Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kırgızların Siyasal-Tarihsel Bir İncelenmesi

0 14.805

Gregory R. KOLDYS

Yüzyıllar önce, Kırgız çobanlar ilkbaharda sürülerini Tien Şan sıradağlarının yüksek bölgelerindeki otlaklara sürerler ve Ağustos ayında da dağın eteklerindeki bayırlara ve ovalara inerlerdi. Bugün ise göçebe kültürleri ve mirasları Kırgızları etkilemeye hâlâ devam etmektedir. Sanayileşmenin yerleşik yaşama yönelik bir etkisi olmasına rağmen, Kırgızların çoğunluğu kırsal alanlarda yaşamaktadır ve dağlık alanlardaki meralar ile bu dağların eteklerindeki bayırlar arasındaki mevsimsel gidiş-gelişleri hâlâ sürmektedir. Yaklaşık 2.7 milyonluk bir etnik grup (bunların 2.2 milyonu Kırgızistan’da yaşamaktadır),[1] hemen her konuyu içeren Batılı bilimsel çalışmaların neredeyse tamamen dışında kalmıştır.

Kırgızistan Tarihi Üzerine Bir Not

Kırgızistan tarihi sorunlarla doludur. Öncelikle, Rus ve Sovyet tarihçiler tarafından yapılan ve siyasi analiz olarak değerlendirilebilecek çalışmalar genellikle propaganda eğilimli olmuştur. Batılılar tarafından yapılan çalışmalar, bu tip çalışmaların eleştirel analizlerini konu almıştır ve tarihsel olarak daha doğru oldukları ortaya çıkmıştır; bununla birlikte, bu çalışmaların çoğu genellikle Orta Asya üzerinedir ve sadece birkaçı özellikle Kırgızistan üzerinde durmuştur. Martha Brill Olcott’un Kazaklar üzerine[2] ve Edward Allworth’ün de Özbekler üzerine[3] gerçekleştirdiği çalışmalar gibi, belirli Orta Asya uluslarına adanmış sınırlı sayıda kapsamlı tarihsel çalışma bulunmakla birlikte, Kırgızlar ile ilgili olarak yapılmış benzer bir çalışma mevcut değildir.

Bölge tarihi ile ilgili olarak Ruslar ve Sovyetler tarafından gerçekleştirilen çalışmaların propaganda eğilimli yapılarına bağlı olarak, bu makale, Sovyet ve Rus çalışmalarından daha doğru bilgiler sunan Batılı ikincil kaynaklara dayanmaktadır. Yararlanılan kaynaklar arasında ayrıca, çevirmenler tarafından yoğun şekilde notların düşüldüğü, Rus (Sovyet öncesi) tarihçiler tarafından yazılmış eserler de bulunmaktadır. Sadece Kırgızlara yönelik yazılan hiçbir Batılı tarihsel çalışma bulunmadığından dolayı, Kırgızlar ile ilgili bilgiler genel olarak Orta Asya’yı konu alan çalışmalardan (çoğunlukla yayınlanmış koleksiyonlar) ve özellikle Kırgızlar üzerine yazılmış birkaç deneme ve makaleden alınmıştır.

Bölge ile ilgili olarak Ruslar ve Sovyetler tarafından yazılan tarihsel çalışmalardaki tutarsızlıklar ve yanlışlıklar çok iyi belgelenmiştir.[4] Örneğin, Sovyetler ve Ruslar tarafından yaygın olarak ileri sürülen, Orta Asya milletlerinin kendi istekleriyle Rus İmparatorluğu’na katıldıkları iddiası gerçekle ilişkisi çok az olan bir propaganda beyanıdır. Küçük Kazak Ordası ve (aşağıda açıklanacak olan) Kuzey Kırgızları gibi nadir istisnalar haricinde, Orta Asya’daki etnik grupların çoğu hiçbir şekilde Rus/Sovyet egemenliğinin kollarına atılmamıştır. Sovyet literatüründe yaygın olarak rastlanan bir başka yanlış bilgi ise, Rusların ve Sovyetlerin Orta Asya halklarının ulusal emellerinin yükseltilmesi için ellerinden gelen her şeyi yaptığı iddiasıdır.

Orta Asyalılar kimliklerini aile, kabile ve toprak esaslarına dayandırmıştır; yirminci yüzyıla kadar milli bilinç uyanmamıştır. Batılı araştırmacılar, daha doğru bir saptama ile, Sovyet uluslarının politikalarını farklı uluslar yaratmaya yönelik diğerkâm bir istekten ziyade, ‘siyasi düşünceler ekseninde dayatılan’ politikalar olarak ortaya koymuştur.[5] Bu şekilde, Sovyet literatürü, yazıldıkları dönemin farklı resmi ulus politikalarını yansıtan tutarsızlıklarla doludur. Örneğin ilk Sovyet çalışmaları İslamcı ve Türkçü eğilimleri en az düzeye indirgemek amacıyla kültür, dil ve köken farklılıkları üzerinde yoğunlaşmıştır. Öte yandan 1950’lerde yazılan eserler ise, tüm Sovyet uluslarının nihai olarak ‘birleşmesini’ sağlamak amacıyla farklı etnik gruplar arasındaki farklılıkları en az düzeye indirgemeyi hedeflemiştir.

İkinci olarak, bu çalışmalarda Kırgızlar birkaç değişik şekilde ele alınmıştır. İlk Rus tarihçiler ve araştırmacılar, Farsça ve Arapça telaffuzları esas alarak ‘Qirqiz’ ve ‘Qigiz’ ifadelerini kullanmışlardır. Rus ve Sovyet etkisi altında en yaygın olarak kullanılan yanlış ifadeler, Rusçada yazılışı fonetik olarak doğru olan ‘Kirghiz’ ve ‘Kirgiz’ ifadeleri olmuştur. Rus yerleşimciler ve idareciler Kırgızları Kazaklardan ayırt etmek için ‘Kara Kırgız’ ve ‘Dikokamenny Kirghiz’ (Vahşi Dağ Kırgızları) ifadelerini kullanılmışlardır; Ruslar Kazaklara da Kırgız diyorlardı çünkü Kazak kelimesi ile Rusçadaki ‘Kozak’ kelimesinin telaffuzu aynı idi. Çinliler ve Kalmuklar Kırgızlara ‘Burutlar’ diyorlardı. Bu makalede, günümüzde Kırgızların kendilerini adlandırdıkları şekliyle “Kırgız” ifadesi kullanılacaktır.

Göçebe Toplum ve Siyasetleri

Kırgızların kökenleri ile ilgili olarak destanlarında yer alan renkli bir açıklama, Kırgızların göçebe tarihlerine verdikleri önemi ortaya koymaktadır. Kırk Kız adlı efsaneye göre, Kırgızlar kökenlerini kızıl bir köpeğe dayandırmaktadır. Efsaneye göre, bir Han’ın kızı beraberindeki kırk hizmetçi kız ile birlikte çıktığı bir seyahatten döndüğünde, çadırlarını talan edilmiş bir halde bulur. Canlı olarak kalan tek şey, Kırgızların ırklarının atası olarak gördükleri ve göçebe çoban mirasları ile bir bağlantı kurdukları kızıl bir köpektir.[6]

Göçebe Kırgız toplumunun geleneksel örgütlenmesi, Rus ve Sovyet sömürgeciliği dönemlerinde kendini korumuştur ve günümüze kadar sosyal bir güç ve kimlik kaynağı olarak devam etmiştir. Lawrence Krader Kırgız göçebe toplumunu örgütlenmiş ‘bir dizi eşmerkezli daire’[7] olarak tanımlamıştır. ‘Toplumun temel hücresi’[8] tüm mülklerin sahibi olan geniş ailedir. Geniş aile, geçmiş yedi nesle kadar aynı atadan gelen beş ile on beş arasında aileyi kapsamaktadır. Beş ile yedi aile arasında değişen bir grup, bir köyü oluşturur. Bir köyün tüm üyeleri kan ve evlilik bağı ile akraba konumundadır. Göçebe köyleri, (kabileye benzer) bir klan oluşturacak şekilde yakın köyler ile birleşir. Klan üyeleri, nesepleri erkek tarafından takip edilen ortak bir atadan gelirler. Kırsal kesimlerde yaşayan birçok Kırgız kendini hâlâ klan esasında tanımlar. Klanlar da yine aynı soydan gelen konfederasyonlar oluşturacak şekilde bir araya gelirler. Her bir konfederasyon sürülerini otlatmak için belirli otlaklar tespit etmekle birlikte, konfederasyonların topraklarının sınırları çizilmemiştir. Bununla birlikte, merkezi bir otoriteye ve en yüksek derecede bir lidere sahip birleşik bir Kırgız ülkesi söz konusu olmamıştır.

Sosyal farklılaşmalara bağlı olarak ve otlakların düzenlenmesi, iç huzurun sağlanması ve dış düşmanlardan korunmak amaçlarıyla siyasi işlevler ve kurumlar gerekli hale gelmiştir.[9] Kırgız toplumu üç sınıfa ayrılmıştı: Aristokrasi, halk tabakası ve köleler. Aristokrasi ya da halk tabakası statüsü doğuma göre belirlenirdi, öte yandan köleler ise genellikle fethedilen yerlerden getirilen ya da satın alınan yabancılardı. Bununla birlikte, Kırgızlar arasında genellikle yüksek bir sosyal devingenlik mevcuttu. Nesep; sivil, askeri ve özel hayatta sosyal yapının temelini oluşturuyordu.[10]

Aristokrasinin kökleri büyük bir savaş kahramanı olan Tokay’a uzanıyordu ve bu sınıfın içerisinden manap adı verilen yerel liderler (ya da kabile şefleri) çıkıyordu. Bugün bile kabilelerin hepsi kökenlerini Tokay ile ilişkilendirmeye çalışırlar. Tokay’ın yasal eşlerinin soyundan gelen kabileler yüksek bir statüye sahip olmuştur; öte yandan, cariyelerinin soyundan geldiklerini iddia edenler küçük görülmüşler ve sıklıkla kölelik statüsüne dahil edilmişlerdir.[11]

Büyük evlat hakkı uygulaması söz konusu olmasına rağmen, Kırgızlarda gerçek bir kalıtsal aristokrasi olmamıştır. Manaplar yetkilerini oğullarına geçirme girişiminde bulunmuştur, ancak bu durum sadece zengin ve nüfuzlu olmaları halinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, manaplığın babadan oğla geçtiğine çok az rastlanmıştır. Eugene Schuyler, bir oğul ile manap babası arasındaki ilişkiyi, oğlun babadan asla tamamen bağımsız olamayacağı bir ilişki olarak açıklamıştır: Bir oğul yirmi yaşında kendi çadırına ve koyunlarına sahip olurdu; otuz yaşında ise bıyıklarının kesildiği bir şölen ve tören ile tam olarak erkek kabul edilirdi; bunun sonrasında konseyde yer alabilirdi, ancak bunun için babasının da konsey de bulunması şarttı. Oğul daima babasının vekili idi.[12]

Kırgız toplumunda saygı gören bir başka grup da, yargıçlarınkine benzer bir konuma sahip olan biiler (bey) idi. Yargı yetkisi; akrabalık bağları, zenginlikleri, adalet anlayışları, ruhani güçleri ve güçlü kişiliklerine bağlı olarak bu erkeklere verilmişti. Rus yönetimi altında da b/iler işlevlerini devam ettirmiştir ancak resmi yargıçlar olarak atanmışlardır. Her bir auldan (köy) bir bii seçilirdi.[13] Öte yandan, manaplar ise Rus yönetimi altında hiçbir yasal yetki sahibi olamamıştır, ancak yine de nüfuzlarını korumuşlardır ve Kırgızlar tarafından saygı görmüşlerdir.

Günümüz Kırgızistan’ında, kabile yapısı iki büyük federasyona ayrılmış gibi görünmektedir: Otuz Uul (Otuz Oğul) ve İç Kılık. Otuz Uul; kuzey, güney ve doğu Kırgızistan’da yaşayan Sağ Kanat (Ong Kanat) ve iç ve batı bölgelerde yaşayan Sol Kanat olarak ikiye ayrılmıştır. Ong Kanat’ın bir parçası olan Togay kabilesi en büyük kabiledir ve siyasi olarak en önemli kabiledir. Kırgızistan’ın siyasal ve düşünsel önderleri bu kabileden çıkardı. Diğer federasyon olan İç Kılık çok küçüktür. Bu federasyon, Fergana Vadisi’nde yer alan, Güney Kırgızistan’daki ve Tacikistan’ın Doğu Pamirler bölgesindeki 10 önemli kabileden oluşmaktadır.[14] Krader, İç Kılık’ların karma bir kökene (hem Ong hem de Sol) sahip olduklarını öne sürmüştür.[15]

Eski Çağlardan 19. Yüzyıla

Kırgızlar yirminci yüzyıla kadar yazılı bir dile sahip olmadıklarından dolayı, kökenlerine ilişkin çalışmalar, bölgedeki diğer gruplar tarafından Kırgızlara yapılan atıflara dayanmaktadır. Bu sebeple, Kırgızların etnik kökenlerinin belirsiz olması ve Batılı ve Sovyet tarihçiler ve antropologlar arasında tartışılması şaşırtıcı değildir. Tartışma, Kırgızların şu anda yaşadıkları Orta Asya’daki Tien Şan dağlarına gelmeden önce farklı bir etnik grup olup olmadıkları ekseninde dönmektedir. Kuramlardan birisi, Tien Şan Kırgızları ile Güney Sibirya’daki Yenisey Nehri boylarındaki bölgede yaşayan Kırgızlar arasında bağlantı kurmaktadır.[16] Yenisey Kırgızları ile ilgili referanslar, M.Ö. birinci yüzyıla kadar uzanan Çin, Türk ve Doğu Roma kaynaklarından bulunabilir. Diğer kuram ise Yenisey Kırgızları ile Tien Şan Kırgızları arasında hiçbir ilişki ya da bağlantı bulunmadığını ortaya atmaktadır.[17] İkinci kuram, daha önceki Yenisey Kırgızları ile olan bağlantıyı reddetmektedir; çünkü iki Kırgız halkı arasında hiçbir doğrudan bağlantı bulunmamaktadır; Yenisey Kırgızlarına yapılan atıflar 1200’lerin başlarından itibaren kaybolmaya başlamıştır ve 1500’lere kadar tekrar gündeme gelmemiştir. Bu ikisi arasında bir bağlantı olduğu kuramını destekleyenlerin Kırgızların göç ettiğine inandıkları zaman dilimi, bu dönemdir; bununla birlikte, Kırgızlar böyle bir göçe yönelik bir geleneğe ya da popüler bir hafızaya sahip değildir. Ayrıca, Yenisey Kırgızlarının bugün yaşadıkları topraklara göç ettikleri kuramını savunanlar arasında, göçün tarihi ve Tien Şan’a yapılan göç hareketlerinin sayısı bakımından bazı ayrılıklar bulunmaktadır.

Bazı antropologların Yenisey Kırgızlarının Türk kökeninden gelmediklerini, aslında Türkleştirilmiş Samoyedler olduklarını ileri sürmelerine rağmen,[18] kökenleri ile ilgili olarak yaygın bir şekilde kabul gören kuram, onların eskiden de bir Türk kabilesi oldukları üzerinedir. Özellikle Yenisey ve Tien Şan Kırgızları arasındaki bağlantıya karşı çıkanlar olmak üzere, bazı tarihçiler de eski Orta Asya halklarına karma bir Türk-Moğol geçmiş yüklemektedir. Yenisey-Tien Şan bağlantısını reddedenlerin hepsi de köklerinin Türk kısmını Doğu Türkistan’a (Moğolistan) dayandırmaktadır.

Yenisey Kırgızlarına yapılan atıflar M.Ö. birinci yüzyıldaki Han dönemine ait Çin kayıtlarında bulunmaktadır.[19] Daniel Diller, Doğu Roma İmparatoru II. Justin tarafından M.S. 569’da yapılan atıflara değinmiştir.[20] Sekizinci yüzyılda Yenisey Kırgızlarına yapılan atıflar Orhun Yazıtları’nda da bulunmaktadır. Bölgeyi bu dönemde Orhunlar (çağımız Uygurları değil, eski Uygurlar) yönetmiştir ve dilleri ile Kırgız dili arasında birçok benzerlikler bulunmaktadır. 840 yılında, Kırgızlar Orhun topraklarını istila etmişler, Uygur başkentini harap etmişler ve böylece de Orhun İmparatorluğu’nun yıkılışının önünü açmışlardır. 840 yılından 924’teki Karahan işgallerine kadar bölgeyi Kırgızlar yönetmiştir. Bazı tarihçiler, onuncu yüzyıldaki Karahan işgallerinin Yenisey Kırgızlarının Tien Şan’a gerçekleştirdikleri ilk göçlerin sebebi olduğuna inanmaktadır.[21]

Ondokuzuncu yüzyılın ünlü Rus araştırmacısı/antropologu Vasily V. Barthold Kırgızların yine bu dönemde, ancak başka sebeplerden dolayı Tien Şan’a göçmüş olabileceklerini ileri sürmektedir -bazı Kırgızlar Tokuz Oğuzlar (Uygurlar) ve Oğuzlara karşı Karluklarla ittifak kurup Yedisu’nun bazı kısımlarını (Kuzey Kırgızistan ve Güneydoğu Kazakistan) fethetmiş olabilirler.[22] İlk göçlere ilişkin bu kuramlar ve diğer kuramlar çürütülmüştür; çünkü onaltıncı yüzyılda Kırgızlara hâlâ putperest olarak bakılıyordu ve eğer onuncu yüzyılda (ya da bazılarının öne sürdüğü gibi, Karahıtay akınlarından sonra, onikinci yüzyılda) göçmüş olsalardı, İslam’a çok daha önce geçmiş olurlardı.[23]

Yenisey Kırgızları, Cengiz Han’ın ilk hedefiydi ve sonuç olarak da 1206-09 yılları arasında fethedildiler. Moğol akınları Yenisey Kırgızlarını önce güneye, Mançurya’ya, daha sonra batıya ve son olarak da şu anda yaşadıkları Tien Şan ve Pamir bölgesine doğru sürmüştür. Kırgızların ayrıldıkları, Yenisey Kırgızlarının güney Sibirya’ya ve diğerlerinin de güneye doğru yayıldıkları dönem muhtemelen bu zamana tekabül etmektedir.[24] Göçebe ekonomisine sahip ilk Moğollar onikinci yüzyılda Tien Şan’da ortaya çıkmıştır; ancak tam kimlikleri bilinmemektedir. Bu gruba Kırgız oldukları yönünde bir atıfta bulunulmadığından dolayı, aralarında bir bağlantı kurmak oldukça güçtür.

Tien Şan’daki Kırgızlardan bahsedilen ilk metin, Altıncı İran Vakayinamesi’dir.[25] Bu metinde, 1503 yılında Doğu Türkistan’a, Isık-Kul gölü çevresindeki bölgeye kaçan ve daha sonraları burada Kırgız kabilesinin önderi olan Halil Han’dan bahsedilmektedir. Halil’in yanında kardeşi Said de bulunmaktaydı ve bu iki kardeş amcaları Mahmud’a karşı savaşmıştı. Daha sonra, her ikisi de Özbekistan’a kaçarken öldürülmüştü. Moğolistan (Doğu Türkistan ya da Kaşgar) Hanı’na yaptığı hizmetlerden dolayı Kırgızların başına Kırgız Muhammed geçirilmişti. Muhammed, hükümdarlığı sırasında Türkistan, Taşkent ve Sayram’a akınlar gerçekleştirmişti. Bu akınlara Han karşı çıkmaktaydı ve karşılığında o da Kırgızlara karşı akınlar gerçekleştirip onları dağıtmıştı. Savaşlar aralıklarla 1527 kadar devam etti ve bu tarihte Kırgızlar, Tahir Han önderliğinde Kazaklar ile birleşip Moğolları Yedisu’dan sürdüler. Ancak, 1533 ile 1570 yılları arasında Moğol kontrolü yeniden tesis edildi.

Moğolların nihai olarak düşmesinin ardından, Kırgızlar Tien Şan’a kalıcı olarak yerleştiler ve başka hiçbir egemenliği kabul etmediler. İki Kırgız konfederasyonu Akdağlık ile daha sonraları Hoca grupları ile birleşen Karadağlık arasında düşmanlık ortaya çıktı. Hoca ilişkileri sayesinde İslam dini Kırgızlar arasında yayıldı. Din, Fergana Vadisi’nde sağlam bir şekilde yerleşti ve sofiler yoluyla kuzeye ve doğuya doğru yavaş yavaş yayıldı. İç ve kuzey kesimlerdeki Kırgızlar onsekizinci yüzyılın başlarına kadar İslam dinini kabul etmediler. Fergana Vadisi’nde görülen Ortodoksluk ile Kuzey Kırgızistan’da görülen laik yapı arasındaki ayrım, Kuzey Kırgızistan’ın İslamlaştırılmasının son dönemlerine dair izleri günümüzde dahi ortaya koymaktadır. Göçebe özelliklerinden dolayı, Kırgızlar eski dini geleneklerini günümüze kadar korumayı başarmışlardır. Bu gelenekler arasında, iletileri takip edilen bir önder olan şaman olgusu ve iyiliğe ve kötü ruha inanma bulunmaktadır.[26]

Onaltıncı yüzyılda, deniz rotaları Avrupa’dan Çin’e uzanan ünlü İpek Yolu’nu gölgesi altında bırakmıştır. Bunun, Orta Asya halkları üzerinde büyük ekonomik ve siyasal etkileri olmuştur. Dünyanın diğer kısımları ile ulaşım ve iletişimin kesilmesiyle hayati ticaret hatlarının kaybolması sebebiyle Orta Asya’nın daha fazla gelişmediği ve kapalı halde kaldığı ileri sürülmüştür. Ruslar 1800’lerin sonlarında ve 1900’lü yıllarda demiryolları inşa edinceye kadar yeni ulaşım hatları kurulmamıştır.[27] Günümüzde bile uzak bölgelere erişim oldukça zordur ve kış aylarında neredeyse imkansız hale gelmektedir.

Onyedinci yüzyılda, Kırgızlar Çungaryalılar ile girdikleri savaşla uğraşmışlardır. 1683’den 1685’e kadar Tien Şan bölgesi talan edilmiştir ve Çağatay Hanlığı’nı yıkan Galdan’ın Oyratları (Cungarlar) tarafından işgal edilmiştir. Bu dönemde, birçok Kırgız Doğu Türkistan’daki Yarkent’e, Hotan’a ve Kaşgar’a göç etmiştir. Oyratlar daha sonraları, onsekizinci yüzyılın ortalarında Mançu akınlarıyla yıkılmıştır. Onsekizinci yüzyılın sonlarına doğru, Kırgız kabileleri Hokand ve Taşkent’e karşı Kırgızları koruyan Çin’e bağlı devletler haline gelmiştir. Bununla birlikte, Güney Kırgızistan Hokand egemenliği altına girmiştir. ‘Türkistan Esareti”[28] olarak bilinen ve Hokand Hanlığı bünyesindeki Özbeklerin ve Türkmenlerin esareti altında geçen dönemde, Kırgızlar sık sık ayaklanmışlardır ancak hiçbir sonuç elde edememişlerdir.

Ortak bir vatana, göçebe ekonomisine ve geleneksel mirasa bağlı olarak Kırgızların ilk kez etnik bir bilince sahip oldukları dönem bu yıllara tekabül etmektedir.[29] Bununla birlikte, bu etnik bilinç bir milliyetçilik değildir. Temel sadakat unsurları hâlâ kabile ve aile idi. Milliyetçilik kavramı ekseninde düşünüldüğünde, Kırgızlar ne bir bütünlük içindeydiler ne de bağımsızlıklarını istemekteydiler.

Rus İdaresi Altında

Kırgızların ve Rusların ilk karşılaşması onaltıncı yüzyılda meydana gelmiştir. Bununla birlikte, Rusya’nın sömürgecilik faaliyetlerinin Orta Asya’ya yönlendirildiği ondokuzuncu yüzyıla kadar yoğun bir temas meydana gelmemiştir. 1820 ile 1840 arasında, Rusların Kazak Ordalarına girmeye başladıkları dönemde, bir Kazak Hanı Kenesarı Kasım Ruslara karşı gerçekleştirilen ayaklanmaların başını çekti. Kasım, 1840’ların başlarında, Orta Asya göçebe kabilelerini Ruslara karşı birleştirmek için gerçekleştirilen tek ciddi girişimde bulundu. Bir ittifak oluşturmak için hem Hokandların himayesi altındaki Kırgızlara hem de Ruslarla bağlar kuran Kırgızlara yöneldi. Kırgız manaplar ise böyle bir ittifak oluşturmak yerine, Kasım’ın Kırgızlar ile Kazakları zorla birleştireceği yönünde dedikodular yayarak halkı Kazaklara karşı saldırmaya teşvik etti. Bunun üzerine Kasım, bu saldırganlıklarından dolayı Kırgızları cezalandırmaya karar verdi ve 1847 yılında Kuzey Kırgızistan’ı işgal etti. Bunun üzerine, Kasım’ın da hayatını kaybettiği sert bir savaş patlak verdi.[30]

1840’larda, Rus yerleşimciler Isık-Kul’a ulaştılar. Kasım’ın ölümünden sonra Ruslar, silahları olmaması ve aralarında bir örgütlenmenin meydana gelmemesi sebebiyle, Kırgızlar tarafından çok az dirençle karşılaşmıştır. Tam olarak kapsamlı bir sömürgeleştirme süreci 1860’larda ve 1870’lerde başlamıştır ve bu dönemde Kırgızlar Rus İmparatorluğu’na katılmıştır. Kuzey kabileleri, Hokand himayesi altındaki güney Kırgızlarının başına gelenin kendi başlarına da gelmesini engellemek için Ruslardan koruma talebinde bulunmuştur. Öte yandan, güney Kırgızları ise Doğu Türkistan’daki Kaşgar egemenliğine bağlılıklarını ortaya koymuş ve Ruslar’a karşı daha düşmanca davranmışlardır. Bu durumda dahi, bazı tarihçiler kuzey Kırgızlarının kendi istekleri ile Ruslara katıldıklarını iddia etmektedir.[31] Muhtemelen, Ruslar Kırgızlara iki seçenek sunmuştu: Ya (Kırgızlara ve diğer halklara gaddarca davranan) Hokandlara bağlı kalacaklardı ya da teknolojiye ve nispeten ileri bir kültüre sahip olan Ruslara bağlı olacaklardı.[32] Başka seçenekleri olmayan kuzey Kırgızları, Rusya’ya sadakat yemini ettiler. 1862 yılında, Ruslar Pişkek’te (günümüzde Bişkek) bir kale inşa ettiler ve buradan düşman, güney Kırgızları üzerine akınlar düzenlediler. Güney Kırgızistan 1867 yılında Hokand Hanlığı tarafından fethedilerek, Hokanda katıldı. Dokuz yıl sonra da, Ruslar Alay Vadisini işgal ederek Kırgızistan’ın ilhakını tamamladı. Kırgızlar muhtemelen bu dönemde Pamir Dağlarına ve Afganistan’a göç etmiştir.[33]

Rus yerleşimciler Kırgızları yavaş yavaş geleneksel mera alanlarından çıkardılar ve Kırgızlar arasında kendilerine karşı büyük bir husumet uyandırdılar. Rusya’ya katıldıktan sonra meydana gelen en büyük ayaklanma hareketi olan Andızhan Ayaklanması, 1898 yılında, Fergana Vadisi bölgesinde bulunan, Kırgızistan’ın Oş kentinde, Özbekistan’ın Andızhan şehrinde ve Tacikistan’ın Kodzent şehrinde meydana geldi. 25 Haziran 1916 tarihinde, Çar II. Nicholas ondokuz ile kırküç yaş arasındaki tüm Orta Asya erkeklerinin Avrupa’daki iş alanlarında ve savaş faaliyetlerinde görevlendirilmesine yönelik bir seferlik kararı yayınladı. Orta Asyalılar bunun üzerine Rus egemenliğinin sembollerine ve temsilcilerine saldırılarda bulunarak tepkilerini ortaya koydular.

Çarın kararı yayınlandıktan sonra, Rus ve Ukraynalı yerleşimcilerin ellerine geçen toprakları yağmaladıkları yönünde dedikodular yayıldı ve oluşan bu gerginlik Ruslara karşı açılan birçok yerel savaş ile sonuçlandı. En büyük çatışma, Tokmok (Güney Kırgızlarının tarihi başkenti) saldırısı idi ve burada yaklaşık 5.000 Kırgız küçük bir Rus garnizonuna saldırdı. Bu saldırıda 300 Kırgız ve iki Rus hayatını kaybetti. 6 Ağustos 1916 tarihinde Bişkek’te Kırgızlar ayaklandılar ve 2.000 yerleşimciyi öldürdüler. Rusların bu saldırıya tepkisi ise, bazı tahminlere göre toplam 780.000 Kırgız’dan 100.000- 120.000’inin öldürüldüğü vahşi bir katliam oldu, bir o kadar Kırgız da Çin’e kaçtı.[34]

Helene Carrere d’Encausse ayaklanmayı üç ‘eski ve derin ihtilafa’ bağlamaktadır ve seferberlik emrinin de burada ateşleyici bir rol oynadığını belirtmektedir. Bunlardan birincisi ve kendisine göre en önemlisi, Rusların sömürgeciliğidir. Savaş sırasında her ne kadar yerleşimler hızını kaybetse de otlak alanlarının sürekli olarak Kırgızları umutsuzluğa düşürmek için yeterliydi. İkinci olarak, Ruslar tarafından uygulanan ağır vergilere ve zorunlu çalıştırma durumlarıma değinmektedir. Son olarak da, Rus tüccarlar tarafından adilane olmayan bir şekilde belirlenen fiyatlar da eşit derecede öfkeye yol açıyordu.[35] Sömürgeciler tarafından Kırgızlara uygulanan bir başka katliam da 1917 yılında, bir yıl önce göç eden Kırgızların ve Dunganların geri dönmekte oldukları yönünde çıkarılan dedikodular sonucunda gerçekleştirilmiştir.[36]

Sovyetlerin Girişi

Orta Asya’daki ilk Marksistler, Rusya’dan sürgüne gönderilenlerdi. 1907 yılında, V. Osobo Oş’taki ilk Sosyal Demokrat grubu kurdu, ancak 1908’e kadar dağıldı. Aynı yıl, I.S. Svinukov ve F.E. Panfilov Bişkek’te bir Sosyal Demokrat grup kurdu ve 1913 yılına kadar 25-30 üye topladılar.[37] Benzer birkaç grup daha kurulmuştu ancak sayıları oldukça azdı ve kendi içlerine kapalı durumdaydılar. Orta Asyalılar Bolşeviklere başlangıçta umutla bakıyorlardı, ancak çok geçmeden Bolşeviklerin Rus İmparatorluğu’ndan özgürlük vaatlerinin sadece yeni bir baskının gelişi anlamına geldiğini anladılar.

Orta Asya’daki vahşi iç savaşın takibinde Sovyet güçlerinin birleştirilmesinin ardından, Sovyetleştirmeye karşı gözlenen tek örgütlü direnç Basmacı hareketiydi ve bu hareket komünizm karşıtlığından ziyade İslam yanlısı bir yapıya sahipti. Muhafazakar Müslüman din adamlarının öncülüğündeki Basmacı hareketi Fergana Vadisi’nde üslenmişti. Kırgızistan’daki 1916 ayaklanmasına katılanların birçoğu aynı zamanda Basmacı hareketinin de üyeleriydi. Bununla birlikte, Fergana Vadisi’ndeki Özbek ve Kırgız birimler arasındaki iç çatışmalar hareketi zayıflatmıştı. Bu anlaşmazlık, özellikle Ruslar Özbeklere saldırdığında Kırgız önder Mutedin’in ‘tarafsız’ kalması ile kanıtlanmaktadır.[38] Bekleneceği gibi, Ruslar çok geçmeden Kırgızlara yöneldiler. Sovyetlere ciddi kayıplar verdirdikten sonra Kırgız Basmacılar 1922 yılında teslim oldular.

Basmacılar gibi Türkçü ve İslamcı hareketlerin korkusu içerisinde olan Sovyetler, Türkistan’ı etnik olarak farklı idari bölgelere ayırdılar. Bununla birlikte, Buhara’da Taşkent ve Kırgızistan’dan gelen bir grup sosyalist ‘Türkistan Sosyalistler Birliği’ adında bir özerk bir Türkçü komünist parti kurdular.[39] Parti, Tataristan’daki Sultan Galiyev’in pan-islamist hareketine benzerliklerinden dolayı, Sovyetler için özellikle tehdit unsuru teşkil ediyordu. Sovyetler, bu gibi unsurları birleştiren her türlü hareketi bertaraf etmek amacıyla, ulusal dillerin kullanımını öne çıkaran ulusal ifadeleri teşvik ettiler. Kırgız durumunda ise, Ruslar yazılı bir Kırgız dilinin oluşturulmasına yardımcı oldular.

İç savaş yıllarında, Kızıllar ile Beyazlar arasındaki çatışmaların büyük bir kısmı Orta Asya’da meydana geldi. Bolşevikler Müslüman topluluklara heyecanla yakınlık gösterdiler ve özerklik, eşitlik ve parti üyeliği vaatleriyle onları ayarttılar.[40] Ceditçi liderler ve yenilikçi Müslüman din adamları daha sonra, kendilerini demokrasi ve bağımsızlık düşünceleri ile baştan çıkaran Bolşevikleri desteklediler. Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve bu savaş sonunda Rusya’nın Finlandiya, Baltık ve Polonya sınırlarını kaybetmesinin ardından, Sovyetler yeni imparatorluklarının dağılması korkusu ile karşı karşıya kaldılar. Bu korku Bolşeviklerin Orta Asya halklarına kendi kaderlerini belirleme yönünde verdiği desteği sınırlamasına yol açtı. Bolşevikler Sovyet karşıtı milliyetçiliğin yanlış olduğunu ve bunun kendi kaderini belirleme ile ilgisi olmadığını, burjuva milliyetçiliği olduğunu ilan ettiler.[41] İhtilal sonrasında, Bolşevikler Hiva ve Buhara çevresinde bağımsız cumhuriyetler oluşturdular. Bu bağımsız cumhuriyetler, komünistler tarafından idare edilen Rus kuklaları olmaktan öteye gidemediler; ancak, bu arada din adamları Basmacı hareketi olarak kendilerini yeniden örgütlediler ve ‘gerçek’ Türk milliyetçiliği ve sömürgeci karşıtı bayrak altında önemli bir akım geliştirdiler.

1923 ve 1924 yıllarına kadar bu cumhuriyetler Harzem ve Buhara SSC’leri olarak Sovyetler Birliği’ne girdiler. 1924 yılında birlikteki Türkistan, Harzem ve Buhara cumhuriyetleri ortadan kalktı ve yerlerine Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan geldi. Türkistan’ın farklı cumhuriyetlere ayrılması, her ikisi de Türkistan aydınları arasında oldukça yaygınlaşan Türkçülük ve İslamcılık fikirlerini bastırmaya yönelik bir çabaydı.[42] Sovyetler, ulusal kimliklerin yaratılmasını teşvik etmeleri halinde, bu cumhuriyetleri kontrol etmenin daha kolay olacağına, aksi taktirde kontrol edilmesi oldukça güçleşecek olan büyük çağlı milliyetçi birleşme hareketlerinin oluşmasının önlenebileceğine inanıyorlardı.

1920’li yıllar boyunca bölgede uygulanan siyasi düzenlemeler, yapay olarak çizilen ve isimsiz azınlık bölgelerinin ulusal isimli hareketleri önlemesi için kasıtlı olarak yaratılan sınırların ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Keyfi olarak yaratılan bu sınırların sonucu, Semerkant ve Buhara gibi Tacik şehirlerinin Özbekistan’a verilmesi ve Özbek şehri Oş’un Kırgızistan’a verilmesi gibi ‘sıcak meselelerin’ ortaya çıkması olmuştur.[43] Türkistan’ın bölünmesinden önce, Kırgız toprakları Kırgız (Kazak) Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (ÖSSC) sınırları içerisinde yer alan Kara-Kırgız Özerk Vilayeti’nin bir parçası idi ve Yedisu da Türkistan ÖSSC’nin içerisinde idi. 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulduktan sonra, 14 Ekim 1924 tarihinde, Kara-Kırgız Özerk Bölgesi Rusya Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak kuruldu. 25 Mayıs 1925 tarihinde ismi Kırgız Özerk Bölgesi olarak değiştirildi. 1 Şubat 1926 tarihinde de Kırgız ÖSSC haline geldi.

Son olarak 5 Aralık 1936 tarihinde Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Kırgızistan da denmektedir) kurulmuştur. Son hali ile Kırgızistan sınırları içerisinde Özbek ve Taciklerin çoğunluğu oluşturduğu bölgeler bulunmaktadır. Milliyetçi hareketleri engellemek amacıyla, cumhuriyet sınırları çizilirken kalabalık etnik azınlıklar dahil edilmiştir. Bununla birlikte, yine de bazı milliyetçi hareketler ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1920’lerin başlarında Kırgız milliyetçi liderler Büyük Kırgızistan’a yönelik fikirlerini ve hayallerini yaymışlardır.[44]

Huskey, Bolşevik İhtilali’nin bir anlamda ‘Allah’ın Kırgızlara bir hediyesi’ olduğunu ileri sürmüştür.[45] Bu ihtilal, Kırgızların kendi siyasi toplumlarına sahip olmalarına olanak tanımıştır. Kırgızlar özerk bir siyasi varlık olmamalarına karşın, “Kırgızların ana devletle olan sağlam bağları ve en azından Kırgız kültürel ve siyasi kimliğinin sembollerinin geliştirilmesi, Kırgız ulusal bilincinin oluşması için önemli ön koşulları hazırlamıştır.”[46] Bu şekilde, 1920’li yıllarda, Sovyetler belirli sınırlar dahilindeki yerli idarenin temellerini atmışlardır. Kırgızlar, Komünist Parti’nin yerel kollarında oldukça önemli bir söz sahibi idi, ancak yönetim gibi alanlarda oldukça sınırlı bir rol oynamaktaydı.

İdari konumların çoğu Slavlar tarafından işgal edilmekteydi. Ancak, bu dönemde birçok Kırgız Avrupa Rusyası’nda eğitilmekteydi. Bunlar daha sonraları yerel idareyi ve ekonomiyi yönetecek olan ‘Sovyet’ Kırgız kadrolar olarak geri dönmüşlerdi.[47]

Başlangıçta, yerlileştirme (korenizatsiia) politikası uyarınca, partilerin yerel teşkilatlarının üst makamlarına ulusal liderler getirilmekteydi. Yerel liderlerin bu konumlara getirilmesinin sebebi, yerli çıkarlarının temsil edildiğini göstermekti. Aslında bu liderler sadece Moskova’nın ‘vekilleri’ ve işbirlikçileri olarak kullanılmaktaydı.[48] Bu doğrultuda, iyi eğitim görmüş bir Kırgız olan Yusuf Abdurakmanov Kırgız Halk Komiserleri Konseyi’nin ilk başkanı olmuştur;[49] Moskova Milletler Komiserliği’nde Stalin’in emrinde komiser yardımcısı olan Turar Riskul-uulu da Rus Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriyeti (R.S.F.S.C.) Bakanlar Kurulu’nun başkan yardımcısı olmuştur.[50] Ancak çok geçmeden ‘siyasi güvenilirlik’, yani belirli bir sınıfa üye olmak, en önemli ölçüt haline gelmiştir. Örneğin, okuma yazmayı tam olarak bilmeyen ve çiftliklerde gündelik işçi olarak çalışan biri olan A. Urazbekov, siyasi tavırları sayesinde Kara-Kırgız Vilayet Yönetim Komitesi’nin birinci başkanı olmuştur.[51] Ancak ortaya çıkan en güçlü liderler, 1917 yılında yetişkinliğe daha yeni adım atan nesilden çıkmıştır. Eski nesil, komünist karşıtı sert tutumlarından dolayı nüfuzunu kaybetmiştir. 1920’lerin sonlarına gelindiğinde, genç milliyetçi komünistler edebi yayınlar ile eğitim ve siyaset kurumlarını hakimiyetleri altına almışlardı. 1900 doğumlu Kasım Tinistan-uulu, bu özellikleri taşıyan bir Kırgız idi. Edward Allwoth kendisini; “başarılı bir şair, dilbilimci, düşünür, milliyetçi siyasi lider;

Kırgız eğitim komiserliği yapmış, hem ilk Kırgız gazetesi Erkin’in (1924-) hem de cumhuriyetin o zamanki en etkili dergilerinden birisi olan ‘Janga Madaniyat Yolunda’nın (1928-31) editörlüğünü yapmış bir şahsiyet”[52] olarak tanımlamıştır.

Tüm Sovyetler Birliği’ni etkisi altında bırakan bütünleşme hareketi, Kırgızistan durumunda öncelikle göçebe Kırgızların yerleşik hayata geçirilmesini ön görüyordu, dolayısıyla Kırgızlar önemli derecede bir direnç ortaya koydular. Bütünleşmenin hızlı bir şekilde yayılmasına tepki olarak, Kırgızlar canlı hayvanlarını keserek baş kaldırdılar. Bunun sonucunda, cumhuriyetteki koyunların sayısı 1924’teki 3.1 milyon düzeyinden 1932’de 949.000’e geriledi (bu düşüşün ağırlıklı kısmı 1930-32 yıları arasında meydana geldi); bu dönemde sığır sayısı da 876.000’den 315.000’e düştü.[53]

Cumhuriyetin en üst düzey makamlarına yerli liderleri yerleştirme politikası, Stalinleşmenin başlaması ile birlikte 1933 yılında sona erdi. Yerli liderlerin yerine Rus milliyetçiler getirildi ve geniş çaplı Ruslaştırma çabaları başladı. Abdülkerim Sıdık-uulu gibi önde gelen Kırgızlar bütünleşmeye karşı ihtilal karşıtı hareketlere öncülük etmekle suçlandılar ve daha sonra da idam edildiler. Sıdık-uulu vakasından sonra, ‘Sydykovshchina’ günahı diğer Kırgızlara karşı suçlamalarda bulunmada en yaygın olarak kullanılan gerekçe haline geldi.[54] Yeni Kırgız SSC’nin kurulacağı zamanlarda, Kırgız liderler (ve muhtemel liderler) ve Sovyet karşıtları saf dışı bırakılmaya başladı. Örneğin, 1937 yılında, Rıskul- uulu Moskova’da ortadan kayboldu. Kırgız edebiyatı ve sözlü gelenekleri ‘orta sınıfa yönelik milliyetçi unsurlarından’ arındırıldı. Rusça resmi dil haline geldi ve Kırgızca kullanımdan kalktı. Bu çabalar, İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Kırgız’ı Almanlara karşı savaşmaya yönlendirdi; bunun sonucu ise Kırgızlar için daha sert bir davranışla karşılaşmak oldu.[55] Bunun da ötesinde, Sovyetler Birliği bünyesinde, Slav egemenliği ve Ruslaştırma faaliyetleri derinleştikçe, Kırgız özerkliğinin sadece sembolleri baki kaldı.[56]

İç savaş sonrasında Sovyet yönetiminin güçlenmesi ve müteakiben Stalin’in vahşice tasfiye politikaları ulus aydınlarından ve Müslüman liderlerden sağ kalanları da büyük oranda öldürdü. Milli, tarih ve edebiyat, Moskova’nın isteklerine uyacak şekilde yeniden yazıldı. Kur’an’ın bir Sovyet versiyonu yazıldı. Özümseme faaliyetleri yoğunlaştı, milliyetçi bağların ortadan kaldırılması amaçlandı. Sözlü geleneklerin devam etmesine ve de ulusal bilinci ve onuru tahrik eden etnik düşmanlıkların büyümesine bağlı olarak, milli gelenekler ve uygulamalar kısmen de olsa devam etti.

Sonuç

Hemen hemen tüm kültürlerde, ne kadar çok değişiklik olursa olsun insanların o derecede aynı kaldıklarını belirten atasözleri vardır. Kırgızistan’ın temel özellikleri, vahşi Sovyetleştirme dönemi de dahil olmak üzere, tüm tarihleri boyunca devam etmiştir. Bu ‘acıklı deneyim’, Kırgızların sosyal, ekonomik ve siyasi yönlerini değiştirirken, geçmiş çağların izlerini taşıyan temel özelliklerini yok etmedi. Kırgız tarihine kısa bir bakış bile günümüz Kırgızistan’ındaki siyasal ve sosyal ilişkilerinin anlayışını ortaya koyar ve diğer milletlerin tarihlerinin aksine çok fazla şeyi açıklar. Kırgız tarihinin üç yönü, günümüz Kırgız siyaseti hakkında derinlemesine bilgiler sunar.

Her şeyden önce, Kırgızları hâlâ bölmeye devam eden bir kabilecilik mirası vardır. Ön önemli sadakat unsurları hâlâ aile ve kabiledir; siyasal partiler ya da ulusal hükümet değildir. İki konfederasyonu birbirinden ayıran ve Otuz Oğulları da kendi içlerinde ayıran kabile mirası hâlâ etkinliğini korumaktadır ve kuzey-güney bölünmesini hâlâ devam ettirmektedir. Komünizm sonrasının ilk yıllarında, Cumhurbaşkanı Akayev uzlaşıya yönelik siyasetler uygulayarak bu uzun süreden beri devam eden ihtilafları büyük ölçüde kontrol altına almayı başarmıştır. Bununla birlikte, koalisyonu oldukça hassastır ve geleneksek kabile ayrılıkları sebebiyle zorluklar yaşamaktadır.

İkinci olarak, kökleri onaltıncı yüzyıla, güney kabilelerinin İslamlaşma sürecini ilk yaşamaya başladığı döneme uzanan, kuzey ile güneyi birbirinden ayıran bir hat mevcuttur. O dönemden bu yana her iki grup birbirinden farklı dinler içerisinde değişiklikler yaşamıştır; güney Kırgızları daha çok Ortodoks bir ortam içerisinde gelişmişlerdir, öte yandan kuzey Kırgızları ise ılımlı, neredeyse laik şartlar altında gelişmişlerdir. Onsekizinci yüzyılın sonlarında ve ondokuzuncu yüzyılın başlarından ortalarına doğru, bu iki grup birbirlerine rakip imparatorluklar tarafından yönetilmiştir; kuzeydekiler Çinliler ve Ruslar, güneydekiler de Hokand Hanlığı tarafından yönetilmiştir. Kuzeyliler, sık sık ayaklanan ve Basmacı hareketinin milliyetçi din adamlarını destekleyen güneyliler ile karşılaştırıldığında Ruslara karşı, en azından başlangıçta, daha kabullenmiş bir tutum izlediler. 1950’lerden 1980’lere kadar süren Kırgız Komünist Partisi başkanlığı döneminde Usubaliyev’in idaresi kuzey Kırgızlarının güneydeki kardeşleri üzerindeki siyasi egemenliğini kuvvetlendirmiştir. Masaliyev’in bir güneyli olarak birinci başkan olduğu 1980’lerin sonlarındaki kısa dönem, güney Kırgızlarının yeniden dirilmelerini sağlayamadı. Cumhurbaşkanı Akayev, bir kuzeyli olarak, Kırgız siyasetindeki kuzey egemenliğini devam ettirmek için baskı uygulamaktan kaçınmadı. Güney Kırgızları yeterince temsil edilmedikçe ve güneyli siyasetçiler siyasi ayrımcılık ile ilgili üzüntülerini dile getirmeye devam etmek zorunda kaldığı sürece, gizli gizli devam eden gerginlikler ortadan kalkmayacaktır.

Üçüncü husus ise, günümüzün şehirli Kırgızlarının yanında dağda yaşayan Kırgız çobanların miraslarında ve geleneklerinde de oldukça belirgin olan Kırgızların göçebe tabiatlarıdır. Orta Asya’nın diğer bölgeleri ile karşılaştırıldığında, Kırgızistan’daki demokratik reformların hızlı ilerleyişi ve desteği, kısmen de olsa Kırgız göçebeliğine atfedilebilir.

Göçebe toplum, her bir ailenin temsilcisinin kabile ile ilgili kararlarda önemli rol oynadığı kabile konseyi kurumunda uygulanan demokratik karar verme geleneğini kökleştirmiştir. Tek bir otoritenin ya da Kırgızları birleştirecek bir güç yoğunluğunun bulunmayışı, Kırgızları özgürlüğü ve çoğulculuğu kabul etmeye daha yetkin kılmıştır ve tehdit altında bulunduklarında seslerini yükseltmelerini sağlamıştır. Zaman zaman demokratik olmayan tutumlar takınmalarına rağmen, Kırgız yetkililer göçebe özellikleriyle ve bu özelliklerinin demokrasiyi kendileri için oldukça doğal kılması ile övünürler.

Yetmiş yıllık Sovyet ‘modernleşme’ döneminde olduğu gibi, ‘demokratikleşme’ sürecinde de Kırgız tarihsel etkileri yaşamaya devam edecektir. On yıllık bir bağımsızlık sürecinden ve siyasi partiler ve yarışmalı seçimler gibi Batılı siyasal kurumların kabul edilmesinden sonra bile, Kırgız siyaseti tarihsel temellerini kaybetmemiştir.

Mevcut siyaset yapısındaki kabile, coğrafya, göçebelik ile ilgili bölünmeler muhafaza edildiği sürece, bu tarihisel mirasların yakın bir zamanda siyaset sahnesinden silineceği şüphe götürür.

Gregory R. KOLDYS

Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı /Özbekistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 518- 527


Kaynaklar:
♦ Allworth, Edward. “The Changing Intellectual and Literary Community”. In Allworth, Central Asia: 120, s. 349-96.
♦ “Encounter” In Allworth, Central Asia: 120, s. 1-59.
♦ Central Asia: 120 Years of Russian Rule. Durham: Duke University Press, 1989.
♦ The Modern Uzbeks: From the Fourteenth Century to the Present: A Cultural History.
♦ Stanford, CA: Hoover Institution Press, Stanford University, 1990.
♦ Bacon, Elizabeth E. Central Asians under Russian Rule: A Study in Culture Change. Ithaca: Cornell University Press, 1966.
♦ Barthold, Vasily Vladimirovich. Four Studies on the History of Central Asia, Cilt I. V. & T. Minorsky translators. Leiden, Neth.: E. J. Brill, 1956 (ilk yazılış tarihi 1893).
♦ Belenitsky, Aleksandr. Central Asia. Trans. James Hogarth. Cleveland and New York: World Publishing Co, 1968.
♦ Bennigsen, Alexandre and S. Enders Wimbush. Muslim National Communism in the Soviet Union. Chicago: University of Chicago Press, 1979.
♦ Bennigsen, Alexandre and S. Enders Wimbush, Muslims of the Soviet Empire: A Guide. Bloomington: Indiana University Press, 1986.
♦ Bremmer, Ian and Ray Taras, eds. Nations & Politics in the Soviet Successor States. New York: Cambridge University Press, 1993.
♦ Canfield, Robert L. “Restructuring in Greater Central Asia: Changing Political Configurations”. Asian Survey. 32: 10 (October 1992): 875-87.
♦ Caroe, Olaf. Soviet Empire: The Turks of Central Asia and Stalinism. London: MacMillan, 1967.
♦ Carrere d’Encausse, Helene. “The Fall of the Czarist Empire”. In Allworth, Central Asia: 120, s. 207-23.
♦ The Great Challenge: Nationalities and the Bolshevik State 1917-1930. New York: Holmes & Meier, 1991.
♦ Islam and the Russian Empire: Reform and Revolution in Central Asia. Berkeley: University of California Press, 1988.
♦ “The National Republics Lose Their Independence”. In Allworth, Central Asia: 120, s. 92-130.
♦ Critchlow, James. “Signs of Emerging Nationalism in the Moslem Soviet Republics”. In Dodge, Soviets in Asia.
♦ Current Digest of the Soviet Press. 35: 20, s. 1-4.
♦ Diller, Daniel C. Russia and the Independent States. Washington, D. C.: Congressional Quarterly, Inc., 1993.
♦ Dodge, Norton T., ed. Soviets in Asia. Mechanicsville, MD: Cremona Foundation, 1972.
♦ Fierman, William. “The Soviet ‘Transformation’ of Central Asia”. In Fierman, Soviet Central Asia, s. 11-35.
♦ Soviet Central Asia: The Failed Transformation. Boulder: Westview Press, 1991.
♦ Gleason, Gregory. “Uzbekistan: From Statehood to Nationhood?” In Bremmer and Taras, Nations & Politics, s. 331-60.
♦ Great Soviet Encyclopedia, 3rd ed., s. v “Kirghiz Soviet Socialist Republic”.
♦ Hambly, Gavin. Central Asia. New York: Dell Publishing Co., 1969.
♦ Huskey, Gene. “Kyrgyzstan: The Politics of Demographic and Economic Frustration”. In Bremmer Taras, Nation & Politics, s. 398-418.
♦ Krader, Lawrence. Peoples of Central Asia. Bloomington: Indiana University, 1966.
♦ Matley, Ian Murray. “Agricultural Development”. In Allworth, Central Asia: 120, s. 266-308.
♦ “The Population and the Land”. In Allworth, Central Asian: 120, s. 92-130.
♦ Menges, Karl H. “People, Languages, and Migrations”. In Allworth, Central Asia: 120, s. 60-91.
♦ Mirsky, George I. “Central Asia’s Emergence”, Current History, 91: 567 (October 1992).
♦ Olcott, Martha Brill. The Kazakhs. Stanford, CA: Hoover Institution Press, Stanford University Press, 1995.
♦ Pierce, Richard A. Russian Central Asia 1867-1917: A Study in Colonial Rule. Berkeley: University of California Press, 1960.
♦ Pollard, Alan P. USSR Facts and Figures Annual, 1991. Gulf Breeze, FL.: Academic International Press, 1991.
♦ Ross, Edward Denison and Francis Henry Skrine. The Heart of Asia. New York: Arno Press, 1973.
♦ Rumer, Boris Z. Soviet Central Asia: “A Tragic Experiment”. New York: Routledge, 1989.
♦ Rywkin, Michael. Moscow’s Muslim Challenge: Soviet Central Asia. Armonk, New York: M. E. Sharpe, Inc., 1990.
♦ Schuyler, Eugene. Turkistan: Notes of a Journey in Russian Turkistan, Kokand, Bukhara and Kuldja. New York: Frederick A. Praeger, 1966.
♦ Statisticheskiy Ezhegodnik Kyrgyzskoy Respubliki, 1994. Bishkek: Natsionalniy Statisticheskiy komitet Kyrgyzskoy Respubliki, 1995.
♦ Wheeler, Geoffrey. The Modern History of Soviet Central Asia, New York: Frederick A. Praeger, 1964.
♦ Racial Problems in Soviet Muslim Asia. London: Oxford University Press, 1962.
Dipnotlar :
[1] Statisticheskiy Ezhegodnik Kyrgyzskoy Respubliki, 1994, Bişkek: Natsionalniy Statistiçeskiy komitet Kyrgyzskoy Respubliki, 1995, Cilt 1, s. 20 [aksi belirtilmediği sürece, tüm çeviriler yazar tarafından yapılmıştır]; Alexandre Bennigsen and S. Enders Wimbush, comps., Muslims of the Soviet Empire: A Guide, Bloomington: Indiana University Press, 1986, s. 74 ve 77; and Gene Huskey, “Kyrgyzstan: The Politics of Demographic and Economic Frustration”, Nations & Politics in the Soviet Successor States, edited by Ian Bremmer and Ray Taras, New York: Cambridge University Press, 1993, s. 403.
[2] Martha Brill Olcott, The Kazakhs, Stanford, CA: Hoover Institution Press, Stanford University Press, 1995.
[3] Edward Allworth, The Modern Uzbeks: From the Fourteenth Century to the Present: A Cultural History, Stanford, A: Hoover Institution Press, Stanford University, 1990.
[4] Geoffrey Wheeler, The Modern History of Soviet Central Asia, New York: Frederick A. Praeger, 1964, s. 7-8.
[5] A.g.e, s. 7.
[6] Eugene Schuyler, Turkistan: Notes of a Journey in Russian Turkistan, Kokand, Bukhara and Kuldja, New York: Frederick A. Praeger, 1966, s. 261.
[7] Lawrence Krader, Peoples of Central Asia, Bloomington: Indiana University, 1966, s. 153.
[8] Alexandre Bennigsen and S. Enders Wimbush, comps., Muslims of the Soviet Empire: A Guide. Bloomington: Indiana University Press, 1986, s. 77.
[9] Krader, Peoples of Central Asia, s. 153.
[10] A.g.e, s. 156.
[11] Schuyler, Turkistan, s. 261.
[12] A.g.e, s. 261-2.
[13] A.g.e, s. 262.
[14] Bennigsen and Wimbush, Muslims of the Soviet Empire, s. 78-79
[15] Krader, Peoples of Central Asia, s. 162-63.
[16] Elizabeth E. Bacon, Central Asians under Russian Rule: A Study in Culture Change, Ithaca, New York: Cornell University Press, 1966; Vasily Vladimirovich Barthold, Four Studies on the History of Central Asia, Cilt I, Çeviren: V. & T. Minorsky, Leiden, Neth.: E. J. Brill, 1956 (ilk yazılış tarihi 1893); Daniel C. Diller, Russia and the Independent States, Washington, D. C.: Congressional Quarterly, Inc., 1993; Gavin Hambly, Central Asia, New York: Dell Publishing Co., 1969, s. 62; Karl H. Menges, “People, Languages, and Migrations”, in Edward Allworth, ed., Central Asia: 120 Years of Russian Rule, Durham: Duke University Press, 1989, s. 83; Schuyler, Turkistan, s. 260; and Wheeler, Modern History, s. 13. Bkz. ayrıca; Krader, Peoples of Central Asia, s. 59.
[17] Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, See also W. Radloff and S. M. Abramov references in Krader, Peoples of Central Asia, p. 59; and a review of the 1981 official History of the Kirgiz Republic in Current Digest of the Soviet Press, 35: 20, pp. 1-4.
[18] Krader, Peoples of Central Asia, p. 59; and Menges, “People, Languages”, s. 88-89.
[19] Krader, Peoples of Central Asia, s. 59.
[20] Diller, Russia and the Independent States, s. 255.
[21] Bacon, Central Asians under, s. 20-1.
[22] Barthold, Four Studies, s. 92.
[23] Wheeler, Modern History, s. 13.
[24] Schuyler, Turkistan, p. 260. Günümüzde güney Sibirya’da ve Moğolistan’da çok az sayıda Yenisey Kırgızı kalmıştır.
[25] Barthold, Four Studies, p. 152; and Krader, Peoples of Central Asia, s. 60.
[26] Krader, Peoples of Central Asia, s. 130-32.
[27] Robert L. Canfield, “Restructuring in Greater Central Asia: Changing Political Configurations”, Asian Survey, 32: 10 (Ekim 1992): 875-87.
[28] Hambly, Central Asia, s. 149.
[29] Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, s. 399.
[30] Wheeler, Modern History, pp. 53-55. See also Edward Allworth, “Encounter”, in Central Asia: 120, Editör: Allworth, s. 1-59; and Hambly, Central Asia.
[31] Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, s. 399.
[32] A.g.e.
[33] Hambly, Central Asia, s. 149. Bununla birlikte, daha önce de belirtildiği gibi, diğer tarihçiler Kırgızların Pamir Dağlarına çok daha önceleri geldikleri yönünde kanıtlar sunmaktadır.
[34] Helene Carrere d’Encausse, “The Fall of the Czarist Empire”, in Central Asia: 120, Editör: Allworth, s. 210-11; Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, s. 400; and Wheeler, Modern History, s. 92-93.
[35] Carrere d’Encausse, “Fall of the Czarist Empire”, s. 209-10.
[36] Hambly, Central Asia, s. 230-31.
[37] Great Soviet Encyclopedia, 3rd ed., s. v. “Kirghiz Soviet Socialist Republic”, Cilt 12, s.  489.
[38] Michael Rywkin, Moscow’s Muslim Challenge: Soviet Central Asia, Armonk, NY: M. E. Sharpe, Inc., 1990, s. 38-41.
[39] Helene Carrere d’Encausse, Islam and the Russian Empire: Reform and Revolution in Central Asia, Berkeley: University of California Press, 1988, s. 181.
[40] James Critchlow, “Signs of Emerging Nationalism in the Moslem Soviet Republics”; in Soviets in Asia, edited by Norton T. Dodge, Mechanicsville, MD: Cremona Foundation, 1972, s. 19.
[41] Geoffrey Wheeler, Racial Problems in Soviet Muslim Asia, London: Oxford University Press, 1962, S. 19.
[42] Bacon, Central Asians under, s. 216.
[43] George I. Mirsky, “Central Asia’s Emergence”, Current History, 91: 567 (October 1992): 335. Bu şehirlerin her biri şu ya da bu zamanda herhangi bir etnik kargaşa yaşamıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, bunların en yakın zamandaki bir örneği Oş’da 1990 yılında meydana gelen olaydır.
[44] Hambly, Central Asia, s. 234.
[45] Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, s. 400.
[46] A.g.e.
[47] A.g.e.
[48] Gregory Gleason, “Uzbekistan: From Statehood to Nationhood?” in Nations & Politics, Editör: Bremmer and Taras, s. 338.
[49] William Fierman, “The Soviet ‘Transformation’ of Central Asia”, in Soviet Central Asia: The Failed Transformation, Editör: William Fierman, Boulder, CO: Westview Press, 1991, s. 23.
[50] Helene Carrere d’Encausse, “The National Republics Lose Their Independence”, in Central Asia: 120, Editör: Allworth, s. 261.
[51] A.g.e.
[52] Edward Allworth, “The Changing Intellectual and Literary Community”, in Central Asia: 120, edited by Allworth, p. 355.
[53] Ian Murray Matley, “Agricultural Development”, in Central Asia: 120, edited by Allworth, s. 300.
[54] Carrere d’Encausse, “National Republics Lose”, s. 261-62.
[55] Olaf Caroe, Soviet Empire: The Turks of Central Asia and Stalinism, London: MacMillan, 1967, s. 254.
[56] Huskey, “Kyrgyzstan: Politics of Demographic”, s. 401.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.