaya yayılmış bir devlet haline gelmişti. I. Murad ve bunu takip eden dönemlerde ve özellikle I. Bayezid zamanında merkezî devlet yapısını iyice yerleştirmiş olan Osmanlı Devleti’nin ele geçirdikleri bölgeleri de, merkezî devletin denetim ve gözetiminden uzak tutmayacak bir idarî yapıya kavuşturması gerekmiştir. Bu bağlamda, beylerbeyilik sistemini getirerek 1362’den sonra Rumeli Beylerbeyiliği’ni kurmuş ve Rumeli tarafındaki yerler sancak statüsüne alınarak bu beylerbeyiliğe bağlanmıştır. Lala Şahin Paşa da ilk Rumeli beylerbeyi olmuştur.

Osmanlı merkezî otoritesinin beylerbeyilikler vasıtasıyla yerleştirilmesi uygulaması I. Bayezid zamanında devam etmiştir. 1393 yılında Anadolu Beylerbeyiliği kurulmuş ve Anadolu’daki sancaklar da bu beylerbeyiliğe bağlanmıştır. Anadolu Beylerbeyiliği’ne ilk tayin olunan paşa ise Kara Timurtaş Paşa’dır.

1402 Ankara Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra, merkezî devlet yapısı kısa süreli bir kesintiye uğramış ve 1413 yılında merkezi Sivas olan Rum Beylerbeyiliği kurulmuştur.

Rum Beylerbeyiliği’nden sonra uzun süre yeni bir beylerbeyilik kurulmamıştır. II. Mehmed zamanında Karadeniz’in güney ve kuzey sahillerinin büyük bir kısmının ele geçirilmesi, 1473 yılında Akkoyunlu Devleti ile yapılan Otlukbeli Savaşı’nın kazanılması ve Anadolu birliğinin sağlanması konusunda atılan önemli adımlar II. Bayezid zamanında çok ağırlıklı olmamakla birlikte devam etmiştir. II. Bayezid zamanında Karaman Beylerbeyiliği kurulmuştur. 1512 yılında Osmanlı tahtına geçen I. Selim’in 1514 yılında Safevi Devleti ile yaptığı Çaldıran Savaşı’nı kazanmasını takiben Doğu Anadolu’daki birçok önemli merkez Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Daha sonra çıkılan Memlûk Seferi sonunda Halep, Şam ve Mısır’ın ele geçirilmesi yeni beylerbeyiliklerin kurulmasını gerektirmiştir. Bu dönemde 1515 yılında Diyarbekir, 1517-1520 arasında Şam ve Mısır Beylerbeyilikleri kurulmuştur. İhtilaflı olmakla birlikte 1516 yılında Halep Beylerbeyiliği’nin kurulduğu da ifade edilmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 yıl süren uzun saltanat döneminde eyalet sayısı hızla artmış kısa süreli beylerbeyilikleri dikkate almazsak 1595 yılına gelindiğinde beylerbeyilik sayısı 40’a yaklaşmıştır.

Denizler ve önemli nehirler üzerinde işleyen gemilerin (savaş, nakliye vs.) sevk ve idaresi için teşkilatlanan kaptanlıklar ile mîrî rejime dahil olmayan ancak siyasî ve askerî bakımdan Osmanlı Devleti’ne bağlı olan hanlıklar, emirlikler, voyvodalıklar ve meliklikler de idarî taksimat açısından eyaletlerle eşdeğer olarak nitelendirilebilir. Buraların eyalet olarak anılmamasının sebebi, bölgesel isimlerle zikredilmeleri ve işaret ettiğimiz üzere yarı bağımsız veya sıkça kullanılan bir ifade ile imtiyazlı statülerinden dolayıdır.

Bu araştırmada klasik dönem Osmanlı taşra teşkilâtı makro düzeyde ele alınmış ve sancak düzeyine inilmeden beylerbeyilikler/eyaletler, kaptanlıklar, voyvodalıklar ve meliklikler üzerinde durulmuştur.

I. İdarî Taksimat Üniteleri ve Yöneticiler

1. Eyalet ve Beylerbeyilik / Vali ve Beylerbeyi

Osmanlı Devleti’nin idarî taksimat bakımından en büyük ünitesi beylerbeyilik/eyaletlerdir. Osmanlı ülkesi, beylerbeyilik, eyalet veya vilayet olarak adlandırılan büyük idarî ünitelere ayrılmış bu üniteler ise sancak veya livâlara bölünmüştür. Eyaletlerin en büyük amirine yerine ve durumuna göre beylerbeyi, mîr-i mîran, vali veya emirü’l-ümera deniliyordu.

Osmanlı Devleti’nde beylerbeyi veya beylerbeyilik kurumunun nereden alındığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Jean Deny’ye göre, bu unvan önce Sasaniler zamanında İran’da prensler prensi manasındaki bir Ermeni deyiminden alınarak ihkan-ı ihkanat kelimesi türetilmiştir ki bu beylerbeyi karşıtıdır. Bu kelimeyi Araplar emirü’l-ümerâya dönüştürmüşler ve daha sonra Selçuklulara, Anadolu Selçuklularına, Memlûk Devleti’ne diğer Türk-Müslüman devletlerine de girmiş, melikü’l-ümera, emir-i ulus, emir-i kebîr şekillerini almıştır. Bu terim Osmanlılarda mîr-i mîrân ve beylerbeyi olmuştur. Bizans araştırıcısı Fransız Rambaud, bu kurumun Bizans’tan Osmanlılara geçtiğini ifade etmektedir. Ancak İstanbul’un fethinden çok önceleri bu kurumun Osmanlı idari sisteminde olduğu (Rumeli ve Anadolu Beylerbeyilikleri) göz önünde bulundurularak, bu görüş Fuat Köprülü tarafından kabul edilmemiştir. Fuat Köprülü de Deny’nin fikrine katılmakta ve beylerbeyilik kurumunun Türk-İslam devletleri yoluyla Osmanlılara geçtiğini ifade etmektedir.

Yukarıda da dikkat çekildiği üzere, beylerbeyilik, Anadolu Selçuklularında da mevcut olup, Osmanlılarda XIV. yüzyıl ortalarında kurulan bir teşkilâttır. XIV. yüzyılın ortalarından itibaren beylerbeyi, taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış olan beylerin amiri durumundaydı. Anadolu ve Rumeli Beylerbeyiliklerinin yanı sıra Rum ve Karaman Beylerbeyiliklerinin de kurulmasından sonra beylerbeyilik, tamamen bölgesel bir hüviyet kazanmış 1595 yılına gelindiğinde Osmanlı ülkesindeki beylerbeyilik (veya eyalet) sayısı 40’a yükselmiştir.

Beylerbeyilik terimi, ağırlıklı olarak XVII. yüzyılın başlarına kadar kullanılmış daha sonra yerini yavaş yavaş eyalet terimine bırakmıştır. Bu değişim bir anda olmamıştır. XVI. yüzyılda da vilayet ve eyalet tabirleri zaman zaman kullanılmıştır. Beylerbeyilik terimine ise XVII-XVIII. yüzyıllarda bile rastlanılıyordu. Bu terimler o kadar bir arada kullanılmışlardır ki, birinin bir diğerinin yerini belli bir tarihte aldığını söylemek mümkün değildir.

XVII-XVIII. yüzyıllarda genellikle eyalet tabiri kullanılmaktadır. Ancak çok sık olmamakla birlikte beylerbeyilik tabirine de rastlanmaktadır. Meselâ, 1717-1718 tarihli Sancak Tevcih Defterine; Sivas, Maraş, Adana, Erzurum, Çıldır, Kars, Van, Şehr-i Zor, Musul, Basra, Cezayir-i Garb, Tunus ve Trablusgarb beylerbeyilik, bunun dışındakiler eyalet olarak kaydedilmiştir.

Bu defterde, beylerbeyilik olarak zikredilen ünitelere beylerbeyi olarak anılan paşalar, eyalet olarak zikredilen yerlere ise vezîr rütbeli ve vali olarak adlandırılan paşalar tayin edilmiştir. Bu uygulamadan, vezîr rütbeli paşaların eyalet, beylerbeyi rütbeli paşaların ise beylerbeyilik olarak adlandırılan idarî üniteleri tasarruf ettiği sonucu çıkarılabilir. Ancak diğer defterler iyice incelendiğinde, bu konuda bir genelleme yapmanın doğru olamayacağı kanaati hasıl olmuştur. Çünkü 1640-1648 ve 1701-1702 tarihli Sancak Tevcih Defterlerinde sancaklardan müteşekkil bütün idarî üniteler için tasarruf edenin vezîr olup olmadığı dikkate alınmamış ve eyalet tabiri kullanılmıştır. Halbuki 1701-1702 tarihli defter incelendiğinde; Rumeli, Kefe, Girit, Karaman, Maraş, Adana, Çıldır, Kars, Musul, Ahsa, Habeş, Cezayir-i Garb, Tunus ve Trablusgarb eyaletlerini vezîr rütbeli olmayan paşaların yani beylerbeyilerin tasarruf ettikleri görülmüştür.

1735-1736 tarihli Sancak Tevcih Defteri de 1717-1718 tarihli defterdeki uygulamayı teyit etmeyecek şekilde tanzim edilmiştir. Bu defterde de tamamen eyalet tabiri kullanılmış ancak Maraş, Kars, Şehr-i Zor, Cezayir-i Garb ve Tunus eyaletleri vezîr rütbeli olmayan paşalar tarafından yönetilmiştir.

1735-1736 tarihli defterde, vezîr rütbeli paşalar tarafından yönetilsin veya yönetilmesin, tamamen eyalet tabirinin kullanılması artık bu terimin iyice yerleşmeye başladığını göstermektedir. 1795-1799 tarihli Sancak Tevcih Defteri’nde de artık tamamen eyalet tabiri kullanılmaktadır. Bu durum Osmanlı Devleti’nin genel idarî düzeninin seyri ile de ilgilidir. Kanunî Devri’nin sonuna kadar Mısır hariç bütün eyaletler beylerbeyilere yani iki tuğlu paşalara verilirken, daha sonra Budin, Yemen ve Bağdat’a vezîr rütbesiyle valiler tayin edilmiş ve XVI. yüzyılın sonlarına doğru 1584 yılında Diyarbekir ve bunu müteakip vezîrlerin çoğalması sebebiyle diğer eyaletler de yavaş yavaş vezîrlere verilmiştir.

Eyaletler, belli bir sıra ile Sancak Tevcih Defterleri’ne kaydedilmişlerdir. Bu sıra, bazı istisnalar ve eyaletlerin elden çıkma durumu hariç hiçbir zaman değişmemiştir. Önce Rumeli Eyaleti, daha sonra Rumeli’deki diğer eyaletler yazılır, müteakiben Anadolu Eyaleti’nden başlayarak Asya ve Afrika kıtasındaki eyaletler kaydedilirdi. Eyaletlerden sonra voyvodalıklar ve meliklikler yazılırdı. 1700-1740 yılları arasında eyaletlerin defterlere kaydediliş sırası şöyledir:

Rumeli, Bosna, Temeşvar, Özi, Kefe, Girit, Anadolu, Karaman, Sivas, Maraş, Haleb, Şam, Trablusşam, Adana, Kıbrıs, Rakka, Diyarbekir, Erzurum, Çıldır, Kars, Trabzon, Van, Bağdat, Şehr-i Zor, Musul, Basra, Ahsa, Habeş, Derya Kaptanlığı (Cezayir veya Kaptan Paşa Eyaleti), Süveyş Kaptanlığı, Mısır, Cezayir-i Garb, Tunus, Trablusgarb, Tuna Nehr-i Donanması Kaptanlığı (Başbuğluğu), Şattü’l-Arab Kaptanlığı, Anapoli Kaptanlığı, Boğdan Voyvodalığı, Eflak Voyvodalığı, Dadyan Melikliği, Güril Melikliği, Açıkbaş Melikliği, Abaza Melikliği.

Beylerbeyiliklerde, beylerbeyilik divanı denilen bir divan da bulunurdu. Bu divana, beylerbeyi, beylerbeyiliklere bağlı sancakbeyleri, defter kethüdası, defterdar ve alaybeyiler iştirak ederdi. Bunların dışında çavuşlar, kâtipler, tezkereciler de beylerbeyilik divanında görev yaparlardı. Kadının beylerbeyilik divanına iştirak edip etmediği konusu ise şüphelidir.

Vali veya beylerbeyiler idarî, askerî ve iktisâdî görevlerinin yanı sıra, kazaî görevler de ifa etmişlerdir. Kadı öldüğünde, yeni kadı gelinceye kadar molla tayin eder, divân kurup dava dinlerler, kadıyı önlerine getirip dava dinlettirirlerdi. XVIII. yüzyılın ilk yarısında kadılar çok zayıf olduklarından ve mütegallibelerden çekindiklerinden, kaza ile ilgili işlerin yapılması için artık beylerbeyi veya valiler ile sancakbeylerine fermânlar yazılmaktaydı.

Eyaletlere tayin edilen paşalar üç tuğlu paşa (vezîr) ise vali, iki tuğlu paşa ise beylerbeyi olarak anılıyordu. Eyaletlerin böylece vezîrlere (üç tuğlu paşalara) verilmesi sebebiyle Osmanlı vezîrleri, dâhil ve hâriç vezîri olarak ikiye ayrılmıştır. Bunlardan iç vezîrler kubbe altındaki müşavir yani sandalyesiz vezîrler olup, dış vezîrler de eyaletlerdeki vali vezîrlerdi.

Beylerbeyi veya mîr-i mîrân terimi Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhisü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osman adlı eserinde şöyle ifade edilmektedir:

Mîr-i mirân beylerbeyidir. İki tuğ çeker. Eyaletine bağlı sancakbeylerinin askeri ile birlikte sefere çıkar. Bu zümre iki gruptur. Bir grubu hâs ile bir grubu saliyane ile mîr-i mîrândır. Hangi beylerbeyilik daha önce fethedilmiş ise o beylerbeyi diğerine göre daha kıdemlidir. Hangi eyalete atanırsa o eyaletin defterde kayıtlı ne miktar hâssı var ise ona mutasarrıf olur. Sefer durumunda hâs miktarının 1/5000 oranında mükemmel cebelüyü sefere götürür. Rumeli’de sefer olursa Rumeli beylerbeyi sağ kolda, Anadolu beylerbeyi sol kolda bulunur. Anadolu’ya sefer olsa bu durumun tersi uygulanır. Maraş beylerbeyinin dümdâr olması kanundur. Beylerbeyiler hizmetlerini tamamlayıp emekli olduklarında vezâret pâyesi ile kendisinden sonra gelenlerden bir üst mertebede kabul edilmişler ancak bu keyfiyet daha sonra ümerâ nizâmına halel geldi diye yürürlükten kaldırılmıştır.

Eyaletler, idarî ve malî olarak tasarruf şekilleri bakımdan has ve salyaneli olmak üzere ikiye ayrılırlardı. Eyaletlerin has suretiyle tasarruf edilmesi şekli XVIII. yüzyılın başlarından itibaren kademeli olarak kaldırılmış, bunun yerini iltizam ve malikâne usulü ve bunlara ilave olarak imdad-ı seferiyye ve imdad-ı hazeriyye vergilerini toplamak suretiyle tasarruf edilen eyaletler almıştır. Has sisteminin yerine ikame ettirilen tasarruf şekilleri eyaletlerin idaresi bakımından bir farklılık getirmemiş, sadece buraları tasarruf edenlerin gelirlerini elde ediş biçiminde bir değişme olmuştur. Daha doğru bir ifade ile salyaneli eyaletler, voyvodalıklar, meliklikler ve emirliklerin dışındaki bütün eyaletlerin mîrî rejime dahil olduğunu söyleyebiliriz.

Mısır, Bağdat, Basra, Habeş, Ahsa, Cezayir-i Garb, Trablusgarb ve Tunus salyaneli eyatlerdir. Salyaneli eyaletlerde vali veya beylerbeyilere dirlik tevcihi yapılmazdı. Başında bulundukları eyaletin hazinesinden nakit olarak salyane (yıllık maaş) verilirdi. Salyanelerin miktarları genellikle kanunnâmelerle tespit edilmiştir. Bu eyaletlerden Mısır, Bağdat ve Basra her yıl belli bir miktar irsaliyeyi merkeze göndermek zorundaydı. Diğer salyaneli eyaletler ise merkeze irsaliye gönderecek durumda değillerdi. Bazı eyaletler, hem mîrî rejim kapsamında hem de salyaneli sancaklardan müteşekkildir. Meselâ, Derya Kaptanlığı ve Kıbrıs Eyaleti’ne bağlı sancakların bir kısmı salyanelidir. İstisnai bir durum olarak, Çıldır Eyaleti ocaklık suretiyle tasarruf edilmektedir.

Eyalet ve sancak tasarrufunda hâs sisteminin kademeli olarak kaldırılması ve özellikle hazinenin ihtiyacı olan nakit paranın temini maksadıyla, buraları mîrî mukataa haline getirilerek ve çoğunlukla iltizam ve malikâne veya arpalık usulüyle tevcih edilmişlerdir. Bu uygulamanın bir neticesi olarak, artık eyalet ve sancak tasarruf edenlerin birkaç yeri tasarruf ettiğine sıkça rastlanmaktadır.

Bu tasarruf şekli, yani bir paşanın aynı zamanda birkaç sancağı da tasarruf etmesi, doğal olarak tasarrufu altında olan bütün yerlerde fiilen bulunmasını engellemiştir. Bu sebeple, kendi adına vergileri toplayacak ve orayı idare edecek bir görevli göndermişler veya kendileri de buraların vergilerini mültezimlere devretmişlerdir. Bazen iki eyaletin bir paşa tarafından yönetildiğine de rastlanmaktadır.

Vali veya beylerbeyiler herhangi bir eyaletin idaresinden ayrıldıktan sonra bir müddet boş da kalabiliyorlardı. Boşta kaldıkları bu süreye mazûliyet süresi denilmektedir. Mazûliyet süresinin ne kadar olduğu hakkında net birşey söylemek imkânsızdır. Bu süre paşanın mansıbına uygun bir görevi tekrar alabilme yolunda göstereceği maharetle ilgilidir. Zira XVII-XVIII. yüzyıllarda eyaletler ve sancaklar çoğu kere liyakata bakılmadan saray mensuplarının tesirleriyle rüşvet ve himaye ile tevcih ediliyordu. Bu sebeple mazûl paşa çok kısa bir sürede yeni bir eyalete tayin edilebileceği gibi, Maraş Eyaleti’nden 20 Eylül 1716 tarihinde ayrılan Mehmed Paşa gibi 20 aydan fazla bir süre de bekleyebilirdi.

Eyalet valileri veya beylerbeyiler çoğunlukla hiç beklemeden bir başka eyalete tayin ediliyorlardı. Bu tayinler bazen yer değiştirme şeklinde de olabiliyordu. Meselâ, 30 Eylül 1737 tarihinde Erzurum Valisi Ali Paşa Diyarbekir’e, Diyarbekir Valisi Muhammed Paşa Erzurum’a tayin edilmişlerdir. 15 Kasım 1739 tarihinde Safed, Sayda ve Beyrut Valisi Yakûb Paşa Erzurum’a, Erzurum Valisi Kel Ahmed Paşa ise Safed, Sayda ve Beyrut Eyaleti’ne tayin edilmiştir.

Çok nadir de olsa bazı vali veya beylerbeyilerin eyaletten sancağa tayin edildiğine rastlanıyordu. Temeşvar’dan mazûl Adem Paşa, 14 Ocak 1702 tarihinde Avlonya Sancağı’na, Varad Beylerbeyi Ali Paşa, 8 Mart 1691 tarihinde Lipova Sancağı’na, Maraş Beylerbeyi Rişvanoğlu Halil Paşa, 31 Mayıs 1701 tarihinde Saruhan Sancağı’na, eski Trabzon Valisi Vezîr Ömer Paşa, 21 Eylül 1701 tarihinde İnebahtı Sancağı’na, Maraş Beylerbeyi Süleyman Paşa, 23 Haziran 1736 tarihinde Kilis Sancağı’na (malikânelik olarak), Karaman Valisi Vezîr Küçük Mustafa Paşa ise 8 Aralık 1735 tarihinde İçil Sancağı’na tayin edilmişlerdir.

Vali veya beylerbeyiler, XVII. yüzyılın ortalarından itibaren eyaletlere 1 yıllığına atanıyor bir yıl sonra ya buradan başka bir eyalete tayin ediliyor veya ibkâ suretiyle 1 yıl daha görevlerine devam ediyorlardı. Bir valinin herhangi bir eyalette 3 yıldan daha fazla kaldığı durumlar çok azdı. Bu yüzyıla gelinceye kadar beylerbeyilerin görev süreleri görevlerinde gösterdikleri başarı ile doğru orantılı olarak uzun olabiliyordu. Mesela, Van beylerbeyiliği görevinde bulunan Ali Paşa bu görevi aralıksız 13 Aralık 1599-Ekim 1608 tarihleri arasında yaklaşık 8 yıl 11 ay yürütmüştür.

Vali veya beylerbeyilere, özellikle savaş yıllarında kendi eyaletleri dışındaki bazı bölgelerin muhafazası da veriliyordu. Hatta eyalet tevcihatı bu muhafaza hizmetini yapmaları şartına bağlanıyordu.

XVIII. yüzyılın ilk yarısında bir eyaletten bir başka eyalete tayin edilen paşaların görev yerleri coğrafî mekân olarak büyük bir çeşitlilik arz etmektedir. Meselâ, Anadolu Eyaleti’ni tasarruf eden paşalar Erzurum, Van, Haleb, Rakka, Diyarbekir ve Bağdat’a tayin edilmişlerdir. Basra’dan Karaman’a, Şam’dan Karaman’a, Sivas’tan Safed, Sayda ve Beyrut’a, Kars’tan Şehri-Zor’a, Bosna’dan Girit’e gibi bölge dışı tayinlere rastlandığı gibi; Temaşvar’dan Rumeli’ye, Adana’dan Maraş’a, Trabzon’dan Kefe’ye, Musul’dan Rakka’ya, Trablusşam’dan Haleb’e gibi komşu eyalet tayinleri de sıkça görülmektedir. Denize sahili olan eyaletlere çoğunlukla yine denizle alâkalı olan eyaletlerden tayin yapılmıştır. Meselâ, Trabzon’dan Kefe’ye Kaptan Paşa Eyaleti’nden Trabzon’a, Kefe’den Tunus’a, Kefe’den Trabzon’a gibi.

Paşaların devletin değişik bölgelerindeki eyaletlere tayin edilmesi, önemli bir görevi yürüten bu görevlilerin bilgi ve görgülerini artırmanın yanı sıra şüphesiz değişik coğrafyadaki eyaletleri tanımaları gibi faydalı bir sonucu da doğuruyordu. II. Selim zamanında (1789-1807) idarî yapılanmada bazı değişiklikler yapılmıştır. Valiler, rüşvet ve adam kayırmanın önüne geçilmesi için bizzat padişah ve onun birinci derecedeki yardımcısı tarafından seçilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde eyalet sayısı 28 olarak belirlenir. Valilerin görev süresi en az 3 en fazla 5 yıldır.

II. Mahmut zamanında (1808-1839) valilere maaş bağlanmış ve ücretli bir memur haline getirilmişlerdir. Bu durum gelirlerin elde ediliş biçiminde köklü bir değişikliği ifade eder. Tanzimat Dönemi’nde ise taşra yönetiminde yeni düzenlemeler yapılmıştır.

2. Kaptanlık / Kaptanlar

Osmanlı Devleti’nde yerine getirilen görev itibariyle kaptanlık olarak adlandırılan idarî taksimat üniteleri de bulunmaktadır. Bunlar esasta, mîrî rejime dahil olup, ilgili kaptanlığın faaliyet alanı içindeki sahil sancaklarından müteşekkil birer eyalettirler. Meselâ, Derya Kaptanlığı aynı zamanda Cezair-i Bahr-i Sefîd, Cezayir Eyaleti veya Kaptan Paşa Eyaleti olarak da anılıyordu.

Klasik dönemde Osmanlı Devleti’ndeki kaptanlıklar şunlardır: Derya Kaptanlığı (Cezayir-i Bahr-i Sefîd), Süveyş Kaptanlığı, Tuna Kaptanlığı, Şattü’l-Arab Kaptanlığı ve Anapoli Kaptanlığı. XVII. yüzyılın ortalarında Kavala Kaptanlığı diye anılan ayrı bir kaptanlık daha vardır. Ancak daha sonra Derya Kaptanlığı’na bağlanmıştır.

Derya, Süveyş ve Anapoli kaptanlıkları denize sahili bulunan sancaklardan müteşekkildirler. Tuna Donanması Kaptanlığı ve Şattü’l-Arab Kaptanlığı ise müstakil olup sancak kaydedilmemiştir.

Derya Kaptanlığı önceleri Gelibolu sancakbeyine verilirdi. Bu arada bazı vezîrler ve beylerbeyiler de kaptan paşalığa tayin edilmişlerdir. Ancak Barbaros Hayreddin Paşa’dan itibaren kaptan paşalık beylerbeyi rütbesindeki ümerâya verilmiştir. Daha sonraki dönemlerde yani XVI. yüzyılın sonları ve XVII. yüzyıldan itibaren kaptan paşalık vezîrlere verilmiştir. Şayet beylerbeyi olarak göreve başlamış olsa bile bir müddet sonra bu paşalara vezîrlik rütbesi de verilmiştir.

Kaptanlıklar içerisinde en yüksek dereceli olan Derya Kaptanlığı’dır. Bu kaptanlık genellikle Akdeniz ve Ege Denizi’nden sorumlu idi. Derya Kaptanlığı’nın dışındaki kaptanlara vezîrlik rütbesi verildiğine pek rastlanmamaktadır. 1737 yılında, Şattü’l-Arab Kaptanlığı mîr-mîranlık, Tuna Nehri Donanması Kaptanlığı ise mîr-livâlık ve Cezayir-i Garb Beylerbeyiliği pâyesi ile tevcih edilmiştir.

Kaptan Paşalar arz günlerinde Divân-ı Hümâyûn’a gelip derecesine göre vezîrlerin yanında otururdu. Denizle ilgili bir konu divana intikal etmiş ise bu davalar kendisine havale olunur ve divanda belli bir yere oturarak bu konuları inceler ve bir karar verirdi. Denizle ilgili tayinlerden Kaptan Paşa sorumlu idi. Ancak çok önemli konuları vezîriazama arz ederdi. Kendisine ait olan işlerde hüküm yazma ve tuğra çekme yetkisi de bulunuyordu. Yani padişah namına hüküm yazar ve tuğra çekerdi.

Kaptan Paşalar, Tunus, Trablusgarb ve Cezayir-i Garb ocaklarını da dolaylı olarak kontrolleri altında tutuyorlardı. Bu sebeple buraların mîrî mukataa artıklarından ve aidatlarından ve resmî hediyelerden de pek çok gelirleri olurdu.

Osmanlı Devleti’ndeki kaptanlar önem sırasına göre şöyledir: Derya Kaptanı (Kaptan-ı Derya, Kaptan Paşa), Süveyş Kaptanı, Tuna Nehri Donanması Kaptanı, Şattü’l-Arab Kaptanı, Anapoli Kaptanı. Süveyş Kaptanlığı XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Derya Kaptanlığı’na bağlanmıştır.

3. Voyvodalık / Voyvada

Osmanlı taşra idarî sistemi içerisindeki bir diğer birim voyvodalıklardır. Voyvodalıklar her sene belli bir miktar haracı Osmanlı Devleti’ne ödemekte ve buna karşılık kendi kanunları ve nizamlarına göre Osmanlı padişahının tasdiki şartıyla seçtikleri ve voyvoda denilen bir prens tarafından iç işlerinde serbest bir şekilde yönetilmektedirler.

Voyvodalıkların sayısı klasik dönemde Boğdan, Eflak ve Erdel voyvodalıkları olmak üzere üç idi. Voyvodalıklardan Boğdan ve Eflak adeta birbirleri ile birlikte anılmaktadırlar. Erdel Voyvodalığı ise uygulamada bu iki voyvodalıktan ayrı olarak değerlendirilmektedir.

Boğdan Voyvodalığı 1517 yılına kadar Eflak Voyvodalığı’ndan sonra gelirdi. Ancak 1521 tarihli bir fermânla Boğdan voyvodaları Eflak voyvodalarından daha üstün ve itibarlı kılınmışlardır. Bunun sebebi, Eflak’ta voyvoda seçimi sırasında Eflak bayarlarının isyan çıkarması ve bu isyan sırasında Boğdan Voyvodası IV. İstefhan’ın devlete sadık kalmasıdır.

Boğdan, Eflak ve Erdel 1550-1551 tarihli Sancak Tevcih Defteri’ne vilayet olarak kaydedilmişlerdi. Bunlardan Boğdan ve Eflak’ta tevcihat ve liva kaydı bulunmamaktadır. Erdel’de ise 7 liva bulunmaktadır.

Voyvodalar, mahalli kanunları gereğince bayarlar yani beyler ile başpiskopos ve papazlar tarafından seçilir ve asaletinin tasdiki için durum Osmanlı hükümetine bildirilirdi. Bunun üzerine hükümet bu seçimi tasdik eder ve yeni voyvodaya verilecek berat ile tuğ, sancak, serpuş ve hil’ati götürmek ve kendisini voyvoda makamına oturtmak üzere kapıcıbaşılardan birisi iskemle ağası tayin olunup 200-300 kişi ile birlikte Eflak veya Boğdan’a gönderilirdi. Heyet reisi olan kapıcıbaşı götürdüğü şeyleri, beyleri ve tebaası huzurunda yeni seçilen voyvodaya giydirip teslim ettikten sonra dönerdi. Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın ortalarına kadar voyvoda seçimine müdahale etmemiş ancak özellikle Lehistan ve Avusturya’nın voyvoda seçiminde rol oynamak istemeleri sebebiyle bu işi başı boş bırakmayarak, yine Eflak ve Boğdan beylerinden, ancak bizzat merkezî hükümet tarafından belirlenen kişiler voyvoda olarak tayin edilmiştir.

Mahalli beylerden voyvoda tayini 1693 yılına kadar devam etmiş, 1683-1699 yılları arasında cereyan eden 16 yıl savaşları sırasında güven telkin etmemeleri ve Lehistan ve Avusturya’ya yanaşmaları sebebiyle, 1693’ten itibaren Boğdan ve Eflak voyvodaları İstanbullu Fenerli Rumlardan tayin edilmeye başlanmıştır. Bu durum voyvodalık halkını rahatsız etmiş ancak Fenerli Rumlar da kendilerinden önceki voyvodaları aratacak bir idare tarzı göstermişlerdir. Ayrıca Fenerli voyvodalar birbirine rakip aileler arasından gönderildiklerinden, bu rakip aileler hükümet erkânına sokularak çeşitli desiselerle rakiplerini bertaraf edip voyvodalığı elde etmek ve halkı soyarak, hem keselerini doldurmak hem de kendilerinin bu makama gelmesine yardımcı olan olan hamilerini doyurmak için çalışmışlardır.

1821 yılında tekrar yerli zadegân ailelerden voyvoda tayini başlamışsa da bugünkü Romanya ve Moldovya’yı içine alan voyvodalık bölgelerinde Rus nüfuzunun yayılmasını önleyememiştir. 1861 yılında her iki voyvodalık birleştirilerek Romanya Prensliği haline getirilmiştir. 1878 Berlin Antlaşması ile de müstakil bir krallık olmuşlardır.

Avrupa’daki diğer voyvodalık olan Erdel, bugünkü Romanya ile Macaristan arasında kalan ve Transilvanya denilen bölgede yer almaktadır. Bu bölge 1526 Mohaç Zaferi’nden sonra Osmanlı idaresine girmiştir. 1541 yılından sonra Macar krallık hanedanından birisi ve ilk olarak da Sigismund, Erdel beyi/voyvodası olarak atanmıştır. Bunlar da Boğdan Eflak voyvodaları gibi sadrazamla yazışma yapabilirlerdi. 1683’teki Viyana Bozgunu’ndan sonra Erdel üzerindeki Osmanlı nüfuzu azalmış ve 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra resmen Macaristan’a terkedilmiştir.

4. Meliklik / Melik

Osmanlı taşra idari sisteminin mahalli unsurlarından birisi de melikliklerdir. Meliklikler yapı itibariyle esasta voyvodalıklar ile aynı statüdedir. Ancak bölgesel ve geleneksel farklılık sebebiyle ayrı ayrı isimlerle anılmışlardır.

Kuzeydoğu Anadolu sınırında, Batı Kafkasya Bölgesi’nde dört meliklik bulunmaktaydı bunlar: Dadyan, Güril, Açıkbaş ve Abaza meliklikleridir. Meliklikler de her yıl belli bir miktarda vergi vererek Osmanlı Devleti’nin yüksek hakimiyetini tanımış ve mahalli beyleri tarafından iç işlerinde serbest bir şekilde yönetilmişlerdir. Voyvodalıklarda olduğu gibi melikliklerde de, melik tayini merkezi otoritenin tasdikine bağlı idi.

Dadyan, Güril, Açıkbaş ve Abaza melikliklerini idare edenler melik olarak adlandırılıyordu. Bu görevlilerin melik olarak anılmasının sebebi, bölgesel ve kültürel özelliklerinden dolayıdır. Zira Gürcistan bölgesindeki prensler veya beyler melik olarak anılırdı.

Meliklerin tayini Osmanlı merkezi hükümetinin tasdikine bağlı idi.

II. İdarî Taksimat

Osmanlı Devleti’nde Rumeli Beylerbeyiliği’nin kuruluşu ile başlayan ve daha sonra devletin genişlemesi ile birlikte ortaya çıkan ihtiyaca binaen birçok beylerbeyilik/eyalet kurulmuştur. Bu eyaletlerden bazılarında kalıcı hakimiyet sağlandığı için uzun süre varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sınırlarda kurulan eyaletler, hakimiyetin tam olarak kurulamaması ve merkezî otoritenin tam olarak sağlanamaması durumunda kısa süre sonra elden çıkmışlardır.

Tablo 1’de Osmanlı Devleti’nde kurulan bazı eyaletlerin kuruluş tarihleri ve merkezleri kronolojik olarak verilmiştir.

Tablo 1’de verdiğimiz 32 eyalet Osmanlı idarî sistemi içerisinde uzun süre eyalet veya beylerbeyilik olarak yer almışlardır. Bu eyaletlerin dışında kısa süreli olarak Osmanlı hakimiyetinde kalan bazı yerlerin eyalet statüsüne alındığına da rastlanmaktadır.

Tablo 2’de ise 1527-1799 yıllarında Osmanlı Devleti’ne bağlı eyaletler, kaptanlıklar, voyvodalıklar ve melikler verilmiştir.

İnceleme dönemimizde Osmanlı Devleti’nde 60 eyalet, 5 kaptanlık, 3 voyvodalık, 4 meliklik, aynı anda olmamakla birlikte, Osmanlı idarî sistemi içerisinde yer almışlardır. Kaptanlıkları hesaba katmazsak, 1527-1799 yıllarında Osmanlı Devleti’ndeki eyalet sayısı belirli dönemlerde 8-42 arasında değişmiştir. Devletin zayıflaması ile birlikte birçok yerin elden çıkması eyalet sayısının düşmesine sebep olmuştur. Eyalet sayısı III. Selim Dönemi’nde yapılan bir düzenleme ile 28-30 arasında tutulmuştur. 1799 yılında Osmanlı Devleti’ndeki eyalet sayısı 30’dur.

Eyaletlerden Mısır, Bağdat, Basra, Habeş, Ahsa, Cezayir-i Garb, Trablusgarb ve Tunus salyanelidir.

Tablo 2’yi oluştururken kaynaklardaki bilgilere sadık kalınmıştır. Bazı defterler eksik olduğu için eyalet sistemi içerisinde varlığı aşikar olan eyaletler ilgili sütunlara yazılmamış olabilir. Mesela 1550-1551 tarihli defter eksik olduğu için Rumeli Eyaleti bulunmamaktadır. Bu durum 1550-1551 tarihinde Rumeli Eyaleti’nin Osmanlı idarî sistemi içerisinde olmadığı şeklinde değerlendirilmemelidir. Risale türü kaynaklar da genellikle tanzim edildikleri yıldan daha önceki bilgileri yansıtmaktadırlar. Bu sebeple bu bilgilerin de diğer bilgi ve belgelerle desteklenerek veya teyit edilerek kullanılması gerekir. Bunun dışında Trabzon-Batum, Rakka-Ruha, Yemen-Zebid ve Aden gibi birkaç merkezli olan ancak aynı idari birimi ifade eden eyaletlerin değerlendirilmesi de dikkatle yapılmalıdır.

Kırım Hanlığı ve Mekke-i Mükerreme Emirliği Osmanlı Devleti’nin idari yapısı içinde bulunmaktadır. Ancak bunlar imtiyazlı statüde oldukları için genellikle tevcihat ve taksimatla ilgili belgelere yansımamıştır. Bu sebeple, Tablo 2 içerisinde bunları göstermedik.

Kırım Hanlığı, iç işlerinde müstakil olup, hutbelerinde Osmanlı padişahlarından sonra hanların adları zikredilirdi. Ayrı divanları ve müstakil teşkilatları bulunmakta idi. Hanlık merkezi Bahçesaray’dır.

XVII.   yüzyıla kadar han seçimi de mirzalara ait olup, sonradan Osmanlı merkezi hükümetince yapılmıştır. Ancak bu seçim Giray ailesi bireyleri içinden birisinin hanlığa getirilmesi şeklinde oluyordu. Kırım hanlarına her yıl Kefe mukataasından 1 milyon, XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise 1,5 milyon akçe salyane verilirdi. Savaş zamanlarında orduya bir süvari birliği gönderirlerdi. Kırım hanları, müdafaa etmelerine karşılık Boğdan Voyvodalığı’ndan bir miktar aidat alıyordu. Ayrıca Kafkasya’daki Çerkes kabilelerinden esir vergisi, XVII. yüzyılın sonlarında Leh Krallığı’ndan 45.000 guruş ve Rus Çarlığı’ndan da 90.000 guruş vergi aldıkları bilinmektedir.

Osmanlılar Hicaz’ı nüfûz ve idareleri altına aldıktan sonra Hz. Peygamber’in soyundan gelen Mekke emirlerini, Memlûk Devleti zamanından beri devam eden teamül üzerine vazifelerine devam ettirmeyi uygun görmüş ve bunların kendi mıntıkaları dahilindeki yetkilerini kabul etmişlerdir. Mekke ve Medine’ye her sene münavebe ile Mısır’dan muhafız asker gönderilmiş ve buranın emirleri adeta sikkesiz bir hükümdar gibi hareket etmişlerdir. Mekke emirlerinin, emirliklerini merkezi hükümete tasdik ettirmeleri şarttı. Mekke ve Medine fukarasının geçimi için Anadolu ve Rumeli’de birçok yerde Haremeyn-i Şerîfeyn vakıfları kurulmuştur. Mekke’ye sûrre denilen bir tahsisat da yine merkez tarafından gönderiliyordu.

Hicaz bölgesinin inzibatı için burada askerî bir garnizon kurularak bedevî kabileler zabt u rabt altına alınmıştır.

1640-1648 tarihli Sancak tevcih defterinde Mekke-i Mükerreme Şerâfeti olarak kaydedilmiş ve tasarrufunun Seyyîd Zeyd’de olduğu belirtilmiştir. Mekke-i Mükerreme Emîrleri Aralık sonları 1697 tarihinden itibaren Ahsa Eyaleti’ni de tasarruf etmişlerdir. Aralık sonları 1697 tarihinde Ahsa Eyaleti Mekke-i Mükerreme Şerîfi, Şerîf Said İbn Şerîf Zeyd’e verilmiştir. Bu sebeple daha sonraki dönemlerde Ahsa Eyaleti tevcihata tâbi tutulmamış bu sebeple idarî taksimat içinde de gösterilmemiştir.

Yemen Eyaleti de imtiyazlı statüde olup, XVIII. yüzyılda hakimiyet tamamen Zeydî imamların elinde olduğu için XVII. yüzyılın ortalarından itibaren klasik eyaletler içinde zikredilmemiştir.

Tebriz, Merağa, Rumiyye, Dinaver, Palengân, Hemedan, Jane, Revan, Gence, Şemahi, Tiflis, Erdilan, Kirmân-Şâhân ve Luristan gibi eyaletlerin bazılarında kısa süreli hakimiyet yaşandığı için eyalet statüleri uzun sürmemiştir. Yanova, Silistre, Mora, Acara ve San’a gibi yerler ise çoğunlukla bir başka eyalete bağlı sancak olarak kaydedilmişler ve kısa süreli olarak eyalet statüsünde kalmışlardır.

Sonuç

Osmanlı Devleti, kurulup gelişmeye başladıktan sonra ele geçirdikleri yerlerin güçlü bir merkezî otorite ile temsili maksadıyla beylerbeyilik sistemini kurmuştur. Bu sistem Osmanlılardan önceki Türk- İslam devletlerinde de mevcut olup, Osmanlılar tarafından daha da geliştirilerek uygulanmıştır. Beylerbeyiliklerin yanında, imtiyazlı bir statüde olan voyvodalık, meliklik, hanlık ve emirlik kurumlarının bulunması Osmanlı Devleti’nin merkezî otoritesini zaafa uğratan unsurlar olarak görülmemelidir. Zira Osmanlı Devleti’nin idarî ve malî konularda mutlak bir merkeziyetçilik fikri ile hareket etmediği de bilinmektedir.

Merkezî otoritenin veya devletin devamlılığı prensibi zaafa uğramadığı müddetçe mahalli unsurlara kuru bir tasarruf hakkı verilerek bölgesel birtakım idarî birimlerin ihdas edildiği de bilinmektedir. Voyvodalık, meliklik, ocaklık, hanlık ve emirlik uygulamasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

İncelediğimiz dönemde sancaklardan müteşekkil idarî birimlerin (beylerbeyilik/eyalet) idarî taksimat açısından yapısal bir değişiklik göstermediği, ancak bunların adları, yöneticilerinin unvanları ve tasarruf şekillerinin dönem içerisinde ortaya çıkan şartlar çerçevesinde değişikliğe uğradığı görülmüştür. Beylerbeyiliklerin üç tuğlu paşalara yani vezîrlere tevcih edilmeye başlanmasından sonra yöneticileri vali, beylerbeyilikler de eyalet olarak anılmaya başlanmıştır. Bu durum XVII. yüzyılın ortalarından sonra iyice kendini göstermiş, XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren ise eyalet tabiri kökleşmiştir.

Eyaletleri tasarruf eden paşaların, gelirlerini elde ediliş şekillerinde bir değişiklik yaşanmış ve XVIII. yüzyılın başlarından itibaren mîrî mukataaların ömür boyu iltizama verilmesi olarak tarif edilebilecek malikâne sistemi ile imdad-ı seferiyye ve imdad-ı hazeriyye vergilerini toplama usulü uygulaması başlamıştır. Bu sistemler de kademeli olarak uygulanmış ve aynı anda devletin tamamına şamil olmamıştır.

Klasik dönem içinde yapılan uygulamalar, sistemin bütünü ile ilgili yapısal bir değişiklik getirmemiştir. Yapısal ve köklü değişiklikler ancak Tanzimat Dönemi’nde olacaktır.

Doç. Dr. Orhan KILIÇ

Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 887-898

Dipnotlar: Numaralandırma sağlıksız olduğu için kaldırılmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.