Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kazak Göçebe Kültürünün Karakteri

0 16.802

Prof. Dr. Algül BOKAYEVA

Kazakistan toprakları oldukça geniştir. Çok eski zamanlardan beri Kazakistan toprakları, burada yaşayan insanların, kavimlerin kültürel gelişimlerinde silinmez izler bırakarak birçok tarihi olaya sahne olmuştur.

Eski zamanlardan bu yana Kazakistan toprakları göçebe kavimlerce işgal edildi: Sakalar, Hunlar ve eski Türkler. Birinci yüzyıldan beri Kıpçaklar, Kimekler ve Kanglılar gibi Türk kavimleri göçebe bir yaşama doğru yönelmeye başladılar.

Kazak kültürü doğu ve Avrasya tarzı kültüre aittir. Bilim adamları Kazakların atalarının Türk göçebe medeniyetinin temsilcileri olduğunu hesaba katarak, tarzların öne sürülen bu ayrımının meşru olduğunu düşünürler.

Bir millet olarak Kazaklar Türk kültürünün bağrından kopmuşlardır. Yirminci yüzyılın başında önceki göçebe yaşam şeklini korumuş olanlarsa çok azdır.

Göçebelik, ekonomik faaliyetin özel bir şeklidir ve bunu yaşam tarzıyla bağdaştırır. Kazakistan toprağı, M.Ö. ilk bin yıl başlarında uygulanan göçebe sığır yetiştiriciliğinin özünün çıktığı Avrasya bölgesine dahil edilir.

M.Ö. ilk bin yılın ortalarında üç çeşit sığır yetiştiriciliğine dayalı ekonomi vardı: Göçebe (Batı ve Orta Kazakistan), yarı göçebe (Yedisu ve Doğu Kazakistan) ve yerleşikler (Güney Kazakistan). Her sığır yetiştiriciliğine dayalı ekonomi bir göçebe hayatını yönlendirebilecek biçimlere ve çaplara sahipti (3 bin km’den 5 bin km’ye kadar).

Tarihsel ve kültürel başarı ve eski ve yeni kuşaklar arasındaki aktif iletişim, bütün Kazakistan kavimleri arasında paylaşılan sosyo-ekonomik ilişkilerin bir sonucudur. Sakalar, Vusunlar, Kıpçaklar, Kang-yü’ler ve Kimekler eski kavimlerinin maddi ve manevi başarıları Kazakların son dönemdeki kültürlerini oluşturmada temeldir. Bu genetik bağ, hanehalkı faaliyetlerinde doğal bir şekilde sürdürülür ve hala mevcuttur.

Göçebeliğin büyük bir kısmı Doğunun geneline yayıldı. Bu yüzden bölge göçebe kültürü özellikleri ve göçebeler tarihi çalışmaları için çok büyük bir öneme sahiptir. “Göçebelik” terimiyle adlandırılan gerçeklik, insan gruplarının başka bir mekana geçişidir. Aslında göçebelik, çoğu zaman kuraklığın meydana geldiği bölgelerde sığır yetiştiriciliği uygulamasıyla ilişkilidir. Su ve mevsimlik otlak arayışı ve aynı zamanda hayvanların yer değiştirmesi gerekliliği vardır. Mekanın özel koşullarda endüstriyel faaliyetlere tahsis edilmesinin ilk sonucu, göçebeliğin çok farklı türlerinin olmasıdır. Direnmenin hiç olmadığı ve hatta toprak kavramının olmadığı varsayılan gerçek göçebelik düzen ve gerçek yerleşik düzen arasında sığır türlerine dayanan bir çok çeşit göçebelik vardır. Bunlar yarı göçebelik, yarı yerleşik, dikey göçebelik ve dönemsel olmayan göçebeliktir. Göçebelik ve yarı, göçebelik arasında dikkatli bir ayrım yapılmalıdır.

Göçebelik, düşünülen bütün insan grubunun ve dağlardaki sığırların geçişini varsayar. Yarı- göçebelik, hayvanların yerleşik nüfusa ait olması demektir ve hayvanlar sadece onları koruyan bir kaç kişiyle beraber giderler. Göçebelik, gruplar arasındaki insan ayrımının başlıca akrabalık bağlarına dayalı evlilikler sayesinde tek-doğrusal akrabalık ilişkileri prensibiyle ayarlandığı doğal gruplardır.

Sığır yetiştiren grupların çoğunluğunun bir sonraki karakteristik özelliği özel yaşam organizasyon şekilleri, kamu yaşamı organizasyon şekilleri, sürülerin özel ayrımı ve otlakların ortak mülkiyetine göre açıklanan ürünlerin özel kombinasyonudur. İlki, sığırların ve işçinin içine aktarıldığı ailenin özerkliğini garanti eder. İkincisi, ulusal kaynakların muntazam ve esnek kullanımını olanaklı kılar ve bir kavimin birliğini güçlendirir. “Göçebelik” terimi çevresel, ekonomik ve sosyal süreçlerin birbirini etkilemesi olarak algılanır.

Kazak insanı 15-16. yy.’larda kalkınmıştır. Bunu, ekonomik yapının genelliği temelinde homojen etnik göstergelerin bir araya gelme süreci sağlamıştır. Göçebe sığır yetiştiriciliğine dayalı ekonomi, şiddetli kara iklimi koşullarında mümkün olan tek ekonomik faaliyet şekliydi. Göçebe ekonomik- kültürel tür yaygınlaştırılmış ve bunun için de tamamen normal olarak ortak mülkiyet haline getirilen sığırların sayısının artması uygun görülmemiştir.

17. yy. başlarında Kazaklar üç büyük cüze bölündü: Uluğ cüz, Orta cüz ve Küçük cüz. Uluğ cüzün kökü görünüşte Yedisu bölgesi ve Batı Tien Şan bayır zümresiyle bağlantılıdır.

Uluğ cüz Kazaklarının doğrudan temeli Batı Moğalistan göçebe kavimleriydi. Efsanelere göre, Uluğ cüz Kazakları kavimlere bölündü: Celayir, Dulat, Albanlar, Suanlar ve Kanglılar. Bilindiği gibi Katagan ve Bestangallar geleneksel etnik yapı içinde bağımsız bir ara konuma sahiptiler.

Orta cüz Kazakları Orta, Kuzey ve Doğu Kazakistan topraklarını aldılar. Şu etnik gruplara bölündüler: Argin, Nayman, Uak, Kerey, Konrat ve Kıpçaklar.

Küçük cüz Kazakları, Hazar Denizinin aşağı kısmının doğu kesimini ve Mangışlak yarımadasını içeren tüm Batı Kazakistan topraklarında yaşadılar. Küçük cüz üç kavime bölündü: Alimoğulları, Bayoğulları ve Jetirular.

Sonra, 17. yy. sonu ve 18. yy. başında, Kazakistan tarihindeki en geniş Celayirli işgali sonucu oluşan önemli değişiklikler meydana geldi. Celayir devletinin yıkılmasıyla bütün cüzlerin kavimleri yerlerine döndüler.

Kazakların göçebe sığır yetiştiriciliğinin en parlak devri 15-17. yy. idi. Celayirlilerin yayılmasının ve aynı zamanda Rus imparatorluğu hükümetinin askeri savunma hattı yapısının neden olduğu zayıflama 18. yy. başlarında başladı. Bu, yazlık otlakların önemli parsellere ayrılmasına yol açtı.

Göçebe yaşam Şeklinin özellikleriyle oluşturulan Kazak milletinin bir sonraki karakteristik özelliği, milliyet içindeki karmaşık hale gelmiş ve kollara ayrılmış yapıdır.

Her kavim, kamu ilişkilerinin karmaşık sistemi tarafından birbirine bağlı olan, hiyerarşik biçimde organize olmuş etnik gruplar olarak bölünmüştür. Bunun bir sonucu olarak, kavim oluşturan bir yapının her halkası; gerçek olmayan, efsanevi biçimden ya da yaygın bir kahraman atadan gelen kökeni sürdüren soy ağaçları ve soya ait öyküleri karmaşık hale getirdi. Yaygın soy ağacı geleneği, her kavimin yapısındaki yeni ahlak öğelerini zorunlu olarak birleştirmeye ve onları geleneksel soya dahil etmeye neden olurdu. Bunlar grubun manevi birliğinin bir nedeniydi. Çünkü göçebe çevresinde hiç kimse kendisini herhangi bir soy grubunun dışında düşünmezdi.

Günlük hayatta, bu veya şu kavimin üyeliği bireyin sosyal statüsünü belirler ve çoğu zaman en ince detaylar ona karşı tutumları, görüşler sistemini ve diğer insanlarla ilişkilerini düzenlerdi.

Kazak milliyeti homojen sosyal ve kültürel oluşumu temsil ederdi. Her kavim, örneğin kahraman bir atanın adı gibi, etnik üyeliğin bir sembolü olan kendi uranına (işaret, simge) sahipti. Ayrıca, bir kavim bir şeylere sahip olmanın bir sembolü ve işareti olan tamgaya sahipti. Sosyal organizasyonun temel birimi topluluktu. Bütün temel ekonomik görevler topluluklar içinde yerine getirilirdi. Temel iş, geniş otlaklarda sığır yetiştirilmesiydi.

Bir göçebe kültür şekli olarak Kazak kültürü alışılmamış felsefi bir dünya anlayışını temsil eder ve enginliğinden dolayı yerleşik kültürleri kabul etmezdi. Dünyaya felsefi bir biçimde yaklaşma Kazaklar için bir yaşam kuralıydı. Onlar için hanehalkı faaliyetlerinin felsefesiyle dünya felsefesinin bir ayrımı yoktu. Bunlar birbirine bağlıydı. Her birinin belli bir değeri vardı. Bu ya da şu konunun belli eğilimlerinden bir tanesi, felsefi bir tanımlama ve onun anlamsal önemiydi. Kazakların hanehalkı faaliyetleri, mekan ve insan, onların karşılıklı ilişkileri hakkında bir kitap niteliği taşırdı.

Göçebe kültürü emsalsiz bir doğal olaydır. Bilim adamları bunu Kazakların kültürü, sanatı ve hanehalkı faaliyetleri tamamiyle incelenene kadar vurgulamışlardır ama dikkat edilmeyen bir gerçek vardır ki, o da göçebe kültürünün bir şekli olarak Kazak kültürünün kendine özgü felsefi bir evren anlayışına sahip olduğudur.[1] Göçebe kültür anlayışını bilim ve kitle bilinciyle değerlendirirken bir çok tespit geliştirildi ve korundu. Geçmişte, Kazak yaşamıyla ilgili bazı alimlerin fikir ve düşünceleri nesnel değildi. Ünlü Kazak bilim adamlarından Ch. Valihanov bu gerçekten bahsetti.[2] Bu yaygın inanışlardan bir tanesidir: Bir göçebenin ideali sığır sürüleriyle dolu sınırsız bir bozkırdır ve işte bu yüzden yerin bir otlak olmasını engelleyen her şeyi topraktan mümkün olduğunca çabuk süpürür. Bahçeler, evler ve sanat çalışmaları bir göçebe için gerekli değildir ve onun için açık bir anlamı yoktur. Böyle bir beyanın temeli sadece, göçebe insanların tarihine aldırış etmeme olabilir.

Kazakistan’ın bugünkü alimleri göçebe kültürünün ayrıntılarını araştırırlar.[3] Kazakistan toprağındaki eski kavimler belli alt tabakalaşmaların temelinde oluşturuldu ve onların maddi ve manevi kültürdeki başarıları Kazakların son dönemdeki kültürlerini şekillendirmede temel teşkil etti. Bu bağ koparılmaz ve Kazakların hanehalkı faaliyetlerinde doğal bir şekilde sürdürülür.

Kazakların, diğer insanların kültürleriyle etkileşim içinde gelişip zenginleşebilecek olan manevi hayatı, dünyaya kendi bağlılıklarıyla son nesillerin özgün kültürlerinden miras kalmıştır. Göçebe kültürü üç bin yıl Uzak Doğu ve Akdeniz ülkelerindeki gelişmelerden daha az renkli ve parlak olmayan yaratıcı bir evrim geçirdi. Çağdaş katılımcılar, sorunu, sadece göçebe ve tarımsal medeniyetler arasında birçok benzerlik öğesi yakalamakta değil, aynı zamanda benzer farklılıklara olası nedenler göstermek için medeniyetler arasındaki farklılıklarda görürler.[4]

Göçebe kültürü araştırmalarına gittikçe artan ilgi, düşünen beyin gelişimi, bilim ve sanatta başarı için güvenliği ve boş zamanı sağlayan yerleşik bir yaşam düzeninin ilk koşulu olduğu ve göçebe toplum için zengin bir kültürün imkansız olduğu yolundaki yaygın inanışı yavaş yavaş dağıtır. Göçebe kültürünün bir çok avantajı vardır: Bir kişinin doğayla tamamen birlikte olması, dışsal dünya kısmındaki sınavlara hazır olarak, sürekli değişimini veren hareketlerin duygusuyla kuşatılan dünyanın içine doğal yollardandan girmek.

Ari, Çin, Bizans, Arap, Moğol ve Slav medeniyetleriyle olan karşılıklı zor ilişkiler Kazak kültürüne zarar vermemiş, etnik-siyasi tarih olaylarıyla düzenini bozmamıştır. Kazak kültürü diğer kültürlerle etkileşiminde özgünlüğünü korumuştur.[5]

İnsan davranışlarının norm ve modelleri, efsaneler ve sembollerle Tanrı’ya adanan kişisel hatıralar milli yaşamı oluşturur ve Kazak kültürünün temelinde bulunur. Kazakların ilk ataları, beyaz bir deve üstünde gelen Korkut’tur. Korkut hakkındaki efsane göçebe kültürünü anlamada büyük öneme sahiptir. Bu, bize İslami nitelikte ulaşmıştır ama önceki bütünlük ve tazeliğini korumuştur. Korkut’la ilgili efsanede Tengri ya da Allah’a hiç başvurulmamıştır. Böylelikle biz, Türk ve İslami köken öncesi efsaneyle bir ilişkiye sahip oluruz.

Korkut, kopuzdaki (bir müzik aleti) oyunuyla zamanı şaşırtır. Bir şarkıyı bestelerken müziğin içinde erirmişçesine yaşamla ölüm arasındadır. Kazaklar, Korkut’un ölü mü yoksa diri mi olduğunu kestirmenin imkansız olduğunu söyler. Eski insanlar için anlam arayışında hiç ölüm yoktu. Onlar için ölüm hiçliği terk etmektir, nihayi uyanışı hayal etmek, güneşin doğuşu ve batışına benzer birşeydir. Ölüme ilk boyun eğmelerin Orta Asya’ya da aynen yayılan, eski insanların Güneş’e tapması olduğu bilinir.

Efsane, ölüm meleğinin rüyasında Korkut’a gelmesiyle ve eğer ölümü hatırlamayacaksa ebediyen yaşayacağını söylemesiyle başlar. Bununla beraber Korkut, ölümden saklanmanın mümkün olduğunu zannederek yasağı ihlal eder, başını alır gider. Dünyanın dört bir yanına gitmesiyle ölümün dışsal değil içsel bir doğal olay olduğunu anlar. Ölümün buradaki varlığından kaçmak için içsel yaşam düzenlenmelidir.

Korkut, mekan modelinde çözümler araştırır. Eski göçebeler için açıklığından dolayı mekan, zaman öncesi bir anlayışın gerçeğidir. Onların görüşüne göre, bir soruna karar vermek için tehlikeli bir doğal olaydan ayrılabilir ya da sadece uzaklaşabilirsin.

Mekan ve zaman, onlarca geçilmesi mümkünmüş gibi algılanır. Korkut için ölüm sonu, belli bölgelere yerleşmiş bireysel doğal olaylar tarafından temsil edilir. Bununla birlikte, ölüme maruz kalmayan herhangi bir yer bulmadaki başarısız girişimleri onu, görüşlerini tekrar düşünmeye zorlamıştır. Mekan doğal olayıyla değil ama, mekanda yaşam ihtimalini yaratan bir şeylerle karşılaştığını anlar. Göçebelerin anlayışına göre zaman geçicidir ya da bir kayıptır. Bu, bir kişinin geçemeyeceği doğal bir olaydır. Başka bir deyişle, zaman insanla birlikte akar ve insanları beraberinde sürükler. Zaman, insana yaklaşır ve ondan sonra da varlığını sürdürür. Bu yüzden Korkut, ölümle mekanda değil zamanda mücadele edilmesi gerektiğini anlar. Böylelikle müzik fikrine yaklaşır.

Korkut, iki başlangıcın birleşimidir: İyi ve kötü, korku ve zevk. Korku bilinmeyendendir. Zevk, Evren’in kavranan varlığındandır. Korkut ismi iki kelime içerir. “kor” ve “kut”, “kor” sinirlilik ve felakettir,”kut” sevecenlik ve mutluluktur.

Korkut ismi “korkmak, dehşete düşmek” fikrinden gelir. Heidegger, dehşet ve korkunun insan varlığının önemini belirttiğini söyler.[6] Eğer korku dışsal bir dürtü ise, dehşet insanın doğasındadır. Dehşet gönülsüzcedir ve bir nedeni yoktur. Öngörülemeyen hareketlere zorlayabilir, hatta insanı çıldırtabilir. Öne sürülen durum bir göçebeyi, korkuyu zihninden çıkartmak için zihnini düzenlemeye zorladı. Bu, yardımlarıyla insan davranışlarını kontrol etmek ve aynı zamanda geleceği öngörebilmek için özel prensipler ve işaretler oluşturmak demekti. Başka bir deyişle, efsane, dehşetin üstesinden gelen ve aynı zamanda geleceği öngören bir anlam içerdi. Gelecek, öğrenmesi imkansız bir şeyler gibi algılandı. Göçebeler gelecekle değil ama onun ardında duran belirsizlikle ilgileniyordu.

Karmaşadan doğan uyumun kaynağı, hayatın başlangıç hareketi gibi olan dünyanın yaratılışıyla ilgili, efsane yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa geçen destanları da kapsayan Kazak kültürünün tümüne girdi. Kazak kültüründe “dört” sembolü doğal bir şekilde vardır: Ayın dört evresi, Evrenin dört yanı ve dört öge. Efsanede, gökyüzü ve yer arasındaki bağ Samanyolu denen bir kutuptur. Bu Yunan kültüründeki Kuş Yolu, Mısır kültüründe ölüm Yolu ve Rus kültüründe Süt Yoludur. Evrenin yaratılışıyla ilgili efsane, Kazakların her geleneğe, şarkıya, destana, süslemeli ve uygulamalı sanata yansıyan felsefi görünümüdür. Bu aynı zamanda bir insanın doğayla ilişkisini de ifade eder.

Kazak kültüründe kişi ve Evren birbirine bağlıdır. Kazakların insanlara, doğaya, dünyaya karşı tutumunun kapsamları “iletişim” kategorisiyle ifade edilir. Bu durumda iletişim insanın manevi ve içsel düzeyinde bir araya getirilmiştir. Bu, içsel dünyanın değişimi demektir. Doğa ve Evren arasındaki bu tür ilişkiler kişiyi bastırmaz. Evren’in sonsuzluğu nedeniyle rahatsızlık duygularına neden olmaz ama kişinin yükselmesine izin verir. Kişi kendisini doğanın bir parçası gibi hisseder.

Doğaya karşı saygı duyması bir kişinin içsel dünyasına yön veren inanışları da içerir. Bu aynı zamanda atalara tapınma diye anılır. Doğaya tapınma ve atalara tapınma insan ve doğa birliğinin ifadeleridir.

Konukseverlik gelenekleri, miras hakkı, ataların ahlak kurallarına nail olma gelenekleri ailede ve grupta bir adamın yüksek sosyal konumu ve bir kavmin adının kaynağıyla ilişkilidir.

Atalara saygı, bir Kazak ailesi yaşamının ana duygusudur. Ataların ruhlarının şerefine kurban verme törenleri yürütülürdü. Gençlik, baba örneğiyle yetiştirilirdi. Atalarının yöntemlerinden uzaklaşmamaları zihinlerine yerleştirilirdi. Ölmüş atalarını, ruhlarının onlara saygı duymak koşuluyla aile üyelerini koruduklarına dair bir inanış vardı. Bu, Kazak kültüründeki bir çok hanehalkı ve aile geleneğinin varlığını açıklar. Ata ruhlarının rolü çok özeldi, Tanrılarla aynı düzeydeydiler.

Geçen on yılın araştırmaları, çok eski bilinçliliği, sanat şekillerinde anlaşılan dünyanın, sahibinin özel stratejisi gibi görmenin yaygın bir teori olduğunu gösterir.[7] Dünyayla ilişkinin temelinde çeşitli bağlılıklar ve şekillerle canlandırılan karmaşık küresel fikirler yatar. Örneğin, aynı fikir farklı düzeylerde ifade edilirdi. Gerçekliği düzenlemenin sadece bu yöntemi, genelleştirme ve baskıya bir dış şekil vermiştir. Dünyaya karşı tutumu şekillendirme yöntemi olan uzun uzun düşünme, Kazak geleneksel kültürünü vurgular.

Göçebe grupların hayatı bir insanın kendisi ve doğa ile uzun bir süre için yalnız kalması demekti. Kalabalık koyun ve at sürüleriyle ilgilenmek zordu ve bir yalnızlık durumunu öngörüyordu. Göçebelerin sağlığının bütün önemli durumları insan ve doğa dünyasının uyumlu ilişkisinin kapsamıyla derinden ilgilidir. Bu bilinçlilik doğum anından itibaren bütün insan hayatını sarar; duygusal, manevi, entellektüel ve uygulamalı hayatı da içeren olağan hayatın bütün seviyelerine girerdi.

Kazaklar böyle bir kavrama ruhun rahatlık koşulu olarak sahiplerdir. Bu anlamda iletişim, uygulamalı ilgiyle alakalı değildir ve ruhun rahatlık koşulu insana yöneltilir. Kazaklar çoğu kez şöyle sorar: “İyi bir ruh halinde misin?” ya da “Ruh halin değişti mi?”

Bu nedenle, bir kişinin diğer insanların ruh hallerini bozmamak için nasıl davranması ve davranmaması gerektiğiyle ilgili bir dizi kural vardır. Kazaklar bir insanın ruh haline ilgi göstermeyi bir tapınma olarak algılarlar, herkesin başkalarının içsel yaşamına dikkat etmesi gerektiğine inanırlardı.

Geleneklerde, sanat ve olağan iletişim kültüründe benzer bir şekilde merkez, bir kişinin ruh halidir. Bu durumda dünyaya karşı olan yaklaşım kültürü bir insanın içsel yaşamı üzerine bir odaklanma seviyesi yaratmıştır.

Dünyaya ve diğer insanlara yönelik olan bu yaklaşım bir kişinin olağan yaşamının derin kapsamlarıyla dolmuştur. Dünyayı doğru bir şekilde düşünme yeteneğinden dolayı, Kazak kültüründe bir insan nesnelerin dünyasıyla doğal bir ilişki geliştirebilirdi.

Nesnelerin dünyası insanı her zaman kuşatır. Kazaklar bunun önemini, etkileyici gücünü küçümsemediler. Aynı zamanda bir dizi uyarıda bulundular: Bir şeyin değerini abartma ve hayatın güzelliğini kaçırma. Kazaklar maddelerin dünyasını düşük (maddi) olarak adlandırdılar. Bu, nesnelerin makul bir ölçümünü zorla kabul ettiren göçebe yaşam şekliyle kolayca açıklanabilir.

Diğer yandan nesnelere sadece kendi içlerinde değil, bir nev’i hediye olarak da bir insanı memnun etme ihtimalleri olabildiği için değer biçilebilir. Hediye verme isteği şiirsel bir kelimeye duyulan tutkulu bir sevginin olduğu kadar Kazaklara özgüdür.

Dünyayla ilişki bir kişinin başlıca alışkanlığını oluşturur ve hayatını canlandırır. Bundan dolayı, Kazak insanın büyük hoşgörüsü onların ana karekterlerinden biri olmuştur. Birbirine doğru atılma olan iletişim anlamında dünyayla ilişki, duygusal ve entellektüel durumu verir. Bu ilişkiden dolayı her yaşam anına ve her dünya durumuna şükretme ihtiyacı, insanoğlu kendisinin ve dünyanın birbirinden ayrılamaz olduğunu anladığından bu yana gelişmektedir.

Sessiz, eşit ve içsel iletişim göçebe yaşamını vurgular. Olağan yaşam tek düzeliği nedeniyle zordur ama doğru oluşturulmuş bir yaşam yönteminin sonucunda bu tek düzelik çok değerli bir şey olarak algılanır. Bir kişi dünya ve kendisiyle uyum içinde yaşar. Bu, Kazak kültüründe yansıma bulmuştur: Gelenek ve göreneğinde, şiirde ve sanatta. Örneğin, Avrupa kültüründe hafta içleri olumsuz olarak algılanır. “Kasvetli hafta içi”, “tek düze günler” ya da “melankoli günleri” gibi ifadeler vardır. Kazakların hafta içi anlayışında her zamanki ilgi ve zevkler aranır. Selam veren ve “Nasıl gidiyor” diye soran Kazaklar, “Her zamanki gibi” yanıtından hoşnut kalırlar. Bu, bugünkü olağan yaşamın bozulmadığı anlamına gelir. Her bir gün yaşam ve doğa döngüsünde eşsiz olduğu için her sabahı keyifle karşılama, akşamları her giden güne şükran duyma geleneği vardır. İletişim anlamında dünyaya yönelik böyle bir tutum, insanoğluna çocukluğundan itibaren verilir.

Bir çocuğun doğumundan önce müstakbel anne, yerle temas etme töreni yapar. Genç anne, kutluluk ve destek dileyerek bacaklarıyla yere değmelidir. Kazaklar, Umay’la ilgili bir inanç sürdürmüşlerdir. Doğumla doğrudan ilişkisi olan Umay, yuva kurumunun koruyucusudur. Umay, Türk antropoloji teorisini kişileştirir. Hıristiyan bir kadın için Meryem’in önemi neyse, ailenin ve genel anlamda toplumun kurucusu olan Türk kadını için de Umay’ın önemi odur.

Kazaklar, bir çocukta denenmesi gereken kokulara çok büyük önem verirler. Belli bir zaman, pelin ağacına çekilmiş suda banyo yaptırılır. Pelin ağacının kokusu sonra sonsuza dek Kazak eti ve kanına nüfuz eder. Bir pelin ağacı ilkel toprak görüntüsü ve bozkır şekliyle ilişkilidir.

Dünyaya gelmesiyle ve eş zamanlı olarak onda hayatın değeri duygusunu yorumlayarak, bir bebeğin hayatının bütün dönemleri törenlerle kutsanır. Mesela beşiğe geçişin o önemli anına ayrılan bir tören. Özellikle bu törene çok önem verilir. Büyük bir tatil ayarlanır. Tören, şarkı söylenerek başlar. Çocuğu beşiğe koyma görevi, nadir görülen özelliklere sahip olan en sevgili kadına verilir. Çocuğun beşiği Evren’in bir “kapı”sı gibi algılanır. Akrabalar çocuk için güzellik, sağlık ve güç dilerler.

Başka bir önemli an ise, bir çocuğun ilk adımıdır. İlk adım hayattaki gelecek yolu olarak algılandığı için özellikle bu döneme çok önem verilir. Bu dönem “ipleri koparma” olarak adlandırılır. Çocuğun bacakları siyah ve beyaz bir iple (iyi ve kötünün, gündüz ve gecenin bir sembolü) 8 figürü şeklinde bağlanır (Evren’in sonsuzluğunun simgesi). Saygıdeğer bir kişi ipleri kesiştirir. Törenin anlamı, çocukta doğadaki her şeyin birleşip geliştirileceği ve açılacağı temennisini içermesidir. Artık dünya onu kabul eder ve onlar birbirlerine bağlanırlar. Dünya onu bütün yolu boyunca telkin edecek ve destekleyecektir.

Diğer bir ilginç tören, çocuğu tahta bir atın üzerine koymaktır. Atın önemi Kazak yaşamında çok büyüktür. Bir ifade vardır: “Bir Kazak, at üstünde doğar, at üstünde yaşar ve at üstünde ölür.” Bu tören boyunca çocuk bir at hakkındaki bütün bilgileri edinir. Ona kahramanlar ve onların at üstündeki savaşlarıyla ilgili efsaneler ve hikayeler anlatılır. Tüm bunlar, bir çocuğun doğumundan itibaren atlarla ilgili herşeyi bildiği hissini uyandırır.

Bir kişinin hayatının bütün önemli dönemlerinde ona eşlik eden törenler dünyayla olan devamlı iletişimini pekiştirir. Mesela yeni bir kurum yaratılmasına ayrılan evlilik töreni, yıldızlardan ve aydan kutluluk alma isteği içerir. Bu tören Kazakların, göksel ve yeraltı dünyaları arasında var olan ortalama dünyaya olan bağlılıklarını gösterir. Bu üç dünya, aynı zamanda Evren’in dört yanı Kazaklar için kutsal olan 7 figürünü oluşturur.

Her çağda, insanın dünyayla iletişiminin eşsiz anlamı ortadadır. Örneğin, 25 yaş döneminde (hem fiziksel hem manevi düzeyde zaman değişiminin niteliği Kazakların 12 aylık döngüsüne bağlıdır) Evren’in sonsuzluğunun kişiyi telkin etmesi gibi bir yaşam gücüyle doğal ve manevi şartlar tamamlanır. Genç insan kendisini, bir atı dünyanın ucuna kadar sürmeye, sayılamayan dünyaların bütün zenginliklerini görmeye, imkansız olan mümkün olduğunda kendisini aşmaya muktedir olarak görür. Yaşamın heyecanı zengin ve parlak olduğu için dünya beyaz ve ışıl ışıl görünür.

Bu, 40 yaşındaki bir insanın kırmızı yeşil dünyası değildir. Bu dönemle ilgili konuşurken Kazaklar, bu dönemin ateşin dönemi olduğuna işaret ederler. Hayatın bu dönemi, kınından parlayan bir kılıçla ilgili bir benzetmede ifade bulur. Bir dönemin olabilecek en altın çağı Temmuz’un 40 günü ile karşılaştırılır. Bu sefer doğadaki herşey en yüksek derecesine ulaşır. Bu dönemde kişi, yaşamın bayağılıkları tarafından içine çekilmez ve dünyayı tasarlama ve anlama yaşamsal ve doğal olayları bütünün geniş içeriğinde yer alır. Bu, yaşamda en yükseği ve yaşamı içsel bütünlük içinde görme ihtimalini ortaya çıkarır. Bir bütün olarak kişi, gelişme olasılıklarının gerçek ve bilinmeyen niteliklerinin görüş alanını kapsar. Bu dönemde dünya insan için konuşmacı olur, onunla diyaloglarında kendisini Evren’in tamamlayıcı bir parçası gibi algılayarak bir durumun çözümünü bulur.

40 yaş döneminde ortalama dünya çekicidir ve kişiye bütün güzelliklerini gösterir. Dünya ruhlarıyla iletişimin içsel deneyimi bilge ve geçer renklerle boyanır.

Daha sonraki dönemlerde fiziksel dünya kısalır ama artık kişi dünyanın sonsuzluğunu anlar. Yavaş göçebe hayatı uyumunun anlamını görür. Bilge bir adam olur. Şimdi genç insanlara ulusal bilgeliğin, vatan ve insanın ikiz olduğunu, birlikte doğduklarını farklı yaşadıklarını ama insanın vatanla birliğini her zaman hissettiğini anlatır. Hoşgörünün bir insanı doğal yaşama ve dünyanın gizine yaklaştırabildiğini anlatır. Bu, Kazak yaşam felsefesinin ana savlarından bir tanesidir.

Kazak kültüründe bilgi ve manevi tecrübe sahipleri olarak bilgeler, toplumun en saygıdeğer üyeleridir.

Bir kişinin toplum tarafından tanınması bilgeliği ve manevi tecrübe zenginliğiyle belirlenirdi. Dahası, bilgenin manevi tecrübesi bir yere not alınmadığı ya da sabitlenmediği için nesilden nesile aktarılmış ortak tecrübenin genellemesini temsil ederdi. Bu anlamda bir bilgenin bireyliği eşsizdir: Duyduğu, bildiği her şey, geçmiş ve günümüzde olmuş bütün önemli şeyler onun tarafından bir arada gösterilir. Bu tür bir manevi tecrübenin çekiciliği yaşayan bir kişiyle bir arada olmasıdır. Bilgin olma saygı görerek sıradışı bir kişide can bulur ve aynı zamanda bireysel ve ortak önemini bilerek bu geniş tecrübeye katılma isteğini arttırırdı. Karşılığında, saygılı yaklaşım ortamı bu tecrübenin aktarım gerekliliğini güçlendirirdi.

Bu, sadece bilgide tecrübe ya da yaşamsal tecrübe sorunu değil aynı zamanda kişinin değeri sorunudur. Bu tür insanlar yüksek ahlaki değerlere sahiptir. Yaşlı insanların bilgeliği çok değerlidir. Bu yalnızca bilgi toplamından değil, aynı zamanda yaşayan insanla hemen karıştırılan ve manevi kültürün elverişliliğini bir bütün haline getiren bilgiden ibarettir.

Kazak sanat kültürü sözlü şekilde gelişmiştir. Estetiğe uygun içerikler ve şiirsel kelimenin gücü iletişim ve doğaçlama gibi özelliklerle ortaya çıkar. Sözlü kültür sadece diyalog yoluyla gelişebilirdi. Örneğin, şiirsel rekabet birbirine karşı hoşgörü ortamında gerçekleşirdi. Sözlü kültürün manevi doğal olayı için gerekli olan özgürlük ortamını belirtmeliyiz. İnsanlar birbirleriyle tanışmaktan, şiirsel rekabette bir çok yüz görmekten memnundurlar. Sözlü kültürde yüzlere bakmak ilham kaynağı bakımından önemlidir. Konuşan kişinin ve bir de onu dinleyen kişilerin yüzlerine bakmak zevklidir. Örneğin, şiirin bir kelimesiyle ilgili genel tepki dinleyicilerin yüzlerinde görülür. Aytılar, (atışma) ya da tolgau (koşma) gibi sözlü kültür olayları sırasında dinleyicilerin psikolojik rahatlığıyla oluşan özel bir ortam hüküm sürer. Bu, sözlü kültür ve sadece bir kitapla çalışmanın, sadece bir kitaba bakmanın gerekli olduğu yazılı kültür arasındaki farklardan bir tanesidir. Söylenenler ve ifade edilmeyenlerle ilgili olarak bir yüzü okumak, manevi bir koşul görme ve uygun tavrı takınma yetenekleri her dinleyici için aynıdır.[8]

Kazak kültüründe bir kişinin yüzünü görebilme yeteneği ve yüz okuma becerisi gelişmiştir. Kazak kültüründe yüzle ilgili bir dizi tanım vardır: Aydınlık yüz, açık yüz, ılımlı yüz, sevecen yüz ya da tam tersleri soğuk yüz, solgun yüz vs.

İster öyküsel ister şiirsel rekabet olsun herhangi biri, sözlü kültürün herhangi bir durumunda olabilirdi. Elit bir kesim yoktu, herkes aralarındaki birlik hissi sayesinde eşitti. Bu geniş anda, dinleyiciler kurallardan, ayrıcalıklardan, hiyerarşik ilişkilerden, sosyal konumlardan serbest ve bağımsız, ütopik bir imparatorluğa girerlerdi. Her biri özgürce dinleyebilir ve aynı zamanda duyduklarıyla ilgili yorumları özgürce yapabilirlerdi.

Grup birliği duygusu nelerden bahsedildiğine, insan hayatının hangi tarihi olaylarından dem vurulduğuna, bunların ne zaman olduğuna, bunları kimin yaptığına dayanılarak ve şiirsel olayların gelişimleriyle uyum içinde güçlendirilmiş ve zenginleştirilmiştir.

Sese dökülen eserin gerçekliği ve güzelliği ile şair ve kazanan kişi hakkındaki çözüm aniden ve toplu olarak ortaya çıkar. Ne jüri ne de oylama vardır. Sözlü kültürde şiirsel dünya, dinleyicilerin gözleri önünde anında oluşturulur ve çözüm herkes tarafından bulunur. İnsanlar ahlak kriterleri, bilinen sanat ve onun yaygın önemi doğrultusunda yönlenirler.

Sözlü kültürün doğal olayları görünüşte sadece tek bir monologdan ibaretmiş gibi gelir. Aslında bu olaylarda sözlü yaratıcılığı zenginleştiren dinleyici “sesleri” vardır. Freidenberg’in doğru bir şekilde belirttiği gibi, modern yüzyılın insanları, dinlemenin, bir tarafın konuşma yapıp birisine hitap ettiği ve diğer tarafın dinleyerek genel bütünlüğün gerekli bir unsurunu oluşturduğu çok değerli bir eylem olduğunu kabullenmelidir.

Şair dinleyicileri hissetmeli, anlamalı ve onların his ve duygularına anında tepki vermelidir. Şairler genellikle eşsiz insanlardır. Onlar insan ruhunun gizli hareketlerini anında yakalayıp anlarlar ve anladıklarını bir tür sanatta, şiirsel kelimede açıklarlar.

Bu karşılıklı durum Kazak kültüründeki iletişimin bir özelliğidir. Bu tarz bir iletişim tıpkı diyaloğun temelinde bulunan diyalog yalanları uğruna diyalog gibi ahlaki öneme de sahiptir. Öne sürülen diyalog her dinleyicinin yaratıcılık ihtimalini ifade eder. Bu süreçte, her kişi bu günkü yaşamın doğrudan içine girmek koşulunu basitçe terk edemezdi, bütün oluşumların sınırlarını ortadan kaldırırdı. Tamamen bir insanın yarattığı daha iyi bir varlığa doğru tırmanış bu tarz iletişimler sırasında olurdu.

Bu iletişim, her dinleyicinin yaratıcılık ihtimalini ortaya çıkaran bir içsel düzeyi daha kapsar. Sözlü kültürün bu doğal olayı, yaratıcı bir özne olarak bir kişinin bütünlüğünün ifade edildiği ortak yaratmadır. Bütün dinleyiciler manevi bir olayın eş zamanlı yaratıcılarıdır. Öyleki sözlü kültürün özneleri olarak dinleyiciler manevi değerleri oluştururlar.

İletişim sözlü kültürün bir temelidir. Bu durumda ortak yaratma doğal olayı bu iletişimin içsel performansıdır. Sözlü kültürde, manevi tecrübenin dönüşümü içşel dünyaların değişimini temsil eder. Kazakistan’da yüzyıllar süresince ortak yaratma ve empati kültürü vardı. Bu, bir kişinin sese dökülen bir kelimeyi algılama, karşılık verme alışkanlığı, kabullenme ya da kabullenmemeyi ifade şekli yeteneğinde gelişti ve aynı zamanda bir şiirin tamamiyle yaratıcı olma ihtimalini arttırdı.

Kazak bilincinin özelliği, konuşmacının içsel dünyasını anlamak, onun fikir ve duygularının ritmini dinlemek ve konuşmacının içsel, gizli görüş temelini anlamak için çaba sarf etmesidir. Diğer yandan, bahsettiğim gibi burada, koşulsuz düzenlilikte hiç bir kör inanç yoktur. Geleneksel bağlılıklarla örtüşmese de diğer kısmın da eşit kabul edilebilir olduğu kolayca kabullenilir. Bu başkalarının değerlerini, kavramlarını ve diğer görüşlerini algılamanın koşulsuz kolaylığı, hızı ve derinliği Kazak bilincinin değerli bir özelliğidir.

Duygusal ve psikolojik ortamın anlamı burda önemlidir. Bir kişi işitme ortamına kolayca ve doğal olarak girer ve aynı zaman da buna karşı tepkisini da özgürce ifade eder. Eski yüzyıllar boyunca, işitma pratiği bu yetenekleri, en iyi biçimde yaratıcılık şeklinde ortaya çıkarılan ve ifade edilen insan performansını geliştirdi ve aynı zamanda işlerini yönetmeyi de içerdi. Bundan dolayı ortak yaratma yeteneği hem duygusal, entellektüel anlamda hem de “madde” anlamında ilerletildi. Sözlü kültürde yazının yokluğu evrensel hafızanın ve kamu konuşma sanatının gelişimi için gerekli olan koşulları yaratmıştır. Büyük şiirler ve efsaneler yürekten hatırlandı ve eğer gerekliyse kolaylıkla ve doğallıkla yeniden kuruldu. Bir sözlü kültür insanı bütün kuralları bilir, kendisini yaratırken eş zamanlı olarak ortak yaratıma kolaylıkla girerdi.

Çocukluğundan beri hafızası sözlü olarak aktarılan büyük bilgi sıralarıyla çalıştırıldığı, büyük tarihsel tabakaları tutup onları görsel olarak tasarladığı için bir Kazak bozkır insanı geniş açılı bir tarih bilincine sahiptir.[9]

Ataları ve atalarının eylemleri modern olaylar gibi ortaya çıkardı. Eski yüzyılların tarihsel olaylarının belirttikleriyle kişisel yaşam olaylarınınki birbirlerinden çok da uzak değildi. Ortalama bir insan kendisini ne dünyadan ne de bütün insanlıktan ayırabilirdi. Kendisini her zaman insanlığın ortak tarihinin organik bir unsuru olarak düşünürdü.

Bir kişinin dünyası şiirsel bir kelimeyle açıklanabilirdi. Uygulamalı bütün çalışmalar, örneğin aile halkı ve etnik törenler yoluyla nesilden nesile aktarılan sanat formunda yapılırdı. Kültürel toplam şimdi modern topluma mal olan manevi yatırımlardır.

Kazak kültür geleneğinin özü iletişimdir. İfadelerin çeşitli şekilleri vardır. Kazak müziği de temelinde iletişime sahiptir. Tıpkı sözlü kültür gibi Kazak müziği de her dinleyicinin ortak yaratımına ve dinleme yeteneğine dayanır.

Dünya ve Evren’in kaynağının müzik olduğu ya da dünyanın ilk nefes alışının müzik olduğu yolunda bir dizi Kazak efsanesi vardır. Böyle bir anlayış Tengri dini (Eski Türklerin dini) ile uyum içindedir. Tengri’ye göre dünyanın yedi özünden bir tanesi müziktir. Şaman’ın müziği çok fazla duygusallık içerir. Kendi içinde üç düzeyle ilişki kurar (yüksek, ortalama ve düşük) ve kişiyi dünyanın tüm içsel koşullarıyla birleştirir. Şaman’ın müziği çok yüksek tasarlama gelişimi ve benzer bir yüksek seviyede entelektüel ve manevi tecrübe gelişimi gerektirir. Bütün bunlarda Şaman’ın müziği, bir kişinin yaşamının dünya ve doğa ile karşılıklı ilişkisinin dışında olduğuna inanmaz. Kazak göçebe kültürünün en önemli başarılarından bir tanesi Evren’e karşı bir yaklaşım yöntemi geliştirmiş olmasıdır. Bu, kapsamları ve bir dizi dünya düzeyini tam birlikleri içinde ifade edebilen bir düşünmedir.

Kazak kültüründe müziksel sanatın özel bir türü vardır (kuy). Kuyların bir çoğu kişinin dünya ile olan ilişkilerine adanır. Örneğin Tattimbet (ozan) kuyu, dünyanın uyumuna ve mükemmelliğine adanmıştır. Ablay Han Kuy’u insanoğlunun durumunu dünyanın yaptığı gibi ortaya çıkarır. Konfüçyus, “İnsanların ruhunu anlamak ve öğrenmek istiyorsan onların müziklerini anlamaya çalış” diye boşuna dememiştir.

Bir kişinin dünyayla olan ilişkilerinin uyumu Kazak süslemelerinde canlandırılmıştır.[10]10 Süsleme kalıpları şiir kadar gösterişlidir. Tıpkı müzik gibi zengin tasarımlara ihtiyaç duyar. Şarkılar ve süslemeler Kazak yaşamının değişmeyen eşlikçileridir. Kalıpları, oturulan yerleri, halıları, kıyafetleri, bir evin mutfak takımlarını ve atların eyerlerini süsler.

Kazak süsleme sanatı hakkında ilk yazılı eserler 16.yy. başlarına dayanır. Bununla ilgili bazı genel bilgiler Avrupalı gezginlerin 19. yüzyılın ikinci yarısına kadarki aktardıklarında bulunur. Sonra bir Rus coğrafya grubu Kazakistan çalışmasına bağlanır. Bu tarihten itibaren Batı Sibirya bölümünün bir arkeoloji komisyonu, Kazak eski sanat çalışmaları ve anıtlarını incelemeye başlar. Kazak sanatı ve Kazak süslemesinin özellikleri hakkında yazmış olan ilk yazar 20. yy. başında Mangistau’yu ziyaret eden Alman bilim adamı R. Krautc’tur.

Göçebeleri içeren dünya bir çerçeve içinde ifade edilir. Süsleme sanatı mükemmel estetik duygusunu pekiştirir. Süsleme içinde insanlar, sanatın en zor sorunlarından bir tanesini bulmuşlardır. Bu bir denge prensibidir. Doğal olayın genelleşmesinin mümkün olan en yüksek şekli olan, göçebelerin mekan-zaman yönlendirme özelliklerini yansıtan bu prensip, dünya ve kişi arasındaki uyumlu karşılıklı ilişkiyi pekiştirir.

Kazak halılarında vızıltı ve süslemenin denge prensibi her zaman korunur. Halıların zengin çeşitliliği belirtmesi için az ton ve daha az miktarda süsleme motifi kullanımı, halılardaki temanın kolayca ve hızlıca algılanamaması sonucunu beraberinde getirir. Denge prensibinden dolayı daha sakin bir etki yaratılır. Boya ve tonların görkemli ve zengin oyunlarına göz dikmeyerek, Kazak süslemesi saklı çizimleriyle ilgi çeker. Süslemedeki vızıltı kullanımı gizemlidir. Dünyada bölünmezlik içinde “dar bir mekan” gibi insan olmayı insanlaştırır. Kazak süslemesinin bir özelliği olarak denge, bir kişinin ve dünyanın yaklaşımlarının genellemesidir. Renk sembolleri süsleme motiflerinin şaşırtıcı doğaçlama prensibiyle birlikte sonsuzluk hakkında sürekli soru sormaya zorlar.

Göçebeler yuvarlak hatlarda sevgi ve tutkulu şefkatleriyle ayrılırlardı. Kazakistan’da eskiden süsleme kalıplarındaki dairelerin, hayvanları ve yorulmak bilmez işçi nesnelerini ifade ettiği yolunda yaygın bir inanış vardı. Örneğin, koyun boynuzu ya da bir deve şekli. Günümüzde Kazak kültüründeki diğer bir süsleme anlayışı daha ortaya çıkmıştır. Süsleme motifleri sembolik olarak zaman ve mekanın hareketlerini ifade eder, kişi ve Evren arasındaki muhteşem yolun duygularını aktarır. Zaman yıla mevsimleri döngüsünde dönme ve nesillerin dönüşünde ara ara yinelenen bireyler olarak algılanırdı.

Süsleme bazen “Temsili halk kültürü” olarak adlandırılır. Süsleme eski efsaneler, büyü ve törensel uygulamalarla yakından ilişkilidir. Kazak süslemesinde üç tarzın kullanılması tercih edilir. Şeritler, dikey ve eğik paralel çizgilerden, üçgenlerden, eşkenar dörtgenlerden ve karelerden oluşan kemerler ve çarprazlar ilk tarzları oluşturur. Süslemenin bu tarzı fazladan işlenen hatlarda ifade edilen bir fikirler döngüsüyle bağlantılıdır. Töre çiniciliği tümü tekrar tekrar tekrarlanan ve canlandırılan tek düze döngüsel süreçte ritmik olarak doğa ve yaşam görüntüsünün düzenlenmesine katılan fikri yansıtır.

Sonra tam olarak oluşturulmuş bütünde sıra ve düzenlilik anlamına gelmeye başlar. Bunlar olabileceğinin en iyisi bir Tanrı tarafından yaratılmış süreçlerin ritmine, dünyanın yapısal mantığına bağlıdır. Süslemenin ikinci tarzı bitkisel ve hayvansal şekilleri ifade eder. Üçüncü tarz bir çok geometrik motifi içerir; çokgenler, yıldız şeklinde figürler. Bunlar yapıların daha yüksek döngülerini alır ve dünyanın orada temizlenmesi gerektiği ilahi ve manevi dünyayı sembolize eder.

Bitkisel motifler bir dünya ağacı ideasını ifade eder. Bu eskiliğin evrensel bir işaretidir. Dünya ağacı maddi, ortalama ve manevi dünyalar bütününde kendisiyle bağlantılıdır ve kendi içinde verimlilik ideasıyla canlanır. Besin, oyun ve su, insanın Tanrılardan istediği her şey dünya ağacının altında fazlasıyla vardır.

Göçebe sanatçıların çalışmaları derin felsefi sentezlerin etkisini barındırır. Bu mekan düzeniyle ve manevi dünyayla ilgili bir çeşit mantıklamadır.

Bir kişinin dünyayla birlik anlayışı Kazak ev-yurta sistemine de yansıtılmıştır. Yurta bir mikroalan modelidir. Üç kısım içerir; manevi, ortalama ve maddi dünyanın üç sembolü. Yurta aynı zamanda bir dünya ağacının işaretidir.

Kazak kültürünün geniş materyali faydacılar, maddeciler ve akılcıların ilgilerinin dışın da, tapma ve doğaya karşı dikkatli tutumları pekiştirir. Gerçekten, doğayla dar bir maddeci ilişki olamaz, çünkü Evren tüm sonsuzluğunda onun dışında hayatının düşünülmediği insanla birlik gibi algılanır. Dünyanın ve yaşamın ölümsüzlüğü fikri her göçebenin ruhunda bulunur. Bu, göçebenin yaşamını iyi yönde etkileyen bir avutmadır.

Geleneksel göçebe kültürü doğa ve insan dünyası arasındaki öncelikli karşılıklı ilişki fikrince bölünmüştür. Bir kişinin bütün hayatı bu ilişkilerdeki uyumu kavramasıyla bölünür. Burda ayrı bir cevap bekleyen bir soru vardır: Modern koşullarda Kazaklar geleneksel görünüş ve kültürlerinin ana fikirlerini koruyabilirler mi?

Prof. Dr. Algül BOKAYEVA

Karaganda Devlet Üniversitesi / Kazakistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 429-437


Dipnotlar :
[1] Örnek için bkz., J. Karakuzova, M. Khasanov, Kosmos Kazakhskoi Culturi. Almaty, 1993.
[2] Kazak kavimlerinin hayatının ayrıntılı analizinde Chokan Valihanov, göçebe yaşamının ve bütün parçalarının eşsiz olduğu yolunda ısrar eder (Ch. Valihanov, Sobranie Sochinenii v 5-ti tomakh. AlmaAta, 1961). Rus İmparatorluğu ve eski Sovyetler Birliği zamanında kimi alimler “göçebe hayatı”yla ilgili karşıt bir tutum sergilediler. Bütün göçebe insanların yüksek bir kültür seviyesine sahip olmadığı ve buna sahip olmaya dahi yeltenemeyeceklerine dair genel bir kanı vardı.
[3] Örnek için, J. Artikbayev, Kazakhskoe obshestvo v 19 veke: Tradicii i Inovacii. Karaganda: Poligrafia, 1993; A. Medoev, Kamen’i Estética. Almaty: Gilim, 1993; K. Nurlanova, Simvolika Mira v Tradicionnom Iskusstve Kazakhov. Almaty: Gilim, 1993; B. Adambayev, Kazakskoe Narodnoe Oratorskoe Iskusstvo. Almaty: Ana Tili, 1994; B. Nurzhanov, Kulturologia. Almaty: Kainar, 1994.
[4] A. Medoev, Kamen’i Estética. Almaty: Gilim, 1993.
[5] Lev Gumilev ünlü kitabı. Moskova, 1993. ’de Eski Türk tarihinin ve Eski Türklerin diğer insanlarla etkileşimlerinin en detaylı ve aydınlatıcı açıklamalarını verir.
[6] Heideger, ontolojik terimlerle oluşturduğu bu durumun en ünlü savunucusudur. “An Introduction to Metaphisics”, çev. R. Manheim. New York: Doubleday Anchor, 1959; “Discourse of Thinking”, çev. J. Anderson. New York: Harper & Row, 1966.
[7] Bu teorinin daha ayrıntılı tartışması için, bkz., S. Akatayev’in Kochevniki’deki O Specifike Kulturi Kochev’ya analizi. Estetica. Almati, 1993.
[8] Problema Nravstvennoi Kulturi Obshenia. Vilnus, 1988’de sözlü ve yazılı kültür farklılıkları problemini kuramsal hale getirmek için oldukça önemli girişimler.
[9] Bir göçebenin panaromik tarih bilinciyle ilgili daha fazlası için, bkz., N. Nazarbayev, V Potoke Istorii. Almaty, 1999.
[10] Bu konuyla ilgili bir tartışma için, bkz., K. Nurlanova, Chelovek iletişim Mir. Almaty, 1994.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.