Altınordu Devleti’nin yıkılmasından sonra Kırım yarımadasında Hacı Giray tarafından kurulan Kırım Hanlığı, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti’ne bağlanmış ve Osmanlı Devleti’nin aktif desteği ile Karadeniz’in kuzeyinde uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmüştür.
1768-1774 Osmanlı Rus Savaşının sonucunda imzalan Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsızlığı hem Rusya hem de Osmanlı Devleti tarafından tanınan Kırım’ın bu bağımsızlığı kısa sürmüş ve hanlık 1783 yılının Nisan ayında Rusya tarafından ilhak edilmiştir[1]. 9 Ocak 1784 yılında imzalan Aynalı Kavak Tenkihnamesi ile Osmanlı Devleti Rusya’nın Kırım’ı ilhakını kabul etmek zorunda kalmıştır [2].
19. yüzyılın ilk yarısında Napolyon’u durduran ülke olarak Avrupa siyasetinde kendisini başat unsur olarak gösteren Rusya, seyyahların ilgi odağı haline gelmiştir[3]. Genel olarak Rusya, özelde ise Kırım hakkında çok sayıda eser bu yıllarda kaleme alınmıştır. Bu çalışmada 18. yüzyılın ikinci yarısında Kırım’ın Rus kontrolüne girmesinden sonra meydana gelen kolonizasyon sürecinin ekonomik, kültürel, idari ve demografik sonuçları İngilizce seyahatname ve gözlemlere göre incelenmeye çalışılacaktır.
RUS KOLONİZASYONU VE DEMOGRAFİK BOYUTU
Rus Çarlığı Kırım’ı işgal ettikten sonra Kırım’ın demografik yapısını değiştirmeye yönelik çift yönlü bir politika izlemeye başlamıştır. Rusya ilk aşamada Kırım’dan Müslüman Tatar nüfusunu göç ettirmiş, ikinci aşamada Kırım’a dışarıdan Rus, Kazak, Alman gibi çeşitli toplulukları getirerek iskân etmiştir [4]. Rus devlet adamlarından Grigoriy Potemkin bu iskan politikası çerçevesinde Kırım’a İngiltere’den getirilecek suçluların iskan edilmesi teklifini bile gündeme getirmiştir[5].
18. yüzyılın sonundan itibaren Kırım’ı ziyaret eden seyyahlar Kırım’da Rus kolonizasyonunun II. Katerina dönemi ile başladığını, bu kolonizasyon sürecinin feodal yapıyı destekleyici bir tutum içinde geliştiğini bunun da tarıma darbe vurduğunu belirtmişlerdir. Bu seyyahların geneli kolonizasyon sürecinin temel gayesinin vergi gelirlerinin arttırılması olarak görmüşlerdir [6]. Rusya’daki askeri kolonizasyon sistemine dair olan eserinde Robert Lyall, kolonizasyon sisteminin hedeflerini şu şekilde özetlemiştir: 1. Bazı bölgelerde nüfus artışını sağlamak, bunlardan düzenli birlikler oluşturmak. 2. Bilgiyi ve medeniyeti arttırmak. 3. Ordunun devlet üzerindeki mali yükünü hafifletmek. 3. Çok sayıda askeri barış zamanında tarımda kullanmak[7]. Diğer bir seyyah Charles Koch, bu iskan olayının nedenleri arasında Rus ordusunun ikmal sıkıntısını azaltma fikrinin de olduğunu belirt- mektedir[8]. General Borozdin, kolonizasyonun askeri boyutunu seyyah James Webster’e şu şekilde açıklamıştır. Borozdin’e göre, kraliyete ait köyler beş yüz altı yüz civarında askere sahip olup her hanenin bir askeri beslemek, giydirmek ve desteklemek zorunda idi. Ayrıca, evin en büyük oğluna askeri eğitim verilirdi. İmparator Nikola tarafından bunlara askeri kıyafet giyme yükümlülüğü getirilmişti[9].
Robert Lyall, Tatarların ilk büyük göç dalgasının Rusların baskı ve entrikaları ile salgın hastalıklar yüzünden 1785-1788 yıllarından hemen sonra gerçekleştiğini, on binlerce Kırım Tatarı’nın mülklerini çok ucuza satarak Türkiye’ye, özellikle Anadolu ve Rumeli bölgelerine göç ettiğini, Kırım’ın Rus işgalinden sonraki yirmi yılda üç yüz bin kişilik bir nüfus kaybettiğini belirtmektedir[10]. Tatar nüfusu göçe zorlamak amacıyla Rusların işgal sırasında gerçekleştirdikleri katliamlar içinde özellikle Potemkin’in emriyle Potemkin’in kardeşi tarafından gerçekleştirilen katliam dikkat çekmektedir. Otuz bini aşkın Tatar’ın bu katliamda öldürüldüğü bildirilmektedir[11]. Belirtildiğine göre, Özü ve Kazak arasındaki Tatar grupları Kırım’ın merkezindeki Tatarlara göre daha az göç vermiş, göç süreci sonucunda Kırım’ın nüfusu onda dokuz oranında azalmıştır [12].
Kırım’dan Tatar nüfusu göçe zorlayan diğer bir neden olarak da bölgedeki Tatar nüfusun mülkiyet hakkının ellerinden alınması görünmektedir. Tatarlara ait arazilerin mülkiyetinin Ruslara verildiği, Tatarların bu konuda başvurdukları mahkemelerin çok uzun sürerek Tatarları yıldırdığı, Rus mahkemelerindeki çürümüşlüğün bu durumu daha da zor hale getirdiği belirtilmektedir[13]. Rusların bu arazi sorunları için Sborniee Comissie adı altında bir kurul oluşturdukları ve bu tartışmalı arazinin boyutunun Kırım’da Karadeniz’deki diğer koloni bölgelerine göre daha fazla olduğu ifade edilmiştir[14].
Lyall, göçün nedenlerini bu şekilde açıkladıktan sonra Mr. Reuilly vasıtasıyla Pallas’tan alıntılayarak Kırım nüfusunu vermektedir. Buradaki verilere göre Kırım’a iskan edilen yerleşimcilerin nüfusu şu şekildedir: 1164’i erkek ve 1561’i kadın olmak üzere toplam 2725 Bohemyalı ve çingene; kraliyet tarafından iskan edilen yerleşimciler, 4861’i erkek 3397’si kadın olmak üzere toplam 8258 kişi, soylular tarafından yapılan iskânın 1987’si erkek 1672’si kadın olmak üzere 3659 kişi; Ortodoks inancından olup yerleştirilenler, 1165’i erkek 586’sı kadın olmak üzere 1751 kişidir. Bunlara ilaveten Karadeniz Kazak askeri birliklerine mensup 5803 Kazak askeri de Kırım’a yerleştirilmişlerdir. Kraliyet hizmetlisi olarak ayrıca 89’u erkek 33’ü bayan olmak üzere toplam 122 dini görevli ve kraliyet hizmetlilerinden 382’si erkek 270’i kadın olmak üzere 652 kişi Kırım’a iskan edilmiştir. Bu grupların dışında Anapa kalesinin Osmanlı Devletinden alındığı sırada Anapa civarında bulunan Nogaylardan 4331’i erkek ve 3593’ü kadın olmak üzere toplam 7924 kişinin Kırım’a iskan edildiği görülmektedir. Reuilly’e göre Kırım nüfusunun 157.133 kişi olduğu düşünülürse toplam iskan edilen nüfusun 25071 kişi olduğu görülmektedir. Bu, nüfus dengesiyle nasıl oynandığını ortaya koymaktadır[15].
Koch’ın ifadesinden hareketle, Kırım’a iskan edilen gruplar içerisinde önemli sayıda Rum’un da bulunduğu görülmektedir. Bunlar 1768-1774 ve 1787-1792 Osmanlı Rus Savaşları sırasında Ege denizindeki adalarda yaşayan ve Ruslarla işbirliği yapan Rumlardır. Bunların özellikle Balıklava civarına yerleştirildiği ve sayılarının sekiz bin civarında olduğu belirtilmektedir[16]. Kendilerine çeşitli ayrıcalıklar tanınan bu grubun imparatorluğa 500 kişilik askeri birlik sağladığı fakat sayılarının salgın hastalıklar nedeniyle oldukça azaldığı belirtilmiştir. Bu grubun ayrıcalıkları arasında kendi hukuk sistemlerine sahip olmaları ve gümrük sistemini yürütmeleri örnek olarak gösterilmiştir[17]. Bu grup hakkında Edmund Spencer de kısaca bilgi vermiş, II. Katerina döneminde Mora’dan getirildiklerini belirttikten sonra karakterlerinin kötülüğü nedeniyle seyyahların bu grubun yanındayken dikkat etmesi gerektiğini söylemiştir[18].
Rumlar dışında Yahudiler ve Almanların da Kırım’a iskan edildiğini belirten Koch Kırım’daki en çalışkan tarımcıların Almanlar olduğunu belirtmiş, Almanya’dan gelenlerin Kefe civarına yerleştirildiğini ifade etmiştir[19]. Spencer iskan konusunda Rusya hükümetine en fazla katkıda bulunan topluluğun Almanlar olmasına rağmen Ruslarca “Aptal Alman” nitelenmesi ile karşılaştıklarını belirtmiştir[20]. Almanlara tanınan ayrıcalıkların hükümetin merkezleştirme politikaları nedeniyle geri alındığı (1837-1838], bu yüzden Almanya’ya küçük çaplı geri dönüşlerin de yaşandığı görülmektedir[21].
Rusların Kırım’a getirdikleri topluluklar arasında Bulgarlar da bulunmaktadır. Osmanlı Devleti sınırları içinden göçerek Kırım’a gelen Bulgarlar çalışkan ve ağırbaşlı bir topululuk olarak tanımlanmaktadır. Bulgarların Eski Kırım ve Odessa civarına yerleştirildikleri, Alman göçmenlere tanınan idari ve sosyal hakların aynısına sahip oldukları belirtilmiştir[22].
Rusların yürüttüğü iskan politikalarından etkilenen sadece Müslüman nüfus olmamıştır. Kırım’ın yerli Rumları ve Ermenileri[23] de Kırım’dan sürülmüştür. Türk-Tatar idaresiyle geçmişten gelen ilişkileri Rusları rahatsız etmiş ve Ruslar Kırım’ın yerleşik Rumlarını sürerek mülklerine el koymuşlardır. Bu grupların Azak Denizi’nin batısında Mariopul civarına yerleştirildiklerini görmekteyiz. Bunların burada 24 tane büyük köyleri bulunduğu ve bu köylerin hızla geliştiği Holderness tarafından ifade edilmiştir[24]. Milner’in verdiği (bilgiler de] bu yöndedir; Milner, bu Rumların daha önce Nogayların yaşadığı bölgeye iskan edildiğini fakat göç sırasında hastalık ve açlık gibi nedenlerle büyük bir kısmının öldüğünü belirttikten sonra şimdi 80 kadar köyleri vardır diye belirtmektedir. Milner Kırım’ın merkezinden sürülen bu grubun sayısını 75 bin olarak vermektedir. Bu rakamı W. Etondan almaktadır[25]. De Hell bu sürgün olayının 1778’den sonra gerçekleştiğini belirttikten sonra bunun Kırım’ın ticari ve ekonomik yapısına büyük darbe vurduğunu belirtmiştir.[26]
RUS KOLONİZASYONU’NUN EKONOMİK BOYUTU
Ruslar Kırım’ı ele geçirdikten sonra Kırım yarımadasında ekonomik değere sahip olan kaynakları hızlı bir şekilde kontrollerine almışlardır. Bu konudaki örnekler arasında Kırım ekonomisinin en önemli gelir kaynaklarından birisini oluşturan Or Kapısı yakınlarındaki tuzlalar özel bir yere sahiptir. Güney Rusya’nın tuz ihtiyacının Or Kapısı yakınlarındaki tuzlalardan sağlandığı, bunların adının Krasnoye Ozero ve Staroye Ozero olduğu, Robert Lyall tarafından belirtilmiştir. Lyall Kırım’ın işgalinden sonra bu tuzlalarının kraliyet ailesinin mülkü haline getirilip iltizama verildiğini, bu tuzlalardan yaz boyunca yaklaşık yirmi bin arabanın Güney Rusya’ya tuz taşıdığını, 1794 yılında 4 yıllığına Perets ve Steiglets’e verildiğini belirttikten sonra, Castelnau’ya dayanarak bu tuzlalardan ortalama 650.000 ruble gelir elde edildiğini, 1815 yılında elde edilen gelirin 1.200.000 ruble olduğunu belirtmiştir. Bu bilgileri verirken Rusların Kırım’ı işgalinin en önemli sebeplerinden birinin bu tuzlalar olduğunu belirtmeyi de unutmamıştır[27]. Holderness Lyall’ı tamamlayarak Or Kapısı yakınlarındaki tuzlalarda 1815 yılında 5 milyon poundluk (bir pound=16.4kg) bir üretim gerçekleştirip 1814 de 2.800.000 ruble gelir elde ettiklerini belirtmiştir[28].
Kırım’ın Rus kontrolüne girmesini müteakiben gerçekleşen diğer bir olay da verimli tarım arazilerinin Tatarlardan alınarak göçmenlere ve Rus soylularına verildiği şeklindedir[29]. Arazinin bu şekilde Tatarlardan alınması, seyyahların dikkatini çeken olaylardandır[30]. Tatarlardan ele geçirilen bu arazilerin imparatorluk ailesi mensuplarına, ve diğer soylulara verildiği görülmektedir. Nikita civarında 1811 yılında kurulan İmparatorluk Bahçeleri ve Sudak’taki İmparatorluk Üzüm Bağları kraliyet ailesinin ele geçirdiği arazilere güzel bir örnektir. Sudak’taki bu üzüm bağlarının yöneticisi Alman kökenli Esell’dir. Burada farklı üzüm türleri yetiştirilip Zante’nin kırmızı şarabı ve beyaz şarabı örnek alınarak üretim yapılmaktadır. 1821 yılı itibariyle 60.000 vedroluk üretim yapıldığını (her birinde küçük 15 şişe bulunmaktadır] ve her bir şişenin 2.5 ile 4 ruble arasında değişen fiyatlarla satıldığını belirttikten sonra toplam gelirinin 200.000 ruble olduğunu yazmaktadır[31]. Sudak’ta imparatorluk ailesi dışında Amiral Mordvinoff’unda yüzbin vedroluk* bağlarının bulunduğunu Holderness belirtmektedir. Holderness’ın bu ifadesini teyit eden Clarke, bu araziler yüzünden Rus Çarlığının Karadeniz donanmasının komutanı olan bu Amiral’in bölgedeki Tatar halkı ile mahkemelik olduğunu ve Tatarların Amiral’i hiç sevmediklerini belirtmiştir[32]. Kırım’da ilk olarak Kont Woronzof’un arazileri eline geçirip kendisi için dinlenme mekanı haline getirdiği, Onu Kraliyet ailesi ve diğer soyluların takip ettiği görülmektedir[33]. Kont Pototzki, Prens Galitzin, General Leon Narişkin, Alupka ve Yalta arasındaki değerli arazileri ele geçirmişlerdir. Bu araziler ilk olarak Prens Galitzin’in emriyle Rusların eline geçmeye başlamıştır[34]. Spencer da bu bilgileri teyit eden ifadeleri verdikten sonra Kont Worrenzow’un Alupka’da Rus İmparatorluğu’nun en güzel şatolarından birini inşa ettirdiğini belirtmiştir[35]. Rusların kendi kontrollerine aldıkları bu arazilerde zirai üretime devam ettikleri, şarap üretimi gibi gelir getiren kaynakları kontrolleri altına alıp daha da geliştirdikleri görülmektedir. Rusların kontrolleri altına aldıkları arazilerde Tatarlar hayatlarını devam ettirmişlerdir. Örneğin Küçük Uzen’de Tatarlar yılda sekiz gün Rus yöneticinin arazisinde çalışmak, bütün ürettikleri ürünler ve yetiştirdikleri hayvanlar için yüzde on oranında bir vergi vermek zorunda kalmışlardır[36].
Rus soylularının, tarım arazilerinin yanı sıra Kırım’da özellikle Kefe ve Akmescit arasında bulunan step arazisindeki su kaynaklarına da el koydukları ve o bölgedeki halkı kendilerine mahkum ettikleri görülmektedir[37].
Rus işgali ekonomik açıdan Kefe için büyük bir yıkımla sonuçlanmıştır. Rus hükümetinin Kefe yerine Kerç’e destek vermesi bunun temel nedeni olarak görülmektedir. Öyle ki, Spencer Kefe’de yaşayanlar ya Kerç’e göç edecekler ya da dilenmek zorunda kalacaklar demiştir. Ruslar Kerç şehrinin yanı sıra Odessa’yı da geliştirmek için büyük destek vermişlerdir[38]. Kefe’nin Rus işgali sonrasında yaşadığı yıkım Clarke tarafından da ifade edilmiştir. Clarke, Rus işgalinden önce şehirde otuz altı bin , şehrin varoşunda ise sekiz bin evin bulunduğunu, Kefe’de toplam kırk iki bin evin yer aldığını, şimdi ise (1800’lerin başı itibariyle] ancak elli ailenin yaşamakta olduğunu bildirmektedir [39]. Clarke’ın Kefe nüfusu için verdiği bu rakamlar Holderness tarafından şüphe ile karşılanmaktadır. O, Rus işgalinden ziyade 1812 yılında yaşanan veba salgınının büyük nüfus kaybına neden olduğunu düşünmektedir. Şehir nüfusunun 1820’den sonra tekrar artmağa başladığını sadece 1820 yılında Kefe’de elli evin yapıldığı ifade edilmektedir[40].
RUS KOLONİZASYONUN KÜLTÜREL BOYUTU
Kırım’daki Rus kolonizasyonunun kültürel boyutu hakkında seyyahların yargılarını değerlendirirken ilk göz önünde tutulması gereken nokta, dönemin “medeniyet götürme” anlayışının seyyahların eserlerine az ya da çok olarak yansıdığıdır. Öyle ki, Barker, “Kırım’ın verimli ovalarının Ruslardan daha medeni ve daha çalışkan Avrupalılarca kolonileştirileceği zamanlar da gelecektir” şeklinde bir ifade bile kullanmaktadır[41].
Rus işgalini takip eden dönemde, Rus Çarlığı tatarların Kırımla kültürel ilişkilerini yansıtan maddi ve manevi değerlerini yok etmeye yönelik bir politika izlemiştir. Bu politika Kırım’ı ziyaret eden seyyahların da dikkatini çekmiştir. Rus yönetimi öncelikle Türkçenin izlerini taşıyan yer adlarını hızlı bir şekilde değiştirmeye başlamış ve antik çağlardaki yer isimlerini kullanmaya başlamışlardır[42]. Seyyahlar isimleri değiştirilen yerleşim yerleri olarak şunları belirtmektedir: Kırım / Tavrida[43], Kefe/Teodosia[44], Akmesçit/Simferopol[45], Gözleve / Evapatori[46], Kızı Kerman / Belaya Veja[47]; Sivastapol / Akyar[48]; Or Kapısı / Perekop[49]. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Rus hükümetinin yeni isimler verirken antik isimleri canlandırmaya çalıştığı görülmektedir.
Rus hükümetinin kültürel açıdan Tatarlara karşı izlediği politikanın dini boyutunu ise Hıristiyanlaştırma gayretleri oluşturmuştur. Kırım, misyonerlik faaliyetlerinin hedeflerinden biri haline gelmiştir. Kırım’da misyonerlik faaliyetlerinin yürütülmesi için Akmescit’te Tavrida İncil Topluluğu kurulmuştur. 1822 yılında bu kurumun liderliğini Shegulin’in yaptığı görülmektedir[50]. Bu kuruma bağlı olarak Kefe’de de Kefe İncil Topluluğu (Theodasian Bible Society) bulunmaktadır[51]. 1820’li yıllarda Bahçesaray’da faaliyet gösteren İskoç Misyonu misyonerlik faaliyetlerinin yürütüldüğü diğer bir önemli merkez olmuştur. Buradaki yabancılar Tatarca öğrenmişler ve faaliyetlerini Tatarca olarak yürütmüşlerdir. İskoç Misyonu temsilcilerinden Mr. Carruthers 2 Mart 1824 tarihinde Bahçesaray’daki misyonerlik faaliyetlerin başarılı bir şekilde devam ettiğini belirttikten sonra Hıristiyan- laştırılan tatarlar için ayrıca koloniler kurulması tasarısından bahsetmiştir. İlahi hizmetlerin Tatarca olarak yürütüleceğini belirtmiştir[52]. Kırım’da yürütülen misyonerlik faaliyetlerinin sembol ismi ise Kırım hanlarının soyundan gelen Kattı Giray olmuştur. Karass’daki İskoç misyonerler tarafından önce Petersburg’a ardından Edinburg Üniversitesinde eğitim almaya götürülen Kattı Giray tatarlara Hıristiyanlığı kabul ettirmek için büyük çaba harcamıştır. İmparator Aleksandr tarafından bu hizmetlerine karşılık olarak Kattı Giray’a altı bin rublelik bir gelir bağlanmıştır[53]. Misyonerlik faaliyetleri, tarihi manastırların restorasyonu,[54] camilerin kiliseye çevrilmesi,[55] yeni kiliseler inşası[56] gibi faaliyetler desteklenmiştir. Rus yönetiminin dini konulardaki görüşünü en iyi yansıtan eserlerden birisi ise Akmescit’te Rusların Kırım kahramanı olarak ifade ettikleri Prens Dolguruki’nin anısına dikilen obeliskte kendini göstermektedir. Bu obeliskin bir yüzünde prensin portresi, diğer yüzünde prensin arması, üçüncü yüzünde Rus kartalı ve dördüncü yüzünde ise Hıristiyanlığın İslamiyet’e karşı zaferini temsil eden vaftiz edilen bir Tatar nakşedilmiştir[57]. Spencer Rus hükümetinin bütün bu çabalarına karşın Hıristiyanlığın tatarlar arasında kabul görmediğini söyleyerek bu reddin nedeninin tatarların Ruslara karşı duyduğu nefret olduğunu belirtmiştir Kattı Giray’ın faaliyetlerinin de netice vermediği, hatta bir tane bile Tatar’a Hıristiyanlığı kabul ettiremediği de ifade edilmiştir[58].
İşgali takip eden dönem İslam dinini temsil eden cami, minare ve türbe gibi eserler saldırıya uğrayarak yıkılmışlardır. Kefe’deki camilerin kiliseye ya da dükkana çevrildiğini, minarelerin ve çeşmelerin yıkıldığını, türbelerin yağmalandığını ve içindeki kalıntıların çıkarılıp alay edilmesi gibi olaylar da yaşanmıştır[59]. Bu yıkımdan tarihsel dokunun önemli unsurlarından olan hamamlar, saraylar ve mezarlıklar da kurtulamamıştır. Mezarlıklarda bulunan mezar taşları sökülüp inşaat işlerinde kullanılmıştır[60]. İşgalin ilk yıllarında bu yıkımdan antik döneme ait eserler de büyük zarar görmüştür[61].
Bu olumsuz tavırların yanı sıra olumlu olaylar da gerçekleşmiştir. Bunların içerisinde II. Katerina’nın Bahçesaray şehrindeki Han Sarayı’nı üç yüz bin ruble harcayarak restore ettirmesi[62], Karasubazar ve Bahçesaray şehirlerinde halkın kendi geleneklerine göre yaşamasına izin verilmesi dikkat çekmektedir[63]. Olumlu gelişmelerin yaşandığı diğer bir alan da eğitimdir. Rus hükümeti Kırım’da okullaşmanın yaygınlaşması için çaba göstermiş- tir[64]. Kefe’de İmparator Aleksandr tarafından kurulan okulda Tatarca, Rusça, Grekçe, İtalyanca ve Fransızca öğretildiği ifade edilmektedir[65].
RUS İŞGALİNDEN SONRA ORTAYA ÇIKAN İDARİ YAPI
II. Katerina döneminde elde geçirilen topraklarda yeni bir idari düzenlemeye gidilmiştir. Ele geçirilen bölgeye Yeni Rusya adı verilmiştir. Yeni Rusya, doğuda Ekaterinador’a, batıda Bessarabya ve Moldovya’ya kadar uzanmakta olup üçe bölünmüştür. Bunlar Tavrida (Kırım], Ekaterinoslaf ve Kerson hükümetleridir[66]. Daha geç tarihli bir eserde ise Güney Rusya Bessarabya, Kerson, Ekaterinoslaf, Tavrida (Kırım’la birlikte ifadesiyle] ve Ten Kazakları şeklinde belirtilmektedir[67]. Rus işgalinden sonra Kırım Yarımadası’nın idari merkezi Akmescit olmuş ve Bahçesaray şehri önemini kaybetmiştir[68]. Rus idari yapısında Akmescit Kırım’ın sivil idari merkezi olurken, askeri yapıya ait kara ve deniz kuvvetlerinin merkezi Akyar olmuştur. Bu iki şehirdeki Rus görevlilerin birbirlerini küçümsediklerinden bahsedilmektedir[69]. Akyar’da Rus idari elitinin sahile yakın bölgede yaşadığı görülmektedir[70].
Rus işgalini takip eden ilk yıllarda, özellikle Potemkin döneminde idari yapının halka karşı çok sert olduğu, fakat zamanla daha iyiye gittiği yönündeki ifadeler seyyahların genel kanısı gibidir[71]. Rus idareciler arasında özellikle Kont Woronzof idarede meydana gelen olumlu değişikliklerin kaynağı olarak görülüp övülmektedir[72]. 1835-1836 yılları sırasında Kont Woronzof’la görüşüp tanışan Lord de Ross, Woronzof’un Güney Rusya’nın yöneticisi olduğunu ve Odessa’da ikamet ettiğini belirtmektedir. Onun da Woronzofla ilgili düşünceleri genel olarak olumludur[73]. Rus idarecilerin yanı sıra tatarlar arasında da yerel ihtiyar meclisleri bulunduğu ve çoğu zaman sıkıntıların bunlar tarafından çözüldüğü görülmektedir[74].
Afyon Kocatepe Ünv. Fen-Edb. Fak. Tarih Bölümü, A.N.S. Kampüsü, AFYON
E-Posta: baseralper@mynet.com.
Kaynak: Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 24, Kış 2010