Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kazan Hanlığı’nın Düşmesinden Sonra Kazan Tatarları

0 15.799

Ravil BUKHARAEV

1522’de Rusların eline geçmesiyle Kazan Hanlığı’nın kendine özgü uygarlığının ortadan kalkması Rusya ve Rus Müslümanları arasındaki sınır, birbirinden çok farklı iki uygarlık arasında bir hudud olduğunu düşünen tarihçiler için muamma olabilir. Çağdaş Rus siyasetinin en milliyetçi temsilcileri sanki Müslüman hanlıkları ve Rusya arasında hiçbir dönem barışçı komşuluk ilişkileri yaşanmamışçasına, bu iki varlığın birbirlerini ne kültürel ne de ekonomik açıdan asla etkilemediğini iddia ederler. Bu tür siyasetçiler Tatar İslamı ve Ortodoks Hıristiyanlık arasındaki ilişkiyi sürekli bir savaş durumu ve karşılıklı kuşkunun hakim olduğu bir ilişki tipi olarak sunarlar.

Aslında, 1552 zabtından hemen sonra, Rus otoriteleri, inançlarını Ruslar tarafından önerilen ekonomik veya siyasi ayrıcalıklarla asla değişmeyen Müslümanlara derin acılar vermiş olan bir Hıristiyanlaştırma sürecine girmiştir. Hıristiyanlığı benimsemeyenlere büyük miktarlarda vergiler getirilmiştir. Fiziksel olarak işkence görmüşler, buz hücrelerinde tutulmuşlar, şehirlerdeki evleri ellerinden alınmış, uzak köylere gitmeleri yasaklanmış ve Müslüman köylülerin verimli toprakları ellerinden alınarak yeni gelen Ruslar arasında dağıtılmıştır. İslam inancının açıklanması yaklaşık iki yüz yıl boyunca Rusya’da yasaklanmıştır. Kazan’ın düşmesi sonrası camilerin tahrip edilmesi 16, 17 ve 18. yüzyıllarda devam etmiştir. Ancak Ortaçağ Rusyası’nda İslam’a karşı duyulan açık tepki Kazan’ın Rusya tarafından zabtıyla başlamış ve bu olaylar Rusların İslami inanç ve kültüre, dair duyduğu tarihi nefretten çok, süregelen bir propagandanın ürünü olarak gözükmektedir.

Dindarlık Adı Altında Tecavüz

Açıkçası, Hıristiyanlaştırma sürecinin başlaması her hangi bir zorlama olmaksızın ya da çok az zorlama sonucu gerçekleşmiştir. Kazan’ın ilk Rus Başpiskoposu Gury’e, 1555’te Korkunç İvan tarafından Müslümanların, Hıristiyanlığı kabullenmelerini çekici hale getirebilmek maksadıyla Rus merhametliliğinin ve konukseverliliğinin ön plana çıkarılması talimatı verilmişti.

“Başpiskopos, Tatarları mümkün olduğunca kendine alıştırmalı ve onları korkuyla değil sevgiyle vaftiz edilmeye hazırlamalıdır.”

Başpiskoposun sevgi anlayışı özellikle Müslümanların davet edildiği alkollü, düzenli ziyafetlerdir. Diğer yöntemler ise çeşitli suçlardan dolayı hüküm giymiş ya da suçlanmakta olan Müslümanları kurtarmak, yeni vaftiz edilmiş olanların topraklarını ve mallarını kullanmalarına izin vermek ve Müslümanlar için zorunlu olan vergilerden onları muaf tutmak olmuştur. Bu tür politikalar bir ölçüde başarılı olmuştur; ancak başvurulan yöntemler manevi kazançlardan çok maddi kazançlara yönelik olduğundan, yeni vaftiz edilmiş Tatarların serbest kaldıklarında veya hissettiklerinde ata inançlarına dönmeleri söz konusu olmuştur.

Kazan Hanlığı’ndaki Müslümanların Hıristiyanlaştırılma politikaları iddiaları ne olursa olsun, aslında gerçek tam tersiydi. Rusya’nın diğer yerlerinde de olduğu gibi, atanan Rus valilerin yönetimi rüşvet, zimmetine para geçirmek ve başkalarının hakkını ihlal etmek temellerine oturmuştur. Müslüman toprakları keyfi yollarla dağıtılmış, vaftiz edilmek bile Kazan Tatar toprak ağalarını belli bir süre koruyabilmiştir. Bu türlü bir durumda, Müslümanların Ortodoks Hıristiyanlığı kitleler halinde kabul etmemeleri şaşırtıcı değildir. Kazan Hanlığı’nın alınmasında özgürleştirilmelerinin önemli bir rol oynadığı, Müslüman hanelerinde yaşayan Rus savaş tutsakları bile İslam’ı ve İslami yaşam tarzını yaşam biçimi olarak seçmiş olabilir.

Merhamet Adı Altında Eziyet

Daha sonradan Rus Ortodoks Kilisesi’nin başına geçecek olan Kazan ve Astrahan’ın yeni Başpiskoposu Mutaasip Hermogen, 1593’te dönemin Rus Çarı Feodor Yonnovotiç’e bir yazı yazarak şikayette bulunmuştu. Yeni vaftiz edilmiş Müslümanların hâlâ Tatarlarla birlikte yaşadığını, Müslüman tarzında yiyip içtiklerini ve kiliselere gitmediklerini bildirmiştir.

“Haç takmazlar, evlerinde ikonalar ve haç işaretleri bulundurmazlar; ve Hıristiyan rahiplerin evlerine girmelerine de izin vermezler…Bununla beraber, birçok tutsak Rus ve diğer Ruslar, Tatarlarla yaşamaktadır, onlarla evlenmektedir. ve Tatar inancını benimsemektedir.”

Bu yazı üzerine, Müslümanları nazik yollarla Hıristiyanlaştırmak yerine daha kesin yollar benimsenmiştir. Çar Feodor Yonnovotiç ele geçirilen topraklarda İslamiyet’in direnişine, özellikle de yeni camilerin ve okulların yapılmasına öfkelenmiş ve bunların bir an önce yok edilmesi emrini vermiştir. Kazan Tatarları bu yapıların yenilerini inşa etmekten ve İslam inancına göre ibadet etmekten men edilmiştir. Bunun da ötesinde, 17. yüzyılda Müslümanların vaaz vermesi ve Hıristiyanları Müslümanlaştırma eylemleri sırıkta yakılmaları ile son bulmaktaydı. Dini eziyetler öylesine ağır bir hale gelmişti ki Kazan Tatarları silahlarını alıp, Rus çarlığının bunalımlı dönemlerinde ayaklanmalara katılmıştır. Ancak bu türlü eziyetler 17. yüzyıl boyunca devam etmiş ve bunların sonucu olarak Rus Müslümanları 1670-1671 Stepan Razin ayaklanmalarına kitlesel olarak katılmıştır.

Gizli İslam

Yaşam sürüyordu ve Kazan Hanlığı kendilerini zorla da olsa yeni gerçekliklere alıştırmaya çalışıyordu. Trajik şekilde, 1672 ve 1694 büyük yangınları Kazan şehrini tahrip etmişti. Alevlerde yanan yalnızca Tatar mimarisi değil; aynı zamanda devlet arşivlerinin ve özel kütüphanelerin çok sayıda dokümanı olmuştur. Bu Kazan Hanlığı uygarlığının yaşadığı son darbe olmuştur. Daha sonra Kazan Tatarlarının kendine özgü uygarlığı Rus İmparatorluğu çerçevesinde gelişmiştir. Başta hanlığın adı olmak üzere, isimler değiştirilmiş ve Kazan Hanlığı kültürel bağımsızlığını tamamen kaybetmiştir. İslam kültürü Rus Ortodoks ideolojisinin erişemediği köylerle sınırlı kalmıştır. Ancak, kent yaşamının mirası korunmuş ve insanların tarihi anılarında yaşatılmıştır. Ancak Büyük Petro’nun tahta geçmesiyle, Tatar kültürü yeni sıkıntılarla karşılaşmış ve kendi anavatanında öksüz kalmıştır.

“Kazan Hanlığı” adı Büyük Petro’nun (1672-1725) tahta geçtiği tarihe kadar kullanıldı. Ancak nüfusun yapısı çarpıcı bir şekilde (dramatik olarak) değişmiştir. Kazan Tatar aristokrasisinin bir kısmı özgürlük savaşlarında ölmüş bir kısmı da baskılara dayanamayarak Hıristiyanlığı kabul ederek, Rus aristokrasisine katılmıştır. Geri kalan Müslüman Tatarlar iki sosyal gruba bölünmüştür. Bu gruplardan biri küçük toprak sahiplerinden ya da askerlerden oluşan ve Rus çarının hizmetinde olan bu gruplardan biri Kazak Tatarlarıdır. Diğer grup da Yasak Tatarları olarak anılmaya başlandı. Yasak, Kazak Hanlığı’nda ödenen geleneksel vergilerin adıydı. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu köyde yaşamaya zorlandı ve bu durumda bile köylerinin başkente ya da ana su yollarına yakın olmasına izin verilmedi.

Kazan Hanlığı’nın düşmesinden yıllar sonra, Kazan’daki uluslararası ticaret Rus tüccarlarının eline geçtiğinde, daha fazla Kazan Tatarının daha önceki başkentin eteklerinde yaşamasına izin verildi. 16. yüzyılda ortaya çıkan eski ve yeni Tatar yerleşimleri şimdiki modern Kazan şehrinin bir parçasını oluşturur. Kazan Tatarı Müslümanlarının yeni yaşam tarzlarına alışmaktaki tüm çabalarına rağmen, kültürlerinin ve dinlerinin baskı altında olması sonucunda, tarihi anavatanda altı milyon Tatardan yalnızca dörtte biri kalmıştır. Diğerleri ise inançları doğrultusunda özgürce yaşayabilecekleri yerlere gitmeye zorlanmıştır. Rus İmparatorluğu’nun hızla yayılması sonucunda, Ural ya da Volga civarında gidebilecekleri çok az yer kalmıştır. Bu yüzden Tatar kolonilerine Çin ya da Japonya gibi uzak yerlerde bile rastlanmaktadır.

Şairler ve Sufiler

Kazan Hanlığı’nın son şairi Mevla Kolı’nın kaderi 17. yüzyılda Müslüman kültürü ve edebiyatının maruz kaldığı durumun göstergesidir. Kendisinin gerçek adı Bayramgali Koliev’dir ve mistik şiirleri nedeniyle Bimka Sufi olarak anılır. Bölgede Rus yönetimine hizmette bulunan ancak kendi ulusal kültürüne sadık kalmasına izin verilen bir Kazak Tatar ailesinden gelmekte olup Çiti adında bir köyde doğmuştur. Mevla Kolı, Kazan’da şehrin eteklerindeki Mamay okulunda eğitim görmüştür. Çağdaş Rus arşivlerine göre, kendisi 1678’de Tatarlara eski Bulgar şehri Bilyar’da oturma izni verildiğinde, Tatarları bu bölgeye yerleştiren kişidir. Ancak 1699’da bu Tatar yerleşimi Ortodoks Rus yerleşimine dönüşmüş ve buranın yerlilerinin Şesma Nehri kıyısındaki eski İştiryak Köyü’ne yerleştirilmeleri istenmiştir. Mevla Kolı’nın torunları bu dönemden beri bu bölgede yaşamaya devam etmektedir.

Mevla Kolı’ya göre kendisinin üstadı ve öğretmeni Mamay da bir şairdir ancak bu araştırma açısından onun Molla ve din öğretmeni olması çok daha önemlidir. Kazan’ın düşmesinden 17. yüzyıla kadar, Kazan Tatarları ve Rus Müslüman halkının resmi din görevlisi yoktu. “Molla” unvanı hiyerarşik bir konumun göstergesi olmayıp “eğitimli insan” anlamına gelir. Bu mollalar, büyük ve küçük köylerde yalnızca dinin temel kaidelerini değil aritmetik ve hat sanatı gibi konularda da ders vermekte olan halkın içinden olan insanlardır. İslam’ın korunması ve geliştirilmesi Mamay, Mevla Kolı ve birçok bilinmeyen sıradan insanların elindeydi, bu insanlar İslam’ı ve kültürel mirasını zamanın tüm şartlarına karşı korumuşlardır. Mevla Kolı ve diğer Sufiler ile Abuzeler sürekli bir yerleşim mekanı arayışları, Rus otoritelerinin izniyle bile Müslümanların rahatsız olmadan onlarla birlikte yaşayamadıklarının göstergesidir.

Kazan Hanlığı’nın iyi kurulmuş eğitim sisteminin dinsel hoşgörüsüzlük nedeniyle ne hale geldiğini bilmiyoruz. Kazan büyük medresesi ve diğer camilerinin kendilerine ait dini okulları olduğu bilinmektedir, bu okullarda Arap dili ve Şeriat kanunları öğretilmekteydi. Kazan Hanlığı’nın büyük şehirleri ve kasabaları da Kazan ekonomisinin eğitimli insana duyduğu ihtiyaçtan dolayı öğrenim merkezleri durumundaydı. 19. yüzyılın sonlarında bile Volga-Ural bölgesindeki Müslüman eğitim sisteminin çerçeve olarak etkisinin hissedildiği Ortodoks medreseler temel eğitim vermekteydi. Geleceğin ceditçileri eski muhafazakar sisteme karşı kendi İslami uyanış savaşlarını vereceklerdir. Ancak bu dönemlerde sistem günün gereklerine cevap verir nitelikteydi. Bu dönemdeki eğitim sisteminin temeli muhtemelen 12. yy.’da (1142’de ölen Arap alimi Necmeddin Nesefi’den’Akaid Nesefi) ve 14. yy.’da (örneğin 1358’de ölen Hasan Kâdi’nin Aristocu ve Eflatuncu mantığı yorumlaması) yapılan çalışmalara dayanmaktadır. 15 ve 16. yüzyılın ürünleri ve diğer kitaplar tabii ki 19. yüzyıldakilerden daha yeniydi ve bu dönemlerde verilen eğitimde uygulanabilirlik çok önemliydi.

Ancak bu uygulanabilirlik özelliği, Kuran-ı Kerim’in ve hadislerin kişisel yorumlanma döneminin bitmesiyle beraber, Ortodoks Sünni inancını savunan öğrenciler arasında özgür düşünce ve felsefeyle ilgilenen sufilere karşı bilimsel bir savunma aracı olarak kullanılmaya başlandı. Dönemin Şii ve Sufi düşünce akımlarıyla çevrelenmiş olan Orta Asya dogmatizmi, Kazan’ın resmi din adamları çevresinin akademik etkinliklerine de yansımış gözükmektedir. Sonraki yüzyıllarda gizlice yürütülen çalışmalarla güçlendirilen Tatar Medreseleri ders programının tutucu yönü düşünüldüğünde, Akaid Nasafi üzerine Timur’un çağdaşı, tarafından yapılan yorumlamalar ve önde gelen İslam bilgini Saadettin Taftazani, Kazan resmi din çevrelerinin eğitiminde önemliydi. Hem Nesefi hem de Taftazani evreni, Sufilerin üç kategorisine zıt olarak Tanrı’nın nitelikleriyle açıklamaya çalışıyordu. Bunlar “bu dünyadaki şeylerin hayali olduğunu, gerçekte var olmadığını” ya da “bu şeylerin bizim varlıklarına inandığımız sürece var olup, göreceli niteliklere sahip olduklarını” ve “bu yüzden de bunları gerçekte bilip özlerini anlamanın asla mümkün olmadığını” iddia etmektedirler. Bu üç kategori konusunda, Taftazani aşağıdaki ifadelerle belirgin bir sonuç çıkarmaktaydı:

“Hiçbir şeyi tanımayan özellikle üçüncü kategoriyle yarışan insana değmez, yok olmaları ya da tövbe etmeleri için onları ateşe atmak daha iyi olur.”

Yukarıdaki çıkarımın tüm katılığına rağmen, bu sözler İslami bir sorgulamadan çok yalnızca bir söylem gibi görünmektedir. İlk olarak, günümüz “İslam savaşçılarına” kıyasla daha doğru bilgilere sahip Ortaçağ alimlerine göre İslam’da ateşle cezalandırma kati olarak yasaklanmıştır, ikincisi Sünnilerin sufilere karşı çıkmalarına rağmen sufiler Kazan Hanlığı’nda önemli yerlere gelmekle kalmayıp, kendilerine özgü disiplinleri ve okulları bulunmaktadır. Resmi ulemanın ve sufilerin bir arada bulunması, resmi din görevlilerinin Ümmet üzerindeki sufi etkisinden memnun oldukları anlamına gelmez. Bu konuda önde gelen Batılı araştırmacılardan J. S. Triningham’ın aşağıda belirttiği gibi:

“Pratikte dini otoritelerin birlikte bulunmalarına izin verilmiş olsa bile, tüm sufilik tarihi boyunca “ulema” ve laik otoritelerin saldırıları durmamıştır; ancak geçmişte bu saldırılar birey olarak sufilerin kınanması ve belirli tarikatların bastırılmasından öteye gitmemiştir. Bu onların Müslüman toplumlarındaki yaşamlarını asla etkilememiştir. Çünkü dini bir ihtiyaca cevap veriyorlar ve İslam’ın derin anlamını sunuyorlardı.”

Kendilerine özgü entelektüel bir sınıf olarak Sufilere gösterilen bu hoşgörü İslam’ın yayılmasına katkıda bulunduğundan anlaşılır bir şeydi. Kazan Hanlığı döneminde bile sufi ve dervişlerin bu rolleri küçümsenemez, çünkü Müslüman olmayan insanları Müslüman yapma konusundaki çabaları sürekliydi. Yalnızca gezgin Dervişlerin bilinmeyen ümmete katkısı olmakla kalmamıştır. İster bir şeyhin müritlerinden oluşan bir çember olarak ister bir sufi üstadı tarafından yönetilen bir köy okulu olarak, sufi kurumları “Müslüman olmayanları Müslüman yapmakta ve yeni inançlarını kalplerinde hissetmelerinde” etkin rol oynamaktaydı (J. S. Triningham). Bu türlü sufi merkezlerinin özellikle resmi otoritelerin daha belirsiz rol oynadığı yerlerde, Vyatka-Ural bölgesi ve Kazan ile Kasım Hanlıkları arasındaki bölgelerde özellikle etkin olduğunu söylemek yanlış olmaz. İslam inancının Mişar ve Karinsk Tatarlarında yayılması bu önermenin doğruluğunu kanıtlamak için yeterli olmaktadır çünkü Mişarlar Kazan ya da Kasım Hanlığı’nın doğrudan kontrolü altında olmayan bölgelerde yaşamaktaydı. Bu yüzden sufi okullarına eğitim ve misyonerlik merkezleri olarak izin verilmese de hoşgörülü davranılmaktaydı, ancak S. J. Triningham “resmi dini otoritelerin kendi kontrolleri dışındaki merkezlerin varlığından asla hoşnut olamadıklarını” vurgular.

Nakşibendilik ve Osmanlı Etkisi

Bir sufi tarikatı olan Nakşibendi tarikatı, Yesevilerle olan tarihi bağları ve Osmanlı sultanlarının himayesi ile bilinmekte olup, daima ilkeli olması ve resmi ulemaya karşısında sadeliği ile tanınır. Bu yüzden resmi ulema sınıfı Nakşibendilerin müridi olmasa da sempatizanlarıdır. Dönemin İslam dünyasında, sufi tarikatların gelenekleri zamanla geleneksel İslam’ın bir parçası olarak kabul edilmeye başlanmıştır: örneğin, 1420’lerde doğan Mevlid daha sonraki popüler Müslüman inançlarının ve pratiklerinin önemli bir parçası olarak bunu doğrular niteliktedir. Bu yüzden J. S. Triningham’ın da belirttiği konu “ilk gerçek mevlid… Türkçe okunmuştur… ve yazarı da gerçek bir Osmanlı olan Süleyman Çelebi’dir (825/1421)” bir hayli ilginçtir.

Dini eğilimlerin yanı sıra, kültürdeki Osmanlı etkisi Osmanlı’nın Kırım’daki popüler bağlantıları ve hanedanlık bağlantıları ile kendini göstermekteydi ve Orta Asya’daki daha geleneksel bağlantıların yerini almaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu maddi dünyada liderliğin yanı sıra halifelik kurumunun da merkezi olmuştu, bunun sonucunda da uzak hanlıklardaki dini çevreler manevi olarak kendisine itaat etmekteydi. Resmi dini yapılar zamanla Osmanlı halifeliğininkine benzer hale geldi ve bunun sonucunda da hanların ve evliyaların mezarları da tekke olarak anılmaya başlandı. Günümüzde var olan tek mezar, Han Şah Ali’nin mezarı bu Türkçe terimle anılmaktadır.

Resmi ulema ve Nakşibendi (Yesevi) sufiler arasındaki tüm muhtemel çatışmalara rağmen, sufi okullarının ve misyonerlik merkezlerinin varlığı Kazan Hanlığı’nın Ruslar tarafından istilasından sonra özellikle önem kazanmıştır. İslami eğitim de hayatta kalmasını bölgedeki Ortodoks Hıristiyanlığı’nın yaygınlaşmasına borçludur. Örneğin M. Khudyakov bu konuda şöyle yazar:

“Kazan Hanlığı’nda sufizm -Türkistan’dan ithal edilmiş olan Budist kökenlere sahip mistik bir öğreti-çok geniş alanlara, uzaklara yayılmıştır. Kazan Sufileri ünlü Türkistanlı hoca Ahmet Yesevi’nin takipçileridir. Hisamutdin kitabında Kazan Hanlığı sınırları içerisindeki Ahmet Yesevi tarafından kendine verilen unvanı almış olan Sufi liderler sıralanmaktadır: 1) İbraş oğlu Beyraş, Ahmet Yesevi’nin öğrencisi 2) Tugk-Muhammed oğlu İş-Muhammed, Beyraş’ın öğrencisi 3) Zul-Muhammed oğlu İdris 4) İbrahim oğlu Kasım 5) Buharalı Feyzullah Efendi 6) İstiryak oğlu Ahund Şam. Bu kişilerden Kasım ve Feyzullah yaşamlarını tamamlayıp Kazan topraklarına, Beyraş ve İş-Muhammed Malmıj bölgesinde Işmenev-Maskarı civarına, İdris ve Şam ise Laişev bölgesinde Tiberdini Köyü’ne gömülmüştür. Sufilerin kafirler arasında İslam’ın yayılması ve tüm bölgede kamusal eğitimin yaygınlaşması konusunda etkileri büyük olmuştur.

Ancak yukarıda sıralanan Kazan Hanlığı’ndaki sufi şeyhlerinin doğruluğu kesin değildir, çünkü bilgiler Şerafettin oğlu Hüsamettin’in “Risale-i Tevarih-i Bulgariya” eserinden alınmıştır. Bu eserdeki bilgilerin doğruluğuna inanılacak olursa, bu esere 1550’de başlanmış ve 1584’te tamamlanmıştır. Ş. Mercani, Tatar ve Başkırt mollaları tarafından bu tarz uydurma birçok eserin yazıldığını ve İdil-Ural Müslümanlarına dağıtıldığını bildirmektedir.

Mercani, “Tevarih-i Bulgariya” adlı kitabındaki bir makalesinde bu eserlerdeki bariz hataların, yalanların altını çizer. Aslında eleştirilen yayının yazarı başından itibaren olayları ve tarihi kişilikleri birbirine karıştırmıştır. 1386’da ölen Taftazani’nin öğrencisi olduğunu belirtmiştir.

Maalesef, Hüsamettin’in yaptığı hataların bazıları, M. Khudyakov tarafından da tekrarlanmıştır. Bu Mercani’nin tarihi çalışmalarına aşina olan M. Khudyakov tarafından alışılmışın dışında bir davranıştır. Örneğin, Tugk-Muhammed oğlu Şeyh İş-Muhammed tarafından yönetilen okul hakkında, M. Khudyakov şöyle söyler:

“Dönemin Tatar tarihçisi için şu sözler oldukça üzüntü vericidir: “Tugk Muhammed oğlu Işh- Muhammed doğru bir insandır. Aday köyünde, 36 yaşında bir okul yönetmekteydi bu da dönemin bir çok bilginini etrafına toplamıştır.20 yıl sonrasında bu tarikatın müritlerinden hayatta kalan olmamıştır.”

Ş. Mercani, “Şeyh Baba” takma adlı Şeyh İşh-Muhammed’in 1785’e kadar hayatta olduğunu yazmıştır. Beyraş ise “Sufi, İşan, Seyid ya da Şeyh” değildi yalnızca zengin bir adamdı ve Mercani’nin döneminde mezarı Aday köyü civarında bulunan İşh-Muhammet’in çağdaşıydı. Bu yüzden Tatar tarihçisi M. Khudyakov, kendi dönemindeki kişilerin isimleri ile geçmişteki şahısları karıştıran bilgisiz bir kişiydi. Mercani’ye göre “cümlelerinin hepsi yalanlarla, düzmecelerle doludur”.

Yukarıda belirtilenler Kazan Hanlığı’nda fetihten sonra kurulan ve geliştirilen sufi okullarının var olduğu gerçeğini çürütmez. Ancak sorun Kazan Hanlığı kamu eğitimi tarihine ait kişisel detayların ve isimlerin tam olarak belirlenmesinin mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu türlü tüm bilgiler Kazan Tatarlarının resmi tarih belgeleriyle birlikte yok olmuştur. Ancak özellikle İslam’ın yaygınlaşması ile bağlantılı olan dini çevrelerden gelen aileler arasında bu türlü bazı kişilerin isimlerini bulmak mümkündür. Bu Molla ailelerine ilişkin titizce işlenmiş bilgiler Ş. Mercani’nin çalışmasında, özellikle de Kazan dini çevrelerinin sufi geçmişine atıflarda bulunulan “Personalities and Memorable Events” adlı makalesinde bulunabilir. İlginç olan bir diğer nokta, Ş. Mercani, İmam olmanın koşullarını da sıralar, seçilen bir insana hangi aileden geldiği sorulur, bu sorunun da cevabı “Hoca Ahmet Yesevi’nin ailesinden gelmekteyim” şeklindedir. Sorumlu bir araştırmacı olarak Ş. Mercani, 18. yüzyılın başından önceki olaylara ve kişiliklere çok az değinir. Kazan Hanlığı döneminde var olduğunu öne sürdüğü Aşit Köyü tarihine değinirken Mercani, köyde Müslüman bir evliyanın mezarı olduğundan ve köylülerden birini de Ak Sufi adıyla anıldığından bahseder. Mercani’deki Kazan dini çevrelerinin biyografilerinde sufi atalarına değinilen bölümlerde, Kazan Hanlığı’nda sufiliğin 19. yüzyıl boyunca devam ettiğini yazar. Bu 16-18. yüzyıllarda İslam’ın resmi olmayan statüsü düşünüldüğünde doğru olmayan bir bilgidir.

Yenilenen Zulûm

Bildiğimiz gibi Büyük Petro’nun yönetimi sırasında bölge Kazan Eyaleti’ne dönüştürülmüştür ve ülkenin isminin dahi değiştirilmesi Rus birlikleri tarafından 1708’de bastırılan bir isyana neden olmuştur. İsyan sonrası dini eziyetler yenilenmiştir. 1713’teki kraliyet kararnamesine göre:

“Büyük Çar, Kazan ve Azak Eyaletlerinde mal ve mülklere, Hıristiyan çalışanlara sahip olan Müslüman kafirlere altı ay içinde vaftiz olmayı kabul etmelerini emreder. Vaftiz edilerek daha önce sahip oldukları mal ve mülklere yeniden sahip olabileceklerdir, ancak altı ay içinde vaftiz edilmeyi kabul etmediklerinde üzerindeki çalışanlarıyla birlikte mal ve mülklerine Büyük Çar tarafından el koyulacaktır.”

Vaftiz edilmek isteyenlerin sayısı oldukça azdır ancak bu kararnameyle Müslüman aristokrasisi, mirzalar, ya iyi sınıfa dahil olmayı kabul edecek ya da fakirleşip, tüm haklarından mahrum bırakılacaklardır. Sonuç olarak, Kazan Tatar ve Nogay aile isimleri Rus aristokrasisi soyağaçlarında sıkça anılmıştır. Ancak Müslüman topraklarının Hıristiyanlaştırılması öyle zorlu olmuştur ki, 1715’de yeni bir kararname yürürlüğe girmiştir. Bununla beraber, daha önceki çifte ve üç katı vergilendirmeye ek olarak Büyük Petro yönetimi altında Müslümanlar kaldıramayacakları bir yükün daha altına sokulmuştur.

Kazan Eyaleti’nde gemi direği kalasları kesmek ve taşımaktan ibaret olan gemi yapımı işinde çalışmaya zorlanmışlardır. Bu, otoritelerin rüşvet anlayışları ve hakaretleri ile daha da kötü ve en az ücret verilen işlerden biri olmuştur.

Dini zorlamalar Kazan’da “Yeni Vaftiz Edilenler Bürosu’nun” kurulmasıyla İmparatoriçe Birinci Elizabet döneminde daha da derinleşmiştir. Bu kurumun ve kurum başkanı Piskopos Lukas Konaşeviç’in uygulamaları Rusya Müslümanları anıları arasında halâ tazedir. Yalnızca 1742’de, Kazan bölgesindeki 546 caminin 418’i tahrip edilmiştir. 1932’de basılan kitabında N. Vorobyov şöyle der:

“Kendine ait askeri alayları olan “Yeni Vaftiz Edilenler Bürosu” Müslümanlara yönelik onları yaşadıkları köyden uzaklaştırmak (yeni vaftiz edilenleri Müslüman ve Pagan etkisinden korumak amacıyla), vaftiz edilmeyi reddedenlere vaftiz edilenlerin vergilerini yüklemek gibi birçok suç işlemişlerdir.

Bu yüzden 18. yüzyılın ikinci yarısında pek çok Müslümanın Pugaçev Ayaklanması’na katılması şaşırtıcı değildir. Bu büyük ayaklanma Orenburg bozkırlarına kadar yayılmış ve Ufa ile Kazan’ı da içine alarak Urallara ve Orta İdil’e kadar uzanmıştır. 90.000 Müslüman’ın bu ayaklanmaya katıldığı tahmin edilmektedir. Ancak 18. yüzyıldaki 1735’ten 1740’ya kadar süren en büyük Rus ayaklanmasından bile önce, en az 40.000 Tatar ve Başkırt, dini baskılara karşı verdiklere mücadelede yaşamlarını yitirmişlerdir.

Ancak Konaşeviç’in politikaları tamamen başarısız olmuştur. 1755’te başpiskopos görevden alındığında, köylerde yeni cami yapımlarına tekrar başlanmıştır.

Tatarların Ruslaştırılma politikaları oldukça zorlu olmuştur. Ünlü ideolog İvan Posoşkov bu konuda kazanılan deneyimleri toparladı. Tatar çocuklarının ailelerinden alınıp Rus toprak ağalarının yanına hizmetçi olarak verilmesini önermiştir, böylece kendi anadillerini unutacaklar ve Rusça dışındaki diller de ortadan kaybolacaktı. İvan Posoşkov bundan sonra Tatarların “gerçek Hıristiyanlar” olacağını iddia etmiştir.

İslami Demokrasi Harekete Geçer

Peki bu dönemlerde dini liderlere ne olmuştur? “İdil-Ural” adlı kitapçığında İdil-Ural Müslümanlarının çektiği acıları anlatan ünlü Tatar yazar ve politikacısı Ayaz Ishaki, Müslüman din adamlarından kitabında defalarca bahsetmiştir: “Müslüman din adamları şiddetli cezalandırmalara maruz kalmıştır (S.25). Müslüman din adamları her türlü haklardan mahrum olmuşlardır. (s.28).” 16. yüzyılın ikinci yarısından 18. yüzyılın sonuna kadar olan dönemde Müslüman nüfuzunun maruz kaldığı koşullar yüzünden, İslam’ın gerçek manasında ortada her hangi bir Müslüman din adamı kalmamıştır. Dönemin tarihi kayıtlarında sıkça adı geçen “Molla” ve “ahun” terimleri de “atanmış din adamı” anlamında değil “bilgili kişi” anlamında anlaşılmalıdır. Ancak resmi din görevlisi olmadan, belki de bunun yokluğu yüzünden, Rusya’da İslam yeni kökler kazanmış eski köklerini de yeniden diriltmiştir. Bu İslam’ın geleneksel olarak yönetici sınıfa ait olmayıp, öğrenme ve girişimciliğe meyilli olan sıradan insanların dini olmasından kaynaklanmaktadır. 1783’te Hindistan ve Orta Doğu’da kaldığı yıllara ilişkin yazılarında İsmail Ağa 1751 yılına ilişkin şöyle yazar:

 “Allah’ın izniyle Molla Nadir, Molla Yakup, İsmail ve Nadir Molla’nın hizmetçilerinden biri olan Gabderahman ile birlikte ticari amaçlarla Buhara şehrine büyük Seyit tarafından gönderildik.”

Buradaki “büyük” kelimesi araştırmamız dahilinde çok önemli bir kelimedir. Büyük Seyit yüksek otoritelerin izniyle dini ve ekonomik baskılardan bıkan bir kısım Tatarla birlikte 1745’te Kazan bölgesinden Orenburg’a gelen ve ticari ilişkilerini Buhara, Hive, Kaşgar ve diğer Asya topraklarına kadar genişleten tarihi bir kişiliktir. Mevla Kolı örneğinde de gördüğümüz gibi, Rusya tarafından fethedilen Müslüman toprakları içinde Kazan Hanlığı’nın başarısız liderlerinin yerini alacak yeni bir liderlik tipi ortaya çıkmıştır. Bu kişiler, kendi topraklarında, Rus otoriteleri tarafından uygulanan koşullar altında giderek daha da zor hale gelen yaşamları yerine, daha sakin geleneksel bir hayat arayışında olan kendi yurttaşlarını yönetmişlerdir. Bu dönemde Kazan Eyaleti Urallardan İdil’e uzanan, göçebe Kazak stepleri sınırlarına kadar olan geniş bir alanı kapsıyordu. Bu türlü bir lider abız ya da büyük adıyla anılıyordu ve yalnızca idari görevli değil, dini otorite olarak da görev yapıyordu. Kazan Eyaleti’nin güneyinde Orta Asya Müslüman ülkeleriyle ticari ilişkileri bulunmaktaydı, yine atalarının ekonomik geleneklerini devam ettirerek tüm İslam dünyasıyla ilişkilerini sürdürmekteydiler. Bu şekilde, Kargala olarak da bilinen Seyit yerleşimi, bölgede en gelişmiş İslam merkezlerinden biri olmuştur.

Bu yaygın abuzeler kurumu Rus Ortodoks kontrolü altındaki bölgede İslam’ın yasaklanması, sürekli baskılara maruz kalınması gibi koşullar altında gelişen dini bir liderlik şekli olmuştur. Tatar abuzeler kendi toplumlarının gerçek liderleri olmuştur. Bir tarafta yüksek dini otorite görevlerini yerine getirirken, diğer taraftan da Rus hükümet kurumları ile ilişkilerde temsilci rolündeydiler.

Bu türlü liderlerin otoritesi çeşitli koşullara dayanmaktadır, bunlardan önemli bir tanesi de İslami geleneklere ve dini bilgilere sadık olmalarıdır. Bu kişilerin dünyevi işlerden kazandıkları para ve kişisel karizmaları da kendi toplumlarında önemli konumlara sahip olmalarında önemli bir rol oynamıştır. Tüm bunların yanında bu tür insanların görevi yalnızca İslam’ı korumak değil, aynı zamanda onu daha da fazla yaymak olmuştur.

Vahit İmamov adlı Kazanlı bir Tatar bilgin “Akay-Kilmek Ayaklanması” adlı makalesinde, görevleri İdil ve Ural Dağları arasındaki bölgede Müslüman ayaklanmalarını bastırmak olan Rus askeri kumandanları Krillov ve Rumyantsev’in raporundan alıntılarda bulunmuştur. Bu raporda, şöyle yazar:

“Tüm bu köylerde, Kazan bölgesinden ayrılmış olan Tatarlar, molla ve abuzeler idaresi altında yaşar. Bunların hepsi bilgili ve zeki adamlardır. Bu kişilerin sözleri halk tarafından peygamberin sözü gibi algılanır. Bu yüzden Tatar mollaları ve abuzeler Ufa bölgesinden uzaklaştırılmalıdır, dini okullar (medreseler) kapatılmalıdır ve öğrencileri de tercüman, vs. olarak kullanılmalıdır.

Raporda, aynı zamanda bu kişilere Müslüman köylerine Rus Ortodokslarını da oturtmaları ve Müslümanlar arasında nüfusun artışını engellemeleri için bir yıl verilmesi gerektiği söylenmektedir.

Aslında mollaların din hocaları ve abuzeler olarak etkinlikleri Rus otoriteleri tarafından hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurmuştur. Eğer 1719 yılı öncesi dönemde Kazan bölgesinde Hıristiyanlaştı rılmış Tatarların sayısı 1332 ise, bu tarihten sonraki on iki yılda bu sayı 2995’e düşmüştür.

Yeniden Oluşturulan Model

Doğal dini liderliğin arkasındaki bu gerçek İslami misyonerlik dürtüsü, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında Rusya İslamı’nın gelişiminin temelini oluşturmuştur. Kargalalı Seyit gibi karizmatik Müslüman liderleri, ibadet yerleri ve dini okullar gibi kamusal yerler kurmuşlardır, bu yerler daha sonra gelişerek Orenburg’da “Hüseyniye”, Kazan’da “Muhammediye”, Ufa’da “Galiya” medreseleri, Izh Bobi, Troitsk, Kargala gibi medreselere dönüşmüştür. 20. yüzyılın başında, Rusya’daki Ekim Devrimi’ne kadar bu eğitim merkezleri tüm İslam dünyasında en önde gelen, yenilikçi İslami çalışmaların merkezi olmuşlardır. Aynı toplumsal davranış şekli Ekim Devrimi sonrasında, Rusya’daki 1918-1920 iç savaşında Tatar mültecileri tarafından tekrarlanmıştır. Bolşevik karmaşası ve baskısı sonrası, Güney Sibirya’da, Rus Uzak Doğusunda, Çin, Japonya ve Avustralya, ABD, Almanya vs. bölgeleri kapsayacak şekilde dünyanın diğer yerlerinde camiler ve okullar kurmuşlardır. Finlandiya’da 19. yüzyıl sonunda Tatar toplumunun oluşumu da aynı şekilde gelişmiştir.

Ravil BUKHARAEV

BBC World Service Tatar Başkurt Birimi Başkanı / İngiltere

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 400-407


Kaynaklar:

♦ Ahmarov G., Kazan tarihi, Kazan, 1910.
♦ Ahmetdzhanov M., Tatar shazharalyare, Kazan, 1995.
♦ Akiner S., Islamic Peoples of the Soviet Union, London, Kegal Paul, 1993.
♦ Alekseev V., Istoricheskie puteshestviya: otryvki iz vospominanii i zapisok inostrannykh puteshestvennikov po Volge v XV-XVIII vv., Stalingrad, 1936.
♦ Alekseev Yu., Osvobozhdenie Rusi ot ordynskogo iga, Leningrad, 1989.
♦ Alishev S., Kazan’ i Moskva. Mezhgosudarstvennie otnosheniya v XV-XVI vv., Kazan, 1995.
♦ Antonii Possevini Societatus Jesu. Moscovia. Antverpiae, 1587.
♦ Barbaro Iosafa and Ambrogio Contarini, Travel to Tana and Persia, London, Haklyut, 1873.
♦ Basilov V., Kul’t svyatikh v islame, Moscow, 1970.
♦ Benningsen A., Lemercier-Quelquejay Ch., Islam in the Soviet Union, New York, 1967.
♦ Bennigsen A., Lemercier-Quelquejay Ch., La Grande Horde Nogay et le probleme des communications entre l’Empire ottoman et l’Asie Centrale en 1552-1556, Turcica, vol. 8, 1976.
♦ Bennigsen A., Wimbush S. E., Muslim National Communism in the Soviet Union, A Revolutionary Strategy for Colonial World, Chicago, 1979.
♦ Bennigsen A., Wimbush S. E., Muslims of the Soviet Union, A Guide., Indiana University Press, Bloomington and Indianapolis, USA, 1986.
♦ Berezin I., Bolgary na Volge, Kazan, 1853.
♦ Bichurin N., Sobranie svedenii o narodakh, obitavshikh v Srednei Azii v drevnie vremena, vv. I- III, Moscow-Leningrad, 1950.
♦ Bukharaev R., Azan, Volga Tatar Islamic Poetry, Islam International Publications Ltd., Surrey, UK, 1992.
♦ Bukharaev R., Tatars in the Alien Lands, Kazan, 1993.
♦ Bukharaev R., Kazan. The Enchanted Capital, Flint River Press, London, 1995.
♦ Bukharaev R., The Model of Tatarstan under President Mintimer Shaimiev, Curzon, 1999. Bukharaev R., Islam in Russia: The Four seasons, Curzon, 2000.
♦ J. Matthews, Bukharaev R., Historical Anthology of Kazan Tatar Verse, Curzon, 2000. Cherniavsky M., The Structure of Russian History. Interpretive Essays, New York, 1979. Derdmend, Sailanma Eserler, Kazan, 1959.
♦ Divaev A., Iz obychaev i verovanii, Kazan, 1889.
♦ Dmytrishin B., Medieval Russia. A Source Book, 850-1700, Fort Worth, Texas, 1990.
♦ Downs N., Basic Documents in Medieval History, D. Van Nostrand Company Inc., Toronto¬London, 1959.
♦ The Emergence of Moscow, 1304-1359, University of California Press, 1968.
♦ The Encyclopedia of Islam, New Edition, Leiden, E. J. Brill, London, Luzac & Co, 1971.
♦ The Encyclopedia of Religion, Macmillan and Free Press, 1987.
♦ Fahretdin R., Bolgar wa Kazan turkleri, Kazan, 1993.
♦ Fahretdin R., Kazan Hanları, Kazan, 1995.
♦ Fattah N., Shazhare, Kazan, 1990.
♦ Fuks C. F/Kazanskie tatari v statisticheskom I etnograficheskom otnoshenii, Kazan, 1844.
♦ Gasprinskyi I., Russkoe musulmanstvo, Simpheropol, 1881.
♦ Grekov B., Yakubovsky A., Solotaya Orda i eyo padenie, Moscow-Leningrad, 1950.
♦ Grube E. J., The World of Islam, Paul Hamlyn, London, 1967.
♦ Gubaidullin G., Tarih sahifalari a?ilganda, Kazan, 1989.
♦ Herberstein S., Rerum Moscoviticarum Commentarii, The Haklyut Society, London, MDCCCII. Herberstein, Zapiski o Moskovii, S. Petersburg, 1908.
♦ Hughes T. M., Dictionary of Islam, Cosmo Publications, New Delhi, India, 1977.
♦ Hurngronje S., De Islam, Baarn, 1912.
♦ Ilminsky N., O phoneticheskikh svyazyakh mezhdu chuvashskim i tyurkskimi yazykami, Izvestia Ego Velichestva Arkheologicheskogo Obshestva, S. -Petersberg, 1865.
♦ Inostrantsy o Moskve. Moskva XV-XVII vekov, Moscow, Stolitsa, 1991.
♦ Iskhaki G., Idel-Ural, Paris, 1933.
♦ Ishmuratov Z., Sotsialnaya rol’ I evolutsai islama v Tatarii, Kazan, 1979.
♦ Entsiklopedicheskii slovar’, Moscow, 1991.
♦ Islam na territorii byvshei Rossiiskoi imperii, Encyclopedicheskii slovar, Moscow, 1998.
♦ Istoriya Tatarii v documentakh i materialakh, Moscow, 1937.
♦ Ivan the Great of Moscow, London and New-York, 1961.
♦ Kandalyi G., Shigerler hem poemalar, Kazan, 1988.
♦ Khakimzyanov F., Yazyk epitafii volzhskikh bulgar, Moscow, 1988.
♦ Karamzin N., Istoriya Gosudarstva Rossiiskogo, Zolotaya Alleya, Kaluga, 1993.
♦ Karimullin A., Tatary: etnos i etnonim, Kazan, 1989.
♦ Khalikov A., Mongoly, Tatary, Zolotaya Orda I Volzhaskaya Bulgaria, Kazan, 1994.
♦ Khalikov A., Tatarskyi narod i ego predki, Kazan, 1989.
♦ Khudyakov M., Otserki Po Istorii Kazanskogo Khanstva, Kazan, 1990.
♦ Klyuchevsky O., Kurs russkoi istorii, v. 1, Moscow 1956.
♦ Klyuchevsky O., Kurs russkoi istorii, v. 2, Moscow 1957.
♦ Klyuchevsky O., Rasskazy inostrantsev o rossiiskom gosudarstve, Moscow, Prometei, 1991.
♦ Kostomarov N., Russkaya Istoriya v zhizneopisaniyakh eye glavneishikh deyatelei, Moscow, Mysl’ 1991.
♦ Kuntsevich G., Istoriya Kazanskogo Tsarstva ili Kazanskii letopisets. Popitka istorico- literaturnogo issledovaniya, St. Petersberg, 1905.
♦ Kuryudzawa T., The Conquest of Kazan by Muscovy, From the Scholarly papaers of the Department of Philology of the Hokkaido University, October 1992.
♦ Landa G., Islam v istorii Rossii, Moscow, 1995.
♦ Mardzhani S., Mustafadel Ahbar Fi Ahwali Kazan wa Bolgar, Kazan, 1989.
♦ Martin J., Medieval Russia 980-1584, Cambridge University Press, 1995.
♦ Materialy po istorii Tatarii, issue I, Kazan, 1948.
♦ Materialy po istorii tatarskogo naroda, Kazan, 1995.
♦ Miftakhov Z., Mukhammadieva D., Istoriya Tatarstana i tatarskogo naroda, Kazan, 1993.
♦ Muhammedyar, Nuri Sodur. Tukhvai Mardan., Poemalar, Kazan, 1966.
♦ Muhammedyar, Nuri Sodur, Kazan, 1997.
♦ Nasyri Q. Sailanma Eserler, Kazan, 1956.
♦ Pelenski J., Russia and Kazan. Conquest and Imperial Ideology (1438-1560s), Mouton, The Hague-Paris, 1974.
♦ Proiskhozhdenie kazanskikh tatar, Papers of the special session of the Department of History and Philosophy of the USSR Academy of Sciences held together with the Institute of Language, Literature and History of the Kazan Branch of the Academy of Sciences of the USSR on 25-26 April 1946 in Moscow, Kazan, 1948.
♦ Russian Colonial Expansion to 1917, London and New York, Mansell Publishing Ltd., 1988.
♦ Rorlich A., Volga Tatars. A Profile in National Resilience. Hoover Institution, Stadford University, Stanford, California, 1987.
♦ Sabirzyanov G., Narody srednei Volgi i Yuzhnogo Urala v panorame vekov, Magarif, Kazan, 1995.
♦ Safargaliev M., Raspad Zolotoy Ordy, Saransk, 1960.
♦ Said E. W. Covering Islam. How the Media and the Experts Determine How We See the Rest of the World, Routledge & Kegan Paul, London and Henley, 1981.
♦ Said E. W., Culture and Imperialism, Vintage, London, 1993.
♦ Said E. W., Orientalism, Penguin Books, London, 1995.
♦ Semyonov Y., Siberia, Its Conquest and Development, Hollins & Carter, London, 1963.
♦ Shamiloglu Y., Disease in the History of the Golden Horde, Central Asian Survey, London, Volume 12, No. 4, 1993.
♦ Tatary Srednego Povolzh’ya i Priuralya, Moscow, 1967.
♦ The Times Guide to the Peoples of Europe, Times Books, Harper Collins Publishers, London, 1994.
♦ Tukay G., Complete Works in 5 Volumes, Kazan, 1985.
♦ Urmancheev F., Geroicheskii epos tatarskogo naroda, Kazan, 1984.
♦ Urmancheev F., Epicheskie skazaniya tatarskogo naroda, Kazan, 1980.
♦ Usmanov M., Tatarskie istoricheskie istochniki XVII-XVIII vv., Kazan, Publishing House of the Kazan State University, 1972.
♦ Usmanov M. Utkennen-Kilechekke, Kazan, 1990.
♦ Validov J., Ocherki obrazovannosti i kulturi tatar do revolutsii 1917 goda, Moscow-Petrograd, 1923.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.