Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Karahanlılar ve Uygurlar

1 19.869

Dr. Erkin EMET

Karahanlılar tabiri Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm sürmüş olan ilk İslamî Türk sülâlesine (840­1212) Avrupalı oryantalistler tarafından kendi unvanlarındaki kara “kuvvetli” kelimesinin çok sık geçmesinden dolayı verilen bir isimdir. Bu sülâle için ilmî eserlerde kullanılan diğer bir isim, yine karakteristik bir unvandan dolayı, ilek (ilig) Hanlar tabiridir. Ayrıca bu sülale muasır İslâm kaynaklarında el-Hakaniye ve Al-Afrasiyab gibi isimlerle de zikrolunmuştur. Onların menşei hakkında 7 muhtelif nazariye vardır ve Karahanlılar tarihi üzerindeki başlıca otorite O. Pritsak bu sülâleyi A-shi-na hanedanının bir kolu olan Karluk hanedanına bağlamaktadır.

840’ta Uygur Devleti’nin Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine Karluk Yabgusu kendisini bozkırlar hâkiminin kanunî halefi ilân ederek Karahanlılar Devleti kurdu. Bir başka iddiaya göre Karahanlılar Devleti Yağmalar tarafından kurulmuştu.[1] Bu devlet, kavimleri yarı yarıya bölen Altay sistemine uygun olarak iki kağan idaresinde iki kısma ayrıldı. Arslan Kara Hakan unvanını taşıyan doğu kısmının hâkimi büyük kağan, nazarî olarak, bütün Karahanlıların hükümdarı idi ve Kara- Ordu’da yerleşmişti. Buğra Kara Hakan unvanını taşıyan batı kısmının hâkimi ise, ortak kağan olarak önce Taraz’da oturmuştu. Bu iki kağandan başka devlet idaresinde dört alt kağan ile altı hükümdar vekili yer almakta idi. Bu hükümdarlar zümresi aynı hanedana mensup idiler ve birbirine bağlı olarak kademe kademe yükselmekteydiler. O. Pritsak’ın bu görüşüne karşı, ülkemizde bu konudaki araştırmaları ile tanınan Reşat Genç’in tezi başka şekildedir. Ona göre, Karahanlıların Türk idare geleneğinin bir icabı olarak “ikili teşkilât” esasına göre idare edildiği ileri sürülmüştür. Buna uygun olarak devlet, doğu ve batı olmak üzere iki idarî kısma ayrılmıştı. Doğu kısmının hâkimi büyük kağan bütün Karahanlıların hükümdarı idi. Batı kısmı ise büyük kağanın yüksek hâkimiyetini tanımak kaydıyla başka bir hanedan azası tarafından idare ediliyordu. Devletin her iki kısmındaki müstakil vilâyetler ise hanedana mensup şehzade veya askerî valilerin idaresine veriliyordu. Karahanlı Devleti 1041/1042 yıllarında doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldıktan sonra da, her iki devlette de ikili idare geleneği bir süre devam etmişti. Doğu ve Batı Karahanlı Devletleri içindeki vilâyetlerin idaresinde yine hanedan üyesi şehzadeler görevlendirilmekteydi.

Karahanlıların ilmî bakımdan pek aydınlık olmayan başlangıç devresi için tespit edilebilen ilk kağan Bilge Kül Kadır Han’dır ve Samanîler ile mücadele etmiştir. Onun iki oğlundan Arslan Han Bazır büyük kağan sıfatı ile Balasagun’da, Kadır Han Oğulcak ise ortak-kağan olarak Taraz’da devleti idare ettiler. Samanilerden İsmail b. Ahmed (892-907) uzun bir muhasaradan sonra Taraz şehrini zaptetmişti (Mart-Nisan 893). Bu durum karşısında Oğulcak merkezini Kâşgar’a naklederek Samanî hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlara başlamıştır. Onun yeğeni Satuk Buğra’nın, Karahanlılara sığınmış Ebü Nasr adlı Samanî prensi veya İslâm sufî vaizleri ile karşılaşması İslâmı kabulüne sebep olmuş ve devletin kaderini değiştirmişti. Belki de Taberistan’daki Ali evlâdından İmam el-Hasan b. Ali’nin kumandanı Leyla b. Numan’a karşı Samanilere yardım eden Buğra Han idi. Eğer kaynaklarda adı geçen Buğra Han, Karahanlılar hükümdarı ise 921 yılında Samanî Emiri II. Nasron’u yardıma çağırmıştı. Merv şehri civarında yapılan savaşta aralarında Buğra Han’ın da bulunduğu Samanî kuvvetleri Leyla b. Numan’ı mağlup ve esir ettiler. Leyla b. Numan daha sonra öldürüldü.

Satuk Buğra amcasına karşı taht mücadelesini kazandıktan sonra kendi devleti içinde İslâmiyet’i resmen kabul etmiştir (muhtemelen 944-45). Bu olay Batı Karahanlıların dinî durumunu değiştirdi. Satuk Buğra, Müslüman ismi olarak Abdülkerim’i almışti O aynı hanedan idaresindeki gayrimüslim Karahanlılara karşı mücadelede Müslüman gönüllülerden de istifade etmişti. Satuk Buğra 955-6 yılında öldü ve Kâşgar’ın kuzeyindeki Artuç’ta gömüldü.

Satuk’un oğlu Musa, doğu kağanı Arslan Han’ı yenerek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırmış ve bütün Karahanlı Devleti’ni İslâmlaştırmaya muvaffak olmuştur. Bundan sonra İslâm dininin Türkler arasında yayılması artık bir cihat mahiyetini almıştı. Bir diğer görüşe göre, Musa çok kısa bir hükümdarlıktan sonra ölmüş, yerine kardeşi Baytaş Arslan geçmiş ve Karahanlı Devleti’nin bütünüyle Müslüman olması Baytaş Han zamanında olmuştu. Ayrıca 960 yılında Müslümanlığı kabul eden 200.000 çadırlık Türk halkı, Karahanlılar hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşamaktaydı. Baytaş’ın (veya Musa’nın) yerine geçen oğlu Ebu’l-Hasan Ali’nin Karahanlı Devleti’ne komşu sahalarda yaşayanları İslâmlaştırmak için açılan savaşların birinde şehit düşmüş olması muhtemeldir (998). Bu sırada devletin batı kısmını idare etmekte olan yeğeni (veya kardeşi) Buğra Han Hatun 990’da İsficab’ı zapt etmiş ve daha sonra da Samanilerin başkenti Buhara’ya girmiştir (Mayıs-Haziran 992). Onun bu şehre gelişinde Samanilerin Horasan Valisi Ebu Ali Simcuri’nin rolü olmuş ve aralarında gizli bir anlaşma yapmışlardı. Buna göre her ikisi Samanilerin arazisini paylaşacaklardı. Buğra Han daha sonra bu anlaşmaya uymamış, fakat hastalanarak bu şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Onun bu şehirden ayrılışında muhtemelen Samanilerin yardımına gelen Arslan b. Selçuk’un idaresindeki Oğuzların da rolü olmuştur. Buğra Han Kâşgar’a dönerken yolda ölmüştür.

998’de ölen büyük kağan Ebu’l-Hasan Ali Arslan Han’a oğlu Ahmet halef oldu. Ahmet Karahanlı hükümdarları içinde Abbasi halifesini ilk tanıyandır. Onun zamanında Samaniler ve öteki vassallar ile münasebette olan ve batı kısmını idare eden kardeşi Ebu’l-Hasan Nasr b. Ali idi. Nasr Özkend’de oturmaktaydı ve daha önce 996’da Samani kumandanlarından Faik’in teşviki ile bu devlet topraklarına hücum etmişti. Fakat Gazne Hâkimi Sebüktegin’in (977-997) aracılığı ile bu iki devlet anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre, Samanîler Sir Derya (Seyhun) sahasını Katvan çölüne kadar Karahanlılara bırakıyorlar, Faik ise Semerkand valisi oluyordu. Faik daha sonra Karahanlı kuvvetleri ile Buhara’ya girdi ise de (997), Samanî Emiri II. Mansur ile anlaşarak onun tekrar adı geçen şehre dönmesini sağladı. Nihayet Nasr 999 yılında Buhara’yı zapt etti ve Samanî hanedanı mensuplarını Özkend’e götürdü. Daha sonra Samanilerden İsmail el-Muntasır’ın hapis olduğu yerden kaçarak atalarının devletini diriltmek için giriştiği teşebbüsler başarısız kaldığı gibi, bu hareket ölümüne de sebep olmuştu (1005). Nasr b. Ali’nin Gazneli Sultan Mahmud (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise, iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmut (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmud,

Nasr’ın kızı ile evlendi. Fakat Nasr, Samanilerin bütün mirasına konmak ve Horasan’ı ele geçirmek istiyordu. Sultan Mahmud’un Hindistan’da meşgul olmasından faydalanarak bu arzusunu gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Bu maksatla kardeşi Ca’fer ve Sübaşı Tegin idaresinde Horasan’a gönderdiği kuvvetler Sultan Mahmud ile kardeşi Nasr tarafından mağlûp edildi (1006). Nasr b. Ali, aileden Hotan hâkimi Yusuf Kadır Han b. Harun’dan yardım istedi. Gazneli Sultan Mahmud, Belh ovasındaki savaşta bu birleşik Karahanlı kuvvetlerini tekrar hezimete uğrattı (5 Ocak 1008). Bu muvaffakiyetsizlik Karahanlılar arasında aile kavgalarına yol açtı. Nasr b. Ali bağımsızlığını ilân etmek istedi. Büyük kağan Ahmed b. Ali (Toğan Han) ise ona karşı Sultan Mahmud’la dost oldu. Neticede iki rakip, Mahmud’un aracılığına başvurdular. Nasr b. Ali 1012/1013 tarihinde öldü ve yerine üçüncü kardeşi Mansur geçti.

Ahmed b. Ali’nin ağır hastalığı sırasında muhtemelen kardeşi Mansur kendisini büyük kağan ilân etti. Öteki kardeşi Muhammed de Mansur’un hâkimiyetini tanıyordu. Ahmed bu iki kardeşine karşı harekete geçti. Onun tarafından Yusuf Kadır Han ile Ali Tegin vardı. Ali Tegin bu mücadele sırasında Mansur b. Ali’nin eline esir düşmüş olmalıdır. Karahanlılar, Harezmşah Ebul’-Haris Muhammed ile Gazneliler arasında önce arabuluculuk yaptılarsa da, daha sonra Mahmud’un Harezm’i işgalini kabul etmek zorunda kaldılar (1017). Büyük kağan Ahmed b. Ali hasta yatağından kalkarak Balasagun’a 8 günlük mesafeye yaklaşan 100.000 çadırdan fazla gayrimüslim göçebeyi yendikten sonra, 3 ay müddetle Turfan’a kadar takip etmişti. O, bu zafer dönüşünden kısa bir müddet sonra ölmüştür (1017/1018).

Ahmed b. Ali’nin ölümünden sonra yerine geçmek isteyen iki namzed vardır. Bunlardan Yusuf Kadır Han, Gazneli Mahmud’dan yardım istedi ise de, umduğunu bulamadı. Sultan Mahmud ona yardım için göstermelik bir sefere çıkmış, fakat Ceyhun nehrini geçtikten sonra geri dönmüştü. Neticede Yusuf Kadır Han rakibi Ebu’lMuzaffer Mansur b. Ali ile anlaştı. Bu iki Karahanlı hükümdarı birleşerek Horasan’a bir sefer yaptılarsa da, Belh civarındaki savaşta Sultan Mahmud onları ağır bir mağlûbiyete uğrattı (1019/1020). Karahanlı kuvvetlerinin dönüşü sırasında pek çok asker Ceyhun nehrini geçerken boğuldu. Bu durumda Yusuf, Sultan Mahmud ile tekrar barışmak zorunda kaldı.

Arslan İlig Ebu Muhammet b. Ali, devlet içinde en kuvvetli duruma gelmişti ki, Ahmet b. el-Hasan ona karşı çıkarak Özkend’i zapt etti (1019/1020). Bu sırada Mansur b. Ali’nin elinden kurtulmaya muvaffak olan Ali Tegin, Arslan b. Selçuk’un yardımı ile Buhara’yı ele geçirdi (1020/1021) ve burada hüküm sürmeye başladı. Öte taraftan sofi bir zat olduğu anlaşılan Mensur b. Ali kağanlığı terk ederek derviş oldu (1024/1025). Onun yerine Yusuf Kadır Han geçti. Muhammet b. Ali’nin ise ağabeyinin tahttan ayrılmasından önce Ali Tegin ve Arslan Yabgu önünde mağlûp edilmiş ve aşağı yukarı bu sıralarda ölmüş olduğu anlaşılıyor. Yusuf’a karşı iki kardeşin birleştiğini görüyoruz; bunlardan Ahmed kendisini büyük kağan ilân ederken, Ali Tegin de ona yardımcı oldu. Yusuf için tekrar Gazneli Mahmud ile anlaşmaktan başka bir çare kalmamıştı. Semerkand civarında buluşan bu iki hükümdar, Karahahlıları ilgilendiren meselelerin yanı sıra Arslan b. Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan’a nakledilmesi hususunda karara vardılar. Ayrıca iki hanedan arasında akrabalık tesis edilmesi kararlaştırıldı (1025). Sultan Mahmud bir hile ile Arslan b. Selçuk’u yakalattı ve Hindistan’da Kalıncar kalesinde hapsettirdi. Ali Tegin ise bozkırlara kaçtı, ancak Mahmud’un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Samarkand’a hâkim oldu. Sultan Mahmud eski Samanî topraklarını hâkimiyeti altına aldı ve Karahanlıların Abbasî halifesi ile münasebetlerinin kendisi vasıtası ile olacağı hususunda onlarla bir anlaşma yaptı. Öte taraftan Yusuf Kadır ve oğullarının talihleri açılmıştı, önce Özkend’i (1025), sonra da başkent Balasagun’u ele geçirmeyi başardılar (1025). Ahmed b. el-Hasan da Yusuf’un hâkimiyetini tanıdı.

Gazneli Hükümdarı Mahmud 1030 yılında ölmüş ve yerine oğullarından önce Muhammed, kısa bir mücadeleden sonra da Mes’ud geçmişti. Sultan Mes’ud’un 1031 yılı baharında, tahta çıkışını haber vermek ve iki hanedan arasında dostane münasebetler kurmak için gönderdiği, elçilik heyetini Yusuf Kadır Han iyi karşılamadı. Ancak onun ölümü (Aralık 1032/Ocak1033) ve yerine oğulları Arslan Han Süleyman ile Buğra Han Muhammed’in geçmesi üzerine Sultan Mes’ud’un gönderdiği elçi heyeti anlaşmayı yapmaya muvaffak oldu. Daha sonra Gazneli Prensesi Zeyneb’in Buğra Han Muhammed’e eş olarak verilmemesi sebebiyle iki hanedan arasında çıkan anlaşmazlığı da, Mes’ud yeniden gönderdiği bir elçi heyeti ile bertaraf ederek iki kardeşle tekrar anlaştı.

Ali Tegin ve Karahanlı Devleti’nin Bölünmesi

Gazneli Sultan Mes’ud tahta geçmeden önce Ali Tegin’den yardım istemiş, buna mukabil de ona Huttal’i va’d etmişti. Ancak Mes’ud tahta çıktıktan sonra sözünde durmadığı gibi Maveraünnehir’i Ali Tegin’den alarak oraya Buğra Han Mahmud b. Yusuf’u yerleştirmeye karar verdi. Ali Tegin’e karşı Harezmşah Altuntaş idaresinde kuvvet gönderdi. Altuntaş, Ali Tegin’le Debusiye’de savaştı ve ağır bir şekilde yaralanmasına rağmen, müsait bir anlaşma yapmaya muvaffak oldu ve bundan hemen sonra öldü (1032). Altuntaş’ın halefi Harun ise Sultan Mes’ud’a karşı Ali Tegin ile anlaştı (1034). Ali Tegin’in ölümünden (1034) sonra yerine Yusuf geçti. Yusuf, Harun ile beraber, Sağaniyan’ı zapt ederek Tırmiz’i muhasara etti. Ancak Harun’un, Gazneliler tarafından tertiplenen bir suikast sunucu öldürülmesi (1035), Yusuf’un geri çekilmesine sebep oldu. Bunda onun beraberindeki Selçukluları darıltmasının da rolü vardı. Yusuf bundan sonra anlaşmak için Sultan Mes’ud’a müracaat etti. O Huttal’dan vazgeçiyor ve kendisini Arslan Han Süleyman b. Yusuf ile barıştırması için Mes’ud’un aracı olmasını istiyordu. Ayrıca iki hanedan arasında tekrar evlenme yolu ile akrabalık tesis edildi. Yusuf’un durumunu tehlikeye sokan başka bir olay da Nasr b. Ali’nin iki oğlu Muhammed b. Nasr 1036/1037’de Özkend’de sağlam bir şekilde yerleşmeye muvaffak oldu.

İbrahim’in Vahş ve Huttal gibi şehirlere akınlar yapması üzerine, Sultan Mes’ud ona karşı kuvvet sevk etti ise de, bir netice elde edemedi (1038/36). İbrahim Türkmenlerden de yardım aldı ve Ali Tegin oğullarının elinde bulunan Kiş, Soğd ve Buhara’yı zapt etti. Ali Tegin’in oğulları Yusuf Kadır Han’ın oğullarının yanına sığındılar. Muhammed büyük kağan unvanı alarak kardeşi İbrahim ile kendilerini Yusuf Kadır Han kolundan ayırmışlar ve bu suretle aşağı yukarı 1041/1042’den itibaren doğu ve batı olmak üzere iki Karahanlı Devleti meydana gelmiştir.

Batı Hanlığı Maveraünnehir ve Hocend’e kadar Batı Fergana’yı içine almaktaydı. Büyük Kağan’ın merkezi önceleri Özkend, sonra Semerkand olmuştu. Doğu Hanlığı’nın hudutları içinde Talas, İsficab, Şaş, doğu Fergana, Semireçye ve Kâşgar bulunmaktaydı. Büyük Kağan’ın başkenti Balasagun idi. Doğu Hanlığı’nın dinî ve kültür merkezi ise Kâşgar idi. Bilhassa bu şehir Ebu Ali el- Hasan b. Süleyman zamanında en parlak devrini yaşamıştır.

1. Kara Hitaylar Dönemi

Liao hânedanının inkirâzı üzerine, Çinlilerin büyük bir kısmı gâlip Cürcenlerin (Müslüman kaynaklarında: Çürçit) hâkimiyetini kabul etmiş ve Ye-Lu-Ta-Shi idâresi altında bulunan küçük bir kısmı Batı Moğolistan’daki birçok kavimleri içine almak ve onlar tarafından desteklenmek suretiyle, Asya’nın merkezi olan Türkistan’da Karahitay ismi altında, 1124-1211 yılları arasında 88 yıl süren bir imparatorluk kurmuştur. Coğrafî sahası ve içtimaî teşekkülü ile Çinlilerinkinden tamamiyle farklı olan bu devlet, Moğol istilâsından önceki Orta Asya’nın siyâsi, askerî ve kültür durumunu aydınlatması bakımından mühim bir yer işgal etmektedir. Çin kaynaklarında, Kıtay kavmine VIII. asırdan itibaren tesâdüf edilmektedir. Orhon Kitabelerinde Kıtay (Kıtan) kavmi, Türk sahasının doğu kısmında yaşayan ve Türklerin düşmanı olan bir kavim olarak birçok defa zikredilir. Çinlilerin verdiği malûmata göre, bunlar Mançurya’nın güney kısmında yaşıyorlardı.

X. asrın başlarında Kıtaylar fatih olarak ortaya çıktılar ve Çin’in güney kısmını hâkimiyetleri altına alarak, orada Liao ismiyle, bir hanedan tesis ettiler (916). 840’ta kuzey Moğolistan’da Uygurların yerine geçen Kırgızlar da bu hanedanın müessisi olan Apaoki’nin hâkimiyetini tanımaya mecbur olmuşlardır. Bu zat 924’te bizzat Karakorum’da bulunduğu sırada bir Arap, yani bir Müslüman, sefâret heyetini kabul etmiştir. Bu kayıt Müslümanların havaliye gelişini dair ilk malûmatı teşkil eder. Mamafih bu bir sefaret heyeti olmayıp sadece bir tüccar kervanından ibaret de olabilir. Liao hanedanı 960’tan beri Çin’in güneyinde başkaldıran millî Sung hanedanına karşı muvaffakiyetler kazanmıştır. Ancak 1125’te Kıtaylar bir diğer bir Tungguz kavmi olan Cürcenler tarafından mağlûp edilmişlerdir. Daha sonra Cengiz Han Devri’nde bir fırsatını bularak Cürcenlere karşı ayaklanmışlar ve Moğollara tâbi bir devlet olmak üzere Kıtay imparatorluğunu ihya etmişlerdir. Bu hanedan Cürcenlerden önce ve sonra da Çin kaynaklarınca bir Çin hanedanı gibi telâkki edilmiş ve adları Çin imparatorlarının lâkap ve alâmetleri ile anılmıştır. Yabancı menşeden olan bu hanedan mümessillerinin birer Çin imparatoru gibi telâkki edilmesi Çin tarihinin biricik istisnasını teşkil eder.

Çin’e yerleşmeden önce de Kıtaylar, Çin kültürünü, diğer göçebe kavimlere nispetle, daha çok benimsemiş bulunuyordu. Çok miktarda Şamanizm unsurları ile karşılaşmış olan Budizm, gerek Liao ve gerek Karahitaylarda makbûl bir din olmuştur. Cürcenlerin de daha sonraları yaptıkları gibi, Hıtaylar da, esâsı Çin hiyerogrifleri olmak üzere, hususî bir yazı sistemi vücûda getirmişlerdir. Marquart (SPAW, 1912, s. 500 vd.) tarafından, menşe’ itibârı ile Garplı (belki Uygur örneğine göre) bir yazı sistemi tarzında tefsir edilmiştir. Bugüne kadar bu yazı ile yazılmış hiçbir vesika bulunamamıştır. Fakat Çin yazısı örnek tutularak vücûda getirilmiş işâretler ile yazılı eserlere mâlik bulunuyoruz.[2]

Karahitay bu tâbirin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı mâlûm değildir. Bu tabirin meydana çıkmasının Karahanlılar Devleti’nin yıkılması ile ilgili olması muhtemeldir. Bu tâbirin, bir taraftan Karahitayları eski Kıtaylar ile bağlamak ve diğer taraftan bunları şarkî Kıtaylardan ayırmak üzere, iki vazife gördüğü anlaşılıyor.

Karahitay Devleti’nin hudutları hakkında kaynaklardaki mâlûmat birbirinden az çok farklıdır. 1219’da Orta Asya’yı ziyaret etmiş olan Yeh-lu Chu’u-ts’ai birkaç 10.000 Li’den bahsediyor. Onun muâsırı olan Chang-Chun “her tarafı 10.000 Li” olarak göstermekte ve daha sonra Ting Chien bunun 6.000 Li genişliğinde ve 7.000 Li uzunluğunda olduğunu tahmin etmektedir. Büyük olduğu işaret edilmek istenilen bu imparatorluğun batı hududu -Amu-Derya güneyini- Belh, Tirmiz ve Hotan tâbi eyaletleri, doğusunu Hai-Shia Devleti (Uygurlar da dahilinde kalıyor) ve kuzey hududunu Naymanlar teşkil ediyordu. Buna göre, Karahitay Devleti, merkezi Balasagun olmak üzere, geniş bir sahayı kapsamıştır.

Müslüman kaynaklarında Karahitay hükümdarları hakkında bilgi az ve eksiktir. Çin ve Müslüman kaynaklarında mevcut mâlûmatın birleştirilmesinden, Karahitay hükümdarlarının sırası ve saltanat devirleri aşağıdaki şekilde tespit edilebilmektedir. Yeh-lü-Ta-Shi daha önce idareyi eline almış ve Türkistan’a geçerek, Semerkand’da düşmanlarını mağlup ettikten sonra, imparator ilân edilmiştir. Çin kaynaklarınca kendisi 1124’ten beri hükümdar olarak tanınmaktadır.

  1. Yeh-lü Ta-Shih 1124-1143 (20 yıl) (Te-Tsung)
  2. Kan-tien (kadın) 1144-1150 (7 yıl)
  3. İ-lieh 1151-1161 (13 yıl)
  4. Cheng -tien (kadın) 1164-1177 (14 yıl)
  5. Chih -lu-hu 1178-1211 (34 yıl)

2. Cengizliler Dönemi

Cengiz Devri’nde bölgenin kuzeyinde Uygur, güneyinde de Doglat sülâleleri oluştu. Cengiz’den sonra da bu sülâleler Çağatay Hanlığı’na bağlandı.

Temuçin Moğol kabilelerini birleştirdikten sonra, 1206 yılında açılan kurultayda Cengiz Han unvanını alır,[3] Cengiz Han’ın bu kurultayda kabile beylerine söylediği “Gökte iki güneş ve bir kında iki kılıç olmadığı gibi, bir hanlıkta da iki han olmaz. Gelin benimle birleşin ve benim sağ elim olun” şeklindedir.[4]

Temuçin’i Cengiz Han yapan bu kurultay öncesinde, yıl 1204, Temuçin ile Nayman kabilesinin beyi Tayang Han arasında savaş çıkmıştı.[5] Savaşta Nayman kabilesi yenilir ve dağılır. Ağır yara alan Tayang Han, kaçıp sığındığı yerde çok geçmeden ölür. Bu savaşta Cengiz Han’ın eline esir düşenlerin arasında, Tayang Han’ın yüksek dereceli beyi Uygur Türklerinden olan Tatakun da vardır. Tatakun, yanından çıkardığı altın damgayı Cengiz Han’a teslim ederek, kendisinin bu görevi yerine getirmek için, isteyerek kaçtığını ve esir düştüğünü anlatır.

Cengiz Han, bu altın damganın kendisinin adına kullanılması, aynı zamanda, Türk-Uygur dilinin, yazısının, kanun ve âdetlerinin oğulları ve beylerine öğretilmesi için Tatakun’u görevlendirir. Tatakun hizmetiyle kendini kanıtlar ve Cengiz’in halefi Ögedey’in büyük rütbeli devlet memuru olur. Tatakun’dan sonra da, Cengiz oğulları ve beylerine Uygur yazısını öğreten Uygurların adı kayıtlarda geçmektedir: Karayagaç Buyruk, Mihg Seris, Yolun Timur, Sucis, Şiyban.[6]

Cengiz Han, hanlığını genişletmek amacıyla, 1210 yılında Alp Utuk ve Darbay adlı iki kişiyi elçi olarak Turfan Uygurlarının İdikut devletine gönderir. Turfan İdikut’u (Hanı) Barçuk Art Tegin, Cengiz Han’ın elçilerini kabul eder ve Cengiz Han’a biat ettiğini belirtmek için, gelen elçiler ile beraber Moğolistan’a elçi gönderir. Kendisi 1211 yılında Cengiz Han’ın Kerülen nehri boyundaki karargâhına giderek, Cengiz Han’ı ziyaret eder. Cengiz Han, Barçuk Art Tegin’e hediyeler verir ve kızı İl Altun Hanım’ı ona eş olarak vermeyi kabul eder.[7] Böylece Barçuk Art Tegin 10.000 kişilik birlik ile katılır. Üstün savaş yeteneklerinden dolayı Cengiz Han’ın takdirini kazanır.[8]

Türkistan, Cengiz İmparatorluğu’na katılınca, Cengiz ve halefi Ögedey, imparatorluğun idaresi için, Ürgençli Türk Mahmut Yalavaç ile onun oğlu Mesut’tan faydalanırlar. Mesut’u Moğol beyleri ile beraber Türkistan’ın idaresine bırakıp, Mahmut’u Ordubalık (Pekin) şehrine götürürler. Mesut Bey’in iyi bir idareci, iyi bir eğitimci olduğu, Buhara’da ve Kâşgar’da Mesudiye Medresesi’ni kurduğu bilinmektedir.[9]

Cengiz Han ömrünün sonuna doğru, 1225 yılında imparatorluğunu dört oğluna paylaştırırken, Moğol geleneğine göre, Cengiz Han’ın esas mülkünün en küçük oğula kalması ve her oğlun arazisinin merkeze uzaklığının da yaşı ile uygunluk sağlaması lâzımdı. Cuci’nin (Çoçi) büyük oğul olması itibarıyla en uzak bölgeyi alması gerekirdi.[10] Böylece, büyük oğul Cuci’ye Deşti Kıpçak (Kıpçak Bozkırları), ikinci oğul Çağatay’a bütün Türkistan, üçüncü oğul Ögedey’e Altay, Tarbagatay dâhil Batı Moğolistan, dördüncü oğul Tuluy’a Cengiz’in asıl yurdu verilir.[11]

Baba mülkü yukarıda bahsettiğimiz geleneğe göre taksim edilse bile, büyük han seçiminin bu gelenek ile ilgisi yoktur. Cengiz Han hayatta iken, halef olarak üçüncü oğlu Ögedey’i tayin etmiştir. Böylece 1227’de, Cengiz’in ölümünden sonra, Ögedey büyük han olarak babasının yerine geçer. 11 Aralık 1241’de, 56 yaşında Ögedey ve yine aynı yıl Çağatay ölür. Bir müddet Cengiz’in evlâtları arasında taht kavgaları sürer. Ağustos 1246’da yapılan kurultayda Güyük babası Ögedey’in yerine büyük han seçilir. Çağatay hayatta iken, tahtına vâris ettiği büyük oğlu Kara Hülegü’nün yerine, Güyük’ün desteğiyle Kara Hülegü’nün kardeşi Yesü Möngke oturur. Mesut Bey, bu yeni hükümdarlara güvenemediği için Cuci’nin vârisi Batu’ya sığınır. Fakat, Güyük’ün ölümü üzerine, Tuluy’un büyük oğlu Mengu 1252’de açılan kurultayda büyük han seçilince, Mesut Bey tekrar Türkistan’daki eski görevine getirilir.[12]

Çağatay Hanlığının batı kısmı; Maveraünnehir halkı daha önceden çiftçiliğe dayanan yerleşik ekonomik hayata geçtiği için, o yörenin Moğolları önce Türkleşir. Çağatay Hanlığı’nın doğu kısmı; bugünkü Doğu Türkistan’daki Moğollar, Maveraünnehir Moğollarına nispeten göçebeliği ve Moğolluğu biraz daha devam ettirir. Çağatay Hanlığı’nın bu iki kısmındaki iktisadî ve etnik farklılaşma, gitgide hanlığın siyasî ve manevî varlığının parçalanmasına yol açar. Maveraünnehir insanları kendilerini “Çağataylılar” diye adlandırıp, doğudaki Moğolları “haydutlar” olarak görürler. Doğudaki Moğollar ise, batıdakileri hulmuk “melez”, kendilerini “asil Moğol” olarak kabul ederler.[13]

Çağatay Hanlığı ikiye bölündüğünde, batıda Timur’un mensup olduğu Barlas kabilesi ve onun nüfuzu Maveraünnehir’de ne ise, doğudaki Duğlat kabilesi ve onun nüfuzu Altışehir’de odur. Çağatay Han’ın ölümünden bir yüzyıl geçtikten sonra, Çağatay Han’ın soyu bu iki kabile beyinin eline geçer.

Moğolca Manglay Süye olarak adlandırılan “Altışehir”in adının Cengiz Han tarafından mı, yoksa Çağatay Han tarafından mı verildiği belli olmamakla beraber, Duğlat kabilesinin beyi Urtup’un idaresine verilmiştir. Bu kabileye mensup olan, Tarih-i Reşidî’nin yazarı Mirza Haydar Duglat, atalarını geçmişe doğru şöyle sıralamaktadır: Muhammed Hüseyin – Muhammed Haydar- Emiri Said Ali – Emir Ahmed – Hudaydat- Bulaci. Bulaci, Müslümanlığı ilk defa kabul eden Duğlat beyi olup Urtup’un torunudur.[14]

Herat şehrinde 1508 tarihinde Özbek Hanı Şaybak tarafından öldürülen Muhammed Hüseyin Taşkent’te altı yıl kadar valilik yapmıştır. Muhammed Hüseyin’in oğlu olan Mirza Haydar Duğlat 1499 yılının Ağustos ayında Taşkent’te doğmuştur. Mirza Haydar Duğlat ana tarafından, Timur’un beşinci kuşaktan torunu Hindistan fatihi Babur’un akrabasıdır. Çağatay Hanı Yunus Han’ın kızı olan Babur’un annesi Kutluk Nigâr Hanım, Mirza Haydar Duğlat’ın annesi olan Hub Nigâr Hanım’ın ablasıdır.[15] Haydar Mirza Duğlat’ın amcası Seyit Muhammed Mirza, Seidiye Hanlığı’nın ikinci hanı Abdulreşit Han tarafından 1533’te öldürülünce, bu olaydan korkan Haydar Mirza Duğlat, Timurlular tarafına kaçar ve 1541’de Keşmir’i fethederek, orada devlet kurar. Kendisini korkutan kişinin adına bağışladığı ünlü eseri Tarihi Reşidî’yi burada yazar. O, 1551 Ekim’inde yerlilerin bir isyanı sırasında, okla vurularak öldürülür.[16] Böylece, Haydar Mirza Duğlat’ın ölümüyle Altışehir ve Keşmir’de XIII. yüzyıl ortalarından XVI. yüzyıl ortalarına kadar süren, Duğlat soyunun 300 yıllık saltanatı sona erer.

3. Seidiye Hanlığı (Yarkent Hanlığı)

Çağatay Han’ın on üçüncü kuşaktan, Timur’un beşinci kuşaktan torunu ve Babür’ün dayısı olan Ahmet Alçahan’ın oğlu Seyit Han (1484-1533), uzun bir müddet Babür ile kader birliği yaptıktan sonra, 4.700 kişilik kuvvet ile Artuş üzerinden Kâşgar’a doğru ilerleyecektir. Seyit Han’dan 350 yıl sonra, Ocak 1865 yılında Yakup Bey de bu yol ile Kâşgar’a gelecektir. Seyit Han’ın Kâşgar’ı hedef aldığı o zaman, Kâşgar’da zalimliği ile tanınmış Duğlat beylerinden Abubekir saltanat sürmektedir. O, 1478 yılında Seyit Han’ın dedesi Yunus Han’ı Yarkent civarında yenerek, Kâşgar’ı ele geçirmesinden, Seyit Han’ın Kâşgar’a geldiği 1514 yılına kadar 36 yıl buranın mutlak bir hükümdarı olacaktır. Sayramî’ye göre, “Abubekir kadar zalim padişahın tarihte yine bir benzeri yoktur”.[17]

Seyit Han halkın da yardımıyla Kâşgar, Yarkent, Hoten şehirlerini ele geçirir ve 1514’te Seidiye Hanlığı’nı kurar. Seyit Han devletini güçlendirmek amacıyla birtakım ıslahat girişimlerinde bulunur. Aksu gibi verimli topraklara göç teşebbüsünde bulunur. Hazineden halka mülk dağıtır. En önemlisi, halkın iktisadî gücünü yükseltmek için, halk 10 yıl vergiden muaf tutulur.[18]

Aksu’nun kuzeydoğusu ile Bay’ın batısındaki Arbat (Aravan) denilen yerde, 1516 yılında, Seyit Han ağabeyi Mansur Han ile görüşür ve aralarında, Altışehir’deki bu hanlığı beraber yönetmekten ibaret bir anlaşma ortaya çıkar. Bu görüşmede tarihçi Haydar Mirza Duğlat da bulunur. Seyit Han, Tibet Budistlerine karşı çıktığı cihat seferinde, 2 Ağustos 1533 günü 48 yaşında ölür.[19]

Hanlık ilk önce Kâşgar’ı, sonradan Yarkent’i başkent edinir. Başkentinin adıyla “Yarkent Hanlığı” veya kurucusunun adıyla “Seidiye Hanlığı” olarak bilinen bu hanlığın kurucusu Çağatay soyundan olsa da, tamamen Türk-İslâm geleneğine göre yaşatıldığı için, bu hanlığa Çağatay Hanlığı denilmemektedir. Eğer bu hanlığı kendine özgü bir özelliğiyle izah etmek gerekirse, en çarpıcı kendine özgü bir yönü, hanlığın kuruluşundan başlayarak hocaların koyu etkisi altında kalmasıdır. Hanlığın genel manevî havasına tasavvuf hâkim olduğu için, hanların ve devlet adamlarının askerî ve siyasî fikirleri sınırlı kalır. Dünyada ve komşularında cereyan eden değişiklikleri takip edemezler. Bu yüzden Seidiye Hanlığı siyasî ve askerî bakımdan komşuları ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşamamıştır. Abdullah Han Dönemi’nde (1638/39-1668) kuzey komşuları olan Kalmukların büyük bir askerî güce sahip olduğu bilinmektedir. Buna karşı önlem alınırsa da iş işten geçmiş, her şey Abdullah Han’ın aleyhine, genel olarak Saidiye Hanlığı’nın aleyhine işlemiştir.[20]

Yarkent’te toplanan hocalar arasındaki iktidar mücadelesi, Abdullah Han ile oğlu Yolbars Han’ın arasının açılmasına sebep olur. Abdullah Han, 1662’de Yolbars Han’ı Kâşgar’a vali tayin ederek başkentten uzaklaştırır. Bu tedbir Yolbars Han’ın arkasındaki “Aktaglık” hocaları daha çok gücendirir. “Karataglık” Hocalar ise Abdullah Han’ı destekleyerek, iç savaşı körükleyecektir. Bundan sonra Kâşgar Aktaglık Hocaların merkezi, Yarkent ise Karataglık Hocaların merkezine dönüşecektir.[21]

Hindistan’daki Timuroğulları Devleti ile iyi ilişki kurmaya çalışan Abdullah Han, 1664’te Mir Hacı Pulad’ı elçi olarak Hindistan’a gönderir. O zaman Hindistan padişahı, Babür’un beşinci kuşaktan torunu olan Alemgir (1618-1658-1707), 1665 yılında, Hoca İshak’ı elçi olarak Kâşgar’a gönderir. Fakat, o arada Kâşgar’da kargaşa olduğunu duyunca, Hoca İshak yoldan Hindistan’a geri döner. Sözü geçen kargaşa, Abdullah Han’ın oğlu Yolbars Han tarafından yenilerek, tahtını bırakıp Hindistan’a sığınması sırasında çıkar. Abdullah Han’ın geleceğini duyunca Alemgir, onun olağanüstü bir şekilde karşılanmasını buyurur.

Aktaglık ve Karataglık Hocaların çekişmeleri sırasında yalnız saltanatını değil, hayatını bile sürdüremeyeceğini anlayan Abdullah Han, 1667 yılında Seidiye Hanlığı’ndan ayrılarak, Hindistan’daki Timuroğullarına sığınır. Aktaglık Hocalar ve Aktaglık taraftarı beyler, 1668 yılında Abdullah Han’ın oğlu Yolbars’ı han ilân ederler. Karataglık Şadi Hoca’nın oğlu Abdullah Hoca, kendi taraftarı olan bey ve müridlerini yanına alarak, Aksu’ya çekilir ve orada iken, Abdullah Han’ın kardeşi İsmail’i kendileri için han tayin ederler. Aksu şehrinin Hakim Beyi ile Hoten şehrinin Hakim Beyi, İsmail Han’ı destekler. Karataglıklar işi daha sağlam bir kuvvete bağlamak için, Oyratların iktidar muhalifi Altan Teyci’ye adam gönderip yardım ister. Altan Teyci bu teklifi kabul eder ve asker gönderir. Oyratların iktidarında bulunan Singge ise, Yolbars Han’ı desteklemektedir. Böylece Oyratların da iki taraf olarak askerî kuvvete başvurmaları ile, Aktaglık ve Karataglık Hocaların mücadelesi savaş hâline dönecek, çekişme sahası başkent Yarkent olacaktır. Bu savaşı Yolbars Han kazanır ve Yarkent tahtına oturur. Fakat, bu defa Yolbars Han’ın tahtı yanında başka birisi vardır; bu kişi, Singge’nin yüksek dereceli komutanı Erk Beg’dir. Erk Beg bir müddet sonra, Yolbars Han’a karşı olan kişileri kışkırtarak, Yarkent’te isyan çıkartır. İsyancılar Yolbars Han’ı öldürür. Yolbars Han’ın küçük yaştaki oğlu Abdullatif, han ilân edilir. Abdullatif tahta çıkar çıkmaz annesinin aklı ile isyan eden beyleri kılıçtan geçirir, babasının öcünü almaya kalkar. Erk Beg Kâşgar’a kaçarken, yol üstü Aksu’daki İsmail Han’a haber gönderip, ona Yarkent’i ele geçirmenin tam fırsatı olduğunu anlatır. İsmail Han bu haberi duyunca askerî faaliyete başlar ve 2 Nisan 1670 tarihinde Yarkent İsmail Han’ın eline geçer. Yolbars Han’ın oğlu Abdullatif Kâşgar’a kaçar. İsmail Han Kâşgar’a kuvvet gönderip, Yolbars Han’ın çoluk çocuğunu öldürtür. Aktaglık Hocalar takip edilir.[22]

İsmail Han, ağabeyi Abdullah Han’ın izini takip ederek, Karataglık Hocaları desteklemeye devam eder. Aktaglık Hocaların lideri Appak Hoca, İsmail Han tarafından kovulur. Appak Hoca Keşmir yolu ile Tibet’e geçer ve Budistlerin lideri V. Dalay Lama ile görüşür. Ondan İsmail Han’a karşı yardım etmesini ister. Bu istek, Dalay Lama ve Kalmuklar tarafından hoş karşılanır. Kalmuk komutanları ve Appak Hoca’nın başında bulunduğu 12 bin kişilik Cungar ordusu Yarkent şehrini ele geçirir. Esir alınan İsmail Han ailesiyle beraber İli’ye götürülür. 1678’de cereyan eden bu olay ile, Seidiye Hanlığı topraklarında, 1755’teki Birinci Çin İstilâsı’na kadar sürecek olan 77 yıllık “Hocalar Devri” başlar. Bu devir içinde Hocalar, her yıl Kalmuklara 100 bin madenî para vergi verirler. Bir madenî para 35 gram gümüşe eşit olup, toplam yıllık vergi miktarı, 3.5 ton gümüşe eşittir. Bu vergi Altışehir’deki her aile gelirinin %55’i ile karşılanır.[23]

Seidiye Hanlığı’nın, siyasî ve askerî cihetten güçsüz olmasına rağmen, iktisat, edebiyat ve sanatta birçok gelişmelere sahne olduğu bilinmektedir: Doğu Türkistan tüccarları Çin’e altın, yeşim taşı, yün, deri götürüp, oradan ipek giysi ve porselen alırlar. Hindistan’a keçe, pamuklu kumaş, altın ve Çin mallarını götürüp, oradan baharat getiri rler.[24]

Edebiyat ve sanattaki gelişmelere ise, Mirza Haydar Duğlat’ın TirOh-i ReşOdO’si, Şah Mahmut Çuras’ın TirOhi ReşOdO Zeyli gibi tarihî eserler, o dönemin ürünleridir. Seyit Han ile Seyit Han’ın oğlu Abdulreşit Han’ın ikisi de şairdir. Seidiye Hanlığı’nın en ünlü musikîşinası Kıdırhan Yarkendî olup, onu Abdulreşit Han yanından hiç ayırmazmış. Onun zamanında Seidiye Hanlığı Türk musikîşinaslığının merkezi olur. Irak, İran, Tebriz, Harezm, Semerkant, Endican, İstanbul, Keşmir, Belh ve Şiraz gibi yerlerden gelen müzik heveslileri Yarkent’te toplanırlar.[25] Abdulreşit Han’ın eşi Amannisahan hem şair, hem musikîşinastır. Fakat, Amannisahan’ın eserleri, Amannisahan’dan yüzyıl sonra, Appak Hoca’nın tahta çıktığı sırada yasaklanır ve ateşe verilir.[26]

Sonuç olarak, Seidiye Hanlığı’nın genel durumu için şunları söyleyebiliriz: Bir millî devletin varlığını sürdürebilmesi için, iktisat ve sanattaki gelişmeler yetmeyecektir. Bu gelişmeler ile bütünleşen, komşuları ile rekabet edebilecek siyasî ve askerî güç de gerekecektir.

Seidiye Hanlığı’ndaki genel durumun tersine, Cungar Hanlığı’nda (Oyratlarda) göçebe bir milletin hayat tarzına uygun olarak, devletin bütün varlığını askerî güce dayanarak sürdürdüğü bilinir. Fakat, böyle bir devletin de uzun ömürlü olmayacağını Cungar Hanlığı’nın başına gelenler gösterecektir.

Yunus Han’ın torunları olan Babür, Seyit Han ve Haydar Mirza Duğlat’ın bu üç torununun olağanüstü girişimler ile, tarihin çetin denemelerinden geçerek, üç yörede, Hindistan, Altışehir ve Keşmir’de aynı çağda, XVI. yüzyılın ilk yarısında üç devlet kurmaları bir rastlantı değildir. Cengiz’in ve Timur’un neslinden gelen bu üç şahsiyet, Türkistan tarihinin öyle bir dönüm noktasında doğup büyüyeceklerdi ki, Türkistan’da Çağatay’ın bıraktığı 250 yıllık devlet ile Timur’un bıraktığı 150 yıllık devlet, artık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Böylece Çağatay ve Timuroğulları da yok olup tarihten silinebilecektir. Bu bütün bir devletin, bütün bir neslin başına çöken kara günler, ölümkalım savaşının doğurduğu o acımasız kanlı olaylar, Türkistan bozkır doğasının o sert iklimi, bu üç şahsiyeti, insanlarda olabilecek bütün yetenekler ile beraber doğurup, yoğurup büyütecektir. Onlar büyük bir asker, büyük bir devlet adamı olarak tarih yarattıkları gibi, büyük bir ülkücü, büyük bir yazar olarak Babur’un VekiyO’si, Haydar Mirza Duğlat’ın TirOh-i ReşOdO’si gibi ölümsüz eserler ile tarih de yazacaklardır. İşte onların sayesinde Çağatay Devleti Doğu Türkistan’da yine 150 yıl, Timur Devleti Hindistan’da yine 350 yıl yaşayacaktır.

Dr. Erkin EMET

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 469-476


Dipnotlar :
[1] Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İstanbul 1981, s. 36-7.
[2] Hıtay diline ait Çince bir lûgat için bkz. P. Pelliot, JA, seri 2, IV. 174.
[3] H. H. Howorth, History of the Mongols From th to 19 th Century Part. I. The Mongol Proper and the Kalmuks, Londra, 1876, s. 64.
[4] H. H. Howorth, a.g.e., 1876, s. 62.
[5] Liu Zhi Shiao, a.g.e., Pekin 1988, s. 499.
[6] Liu Zhi Shiao, a.g.e., 1988, s. 501; B. Ögel, Sino -Turcica, Tai-Pei, 1964, s. 25.
[7] Liu Zhi Shiao, a.g.e., 1988, s. 468.
[8] Liu Zhi Shiao, a.g.e., 1988, s. 227.
[9] W. W. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Ankara 1990, s. 506-507.
[10] W. W. Barthold, a.g.e., s. 417.
[11] Liu Zhi Shiao, a.g.e., s. 276.
[12] H. H. Howorth, a.g.e., 1876, s. 158, 161, 163, 164, 188.
[13] Şin Cangning Kiskiçe Tarihi, Ürümçi, 1984, s. 302-303.
[14] Şin Cangning Kiskiçe Tarihi, Ürümçi, 1984, s. 304.
[15] Dughlat, Mirza Muhammed Haydar, A History of the Moghuls of Central Asia, Londra, 1972, s. 9.
[16] Dughlat Mirza Muhammed Haydar, a.g.e., s. 22.
[17] Musa Sayrami, Tarih-i Hamidi, Pekin, 1986, s. 123.
[18] Musa Sayrami, a.g.e., 1986, s. 123-124.
[19] Dughlat, Mirza Muhammed Haydar, a.g.e., 1972, s. 143.
[20] Mehmet Emin Buğra, a.g.e., 1987, s. 380.
[21] Liu Zhi Shiao, a.g.e., Pekin 1988, s. 811-815.
[22] Uygurlarning Kiskiçe Tarihi, s. 319-321.
[23] Uygurlarning Kiskiçe Tarihi, s. 343.
[24] Mehmet Emin Buğra, a.g.e., 1987, s. 381-382.
[25] Mucizi, Molla İsmetulla Binni Molla Nimetulla, Tevarih-i Musikiyyun, Pekin, 1982, s. 33-34.
[26] Mucizi, Molla İsmetulla Binni Molla Nimetulla, a.g.e., Pekin, 1982, s. 12.
1 yorum
  1. Vâris ÇAKAN diyor

    Tarihi Tarihçilerden öğrenmek lazım. Müellif tarihçi olmadığı halde “Karahanlılar ve Uygurlar” adlı bu makaleyi(makale denirse tabii) yazmış.Yazan da yazdıran da burada tarih ilmine saygı göstermemiş. Halbuki “Türkler” adlı bu dev Tarih külliyesinin yazıldığı 2000’lı yılların başında Türkiye’de ve Türk Dünyasında Karahanlılar dönemi ve sonrası Uygur tarihini çalışan epey tarihçi vardı.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.