Ekonomik etkinliklerin çeşitliliğini belirleyen, birçok coğrafi etken bulunmaktadır. Bunlar su, iklim ve yeryüzü şekillerine bağlı olarak ortaya çıkan faktörlerdir. Diğer bir deyişle çevresel koşullar, ekonominin yönünü belirleyen unsurlardır. Nitekim ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olan doğal faktörlerin olumlu ya da olumsuz sonuçları olabilir. Bununla birlikte nüfus artışı ve teknolojik ilerlemeler de ekonominin yönünü belirleyebilmektedir. Bu anlamda, demir medenin kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan teknolojik buluşların askeri alanda uygulanması ile birlikte, at üzerinde rahat hareket etmeyi sağlayan üzenginin icadı gibi gelişmeler neticesinde uluslararası unsurlar sıkça karşılaşma imkânı bulabilmişlerdir. Bu durum, coğrafi etkenler ile birlikte ekonominin yönünü belirlemede etkin rol oynamıştır. Böylece askeri yöntemlerin gelişmesine bağlı olarak farklı ulusların karşılaşma imkânı bulabilmesi, hâkimiyete dayalı güç dengelerini alt üst etmiştir. Genel olarak M.Ö. 1. binin başlarından itibaren girildiği kabul edilen bu dönemi, en iyi bir biçimde ifade eden coğrafyalardan birisi de Orta Asya’dır.
Orta Asya bozkırları, konargöçer bir yaşam için ideal imkânlar sunmaktaydı. Bununla birlikte çeşitlilik arz eden bitki örtüsü, düşük yağış oranı ve uçsuz bucaksız bozkırlardan dolayı bu bölgeler, topraklarının çok verimli olmasına rağmen yerleşik tarım için uygun değildi. Yeterli düzeyde sulama sisteminden yoksun tarımcılar, bu topraklardan çok az verim elde etmekteydiler. Bununla birlikte kendilerinden daha hareketli olan komşularının sürekli akınları karşısında hassas bir konuma sahip idiler.
Öte yandan Orta Asya bozkırlarında, özellikle at ve koyun gibi hayvanları besleyecek kadar yeşil alan bulunmaktaydı. Bu alanlar tükendiği zaman ise, kolayca başka bir bölgeye göç etmekteydiler. At ve koyun besleyen bozkır kavimleri, genellikle ihtiyaçlarını onlardan elde ettikleri deri, post, et ve süt ürünlerinden karşılamaktaydılar. Ancak yaşamları için gerekli bütün ihtiyaçlarını bu hayvanlardan elde etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle bozkır coğrafyasında yaşayan topluluklar, bölgelerinde bulunan vadilerdeki topluluklar ile yaşadıkları bölgeye sınır olan coğrafyalardaki uygarlıklarla ilişki içerisine girmek zorunda kalmışlardı. Bozkır toplulukları yaşamları için gerekli diğer ürünleri elde etmek için tarımla uğraşan topluluklara, bu toplulukların kendilerinin de karşılayabileceği hayvansal ürünlerden başka satabilecekleri bir şeyleri yoktu. Bu nedenle bozkır toplulukları, yaşamları için gerekli olanları komşu uygarlıklara baskınlar düzenleyerek sağlayabilmişlerdir.
Bu baskınlar, bir taraftan göçebe hayat yaşayan ve temel uğraşları hayvancılık olan atlı bozkır kavimleri için yeni bir yurt anlamına gelirken, diğer taraftan kısa ve uzun süreli hâkimiyet kurulan bu coğrafyalardaki siyasi güç dengesini değiştirerek ekonomik faaliyetlerin yönünü de belirleyen faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim değişen siyasi güç dengesi, tarih boyunca ekonomik faaliyetleri yönlendiren bir etkinliğe sahip olmuştur. Bu anlamda M.Ö. 8. yy’ın son çeyreğinden itibaren Lidya Devleti’nin Persler tarafından yıkılmasına kadar olan süreçte, Kimmer ve İskit unsurlarının neden oldukları yeni siyasi güç dengesi, doğu ve batı arasındaki ticaretin yoğun olarak Anadolu[1] üzerinden yapılmasına zemin hazırlamıştır.
1. Kimmerlerin Anadolu’daki Ticari Hayat Üzerindeki Etkileri
M.Ö. 8. yy’da Amuderya’nın kuzeyinde yaşayan Massagetlerin otlak yeri bulmak için aniden bir mücadeleye[2] girişerek hemen yanı başlarındaki İskitlere saldırmaları, İskitlerin Doğu Kimmerlere hücum etmelerine neden olmuştur. İskit ve Kimmerler arasında meydana gelen savaşta, atlı süvari birliklerine sahip olan İskitler, yaya askerlerden oluşan Kimmerlere karşı üstünlük sağlamışlardır. Bunun sonucunda Kimmer unsurları, Kafkaslar’a doğru geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bunu takip eden süreçte[3] Kimmerler, Demirkapı Geçidi’ni aşarak Kuzeydoğu Anadolu içlerine girmişlerdir.[4]
Böylece Kimmer unsurları, Kafkasya’daki Gerusin/Portae, Sarmaticae/Darya Geçidi ve Osset Geçitlerini takip ederek M.Ö. 8.yy’ın son çeyreğinde Urartu topraklarına ulaşmışlardır. Bölgeye gelen Kimmerler, Çıldır ve Gökçe Göl arasındaki İş-qi-GU-lu Ülkesi/Leninakan Bölgesi’nde Urartular ile komşu olmuşlardır.[5]
Urartulular, Kimmere karşı barışçı bir politika izlemişlerdir. Toprakkale’de bulunan bir yazılı belge üzerinde geçen “İşgigulu kralı’nın oğlu Saga-dumu-tar’ın Argişti’nin oğlu Rusa’nın kentinden Mana ülkesine gittiği yıl…” ifadesi[6] II. Rusa dönemindeki Urartu-Kimmer dostluğunun bir ifadesi durumundadır. Bu dostane ilişkinin Asur tarafındaki tezahürüne baktığımızda ise; her ne kadar Asur ve Urartu devletleri arasında ittifak oluşturmaya yönelik diplomatik ilişkiler söz konusu olmuşsa da, Asurlular muhtemel bir Urartu-Kimmer ittifakından da çekinmişlerdir.[7]
M.Ö. 8. yy ortalarında Kuzey Suriye’den Kafkaslara kadar olan coğrafyada hâkimiyet kuran Urartulular, akıllı bir politikayla Kimmerlerin ana göç yolunu[8] İç Anadolu’ya döndürmeyi başarmış ve böylece Urartu devleti de çökmekten kurtulmuştur.[9] Kimmerleri Anadolu’nun güney kısımlarına yönlendiren nedenin ise, İskit korkusu olduğunu[10] Kral Sargon (M.Ö. 722-705) dönemine ait Asur kaynaklarından öğrenmekteyiz.[11] Böylece Asur Ülkesi’ne kadar inen Kimmerler, buradan Anadolu’nun içlerine kadar sokularak Frigler[12] ile; oradan da Batı Anadolu’ya doğru ilerleyerek Lidyalılar ile temas kurmuşlardır. Böylece Anadolu içlerine kadar yayılan Kimmer topluluklarından bazıları, Kızılırmak’a ulaşarak Frig Devleti’ni yıktıktan[13] (M.Ö. 690) sonra, Paphlagonia üzerinden kuzeye açılan doğal yolları kullanmak suretiyle[14] Karadeniz sahillerine[15] ulaşmışlardır. Burada Miletos’un güçlü kolonisi Sinope (Sinop)’yi tahrip ederek, bölgeye yerleşmişlerdir. Kimmerler Karadeniz Bölgesi’nde doğuda Trapozur (Trabzon)’a batıda ise Herakleria Pontika (Karadeniz Ereğlisi)’ya kadar yayılmışlardır.[16]
Frig Devleti’nin yıkılmasından sonra batıya kaçan küçük beylikler ise bir süre sonra Lidya Devleti’ne boyun eğmişlerdir. Böylece Kimmerlerin saldırıları sonucu yıkılan Frig Devleti’nin yerine, Lidya Devleti bölgesinde bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Genel olarak bu bölge, Gediz Nehri (Hermos) ve Küçük Menderes (Kaistos) Irmağı vadilerini kapsayan ve günümüzde yaklaşık olarak Manisa ve Uşak illerine denk gelen bölgedir. Lidya Bölgesi[17] coğrafi olarak doğu ve batı medeniyetlerinin kaynaştığı bir alan içerisindedir. Bunu sağlayan en büyük etken ticari yolların kesişme noktasında bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Lidyalıların Batı Anadolu’da önemli bir güç haline gelmesi İon, Aeol ve Dor topluluklarının ürünlerini pazarlayabilecekleri pazarlara ulaşmalarında önemli bir engel oluşturmuştur. Güçlü bir pazar; üretim, dağıtım ve tüketim dengesi sayesinde kurulabilir düsturu açısından düşünüldüğünde, yeni pazarlara ulaşımın engellenmesi ile birlikte İonlar’ın Lidya tehdidine karşı koyabilecek güce ulaşması[18] kolonizasyon faaliyetlerini hızlandırmıştır. Batı Anadolu’da imal edilen malların özellikle İon toplulukları tarafından, deniz yoluyla başka yerlerdeki insanlara ulaştırılması sağlanmıştır. Bunun sonucunda onlar, deniz ulaşımını kullanarak ürettiklerini uzak diyarlardaki pazarlara ulaştırma imkânı bulmuşlardır. Böylece ekonomik güce dayalı hegemonya, belli bir siyasi yapıya bağlı kalmaksızın, arz talep dengesine bağlı olarak bir fonksiyon icra edebilmiştir.
Öyle ki Kimmerlerin batıya doğru yürüyüşlerine devam ederek, İzmir (Simirna) ve Milet (Miletos) gibi zengin şehirleri yağmalamalarına[19] rağmen İonlar kolonizasyon faaliyetini hızlandırarak bu durumu lehlerine çevirmişlerdir. Bu durumu besleyen diğer bir neden ise Lidya Krallığı’nın güçlenmesi ile birlikte çiftçilikle uğraşan yerli halkın İon ve Aiol aristokratik sınıfına karşı direnmeye başlamalarıdır. Nitekim Yunanlı aristokratik sınıflar, tarımla uğraşan yerli halkı kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyordu. Bu iki nedenden dolayı Miletoslular; Abydos, Belkıs (Kyzikos) ve Limmai ile Gemlik Körfezi’nde Gemlik (Kios) gibi koloniler kurmuşken Klozomenaililer aynı bölgede Baklaburnu (Kardia)’na yerleşmişlerdi. Samoslu İonlar ise Kuzey Marmara kıyılarında Ereğli (Perinthos) ve Tekirdağ (Bisanthe) gibi koloni kentlerini kurmuşlardır. Yine Thrakia’nın güney kıyılarında ve Kuzey Ege Bölgesi’nde Maroneia, Abdera, ve Taşöz (Thasos) gibi güçlü koloniler kuruldu. Hatta Miletoslular kuzeydeki kolonilerin yanında Doğu Akdeniz’de de ticari koloniler kurdular. Bunların en ünlüsü M.Ö. 650’lerde Mısır kralının izniyle Nil Nehri kıyısında kurulan Neukratis’tir. Sonuç olarak İonlar, tiranlar önderliğinde M.Ö.650-545 yılları arasında koloniler kurmak suretiyle gemicilik ve ticaret gibi iktisadi faaliyetler sayesinde refaha kavuşmuşlardır.[20] Bununla birlikte Kimmerlerin Anadolu’da oluşturduğu yeni güç dengesi, Anadolu merkezli kolonizasyon hareketlerini Karadeniz Bölgesi[21] yönünde hızlandırmıştır.
Öte yandan bu süreç içerisinde, yüzünü batıya çevirmiş bir medeniyet olan Friglerin ortadan kalkması sonucu, zengin kaynaklara sahip olan Lidyalıların Anadolu’da söz sahibi olması, Anadolu üzerinden batı uzantılı kara ticaret yolunun canlanmasına zemin hazırlamış olmalıdır. Nitekim M.Ö. 595’te Lidya Kralı Alyattes’in Batı Anadolu’daki Kimmer istilasına son[22] vermesi, sonraki kısımda da ifade edileceği üzere, Urartuluların İskitler tarafından ortadan kaldırılması ve Lidyalıların ve Medlerin Kızılırmak sınır olmak üzere karşı karşıya gelmeleri, doğu ve batı unsurlarının Anadolu merkezli etkileşimlerini hızlandırmış olmalıdır. Daha önceleri bu etkileşim, büyük ölçüde Kuzey Suriye’deki ticari faaliyetler üzerinden yürütülmekteydi.
2. İskitlerin Anadolu’daki Ticari Hayat Üzerindeki Etkileri
Kimmerleri takip etmek suretiyle Anadolu’ya giren İskitlerin, Kafkas Dağları’nı sağlarına alarak ilerledikleri öne sürülmektedir. Oysaki Kimmerler, İskitlerden kaçarlarken sahil yolunu da kullanmışlardır.[23] Bununla birlikte Grekler ile yoğun ticari faaliyete geçen İskitler, Kimmerler gibi,[24] Karadeniz’in sahil kısmında kurulan Grek yerleşimlerinin farkına varmış olmalıdırlar. Bu durum, iktisadi etkileşim açısından önem arz etmektedir. Her iki topluluğun da Karadeniz’in sahil kısımlarından geçtiğini, Urartu’nun kuzey sınırından başlayarak orta ve doğu Karadeniz’e kadar uzanan coğrafyada yapılan arkeolojik kazılar da[25] destekler niteliktedir.
Böylece İskitler, Kimmerleri takip etmek suretiyle Kafkaslar’ı doğudan dolaşıp, Hazar Denizi kıyılarından geçerek ve Derbent-Demirkapı Geçitleri’ni kullanmak suretiyle Azerbaycan’a; oradan da daha güneydeki Ön Asya’ya dalgalar halinde yayılmışlardır. Yayılma alanlarının başında Urartu toprakları gelmektedir. Urartu Kralı II.Rusa, topraklarına ulaşan İskitlerle barış yapmak zorunda kalmıştır. II. Rusa’nın M.Ö. 685-645 tarihleri arasında tahtta kaldığı bilgisi, İskitlerin Anadolu topraklarına ulaştıkları zaman dilimi ile ilgili önemli bir ipucu durumundadır. Yine Asur ülkesinin kuzey ve kuzeydoğu kısımları, Kral Asarhaddon döneminde İskit akınlarına uğramıştır. Bunun sonucunda Kral Asarhaddon ile İskit Kralı Bartatua arasında antlaşma yapılmıştır.[26] İskitlerin Suriye’ye kadar ilerlediklerini gören Mısır Kralı I. Psammatikos (670-616) ise, değerli hediyeler göndererek ülkesini bu saldırılardan kurtarabilmiştir. Böylece İskitler, Med Kralı Kyaxares tarafından (624-585) ziyafete davet edilen İskit komutanlarının öldürülmesi olayına kadar, 28 yıl boyunca[27] İran ve Ön Asya topraklarında bir baskı unsuru olmuşlardır.[28]
Ksenephon’a göre M.Ö. 4. yy başlarında İskitler, hala Doğu Anadolu’da varlıklarını[29] sürdürmekteydiler. Asur kaynaklarında ilk olarak İskit adının geçtiği dönemden, Ksenephon tarafından İskitlerden bahsedilen döneme kadar olan süreç yaklaşık 300 yıldır. Bu tarihe kadar İskitlerin Doğu Anadolu’yu terk etmemelerinin nedenlerinden en önemlisi hayvancılık faaliyeti olmalıdır. Bu bağlamda ekonomileri büyük ölçüde hayvancılığa dayalı olan İskitlerin, bölgeyi kısa sürede terk etmedikleri düşüncesi ileri sürülebilir. Doğu Anadolu’daki yüksek yaylalarda, hayvan otlatmak için elverişli otlakların bulunması bu düşünceyi destekler niteliktedir.[30]
Nitekim Doğu Anadolu’nun sergilediği coğrafi koşullar çok sınırlı tarımsal faaliyetlerle birlikte, genellikle büyükbaş hayvan yetiştirmeye olanak sağlamaktadır. Bu durum Urartu’nun yaşadığı dönemde de muhtemelen aynı olmuştur. Yüksek dağların tarım alanlarını birbirinden koparması, bu alanlar arasında bağlantının çok sınırlı oluşu veya hayvan beslemek için yüksek yaylalara çıkmak zorunda kalınması gibi olumsuz coğrafi koşullar, bir çelişki gibi görünse de, bölgede yaşayan Urartuluların varlıklarının temel dayanağı olmuştur. Böylece yarı göçebe yaşamın gerekli kıldığı yaşam tarzı gerçekleşmiş, daha da önemlisi büyük hayvan sürüleri Asur ordusunun yağma hareketinden büyük ölçüde kurtulabilmiştir. Asur ordusunun bölgeyi terk etmesinin ardından hayvan sürüleri ile birlikte yaylalardan ovalara geri dönen Urartu insanı, hayvancılığa dayalı ekonomik faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir.[31]
Ancak Asurluların aksine, göçebe yaşam tarzı sayesinde bu tür mücadelelere alışkın olan İskit unsurları için bu özel jeopolitik konum engel olarak görülmemelidir. Herodot’un anlattığına göre[32] İskitlerin yarı göçebe hayata uygun olan Doğu Anadolu’da yaklaşık 28 yıl hüküm sürmüş olmaları bunun en büyük kanıtı durumundadır. Dolayısıyla Doğu Anadolu’da da, Orta Asya’da olduğu gibi[33] hayvancılık ekonomik açıdan çok önemli bir paya sahip olmuştur. Bu durumu tanrılara sunulan kurban listelerinde geçen kurbanlık hayvan sayılarından anlamak mümkündür. Bu çerçevede bölgede yaşayan topluluklardan bir kısmı yarı göçebe olarak yaşamlarını sürdürmüş olmalıdır. Bugün hala varlığını sürdüren yazlak ve kışlaklardaki dönüşümlü yaşam tarzı bu durumu kanıtlar niteliktedir.[34]
Bütün bu şartlar içerisinde bölgede bir güç haline gelen İskit, Med ve Babiller M.Ö. 612’de Ninive kentini ele geçirmişlerdir. Bundan birkaç yıl sonra ise, Yakındoğu’nun süper gücü olan Asur Krallığı ortadan kalkmıştır. Urartu Krallığı’nın da bu ortak güçten etkilendiği konusunda elimizde yazılı bir veri bulunmamakla birlikte, krallığın bu yıllarda son zamanlarını yaşadığı düşünülmektedir. Urartu Krallığı’nın M.Ö. 609 tarihinden sonra Medlerin egemenliğine geçmiş olduğu değerlendirilse de; Van Gölü çevresinde yapılan kazılarda, Medlerin bu bölgelerde yerleşmiş olduklarına dair hiçbir yazılı ve arkeolojik belgenin ele geçmemiş oluşu bu değerlendirmeye şüphe ile bakmamız gerektiğini göstermektedir. Diğer taraftan Çavuştepe ve Karmir-Blur kazılarında İskit silah ve eserlerinin bulunması Urartu krallığının bu kavim tarafından yıkıldığı görüşünü desteklemektedir.[35]
Yakın doğunun en güçlü siyasi ve askeri örgütü olan Asur’un ortadan kalkmasından sonra bölgenin tarihi olayları, büyük ölçüde Babillilerle birlikte İskitler ve Medler tarafından yönlendirilmiştir.[36] Böylece deniz ticareti yapan Yunanlılar vasıtasıyla Mısır ve Akdeniz’in doğu kıyısı boyunca oturan milletlerin ilişki içine girmeleri, Urartu ve Geç Hitit Beylikleri ve Asurlular arasında bir mücadele konusu olmaktan çıkıp, daha çok Med ve İskitler ile birlikte Babillerin de dâhil olduğu bir konu olmuştur. Sonrasında bu mücadele alanı, Persler tarafından korunan kara ulaşım yollarının etkin olarak kullanılması sonucu Anadolu’nun batı kıyılarına kadar genişlemiştir. Böylece Mezopotamya’dan Batı Anadolu topraklarına kadar uzanan Kral Yolu sayesinde doğu batı arasında yapılan ticaret vasıtasıyla Anadolu’daki ekonomik faaliyetler ivme kazanmış, kültürel etkileşim hızlanmıştır.
Diğer bir deyişle Urartu’nun ortadan kalkmasıyla Anadolu’daki siyasi dengeler değişmiş, Medler ile Batı Anadoludaki Lidyalılar Kızılırmak (Halys) sınır olmak üzere[37] komşu olmuşlardır. Bu durum, Medleri ve Lidyalıları ortadan kaldıran Perslere kadar sürmüştür.[38] Perslerle birlikte, Kral Yolu adıyla anılan ticari yol ağı canlanmıştır. Böylece doğu ve batı unsurları deniz yollarını kullanmak suretiyle ticaret yapmanın yanında, kara ticaret yollarını da etkin olarak kullanarak kültürel anlamda ilişki içine girmişlerdir. Denizaşırı ticarette sadece deniz yakınlarına kurulmuş liman şehirleri ticari faaliyetlerden kazanç sağlamış iken, kara taransit yollarının kullanımı daha çok yerleşim yerinin ticari faaliyetlerden kazanç etmelerini sağlamıştır.
Bu anlamda bir taraftan deniz ticaretinin merkezi diğer taraftan Mezopotamya’ya topraklarına geçişi sağlayan[39] Kuzey Suriye limanları yerine, doğuda Susa’dan başlayan ve batıda Sardes’e kadar uzanan kara ticaret yolu üzerindeki coğrafyadaki birçok yerleşim yeri[40] cazibe merkezi haline gelmiştir. Böylece, Sardes’e kadar uzanan ticari yol ağı üzerinde yaşayan Anadolu insanının, ticari kazançtan oldukça istifade ettiği söylenebilir. Nitekim Herodot’un bildirdiğine göre, kraliyet konutları ve kervansarayların bulunduğu bu yol güzergâhı insanların ikamet ettikleri yerlerden[41] geçmekteydi.
Sonuç
Kimmerler Anadolu merkezli, İskitler ise Yakındoğu merkezli siyasi dengeleri sarsmışlardır. Bu yeni siyasi duruma uygun politikalar ile yürütülen ticari faaliyetler arasında güçlü bir bağ söz konusu olmuştur. Bu çerçevede bakıldığında; ticari faaliyetlerin etkinliğini artırması, özellikle Batı Anadolu’daki çatışmaların başlıca sebebi olduğu görülmektedir. Böylece Doğu ve Batı cephelerinin doğrudan karşı karşıya geldiği, egemenlik ilişkilerinin denetlendiği ve ticari hareketliliği kontrol edildiği Kuzey Suriye’nin konumu, bu coğrafi alanın batıya açılmasını sağlayan son kavşak noktası Batı Anadolu’nun önemi artırmıştır. Bir anlamda doğu batı eksenli ticari faaliyetlerin kontrol edildiği Kuzey Suriye’nin etkinlik sahası, Batı Anadolu’ya kadar uzanmıştır. Nitekim Lidya Devleti’nin kontrolünde olan Batı Anadolu toprakları doğu ve batı arasındaki konumu itibariyle çok önemlidir. Bu durum, sonraki süreçte Anadolu’ya hâkim olma düşüncesinin ana sebeplerinden birisi olmuştur. Ayrıca, Ön Asya ticaret yollarının sona erdiği Batı Anadolu’da büyük kültür merkezlerinin kurulması, takip eden süreçte güç dengesinin doğudan batıya kaymasına zemin hazırlamıştır. Bu durum, bugünkü batı medeniyetinin temellerinin atılmasına vesile olmuştur.
Amasya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, engin.eroglu@amasya.edu.tr
Alıntı Kaynak: Cappadocıa Journal Of Hıstory And Socıal Scıences Yıl: 2016 Sayı: 7