Kırım Hanlığı, Altınordu Devleti’nin dağılması sonucu onun parçalarından birisi olarak XV. yüzyıl başlarında Hacı Giray tarafından kurulmuştur. Mengli Giray’ın hanlığı zamanında ve onun müracaatıyla, Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Devleti’ne metbu bir hanlık haline gelmiştir. Siyasî, sosyal ve jeopolitik özellikleri dolayısıyla da Osmanlı idari teşkilatına bağlı bir eyalet statüsüyle Hacı Giray’ın soyundan gelenler tarafından Rus ilhakına kadar geçen dönemde Hanlık ile idare edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne tâbi’ olma Kırım’a siyasî, askerî ve sosyal güç katmıştır. Özellikle, Altınordu Devleti’nin dağılması ile bağımsız bir devlet olarak günden güne büyüyen, Kazan ve Astrahan hanlıklarını yok edecek düzeyde gelişen Rusya gibi bir devlete karşı, uluslararası siyaseti yönlendiren ve ağırlığını her cihetten hissettiren Osmanlı Devleti gibi bir gücü arkasına almıştır.
Osmanlılar için de Kırım’ın elde edilmesi çok önemlidir. Karadeniz’in bir “Osmanlı gölü” haline gelmesiyle beraber, kuzeyde güvenliği sağlayan ve savaşçılık yetenekleri muntazam olduğundan kendi adlarına o bölgedeki “ilerlemeleri” yürütecek Kırım gibi bir gücü elde etmişlerdir. Hedefleri Baltık, Karadeniz ve Hazar denizi istikametlerinde ilerlemek olan Ruslar, Osmanlı Devleti ile doğrudan mücadele etmeyi göze alamayınca nasıl Kazakları kullandıysa, Rusya’yı kendilerini tehdit edebilecek düzeyde bir engel olarak görmeyen Osmanlı Devleti de “kuzeyde beliren tehlikeye” karşı mücadeleyi Kırım hanlığı vasıtasıyla yürütmeyi yeğlemiştir.
XVII. yüzyılda Rusya destekli kazakların Sinop, İstanbul, Ahyolı ve Yeniköy’e kadar sokulup buraları yağmalamaları ve hatta 1637’de kısa bir müddet de olsa Kırım yarımadasında bir iç deniz olarak kabul edilen Azak Kalesi’ni ele geçirmeleri Rusların artık Osmanlı Devleti için bir tehlike olmaya başladığını, bu nedenle de Kırım için bu tarihlerden itibaren önceki asırlardan daha da çetin bir döneme girildiğini göstermekteydi. Kuruluşundan itibaren Kırım Hanlığı muntazam aralıklarla Rusya içlerine akınlar düzenlemekteydi. Osmanlıların siyasî desteğini de alan Kırım akınları Ruslarda telafisi güç ekonomik, askerî ve sosyal izler bırakıyordu. Bu akınlar Rusların gücünü kırmaya matuf olaylar olarak değerlendirilse bile, Kırımlılar için ekonomik kazançları da beraberinde getiriyordu. Üretime dayalı bir ekonomisi olmayan Kırım hanlığında Rusya’ya yapılan bu akınların iktisadî hayatta kayda değer bir önemi vardı. Rusların bu yüzyılın sonuna doğru birtakım askerî faaliyetler ile varlıklarını hissettirmeleri Kırımlıları yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Kırım’ın, Karadeniz’in kenarında olması yanında, Kafkasya’ya ilerleyen yol üzerinde bulunması Ruslar için ayrı bir önem arz etmekteydi. Osmanlılar bu tehlikenin farkına XVIII. yüzyılın sonuna doğru ancak varmışlardır.[1]
Ruslar, batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı oluşturdukları “mukaddes ittifak”a girdikten sonra 1689 yılında Kırım ve Kefe üzerine saldırıya geçmiş, fakat Kırımlıların karşı koymalarıyla geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Ruslar ile imzalanan İstanbul Antlaşması Kırım’da ekonomik ve siyasî etkiler bırakan maddeler içermekteydi. Buna göre bu zamana kadar Rusların her yıl Kırımlılara verdiği vergiler kaldırılırken, önemli ekonomik kazançlar sağlayan Rusya içlerine Kırım akınları yasaklanıyordu. Daha da önemlisi Kırım’ın girişi olarak kabul edilen Azak Kalesi Rusların eline geçiyordu.[2] Bu kale her ne kadar Prut Savaşı sonucu tekrar geri alındıysa da XVIII. yüzyılın başından itibaren olan gelişmeler Kırım’da farklı bir dönemin açılmasına sebep oldu. Dış politikalarının önemli bir ayağını Osmanlı genelinde Kırım üzerine odaklayan Ruslar 1736 yılında, ileride iktidarının ilk yıllarında II. Katerina’nın danışmanlığını da yapacak olan Alman asıllı General Münnich komutasında Kırım’ı işgal amacıyla Bahçesaray’a kadar sokuldularsa da Osmanlı ve Kırım kuvvetlerinin karşı koymaları ile geri çekilmek zorunda kaldılar.[3]
Ruslar, Kırım’ı savaş yoluyla alamayacaklarını anlayınca dahilî birtakım gâileler çıkarmak suretiyle hanlığı içten zayıflatmak ve Osmanlı Devleti’nin de zayıf bir anında burayı almayı tasarlıyorlardı. Bu amaçla 1740 yılında Kırım ile ilişkileri düzenlemek üzere Kiyef’e bir vali tayin ederlerken, 1741 yılında ilk ataması yapılan fakat Kırımlılar tarafından kabul edilmeyen Nikiforov’u 1763 yılında Kırım’a tekrar konsolos atadılar. Tayin edilen konsolos Kırım’ın sosyal, politik ve ekonomik durumunu, adanın topografik ve stratejik şartlarını, askerî teşkilatını, demografik yapısını, halkın ve Kırım yönetici elitinin örf ve âdetleri gibi özelliklerini muntazaman Rusya’ya bildirmiştir.[4]
Kırımlılar da zaten eski cengaverliklerini kaybetmişlerdi. Ahmed Resmi’nin ifadesiyle Rusya üzerinde sürekli akın ve çapul yapan Tatarların yerine şimdi “talkan ve boza yerine berş ve afyon ile çay ve kahve içmeye alışıp tembel ve tiryaki” bir topluluk vardı.[5] Osmanlılar, Tatarların eskisi gibi Ruslar karşısında dayanıklılık gösterememeleri sebebiyle Kırım ve Kefe seraskeri ünvanıyla bir vezirin Kefe’de ikamet etmesi lüzumunu hissetmişler ve Kırım Hanlığı’nın merkezini Bahçesaray’dan muhtemel Rus hücumu karşısında jeostratejik öneme sahip Bender yakınlarındaki Kavşan’a nakletmişlerdi.[6] Kırımlıların sosyal ve siyasî bünyelerinin eskisine göre zayıflamasını fırsat bilen Ruslar, Kırım’daki kabileler arasına nifaklar sokmaya ve onları kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Hatta hanları bile Osmanlılardan gelen emirlere riayet etmemeleri konusunda iknaya çalıştılar.
Kırım içindeki propagandaları sonucu kendilerine yeterince taraf bulduklarına inanan Ruslar 1769 yılında Bucak ve Yedisan Nogayları ile dostluk ve ittifak anlaşması imzaladılar. Zira, 1768 yılında Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etmişti. 15 Temmuz 1770’te de Rus devlet şûrası, Han’ın otoritesi altında Kırım’ın bağımsızlığını tanıyan bir karar aldı. Ruslar, savaşın cereyan ettiği bu ortamda Kırım yönetici ve elit halk tabakası üzerinde Kırım’ın Osmanlılardan ayrı, bağımsız bir devlet olarak kalmasını ve kendisinin bunun destekçisi olduğunu propagandasını yapmaya başladı. Bu sözler Kırım yöneticileri üzerinde etkili oluyordu. Asırlardır Osmanlı himayesinde yaşayan Kırımlılar için hiçbir siyasî gücün etkisi ve zorlaması altına girmeden devletlerini yönetmek güzel bir şey olarak görülüyordu. Fakat Rusların iltifatları ve yumuşak sözleri onların kalplerini o kadar etkilemişti ki ister istemez Rusya tarafına meylediyorlar ve tarihî düşmanları Rusların artık kuvvetli olduğunu, kendilerini kandırdığını ve Kırım’ı işgal edeceğini düşünemiyorlardı.
Artık 1770 yılına gelindiğinde Kırım’da Osmanlı’ya bağlı bir halk tabakası olmakla beraber, Rusya hayranı bey ve mirzalardan oluşan elit bir kesim vardı. Rusların 1770’de Kırım’a ilk saldırısında Kırımlılar serasker İbrahim Paşa’ya gereken yardımı göstermemişler, hatta Tatarlardan bazıları el altından Ruslara istihbarî bilgiler ulaştırmıştır.[7] Bu nedenle Rusya taraftarı olarak bilinen Kaplan Giray azledilerek yerine III. Selim Giray hanlığa getirildi. Ruslar 1771 Temmuzu’nda Tatarların da yardımıyla Prens Dolgorukiy komutasında Kırım’ı tamamen işgal etti.[8] Kırım Hanı III. Selim Giray kaçarak İstanbul’a gelince, onun yerine Osmanlı devleti Maksud Giray’ı han olarak tayin etti.[9] Lakin Rusların kuvvetli telkinleri ile Osmanlıların sözlerini dinlemeyen mirzalar bağımsızlık hülyalarına kapılmanın bir sonucu olarak bu tayini tanımayarak Sahib Giray’ı han olarak seçtiler.[10]
1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması görüşmelerine başlandığında Kırım üç yıldır Rusların işgali altında bulunuyordu. Bu nedenle gerek savaş boyu yapılan Yergöğü ve Bükreş görüşmelerinde ve gerekse iki gün cereyan eden Küçük Kaynarca Antlaşması müzakerelerinde en çok tartışılan maddelerden birisi de Kırım meselesidir. 21 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan antlaşmanın üçüncü maddesine göre Kırım’a bağımsızlık verilirken, Kırımlılar Hanlarını kendileri seçecekler, yalnız dinî yönden Kırım, Osmanlılara bağlı olacaktı.[11]
Antlaşmayla beraber üç yıldır fiilen Rus işgali altında olan Kırım artık müstakil bir devlet oluyordu. Osmanlı Devleti, savaştan mağlup çıkan bir devlet olarak, Rus işgali altına düşmektense bağımsız bir Kırım’ı daha yeğ görüyordu. Gerek Osmanlı yöneticileri ve gerekse halk, Kırım’ı kaybetmeyi kesinlikle kabullenemiyorlardı.
Kırım, üç asırdır Osmanlı Devleti’nin bir parçası olmanın yanında aynı dine mensup bir coğrafya olarak jeopolitik öneme de sahip bulunuyordu. Buranın bağımsız olmasıyla beraber üç asırdır “Türk gölü” olma özeliğini yitiren Karadeniz, bu vasfını kaybediyor, Rusya’nın müdahalesine açık hale geliyor ve hatta daha sonraki gelişmeler de dikkate alındığında Rusların ağırlığının daha çok hissedildiği bir statüye kavuşuyordu. İşgale kadar Osmanlı Devleti’nin kuzeyindeki tehlike ve gelişmelere karşı önemli bir kalkan vazifesi gören unsur artık yok oluyor, tehlike doğrudan payitaht merkezinin kapısını çalıyordu. Osmanlı yöneticilerindeki genel kanı, Kırım’ın elden çıkarılmasının geçici bir durum olduğu, ekonomik ve askerî birtakım düzenlemelerden sonra bu Müslüman coğrafyanın tekrar kazanılacağı yönündeydi.
Rusya için durum memnuniyet vericiydi. Kırım ve Rusya’nın tarih sahnesine çıkmasından sonra başlayan mücadele Rusların galibiyeti ile sonuçlanıyordu. Üç asırdır devam eden Rus baskısının başarıyla sonuçlanmasının sebebi, Rusya’nın dünyadaki askerî ve teknolojik gelişmeleri takip etmesinden başka, Osmanlı Devleti’nin askerî ve ekonomik durumunun önceki asırlara göre zaafiyet göstermesi ve Rusya’nın farkına vardığı gelişmeleri idrak edememesidir. Daha savaşın başlarında Kırım’ın kaybedilmesinin sebebi, Osmanlıların askerî başarısızlığı olarak kabul edilse bile, diğer büyük amil, Rusların plânlı ve programlı propagandasına kanarak Osmanlı askerine yardım etmeyen, ona zorluk çıkaran, onu engelleyen fakat buna rağmen Rus askerlerine istihbarî bilgiler dahil her türlü kolaylığı gösteren ve onlara yardım eden Kırımlı bey ve mirzalardır. Bu nedenle Kırım’ın işgali ve imzalanan antlaşma ile hukuken Osmanlılara kabul ettirilen Kırım’ın bağımsızlığı, Kırım’ı almayı dış politikasının bir unsuru olarak gören Rusya için plânlarının bir parçasıydı. Yani Rusya için işgal ve bağımsızlık statüsünün sağlanması Kırım’ın ilhakine giden yolun önemli adımlarıydı. Kırım’ın, bağımsız bir devlet haline gelmesi, o zamana kadar dinî, tarihî ve kültürel bağlarla Osmanlı Devlet ve toplumuna bağlı olan Tatarlar arasında hoşnutsuzluğa sebep oldu. Bu havanın oluşumunda, Rusların işgal öncesi propagandanın aksine üç yıllık dönemdeki farklı davranışları ve gerçek emellerinin halk ve bir kısım bey ve mirzalar tarafından anlaşılması önemli rol oynuyordu. Kırımlılar, Osmanlı Devleti’nin himayesi olmadan ayakta durmanın mümkün olmadığını anlamışlardı. Bu maksatla daha önce aralarında Han seçtikleri Sahib Giray’a baskı yaparak, bağımsızlıktan vazgeçilmesini, hanların eskiden olduğu gibi Osmanlı Devleti tarafından tayin edilmesini ve padişaha gönderilecek heyet ile teşrifat ve menşur istenmesini teklif ettiler. Bu doğrultuda İstanbul’a giden heyetin tekliflerinin kabulünün, antlaşma gereği mümkün olmadığı öne sürülmekle beraber, “umur-ı mezhebiyelirinin Osmanlı padişahı tarafından görülmesi” maddesinden istifade ile hutbede padişahın adının zikredilmesi, sikkenin halifenin adıyla kesilmesi ve Kırım kadılarına mürasele yollanması benimsendi.
Diğer taraftan Ruslar, Kırımlılar ile Osmanlılar arasında cereyan eden bu gelişmeleri uzaktan izliyorlardı. Osmanlı yöneticilerinin, heyetin isteklerinin bir kısmını kabul ederken Rusların da görüşlerini almışlardı. Rusların olaylara olumsuz bir yorum getirmemesinin sebebi, gelişmelerin ileride kendileri için bir dayanak olacağını düşünmelerinden kaynaklanıyordu.
Sahib Giray’ın hanlığına günün şartları gereği rıza gösterirken, esas amaçları Petersburg’daki imparatoriçe sarayında birkaç yıl kalarak Rus örf ve âdetlerine göre yetişen Şahin Giray’ı uygun zamanda hanlığa taşımaktı. Kaldı ki, Kırım’daki siyasî havanın istenilen şekilde yönlendirilmesi Rusların elindeydi. Kırımlılar, geri dönen heyetten bağımsızlığın kaldırılmadığını, Yenikale, Kerç ve Kırım’ın bazı yerlerinin hâlâ Ruslarda olduğunu öğrenince Sahib Giray’ın aleyhine propagandaya başladılar.[12] Sahib Giray’ın Rusya’dan da desteği yoktu. Kırım’daki Rus temsilci Vesilitskii’nin tevkifi bunun bir kanıtıydı. Kırım halkının, Abaza, Çerkesler ve eski Kırım seraskeri Canikli Ali Paşanın desteğini alan Devlet Giray da el altından Sahib Giray’ı tahtından atmak için mücadele veriyordu. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Sahib Giray, Nisan 1775’te Kırım’ı terk ederek İstanbul’a geldi. Devlet Giray yeni Kırım hanı oldu.[13]
Devlet Giray, bağımsızlığı kaldırmak, Yenikale ve Kerç’ten Rusları kovmak gibi birtakım propagandalar ile hanlık makamına gelmişse de bunu başarması mümkün değildi. Çünkü Osmanlı Devleti ekonomik ve askeri birtakım sıkıntılarından başka dış ilişkilerinde gelişen değişik olaylar nedeniyle Kırım meselesine el atacak durumda değildi. Daha önce gelen heyetin taleplerinin aynısını dillendiren isteklerle gelen yeni Kırım heyeti bu maksatla Osmanlı yöneticilerini hayli sıkıntılara soktu.[14] Çünkü Osmanlılar isteklerin reddi halinde Kırımlıların kendilerinden yüz çevireceklerinden çekiniyorlardı. Ruslar el altından da Nogayların başına getirdikleri Şahin Giray lehine bir ortam yaratmaya çalışıyordu. Rusların faaliyetleri sonucu 1776 yılından sonra Kırım’daki siyasî hava Devlet Giray aleyhine değişmeye başladı.
Kısa zamanda halktan bir kısmı, Şirin ve Mansur aşiretleri Şahin Giray tarafına geçtiler. Ruslar, Şahin Giray etrafında geniş bir kitle oluşturmak için aşiretler arasında bol miktarda para da dağıtıyordu. Devlet Giray tahtı sağlama almak için Osmanlı Devleti’nin hanlığın veraset yoluyla intikal etmesini kabul etmesini istedi. Antlaşma gereği Osmanlı yöneticilerin böyle bir isteğe olumlu ya da olumsuz cevap vermesi mümkün değildi. Onun bu isteği Kırım meclisi ve aşiretlerinin de kendisinden soğumasına sebep oldu.[15] Osmanlıların İran işiyle meşgul olmalarını da fırsat bilen Ruslar stratejik öneme sahip Or Kapısı’na çok sayıda asker yığarak Şahin Giray’a manevî destek verdiler.[16] Rusya bunları yaparken Osmanlı Devleti’ni de Kırım’ın iç işlerine karışmakla suçluyordu. Devlet Giray, vaki müracaatlarıyla Osmanlı Devleti’nden yardım alamaması üzerine ve Rusların aleyhte propagandası ile Kırım’daki desteğini de kaybedince Mart 1777’de hanlığı terk ederek İstanbul’a gitti.[17]
Şahin Giray’ın Kırım Hanlığı’na Rusların desteğiyle getirilmesinin ne anlama geldiği Osmanlı yöneticilerince de çok iyi biliniyordu. Haber İstanbul’a ulaştığında padişah I. Abdülhamid’in “Şahin bir alet-i mülahazadır. Rusların meramı Kırım’ı zabteylemektir” mealindeki tepkisi bunu göstermektedir. Yeni Han ilk iş olarak hanlığına meşrûiyet kazandırmak çerçevesinde diğer hanların yaptığı gibi kendisinin halkın reyi ile Han seçildiğini bildirmek ve teşrifat istemek üzere bir heyeti İstanbul’a gönderdi. Kırımlıların ekserisi onun Han seçilme şeklini tasvip etmediklerinden ancak silah zoruyla mahzarları imzalamışlardı. İçlerinde bir de Rus görevli bulunan heyet gözetim altında tutulmak için Rodos’a sürülürken Rus müdahalesiyle ortaya çıkan bu yeni durum İstanbul’daki Rus elçisi ile müzakere edildi. Ruslar, Şahin Giray’ı iktidara taşımak için yaptıkları müdahalenin antlaşmaya aykırı olmadığını iddia ediyor ve halkın davetiyle Kırım’a girdiklerini söylüyorlardı. Şahin Giray’ın hanlığı kabul edilmeden Kırım’dan askerlerini çekmeyeceklerini söylüyorlardı. Görüşmeler bu noktada tıkandı. Kırım için, İstanbul’da bu müzakereler olurken Şahin Giray ise iktidarını kalıcı kılabilmek için idarî, askerî, iktisadî birtakım reformlar yapıyordu.[18]
Şahin Giray’ın reformları halk tarafından destek bulmadı. Toprak reformu ulemanın büyük tepkisini çekerken, askerin kılık kıyafetini Rus askerî usüllerine göre değiştirmesi ifkâr-ı umûmiyeyi kızdırdı. Onun yemek yeme adabı, içkiye düşkünlüğü ve yaşam şekli aşırı tepki görüyordu. Halkın nazarında o “dinsiz”, “batı hayranı bir züppe” ve “Osmanlı kanına susamış bir köpek” olarak tanınıyordu.[19] Bey ve mirzalardan vergi alması, onların da etrafından uzaklaşmasına sebep oldu. Şahin Giray, Kırımlıların er ya da geç etrafından uzaklaşacağını bildiği için kendisine destek sağlayacak bir kitleyi bulmakta gecikmedi. Bu kitle 1768-74 savaşı yıllarında Mora’dan getirilip Kırım’a yerleştirilen “Arnavutlar” olarak tabir edilen Moralılardı. Özellikle Rusların da desteğiyle bunların kısa zamanda iktisadî hayatta etkin rol üstlenmesi için tüm gayretler gösteriliyordu. Kırım’ın bu yeni sakinleri Şahin Giraya reformlarında destek veriyor, bir nevi onu hayata geçirmede öncü rolü oynuyorlardı.
Ruslar, Şahin Giray’ı iktidara taşıyan güç olmakla beraber, Kırım’da düzenli bir hayat olmasını da istemiyorlardı. Kendilerinin Kırım’a yerleşme konusundaki geleceklerini, buradaki iç kargaşa ve düzensizliğin artmasına bağlıyorlardı. Bu maksatla Şahin Giray’ı reformlar konusunda desteklerken el altından ajanları vasıtasıyla halkı ona karşı tahrik ediyorlardı. Diğer yandan da Hıristiyan “Arnavutlar” ile yerli halk arasında düşmanlık havası estirmeye başlamışlardı. İstanbul’da Rus elçisi ile müzakereler yapılırken, 14 Ekim 1777’de Kırım’da olaylar patladı. İlk önce, Hıristiyan “Arnavutlar” ile halk arasında patlak veren olaylar daha sonra Şahin Giray’ın icraatlarına umumî bir ayaklanma şekline dönüştü. Kısa zamanda Kırım halkı, Nogaylar, Kabartay’da bulunan Çerkesler, Abazalar ve Dağıstanlılar Ruslara ve Şahin Giray’a karşı savaşmak için birlik oluşturdular. Bu umumî durum karşısında Şahin Giray, Rus General Prozorovskii’ye sığındı. Olaylar tamamen Rusların plânladığı ve arzuladığı gibi gidiyordu. Ruslar, halkın umumî ayaklanmasını bastırmak için Kırım’ın stratejik noktalarına askerî kuvvetler sevk ettiler. Daha ilk günlerdeki çatışmalarda 8-10 bin Rus askeri öldü. Halktan da çok sayıda ölen oldu. Rus askerleri olaylara hâkim olunca Şahin Giray yıl sonuna doğru kontrolü sağladı.[20]
Kırım’da, Küçük Kaynarca Antlaşması hilâfına Rus desteğiyle iktidara gelen Şahin Giray konusunda İstanbul’daki görüşmelerde bir ilerleme sağlanamaması ve Ekim’de başlayan olaylar üzerine, Osmanlı yönetimi Aralık 1777’de olağanüstü toplanarak bu konuda bir dizi kararlar aldı. Buna göre muhtemel Rus hücumuna karşı İsmail Kalesi’ne 45 bin asker sevk edilecek, Canikli Ali Paşa donanma ile Kırım seraskerliğine tayin edilecek ve antlaşmanın ihlali anlamına gelen Rusların müdahalesiyle Kırım’da ortaya çıkan durum Avrupa devletlerine duyurulacaktı.[21] Ayrıca, Kırımlıların da vaki davetleriyle III. Selim Giray’ın Kırım’a gönderilmesine karar verildi. Selim Giray Akmescit’e çıktığı Ocak 1778’den sonra Kırım’da birisi Rusya tarafından desteklenen diğeri de halk reyiyle seçilen iki Han bulunuyordu.[22] Fakat o gelinceye kadar Şahin Giray Rusların desteğiyle duruma tamamen hâkim olmuştur. III. Selim Giray’ın geldikten sonra yaptığı birkaç teşebbüs ise bir netice vermedi ve Şubat 1778’de Kırım’dan ayrılmak zorunda kaldı.[23]
İsmail Kalesi için asker toplanırken, Canikli Ali Paşa, III. Selim Giray Kırım’dayken ordusunu toplayıp hareket edemedi. Ali Paşa’dan çok şeyler bekleniyordu. Onun Kırım’ı kurtaracağına inanılıyordu. Kırımlılardan her gün gelen imdat çığlıkları da onun bir an önce Kırım’a ulaşmasını gerekli kılıyordu. Bu ortamda Kırım’ın kurtarılması için tek umuttu. Ali Paşa’nın Kırım’a hareket ettiği Ağustos 1778’e kadar birkaç gemi ile askerî yardım götürüldüyse de bu Kırımlıların işine yaramadı. Ali Paşa 40 bin askerle Kırım’a vardıktan sonra Rusların her tarafı askerleriyle tahkim ettiğini ve bir çıkarma yapması durumunda başarı kazanma şansının zor olduğunu gördü.[24] Durumu rapor ettiği İstanbul’daki Osmanlı divanı da Ali Paşa’ya çıkarma için kesin emir veremiyordu. Donanmanın gitmesine rağmen Osmanlı Devleti Rusya ile bir savaşı daha göze alamıyordu.[25] Bu arada uluslararası siyasî hava değişmeye başlamıştı. Yapılacak bir savaşta mevcut askerî düzen ve iktisadî durumla bir başarı kazanmak hayal görünüyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti Kırım konusunda antlaşmanın ihlali kesin olmasına rağmen net ve kararlı bir tavır ortaya koyamıyordu. Rusları cesaretlendiren de Osmanlı yönetiminin kararsız tavrı, iyi bildikleri askerî ve ekonomik zafiyetleriydi. Bu nedenle Canikli Ali Paşa geri dönmek zorunda kaldı. Onun bir başarı elde edemeden geri dönmesi kendisinden Kırım konusunda çok şeyler bekleyenleri de hayal kırıklığına uğrattı.[26]
Kırım’dan her gün imdat çığlıkları gelirken, Osmanlı Devleti’nin Ruslara karşı bir şey yapamaması ve en son olarak da donanmanın başarısız bir şekilde geri dönmesi halkın infialine sebep oldu. Hatta İstanbul’daki Rus elçisine bile saldırıda bulunuldu.[27] O zamana kadar boğazlardan yabancı gemi geçmesine alışkın olmayan halk, serbestçe gelip geçen ve Karadeniz’de mekik dokuyan Rus gemilerini görünce çileden çıkıyordu. Gelişen olaylara Rusların Eflak-Boğdan’ın iç işlerine karışması da eklenince halkın infialini ve Kırımlıların isyanlarını dikkate alan hükümet bir savaşı göze almak için Osmanlı limanlarındaki Rus gemilerine el koydu.[28] Beklenmeyen bu durum Ruslarda da şok etkisi yaptı. II. Katerina askerî ve ekonomik yapısının bir savaşı kazanamayacağını biliyordu. Bu sırada Amerikan savaşları nedeniyle Fransa ve İngiltere’nin karşı karşıya gelmesi ve çocuğu olmayan Bavyera hükümdarının vefatıyla Avusturya ve Prusya’nın da böyle bir savaşın eşiğinde olması muhtemel Osmanlı-Rus savaşının önünde engel görünüyordu. Çünkü Avrupa’daki bu gelişmeler kapsamında Rusya’yı kendi taraflarına çekebileceğini düşünen devletler vardı. II. Katerina yine de bir tedbir olarak Osmanlıları doğudan sıkıştırmak için İran ile bir ittifak antlaşması imzaladı. Fakat, savaşa gerek kalmadan Fransa’nın tavassutuyla 21 Mart 1779’da Aynalıkavak Tenkihnamesi imzalandı.[29]
Aynalıkavak Tenkihnamesi’nde, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Kırım ile ilgili üçüncü maddesine yeni izahlar getirildi. Buna göre Şahin Giray’ın hanlığı Osmanlılar tarafından tasdik ediliyor, Osmanlı Devleti Kırım’ın iç işlerine karışmayacağını taahhüt ediyor ve hanlığın boşalması durumunda yenisinin seçimle olacağı kararlaştırılıyordu. Rusya bununla isteğini fazlasıyla elde etmiş bulunuyordu. II. Katerina, savaş noktasına gelindiği anda tavassutuyla Rusya’ya kazanç sağlayan Fransa elçisine nişan ve hediyeler vermeyi de ihmal etmedi. Rusya, dış politikaları gereği Şahin Giray’ın hanlığını uluslararası hukukun güvencesine aldığı için 1 Haziran 1779’da askerlerini Kırım’dan çekti.[30]
Kırım meselesi vesilesiyle, askerî gücüyle caydırıcı bir unsur olarak görülmesi ve antlaşma görüşmelerinde uluslararası siyasî ortamı iyi tayin ederek üstün diplomatik zafer kazanması Rusya’nın gücünü gösteriyordu. Rus askerî otoriteleri artık Kırım’ın ilhak edilmesinin zamanı geldiğini düşünerek bu konuda II. Katerina’ya baskı yapıyorlardı. II. Katerina, dış politikadaki bu performansını fevkalade bir başarıyla nihayetlendirmek için uluslar arası ortamın henüz uygun olmadığını ve acele etmeye gerek olmadığını düşünüyordu. Rus desteğiyle tartışmasız Han olan Şahin Giray’a hukuken karşı çıkılacak bir durum kalmamıştı. Rus danışmanları Şahin Giray’ı istediği gibi yönlendiriyorlardı. Kırım’daki yönetim ve siyasî hava artık Rusların kontrolündeydi.
II. Katerina, Kırım’ı sancısız bir şekilde topraklarına katabilmek için dış politikanın uygun bir zemine oturmasını beklerken, bir yandan da bu havanın oluşumu için bazı faaliyetlerde bulunuyordu. Bu çerçevede, 1772 yılında Avusturya ile Rusya arasında yapılan Osmanlı Devleti’ni paylaşma mutabakatına nihai bir şekil vermek için II. Katerina, Avusturya İmparatoru Josef ile Lehistan kasabası olan Mohilew’ta bir araya geldi.[31] 1780 yılnda başlayan ve 1782 yılında şekillenen bu görüşmelere göre, Ruslar Kırım ve Özi’yi alırken, Avusturyalılar Bosna ve Sırp eyaletini alacaklardı. Bu iki devlet Osmanlı coğrafyasından pay alırken diğer uluslar arası büyük devletlerin itirazına mahal bırakmamak için onlara da bazı yerler ayırdılar. Buna göre Eflak ve Boğdan’da bir Ortodoks devleti kurulurken, Venedik’e Mora Yarımadası, Girit ve Kıbrıs ve Fransa’ya da Mısır ve Suriye verilecekti. Yine İngiltere ve İspanya’ya birtakım tavizler verilirken İstanbul’da II. Katerina’nın oğlu Kostantin adıyla eski Bizans devletini ihya edecekti.[32]
Şahin Giray ise Rusların elinde kukla olduğunu anlayamıyordu. Rusların himayesinde, kendisine karşı gelebilecek olan toplum kesimlerini sindirmeye çalışıyordu. Toplumda söz sahibi çok sayıda insanı bahaneler öne sürerek idam ediyordu. Ruslar, uluslararası ortamın uygun olduğuna kanaat getirdikten sonra 1782 yılında itibaren Kırım’da ilhaka giden süreci başlattılar. Bu maksatla müdahalelerine meşru bir durum kazandırmak için halkı el altından Şahin Giray aleyhine kışkırttılar. Kırım’da bulunan Bahadır Giray, kardeşini tahttan indirmek için isyan etti. Yalnız, olaylar tamamen Rusların kontrolünde gelişiyordu. Şahin Giray iktidardan uzaklaştırıldı. Bahadır Giray, Temmuz 1782’de halkın reyiyle Han seçildiği ve kendisine teşrifat gönderilmesi yönünde İstanbul’a bir elçi gönderdi.[33] Kırım’dan sağlıklı haberler alamayan Osmanlı yönetimi, Kırım’da ortaya çıkan yeni siyasî yapıyı tanımanın bir savaşa yol açacağından endişe ile hemen mahzar gönderilmemesi taraftarıydı. İktidarda bulunan Sadrazam Halil Hamid Paşa, devlet için en kârlı dış politikanın savaşa girmemek olduğunu düşünüyordu. Kırım’dan gelen heyete hemen cevap verilmemekle beraber ortaya çıkan siyasî gelişme Rusya ile müzakere edilmeye başlandı. Ruslar, her ne şekilde olursa olsun Kırım’ın meşru hanının Şahin Giray olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu nedenle Ekim 1782’de “Hana karşı yapılan isyan, Kur’an’a yapılmıştır” diyerek Kırım’a askerî müdahalede bulundular ve Şahin Giray’ı tekrar makamına iade ettiler. Bahadır Giray, İstanbul’dan mahzar alamadan iktidarını kaybetti ve tutuklandı.[34]
Ruslar, Şahin Giray’ın tekrar Kırım hanı olmasını sağlamalarına rağmen Kırım’a muntazaman asker sevk ediyorlardı. Kırım dışında çok sayıdaki askerleri de teyakkuzda bekletiliyordu. Osmanlı Devleti, siyasî krizi diplomatik müzakerelerle aşmayı amaçlarken, Rusya ve Avusturya 4 Kasım 1782’de Osmanlı Devlet’ine birer nota vererek Ticaret, Eflak ve Boğdan meselesiyle Kırım konusunda derhal görüşmelere başlanmasını istediler.[35]
Bu arada olayları hızlandıran bir gelişme de Şahin Giray’ın Mart 1783’de kendi isteğiyle hanlıktan ayrılması oldu. Onun ayrılması ile Kırım’ın yönetimi artık Rusların eline kalıyordu.[36] General Potemkin, halka hanlarını seçmesini tavsiye ettiyse de Rus silahlarının altında hiç kimsenin böyle bir işe cüret edemeyeceğini biliyordu. Ruslar 8 Nisan 1783’te ilan ettikleri bir beyanname ile Kırım’ı topraklarına kattıklarını duyurdular.[37] Hiç kimsenin dinine ve yaşantısına karışmayacaklarını söyledilerse de camileri kapatmaya ve kendilerine karşı gelenleri katletmeye başladılar. 1771 yılında Rusların Kırım’ı ilk işgallerinden sonra başlayan Anadolu’ya göç hareketi, ilhak ile beraber hızlandı. Halk, Kırım’ı terk etmek için sahillere akın etti. Ruslar, Kırım’daki demografik yapıyı değiştirmek için verimli yerlerde ikamet eden halkı, katletme, kaçırma veya kırsal bölgelere sürgün ile yerlerinden kovdular. Onların yerlerine Korsika, Livorno, Cenove ve Almanya’dan getirilen göçmenler yerleştirildi. Rusya’dan da göçmen köylüler getirildi.
Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik zafiyetleri sebebiyle Kırım için baştan beri zaten etkin bir teşebbüste bulunamamıştı. Kırım’ın ilhakıyla şimdi başka bir durum ortaya çıkmıştı. Bürokratlar günlerce yaptıkları müzakereler neticesinde, askerî bir teşebbüse girişememelerine rağmen, uluslararası siyasî ilişkilerde sert tepkinin bir ifadesi olan Ruslara verecekleri bir notayla ilhakı kınayıp kınamamayı tartıştılar. Bu tartışmalarda Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa ve bir grup bürokrat derhal Rusların kınanması ve gerekirse savaşa girilmesi taraftarıyken, realist politika takip eden Sadrazam Halil Hamid Paşa Rusları savaşa davet edebileceği endişesiyle kınama beyannamesi yayınlanmasına karşıydı. Osmanlı bürokratları artık savaşın kaçınılmaz olduğunu savunan savaş taraftarlarıyla, başlatılan askerî ve malî düzenlemelerin bir neticeye varması için savaşı istemeyen savaş karşıtları olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Neticede savaşı istemeyenler galip geldi ve Rusların Kırım’ı ilhakının kınanmaması kararlaştırıldı.[38] Savaş çıkabilir endişesiyle Ruslara nota vermeye cesaret edilemedi. Osmanlıların hiçbir tepki vermediklerinden cesaret alan Ruslar, Kırım’ın kesin olarak kendilerine verildiğine dair Osmanlı Devleti’nden yazılı bir “senet” istediler.[39]
Rusya’nın isteklerinin bitmesi bilmiyordu. Osmanlının görüntüsü, ayakta kalmaya gücü olmayan bir dev gibiydi. Rusya ile savaşacak gücü yoktu. Bu nedenle hiçbir tepki gösteremeden 9 Ocak 1784 yılında Ruslara, Kırım, Kuban ve Taman’ın “senedi” olarak tarihe geçen yazılı bir vesika verildi. Buna göre, Kırım ile ilgili olan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın üçüncü ve Aynalıkavak Tenkihnamesi’nin iki, üç ve dördüncü maddeleri yürürlükten kaldırıldı. Kuban nehri ise iki ülke arasında sınır olarak kabul edildi.[40] Böylece Kırım resmen Rus toprağı oldu.
Kırım’ın, ilhakı sırasında uluslararası siyasî durum Rusların lehine bulunuyordu. İngiltere ve Fransa’nın, Amerika savaşları yüzünden başları dertteydi. Duruma diğer devletler de kayıtsız kaldılar. Osmanlı Devleti, Ruslar karşısında bir ittifak zemini bulamadı.
Ruslar, Kırım’a artık kendi damgalarını vurmak üzere kesin harekete geçtiler. Kırım’daki camiler kiliselere çevrilmeye veya yıkılmaya başlandı.[41] Kırım, yeni adıyla “Tavricheskaia Oblast”, yeni idarî düzenlemeyle Simferepol (Akmescit), Levkopol, Evpatoria (Gözleve), Perekop (Orkapısı), Dneprovsk (Kerson) ve Fanagoriia (Taman) olma üzere yedi idarî bölgeye ayrıldı.[42] Şahin Giray, Kırım’ı Ruslar’a teslim ettikten sonra Rusların kendisine tahsis ettiği maaş ile zaman geçirmeye çalıştı. Bir ara Petersburg’a II. Katerina’nın yanına da giden Şahin Giray’ın varlığı Ruslar için can sıkıntısıydı. Çünkü, Kırım’ın ilhakıyla Ruslar açısından Şahin Giray’ın görevi artık bitmişti. O da, Kırım’da kalmanın artık kendisi için sıkıcı geldiğini görmüş olmalı ki, Rusların bilgisi dahilinde Osmanlılara sığınmayı uygun buldu. Osmanlı yönetiminin gözünde Kırım’ı Ruslara satan adam olarak görüldüğünden efkâr-ı umûmiyenin de baskısıyla 1787 yılanda Rodos’ta idam edildi.[43]
II. Katerina büyük rüyalarla ülkesine kattığı yeni ülkesini 1787 yılında Kırım’a yaptığı bir seyahat sonunda gördü ve burada “taç” giydi. General Potemkin, onun geçtiği yol boyundaki yerleşim birimlerini olağan üstü gayretlerle imar ederek, hükümdarına modern bir Kırım oluşturduğu imajını vermeye çalıştı.[44]
Ruslar, Kırım’ın sahil ve verimli şehirlerine dışarıdan getirdiği göçmenleri yerleştirmeye ilhaktan sonra tedricen devam ettiler. 1784 yılında Rusların gösterdiği yerlerden 24 saat içinde tüm Tatarlar sürgüne uğradı. Kırım’da kitlesel halde göç olayı başladı. Sadece Kırım’ın ilhakı yıllarında Kırım’dan göç eden Müslümanların sayısı 300 bini aştı. Göç, sürgün ve katledilenlerin toprak ve emlâkleri onların yerlerine yerleştirilenlere dağıtılmaya başlandı. XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Kırım nüfusunun artık %41.44’ü Rus, Ukrayna, Alman, Yahudi, Rum, Bulgar ve Ermenilerden oluşuyordu. Ruslar Kırım’daki sosyal yapıyı bir asırlık katliam ve sürgünlerle değiştirmiş oldular. Yüzbinlerce Kırımlı, topraklarını işgal eden Ruslar tarafından katledildi.[45]
Osmanlı Devleti, Kırım’ın ilhakına bir tepki gösterememesine rağmen, bu toprakları er ya da geç geri alacağına inanıyordu. Devletin tepki vermemesi askerî ve malî düzenlemelerin bir netice vermesini beklemekten kaynaklanıyordu. Bunlar tamamlanınca Kırım’ın tekrar geri alınacağına inanılıyordu. Aslında Kırım’ın ilhakı Küçük Kaynarca Antlaşması’nın feshi anlamına gelmesine rağmen Osmanlıların antlaşmayı sahiplenmeye devam etmesi bundan kaynaklanıyordu. Kırım, Osmanlı yönetici ve toplumunun içinde hep bir ukde olarak duruyordu. Osmanlıları 1787 yılında Ruslarla savaşa götüren sebepler çok olmakla beraber, Kırım’ı tekrar kurtarmak düşüncesi savaş öncesi Osmanlı yöneticilerinin gönlünde büyük bir umut olarak hâlâ duruyordu. Onlara göre Kırım er geç devlet-i ‘aliyyenin sınırları dahiline tekrar alınacaktı. Fakat, bu yüzyılın sonundan itibaren devletin ekonomik ve askerî zafiyetlerinin daha akılcı yaklaşımlarla görülmeye başlanmasıyla Kırım’ı Ruslardan geri alma umudu yerini tedrîcen umutsuzluğa ve gerçeği kabule bırakmıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 464-470
Dipnotlar :
kırım mı osmanlı ya ihanet etmiş osman lımı kırıma görmüş anlamış olduk … kırıma en büyük ihanet osmanlıdan ve kırım ve osmanlı içideki satılık köpeklerden gelmiş