Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kırgız Türklerinin Günlük Hayatında Gelenekler Ve Halk İnanışları

0 16.576

Kemal POLAT

Türkçe’mizdeki “gelenek” terimi, Kırgız dilinde “Salt” kavramı ile ifade edilmektedir. Gelenek, “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup, kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, töre ve davranışlar, anane” diye tanımlanmaktadır.[1] Kırgız dilindeki “salt” kelimesi ise “nesilden nesile geçip herhangi bir millet tarafından toplanarak, uzun zaman saklanan milli ve manevi miras unsurları; belirli bir toplum düzeni, işleyiş kuralları, fikir ve düşünceler, kaideler, töreler ve adetler” şeklinde ifade edilmektedir.[2] Halk inanışı, genel bir ifadeyle toplumların hayatında önemli bir yeri olan ve kaynağı belli olmayan dinî değerler ve inanışlar şeklinde algılanmaktadır.[3]

Bir toplumdaki örf-adet, gelenek ve inanışlar, o toplumun kültürünü meydana getirmektedir. Kültür, toplumların geçmişi ve geleceği arasındaki bir köprü vazifesi görmekte; milletlerin ve toplumların varlıklarını ve birliklerini korumalarına büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Kültürün bir unsuru olan gelenek, kendi yapısında bulunan, ona meşruiyet kazandıran otoriter bir özelliğe ve yaptırım gücüne sahiptir. Değişimin nispeten sınırlı olduğu, kapalı ve muhafazakâr toplumlarda geleneğin yaptırım gücü daha yoğun hissedilmekte ve uzun müddet sürmektedir. Çağın ve şartların değişmesi kimi zaman bu gücü azaltırken, bazı durumlarda da artırıcı bir unsur olmaktadır.

Geleneğin yaptırım gücünün yoğun hissedildiği ve uzun sürdüğü toplumlardan biri de Kırgızlardır. Kırgızlar, tarihi verilere göre en eski Türk toplumlarından biri olmanın yanında, geleneksel toplum yapısının hâkim olduğu, göçebe bir hayat tarzına sahip, muhafazakâr bir karakter sergileyen, gelenek ve inançlarına sıkı sıkıya bağlılığı ile bilinen bir toplumdur. Bu özelliklerinden dolayı onların hayatında ecdâtlarından kalan birçok gelenek ve görenek tüm canlılığı ile hâlâ yaşamaktadır. Kırgızların, zikrettiğimiz bu özellikleri ve söz konusu gelenekleri onların millî varlıklarını korumalarında ve bağımsızlıklarına kavuşmalarında büyük rol oynamıştır. Böylece 31 Ağustos 1991’de Kırgızistan bağımsızlığına kavuşmuştur.

Kırgız Türkleri, Sovyetler Birliği zamanında gelenek ve göreneklerin adının bile ağza alınmasının yasak olduğu,[4] uzun ve zor bir dönemden geçmelerine rağmen, geleneklerinden taviz vermemeye gayret etmiş, bu uğurda çeşitli zorluklara katlanmış, âdeta kültürel bir direniş mücadelesi vermişlerdir. Bu mücadele ve gayretler sayesinde birçok gelenek ve inanışlarını büyük oranda korumuş olmakla birlikte, bazılarının zayıflamasına değişmesine hatta az bir kısmının da yok olmasına engel olamamışlardır. Ancak Kırgızların en az değişiklikle günümüze kadar getirip devam ettirdikleri geleneklerinden önemli bir kısmını günlük hayatla ilgili gelenekler oluşturmaktadır. Nitekim Kırgız yazar S. Esengoldiyev bu hususa şöyle işaret etmektedir: “Sovyet iktidarı zamanında halkın ekonomisiyle medeniyet ve kültüründe; hayat tarzları, fikir ve hislerinde görülmeyecek kadar köklü değişiklikler oldu. Ancak günlük hayatla ilgili olarak, insanların fikrinde eski toplumsal kalıntılar, çeşitli halk inanışları, gelenek ve görenekler saklanıp kaldı.”[5]

Biz, bu çalışmamızda Kırgızların günlük hayatında Sabah Nasibi, Selamlaşma, Büyüklere Saygı, Yedi Atayı Bilme, Misafirperverlik gibi bazı gelenekler ile halk arasında yaygın olan inanışları ele alacağız.

Kırgız gelenek ve inanışlarını tanıtmaya çalışırken, Kırgızların bu konudaki yazılı kaynaklarından yararlanma yoluna gideceğimiz gibi, ayrıca bizzat yapmış olduğumuz alan araştırması sonucu elde ettiğimiz tespitlerden[6] de hareket edeceğiz. Günlük hayatla ilgili gelenek ve inanışların en az değişikliğe uğradığı gerçeğinden hareketle diyebiliriz ki bu gelenek ve inanışların ortaya konmasıyla, Kırgız halkını daha iyi tanıma imkanı oluşacak ve böylece geçmişle günümüz arasında bir karşılaştırma yapılabilecektir.

Sabah Nasibi

Kırgızlar hayat şartları ve inanışları gereği genellikle sabah erkenden kalkmaktadırlar. Çünkü güneş doğuncaya kadar uyuyan insanın rızkının eksik olacağına, sabah yıldızı varken işe başlayıp rızkın aranması gerektiğine inanılmaktadır.[7] Eskiden beri Kırgızlar ay ve güneşe hürmet etmektedirler. Bunun için günü temiz ve iyi karşılamak amacıyla, güneş doğana kadar kapı bacayı temizlemektedirler. Bu uygulamanın gerekçesini ise “Kün çıkkınca turbasan, ırıskıdan kur kalasın” (Güneş doğana kadar kalkmazsan, rızkından nasibini alamazsın, rızkın eksilir) diye belirtmektedirler.[8] Sabah erkenden kalkınca küçükler büyüklere “Selâmun Aleyküm, Cahşı Catıp, Cay Türdünüz bü” (iyi yatıp iyi gecelediniz mi?), gelinler kaynanaya, “Cahşı cattınız bı” (İyi yattınız mı?) demektedirler. Aksakallar (yaşlılar) sabah namazı kılarlar, gençler de elini yüzlerini yıkarlar. Sonra “Sabah Nasibi” anlayışı gereği günlük hayata bir şeyler yemekle başlarlar. Kırgızlar “Sabah nasibi”ni yoldaş kabul eder, ihmal edilmesi halinde günlük hayatın olumsuz yönde etkileneceği, işlerin iyi gitmeyeceği endişesi taşırlar. Toplumda bu endişe “Sabah nasibini unutma!” sözüyle dile getirilmektedir. Dolayısıyla yemek yenmese bile “Bismillah deyip tadına bakmak âmin deyip dua etmek” gerekmektedir. Sabah nasibi yanında dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de sabahleyin kötü söz söylememek, birinin kalbini kırmamaktır. Zira bu fena davranışların kişinin günlük hayatına akşama kadar olumsuz yönde tesir edebileceğine inanılmaktadır. “Sabahleyin yola çıkarsan çık, akşamleyin çıkma”, “Sabahki soğuğa kalırsan kal, fakat gece soğuğuna kalma” gibi sözler, Kırgız Türklerinde hayatın erken başladığını ve sabah vaktinin uğurlu sayıldığını göstermektedir.[9]

Selamlaşma

Sabah nasibini alıp, besmeleyle evden çıkan bir Kırgız gelenek gereği karşılaştığı bir kişiye “Assolom Aleyküm” diyerek selam verir. Kırgız kültüründe selam, “Sana tınçtık kaalayim” (Sana barış, esenlik dilerim, barış olsun) anlamına gelir.[10] Dini geleneğe de uygun olarak küçüklerin büyüklere selam vermesi edep ve ahlakın göstergesi sayılır.[11] Dolayısıyla küçüğün büyüğe, yürüyenin oturana, yukarıdan gelenin aşağıdan gelene selam vermesi önemli bir görev kabul edilir.[12]

Kendi ifadelerine göre Kırgız Türklerinde eskiden olduğu gibi günümüzde de selamdan sonra her soruya karşıdakinin cevap vermesini beklemeden, birkaç soru ile, samimi bir hal hatır sorma geleneği dikkat çekmektedir. Bu uygulama şöyledir: Karşılaşanlardan birisi, nasılsın?, iyi misin?, iyi yaşıyor musun, sağlığın sıhhatin, moralin nasıl, çalışıyor musun?, çoluk çocuğun torunların nasıl, büyüyorlar mı? gibi sorular sorar diğeri ise kısaca “iyiyim, teşekkür ederim, kendin nasılsın” diye cevap verir.

Kırgız halkında selamlaşma ve hal hatır sormanın ana konusu çocuklardır. Âdete göre insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında “çoluk çocuğun aman mı? Gülüp oynayıp büyüyorlar mı?” diye sorarlar. Ayrılırken de “Çocukların aman olsun”, “Onların yüzünden öp” diye iyi dileklerini ve samimiyetlerini bildirirler.[13]

Kendi ifadelerine göre, attan inmeden büyüklere selam verilmezmiş öncelikle attan inen küçükler selam verir ve kendinden büyük olanların elini tutarlarmış. Günümüz de at üstünde selam verme alışkanlığının başladığı görülmektedir. Ancak bu selamlaşma biçimi eskilerce yadırganmaktadır.

Selam verme geleneği Kırgızlar arasında özenle yaşatılmaya çalışılmaktadır. Çünkü selamda büyüklere saygı, hürmet; küçüklere sevgi vardır.[14]

Büyüklere Saygı

Kırgız Türklerinde en önemli geleneklerden biri “Büyüğü sıylo” (büyüklere saygı), hürmet gösterme geleneğidir. Bu gelenek asırlardır sıkı bir şekilde korunmakta, günümüzde de bütün canlılığıyla yaşatılmaktadır. Bu geleneği öğretmek, anne-babanın temel görevi sayılmakta, toplum da bu konuda üzerine düşeni yapmaya, gençlere büyüklere saygılı olmayı öğretmeye çalışmaktadır. Büyüklere saygılı bir genç, diğer Türk toplumlarında olduğu gibi Kırgızlarda da iyi terbiye edilmiş sayılmaktadır.[15] Dolayısıyla çocukların bu terbiyeyi almaları için, onlar anne-baba tarafından küçük yaşta toplumun içine sokulmaktadır. Zira, Kırgızlar, çocuklarının, gelenek görenekleri, halkın içinde büyükleri takip ederek öğreneceklerine inanmaktadırlar. Kırgız kültüründe, toplum içinde kalarak adetleri ve inanışları görmeye teşvik eden atasözlerinden bir kaçı şu şekildedir: “Atan bar da el tani” (Baban varya, Halkı tanı), ” El ıyık elden çıkkan bozuk” (Halk kutsaldır, Halktan ayrılan bozuktur), “Er, elden, balık sudan” (Yiğit Halktan balık sudan çıkar), “Batır elden çigat Baylık cerden çıkat” (Kahraman halktan çıkar, zenginlik yerden çıkar)[16] “Agasını körüp ini ösöt, ecesin körüp sindi ösöt” (Abisini görüp kardeşi büyür, ablasını görüp kız kardeşi yetişir).[17]

Atasözlerinden de anlaşıldığı üzere Kırgızlar arasında var olan edep, ahlâk ve örf-âdetlerin korunup yeni nesillere aktarılmasında yaşlılara büyük görev düşmektedir. Nitekim bağımsızlığa kavuştuktan hemen sonra, gençleri doğru yola sokma, milli gelenekleri onlara öğretme ve koruma maksadıyla “Aksakallar ıntımak kulübü” (Yaşlılar Birlik ve Dayanışma Kulübü) kurulmuştur.[18] Toplumda oynadıkları rol bakımından yaşlılar peygamber yaşını (63 yaş) geçtikten sonra üçe ayrılmakta ve şöyle tasnif edilmektedir. 1 -El ihtiyarı, 2-Dong ihtiyarı, 3-Üy ihtiyarı.

El ihtiyarı: Örnek ihtiyar. Sözünden dönmeyen köy içindeki, kavga ve anlaşmazlıkları önleyen, halkı örf ve adetlere yönlendiren ihtiyardır.

Dong ihtiyarı: Uzaklara gidemeyen akşam sabah köyün tepesinde oturup, köyü seyrederek, gençleri çağırıp onlara nasihat eden, onlara ibret verici hikaye ve masallar anlatan ihtiyardır. Bu ihtiyarın yanında her zaman çok sayıda genç görmek mümkündür.

Üy ihtiyarı: Hanımının yanından ayrılıp bir tarafa gitmeyen, onunla konuşup dertleşen ihtiyardır. Bunun halkla işi olmadığı ve halka yararı dokunmadığı belirtilir.[19]

Kırgız toplumunda yaşlılara verilen önem, onların toplumdaki yeri, atasözlerinin ana temalarındandır. Bu konudaki birkaç atasözü şöyledir:

Örnek ihtiyarın olmadığı yerde, hünerli genç de yoktur.[20]

Uzunsuz kısa olmaz, Ulusuz cüce olmaz.

Yaşlısı olanın rızkı-nimeti vardır.

Yaşlı evin ışığıdır.

Yaşlının sözüne kulak as.

Genç gücü ile yaşlı nasihatı ile,

Mollalardan mektup, ustalardan eser, yaşlılardan torunlara nasihat kalır.[21]

Kırgız kültüründe, terbiyenin başı, anne ve babaya saygı, büyüklere hürmet ve edepli olmaktır. Gelenekte yaşlılara hürmet, karşılaşıldığında çıktığında selam verme, büyüklere saygılı olma vardır. Atalardan kalan bir vasiyette şöyle denir:

Sakalduu çıksa aldınan     Sakallı çıksa önünden

Salamdaşıp kol bergin       Selamlaşıp el verin

Sakalduya col bergin         Sakallıya yol verin

Ulular çıksa aldınan           Büyükler çıksa önünden

Uçuraşkan kol bergin         Karşılaşınca el verin

Ulularga col bergin[22]       Büyüklere yol verin

Yaşlılara saygı ifadesi ve belirtisi olarak önce gençlerin yaşlılara selam vermeleri, onlar yanlarına geldiğinde hep birden ayağa kalkmaları, yaşlıları başköşeye oturtmaları, onlara düğün ve törenlerde özel yer ayırmaları, yemek, et takdim etmeleri gerekir.[23]

Kırgızlarda saygı gereği büyüklere adı ile hitap edilmez, dolayısıyla büyüklere saygı maksadıyla kullanılan edebî kavramlar, özel terimler vardır. Gençler, büyüklere dede, nine, amca, dayı, ağabey, abla gibi sözlerle hitap ederler. Bu ifadeleri kullanmamak edepsizlik olarak kabul edilmektedir. Böyle edep ifadeleri halk destanlarında da yoğun olarak kullanılmakta, örneğin Manas destanında Koşay ile Manas’ın diyalogunda Manas, han olmasına rağmen, kendi makam mevkiine bakmaksızın, Koşay’a ağabey diye hitap etmektedir. Bu da ahlak kaidelerine hem Hanların hem de Halk kesiminin uyduğunu, bu konuda titiz davranıldığını göstermektedir.[24]

Türklerdeki atalar kültü gereği Kırgızlar yaşlılara saygı göstermekte, öldükten sonra bile onları aralarında yaşayan diriler olarak kabul etmektedirler.[25] Bu saygının gereği olarak ölen atalarının kabirlerini kutsal yerlerden saymakta, mezarları yüksek yerlere, görkemli bir şekilde yapmaktadırlar. Her fırsatta Kur’an okuyarak, ölülere bağışlamaktadırlar.[26]

Yedi Atayı Bilme

Kırgız Türklerinde, günlük hayatta sohbetlerin ana konularından birini oluşturan bir gelenek de “Yedi atayı bilme”dir. Kırgızlar eski zamandan beri sağlam ataerkil yapıya dayanan bir sistem benimsemişlerdir. Buna göre, aile soyundan gelme özellikle baba tarafına dayandırılır. Dolayısıyla bir insanın soyu, akrabası denince baba tarafından insanlar akla gelir. Bu yüzden yedinci atasına kadar soyunu bilmek, bunları her zaman akılda tutmak mecburiyeti vardır. Kırgızlarda bu husus, Müslüman evlâdı olmanın alâmeti sayılmakta, geçmiş ataların tanıyarak onların yolunu tutup, izini takip etmek, gelecek nesil gençlerin boynundaki dini bir borç olarak görülmektedir. Öyle ki, yedi atayı bilme farz olarak telâkki edilmektedir.[27] Yedi atasını bilmeyene mako (ahmak) gözüyle bakılmakta; “Köle” olarak adlandırılmaktadır. Âdete göre yedi atasını bilip, isimlerini ezbere söyleyen bir insan, kendisinin köle olmadığını ispatlamış sayılmaktadır.[28]

Kırgızlarda akrabalık sistemi iki kısımdan oluşur. Yukarı doğru bakılınca, yedi ata karşımıza çıkar ki bunlar sırasıyla Ata, Çon-Ata, Baba, Kubarı, Coto, Cete, Tek (Teg)’dir. Aşağı doğru sıralandığında, Ata, Bala, Nebere, Çebere, Çıbıra, Kıbıra, Tereng (Teber) olarak sayılmaktadır. Kardeşliğin yukarı bölümünü diğer bir ifade ile yedi ata kısmını bilip ezbere söyleyenlere “Tegin bilen”, aşağı kısmını söyleyenlere ise “Tebin bilen” denmektedir.[29]

Kırgız toplumunda yedi atayı bilme geleneği, onların yaşam tarzı ile ilgili bir husustur. Tarihe bakıldığında Kırgızların hepsinin aynı dili konuşmakla birlikte, çeşitli kabilelere ayrıldıkları, göçebe bir hayat yaşayarak günümüze kadar gelmiş oldukları bilinmektedir. Eskiden, günümüzdeki gibi insanların kimlikleri yokmuş. Fakat her bir insanın hangi kabileye mensup olduğunu ve kim olduğunu belirten, bilgiye sahip olması gerekiyormuş. İşte bu sosyal ihtiyaçlardan dolayı yedi atayı bilme geleneği ortaya çıkmış, günümüze kadar yaşatılmıştır.[30] Zira yedi atasını söyleyen birinden, onların kim olduğu, nasıl yaşadıkları ve onlardan doğan nesiller hakkında bilgi edinilmektedir. Bu gelenek kutsal kabul edilmektedir.[31]

Yedi atayı bilme geleneğinin Kırgızların evlilik sistemiyle de yakın alâkası vardır. Eskiden beri Kırgız eğitim sistemi bir atadan gelenlerin evlenip yuva kurmalarını sınırlandırmış, bunu bir sisteme bağlamıştır. Buna göre, bir kabiledeki insanların baba tarafından yedinci nesile kadarki akrabalarıyla nikahlanması yasaklanmıştır. Çünkü yedi atanın nesli birbirine öz kardeş olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla yedi atasını sorarak kız vermek gelenek halini almakta, evlilik yedi nesilden başkalarıyla yapılmaktadır.[32] Kırgızlarda, büyük köyün küçük köyden, zenginlerin fakirlerden kız alıp vermesi namus derecesinde önemsenerek yanlış görülmekte, herkes, kendine denk olanlarla evlenmeye çalışmaktadır. Nitekim Bir Kırgız atasözünde “Teñ Teñi menen, tezek kabı menen” (Denk dengiyle, tezek kabı ile) denilmekte evlilikte denkliğin önemine işaret edilmektedir.[33] Yedi ata geçmeden evlenmemenin en önemli sebeplerinden biri genetik temizliğin korunması neslin sağlıklı olarak yetişmesini sağlamaktır.[34] Aile kurmada akrabalık sınırını gözetme geleneği Manas Destan’ında da açıkça görülmekte babasının, Manas’ı Kırgızların dışında, Tacik kızı Kanikey ile evlendirmesine iki sebep gösterilmektedir. Bunlardan biri, gönlünden geçen kızların kökünü araştırdığında Manas ile yedi atalarının bir çıkmasıdır. İkinci sebep olarak da Manas’ın babası Cakıp’ın kanı temizleme, tohumu iyileştirme, sağlam bir nesil oluşturma gayesi zikredilmektedir. Destandaki “Kurama temir kurç bolot” (Karma demir keskin olur) sözü de bu amacı vurgulamaktadır.[35] Yedi atası bir olanların evlendirilmemesi geleneğinin Kırgızlara has, onlar için özel anlamı olan bir gelenek olduğu belirtilmektedir.[36]

Misafirperverlik

Kırgız halkının “Kılımları karıtkan” (asırları kocaltan), edep-ahlak, geleneklerinden biri de misafirperverliktir.[37] Kırgızların başka milletlerden misafirperverliği ile ayrıldığı, bu özellikleri ile tanındıkları iddia edilmektedir.[38] Kırgızlarda “Konok” (Misafir) “Allahın bir adı” kabul edilmekte, böylece misafir ağırlama da ulu ve kutsal olmaktadır.[39] Sadece özel olarak çağrılan değil, yolculuk esnasında tesadüfen gelen insanlar da “Kuday-Konak” (Tanrı misafiri) kabul edilmektedir.[40]

Halk arasında misafir gelmesiyle ilgili çeşitli inanışlar yer almakta, bazı durumlar misafir geleceğine işaret sayılmaktadır. Buna göre 1-3 yaşlarında bir çocuk bacaklarının arasından arkaya bakarsa; sinek, yemek ya da çayın üzerinde döner giderse; kedi, yüzünü yalarsa misafir geleceğine inanılmaktadır. Misafirin uzaktan mı yoksa yakından mı geleceği, gelen misafirin kadın mı erkek mi; yaşlı mı, genç mi olacağı da merak konusu olmakta, bu merakı ise birtakım inanışlar gidermektedir. Örneğin, Boz-üy’ün (Kırgız Çadırı) üstündeki açık yerden (Tündükten) böcek düşerse misafir geleceğine hükmedilmektedir. Düşen böcek büyük örümcekse yaşlıların, küçük örümcekse gençlerin misafir geleceği şeklinde yorumlanmaktadır. Eğer bir insanın elinden bulaşık kap, kaşık vb. düşerse bu, iyiliğe yorumlanarak kısa zamanda, dolayısıyla yakın bir yerden misafir gelecek denmektedir. Elinden bıçak düşerse erkek misafir, kaşık düşerse kadın misafir geleceği şeklinde yorumlanmaktadır.[41]

Misafirlikle ilgili bu inanışların oluşması, misafir ağırlama geleneklerinin bu kadar yoğunluk kazanıp, geniş alana yayılarak milli gelenek haline gelmesi, Kırgızların Müslüman bir toplum olmaları yanında eski göçebe hayat özellikleriyle de yakından ilgilidir. Zira onlar, köyden köye, yayladan yaylaya göç edip dış dünyayla ilişkileri kesilmiş gibiydi, çevreden ve dış dünyadan da pek haberleri yoktu. Dolayısıyla kendilerine uzaktan ve yakından gelen misafirler onlar için haber ve bilgi kaynağı oluyordu. Bunun için onlar gelen misafirleri kutsal sayar, özel misafir kabul ederek, onlara en iyi yemekleri yedirir, onları güzelce ağırlar yola vururlardı. Göçmenlerin misafirlere gösterdiği bu özel itina ve saygı nesilden nesile geçerek günlük hayatta milli bir gelenek haline gelmiştir.[42] Böylece insanlara hürmetle muamele etmek, Kırgız halkının edep-ahlak ve manevi kültürünün başlıca simgeleri kabul edilmekte,[43] misafirperverlik geleneği insanların ilişkilerini düzenleyen ruhi ihtiyaçlarını karşılayan özel bir fenomen sayılmaktadır.

Kırgız halkına göre, misafirlik hem ev sahibi hem de misafir için son derece faydalıdır. Çünkü içtenlikle misafir ağırlama hem misafirin hem de ev sahibinin edep ve ahlakını iyi yönde geliştirir. Eğer misafir ve ev sahibi farklı iki millettense, o iki milletin dostluk ve kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlar. Kırgızların misafirperverlik geleneğinden, Kırgızistan’da ikamet eden araştırmacı ve seyyahlar övgüyle bahsederler. 1845 yılında meşhur Rus coğrafyacısı P. P. Semenov, “Ben kara Kırgızların misafirperverlik geleneğini kutsal saydıklarına, misafire tazim gösterdiklerine tüm kalbimle inandım”

diye yazmaktadır.[44] Aali Tokambayev ise şöyle der: “Asırlardan beri Kırgızlar, misafirperverlikle diğer toplumlardan ayrılıp gelmiştir. Boz-üye gelen misafir, kutsal sayılıp ona en iyi yemekler verilirdi. Yayla şartında misafir son haberlerin kaynağı olurdu.[45] Kırgız halkının ruhi dünyasındaki misafirperverlik geleneğinin yerini meşhur Şair Alıkul Osmanov şöyle dile getirmektedir:

Gönlüm kaba, başım tuman kengirep
Üçgün boldu bizge meyman kelelek
Copçumun bul kandayça şıldını
Daamı coktay, cegen tokoç cegen et
Sıylap berer, belen Kırgız daamı bar
Ey Coldaş bizdikine kele ket.[46]

Burada şair kendilerine üç gündür misafir gelmediği için gönlünün sıkıntılı, başının dumanlı olduğunu bildirmekte, yedirecek, içirecek yemeği olduğunu söyleyerek evine misafir çağırmaktadır.

Geleneğe göre, gerek davetli, gerekse davetsiz gelen misafiri Kırgızlar çok sıcak karşılar, adres sormaya geleni bile önce eve alıp ona sıcak çay, kımız ikram eder, sonra gideceği yeri gösterirlerdi.[47] Çünkü Kırgız inanışına göre eve gelen biri boş çıkmamalı, hiç olmazsa bir lokma ekmek ikram edilmelidir. Buna “Nan oğuz tiyuu” (Ağza bir lokma ekmek alma) denir.

Kapıya gelen bir insana evin genç kızı, hemen evden birkaç ekmeği üst üste koyarak, büyük bir saygı ve nezaket içinde misafirin önüne getirir. Misafirde o ekmekten bir lokma keserek yer, dua ve teşekkür eder. Eve gelen bir insanın boş çıkmaması gerektiği gelenek ve inanışı bir atasözünde şöyle dile getirilmektedir: “Üyge kirgen kuru çıkpayt, körgö kirgen tiruu çıkpayt” (Eve giren boş çıkmaz, kabre giren diri çıkmaz) Birisinin misafir geldiği ev kut[48] düşmüş gibi kabul edilir, yedi adam misafir gelse birinin hızır olduğu söylenir.[49] Misafirin eve bereket getireceğine inanılır.[50] Eve gelene bir şey ikram edememe Kırgızlarda utanç vesilesidir. Nitekim bir atasözünde “Bargança meymen uyalat, Bargan son üy eesi uyalat” (Gidene kadar misafir utanır, gittikten sonra ev sahibi utanır) denerek bu hususa işaret edilmektedir.[51]

Misafiri ağırlama, ona hürmet etme, misafirin atını almakla başlar. Gençler misafirin atını alarak bir yere bağlar ve karnını doyurur. Ev sahibi misafiri kapıda karşılar sonra boz üyün kapısını açıp eve girmesini rica eder. Eve girerken ve çıkarken misafire kapı açma ona gösterilen hürmetin bir ifadesidir. Misafirin ayakkabılarının, ön kısımları kapı tarafına gelmeyecek şekilde koyulur. Eğer ayakkabıların önü dış kapı tarafına bakıyorsa misafirin erkenden gitmesi isteniyor anlamı çıkar.[52]

Misafir eve girerken veya girip oturduktan sonra evin genç erkeği sağ eline leğen, sol eline güyüm veya çaydanlık, omuzuna havlu olarak misafirin ellerine su döker. Bu uygulamaya “Kolgo su Beruu” (Ele su verme) denir.

Ele su verme, yemekten önce ve sonra yapılır. Bunun belli kuralları vardır. Yemeğe kadar sağ taraftan, yemekten sonra sol taraftan başlanarak, suyu şarıldatmadan, etrafa sıçratmadan dökmek lazımdır.[53] Ellerine su dökülen misafir baş köşeye oturtulur. Geleneğe göre herkes “Omiyn” (Âmin) diyerek ellerini yüzüne sürer. Bundan sonra misafir, “Biz geldik kaza-belâ gelmesin” der; Ev sahibi de “Aytkanız gelsin” (dediğiniz gerçekleşsin) şeklinde karşılık verir. Hal hatır sorulduktan sonra hemen “Dastarkon” serilip yemekler getirilmeye başlanır. Misafirin kendi rızkıyla geldiğine inanan Kırgızlar, geniş nezaket sahibi cömert insanlardır. Misafirden hiçbir şeyi esirgemez, böylece dastarkonlarının zenginliği ile tanınırlar.[54]

Kırgız dastarkonunda (sofrasında) ortada “nan” denilen ekmeğin etrafını, “borsok” denilen yağda pişirilmiş şekersiz lokma tatlısı benzeri yiyecekler ve içleri soğanlı etle dolu hamur işi “samsa”lar süslemektedir. Yemek başlamadan önce misafirlerin sohbetine vesile olan fıstık, badem, çekirdeksiz kara üzüm, kaysı kurusu, ceviz, çeşitli meyveler, bal, kaymak ve tereyağı gibi yiyeceklerden sofrada kaşık koyacak yer bile bulmak oldukça güçleşmektedir. Çok uzun süren Kırgız sofrasının belli başlı yemekleri et ve hamur işlerinden oluşmaktadır. Kesilen kurbanın et suyundan oluşan çorbayı, kemiklerinin kırılmadığı, on iki misafire göre ayarlanmış koyun eti, misafirlerin ağırlık durumuna göre uyluktan başlamak üzere takdim edilmektedir. Bunu, kemikleri kırılmamış birer dilim kaburga kemiği, suda pişirilmiş kuyruk yağı ve kara ciğer birlikte izlemektedir.

Yemeğin en dikkate değer kısmı, kesilen kurbanın kafasının sofranın Aksakalına takdim edildiği andır. Aksakalın önüne konulan kafanın kulağından bir parça keserek başlattığı ikram, çeşitli sağlık, birlik ve ahlaki dua içeren temennilerle sofrada bulunanlara dağıtılmaktadır. Kırgız sofrasının ikinci kısmını hamur işi ağırlıklı yemekler oluşturmaktadır. Mantı, çuçpara (Kayseri mantısı), lağman, beşparmak gibi milli yemekler aşın (etli, havuç karışımlı pirinç pilavının) gelmesiyle zirveye ulaşmış olur. Tatlı kültürünün bulunmadığı sofra pilavın gelmesiyle Amin denilerek herkesin ellerini yüzüne çalmasıyla sona ermektedir.[55]

Kırgız geleneğine göre, sofrada misafire “Kana algın” (hadi alınız) diye sıkıştırmak gerekmez, belirli aralıklarla üç defa söylemek yeterlidir. Misafir doyup sofradan çekilince yine eline su dökülür. Misafirin eline su döken gence misafirler: “Dileğini versin”, “var ol”, “ömürlü ol”, “düşündüğün fikre, dilediğini maksadına yet”, “Büyük atalarının yolunu yol edin”, “Peygamber-Sahabiler seni korusun” diye dua ederler.[56] Misafir gitmek için izin isteyip yerinden kalktığında kapıya kadar yola vurmaya çıkar, sağ selamet gitmesini diler, hayırla vedalaşırlar.[57]

Hayatta insanların birbirlerine iyi dilekte bulunması, hayır dua etmesi, insanlar arası ilişkileri sağlamlaştıran güzel geleneklerden biridir. Adete göre, gerek misafir sofrasına, gerek normal yemek üstüne bir Kırgız geldiğinde evvela selam vererek, “Tamağınızdar Tattuu bolsun, İçteğinizder açılsın” (Yemeğiniz tatlı, afiyet olsun, iştahınız açılsın) diye dilekte bulunur, yemek yiyenler ise “siz menen koşoo bolsun” (sizinle beraber olsun) diyerek onu yemeğe çağırırlar. Eğer bir insan, yemek yenirken sofra kalkmadan gelir, sofraya yetişirse o kişinin yemek yiyenler ve o ailenin iyiliği için çalışan, onlara dua eden, hep iyiliklerini dile getiren, daima onların lehinde söz söyleyen birisi olduğu kabul edilir. Yemek yemeye yetişemeyen, sofra kalkarken gelen birisi ise onların kötülüğünü isteyen, aleyhlerinde söz söyleyen biri olarak görülür. Pişmekte olan yemeğin üzerine gelen birinin ise rızık getirdiğine inanılır.[58]

Her toplumda olduğu gibi Kırgızlarda da yemek adabı belirli kurallara bağlanmıştır. Buna göre, sofrada yemeğe önce büyükler başlar, herkes kendi önünden yer, büyüklerden önce sofradan kalkılmaz, sofrada eller çeneye veya yere dayanarak oturulmaz, sofrada iken gerneşilmez.[59] Yemekten sonra dua edilir. Ancak, duadan önce sofradaki pilavın kabı, demir sahan, bıcak vb. kaldırılarak dua edilmelidir. Çünkü bunların sofrada durmasının duanın kabulüne mani teşkil ettiğine inanılır. Dastarkon’un üzerinden atlanmaz.[60] Birisine yemek verilirken sağ elle uzatılır. Bu hürmet ve edebin işaretidir. Pişen yemek, yenmeden bırakılıp gidilmez, zira bu, rızkı tepmek anlamına gelir.[61] Kırgızlarda, rızık anlayışına bağlı olarak ekmekle ilgili birçok halk inanışı karşımıza çıkmaktadır. Buna göre Ekmek belden aşağı tutulmaz, sofrada ters çevrilmez, tek elle kesilmez.[62] Kendi müşahadelerimiz ve kendilerine sorular yönelttiğim bir çok Kırgız vatandaşlarının ifadelerine göre; Askere giden bir gence bir ekmek ısırttırılır, kalanı duvardan asılır. Böylece duvara asılı ekmeğin, asker gencin rızkını eve çekeceğine ve sağ selamet yuvasına dönmesine vesile olacağına inanılır. Çocuk korkmasın, ağlamasın, birden uyanmasın diye yatarken yastığının altına ekmek konur. Gece yalnız başına yolculuğa çıkan birinin, şayet yanına ekmek alırsa başına kaza bela gelmeyeceğine inanılır. Kanaatimizce ekmekle ilgili bütün bu inanışlar, Kırgız halkında ekmeğin kutsal kabul edilmesinden ve koruyucu özelliğe sahip olduğu inanışından kaynaklanmaktadır.

Halk İnanışları

Halk inanışları ve benzerlerinin birçok Kırgız evinde, yüz prensip adı altında yazılıp bir levha halinde duvarlardan asıldığını müşahade ettik. Kırgız kültüründe günlük hayatta beğenilmeyen davranışları yasaklayan bir takım inanışlar vardır. Biz, burada A. Misirov’un bu konuda halk arasında derlenerek yazılan kitabından seçtiğimiz[63] ve kendimizin tespit ettiği bazı inanışları zikretmek istiyoruz.

Sabah sabah kötü söz söylenmez

Atın yelesine ayak konulmaz.

Kötü rüya görülürse, onu suya söylemek gerekir.

Soğanın sebzelerin kabukları ateşe atılmaz.

Eller yıkandıktan sonra silkelenmez. Kuruması beklenir.

Kül dökülen yere idrar yapılmaz, küllükte çocuk oynatılmaz, küllüğe basılmaz ve kül yığını karıştırılmaz.

Oturan insanlara, sırtını dönerek oturulmaz.

Sofranın etrafında oturup gerneşilmez.

Birisine bir şey verirken sağ elle verilir, sol elle verilmez.

Otururken eller yere dayanılmaz, ayak ayak üstüne atılarak oturulmaz.

Parmaklar kenetlenerek oturulmaz. Bu, akrabalar arasında kavgaya sebep olur.

Kapıyı ayakla tepip açmak doğru değildir.

İnsanın başına giydiği şeyler, ayak altına koyulmaz, eline takıp oynanmaz.

Başa giyilen, insanların kendisine ait kalpak vb. eskimiş olsa bile satılmaz.

Geceleyin bulaşıklar yıkanmadan yatılmaz, kapların ağzı açık bırakılmaz.

Kıbleye karşı ayak uzatılarak yatılmaz ve kıbleye dönerek tuvalet yapılmaz.

Yatarken pantolon baş tarafa koyulmaz.

Yanan ateşe tükürülmez. Ateşe su dökülerek söndürülmez.

Eğer yemek pişmişse yenmeden bırakılıp yola çıkılmaz.

Süpürge dik konulmaz ve süpürgeyle birine vurulmaz.

Süpürge ters konursa düşmanlar çoğalır.

Çöp dökülen yere oturulmaz, geceleyin süpürgenin çöpü ve kül dökülmez.

Kapıdan girip çıkarken eşiğe basılmaz, sağ ayakla ve eşiğin üzerinden atlayarak geçilir.

Yemek sofrasız yenmez ve sofra ters konmaz.

Mezarda oturup gülünmez. Mezar parmakla gösterilmez.

Geceleyin bebekler evden çıkarılmamalı, eğer çıkarılmak zorundaysa yüzüne is sürülmelidir.

Çocuğun elbiseleri geceleyin dışarıda bırakılmaz.

Elbisenin üzerinden atlanmaz.

Bulaşıklar ayakla tepilmez. Çünkü servet gider.

Ev içinde ve geceleyin ıslık çalınmaz.

Eller, çeneye dayanarak oturulmaz. Bu, kötülüğü çağırmak demektir.

Akan suya tükürülmez, süpürgenin çöpü ve kirli, pis atıklar, akan suya dökülmez.

Aya bakarak abdest alınmaz.

Yeşil otlar sebepsiz yere biçilmez, yaş ağaç kırılmaz, mal ve davarların yattığı yere işenmez.

İnsanın, etrafında dönülmez.

İnsanın boyunun uzunluğu karışla ölçülmez.

Dizler kucaklanarak oturulmaz, zira bu dulluğun belirtisidir.

Boş beşik sallanmaz.

Acı yiyecekleri isteyenler boş çevrilmez, istedikleri verilir.

Elbise insanın üzerindeyken dikilmez. Dikilirse o kişinin aklı eksik olur.

Horlayan insan, uyandırılmaz. Çünkü horultusu bulaşır.

Bekâr erkek çok uyursa evlendiği kadının gözleri şaşı olur.

Sağ avuç kaşınırsa, insanın geliri olur; sol avuç kaşınırsa gideri olur.

Bir insanın ökçesi kaşınırsa, yolculuk yapacağına inanılır.

Kulağı uğuldarsa “Ölümden haberim var, hazırlığım yok” diyerek üç defa tövbe etmek zorundadır.

Yemeğin içine böcek, kurt vb. düşerse, gelirin işareti sayılır.

Yemek yerken dilini dişlersen bir yakının aç kalmıştır ve seni hatırlamıştır.

Geceleyin kadın su almaya çıkarsa, üç defa besmele çekerek suya üç kara taş atmalıdır. Kırlangıç ile karıncanın yuvasını bozanın evi, barkı ve ocağının yıkılacağına inanılır.[64] Büyüklerin sözünü bölmek edepsizlik sayılır.

Arktaki suya tükürmek kerih görülmektedir.

Karanlıkta ak (peynir, kımız, süt, vb.) sorulmaz ve istenmez.[65]

Kırgızların mitolojik düşüncelerine göre, uyuyan insanın canı bedenden ayrılıp, uzaklara uçar ve gezer. Bundan dolayı uykudan sağ selamet uyanabilmek için iyi dilekler belirten dualar vardır. Yatarken bu duanın okunması teşvik edilir. Dolayısıyla Kırgızlar aşağıdaki duayı okuyarak yatarlar

Cattım Tınç                          Yattım sakince,

Cazdığım kanç                     Yastığım hazine,

Tilim Kır’an                           Dilimde Kur’an,

Tilegenim iman[66]              Dileğim iman.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kırgız Türklerinin günlük hayatında çok önemli bir yer tutan bu gelenek, görenek ve inanışların, oluşmasında hem eski dini geleneklerinden kalma inanışların, hem de İslam’ın büyük etkisi olmuştur. Zira Kırgızlar muhafazakar karakterleri gereği eski gelenek ve inanışlarını İslam ile yoğurarak bütünleştirmiş, günümüze kadar yaşatabilmişlerdir. Halk inanışlarının oluşmasında Kırgızların kendi ifadeleriyle, “Asırları kocaltan tecrübelerinin” büyük payı vardır. Nitekim siz, Kırgızlara, “bu inanışlara aykırı bir davranışta bulunduğunuz taktirde ne olur?” diye bir soru yöneltseniz, size “Caman bolot” (Kötü olur) cevabını verir. Demek ki bu inanışların bazılarının doğruluğu ve geçerliliği yaşanmış tecrübelerle ispatlanmıştır. Bazı davranışların sonuçlarının zarar getireceği düşünüldüğünden bunları yapmak yasaklanmış ve zamanla halk inanışı haline gelerek günümüze kadar yaşatılmıştır.

Bu çalışmamızda her ne kadar birebir karşılaştırarak incelemediysek de, genel hatlarıyla baktığımızda Anadolu gelenek ve inanışları ile Kırgızistan gelenek ve inanışları arasında büyük oranda benzerlik vardır. Aralarındaki coğrafi uzaklığa rağmen, Türk ve Kırgız gelenek ve inanışları arasındaki büyük benzerlik, bu iki halkın aynı kültürel kaynaklardan beslenen tek bir millet olduğunun açık göstergesidir.

Kırgızların bu gelenek ve görenekleri, onların milli varlıklarını günümüze kadar koruyarak, sonunda bağımsızlıklarına kavuşmalarına yardımcı olduğu gibi; bize göre bundan sonra milli birlik ve beraberliğin giderek daha güçlenmesine, bireyler arasındaki sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının geliştirilmesine yardımcı olarak, bağımsızlığın korunmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Nitekim Kırgızistan Cumhurbaşkanı sayın Askar Akayev Eylül 2000’de Oş Devlet Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmasında gelenek ve göreneklerin önemine işaret ederek, Aksakallara hitaben: “Biz, bu günümüzü Aksakallarımızın varlığına ve onların duasına borçluyuz. Bugüne kadar onların sayesinde var olduk, yine onların sayesinde varlığımızı sürdüreceğiz” demiştir. Bu sözler en yetkin ağızlardan gelenek ve göreneğe verilen önemin ve büyüklere karşı duyulan saygı ve güvenin somut bir ifadesidir.

Kemal POLAT

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 551-559


Kaynaklar:
♦ ABDESOV, Nurgaliy, “Meyman Kütüü Azemin Bilesiz bi” Ene Til, No: 3 (5), Fevral, 1997.
♦ AKBAGIŞEVA, Zamıra, “Uluttuk Kaada Salttardın. Kayradan Kanat. Cayışı” Kırgızistan Ayaldarı 10/90 s. 23.
♦ AKMATALİYEV, Abdıldacan, Baldarga Arnalgan Salt Cana Irım-Cırımdar, Bişkek, 2000.
♦ AKMATALİYEV, Amantur, Baba Saltı Ene Adebi, Bişkek, 1991.
♦ AKMATALİYEV, Amantur Seydalioğlu, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, Bişkek, 2000.
♦ ALİMBEKOV, A. “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday ele” El Agartu 5-6/98.
♦ ALİMBEKOV, A. Kırgız Etnopedogogikası 1. Cilt, Bişkek, 1996 Ata Saltın lyık Tutalı, Emgek Şamı, 22 lyun 1991, s. 3.
♦ ATTAKUROV, Toktosun, Eldik Salt, Oş, 1996, (Yayınlanmamış müstakil çalışma).
♦ ATTAKUROV, S., Kırgız Etnografyası (okuu kuralı), Bişkek, 1998 Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, Bişkek, 2000.
♦ CUSUPOV, Keneş, Kırgızdar c. I-IV, Bişkek, 1997.
♦ ERDEM, Mustafa, Kırgız Türkleri, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, 2000.
♦ ESENGELDİYEV, S., Uluttuk Cana Dini Traditsiyalar Cönündö, Frunze, 1969; Kırgız Sovyet Entsiklopediası, Frunze, 1980.
♦ KOKOŞ UULU, Kabar, “Ata Tekti Atay Bilsek”, Eldik Tribuna, No: 1 1.11.1991, s. 5.
♦ MAMBATKAZI, Eminali, “Irım-Cırım Kaada Salttardan”, Kırgızdar, Ed. Keneş Cusupov, Bişkek 1997, c. IV.
♦ MİSİROV, A., Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994; Oy Güldörü (Eldık Çıkarma), çev. Taşmamatov, Talaybek, Bişkek, 1991; “Salt Sandığın Açabız” Kırgızistan Ayaldarı, 1/94.
♦ SEYDALİYEV, Koşmamat, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, Oş 1997;.
♦ TINAY UULU, Esencan, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündö Bayan, Bişkek, 2000.
♦ TOPÇİYEV A, KALILOV Koçkor, “Eldik Salttar Cana, Dini Irım Cırımdar”. Lenin Colu, 21 Fevral 1985.
Dipnotlar :
[1] Bkz. Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu, II, 534.
[2] Bkz. Kırgız Sovyet Entsiklopediası, Frunze, 1980, s. 228; Koşmamat Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktan, Oş 1997, s. 42.
[3] Mustafa, Erdem, Kırgız Türkleri, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, 2000, s. 149.
[4] Esencan, Tınay Uulu, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündü Bayan, Bişkek, 2000, s. 2.
[5] S., Esengeldiyev, Uluttuk Cana Dini Traditsiyalar Cönündö Frunze, 1969, s. 3.
[6] Bu müşahadelerimiz Kırgızistan’daki empirik (tecrübî) araştırmalara dayanmaktadır. Çünkü, “Kırgız Türklerinde Doğum, Evlenme ve Ölümle ilgili Gelenek ve Halk İnanışları” adlı doktora tezimizle ilgili materyal toplamak ve araştırmalar yapmak üzere iki yıl Kırgızistan’da bulunduk.
[7] Bkz. Mısirov A., Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994, s. 11-12.
[8] Bkz. A. Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, Bişkek 1966, C. 1, s. 59-60.
[9] Bkz. Amantür Seydalioğlu, Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbös Döölöttörü, Bişkek, 2000, s. 261-262.
[10] Esencan, Tınay Uulu, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündü, s. 29.
[11] Bkz. Toktosun, Attokurov, Eldik Salt, Oş, 1996, (basılmamış müstakil çalışma).
[12] Bkz. Mısirov, a.g.e., s. 11.
[13] Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, C. 1, s. 40-41.
[14] Bkz. “Ata Saltın lyık Tutalı” Emgek Şamı, 22 Iyun 1991, s. 3.
[15] Bkz. Zamıra, Akbagışeva, “Uluttuk Kaada Salttardın Kayradan Kanat Cayışı”, Kırgızistan Ayaldarı 10/90, s. 23; Geniş bilgi için bkz. Payaz Saparov “Uybülö Tarbiya Bulağı” El Agartu, 5-6/93, s. 72-74.
[16] Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 41.
[17] Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, Bişkek, 2000, s. 6.
[18] Geniş bilgi için bkz. Akbağışeva, a.g.m., s. 23-24.
[19] Bkz. Kabar Kokoş Uulu, “Ata Tekti Atay Bilsek” Eldik Trübüna No: 1, 1.1.1991, s. 5.
[20] Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 65-66.
[21] Bkz. Erdem, Kırgız Türkleri, s. 194.
[22] Bkz. Tınay Uulu, a.g.e., s. 15.
[23] Bkz. A., Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday ele” El Agartu 5-6/98, s. 46-47; A. Topçıyev, K. Kalılov, “Eldik salttar Cana Dini Irım-Cırımdar” Lenin Colu, 21 Fevral 1985, s. 4.
[24] Bkz. Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday ele”, s. 47.
[25] Erdem, a.g.e., s. 194.
[26] Bkz. Alimbekov, a.g.m., s. 4.
[27] Bkz. Kokoş Uulu, Kabar, “Ata Tekti Atay Bilsek”, s. 5; Tınay Uulu, a.g.e., s. 7-10.
[28] Bkz. Tınay Uulu, a.g.e., s. 7-8.
[29] S. Attakurov, Kırgız Etnografyası, Bişkek, 1988, s. 146; Yedi Atanın kimler olduğu ve nasıl adlandırıldıkları hakkında geniş bilgi için bkz. Kokoş Uulu; “Ata, Tekti Atay Bilsek” s. 5-6.
[30] Bkz. Tınay Uulu, s. 9-10.
[31] Bkz. Attakurov, Eldik Salt, s. 15.
[32] Bkz. Attakurov, a.g.e., s. 15-16, Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 40; “Salt Sandığın Açabız” Kırgızibtan Ayaldarı, 1/94 s. 11, Attakurov, Kırgız Etnografyası, s. 147; Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 171-172.
[33] Bkz. “Salt Sandığın Ağabız” Kırgızistan Ayaldarı 1/94, s. 11;
[34] Bkz. “Salt Sandığın Ağabız” s. 11-12.
[35] Bkz. Geniş bilgi için bkz. Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, C. 1, s. 40-42.
[36] Bkz. Attakurov, Eldik Salt, s. 15-16.
[37] Bkz. Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday ele” s. 48.
[38] Bkz. Nurgaliy, Abdesov, “Meyman Kütüü Azemin Bilesiz bi” Ene Til, No: 3 (5). Fevral. 1997, s. 3.
[39] Bkz. Oy Güldörü (Eldık Çıkarma) çev. Taşmamatov, Talaybek, Bişkek, 1991, s. 8.
[40] Bkz. Misirov, a.g.e., s. 10.
[41] Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbös Döölöttörü, s. 273.
[42] Bkz. Alımbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kenday Ele”, s. 48.
[43] Bkz. Alımbekov, a.g.m., s. 49-51.
[44] Bkz. Alımbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kenday Ele”, s. 49.
[45] Bkz. Alımbekov, a.g.m., s. 49-50.
[46] Bkz. A. Topciyev, Kalılou Koçkor, “Eldik Salttar Cana, Dini Irım Cırımdar” Lenin Colu, 21 Fevral 1985, s. 4.
[47] Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-lakeptarı, Bişkek, 2000, s. 102.
[48] Kut: Uğur, baht, talih, mutluluk, (Bkz. Türkçe sözlük TDK Yay. C. 2, s. 939).
Konuktuu üydö kut bar.
Kolonşoluu kişide cıt bar.
Üygö kirkençe konok uyalat.
Üygö kirgen son üyeesi uyalat.
(Bk. Mambatkazı, Eminali “Irım-Cırım. Kaada Salttardan” Kırgızdar, C. IV s. 570-581.
[49] Bkz. Geniş bilgi için, Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 62-63.
[50] Geniş bilgi için, bkz. Esengeldiyev, Uluttuk Cana Dini Traditsiyalır Lönünde, s. 19.
[51] Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, s. 102.
[52] Bkz. Abdesov, “Meymen kütüü azemin Bilesiz bi” s. 3.
[53] Bkz. Abdesov, a.g.m., s. 3.
[54] Bkz. Abdesov, a.g.m., s. 3.
[55] Bkz. Erdem, Kırgız Türkleri, s. 238-239.
[56] Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 70.
[57] Bkz. Oy Güldörü, s. 7.
[58] Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 259.
[59] Bkz. Misirov, a.g.e., s. 7-8.
[60] Bkz. Koşmamat, Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, Oş, 1997, s. 46.
[61] Bkz. Akmataliyev, a.g.e., s. 259-260.
[62] Bkz. Seydaliyev, a.g.e., s. 45-46.
[63] Bkz. A. Misirov, Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994, s. 7-12.
[64] A., Misirov, a.g.e., s. 7-12.
[65] Koşmamat, Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, s. 45-46.
[66] Bkz. Abdılcan, Akmataliyev, Baldarga Arnalgan Salt Cana Irım-Cırımdar, Bişkek, 2000, s. 98.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.