Orta Asya’dan sürekli Batıya doğru ilerleyen, yeni yerleşilen bölgelerin ve komşularının birikimlerini değerlendiren Türkler, Batı’daki askeri gelişmeleri örnek alarak düzenli ordular kurmaya çalışmışlardır. Bu ordularda düzeni sağlama amacıyla kışla yapımına önem verilmiştir. Kışla adı; yazın çadırlarda oturan askerlerin kış mevsiminde barınmaları için yapılmış olan binalar için kullanılan kışlak sözünden gelir. Bugünkü anlamda kışla denilecek düzenli, teşkilatlı ve birçok askerin sürekli barınmalarını sağlayacak binalar; Yeniçeriler denilen askeri teşkilâtın 17 Haziran 1826 tarihindeki Vaka-i Hayriye olayı ile kaldırılması ve düzenli ordular kurulmasıyla yapılmaya başlamıştır.[1] İlk düzenli asker kışlaları ahşap, daha sonraları ise dayanıklı olmaları amacıyla kagir olarak inşa edilmiştir.
Kışla mimarisini incelediğimizde kışlaların sadece askeri eğitime yönelik olmadığını, askerin dinlenmesi, eğitim ve ibadetini rahatça yapabilmesi, temizliği gibi birçok yaşamsal fonksiyonununda düşünülerek planlandığını görüyoruz. Kışla mimarisinde ayrıca; Padişahın ziyareti esnasında dinlenmesi ve kabul sırasında konaklaması için köşkler de yapılmıştır. Bu köşkler gerektiğinde padişahın ikameti için de kullanıldıklarından kasr adını alırlar.
Osmanlı Beyliği ilk kurulduğu yıllarda düzenli bir orduya sahip değildi. Seferberlik zamanlarında tellâllar vasıtasıyla gazilerden oluşan tamamı atlı olan aşiret kuvvetleri toplanırdı. Savaş bitince de bütün bu kuvvetler dağılır, herkes işinin başına dönerdi. İlk fetihleri Gaziyân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum ve Abdalân-ı Rum adları verilen uç kuvvetler gerçekleştirmişlerdir. Fethedilen yerlerin artması ile hakimiyet zorlaşmış, anılan kuvvetler zamanında toplanıp sefere yetişemeyince düzenli ordulara ihtiyaç duyulmuştur. Orhan Gazi zamanında ilk olarak Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa’nın çabalarıyla yaya ve müsellem (atlı) adı verilen askeri birlikler oluşturulmuştur. Bu askerler sefer sırasında maaş alıyorlar, barış zamanında ise kendilerine tahsis edilen araziyi ekip biçiyorlardı. Bu birlikler l6. yüzyıl ortalarına kadar dünyanın en kuvvetli ordularından biri olmuşlardır. l6. yüzyıl ortalarında hazineyi ve sancağı korumak için Kapukulu Ocakları kurulmuş ve yaya ile müsellem birlikleri geri plâna alınmışlardı.[2]
1618 yılına kadar Osmanlı Devleti Askeri Teşkilâtında bir takım islahatlar yapılmaya çalışılmış olmasına rağmen hem merkezde hem de taşrada ciddi tedbirler alındığı söylenemez. Sultan II. Osman’ın (1618-1622) yapmak istediği ıslahatlar hayatına malolmuştur.[3] IV. Murad (1623-1640) ve Köprülüler zamanlarında sert tedbirler alınmış ancak uygulamaya konulamamıştır. 1701 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ıslahı için çıkarılan fermanla Ocağın mevcudu yarıya indirilmiştir. Bu arada Yaya ve Kapıkulu Süvari Ocakları Tımarlı Sipahiler de ciddi düzenlemeler yapılarak tımar sahiplerinin beratları yenilenmiş ve Tımarlı Sipahilerin kendi sancaklarında ikâmet etmeleri şart koşulmuştur. 18. yüzyılda Avrupa devletlerinin düzenli ordulara sahip oldukları görülmüş ve askeri yönden üstünlükleri kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti ilk kez bu dönemde Türk gençlerini öğrenim için Avrupa’ya göndermeye başlamışlardır. Bu arada eğitim ve öğretim için yurtdışından özellikle mühendis ve mimar subaylar çağrılmıştı. Bunların arasında bulunan Baron de Tott Fransız Elçilik binasını bizzat kendisi onarmıştır. İlk kez Sultan I. Mahmud (1730-1754) zamanında ciddi olarak askeri islâhat girişimleri başlamıştır. Bu hükümdar zamanında Humbaracı Ahmed Paşa adıyla anılan Comte de Bonneval Osmanlı hizmetine girmiş, Humbaracı Ocağı’nı yeniden düzenleyerek bölük, tabur ve alaylara ayırmıştır.
Ayrıca mevcut olan Tımarlı Humbaracılar dışında ulûfeli Humbaracılar Ocağı’nı kurmuştur. Bunlardan başka 1734 yılında modern matematiğin okutulacağı Hendesehane’yi Üsküdar Toptaşı’nda kurmuş ve burada teknik dersler vermiştir. Daha sonra Yeniçerilerin bir isyan çıkarmasından korkan devlet erkânı Humbaracı Ocağı efradı ve Hendesehane öğrencilerini dağıtmıştır.[4]
İsyanları ve düzene muhalefeti her geçen gün artan Yeniçeri Ordusu’nun tümüyle lagvedilmesine karar verilmiş ve halkın da yardımı ile Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde 17 Haziran 1826 yılında kışlalarında imha edilen (Vak’a-i Hayriye) Yeniçeri Ocaıı’nın yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’’ adı verilen düzenli, üniformalı bir ordu kuruldu. Sultan II. Mahmud da eğitime önem verdiğinden Hassa Ordusu Komutanı Müsir Ahmed Fevzi Pasa’yi Selimiye Kışlası’nda bir askeri okul açmakla görevlendirmiştir. Ahmed Fevzi Paşa Selimiye Kışlası’nda okumaya hevesli ve yetenekli birkaç yüz kişiyi seçerek teskilâtlandırdı ve adını da ‘’Sibyan Bölükleri’’ koydu (1831). Sibyan Bölükleri’ne ayrılan gençlere bir taraftan askeri eğitim yaptırılırken bir yandan da okuma yazma öğretiliyordu. II. Mahmud, bunlardan baska Selimiye Kışlası’nın bir cephesini kâgir olarak yaptırmış, Tophane’deki Topçu Kışlası’nı inşa ettirmiştir. Ayrıca Davudpaşa binalarının tamiri, Heybeliada’da Bahriye Hendesehanesi, Kasımpaşa’da hastane, Çengelköy’de Kuleli Kışlası, Rami, Maçka ve Beyoğlu Kışlaları, Tüfenkhane inşaatı, ayrıca askeri ve ekonomik amaçlı olarak Eyüp Defterdar İskelesi’nde Feshane, Dikimhane, İplikhane ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde karakollar yaptırmıştır. 1828 yılında Çengelköy’de Kuleli Kısla süvari askeri için inşa edilmişti. Kuleli Kısla yapılmadan önce Üsküdar Toptası’nda eski Darüşşifa binası süvari kışlası olarak kullanılmıştı.
Kışla Mimarisini iki ana bölümde incelemek uygun olacaktır. Bunlardan birincisi; Türklerin göçebe yaşantısından kaynaklanarak Askeri Teşkilâtı da etkileyen ‘’Kışlak’’ olarak isimlendirilen bölümdür. Henüz yerleşik düzene geçmemiş olan Osmanlılarda askerler ordugahta toplanırlardı. Ordugaha, törensel hava içinde getirilen çadırlar, yine aynı törensel havada ve hiyerarşik bir düzenle kurulur ve bir müddet burada konaklanırdı. Osmanlı Ordusu’nda ki bu yenileştirme çalışmaları düzenli orduların kurulmasını hızlandırmış ve askerlerin bütün yaşamsal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri ve iyi bir askeri eğitim verilebilmesi için kışlaklara ihtiyaç duyulmuştur. Ordugah adı da verilen kışlakların gelişimine kısaca değinelim; ‘’Ordu’’ kelimesi hükümdar makamı anlamında da kullanılırdı. Bu makam yerine göre saray veya ordugâhta olabilirdi.[5] Davutpaşa Sahrası’nda ordu sefere gideceği ya da seferden döndüğü zaman yapılan törenler esnasında çadırlı ordugâh kurulurdu. Çadırlar kolayca kurulup sökülebilecek şekilde inşaa edilmişlerdir. Kalın bez veya keçeden, deri veya kıl dokumadan yapılan, bir veya daha fazla direklerle kurulan barınma yeri olan çadırların çeşitli biçimleri vardır. Çadır, çeşitli dönemlerde oba, otak, kerekû, gerege, Îy, çerge, çergi, çatır, çetir, iv, oba, yurt veya ev olarak adlandırılmıştır. Çadırlar da genel olarak pamuklu, ipekli veya yünlü kumaş, yer yer deri ve keçede kullanılmıştır. Padişah ve ordu birliklerine ait çadırları iç ve dış olmak üzere iki kat kumaştan yapılmıştır. İç mekanı çevreleyen yüzeyde genellikle aplike tekniği ile işlenmiş pamuklu kumaş kullanılırken, çadırın dış yüzünde ise çoğunlukla ‘’kirbas’’ adı verilen Soma’da ve Ege adalarındaki tezgahlarda dokunan kalın pamuklu kumaş kullanılmıştır. Çadırlar malzemeleri, yapım teknikleri ve kullanan kişilere göre; kara çadır, tek direkli çadır, iki veya üç direkli çadır, sayeban ve Otağ-ı Hümayun adlarını alırlar. Otağ-ı Hümayun adı verilen padişah çadırlarına Kurvı-çovaç, kerekü adları da verilir. Otağlar diğer çadırlardan çok daha büyük ölçüde, zengin süslemeli ve gösterişlidir. Otağ-ı Hümayun’un rengi kırmızı olurdu. Padişaha ait olan bu renkteki çadırı zaman zaman şehzade, vezir ve beylerbeyi de kullanabilirdi.
Padişahın iki ayrı otağı bulunurdu. Otağı Hümayun’un saray dışına çıkarılması savaş olacağını gösterirdi.[6] Osmanlı ordusu sefere çıkacağı zaman sadrazamın başkanlığındaki bir grup tuğlarla birlikte ordunun ilk menziline doğru yola çıkardı. Ordu İstanbul’dan Rumeli tarafına hareket edecek ise Otağ-ı Hümayun Davutpaşa Sahrası’na, Anadolu tarafına gidecek ise Üsküdar tarafında Doğancılar meydanına kurulurdu. Bu meydanlara ve burada kurulan çadırlar topluluğuna “Çadırlı Ordugah’’ denirdi. Eğer Edirne’de iken savaşa karar verilirse Otağ kabak meydanına Rikap ağaları ve şeyhlerin eşliğinde kurulurdu. Otağ-ı Hümayun ve diğer çadırlar kurulacağı zaman manzarası güzel, ağaçlıklı ve yüksekçe bir yer seçilirdi. Stratejik açıdan arkalarının dağlara dönük olması sağlanırdı. Çadırlar topluluğunun etrafında zukak adı verilen tekstilden bir paravan olarak sınırlayıcı, onun dışında da ordu birliklerinin çadırları bulunurdu. Zukaklar arazide veya ordugahta padişah veya erkana ait çadırları savaşta koruyucu, sınırlayıcı ve aşılması yasak bir engel oluşturan günlük yaşamda ve törenlerde ise padişah çadırını halk topluluğundan ayırmak için kullanılmıştır. „’Halvet-i Hümayun’’ adı da verilen zukakların üst kenarları kale mazgalları gibi dendanlı yapılmıştır. Dikkatlice bakıldığında çadırlı ordugah ile kışla mimarisinin eleman ve fonksiyonlar açısından birbirine çok benzer olduğu görülür.
İkinci bölümde ise günümüzde hâlâ benzer amaçlarla kullandığımız çok fonksiyonlu kışla kompleksleri yer almaktadır. 19. yüzyıl yapı faaliyetleri açısından oldukça hareketli geçmiştir. Köşk, kasr, konak ve saray gibi sivil yapıların yanı sıra toplumdaki yeni ihtiyaçlarla gündeme gelen ve fonksiyon yönünden önem arzeden kışla, okul ve hükümet binaları da yapılmaya başlanır.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla (Vak’a-i Hayriye, 17 Haziran 1826) birlikte düzenli ve disiplinli ordu yetiştirilmesi isteği; askerlerin bir arada barınabileceği, eğitim verilebilecek yapılara ihtiyaç doğurmuştur. Bu yeni inşaa edilen yapılarla Türk Mimarisinde yeni bir plan tipi doğmuştur. Çünkü; 19. yüzyılın kışlası, eski Yeniçeri Kışlalarından plân yönünden farklı olduğu gibi, miktarının fazlalığı ve yurt yüzeyine yayılmasıyla da önemli bir özellik taşır. Bu amaçla içinde koğuşlar, camii, fırın, hamam, atlar için ahırların bulunduğu yapı kompleksleri yapılmıştır. Daha sonraları kışla sınırları içerisinde padişah geldiği zaman konaklaması ve dinlenmesi için hünkâr kasırları da inşaa edilmiştir. Yeni tür kışlalar III. Selim’in Selimiye Kışlası, Levend Çiftliği Kışlası ve Humbarahane’yi yaptırmasıyla başlar, Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla yaygınlık kazanır. İlk muntazam asker kışlaları ahşap, sonra kâgir ve daha dayanıklı olarak inşa edilmiştir. Kışlalar çadırlı ordugahlar gibi; genellikle şehrin havadar yerlerinde ve yerleşim birimlerinin dışında, büyük bahçeler içinde, dikdörtgen plân şemasında orta avlulu olarak yapılmışlardır. Çoğunlukla iki katlı olup arazinin eğimine uygun olarak kimi kısımlarında üç veya dört kata çıkılmıştır.
Plân tipleri incelendiğinde uzun koridorların bir tarafına dizilmiş, dış bahçeye bakan odalar görülür. Koridor orta avluya bakar ve genelde simetrik pencerelerle aydınlatılır. Zaman zaman simetrinin dış cephede bozulmaması için özellikle odalar da duvarlar pencereye yaklaştıkça yönünü değiştirerek, pencere simetrisini bozmayacağı şekilde planlanır.
Doğudan batıya sürekli hareket halinde olan Osmanlı Ordusu kale, kışla, tabya, karakol, hastane, cephanelik ve istihkamlardan oluşan geniş bir yelpaze içerisinde mimarisini sergilemektedir. Ciyat Kışlası, San’a nakliye taburu kışlası, Hamidiye kışlası, Taif kışlası, Hüdeyde kışlası, Yemen’de İpha kışlası, Mekke’de Hamidiye kışlası, Edirne, Erzurum, Bitlis ve Muş’ta tabya içi kışlaları olmak üzere özellikle İstanbul’da İmparatorluk Başkenti olması ve stratejik açıdan önemi dolayısıyla kışla yapımına çok önem verilmiştir. Bu kışlaların bir bölümü günümüzde halen kışla amaçlı, eğitim amaçlı ya da müze amaçlı olarak kullanılmakta iken büyük bölümü özen gösterilmediğinden, zamanla tahrip olmuş, yıkılmıştır. Bunların bir kısmını aşağıda incelemek istiyoruz;
1. Top Arabacıları Kışlası
Kışla Fatih Sultan Mehmet zamanında burada kurulan top imalâthanesinden adını alan Tophane semtinde; Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmıştır.
Yavuz Sultan Selim, Nizam-ı Cedid ordusunun kuruluşuyla ilgilenirken, Kapukulu ordusunun modernleşme çalışmalarını da ihmal etmemiştir. Bu nedenle Tophane’de daha önceden varolan kışla binalarını yıktırarak, 1792 yılında Kapukulu ordusunun teknik sınıfı olan Topçular ve Top Arabacıları için ahşap Top Arabacıları Kışlası’nı yaptırmıştır. 2 Mart 1823’de Tophane’den başlayıp, Dolmabahçe’ye doğru yayılan yangında kışla binaları ve içindeki kışla camii yanmıştır. Orduda yenileşme çalışmalarına önem veren Sultan II. Mahmut, kışla ve içindeki caminin yapımı için emir vermiş ve hemen yapımına başlanan kışla binaları 1824 yılında, kışla camii ise 1826 yılında ampir üslupta tamamlanmıştır. Kışlanın ve caminin mimarının Kirkor Amira Balyan olduğu tahmin edilmektedir.[7] Kışla kompleksi içinde inşa edilen cami bugün hâlâ varolan Nusretiye Camii’dir. Eski gravürler incelendiğinde; kışlanın denize paralel iki blok halinde konuşlanmış olup, kışla orta avlusunda cami (Nusretiye Cami) ve bir şadırvan-çeşme olduğu görülmektedir. Yapının deniz kenarındaki ön bloku üç katlı alt katta beşik kemerlerle, sütunların üzerine oturan bir revak ile sol başta Hünkâr köşkü olarak tahmin edilen bir çıkma bulunmaktadır. Arka blok ise yine beşik kemerlerle, sütunların üzerine oturan bir revak ve onun üstünde üç kat bulunmaktadır. Müşiriyet binası, Genel Merkez, Askeri Teknik Okul, Milli Güvenlik Bakanlığı, Devlet Malzeme Ofisi Deposu, malzeme anbarı, olarak da kullanılan yapı bir dönemde Sanayi Kışlası adıyla da anılan Sanat Okulu olarak kullanılmıştır.[8] Bugün yerinde Denizcilik Bankası ve Deniz Yolları İşletmesi’nin çeşitli birimlerinin yer aldığı Top Arabacıları Kışlası 1958 yılında yıkılmıştır.
2. Taksim Topçular Kışlası
Kışla Taksim’de bugünkü Taksim Meydanı’nı da içine alan çok geniş bir alan üzerinde, bulunmakta idi. Bu kışlaya Topçu Numune Kışlası adı da verilmiştir. 1922 yılında Pera ve Galata’yı içine alan 1/2000 ölçekli plânda bugün Taksim gezisi olan bu alanda Taksim Kışlası, Taksim Bahçesi, Belvü, Yorgancı, Nektar bahçe ve gazinoları, kışlanın karşısında Talimhane Meydanı, doğuda Taşkışla, Gümüşsuyu Kışlası, Şişhane Karakolu görülmektedir. Taksim Kışlası’nın yanından başlayarak Pangaltı’ya doğru uzanan mezarlıklar Feriköy’e taşınmış, binalar bu mezarlıkların üstünde yükselmiştir. Bu mezarlıkların karşısında caddenin diğer tarafında Talimhane Meydanı bulunmaktadır.
III. Selim dönemi askeri yapılarından biri olan, yapımına 1803 yılında başlanan ve 1806 yılında tamamlanan kışla Kapukulu ordusunun topçu sınıfı için inşa edilmiştir. Zarif bir dekorasyonla inşa edilen yapı, dikdörtgen planlı geleneksel kışla plân şemasında, ortası avlulu olarak yapılmış olup, büyük bölümü iki katlıdır. Köşe bölümlerine birer kat daha eklenmiş ve kat ayrımları silmelerle belirginleştirilmiştir. Genel çizgileri ile ampir üslup özelliklerine sahip kışla hakkında 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da bulunan gezgin Edmondo de Amicis; „’Kışla Türk Rönesansı’nın Magrip üslubuyla dikdörtgen şeklinde yapılmış, sağlam bir binadır. Sultan II. Mahmut’un altından ayyıldızı olan ve zarif sütunlara dayanmış bir kapısı, çıkıntılı galerileri, armalarla ve arabesklerle süslü küçük pencereleri vardır’’ şeklinde bahsetmektedir. Yapı üçerli gruplar halindeki dikdörtgen pencerelerle aydınlatılmaktadır. Köşe yapının iki yanında dairesel çıkmaları olan yapı gökyüzüne doğru yükselen yine ampir üsluptaki kubbelerle sona ermiştir. Orta bölümde düşey plastrlarla hareketlenen yapının saçakları dendanlar ve profille bezenmiştir. Bu kısımda pencere üstleri kemerlidir. Kabakçı Ayaklanması sırasında tahrip edilen kışla, 1811’de Başmimar Hafız Mehmet Efendi tarafından yeniden ele alınıp eski plânında küçük değişikliklerle yenilenmiştir. 1811-1819 yıllarında Edhem Efendi’nin gözetiminde çatının tamiratı yapılmıştır. Komyanos, Nikola ve Marki Kafkas tamiratlar da asistanlık yapmışlardır. Aynı dönemde kurşunlarda yenilenmiştir. Kışla Camii’nin 1847 yılında bir fırtına sonucu yıkılan minaresi taş malzeme ile yeniden inşa edilmiştir. 1848 yılındaki bir yangından sonra 1849-1862 yıllarında çatı ve diğer kısımları Kalfa Kalust tarafından onarılmıştır. 1869 yılında da Hacı Dimitri Kalfa; kuleleri, mutfağı, çamaşırhaneyi, lavaboları ve sekiz koğuşu tamir etmiştir. 1870 yılında kışlanın etrafı yeşillendirilmiştir. Rum Ortodoks kilisesi; Topçu Kışlası bu dönemde (1883) ve Talimhane Meydanı üzerinde mülkiyet hakkı iddia etmiştir. 1900 yılında Türkiye’nin ilk futbol sahalarından biri kışla meydanına inşa edilmiş ve 1907 yılında aynı yerde Osmanlı Ordusunun hava balonları yerleştirilmiştir. l909-l9l4 yıllarında askeri birlikler sabah sporlarını bu meydanda yapmışlar ve o zaman tatil günleri olan cuma ve pazar günlerinde burada futbol oynanmıştır. Türk Milli takımı, uluslararası ilk futbol karşılaşmasını 27 Ekim l923 tarihinde Romanya ile burada yapmıştır. İstanbul’un işgali sırasında kışla Fransız birlikleri tarafından işgal edilmiş ve ismi ‘’Makmahon’’ olarak değiştirilmiştir. Cumhuriyet döneminde Beyoğlu ve Taksim bölgesinin imarı için yapılan çalışmalarda; 1940 yılında Türk askeri tarihinin en zarif, en önemli yapılarından biri olan Taksim Topçu Kışlası, dönemin Vali ve Belediye Başkanı olan Lütfü Kırdar’ın emriyle yıkılmıştır. Topçu Kışlası’nın talim alanı olan Talimhane, parsellenerek imara açılmış ve burada Taksim’in hava almasını engelleyecek şekilde apartmanlar yükselmiştir.
3. Rami Kışlası
Kışla; Eyüp ilçesine bağlı, adını Osmanlı döneminde burada bulunan Rami çiftliğinden alan Rami semtinde, 268 ada, 4 parselde 220.000 metrekarelik bir alan içinde yer almaktadır. Rami Kışlası, Yeniçeri Askeri düzeninin kaldırılarak yerine „’Nizam-ı Cedid’’ askeri birliklerinin kurulduğu 18. yüzyıl Islahat devri yapılarındandır. Sultan II. Mustafa devrinde 1695-1703 yılları arasında Rami Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Birçok kaynakta kışlanın 1761 İstanbul depreminde yıkıldığından bahsedilmektedir. Ancak anılan tarihte deprem olmamıştır. Ancak kışlanın iki yapım tarihi arasında (l703-l826) merkez üssü İstanbul olan 5-9 şiddetleri arasında 25 deprem olmuştur. Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilâtının konuşlanması için Sultan II. Mahmut’un emriyle Kirkor Balyan’a 1826-1828 yılları arasında küçük değişikliklerle yeniden yaptırılmıştır. Kışla yapısı; ortası açık avlulu dörtgen plân esasındadır. Talimhane caddesi tarafında ana giriş kapısı, diğer taraflarda da birer tali kapı bulunmaktadır. Taşıyıcı elemanı 1 metre kalınlığında taş duvarlar olan kışlanın çatısı ahşap asma çatıdır. Dar açıklıklı koridorlar tonozla geçilmiştir. Ana yapı tek katlı, günümüze ikisi kalabilen iki katlı olan köşe yapıların ise ortalama yüksekliği 8 metredir. Odalara, koridorlara, tavanlara, çerçevelere ilişkin tamirata 1829 yılında başlanmıştır. Ancak tamirat, 1831 yılında Yekta Efendi’nin ölümü üzerine durmuş ve daha sonra Katip Osman Efendi tarafından tamamlanmıştır. 1836-1837 yıllarında Kraliyet Mühendislik Koleji Rami barakalarına taşınmış ve „’Fünun-u Harbiye-i Mansure’’ adını almıştır. 1838 yılında Maltepe Hastanesi ile birlikte kışla da tamir edilmiştir. 1847-1851 yıllarında daha geniş bir tamirat yapılarak, kışlaya ikinci bir hamam eklenmiştir. 1849 ve 1892 yıllarında Davutpaşa Kışlası ve Maltepe Hastanesi ile birlikte tekrar tamir edilmiştir. Burası Kırım Savaşı sırasında sultanın Başkomutanlık Karargâhı olarak kullanılmıştır (1853-1856). Cumhuriyet döneminde I. Ordu Komutanlığı’nın emrine verilen kışla, 1971 yılına kadar askeri amaçlarla kullanılmıştır. Askeri birliklerin kullanımından çıktıktan sonra kışlada iç avlunun bir bölümü de çevre sakinlerinin spor faaliyetlerinde kullanılmaya başlanmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı arasında 1985 yılında yapılan protokolle kuru gıda toptancıları kışla dış arazisine yerleşmişler, eternit çatılar, bölme duvarları ile değiştirilen kışla binasını da depo olarak kullanmaya başlanmışlardır. Eyüp Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün 10 Aralık 1990/877 sayılı yazısına göre 1986 yılında Rami Kışla arazisi Eyüp Belediyesi’nce satın alınmış, 21 Haziran 1990 gün ve III. No.lu Koruma Kurulu kararı ile 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı’nda „’Rami Kültür Merkezi’’ olarak tanımlanmasına rağmen, günümüzde kışlanın kuru gıda toptancıları tarafından boşaltılması gerçekleşmediği gibi Kültür Merkezi olarak kulanımı konusunda da hiçbir çalışma yapılmamıştır.[9] Sonuç olarak kışla boşaltılarak restore edilmeli ve „’Rami Kültür Merkezi’’ olarak hayata geçirilmelidir.
4. Orhaniye Kışlası
Orhaniye Kışlası, Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) zamanında (M. 1886) tarihinde padişahın Hassa Alaylarının barınması için kagir olarak yaptırılmıştır. Sultan II. Abdülhamid kışlanın bulunduğu araziyi seçerken bu platonun savunma ve askerlik bakımından önemini göz önünde bulundurmuştur. Çünkü; bu bölge Beyoğlu, Beşiktaş, İstanbul ve Ortaköy yönlerinden Yıldız Sarayı’na ulaşan yolların hepsine hakim olduğu gibi Haliç’i, Boğaz’ın güneybatı girişini, Üsküdar ve Anadolu kıyılarını da görmektedir. Bu bölgeye bu kadar çok önem verilmesinin nedeni; İstanbul’un 1453 senesinde Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildikten sonra Edirne’de bulunan devlet başkentinin buraya nakledilmesi, Yıldız bölgesinde hemen her dönemde çeşitli köşk ve kasırlar yapılarak padişahların burada oturmaları, Boğaz’ın tarihi ve jeopolitik önemi, Osmanlı donanmasına ait tersane, üs ve barınakların buradan denetlenebilmesidir. Kışla yukarıda da belirtildiği gibi Padişahın Hassa Alaylarından Mızraklı Süvari Livası’na (Tugayına) tahsis edilmişti. Orhaniye Kışlası’ndaki birliklerin komutanları İkinci Meşrutiyet’in ilânına kadar (1908) Balmumcu’da bulunan büyük köşkte otururlardı. 1935 tarihinden itibaren Orhaniye Kışlası Nakliye ve Zırhlı Birlikler Okulu, İkinci Dünya Savaşı’nda Uçaksavar Alayı, 1945’te Uçaksavar Okulu, 1958 yılında Piyade Kışlası olarak kullanılmış, kışlanın zamanla yıpranmasıyla Piyade Birlikleri de buradan ayrılmıştır. 1979 tarihinde yapılan restorasyonda betonarme ile teçhiz edilen kışla İstanbul Merkez Komutanlığı’na tahsis edilmiştir. Çok yakın zamana kadar coğrafik önemini koruyan kışlanın çevresindeki gecekondulaşma sonucu kışlanın görüş alanları kısıtlanmış ve bu önemini yitirmiştir. Kışla dikdörtgen plan tarzında inşaa edilmiş olup, müştemilât olarak arka tarafta tavla, önde Yıldız Sarayı’nın çifte duvarları arasında manej alanları yapılmıştır. Kışla Camii kışla binası ile bitişik olarak yapılmıştır. Nizamiye (Kışla kompleksine ana giriş) kapısından girince cami tam karşıda yer alır. Diğer kışlalara oranla oldukça küçük inşa edilen Orhaniye Kışlası bir bodrum kat ve zemin kattan oluşur. Orhaniye Kışlası diğer kışla yapılarında da olduğu gibi orta avluya bakan bir koridor ve bu koridora açılan odalardan oluşur. Cepheye baktığımızda genelde üçerli olarak gruplandırılmış kemerli pencerelerle aydınlatmanın sağlandığı görülür. Bazı bölümlerde arazi eğiminden dolayı kışla 1.5 katlı görülür. Yapının dört köşesinde öne çıkarılan ve diğer kışlalardaki gibi kule görüntüsü verilmeye çalışılan kısımlar yükseklik olarak bir değişiklik olmadığı için kule görüntüsü vermekten uzaktır.
5. Tersane Kışlası (Divanhane Binası)
Bugün Kasımpaşa vapur iskelesinin bulunduğu yerden Hasköy’e kadar uzanan saha Bizans çağında İmparator bağlarının yer aldığı sık ve yüksek ağaçlarla kaplı bir alandır. Otağ-ı Hümayun’u fetihten sonra bu alana kurduran Fatih Sultan Mehmet savaştan elde edilen ganimeti burada askerlerine dağıtmıştır. Biri Gelibolu’da ve diğeri Haliç’in Aynalıkavak tarafında olmak üzere 2 tersane Fatih Sultan Mehmed zamanında kurulmuştur. II. Bayezid döneminde her iki tersane de büyütülmüştür. Yavuz Sultan Selim devrinde ise Gelibolu’daki tersanenin bir bölümü kaldırılarak küçültülmüş ve İstanbul Tersanesi’ne katılmıştır. Sultan III. Ahmed zamanında bir divanhane inşa edilmiştir (1722-1723). III. Selim devrinde ahşap olan havuzların bazıları kâgire çevrilmiş, yeni havuzlar eklenmiş ve Aynalıkavak Sarayı yıktırılarak arsası Tersane’ye katılmıştır. 1805’te Taşkızak ve Ağaçkızak tersane kışlaları, hapishane, hamam, İplikhane Kışlası, Sıbyan Kışlası ve demirhane yaptırılmıştır. II. Mahmud devrinde; 1818 yılında Divanhane, 1827 yılında da tersanenin arkasında bulunan tepeye deniz askerleri için Bahriye Hastanesi inşa edilmiştir. Bu hastane bugün hâlâ Kasımpaşa Deniz Hastanesi olarak hizmet vermektedir.
Bu dönemde ayrıca sarayın yıkılan kısımlarının yerinde tersaneye ait değirmen ve fırın yapılmıştır. Ayrıca yine bu dönemde eski Divanhane binası yıkılarak yerine, l834 yılında ön cephesi kazıklar üzerine oturtulan Ampir üslubunda yeni bir Divanhane (Amirallik) binası inşa edilmiştir. Tersane Kışlası’ndan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı elinde bugün Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olarak kullanılan Divanhane binası, Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası ve Taşkızak Tersane Komutanlığı binaları bulunmaktadır. Oldukça gösterişli yaptırılan bu binayı yetersiz bulan Sultan Abdülaziz’in 1864 yılında 7000 kazık üzerine Mimar Serkis Balian’a temelini attırdığı Divanhane 1869 yılında tamamlanmıştır. Günümüze kadar ulaşan bu Divanhane binası simetrik bir plân ve cephe düzeni ile kareye yakın bir dikdörtgen olarak inşa edilmiştir. Diğer kışla plânlamalarının aksine bu üstü kapalı bir orta avlu etrafında yirmişer kolondan oluşan iki katlı bir revak ile çevrili geniş bir mekândır. Avlunun ortasında figüratif ölçekte kalan sekizgen plânlı bir mermer şadırvan vardır. Bu avluya dört cepheden de birer simetrik giriş bulunmaktadır Deniz tarafında ki Komutanlık girişi zengin bir bezemeyle süslenmiş bir giriş holüne ulaşmaktadır. Bugün Komutanlık bloku olarak kullanılan kısım, Osmanlı döneminde Bahriye Nazırı’na ayrılmıştı. Giriş holünde olduğu gibi burada da geometrik desen içinde natüralist çiçek motifleriyle bezenmiş tavan tezyinatı görülür. Orta avluyu çevreleyen kolonlar dizisi, zemin katta kemerlerle birbirine bağlanmaktadır. Üst katta dörderli olarak gruplaşan kolonlar alt katta kendisi ile aynı büyüklükteki tek kolon tarafından taşınmaktadır. 1950’li yıllarda yapılan restorasyonda zemin kattaki volta döşemenin büyük bir bölümü sökülerek betonarme sistem ile desteklenmiştir. Yine bu restorasyonlarda yapılan bir takım hatalarda bina yıpranmaya başlamıştır. Ancak yine de bezemesi ve özgün mobilyaları ile en iyi korunan yapılarımızdan birisidir.
6. Kalyoncular Kışlası (Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kışlası)
Kışla Kasımpaşa semtindedir. Haliç’in kuzey yakasında bulunan semt adını Kanuni’nin vezirlerinden Güzelce Kasım Paşa’dan almıştır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Kapdan-ı Derya oluncaya kadar (1770) Kalyoncular Kışlası yoktu. Seferden dönen askerler, Galata’da bekâr odalarında, kahvehanelerde, konaklarda bir kısmı da eski kalyon ve kadırgalarda gecelerlerdi. Bu yüzden askerler seferden dönünce disiplinsiz ve uygunsuz bir yaşam içine düşerlerdi. Bu durum eğitimsizliği de beraberinde getirirdi. Bu olaydan memnun olmayan Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa Kalyoncuları ibadeti ve eğitimiyle belirli bir statüye kavuşturmayı düşünerek ve bütün giderlerini kendisi karşılayarak 1784’te Tersane meydanında kalyonculara ait bir kışla ile cami ve hamam yaptırmıştı.
Kışlanın Deniz Müzesi Arşivi’nde bulunan kitabesi de Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın düşüncesini açıklamaktadır:
“Saklar eşyasının temiz emvacı ifnâdan güzel/Asakir-i Bahriye’yi koymaz açıkta bu mahal’’. Günümüz Türkçe’si ile:
“Bu yer deniz erlerini açıkta kalmaktan ve eşyaları yıpranmaktan, yok olmaktan korur.’’
Osmanlı toplumunun Batılılaşma anlayışıyla birlikte dört köşe ve ortası avlulu klâsik kışla mimarisinde yapılan Kalyoncu Kışla Barok üslubunda inşa edilmiştir. Kışla zemin dahil 3 kat üzerine, yarı kagir olarak ve 160 odalı yapılmıştır. Kışla, deniz kenarında üç katlı olarak inşa edilmiş olup iki sütun üzerinde yükselen giriş bölümü daha ön plânda yapılarak belirginleştirilmiştir. 3 adet dikdörtgen formlu pencerenin üstünde ayrıca 3 adet yarım daire şeklinde pencere bulunmaktadır. Kışlanın ana giriş kapısı mermer sütunçelerle çevrelenmektedir. Bu görkemli kapıların üstünde dörder adet mermer sütun üzerinde duran cumba şeklinde yapılmış köşkler bulunmaktadır. Bunlardan deniz tarafında bulunan köşke „’Kasr-ı Hümayûn’’, kuzey cephesindekine ise ‘’Misafir Köşkü’’ denilir. Cumbanın üst örtüleri kurşun kaplı bir kubbe ve kubbe üstünde altın yaldızlı bir alem bulunur. Köşk tavanları ise süslü nakışlarla bezenmiştir. Kışla 1/1 dolu-boş oranında dikdörtgen pencerelerle aydınlatılmıştır. Kışla orta avlusunda bulunan Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii’nin kubbesi ve tek şerefeli ampir üslubundaki minaresi bulunmaktadır.
Yüzyıllar boyunca çeşitli onarımlar gören kışlada bezemeler bozulmuştur. 1882 yılında çok harap haldeki kışlada yapılan onarımla birinci ve ikinci kat odaları arasındaki tuğla duvarlar yıkılarak yüzer kişilik koğuşlar oluşturulmuştur. Kışla 1950 ve 1966 yıllarında da büyük onarımlar geçirmiş ve bugünkü haline getirilmiştir. Ancak 1950 yılında yapılan onarımla binanın dış cephesinde ampir üslubundaki kuş köşkleri (serçe saraylar) kaldırılmış, döşemeler betonarmeye çevrilmiş ve kat yükseklikleri artırılmıştır.
Kalyoncular için yapılan bu yapı, 100 yıldan fazla bir süre kışla ve okul olarak kullanılmıştır. “Sanayi-i Bahriye Alayı’’, „’Kanun Dairesi’’, “Bahriye Silahendaz Taburu’’, „’Divan-ı Harp’’ gibi kuruluşları da bünyesinde barındırmış olup, II. Meşrutiyet’ten sonra „’Evsad-ı Cedide Mektebi’’ ve daha da geliştirilerek “Deniz Talim Alayı’’ olarak kullanılmıştır. Kalyoncular Kışlası günümüzde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı bir bölüm olarak kullanılmaktadır.
7. Humbaracılar Kışlası
Kışla Hasköy Halıcıoğlu semtinde bulunmaktadır. Sultan III. Selim döneminin ilk modern plânlı askeri yapılarından olan Humbaracılar Kışlası 1792 yılında inşa edilmiştir. Orta avlulu, dikdörtgen plânlı kışlanın Hasköy tarafı Humbaracılara, Sütlüce’ye bakan kısmı lağımcılara tahsis edilmiştir. Kışla II. Mahmud döneminde yenilenmiştir. Kışla iki kat olarak inşa edilmiş olup; yapının orta aksında, deniz tarafında bulunan üç çıkmalı bölümü ana giriştir. Sütunlar üstünde yükselen ikinci katı ise
Hünkâr Kasrı’dır. Hünkar Kasrı’nın iki tarafında bulunan kısımlarda yapı üçlü olarak gruplanan dikdörtgen pencerelerle aydınlatılmaktadır. Bu grupların arasında düşey plastrlar bulunmaktadır. Ampir üslûptaki bu yapı günümüzde Askerlik Şubesi olarak kullanılmaktadır.
8. Selimiye Kışlası
Kışla; Üsküdar ilçesinin güneybatısında 45.000 m2 bir alan üzerinde yer alır. Bizans döneminde burada Kalkanlı Askerlerinin kışlası bulunduğundan buraya ‘’Skudarium’’ adı verilmiştir.[10] Bizanslılar devrinde saraylar ve köşkler yapılan kışla bölgesinde Osmanlılar zamanında ilk kez Kanuni Sultan Süleyman, 1555 yılında bir yazlık saray inşa ettirmiştir. III. Murad ve IV. Murad zamanında da bu saraya ilâveler yapılmıştır. III. Selim tahta çıktığı yıllarda düzenli bir orduya gereksinim duyulduğu için 1791-1792 yıllarında Bostancılar Ocağı’na bağlı bir kuruluş şeklinde oluşturulması kararlaştırılan, 12 bölüğe dağılmış ve 1602 kişiden oluşan Nizam-ı Cedid adlı ordu kurulmuştur. Ve bu ordu için taş ve ahşap malzeme ile l802-l806 yılları arasında Selimiye Kışlası yaptırılmıştır. III. Selim’in tahttan indirilip öldürülmesiyle sonuçlanan Yeniçeri ayaklanmasında 1807 yılında Levent Çiftliği Kışlası ile birlikte Selimiye Kışlası’da yakılmıştır. Daha sonra Yeniçeriler İstanbul’da ki diğer kışlaları, cebehâneleri, zahire anbarlarını da yakıp yıkmışlardır. Orduda yeni bir düzenlemeye başlayan III. Selim’in oğlu Sultan II. Mahmud 1827-1828 senelerinde kışlayı yeniden inşa ettirmeye başlamıştır. Bir cephesi kârgir olarak yapıldıktan sonra Sultan II. Mahmud vefat etmiş ve kışlanın diğer üç cephesi ile müştemilâtı Sultan Abdülmecid zamanında 1842-1853 yıllarında yapılmıştır. Tamirden sonra Asakir-i Muhammediye adı verilen kışlanın iki cephesi 267 m, diğer iki cephesi 200 m olup, 228 büyük oda ve 3000 pencere bulunmaktadır. l853-l856 Kırım Harbi sırasında müttefik askerler için hastane haline getirilen Selimiye Kışlası ve Kuleli Kışlası yine müttefik askerlerin giderken yakıp yıkmalarına maruz kalmıştır. Hastane olarak kullanıldığı dönemde Fransız hemşire Florance Nightingale Selimiye Kışlası’nda hastaların tedavileri ile ilgilenmiştir. Bazı kaynaklara göre de müttefik askerler için Selimiye Kışlası değil, bugünkü Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin yerinde bulunan bir kışla ve İcadiye Kasrı hastane olarak kullanılmıştır. Yalnız tüm kaynakların birleştiği bir nokta müttefikimiz olan İngiliz askerleri ayrılırken hem Askeri Hastanenin yerindeki kışla ile İcadiye Kasrı’nı hem de Selimiye ve Kuleli Kışlalarını yakıp yıkmış olmalarıdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında Selimiye Kışlası çeşitli askeri birlikler tarafından kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da tekel deposu olmuş, 1958-1962 yılları arasında Selimiye Askeri Ortaokulu olarak hizmet vermiş ve 1963 yılında restore edilerek I. Ordu Komutanlığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kışla, dikdörtgen bir plâna sahip olup dört köşesinde yedi katlı birer kule bulunmakta ve kışlanın odaları dışa, koridorları ise iç bahçeye bakmaktadır. Kışla çift meyilli bir çatı ile örtülüdür. Kulelerin ise minare külâhını andıran dilimli bir çatı ile örtülü olduğu görülür. Kitabesine göre bina Sultan II. Mahmud tarafından l828 tarihinde yaptırılmıştır. Kışlanın dört cephesinde de ayrı ayrı katlara açılan kapılar bulunur. Meyilli araziye uydurularak yapılan kışlanın her cephesinde kat miktarları değişik olarak yapılmıştır. Arazideki şekline göre bodrum kat, ikinci bodrum kat, birinci bodrum kat ve iki normal kat bulunur. Bütün kışlayı çepeçevre dolaşan zemin katta girilebilen kuzey cephesindeki kapı, nizamiye kapısı olarakta anılıp en sadesidir. Kapının üst katında ikişer tarafta yüksek birer kaide üzerine oturtulmuş olan çifte sütunla taşınan Komutanlık odası bulunur. Portalin yan taraflarında biri küçük diğeri büyük ikişer paye bulunur. Ortasında defne yaprakları olan yuvarlak kemerin üstündeki kitabeye göre bu portal de yine Sultan Abdülmecid tarafından 1854’te yaptırılmıştır.
Kışlanın dört köşesinde bulunan kare plâna sahip yedi katlı kulelere çıkış ahşap merdivenlerle sağlanmaktadır. Kule pencereleri dikdörtgendir, üstteki iki katta ise yuvarlak kemerli pencereler vardır. Restorasyonlarda bu pencerelerin bir kısmı kapatılmıştır. Kule yapısında Rönesans, pencerelerde ise Barok etkisi görülmektedir. Bu kulelerin bir tanesi Askeri Müze tarafından 1995 yılında Florance Nightingale Müzesi olarak düzenlenmiş diğerleri ise depo gibi kullanılmaktadır. Kulelerin üst katlarına doğru çıktıkça yanlış detaylandırmadan oluşan ciddi sorunlar bulunmaktadır.
9. Kuleli Süvari Kışlası
Kışla; Boğaz’ın Anadolu sahilinde, Beylerbeyi ile Vaniköy arasında, Üsküdar ilçesine bağlı Çengelköy semtinde bulunmaktadır. Bizanslılar döneminden itibaren güzel bahçelerle düzenlenmiş önemli bir bölgedir. Buraya verilen Kuleli ismi Yavuz Sultan Selim devrinde Bostancıbaşı emrindeki sebze, meyva ve çiçek bahçesinin içinde bulunan bir kuleden gelmektedir. Kanuni Sultan Süleyman ve III. Selim dönemlerinde de bölge önemini korumuş, her iki padişah da burada birer kasır yaptırmışlardır. Yine Sultan Selim zamanında burada bulunan manastır, ordudaki düzenlemelerle yeniçeri kışlası olmuş ve bu bölgeye „’Bostancıbaşı Odaları’’ adı verilmiştir. Kulede Bostancıbaşı teşkilatında görev yapanlarda bulunurmuş.[11] Kanuni Sultan Süleyman zamanında (l520-l566) Kulenin yanına saray ve bahçe yapılmıştır. Bahçe 9 katlı olup, her katı fıskiyeli havuzlarla süslü ve setli olarak yapılmıştır.[12] Padişah bahçesinin yanında bulunan iki Rum bahçıvanın yerleri alınarak kule bahçesinde 1828 yılında tek katlı ve ahşap bir süvari Kışlası Kirkor Balian tarafından inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecid zamanında (1839-1861) yanan ahşap kışla 1845 (bazı kaynaklara göre 1843) yılında yarı ahşap, yarı kârgir olarak yenilenmiştir. Yangın esnasında yapının deniz cephesi tümüyle yandığından yeni yapımında eski haline sadık kalınıp kalınmadığı bilinmemektedir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1520-1566) kulenin yanına saray ve bahçe yapılmıştır. Bahçe 9 katlı olup, her katı fıskiyeli havuzlarla süslü ve setli olarak yapılmıştır. 1837-1842 yılları arasında kolera salgını yüzünden yapı tahaffuzhane (karantina odası) olarak kullanılmıştır. Kışla 1854 yılına kadar süvari kışlası olarak kullanılmıştır. 1854-1856 yılları arasında Kırım Harbi nedeniyle müttefik askerler için kışla ve hastane haline getirilen yapı, savaş bitiminde ülkelerine dönen bu askerler tarafından yakılarak büyük ölçüde harap edilmiştir. 1856-1859 yılları arasında tekrar süvari kışlası olarak kullanılan yapı 1859 yılında Kuleli vakası sanıklarının yargılanması için mahkeme olarak kullanılmıştır.1860 yılında Sultan Abdülaziz tarafından eski durumuna uygun olarak kâgir sistemde Kalfa Balian’a yaptırılmış ve bu esnada iki kule ilâve edilmiştir. l956 yılında tümüyle kârgir olarak yenilenen kışla binası halen Kuleli Askeri Lisesi olarak kullanılmaktadır. Sadece cephe uzunluğu açısından (216 m) bile bakıldığında; boğazda etkin bir görünüme sahip olan, 45.000 m2 alana inşa edilen Kuleli Kışlası 19. yüzyılın modern kışla yapılarından, dikdörtgen, yığma bir yapıdır. Kışla genel olarak üç katlı olarak inşa edilmiştir. Bodrum katı ön cephe ile güney cephesinin bir kısmında mevcuttur. Bahçeye açılan koridorun etrafına dizilen odalardan oluşan zemin kat bütün binayı dolaşır. Birinci kat ise çok küçük değişikliklerle zemin katın aynısıdır. Katlar üçerli gruplar halinde düzenlenen dikdörtgen pencerelerle aydınlanmaktadır.
Yapılan onarımlar sırasında saçak, korkuluk ve pencere düzeni aslından farklı olarak ele alınmıştır. Kulelerde “S” biçimli konsollar kaldırılmış, kule saçakları, kurşun kaplanması gerekirken demir korkuluklarla çevrelenerek balkon haline getirilmiştir. Küçük çaplı ve geniş aralıklı olarak yapılan çinko yağmur olukları detay çözümündeki eksiklikler ve deformasyonlar nedeniyle cephede diğer kısımlardan daha çok bozulmaya neden olmuştur. Ayrıca 1999 Körfez depreminde yapı ciddi zararlar görmüş olup, bu muhteşem kışla yapısı bir an önce restore edilmeli ve gelecek kuşaklarda da yaşatılmalıdır.
10. Gümüşsuyu Kışlası
Bu kışla, Gümüşsuyu caddesinde, Gümüşsuyu Hastanesi’nin yanında Sultan Abdülmecid tarafından l850’de yaptırılmaya başlanan yapı, l862 yılında Sultan Abdülaziz zamanında tamamlanmıştır. Garabed Amira Balian tarafından ahşap olarak inşaasına başlanan yapı, Mimar Sarkis Balian tarafından tamamlanmıştır. Gümüşsuyu İmparatorluk binaları olarak bilinen binalarda, Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren kıt’alardan biri barınıyordu. Bu binalarda saraya ve askeri bandoya müzisyen yetiştirmek amacıyla bir müzik okulu kurulmuş ve İtalyan Opera Bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşi Giuseppe Donizetti tarafından yönetilen İmparatorluk Orkestrası Dolmabahçe Sarayı’ndan önce burada yerleştirilmiştir.[13] l9. yüzyılda yapılan bina klasik kışla yapılarının sade plan şemasını aynen tekrarlar. Bir orta avluyu çevreleyen yapı kollarından oluşan bina, batı cephesinde iki katlı, Dolmabahçe’ye bakan cephesinde ise arazi topoğrafyasından dolayı dört katlıdır. Kışla günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılmaktadır.
11. Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane Kışlası
Taksim’de ki Topçu ocağı erlerinin tedavisi için Tophane-i Amire Hastanesi olarak Harbiye’de inşa edilmiştir. Açılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1796 yılında tek katlı olan hastane binasına bazı koğuşlar ve dershaneler eklenerek Mekteb-i Harbiye’ye tahsis edilmiştir. Mimarisini Karabet Balian’ın yaptığı bina, Sultan Abdülmecid tarafından 10 Ekim 1846’da resmi olarak açıldı.[14] 1831’de Hassa Müşiri Ahmet Fevzi Paşa tarafından Selimiye Kışlası’nda bulunan Hassa ordusundan seçilen “Sıbyan Bölükleri’’ için Kışla olarak kullanılan binaya, 1850-1851 yıllarında İngiliz Mimar Smith tarafından bir binicilik binası (manej), bugünkü kültür sitesi ile orduevi arasında inşa edilmiştir.
Sultan II. Mahmud’un emriyle 1834 yılında Maçka Kışlası okul haline dönüştürülmüş, bu amaçla bir camii, kütüphane, hamam, eczane, matbaa ve iyi donatılmış bir laboratuar ile basımevi de kurulmuştur.[15] Bina 1853 yılı başından itibaren; Kırım Savaşı nedeni ile müttefikimiz olan Fransız askerleri için, misafirhane ve hastane olarak ayrılınca Harp Okulu Taşkışla’ya taşınmıştır.
Muharebenin bitimine doğru bina bütün kıymetli kitap ve eşyalar ile birlikte yanıp kül olmuştur. Daha sonra Sultan Abdülaziz’in emriyle Harp Okulu’nun eski temeller üzerine inşasına başlanmış ve bir buçuk sene de inşaatı biten okul, o çağın gereksinimlerini karşılayacak şekilde iki katlı, iki iç avlulu, dikdörtgen plânlı Selimiye Kışlası’ndan beri uygulanan geleneksel kışla şemasına uygun olarak düzenlenmiştir. 1862 yılında okul nazırı Kirliva Mahmud Bey idaresinde Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane bu yeni binasına taşınmıştır. Bugün Kültür Sitesi olarak kullanılmaktadır. Bugün toplantı salonları için kullanılan yeşil ve kırmızı salonlar sultan geldiği zamanlar kullanılır, burada törenler düzenlenirmiş. Çeşitli ihtiyaçlar nedeni ile manej alanları, silâhhane, beden eğitimi salonu ve 1887 yılında da Sultan Abdülmecid tarafından Taamhane (yemekhane) yaptırılmıştır. Mekteb-i Harbiye Taamhanesi olarak yapılan bu yapının üst örtüsü yanlarda iki oval, ortada dairesel bir kubbeden oluşmuştur. Alt kat hizmet alanları, mutfak ve kiler olarak kullanıma sunulmuş, görkemli ön cephedeki kapı; genelde üst zabitanların girişi için, arka cephedeki simetrik kapı ise öğrenci girişi için kullanılmıştır. Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane’ye 13 Mart 1889 tarihinde Mustafa Kemal’in kaydı yapılmıştır. Erkan-ı Harbiye sınıflarında da öğrenim gören, 1904 yılında mezun olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sınıfı şu anda Atatürk Dershanesi olarak hizmete sunulan kısımdır. Kurtuluş savaşı yıllarında Padişahın isteğiyle kapatılan Mekteb-i Harbiye, ancak Lozan Antlaşması’ndan sonra açılan mektep, bu yıllar arasında Ankara’da Abidin Paşa Zabit Talimgâhı’nda eğitimini sürdürmüştür.
1936 yılında Mühendishane-i Berri-i Hümayun binasında bulunan Yedeksubay okulu bu yapıya taşınmıştır. 1841 yılında inşa edilerek, çeşitli askeri hizmetlerde kullanılan, Atatürk’ün de içinde okuduğu tarihi Harbiye Kışlası’nın, Askeri Müze ve Kültür Sitesine dönüştürülmesi, 1966 yılında kararlaştırılmıştır. Bu nedenle düzenlenen proje yarışmasını Prof. Dr. Nezih Eldem kazanmıştır. Yapı ikinci derece tarihi eser kapsamında olduğundan, ön blok hariç diğer bloklarda mevcut dış görünüş, kat yüksekliği ve çatı sistemi değiştirilmemiş, döşeme, çatı, tavan, pencere gibi kısımların yıkılarak yeniden inşaa edilmesi plânlanmış ve restorasyon çalışmalarına 1967 yılında başlanmıştır. Tarihi Harbiye Kışlası’nın Cumhuriyet Caddesi’ne bakan batı bloku ile kuzey blokunun inşaat ve restorasyonu 1992 yılı sonunda tamamlanmıştır. Kışlanın restorasyon sonrası plânlarını incelediğimizde; dikdörtgen plânlı yapının ortasında bir büyük avludan başka 4 tane de iç avlu görülmektedir. Orta bahçeyi çevreleyen koridor çevresinde sıralanmış odalar bulunmaktadır. Cumhuriyet Caddesi’ne bakan cephenin eski fotoğraflarla kıyaslandığında oldukça değiştiği görülmektedir. Bu cephenin orta aksında bulunan Cumhuriyet Caddesi’ne bakan çift taraflı merdivenle çıkılan ana giriş kaldırılmıştır. Bugünkü ana girişler yapının iki tarafında simetrik olarak yine çift kollu merdivenlerle ulaşılan kapılardır. Günümüzde yapı Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı olarak kullanılmaktadır.
12. Taşkışla (Mecidiye Kışlası)
Sultan Abdülmecid’in emriyle 1839 yılında Taşkışla’da bir tıp okulu yapılmaya başlanmıştır. Okul tamamlanmadan Übdülmecid ölünce bina yarım kalmıştır. Sultan Abdülaziz (1861-1876) tahta geçtiği zaman binayı kışla yapısına dönüştürerek tamamlatmış ve Sultan Abdülmecid’in adına izafeten Mecidiye Kışlası ismini verdirmiştir. Yapının okuldan kışlaya dönüştürülmesinde Hacı Isdepan Kalfa görevlendirilmiştir. Daha sonraları tahrip olan bina yıktırılarak Sarkıs Balian tarafından 1863-1864 yıllarında tekrar inşa ettirilmiştir. Kışlanın inşaatında Hacı Migirdich Kalfa yadrımcı mimar olarak çalışmıştır. l0 Temmuz l894 tarihindeki l0 şiddetindeki depremden büyük hasar gören yapı R.d’Aronco tarafından onarılmıştır.[16] Taskışla 70×40 m. boyutlarında bir orta avlu etrafında çevrelenen dikdörtgen plânli bir yapıdır. Yapının dört kösesinde cepheden dışa taşan çıkmalarla belirginleştirilmiş kuleler yer almaktadır.
Kışla ara bölümlerde iki katlı olmasına karşın kulelerde üç kata yükselmektedir. Giriş kısmı zemin katta 8 adet sütun üzerinde yükselmektedir. Katlar yatay silmelerle ayrılarak belirginleştirilmiştir. Kışla giriş aksında ve kulelerde kemerli pencerelerle diğer kısımlarda ise dikdörtgen formlu pencerelerle aydınlatılmaktadır. Dikdörtgen formlu pencerelerin üstünde; alt katta yatay alınlıklar, üst katta ise üçgen alınlıklar yer almaktadır. Geleneksel kışla şemasında oldugu gibi burada da orta avluyu çevreleyen koridorun etrafına dizilmiş odalar bulunmaktadır. Kulelerin orta kısmında Mekteb-i Harbiye’de olduğu gibi küçük avlular bulunmaktadır. İkinci Meşrutiyet bu kıslada ilân edilmiştir. Bu sırada Sultan Abdülhamid’e karşı olayları destekleyen alaylardan biri de bu kışlada kalıyordu. Ayaklanmalarda yaralanan askerler Hamidiye hastanesinde tedavi edilmiş ve nekahat dönemini kışlada geçirmişlerdir. Kışla 9 Mayıs 1914 yılında çıkan yangında büyük tahribata uğramış, Cumhuriyetin ilân edilmesinden sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Restore edilen yapı halen İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakülteleri olarak kullanılmaktadır.
13. Davutpaşa Kışlası
Kışla; İstanbul’un şehir surları dışında, Topkapı’dan Edirne’ye kadar uzanan eski kervan yolunun üzerinde, Davutpaşa Sahrası olarak adlandırılan mevkide Çırpıcı ve Haznedar derelerinin arasında denizden 70 metre yükseklikte bir tepenin doğu yamacındadır. Davutpaşa’da yerleşmenin başlangıcı Bizanslılar dönemine kadar inmektedir. Askeri amaçların dışında sayfiye yeri olarak da kullanılan bölgede Bizans İmparatorlarına ait bazı saraylar da bulunmaktadır. Bizanslılara ait Afamea Sarayı’nın, Davutpaşa Sarayı’nın olduğu yerde bulunduğu tahmin edilmektedir. Hammer’e göre Bizanslılar devrinde Hebdemon adı verilen bu bölgede askeri törenlerle birlikte saltanat değişimlerinde taç giyme törenleri de düzenlenmiştir. Ayrıca burayı da içine alan Cerrahpaşa ve Haseki’yi kapsayan bölgeye ise Kserofolos adı verilmişti. Bazı kaynaklar ise bu bölgenin adının Aretai (Erdemliler) olarak belirtmektedir. Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes (1067-1071) burada birçok köşk yaptırmış, İmparator I. Aleksios Komnenos (1081-1118) ise imparatorluğu ele geçirmek üzere İstanbul surları önüne geldiğinde karargâhını bu bölgede kurdurmuştur. Bizans döneminden günümüze, deniz ile Davutpaşa kapıları arasında uzanan bazı duvar kalıntıları ve bir burç kalıntısı ile su yolları ve sarnıçlar bulunmaktadır. Bu sarnıçlardan Davutpaşa Kışlası içinde kalan bölümüne çok yakın zamana kadar girilip sandallarla dolaşılabilmekteymiş. 1970’li yıllarda yapılan yol yapımı çalışmaları sırasında tonozlu bir yol, bir lahit ve 2 ve 3. yüzyıllara tarihlendirilen bazı şapeller bulunmuş ancak, çalışmaların engellenmemesi için iş sahiplerince yok edilmişlerdir. Sadece küçük bir şapelin apsidi üzerindeki Meryem Ana freski Ayasofya Müzesi’nde korunmaktadır.
İstanbul’un fethi ile Osmanlılar döneminde askeri açıdan önem kazanan bölgeye II. Bayezid’in (1481-1512) vezirlerinden Davud Paşa’nın (1482-1497) adına izafeten Davutpaşa denilmiştir. Doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Arnavutluk’tan devşirildiği ve Enderun-i Hümayun’da yetiştirildiği bilinen koca veya derviş lakaplarıyla anılan Davud Paşa uzun yıllar saray hizmetinde bulunduktan sonra saraydan ayrılmıştır. Fatih Sultan Mehmet tahta geçtiği zaman Davud Paşa Anadolu Beylerbeyiliğine atanmıştır. l499 yılında Dimetoka’da vefat eden Davud Paşa’nın cenazesi İstanbul’a getirilerek Davutpaşa Semtindeki Davutpaşa Camii’inin yakınındaki türbesine gömülmüştür. İstanbul’un fethi sırasında^ 12.000 kişilik Yeniçeri ve 4000 kişilik Sipahi ordusu Davutpaşa Sahrası’nda konaklamış olup ayrıca Fatih Sultan Mehmed’in otağı da burada kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda da Davutpaşa Sahrası askeri açıdan önemini korumuş olup, ordunun Rumeli’ye düzenlenen seferlerinde ilk konaklama yeri olmuştur. Rumeli tarafına yapılacak seferlerde daha önceden belirlenen günde ordu, Davutpaşa Sahrası’na gelir ve burada Padişaha ait Otağ-ı Hümayun ile birlikte diğer çadırlarda kurulurdu. Padişah Otağı’nın Davutpaşa Sahrası’na getirilmesi merasimle olurdu. Merasim alayı önce Topkapı Sarayı’ndan Babüssaade önündeki Padişaha ait iki adet tuğu alır, sonra Beyazıt’a gelinerek Mehter Bölüğünde bulunan Otağ-ı Hümayun merasimle alınarak develere yüklenir ve Davutpaşa Sahrası’na götürülürdü.[17] Sahrada her zaman ki yerine kurulan Otağ-ı Hümayun’un önüne tuğlar dikilirdi. Padişah veya Sadrazam sefere katılacaklarsa, ordu ile birlikte sefere gidecek olan Sancağ-ı Şerif’de merasimle çıkarılırdı. Merasim günü Hırka-i Şerif Dairesi’nde Padişah tarafından Sadrazam’a teslim edilen Sancağ-ı Şerif, Davutpaşa Sahrası’na götürülür ve Sancak Çadırı’nda veya Sancak Köşkü’nde muhafaza edilirdi. Müneccim veya müneccim başı tarafından uğurlu bir saat tayin edilir, Padişaha arz olunduktan sonra onun da kabul etmesi üzerine kararlaştırılan günde hareket edilirdi. Padişah sefere katılmıyorsa hareket günü Sancağ-ı Şerifi Sadrazama teslim eder ve orduyu uğurlardı. Ordunun seferden gelişinde Otağ-ı Hümayun ve diğer çadırlar tekrar kurulur, tuğlar dikilirdi. Padişah, Sadrazamı çadırın önünde karşılar ve ondan Sancağ-ı Şerifi alırdı. Daha sonra da Sadrazamı Otağ-ı Hümayun binasında kabul ederek hediyeler verirdi.
Davutpaşa Kışlası’nda bugün daha iyi durumda bulunması ve henüz birçok binası ayakta olduğu için diğer binaları da kapsayacak şekilde inceleyeceğiz; Mehmet Paşa Köşkü; Davutpaşa Kışlası sınırları içinde bulunan en eski yapıdır. Bazı kaynaklarda yapıdan Sancak Köşkü olarak da bahsedilmektedir. Başbakanlık Arşivi Baş Muhasebe Kalemi Defterlerinden 15905 numaralı ve 1747 defter ve Cevdet Tasnifi Saray 8020 numaralı 1737 vesikada da Mehmet Paşa Köşkü ismi geçmektedir. Mehmet Paşa Köşkü’nün yapım tarihi ve tarihte hangi Mehmet Paşa’nın adına izafeten yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Helenistik dönem yapısı görüntüsünde olan bu yapının onarımı ile ilgili belgelerin tarihlerine (1737 ve 1747) bakarak 1737 yılından önceki bir tarihte yapıldığını söyleyebiliriz. Kuzeyden güneye doğru eğimli bir arazi üzerinde ve kuzey cephesi yol tarafında olan yapının günümüzde diğer üç tarafı bahçe ile çevrilidir.
Ancak Cevdet Saray Tasnifi 8020 numaralı vesikaya göre köşkün güney cephesinde mermer bir havuzun varlığından bahsedilmektedir. Yapı 19.00×12.70 metre boyutlarında inşa edilmiş olup üç cephesi 6 metre genişliğinde bir revak ile çevrelenmektedir. Revakın çevresinin ahşap (meşe) direklerle çevrili olduğunu Cevdet Saray Tasnifi 8020 numaralı vesikadan öğreniyoruz. Cephelerde gözlemlenen pencere gruplanmaları iç mekandaki düzenlemeleri dışa yansıtmaktadır. Çünkü aynı mekana açılan pencereler aralarındaki küçük doluluklarla gruplanmış gibi görülürler. Farklı mekanlar arasındaki doluluk oranı ise diğerlerinin 2 katıdır. Hadikatül-cevami’den araziye adını veren Davud Paşa’nın burada, padişah orduyu uğurlamaya ya da karşılamaya geldiği zamanlar kalabilmesi için bir köşk yaptırdığını öğreniyoruz.
Hakkında çok fazla bilgi bulunamayan bu kasır 1509 yılında İstanbul’daki büyük depremde yıkılmış olabilir. Daha sonraları ise sürekli bir askeri isyan korkusuyla yaşayan Valide Sultan, 1597 tarihinde bu kasrı yaptırmıştır. Bu tarihlerde hassa mimar olan Dalgıç Ahmet Ağa kasrın mimarı olarak kabul edilmektedir. Eldem Sultan III. Mehmed’in Eğri seferi dönüşünde henüz tam bitmemiş olan bu kasıra geldiğini yazar. Daha sonraları Sultan I. Ahmed bu kasra bir çeşme yaptırmış ve üstüne; Yaptırıp bu çeşmeyi bunda saadetle bu dem/Eyleye daim safalar devlet ile kâmuran Canı ben terk etmeyince bulmadım canana yol/Tek-i ser ettim bu yolda ta bulam masuda yol/Aşkı hakkı bulmadı şol dünyada kim/Bulmadı umman-ı aşk içre bugün sahile yol/Râb-ı doğrudan çıkanlar bulmadı herkez necat/Akil isen gözle şer’i bulasın mevlaya yol/Sırrı Ahmet’ten eğer var ise gönlünde eser/Hâsıl-ı maksuda erer hem bulur maksuda yol/Akıl isen gûş kıl sen bahtının güftarına/Akıl isen gûş kıl sen bulasın mevlaya yol, yazdırmıştır. Kasır en muhteşem günlerini Avcı Mehmed de denilen Sultan IV. Mehmed zamanında yaşamıştır. Ava çok düşkün olan bu padişah bu köşkte kalır ve etrafındaki geniş ormanlık arazide avlanırdı. Sultan IV. Mehmed zamanında bu köşk için çiniler ısmarlanmıştı.[18] Sultan I. Mahmud zamanında Davutpaşa Kasrı has oda 1737 tarihinde tamir ettirilmiştir. Otağ-ı Hümayun l849 tarihinden sonra uzunca bir müddet kullanılmamış ve yapı askeri cephanelik olarak kullanılmıştır. Yapının Abdülmecid döneminde 1850 yılında tekrar döşendiğini Cevdet Askeri 12998 numaralı vesikadan öğreniyoruz. Otağ-ı Hümayun kışla binasının güneydoğusunda yer almaktadır. Özenle işlenmiş kesme taştan inşa edilen bu yapı iki katlıdır. Yapının her iki katıda aynı plan şemasında düzenlenmiştir. Yapının günümüzde herhangi bir eki bulunmamaktadır. Oysa tarihi belgelerin çoğunda padişah hamamından bahsedilmektedir. Kasır çevresinde bir kazı çalışması yapıldığı takdirde büyük olasılıkla hamam kalıntılarına rastlanacaktır. Yapıda merdivenlerin alt kata uzanan kolu ile ana salonun kapısının, üst katta ise merdivenin üst kata ulaşan kolunun tam karşısında büyük salonun bulunması iyi çözülmüş bir planlamayı göstermektedir. Zemin kata karşılıklı iki cepheden aynalı tonozla kapatılmış olan revaklardan girilir. İki cephe arasında uzanan 3.1 metre genişliğinde 10.95 metre uzunluğundaki koridor ana ve tali mekanları bölmektedir. Koridorun sağ tarafında 1.30 metre genişliğinde bir kapı ile girilen 10.85×10.32 metre boyutlarında kare formlu ana salon bulunur. İki tarafından dikdörtgen formlu 4’er pencereyle aydınlatılan bu salonda pencere aralarında duvar nişleri vardır. Bu duvar nişlerinden bir tanesinde yaklaşık 15 cm. boyunda çini görülmüştür.
Yapılan incelemelerde yapının başka hiçbir yerinde çini bulunamamıştır. Yapının farklı kullanımları sırasında söküldükleri tahmin edilmektedir. Duvarlardaki sıvalar kaldırılırsa altından çiniler çıkabilir. Bu salonda Sultan I. Ahmed’in yaptırdığı çeşme de bulunmaktadır. Salonun üstü çapraz tonozla örtülüdür. Tonoz karşılıklı olarak Türk motifleri ile işlenmiştir. Ancak yapıdaki harabiyet ve tonoz süslemesindeki yenilik nedeniyle süslemenin özgün olmadığı düşünülmektedir. Dıştan azametli bir görünüşe sahip olan binanın içindeki planlama cephelere büyük ölçüde aksettirilmektedir. Yapının ana bölümü olan büyük salonların bulunduğu kısım üç cephe boyunca iki kat arasındaki bir silme ile bölünmüştür. Dış duvarlardaki kesme Bakırköy taşı çok düzenli işlenmiş olup, taş aralarındaki derzler 1-2 mm. kadardır. Kasrın giriş kısımlarında mermer sütunlar ile sütunların üzerindeki baklavalı sütun başlığı sivri bir kemerle üst kat terası taşımaktadır. Kapı ve pencere sövelerindeki mermerler yapı ile uyum içindedir. Her katta iki sıra halinde planlanan pencereler cephede eşit aralıklarla ve düzenli bir şekilde yerleştirilmişlerdir. İç mekanda dikdörtgen olarak gördüğümüz form dış mekanda alt pencerelerde basık kemer olarak cepheye yansır. Üst pencereler sivri kemerli olup kemerleri muntazam örülmüştür.
Davutpaşa Kışla binası, Yeniçerilerin lağvedilmesinden sonra kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye askerlerinin barınmaları için yaptırılmıştır. Sultan II. Mahmud döneminde 1826 tarihinde yapımına başlanan kışla 29 Şaban 1242 (28 Mart 1827) tarihinde tamamlanmıştır.[19] 16335 numaralı ve H. 1243 (M. 1827) tarihli Baş Muhasebe Kalemi Defterinde Asakir-i Mansure-i Muhammediye Kışlası’nın keşfi ve inşaası için yapılan masraflar ilk maddede çıkarılmıştır ancak hemen arkasındaki maddelerde kışlanın çeşitli bölümlerinin ciddi bir tamirata ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Kışla binası geleneksel kışla plan tipinde, orta avlulu ”U’’ şeklinde inşaa edilmiştir. Orta avluyu kucaklayan bir koridor ve koridorun tek tarafına dizilen hem de görünüş açısından özellikle vurgulanmıştır.
Davutpaşa Kışla binasında köşelerden başka ana giriş bölümü olan, padişahın ikameti için ayrılan ve yapının orta aksında bulunan bölüm öne doğru çekilerek vurgulanmıştır. Yapı duvarları her iki katta da metal kenetlerle birbirine bağlanarak sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle merdiven kısımlarında ve koridorlarda duvar dışından geçen bu kenetler görülebilmektedir. Davutpaşa Kışla binası, zemin katta tek katlı olan hamamla birlikte planlandığından, üst kattan daha uzundur. Yapıda üçlü modül sistemi uygulanmış genelde her üç pencere farklı bir mekana açılmıştır. Yine her üç modülde bir taşıyıcı duvarlar bulunmaktadır. Hünkar dairesi olarak planlanan yapı ana giriş aksı iki aşamalı olarak öne çekilerek vurgulanmıştır. Ayrıca kapı ve pencere düzenindeki farklılıkta bu vurgulamaya yardımcı olmaktadır. Düzenli kesme taşların kullanıldığı bu cephe planlamadaki önemini cepheye yansıtmaktadır. Alt katta yarım daire kemerli geniş kapıların üstünde yine yarım daire kemerli pencereler bulunmaktadır.
Cephede gözlemlenen pencere gruplanmaları iç mekandaki üçlü modül sistemini dış mekana yansıtmaktadır. Yapının dört köşesindeki bölümler cephede oynamalar ve taş duvar örgüsü ile ön plana çıkarılmışlardır. Bazı kışlalarda gördüğümüz köşelerdeki kule vurgulaması yapılmaya çalışılmıştır. Yapının çatısı kırma çatı olarak düzenlenmiş olup, kiremit ile örtülüdür. Kışlanın kuzeyden batıya doğru uzanan kısmında, kışlaya bitişik olarak tek katlı olarak inşa edilmiştir. Üstü tonoz ile kapalı olup, duvarlarda pencereleri bulunmamaktadır.
Bu bölümden iki ayrı açıklıktan birincisi ile tuvalet bölmesine, diğeri ile esas hamam kısmına girilir. Soğukluk bölümünden geçilen diğer kapıdan ise hamama girilir. 90 cm. genişliğindeki hamam kapısı yan taraflardaki sövelere oyulan oyuklar içinde kapı menteşelerinin dönmesiyle açılır, kapanır. Bu kısmı çepeçevre dolaşan l0 cm. yüksekte bir mermer seki, bunun üzerinde de 12 adet mermer kurna bulunur. Mekanın orta kısmında 35 cm. yüksekliğindeki mermer altıgen forma göbektaşı denir. Buraya terlemek için oturulur veya yatılır. Bu bölümün üstü pandantifler üstünde yükselen kubbe ile örtülüdür. Kubbede tepe penceresi de denilen küçük müdevver pencereler bulunur.
Davutpaşa Sahrası’nın güneydoğu sınırında yola cepheli olarak inşa edilen fırın, ön cephede bulunan kitabesinden anlaşılacağı gibi Sultan Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır. H. 1240 tarihli 31016 numaralı Hatt-ı Hümayun’da fırının açılması için müsaade istenmekte ve fırınlarda pişirilen yemekler için gerekli erzak belirtilmektedir. Bu belgeye göre pişirilen yiyecekler için erzak istendiğine aynı zamanda da fırının açılması için dilekçe verildiğine göre yapının bir kısmının tamirat ya da farklı bir nedenle kullanıma açılmadığı düşünülmektedir. Fırın 2 tam, 1 galeri olmak üzere üç katlı olarak inşaa edilmiştir. İki kattan oluşan bir ana yapı ve ona bitişik tek katlı iki koldan oluşan fırın binası ‘’U’’ plânlı ve 40.65×32.50 m. boyutlarında bir yapıdır. Yapının ikisi iç avludan, ikisi ön cepheden olmak üzere dört adet giriş kapısı bulunmaktadır.
Yüksek Mimar, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 178-189