On birinci yüzyılın başlarından itibaren Kimeklerin, Kıpçakların ve Kumanların önceden yaşamış oldukları topraklar üzerindeki siyasi hegemonya Kıpçak hanlarının ellerine geçti. Kıpçak boylarına ait Hanedan mensupları bölge hakimiyetini ele geçirdikten sonra güneyde ve batıda aktif bir harekete giriştiler. Netice itibariyle, bu faaliyetin sonucu, onlara, Orta Asya ve Güney Doğu Avrupa devletleri ile ilişki kurmalarını sağladı.
XI. yüzyılın ikinci yarısında Kıpçak boylarının askeri aristokrasisi Oğuz Yabgularını Aral ve Hazar Denizi civarındaki bozkırlardan, Sir Derya’nın aşağı ve orta sahalarından uzaklaştırdılar. Oğuz Yabgularının yaşadığı toprakların Kıpçak yöneticileri tarafından istila edilmesinin nedeni o dönemde bölgede cereyan eden iktisadi olaylar ve en az onun kadar da siyasi olayların yaratığı durumlarla alakalı idi. Bölgenin öncelikle dış olaylara ilişkin siyasi durumu, XI. yüzyılda başlangıcındaki Orta Asya kavimlerinin batıya doğru yönelmeleri ile bağlantılı gelişmiştir. Bunun yanı sıra bazı Kıpçak gruplarının merkezi hakimiyete bağlı olmaktan kaçınarak, müstakil kalma ve kendi devletlerini kurma istekleri ayrıca önem taşımakta idi. XI. yüzyılın güçlenen Kıpçak aristokrasisi muhtemelen bu boyun otlak sıkıntısını hissediyordu. Aynı zamanda İdil bölgesinden Üst Yurt ve aşağı Sir Derya yörelerine giden önemli ticaret yolunun kontrolünü de ele geçirmeye çalıştılar. Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bu anayol sağladığı zenginlik açısından büyük bir cazibeye sahipti.
Aral ve Sir Derya yörelerinde Kıpçak hakimiyetinin yayılması nedeniyle bölgede etnopolitik durumun da değişikliğe uğradığını görüyoruz. XI. yüzyılın ikinci yarısında Oğuz bozkırı (Mufazat al- Guzz) yerine Kıpçak bozkırı (Deşt-i Kıpçak) ismi yerleşti. Kıpçaklar Manğısdağ ve onunla bitişik olan bölgeleri zaptetmeleri dolayısıyla Harezm bölgesinin kuzey hudutlarına iyice yaklaştı. Bu nedenle Kıpçakların siyasi hakimiyet bölgesi genişledi.
XI. yüzyılın ortalarında Kumanlardan büyük bir kalabalık ve Toksoba ile Borcoğlu boyları başta olmak üzere Kıpçak gruplarından bir çoğu Güney Rusya ve Karadeniz bölgesinden Bizans sınırlarına kadar uzanan göçü gerçekleştirmişlerdir. Bunun sonucunda Kıpçak kitlesi, İdil Nehri sınır olmak üzere Doğu Kıpçaklar ve Batı Kıpçaklar şeklinde iki ayrı bölgesel birliğe ayrıldı. Günümüzdeki Kazakistan topraklarının büyük bir kısmı Doğu Kıpçak ulusunun hakimiyetine giriyordu.
Kıpçak aristokrasisi XI. yüzyılın ilk yarısında vuku bulan hareketli olaylar sırasında doğu Deşt-i Kıpçak bölgesindeki kavimlerin yayılması ile topraklarını yeterince genişletti. Bu durum onları ister istemez Sir Derya bölgesindeki Oğuz Yabguları başta olmak üzere Orta Asya’daki Selçuklu, Harezmşah ve Karahanlılar devletleri ile karşı karşıya getirdi. Kıpçak boylarının dış güvenliklerini sağlamak amacıyla güttüğü çabalar, beraberinde Kıpçak Devleti’nin kuruluşunu getirmiştir.
İlim literatüründe Kıpçaklarda devletin oluşumu hakkında iki görüş mevcuttur. Bunlardan birincisi, Kıpçaklarda devlet yapısının eskiden var olduğunu, diğer yönü ile de devlet geleneğinin Kıpçaklara kültürel etkinleşme yolu ile diğer devletlerden (Harezmşahlardan) geçmiş olabileceğini savunuyorlar. İkinci görüşte Kıpçaklarda devlet yapısının varlığı kabul görmemektedir. Böylece Kıpçak siyasi oluşumu bozkırlarda devletsiz yaşamanın örneği olarak gösterilmektedir. Fakat bu iki görüşün de belirli eksiklikleri vardır. Bu duruma Kıpçaklarla Kimekler arasındaki varislik durumunun yeterince incelenmemesi sebep olmuştur. Daha doğrusu böyle bir imkana sadece Kimeklerde devletin mevcudiyeti konusu tespit edildikten sonra ulaşılabilmiştir. Yazılı kaynaklardaki bilgiler bize, Kıpçakların Kimek Devleti’nin hakiki varisi olduğunu göstermektedir.
Kıpçak Hanlığı’nda siyasi düzen ancak XI. yüzyılın ortalarından sonra, merkezi idareye bağlı olmak istemeyen Doğu Deşt-i Kıpçak’daki bazı Kıpçak ve Kuman boylarının büyük bir kısmının göç etmeleri sonucunda sağlandı.
XI. yüzyılın ikinci yarısından XII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Kıpçak hanlıkları arasında nispi bir siyasi birlik ve istikrar sergilenmektedir. Kaynaklara bakıldığında bunlar arasında iki önemli ve en fazla saygı gösterilen yönetici tipi fark etmek mümkündür: Bunlar, en büyük saygıyı gören-kudretli hükümdar idi. Kaynaklardan Kıpçakların etno-sosyal birliklerinde özel etkinliklere sahip hanların var olduğunu görüyoruz.
Kıpçaklarda hanların etkinliği babadan oğula miras olarak verilmektedir. Hanedan Elbörili boyuna mensuptu. Hanlar onların arasından seçilirdi. Tarihçi Cürcâni (ö. 1260 sonu) bize, gençlik yıllarında Moğollardan kaçarak günümüz Kazakistan topraklarından Hindistan’a geçen, orada Delhi Sultanlığı’nda Albori Han ve Kumanların şahı olarak tanınan Kıpçakların en büyük hanı Uluğ Han’ın sülalesi hakkında çok mühim bilgiler vermektedir.
Cürcâni’nin yazdıklarından Uluğ Han’ın babasının Elböri boyunun içerisinde çok etkili şahıs olduğunu ve Han unvanı taşıdığını, dedesinin ise Elböri Abar Han’ın neslinden geldiğini öğrenmekteyiz. Binaenaleyh Abar Han Kıpçak hanlarının geldiği Elböri boyunun ilk kurucusundan başkası değildi. Bu konu hakkında Mahmud Kaşgari’nin Kıpçaklar arasındaki Tavar Han hakkında vermiş olduğu bilgiler dikkat çekicidir. Fakat onun hakkında yeterince açıklayıcı bilgilere değinmemektedir. Aslında Tavar Han ve Abar Han’ın aynı şahıs olduğu açıktır. Buradan yola çıkacak olursak Tavar Han’ın (ya da Abar Han) XI.-XIII. yüzyılın başlarındaki Kıpçak Hanlığı’nın yönetici sülalesinin ilk ceddi olduğu kanaatına varılabilir.
Hükümdarın “ordu” ismi verilen merkezinde Han’ın ordusu ve mülkiyetini idare eden hükümdarlık teşkilatı bulunmakta idi. Kıpçak Hanlığı’nda askeri yönetim eski Türk geleneğine göre yapılandırılır ve iki kanada ayrılarak yönetilirdi. Onların sağ kanadı muhtemelen karargahı Sarayşık Şehri Yayık Havzası’nda bulunuyordu. Sol kanadının merkezi Sıgnak şehri olmak üzere Sir Derya’da idi. Daha çok, sağ kanat kuvvet sağlıyordu. Hanlığın merkezi Torgay bozkırlarında bulunuyordu.
Askerlik kurumuna ve askeri yönetim sistemine bağlı idareciliğe çok önem verilmekte idi. Çünkü ikisi de göçebe yaşam tarzına özgü, göçebe hayatın devamı için uygun ve zorluk yaratmayan sistemler idi.
Hükmeden üst düzey zümrelerin (Hanlar, tarkanlar, yugurlar, baskaklar, bekler, baylar) sıkı hiyerarşi sistemini açıkça ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte boylar ve kavimler de kendi aralarında sosyal önemlerine göre yer alırlardı. Boy ve kavimlerin arasındaki sıkı hiyerarşik sistem Orta Asya’daki göçebe devletlerin sosyal hayatının ve devlet yapısının başlıca dayanağı idi.
Kıpçak Hanlığı’nda münşilik mevcuttu ve hakimler aracılığıyla komşu devletlerle yazışmalar yürütürdü. Yazılı kaynaklarda Çinli, Hintli ve Uygur bilginleri ile ulemaları yanında Kıpçak ulema sınıfından da söz edilmektedir. Kıpçaklardan bazı grupların İslâm dinini kabul etmeleri onların sosyo-kültürel gelişmelerinin seviyesinin göstergesidir. Kıpçak toplumunda göçebe uygarlığın harikulade olayı sayılan bağlantı kurma (rabıta) düzeni yüksek derecede idi. Kıpçak ülkesinde mevcudiyeti bilinen rabıta ilişkilerinin, o dönemin en üst düzeydeki tekniksel gelişmeleriyle donandırıldığını görebiliyoruz. XI-XIII. yüzyılın başında geniş Kıpçak bölgesinin idare edilebilmesi, toplumda çabuk bağlantı kurabilme imkanlarını iyi değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Kıpçak toplumu sosyal sınıflar açısından eşitsizdi. Esas eşitsizlik özel mülkiyet olan hayvanların cinsinde ve sayısında idi. Başlıca zenginlik at sayılırdı. Ortaçağ müelliflerinin dediklerine bakılırsa Kıpçak bölgesinde binlerce güzel at sahibi olanlar çoktur. Onların bazıları on binlerce, hatta ondan da çok sürülere sahiptirler.
Göçebe hayvancılıkla uğraşan Kıpçak kavimleri yüzlerce ve binlerce kilometreye uzanan mühim göçleri gerçekleştirirlerdi. Bu göçlerin uzaklığı onların bağlı oldukları düsturlarına, refah derecelerine ve doğanın ortaya koyduğu karakterlerin durumuna bağlı idi. Önemli meraların ve göç yollarının teşekkülü yüzyılların uzantısına dayanan nesillerin tecrübesine bağlı idi. Bu yüzden vatan anlayışı kışlak ve yayla olan otlak bölgeleri üzerinde oluşmaktadır. Daimi olan bu göç yollarını, sadece ciddi ekonomik, sosyal ve siyasi durumlara maruz kaldıklarında değiştiriyorlardı. Meralar ve göç yollarının genişlemesi, normal toplumun hayatını temin etmekte olan göçebe sisteminin başlıca koşullarından biri idi.
Hayvan hırsızları, geleneksel kanunun (töre) ortaya koyduğu ölçüler çerçevesinde ağır bir şekilde cezalandırılırdı. Şahıslara ait özel hayvanlar o şahısın tâbi olduğu boyun damgası ile işaretlenirdi. Hayvanlarını kaybederek yoksulluğun cefasını çeken hür kimse yerleşik hayata (yatuk) geçerdi. Fakat o kimse ağılında yeterince hayvan biriktiğinde eski göçebe hayatına tekrar dönerdi. Kıpçak toplumunda hak tanınmayan sınıf ise her zamanki gibi savaşta esir alınan köleler idi.
Başka kavimlerle olan etno-siyasi ilişkileri devletin sahip olduğu sınır özellikleri belirlerdi. Bu çerçevede Kıpçak hanlarının Orta Asya devletleri ile olan ilişkileri mücadeleli yürümüştür. Bilhassa Harezmşahlarla. Hükümranlık tanımak kurala göre şöyle ifade edilirdi: vassal olan devlet metbu devlete bağımlılığı hakkında yemin ederdi, her zaman belli miktarda ona vergi (dan) öderdi, kendi birlikleri ile gerektiği zaman onun düzenlediği savaşlara katılırdı. Selçuklu ordusu, her zaman başında önderleri bulunan Kıpçak birlikleri tarafından tamamlanırdı.
XI. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklulara karşı Harezmşah Devleti Kıpçak ve Oğuz boylarından oluşan birimlerinin kendi ordusunda saf almalarını teşvik etti. 1065 senesinde Selçuklu hükümdarı Alp Arslan Harezmşah Devleti’ni zaptettikten sonra, Mangısdağ’daki geçilmesi zor olan surlara sahip Kıpçaklara karşı sefer düzenledi. Kıpçakları hakimiyet altına aldıktan sonra Alp Arslan Oğuz boyundan sayılan Çağraklara saldırdı ve onların 30 bin askerini paramparça etti. Bunu takiben Selçuklu sultanı Cent ve Savran şehirlerine seferler düzenledi. Bu savaşın sonucunda Kıpçak boylarının bir kısmı geçici olarak Horasan Selçuklularının tesiri altında kaldılar. Muhtemelen, bu karşılaşmalar sırasında Kıpçaklar Selçuklu-Oğuzlarından olan Alka-bulak boyunu esarete aldılar. Fakat, Mahmud Kaşgâri’nin ifadesine göre sonuçta onlar tanrının yardımı ile kurtulmuşlardır.
XI. yüzyılın sonuna doğru Mangısdağ ve Hazar Denizinin doğu sahilinde eskisi gibi Kıpçaklar hüküm sürmekte idi. Onlara siyasi bağımlı olanlar arasında bazı Oğuz ve Türkmen grupları da mevcuttu. 1096 senesinde Kıpçak birliği Uluğ Han’ın önderliğinde Harezm’e sefer düzenlediler. Fakat Harezmşah’i destekleyen Selçuklular onları tekrar Mangısdağ’a dönmeye zorladı.
Mahmud Kaşgari’nin verdiği bilgilere dayanarak savaşçı-göçebe Kıpçak asilzadelerinin Karahanlı Müslümanları ile düşmanca bir siyasi tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Karahanlı Devleti Kıpçak ulusunun doğu hudutlarına sefer düzenlemeye karar verdiler. Bunun yanı sıra Kimekler de İrtiş sahasından Yedi Sudaki Müslüman Türk devletinin sınırına akınlar gerçekleştirdiler. Kıpçak hanları güney-batı topraklarında, Taraz bölgesinde Karahanlı Devleti ile sınır güzergahı olarak Kencek Sengir diye adlandırdıkları savunma hattını inşa ettiler.
XI. yüzyılın sonunda Cend, Yenikent ve Aşağı Sir Derya’da bulunan diğer şehirler Kıpçak hükümdarlarının elinde bulunmaya devam ediyordu. Fakat, XII. yüzyılın ilk yarısında bu bölge Orta Asya’nın Müslüman devletleri ile Kıpçak hanları arasında çetin mücadeleye sahne olmaktan geri kalmıyordu. İki tarafta bölgeyi ellerinde bulundurmaya çok istekli idiler. Kutub ad-din Muhammed’in (1097-1127) idaresi döneminde Harezmşahlara karşı Kıpçaklar aşağı Sir Derya ve Aral gölü ile Hazar Denizi arasındaki bozkırları kendi hakimiyetleri dairesinde koruyarak çok etkili savaşlarda bulundu. Kıpçak hükümdarları Muhammed’in halefi olan oğlu Atsız (1127-1156) cesur ve becerikli düşmanın yüzünü gördü. Harezmşah hükümdarlık döneminin ilk senelerinde, Sancar’ın güvenilir vassalı (uydu) olarak kalsa da, bir an önce bütün düşüncelerini gerçekleştirmek için, diğer vassal devletlerin yardımı ile, daha çok sınırdaş olan Kıpçak boyları sayesinde, kendi iktidarını güçlendirmeye girişti. İslam hududunu genişletmek amacıyla Atsız, Cend’i ele geçirmek için sefer düzenledi. Bu seferi başarıyla sonuçlandıktan hemen sonra Mangısdağ’ı kendi hâkimiyetine alarak kuzeye hareket etti.
1133 senesinde Kıpçakların kendi aralarında çok büyük hürmet gösterdikleri hükümdarları, Cent’ten Deşt-i Kıpçak diyarına hareket eden Harezmşah Atsız’ın karşısında yenilgiye uğradı. Kaynaklarda, Kıpçak Hanının kendi ulusu sınırları içerisinde uğradığı bu ilk yenilginin nedenleri hakkında hiçbir tamamlayıcı bilgiyle karşılaşılmamaktadır. Aslına bakılırsa Kıpçak Hanları arasındaki birliğin parçalanması ancak bu dönemden (XII. yüzyılın ikinci yarısı) sonra gittikçe artmıştır. Buna sebep olan olayların önde gelenleri: Kıpçak boyları arasında, daha çok aristokrasiler çevresinde Harezm’e yönelik iyimser düşüncenin oluşması, kalabalık Kanlı birliğinin teşekkül etmesi ve kendi aralarında yönetim için Hanedanlık ihtilafların gittikçe artması idi. Devamlı “egemen devlet” düşüncesini güden Atsız’ın serbest hareketleri onun metbu hükümdarı olan Sancar tarafından hoş karşılanmamış ve Harezm’e yaptığı sefer sonucunda Harezmşah Sancar’ı kendine boyun eğdirmiştir. Yazılı kaynaklardaki bilgilere dayanarak Kıpçak askeri aristokrasilerinin 1145 ve 1152 seneleri aralığında üç defa Cent şehri Atsız’a bırakmak zorunda kaldıklarını biliyoruz. Harezmşah Cent şehrini dünyanın en mühim noktası ve İslam aleminin önemli sınır bölgesinde yer aldığı için bu şehri ele geçirmeye büyük önem vermiştir. Cent ile Mangısdağ’ı kendi hakimiyeti altına alması ile diğer komşu göçebe kavimlerini de Harezm’in idaresi altına sokmuş oluyordu. Cent şehrinin idaresini Atsız büyük oğlu Alp Aslan’a vermiştir.
XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tekeş’in idare ettiği dönemde (1172-1200) Harezmşah ile Kıpçak ileri gelenleri arasında yakınlaşma politikasının izlendiği görülmektedir. Kıpçak birliğini oluşturan Kanlı, Kimek, Uran boylarının ileri gelenleri Harezmşahlar tarafından hizmete sevk ediliyordu. Hatta Kıpçak aristokrasileri ile Harezmşah hanedanları arasında akrabalık bağ oluşmaya başlamıştır. Kıpçak hanı Cankeşi, kızı Terken Hatun’u Harezmşah Tekiş ile evlendirmiştir. Ortaçağ geleneğine göre değişik etnik gruplar ve topluluklar arasındaki böyle sıhhiyet bağları akrabalık ve barış konusunda çok büyük anlam taşımakta idi. Bunun gibi akrabalık bağları toplumsal siyasi destek amacında gerçek ve sıkı bağlı sistemleri doğurmakta idi.
1181 senesinde Kıpçaklar Uran boyunun reisi Alp Kara ile beraber Cent sınırlarına gelerek Harezmşah’a hizmet etme arzusunda bulunmuşlardır. Kendisinin verdiği sözün kefili anlamında Alp Kara büyük oğlu Kıran’ı diğer boyları oğulları ile beraber Gürgenç şehrindeki Harezmşah’a emanet olarak yollamıştır. Tekeş, elçileri usulünce kabul etti ve kızını da Kıran’a verdi. Daha sonra Melikşah’ın oğlu Tekşin ve Alp Kara’nın müşterek orduları Karahıtaylara karşı savaştılar. Bu müşterek hareketin sonucunda Taraz’a kadar olan bölgeler kurtarıldı. Tekeş İran ve Azerbaycan atabeği Cenan Pehlivan’a yazdığı mektubunda Türkistan’ın her köşesinde bulunan Kıpçakların çok sayıdaki ordusunun kendisine hizmet etmekte olduğunu haber vermektir.
Al-Bagdadi’nin 1182 senesine ait bilgilerine göre, Melik Şah sadece Cent, Rıbat ve Barçinkent’in hükümdarı olarak değil aynı zamanda Kıpçakların siyasi yönetim merkezi olan Sıgnak’ın da hükümdarı olarak görünmektedir. Fakat bu bilgiler bize sadece o bölgede cereyan eden siyasi olayların genel gidişatından bahsetmelidir. Aslında bu bilgiler güvenilir olmaktan ziyade, Harezmşahların Kıpçak ulusunun bağımsızlık yolundaki direnişini kırmak için yürüttüğü politikayı sergilemektedir. Harezmşahlar kendilerini destekleyen Kıpçak aristokrasisinden kapalı askeri sınıfı oluşturdular. Bu hareketin esas ideolojik amacı Kıpçakları, ilk önce onların liderlerini İslam dinine sokmaktı. Halbuki Kıpçak boylarının büyük bir bölümü XII. yüzyılın sonuna kadar İslam dininin dışında kaldılar. Cend ve Farab civarı XII. yüzyılın sonuna kadar Kıpçakların bölgesi olarak bilinmekte idi.
Harezm yönetiminde hizmet gören Kıpçak boylarının reisleri, Deşt-i Kıpçak’ta bulunan kendi soydaşlarına sık-sık gelip gidiyorlardı. 1195 senesinde Sıgnak ve Cend şehirlerinin yöneticisi olarak bilinen Kıpçak hanı Kair Buku, cihat amacıyla harekete geçen Tekişın ordusu ile karşı karşıya geldi. Karşılaşma anında Harezmşah ordusunda görev alan Uran boyuna mensup Kıpçak hassasın Kair Buku Han tarafına geçmesi savaşın kaderini değiştirdi. Sonuçta yenilgiye uğrayan Tekeş’in ordusu Harezm’e döndü.
XII. yüzyılın ortasında Kıpçak ve Kimeklerin askeri birlikleri İdil havzasında bulunan Saksin ve civarına sefer gerçekleştirdiler. Bu olayın sonucunda Saksin sakinleri Kıpçak hanlarının hakimiyetini kabul ettiler ve onların tayin ettikleri valilere (baskak) itaat ettiler.
Geleneğe göre Harezm hükümdarları Kanlı ve Kıpçak hanlarının soyuna mensup hanımlarla evlenirdi. XII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIII. yüzyılın başlarından itibaren Kanlı birliği bağımsızlık yolunda harekete geçerek Kıpçak Hanlığı’nın siyasi bütünlüğünü sarstı. Bilindiği gibi Harezmşah Devleti’nin esas askeri gücünü Kanlı ve Kıpçak birimleri oluşturmakta idi. XIII. yüzyılın başında Harezmşah sarayında Kanlıların başkanı Amin Melik büyük rol oynuyordu. Bunun kızı ile Harezmşah Ala ad-Din Muhammed’in evliliği mevcuttu. Harezmşahlar tarafından devlet memurluğunun ve askeri hizmetlerin paylaştırıldığı Kıpçak aristokrasisi sonuncusuna ilgi duyardı. Harezmşah tarafını tutan önemli Kıpçak gruplarının ve merkezkaç düşüncesinde bulunarak idareyi ele geçirmeye çalışanların ters hareketlerinden dolayı Kıpçak toplumunda iç kavgalar gittikçe artmakta idi. Böyle bir durumda Harezmşah Kıpçak liderlerini ustaca birbirlerine düşürdü ve aralarındaki düşmanlığı körükledi.
XII. yüzyılın sonuna doğru Kair Buku Han’la onun kardeşi Alp Derek arasında anlaşmazlık çıktı. Tekeş’in oğlu Muhammed 1198 senesinde Alp Derek’i kendi tarafına alarak Deşt-i Kıpçak’a sefer düzenledi. Kair Buku Han bozguna uğratılarak, Harezm’e getirildi. Hanlığın idaresi Alp Derek’in eline geçti ve o Harezmşah Devleti’ne karşı bağımsız bir politika sergiledi. Gelecekte Kıpçak hanlarının güçlenmesinden sakınan Tekeş, Kair Buku Han’ı serbest bıraktı ve onu büyük bir Harezm ordusunun başına geçirerek Alp Derek’e karşı gönderdi. Sonuçta Alp Derek bozguna uğratıldı. Fakat Kair Buku Han Harezmşah’a bağımlı kaldı.
XIII. yüzyılın başlarında Müslüman Asya’nın önderliğini üstlenen Muhammed Harezmşah’ın devleti (1200-1220) dahiline Sıgnak bölgesi de giriyordu. Kıpçak Hanlığı Sıgnak iyeliğini kaybetmesine rağmen Harezmşah’a karşı direnişinden pes etmedi. Muhammed Harezmşah Cent’ten birkaç defa kuzeye, Deşt-i Kıpçak diyarındaki Kıpçak gruplarına karşı seferler düzenledi. Kadir Han’a karşı düzenlediği bu seferlerin birinde, 1216 senesinde Muhammed Şah Irgız’a kadar ilerlemişti. Burada, Turgay bozkırında Moğollardan kaçarak Kıpçak diyarına sığınan Merkitleri takip eden Cengiz Han’ın ordusu ile ansızın karşılaşarak çatışmaya girdi. Fakat savaş sırasında Moğollar gecenin karanlığında çekilip gittiler. Kıpçakların Harezmşahlara karşı uzun zamandır sürdürdüğü bu rekabete son veren Moğolların bu hali ise Kazakistan topraklarına ilk gelişleri idi. XIII. yüzyılın başlarındaki Moğol istilası sonucunda Kıpçakların devlet yapısı yıkıldı. Fakat, onun gelişme süreci tamamen tahribe uğratılmadı, sadece sürdürüldü ve XV. yüzyılda ortaya çıkan Kazak halkının oluşma sürecinde ve devlet yapısında tekrar canlandırıldı.
İktisadi Hayat
Kıpçakların iktisadi hayatı esas olarak hayvancılığa dayanmakta idi. Ortaçağ kaynaklarından Kıpçakların at, koyun, inek, öküz ve deve gibi hayvanları yetiştirdiklerini öğrenmekteyiz. Kıpçak sürüleri, kışa daha dayanıklı olan attan ve koyundan oluşmakta idi. Ayrıca yağ ve et ihtiyaçlarını temin etmek için hayvancılıkta koyun yetiştirmenin özel yeri vardı. Aynı zamanda sıcak giysiler için koyunun yününden ve derisinden istifade edilmekte idi. Kıpçaklar iki çeşit koyun yetiştiriyorlardı. Koyun sürülerinin büyük bir kısmını uzun göç yollarına dayanıklı kuyruksuz koyunlar oluşturuyordu. Aynı zamanda sürüde kuyruklu koyunlar da bulunuyordu. Bunlar ilkbahar öncesi kıtlık dönemlerine dayanıklı idi. Göçebe hayatta at en kıymetli hayvandır. Atın sürati ve dayanıklılığı Kıpçakların uzaktaki yaylaları keşfetmede, savaşta ve avcılıkta eşi bulunmayan yardımcısı idi. Bu yüzden Kıpçaklar at yetiştirmeye büyük önem verirlerdi. Bu bölgenin (Deşti-Kıpçak) diğer ülkelerde bulunmayan özelliği şudur ki, burada yetişmekte olan otların hayvanlara arpa kuvveti kadar kuvvet sağlaması idi. Arap seyyahı İbn Batuta bu nedenden dolayı ülkede hayvanların çok olduğunu yazıyor.
Bazı yazıtlarda Kıpçak diyarında binlerce güzel atların sahipliğini yapan sayısız hayvan yetiştiricilerinin varlığından söz edilmektedir. Kıpçak kavimlerin yaşadığı merkezi Kazakistan’da bulunan kale mezarlarında iki çeşit at iskeleti bulunmuştur. Birisinin kafa taşı küçük ve ayakları ince idi. Bu tür at cinsine o devre ait zengin Türk aristokrasilerinin mezarlıklarında da rastlanmaktadır. Diğeri çok yüksek olmayan, kafası nispeten büyük, kalın ve kısa boyunlu, çok dayanıklı ve özel muamele talep etmeyen bir cinsten idi. Kıpçak atlarına komşu ve yabancı ülkelerden büyük istek vardı. Hindistan’da Deşt-i Kıpçak atlarının sıradan olanı yüz dinar gümüşe, iyisi ise beşyüz ve ondan da yüksek paraya satılırdı.
Türk bozkırlarının atları yerli hava şartlarına alışkın, ani iklim değişikliklerine dayanıklı, bol sütlü ve etli olma özellikleri ile ayırt ediliyordu. Kıpçaklar at eti ile koyun etini tercih ederlerdi ve kısrak sütünden meşhur içecekleri olan kımızı hazırlarlardı.
Yazılı kaynaklar Kıpçakların devamlı binek hayvanlarının şekilsel özelliklerine çok önem verdiklerine işaret etmektedir. Besin kaynağı, binek atı hem de iş hayvanı görevini üstlenebilen cins atları yetiştirmektedirler. Bu konuda yüzyıllarca biriken tecrübeler, yüksek kaliteli at yetiştirmek olanağını sağlamıştır. Atlar ait oldukları cins çeşidine göre hemen tanınırdı. Böylece o kavmin adı kullandıkları atın cinsinden belli olurdu. Bu konuda Batı Kıpçak birliğine “Kulabaoğlu” (kula atlılar) adlı kavmin dahil olması dikkate değerdir. Örnek olarak Coçi’nin 1223 senesinde babası Cengiz Han’a armağan olarak Deşt-i Kıpçak’tan kaçırdığı 20 bin beyaz Kıpçak atını verdiğini söyleyebiliriz. Kıpçakların iktisadi hayatındaki at cinsini ıslah konusundaki önemli bilgiler onlardaki göçebe hayvancılığın üretim gücündeki gelişmelerin esas mekanizmasının bir boyutunu ortaya çıkarmaktadır.
Koyun ve at yetiştirmenin yanı sıra Kıpçaklar büyük baş hayvanlar da yetiştiriyorlardı. Fakat sayı olarak onlar biraz daha azdır. İnekler ve öküzler uzun göç yollarına dayanıklı değildi. Bu bilgiler Kıpçak gruplarının yarı göçebe hayat tarzını benimseyerek devamlı kışlaklarda yaşadıklarına delildir.
Etnografik incelemeler ineklerin daha çok Kıpçakların yoksul sınıfları tarafından yetiştirildiğini ortaya koyar. Büyük baş hayvan çoğunlukta koşu işlerinde kullanılırdı. İbn Batuta, Kıpçakların arabaya at koştuğunu ve bunun dışında da arabanın ağırlığına ve hafifliğine göre öküz ve develeri koştuklarını belirtiyor.
Bazı Kıpçak grupları Batı Kazakistan bölgesine göç ettikten sonra deve yetiştirmekle uğraşmaya başlamışlardır. Kumlu ve kurak bölgelerde deve en uygun evcil hayvan idi. Çok sayıdaki sürüleri beslemek için bol otlaklara ihtiyaç duyulurdu ve bunu da Kıpçaklar tarihin derinliklerine uzanan tecrübeleri sayesinde elde ederlerdi. Atadan kalarak devam eden geleneksel göçebe sistemi yayla ve kışlaktan oluşmakta idi. İtalyan seyyahı ve elçisi Vilgelm Rurbruk (XIII. yüzyıl) “Her bir Kıpçak, sürüsünü kışın, yazın, ilkbahar ve sonbaharda nerelere götüreceğini bilir” demektedir.
Avcılık, Kıpçakların hayatını temin eden başlıca unsurlardan biri idi. Al-Cahiz’in dediklerine göre Türkler av takibinde bilhassa ceylan ve geyik avlarken çok tecrübelidirler. Mahmud Kaşgâri Kıpçak bozkırlarında rastlanan “bulan” adındaki vahşi hayvandan ve Kıpçakların o hayvanı avladıklarından bahsetmektedir. Kıpçaklar avda kartal, şahin, aladoğan ve av köpeklerini kullanırlardı. Arap-Kıpçak sözlüklerinde av köpekleri: kılbark, tazı ve av kuşları karakuş, balaban, laçin’e yer verilmektedir. Kıpçaklar tek başına avlanmanın yanı sıra grup avcılığına da çıkıyorlardı. Avcılık iktisadi anlamının dışında savaş taktiklerinin öğrenilmesi konusunda da çok büyük önem arz etmektedir. Ormanlı bölgelerde Kıpçaklar kürklü hayvanları: tilki, samur, kunduz’u avlarlardı. Onlar için kürk başka ülkelere pazarlayabilmeleri açısından çok önemli bir mal idi. Mahmud Kaşgâri’ye göre Türklerde kürke “ijuk” denilmektedir. Avcılık özel bir geçim dalı değildi sadece Kıpçak boylarının esas iktisadi hayatını oluşturan hayvancılığın yanında destekleyici rol oynardı. Kıpçaklardan baz grupları balıkçılıkla da uğraşıyorlardı. Bu tür geçim tarzını daha çok nehir ve göl sahillerinde yaşayan yoksul kısım tercih ederdi. Divan-ı Lugat it-Türk ve diğer Arapça-Kıpçakça sözlüklerde Kıpçakların balıkçılıkta kullandıkları terimler geçmektedir. Mesela: argak-çengel, ag-ağ, ucan (uluk)-küçük sandal, kema- büyük sandal vs.
Bazı Ortaçağ kaynakları Kıpçakların buğday ve bakliyat yetiştirdiklerinden bahsetmektedir. Kıpçaklar esasen darı yetiştirmekte idiler. Al-Ömeri “onların yetiştirdikleri hububat arasında buğday ve arpa azdır. En çok darı ekerler ve onu emeklerine kullanırlar” demektedir.
XII. yüzyılda Deşt-i Kıpçak’dan geçen Petahya bu bölgenin ekmeği bilmediğini ve sadece pirinçle darı yediklerini belirtmektedir. Darının yanı sıra Kıpçaklar buğday ve arpa yetiştirdilerse de çok az sayıda idi. Ekmeği onlar Orta Asya’nın yerli halkıyla kendi hayvanlarından elde eden ürünlerle takas ederek elde ederlerdi. Bazı Kıpçak grupları ziraatla uğraşıyorlardı. Buna Uludağ ve Torğay bölgelerinde bulunan arık-kanal sistemleri, kuyular ve barajlar delildir.
Kıpçaklarda oluşan ziraat kültürüne Ortaçağ sözlüklerine geçen Kıpçakların kullandıkları isimler ve terimler delalet etmektedir. Bu terimlerin kökü Türkçedir: ekin-ekin, buğday-buğday, arpa-arpa, tutarğan-pirinç, arcamek-mercimek, taru-darı, yardan-harman, tok, aşlık, ürün vs. Böylece Kıpçak kavimlerinin yayıldığı bölgenin genişliği ve özelliğine göre onlarda göçebe hayvancılıktan yerleşik çiftçiliğe kadar bir çeşit Ortaçağ üretim şeklinin geliştiğini görüyoruz.
Kıpçakların Etnik Bölgesi
Kıpçakların etnik bölgesinin oluşumu onların esas yayıldığı bölge ile ilişkilidir. XI. yüzyılın başında Kimek kağanına bağlı olan tüm bölge İlbore sülalesinin hanı idaresindeki Kıpçak aristokrasisinin eline geçmiştir. Göçebe Kimek kavimleri bilindiği gibi Altay ve İrtiş’ten güneyde İdil ve Güney Yayık’a kadar, batıda Kulundin bozkırından, kuzeyde Balkaş Gölü ve güneyde Cungar Aladağı’na kadar olan muazzam araziye sahipti. Kıpçak hanlarının siyasi bakımdan güçlenmesi onların güneybatı istikametinde ilerlemelerine ve böylece Orta ve Aşağı Sir Derya havzalarının, Aral ve Hazar bölgesi bozkırlarının Kıpçak Hanlığı hakimiyeti altına girmesine neden olmuştur. Sir Derya bölgesindeki şehirlerin emirleri Kıpçak aristokrasileri arasından seçilirdi. XI. yüzyılın ikinci yarısı ve XII. yüzyılın başlarında Kıpçak Hanlığı birliğinin ve merkezi idarenin güçlenmesi Kıpçak kavimlerinin Harezm, Kuzeybatı Yedi Su ve Güney Kazakistan bölgelerine ilerlemelerine neden olmuştur. XI. yüzyılın ikinci yarısında Kıpçaklar Oğuz boyları Keçat ve Çağrakla beraber Mangısdağ ve Üst Yurt bölgesine yerleştiler.
Al İdrisi’nin küçük haritasında Kıpçak stepi (Sahra al-Kıfçak) adlı coğrafi bölge geçmektedir. Bu bölge Hazar ile Aral Denizi arasında yer almasıyla XI. yüzyılın ikinci yarısındaki tarihi gerçeği ortaya koymaktadır. Haritalar mühim tarihi kaynak olmakla beraber kavimlerin yer ve su adlarının ismini vermekle önem taşımaktadır. Ortaçağ haritalarını mukayese ederek zamanla ortaya çıkan coğrafi değişiklik gösterenlerini ayırt edebiliriz. Bunlardan en başarılısı Kıpçak ve Kuman kavimler birliğinin İdil’den batıya doğru göçü ve bu göç sonucunda Oğuz ve Peçeneklerin İdil ile Dinyester arasındaki bölgeden idilerek bu topraklara Kıpçak, Kuman kavimlerinin yerleşmesi olmuştur. Kıpçakların batıya doğru hareket etmesi Mahmud Kaşgari’nin haritasında gösterilmektedir. Onların yaşadığı bölge olarak İdil’in batısından Hazar Denizi’nin (Bahır Abiskun) kuzeybatısındaki bölge bahsedilmektedir. İdil nehri Ortaçağ bilginleri tarafından Kıpçak ülkesine dahil edilmiştir. Aşağı İdil havzası olan Saksina bölgesi
XII. yüzyılın ilk yarısında Kıpçakların eline geçmediği için kendi adını muhafaza etmiştir. Zekeriya Kazvini’nin (XIII. yüzyıl) Acaip al-Mahlukat adlı eserinde gösterdiği harita her herhalde XI. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Bu haritaya göre Kıpçaklar Güney Rusya’da yaşamakta idi. Asıl Kıpçak bölgesi bu dönemde merkezi Rusya sınırları içinde idi. Al-Mustaifi’nin (XIV) haritasına göre Kıpçaklar İdil’deki Bulgarlarla Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çerkesler arasındaki bölgede yer almaktadır. Bu bilgiler de XI. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Kıpçak hanları güneyde devlet sınırlarını genişleterek Taraz bölgesine kadar ulaşmıştır. Burada Kıpçaklar Karahanlılarla sınır suru Kencek Sengir’i inşa etmişlerdir. Balkaş Gölü ile Alagöl havzası Karahanlı Devleti ile Kıpçaklar arasındaki doğal sınırı oluşturmakta idi. Kıpçakların doğu sınırlarını ise XI. yüzyılda İrtiş’in sağ sahili ve Altay sıradağları oluşturmaktadır. Mahmud Kaşgâri İmeklerin (Kimek) yaşadığı bölge olarak onların esas bölgesi olan ve İmek stepi adını alan İrtiş havzasını göstermektedir. XII. yüzyılda Kıpçak kavmi Altay’da Nayman, Kanğlı ve Kereylerle komşu idiler.
Kuzeydoğuda Kıpçaklar Sayan-Altay uygarlığı ve kültürünün taşıyıcıları olan Kırgız, Hakas vs. kavimleriyle yakından ilişki kurmuşlardır. Kıpçak Hanlığı’nın kuzey sınırlarını Kazakistan bozkırları ile Batı Sibirya arasındaki ormanlı bölge oluşturmakta idi. Kıpçaklar kuzeybatıda ¡til ve Yayık bölgesi kavimleri ile kültürel ve siyasi münasebetlerde bulunmuşlardır. Kıpçak kavimleri ile eski Bulgar ve Başkurtlar arasındaki etkinleşme esasen XI. yy. ikinci yarısı ile XIII. yüzyılda vuku bulmuştur. Ayrıca Mahmud Kaşgâri’nin dediklerine göre Başkurt dili XI. yüzyılın ortalarına kadar Kimek diline çok benzemektedir.
1130’lu yıllardan itibaren güneybatı bölgesinde siyasi etkin güce sahip olan Harezmşahlar dışında, Kıpçaklar yaşadığı bölgede siyasi ve etnik gücünü diğerlerine nispeten oturtmuş sayılırdı. Harezmşah hükümdarları Kıpçakların hakimiyeti altında bulunan Sir Derya bölgesindeki şehirleri, Güney Aral bozkırı ve Mangısdağ şehrini ele geçirmek için büyük çabalar sarfetmekte idi. Harezmşah Muhammed Kıpçaklardan Sir Derya bölgesini ve Kıpçak hanının güney konuğu olan Sığanak şehrini ele geçirmeye muvaffak olmuştur. Bu başarılar Harezmşahlar Devleti’nin yükselmesini ve Müslüman dünyasının lideri olmasını sağlamıştır. Ama Harezmşahlarla Kıpçaklar arasındaki gerilim güneyden yaklaşmakta olan Moğol gücü karşısında son bulmuştur. XI-XII. yüzyıl ¡slam yazılı kaynaklarına göre Kıpçak kavmi en kalabalık ve en geniş bölgeye sahip Türk kavmi olarak bilinmektedir. Aynı zamanda Ortaçağ yazarları göçebelerin sosyal ve toplumsal hayatları ile hiyerarşi yapısına dikkat etmektedir. Toplumların hiyerarşi yapısını bölgedeki hakimiyet özellikleri tamamlamakta idi. Gücü ve sayısı bakımından Kıpçaklar bu dönemin Merkez Asya’daki en başta gelenlerindendir. Kazakistan bölgesindeki göçebe Kıpçaklar İşim ile Tobul, Nur, ¡lek ve Sarısu nehirleri arasındaki topraklarda yaşamaktadır.
Kış hayatını Mangısdağ ve Üst Yurt’ta geçiren Kıpçaklar yazın Enbi, Sağız, Oil, Hobda, Yayık, Hazar Denizi’nin kuzeyinden ¡dil, Küçük ve Büyük Uzen ve Güney Ural Dağları tarafına göç ederlerdi. Kıpçakların göç yollarının tarihi oluşumu hakkında Arap coğrafyacısı al-Ömeri “Kıpçak Hanları kışı sarayda, yazı Ural dağları bölgesinde geçirirler” der. Kıpçak kavimlerinin büyük bir kısmı kışın Aral ve Sir Derya bölgesinde otururlar ve yazın da Merkez ve Kuzey Kazakistan’a göç ederler. Fakat Kıpçaklar her yerde aynı kalabalıkta değillerdi. Mesela, ¡rtiş’te ağırlıkla Kimekler (¡mek), Aral civarında göçebe Kanğlı kavmi, ¡til ve Yayık arasında Kuman Kavmi’nin büyük bir kısmı yaşamakta idi. Kıpçaklarla beraber Batı Kazakistan bölgesinde kalan Oğuz ve Peçenek kavimleri, Aşağı Sir Derya ve Mangısdağ’da bazı göçebe Türkmen boyları, doğuda Naymanlar, Arğınlar, Güney Kazakistan’da yerleşik ve yarı göçebe Karluk, ¡mek, Çiğil, Uran ve Kay kavimleri yaşıyorlardı.
Toplumsal bilincin gelişmesi çoğunlukla bireylerin kendi toprak ve devlet kuruluşuna özenmesi ile olur. Bu aynı zamanda toplumun uzun süreli var oluşunu da sağlar. Toplum ile toprak arasındaki sıkı bağ, bu bölgede yaşayan ve onu iktisadi açıdan benimseyen toplum tarafından iyice tanınmakta idi. Kıpçakların bölgeye olan tarihi hakimiyeti dış komşularınca o bölgeye Deşt-i Kıpçak (Kıpçak bozkırı) isminin verilmesi ile kabul edilmiştir. Deşt-i Kıpçak Altay’dan İdil’e kadar uzanan muazzam toprakları kapsamaktadır ve bu sahalar Kıpçakların damgasını taşıyan etnik bölge olmuştur.
Kavim ve Etnik Yapı
XI. yüzyılın ilk yarısı ve XIII. yüzyılın başlarında Kıpçak etnik toplumu, güney Deşt-i Kıpçakta Kıpçak hanlarının hakimiyetinin artmasıyla, esasen İlboru sülalesinin kontrolü altında devletin güçlenmesi ile yeni bir döneme girerler. XI. yüzyılın ortalarında Kıpçak ve Kuman kavimlerinin batıya doğru hareketi başlamıştır. XI. yüzyılın ikinci yarısında Güney Rusya bozkırlarında vuku bulan siyasi ve etnik değişimleri İran müellifi Hamdullah Kazvini: “Deşit-i Kıpçak dedikleri Deşt-i Hazardır” şeklinde ifade etmektedir. XV. yüzyıl Güney Rusya stebi Deşt-i Hazar olarak bilinmekte idi. Kumanlar
1055 senesine ait eski Rus yazıtlarında, Polovets adı altında geçerler. Buna göre Polovets terimini iki şekilde açıklayabiliriz: Dar anlamda sadece Kumanlara verilen isim ve geniş anlamda Kıpçak kavimler birliğinin tümüne verilen isimdir. Fakat bu fark yazıtlarda belirlenmemiştir. Bu yüzden eski Rus yazıtlarını aktarmada belli zorunluklar ortaya çıkmıştır. Ortaçağ Bizans tarihnamesi konusunda da aynı sorunlar yaşanmıştır. 1078 senesinde Bizanslılar ilk defa batı komşularından Kumanları, onların uzun etnik adları ile tanıdılar ve bu ismi tüm Deşt-i Kıpçak kavimleri için kullanmaya başladılar. Bu gelenek Bizans edebiyatında XIV. yüzyıl sonuna kadar devam etmiştir. Eski Rus yazıtlarında Polovets steplerinin sınırları İtil ile Dinyeper arasındaki bölge olarak belirtilmiştir. Fakat Batı Deşt-i Kıpçak İslam kaynaklarına göre oldukça geniş sahayı kapsamakta idi. Mesela Arap coğrafyacısı al-İdrisi’nin (XII. yüzyıl) dediklerine göre göçebe Kumanlar Dinyeper ile Dinyester arasındaki bölgede varlıklarını sürdürüyorlardı. Doğu Dinyeper yöresinde ise Kıpçak ordusu bulunmakta idi.
Kıpçakların batı birliği on bir boydan oluşuyordu. Onlar: Toksoba, Yetioba, Burcoğlu, İlborili, Kangaroğlu, Coğlu, Durut, Kulabaoğlu, Cartan, Karaberikli, Kotan. Ayrıca Batı Kıpçak Konfederasyonu’nda yönetici sülale Toksoba ve Burcoğlu’ndan çıkardı. Kazakistan topraklarında kurulan Doğu Kıpçak birliğindeki etnik ve Kıpçak toplumunun kuruluşunun gelişmesi ve derinleşmesi Doğu Kıpçak ulusunun kavim yapısından açıkça anlaşılmaktadır.
Arap bilginleri Ahmed at-Tıni (1235-1318) ve ad-Dimaşki’nin (1301-1349) eserlerinde Doğu Ulus’un kavim yapısı hakkında yeterince bilgi vardır. Ulus 16 etnik toplumdan teşekkül etmiştir. Bunlardan 8’i esas kavimleri diğer 8’i ise küçük üyeleri oluşturmakta idi. Bu 16 kavimlik Kıpçak Konfederasyonu düzensiz, rastgele oluşmuş değildir. Aksine burada herşey kavimlerin sülale, sosyal ve siyasi niteliklerine göre muntazam şekilde düzenlenmiştir. İlk önder kavim Borili (bazı kaynaklarda İlborili) kavmi idi. Bu kavimden nesilden nesle Kıpçak hanları gelmekte idi. Borili kelime anlamıyla kurt anlamına gelmektedir.
Tarihi ve etnografik eserlerde kurt kültü bazı Türk kavimlerinin sembolü ve eski Türklerin totemi olarak yaygındır. Börili (Elbörili) Merkezi Asya menşeli eski Türk kavmidir. Diğer bir kavim Toksoba da aynı şekilde on ikili boy niteliği ile asil kavimler arasında yer almakta idi. Daha sonra Yetioba kavmi gelir. Bu kavim yedi boydan müteşekkildir (Yediboylular). Bunları takiben Durud (Durtoba) kavmi gelir. Dört boylu anlamına gelmektedir. (durt oba-dört oba). Beşinci kavim olarak al-Arıs kavmi gelir. Bu kavmin İran kökenli olan Alanların akrabası olarak bilinen Aso kavmi olduğu sanılmaktadır. Bu Türkleşen As (Ars) kavminin Aral Denizi’ne yakın bölgelerde yaşayan grupları, Kıpçak kavmi dahiline girmiş olmalıdırlar. Bir başka kavim olan Burcoğlu aynı zamanda Güney Rusya steplerindeki Kıpçak toplumunun üst tabakasını oluşturanlardandır. Aynı şekilde bu kavim mensupları Mısır’daki Memlûk sultanları Hanedanlığı’nın kurucularıdır. Yedinci olarak Mankuroğlu kavminden bahsedilmektedir. Her halde bu kavim Kimek boylarından biridir. Kaynaklardaki bilgilere göre Kimek ülkesinde Mankur adlı dağ mevcuttur. Dağ adı totem olarak Kimek Konfederasyonu’na dahil bir gruba verilmiş olabilir. Sonuncu ve en kalabalık kavim İmek kavmidir. İslam kaynaklarının bir çoğunda bahsedildiği gibi bu kavim Türk dilinde konuşan Kimek kavmidir. XI. yy. Kimek Devleti’nin yıkılışından sonra Kimek adı yazılı kaynaklarda geçmemektedir. Onun yerine İmek adı anılmaktadır. Kıpçaklarla İmekler arasındaki siyasi ve kültürel bağ o kadar kuvvetlenmiştir ki Mahmud Kaşgâri (XI. yüzyıl) zamanında İmeklere Kıpçaklar deniliyordu. Fakat İmekler kendilerini ayrı grup olarak görüyorlardı. Ad-Dimaşki adı geçen kavimlerden bahseden yazısında İmekler hakkında: “Onlar (İmekler) şimdi Harezmliler oldular” der. Bu ifade ile İmek hanının kızı, Harezmşah Tekiş’in hanımı Terken Hatun’un hizmetinde bulunan on bin kişilik askeri kastetmiş olmalıdır.
Küçük gruplar arasında ilk olarak Tağ isminden bahsedilmektedir. Eski Oğuz hikayelerine göre Tağ Oğuz kökenlidir. Bundan sonra eski Başkur kavi olan Başkurtlardan söz edilir. Bunlardan bazı gruplar XI. yüzyılda Aral ve Hazar yöresine yerleşmişti. Daha sonra gelen isim Kumanlıdır. Bunlar esas Kuman kavminin Doğu Avrupa’ya göç ettiği sırada Kazakistan topraklarında kalan grup olabilir.
Diğer iki kavim Bazanak (Bacanak) ve Bacna’dır. Bunlar Başkurtlarla beraber Peçenek birliğine dahildi. IX. yüzyılın ilk yarısında bunlar Oğuz, Kimek ve Karluk birliğinden ayrılarak büyük bir kısmı ile Aral Denizi, Embi ve Yayık bölgesinden batıya doğru göç etmeye mecbur olmuşlardır. Yazılı kaynaklardaki bilgilere göre adı geçen üç Türk kökenli kavim Batı Kazakistan’da yerleşerek Kıpçak birliğine dâhil olmuşlardır. Bunlardan sonra gelen Karabörüklü de Aral yöresindeki Peçenek kavmine dahildi. Bu kavim adı Karakalpak ismi ile aynıdır. Diğer kavim Uzlar. Bunlar Oğuz veya Oğuz halkına verilen diğer isim olan Uz ismiyle anılmaktadır. Kıpçak birliğini oluşturan son kavim Cortan’dır (Şortan). Kelime anlamı “turna balığı” manasındadır ve bu da bize kelimenin Türk kökenli olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak konfederasyona giren kavimler: Kimekler (¡mek, Mankuroğlu), Oğuzlar (Uz ve Tag), Peçenek-Başkurtlar (Başkurt, Bacanak, Baca), Aslar ve Kumanlar (Kumanlu ve Şortan) ve Kıpçaklar (Borili-ilborili, Toksoba, Yedioba, Burcoğlu, Durtoba). Bunların her birinin Kıpçak etnik oluşumunda önemli yeri olmuştur. Kıpçak Konfederasyonu Kıpçaklarla beraber Türk kökenli Kimek, Kuman, Peçenek, Eski Başkurt, Oğuz kavimlerini ve Türkleşmiş ¡ran kökenli kavimleri de içine almakta idi. Kıpçak Hanlığı ve halkının oluşumu sürecinde Kıpçaklar sahip olduğu güç sayesinde, hakimiyeti altındaki topraklarda yaşayan kavimleri asimile etmeye muvaffak olmuşlardır.
Yukarıda adı geçen kavimlerin dışında Kıpçak toplumunun oluşmasında etkili olan diğer bir kavim kalabalık Kanglı kavimidir. Onlar XII. yüzyılın ikinci yarısında Aşağı Sir Derya ile Aral bozkırında etnik bölgesel birliği oluşturmuşlardır. Kanglı adının menşei konusunda araştırma eserlerinde birkaç görüş mevcuttur. Bazı araştırmacılar Kanglı ismini Kanğar Peçeneklerin adı ile birleştirmeye çalışıyorlar. Aynı zamanda Kanglıları Kıpçaklarla Peçeneklerin karışımı sonucu ortaya çıkan kavim olarak görenler de vardır. Üçüncü bir görüş ise Kanglıların Kimek ve Kıpçak kavimlerinin Sir Derya ve Aral bölgesindeki eski Peçenek ve Oğuz kavimlerini işgâl etmesi ile ortaya çıkmış olabileceği kanaatindedir. Bahsedilen ilmî görüşler Kanglı isminin sadece XI. yüzyılın için geçerli açıklamasını kapsamaktadır. Fakat daha eski dönemde IX. yüzyılın ikinci yarısında Uygur elçisinin bahsettiği Basmıl, Tokuz Oğuz ve Karluklarla komşu Altay bölgesinde yaşayan Kara Kanglı (Kara Kanğlık) isminin açıklanması ise biraz zordur. Oğuz Han Destanı’nda Kanglılar Kıpçak, Uygur ve Karluklarla beraber eski Türk kavmi olarak bahsedilir.
XI. yüzyılda Mahmud Kaşgâri’de Kanglı adının açıklanması, Kıpçaklara mensup yüce insanın adı şeklinde yapılmıştır. Kıpçak etnik birimine aynı zamanda Türk kökenli X. yüzyılda Doğu Türkistan’dan Kazakistan topraklarına gelen Uran kavmiyle Bayatlar da Azkiş ve Türkeşler gibi onlara dahil olmuşlardır.
XII. yüzyılda bu son iki kavmin Karadeniz bölgesinde görülmeleri Kıpçakların buralara kadar yayılmasının sonucudur. Kıpçak etnik kurumunun diğer üyeleri Karluklar, Çiğiller ve Kaylar olmuşlardır. Kazakistan topraklarında Kıpçak halkının oluşum süreci, etnik bölgede iktisadi hayatın, toplumsal ilişki sisteminin ve konuşulan dil gibi kültürel özelliklerin tek tipli olmasını sağlamıştır.
Kıpçakların diğer etnik gruplarla kurdukları sıkı münasebet onların etnik toplum yapılarını etkilemiştir. Gittikçe yükselen Kıpçak siyasi gücünün sayesinde onlara dahil olan diğer kavimler de kendilerinin aynı kökenden geldiklerine inanarak Kıpçak adını kullanmaya başlamışlardır. Fakat Kıpçak halkının oluşum sürecinin esas safhası Moğol istilası ile kesilmiştir.
Kıpçaklar XI-XII. yüzyıllarda Kazak halkının özünü oluşturmakta idiler. Aynı zamanda Kıpçaklar diğer Türk kökenli: Kırgız, Karakalpak, Özbek, Başkurt, Tatar, Karaçay, Balkar, Kumık, Azerbaycan, Türk, Hakas, Altaylılar gibi halkların oluşumunda da etkili olmuşlardır.
Kıpçak Araştırmaları Merkezi Başkanı / Kazakistan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 776-784