Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Karadağ Ordusu ve İlk Bozgun

0 15.951

Doç. Dr. Caner ARABACI

Karadağ ordusu, 18-62 yaş arası, savaş zamanı 37.200’e çıkabilen, ağır silahı, yük arabasından başka arabası, sağlık ekipleri olmayan bir yurtiçi savunma gücüdür (Andonyan, 1999, 257). Fakat cesareti öne çıkaran, dağ yasası Karadağ’a egemendir. “Bir korkak bulunursa, silahları derhal alınacak ve yaşadığı sürece artık bir daha hiç silah taşıyamayacak. Ebediyen şerefsiz sayılacak, hiçbir iş yapmayacak. Bir önlük giydirilecek ona, böylece göğsünde bir erkek kalbi çarpmadığı anlaşılacak” türü yasa, dağlılar arasında hükmünü yürütmektedir (Andonyan, 1999, 255).

İLK BOZGUN

İşkodra yolundaki ilk çarpışmalarda Detçiç, İşkipçanik, Tuzi’deki Osmanlı kuvvetleri, belli bir direnmeden sonra komutanları ile birlikte teslim olur. 82 subay, 3-4 bin er yanında sekiz bin mavzer, bin beş yüz martin, dört mitralyöz, 11 top ele geçirilir (Andonyan, 1999, 262). İşkodra’yı kuşatmak üzere ilerleyen Karadağ kuvvetlerine karşı, durum İstanbul’da şaşkınlıkla karşılanır. İlk iş, askeri makamlarca, 17 Ekim’den itibaren İstanbul’da yayınlanan bütün gazetelere sansür koymak olur (Andonyan, 1999, 265). İpek, Taşlıca, tüm Novi Pazar düşer. Sırplar Prizren’i işgal eder.

Bütün cephelerde hayret ve şaşkınlık uyandıracak bir bozgun havası vardır. Bulgarlarla savaşılan Kırklareli, Lüleburgaz, Çatalca hattı hepsinden önemli ve tehlikelidir.

KIRKLARELİ

Balkan Harbinin kaderini belirleyen garip yenilgilerin öncüsü durumundadır. 28 Ekim 1912 sabahı İstanbul’a felaketin duyurusu yapılır.

Bulgarlara karşı savaşan üç tümenden oluşan III. Kolorduya Mahmut Muhtar Paşa kumanda etmektedir. Sadrazam babası yanında, Bahriye Nazırı olan Mahmut Muhtar, hükümeti ve bakanlık görevini bırakarak cephede görev istemiş, Üçüncü Kolordu komutanlığına yeni atanmıştır (Lauzan, 44). 17 Ekim 1912’de Kırklareli’ne gelerek görevine başlar. Seferberliğin çok geri ve eksikliklerin pek çok olduğunu görür. Kolordusunda 23 bin asker vardır (Mahmut Muhtar, 2012, 9). 18 Ekim’de Bulgarlar, sınır kalelerine saldırmaya başlamıştır. 20 Ekim’de ilk bozgun işaretini astsubay birliği gösterir: “Erikler civarında bulunan Küçük Zabit Mektebi az bir düşman birliği karşısında bütün ağırlıklarını gece yollarda bırakarak, telaşla Kırkkilise’ye dökülüp” gelmiştir. Paşa ertesi gün, “iki tabur ve bir cebel (dağ) bataryasından meydana gelmiş birlik göndererek, sebepsiz yere terk edilmiş olan arabaları” kurtartır. Düşman bir dehşet uyandırma politikası ile sınır üzerinde, önüne rast gelen İslam köylerini yakarak ilerlemektedir. Elbise, erzak, para, keşif için süvari sıkıntısı vardır. Kırklareli’nde, iki uçağımız da bulunmaktadır. Fakat birinin makinesi bozuk, diğerinin pilotunun eli yaralanmıştır. Dolayısıyla ikisi de kullanım dışıdır (Mahmut Muhtar, 2012, 10-13, 20).

İstanbul’u işgal, II. Abdülhamit’i hal, Yıldız Sarayı’nı yağma konusunda atak olan bazı rütbeliler, Bulgar karşısında elbise, erzak, para, at yokluğundan keşfin bile yapılamadığını ortaya koymuşlardır. Orduda hazırlık, düşmana karşı, vatan savunması için değil içe karşıdır.

Savaşı fiilen yöneten kumandanlarımızdan olan Mahmut Muhtar, savaş alanından garip örnekler verir. Kolordusu ile taarruza hazırlanmaktadır. Fakat sabah erken atlara binmek üzere iken, Şükrü Bey tümeninin kaçmakta olduğu haberini alır. Dörtnala çıkar. “Kendimi, can korkusu ile kaçıp gelmekte olan karma karışık redif askerleri[1]ve bataryalar içinde buldum. Bütün maiyetimle hemen kılıçları sıyırarak askerleri zorla çevirmeye giriştim. Bir saat kadar olağanüstü uğraştıktan sonra” Petra’nın kuzeybatısındaki sırtları tutmak, kuzeydeki ormanı “işgal ettirerek kaçışın önünü almak ve tekrar düşmana yüz çevirtmek mümkün oldu” der. Paşa, bu durumun sebebini de anlatır. Avcı hattındaki birlikler, hiçbir güvenlik tedbiri almadan yatıp uyumuşlardır. Sabaha karşı bir tabur Bulgar yaklaşır. Görüldüklerinde de yanıltmak için, “Padişahım çok yaşa” diye bağırırlar. Redif askeri, düşman mı değil mi karar veremez. Ateş de etmezler. İki yüz metre yaklaşan Bulgarlar, ateş açınca da kaçış başlar. Bu taburun kaçışına, diğerleri de katılır. Yedekler, kaçışı önleyecek yerde onlar da eklenir. İleri hattaki, asker, yedek, bataryalar ne varsa hepsi kaçmaya koyulur. İşte bu kaçış önlenip, yeniden asker sipere sokulmuştur. Fakat tam rahatlandığı sıra sol kanat, sebepsiz yerlerini terk ederek tepeden aşağı akmaya başlar. Petra’nın ileri ve batısındaki avcılar da onlara katılır. Artık kumandanda, “ne ses ve ne de atlarda hal ve kuvvet” kalmıştır. Kaçışın önü alınamadığı gibi, savunma mevziinde durdurmak da mümkün olmaz (Mahmut Muhtar, 2012, 26-27).

Kırklareli’ne geldiklerinde halk şehri boşaltmıştır. Bir topçu kumandanı, mermi bittiği için topları mevzilerden almak gerektiğini bildirir. Yalnız topları almaya, piyade de yoktur. Toplar yerinde kalsın, cephane ikmal edin emrini verir. Yavaşça çekilmesini emrettiği Hasan İzzet Paşa emrindeki birliğin çoğu, “geceden kaçmış” kalanlar da gerileme sırasında dağılmış, İzzet Paşa, Vize’ye kadar tek başına gelmiştir. Harp alanından farklı bir örnek daha verir. Kumandan 21. Alay komutanına güvenmemektedir. Alayın başına, bir tümen kurmayı yüzbaşıyı görevlendirir. Savaşı kurmay idare etmektedir. Ateş hattının gerisinde bir taşın ardına gizlenen alay kumandanı, kurmay yüzbaşının aldığı bütün tedbirleri, “akılsızlığı ve ahmaklığı sonucu tamamen” bozar. Gece alaylarda bozgun olmuştur. “Subaylardan bir kısmı aileleri derdine düşerek bırakıp gitmişler. Askerin büyük kısmı etraf köyler halkından olduklarından karanlıktan istifade ederek onlar da kaçmışlar”dır (Mahmut Muhtar, 2012, 30-32, 35). Kırklareli’nden Vize’ye çekiliş başlamıştır.

Kırklareli’nden çıkışta Vize şosesini tamamıyla, topçu, araba, asker ve muhacirler kaplamıştır. “Hepsi akın halinde kaçmakta”dır. Kolordu kumandanına artık bir iş kalmıştır: Vize telgrafhanesine gidip, ordu kumandanına durumu bildirmek. Kolordu top, cephane ve ağırlıklarının yarısına yakını, saplanıp kaldığı için kurtarılamamıştır. Fakat şu tespit acıdır: “Bu geriye kaçışın hiçbir mağlubiyet sonucu olmadığı ve hiçbir düşman baskısı altında ve takibinde olmaksızın meydana geldiği düşünülünce büsbütün acı duymak ve ümitsiz olmamak mümkün değildi.” Paşa, 24 Ekim sabahı Pınarhisar’a ulaşmıştır. Akşamdan gelmiş olan bir redif taburu vardır. Onunla kaçışın önünü almayı düşünür. Sabah kalktığında tabur yoktur. “Düşman süvarisi geliyor” söylentisi üzerine, Kaza Kaymakamı ve telgraf memurları da kaçmıştır. “Kısmen savaşsız ve panik halinde bir çekiliş karşısında bulunduk” diyen Paşa, Yedinci Tümen piyadesinin de yerlerini terk ederek kaçmaya başladıklarını, rediflerin de bunlara katıldığını, “bir kısmının trenle” kaçtığını belirtir. Yedinci Tümen komutanı ve kurmayı, Kolordu karargâhının gizlenmesi ve korunması için asker bulunmadığını belirterek, süratle çekilmekte ısrar eder. Yollar, şiddetli yağmur yüzünden batak haline gelmiştir. Bu yüzden toplar ve top arabalarının büyük kısmı saplanıp kalır. Psikolojik bozgun katlanarak artar. 16. Kolordunun beş taburu ile topçu alayı, 23 Ekim’de Pınarhisar’dan Yenice’ye doğru yola çıkmıştır. Kırklareli-Vize yolunu savunacaktır. Bu kolordu piyadeleri, Muhtar Paşa’nın kaçan askerlerini görünce, “onlar da dağılarak birlikte kaçmağa” koyulur. “Askerî tarihte bu ölçüde sebepsiz bir geri çekilişe ve kaçışa rast gelinemez. Bulgarlar savaş yapmadan çok büyük bir zafer kazanmışlardı. Türkler de hiçbir baskı görmeksizin yalnız yağmur ve çamur yüzünden savaş malzemesinin üçte birini terk ederek bozguna uğramışlardı.” Bulgarlar da şaşırmış olmalı ki, Pınarhisar ve Kırklareli’ni, 24 Ekim Perşembe günü öğleden sonra ikiye kadar işgal etmezler. 25 Ekim’de, Pınarhisar işgal edilmemiştir. “Bolu Taburu’ndan bir bölük geri çekilişe katılmayarak ve gecenin gelişiyle durumdan da haberi olmayarak mevzide kalmıştır. Bu bölük ertesi sabah düşmanın da birçok kayıp vererek kaçmış olduğunu görmüş ve savaş meydanında kalmış olan elli kadar yaralımızı da toplayarak Vize’ye dönmüştür.” Kaçış, yağmacılığı da beraberinde getirmiştir. Bunlardan yedi asker, birlikleri önünde idam edilir. Saray’da asker yağmacılığı, kaymakamın evine saldırmaya kadar ileri gitmiştir (Mahmut Muhtar, 2012, 37-40).

Kaçış, düşman baskısı ve mağlubiyet sonucu olmadığına göre nedendir? Mağlubiyetin kafada, yürekte benimsendiği bir çöküş dönemi yaşanmaktadır.

Vize’de, on bin askere, üç-dört bin okka ekmek bulma telaşı başlar. Çevredeki Hıristiyan köyleri de fırsat bulmuştur. Ekmek vereceklerine, “yanlarından geçen asker ve zabitleri” öldürürler (Mahmut Muhtar, 2012, 43). Doğu Ordusunun diğer kolorduları da aynı vaziyettedir. Ordu komutanı, astı olan Mahmut Muhtar Paşa’ya telgraf çekerek, Bahriye Nazırı sıfatı ile hükümete, “bu şartlar altında savaşa devam etmenin mümkün olmadığını” bildirmesini ister. Paşanın kanaati, ordunun Çatalca hattı gerisine alınarak yeniden kurulmasıdır. Paşa teşekkürü Bulgarlara eder: “Teşekkür olunur ki Bulgar ordusu takip etmedi ve bize kendimizi toparlamak için zaman verdi” (Mahmut Muhtar, 2012, 44).

Bir başka anlatım da önemlidir. Tümenlerden birinin kumandanı Aziz Paşa[2], 27 Ekim’de diğer tümen kumandanlarına, başındaki komutanına haber vermeden, üstelik gece saat 22’de bir “çıkış harekâtı” emreder. Komutan, “hazırlıksız olmalarına rağmen, ne mevkileri, ne sayıları hakkında doğru bilgi sahibi olmadıkları üstün düşman kuvvetlerine karşı saldırıya” geçmiştir (Andonyan, 1999, 466). Korkunç karanlık içinde başlayan saldırıda, ilk andan itibaren mangalar arasında irtibat kaybedilir. Kimin kime ateş ettiği belli değildir. İki taburumuz, düşman zannederek son kurşunlarına kadar, karanlık içinde birbirlerini vurur. Kargaşa, çaresizlik üstüne, Bulgar karşı ateşi ile “firar başlar”. Çevre köyler, “ellerindeki silahlarla çılgın gibi geri hatlara”, cin çarpmışcasına koşan askerleri görürler (Bardakçı, 2002, 320). “Baruta ateş değmiş gibi firar bir anda” alevlenmiştir. Müthiş ve oldukça feci bir kaos ortamı doğmuştur. Gece uyandırılan Mahmut Muhtar Paşa, hemen giyinip kaçanların önüne dikilir. Boş yere durdurmaya çalışır, bağırıp çağırır. “Geri dönmezlerse yalnız başına kurmay heyeti ile birlikte düşman üzerine saldırıp intihar edeceğini” söyler. Asker, dinlemez. Çil yavrusu gibi dağılmıştır. Paşa’nın yaverleri, geri çekilmek gerektiğini zannederek karargahı boşaltmışlar, evraklar, eşyalar, haritalar, planlar, hatta memurların sicil dosyaları bile bırakılmıştır. Yalnız emir erlerinden biri, komutanın kahve takımını götürmeyi akıl etmiştir. Kurmay heyetten bazıları, Kırklareli istasyonunda trene atlayarak tehditle harekete geçirirler. Gar memurunun, “hat üzerinde tren var” uyarısına kulak asmazlar. Hareket ettikten üç km. sonra, savaş malzemesi taşıyan bir diğer tren önlerine çıkıverir. Gece yarısı büyük bir çarpışma yaşanır. Toplar, mermi sandıkları vagonlardan çıkarılır. Ne ileri ne geri götürülebilir. Hepsi çamurlar içine öylece bırakılır. Kimsenin kumandası, kimseye sökmez olmuştur. Kimse kimseye itaat etmemektedir. “On beş bine yakın asker, o gece dehşete bürünmüş bir halde Babaeski’ye oradan da 100 km. uzaklıkta sahilde bulunan Tekfurdağı’na kadar” kaçarlar. Marmara sahillerinde duran askerde ne fişek ne teçhizat kalmıştır. “Açlıktan bir mısır koçanına bir tüfek satıyorlardı. Az kalsın Arabistan’a kadar kaçacaklardı. Şu korku, dünyanın en cesur milletini ne berbat bir duruma sokuyor?” Gece bitmiş, fırtına dinmiştir. 24 Ekim günü sabah Bulgarlar, dört koldan ilerleyerek Kırklareli önlerine ulaşırlar. Mevzilerde kimse gözükmemektedir. Siperler boşalmıştır. “Bulgar askerleri son derece ihtiyat içinde ilk istihkamlara ulaştıklarında Osmanlı süvarileri ve askerleri yerine çocuklar ve kadınlardan oluşan bir kalabalık ve ellerinde çiçeklerle kendilerini bekleyen bir toplulukla” karşılaşırlar (Lauzan, 46-48).

Fransız gazeteci, kolorduda subay ve astsubay miktarının olması gerektiğinden çok az olduğunu tespit etmiştir. Fakat var olan subaylardaki “ruhsal yapı” farklıdır. Gözü kara, cesaretle orduya başvurmuş bir kumandan için, “ne olurdu biraz da inancı olsaydı” der. Subayların zafere inancı yoktur, “Öleceğiz diyorlar ama zafer kazanacağız sözü ağızlarından çıkmıyor..” tespiti önemlidir (Lauzan, 49-50).

Yalnız, savaşı beceremeyen bu ordunun komutanları, politikanın her dalında aktiftirler. 

Hariciye Nazırı, gazetecilere bozgunu, yüzü hafif sararmış şekilde verir: “Tarihimizde şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir facia meydana geldi. Ordumuz Kırklareli’nden firar etmiş, mağlup ve mahcup bir şekilde korku içinde yerinden ayrılmış..” (Lauzan, 42). 

Felaket haberi İstanbul’a gelince, Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa istifa eder. Yerine Kâmil Paşa geçer. Düşüncesiz gece saldırısıyla Kırklareli felaketinde rol oynamış olan Aziz Paşa, görevden alınır. İki yüzden fazla subay, astsubay ve er, paniğin müsebbibi olarak kurşuna dizilir.  Felaket karşısında İstanbullu zengin Müslümanlar kayıtsızdır. Varlıklılar, göçmenlerin dramı, açlık ve hastalıklardan bitkin, ölüm derecesine varan Osmanlı askerlerinin “yürekler acısı sefalet ve ıstırabı karşısında kayıtsız” kalırlar (Andonyan, 1999, 466-467).

Fakat bozgunu hazırlayan komutan geçici olarak görevden alınsa da ardından başka bir tümen komutanlığına atanır. Çünkü “o, İttihat ve Terakki’nin yakınıdır. Varlığını cemiyete adamıştır.” (Bardakçı, 2002, 321).

Fransız savaş muhabiri, ilk göçmen kafilesine İstanbul’dan yirmi km. ötede rastlar. Ondan sonra kafilelerin ardı hiç kesilmez. “Fakirler, ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar”, “kendilerini kovalayan görünmeyen güçlerden korkarak şaşkın ve telaşlı bir şekilde kaçıyorlardı. Hepsinin iki üç parça ıvır zıvırı vardı. Kimi eşyasını omzunda, kimi el arabasında taşıyordu. Bazısı da eski bir manda arabasına doldurmuş götürüyordu. Hepsinin yüzlerinde korku izleri, hepsinin durumlarında tam bir şaşkınlık vardı. Köyler boşalmıştı.” Çatalca’dan sonra artık yol da yoktur. “Çamurlar içinde bata çıka ilerliyor, bizim gittiğimiz yönde ilerleyen acayip bir kafileyi geçiyorduk. Bu kafile adeta kıyametten önceki döneme ait birtakım toplardan oluşuyordu.” (Lauzan, 62).

[1] Redif: Nizamiye sınıfından sonra gelen silahlı sınıf.

[2] Stephan Lauzan, bu tümen komutanına Rıza Paşa demektedir (Lauzan, 45).187

1. 100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ
2. BALKAN HARBİNİN HABERCİSİ 93 HARBİ
3. BALKANLAR’DA IRKÇILIK FESADI VE SEBEPLER YIĞINI
4. BALKANLAR’DA İTTİFAK
5. BALKANLAR’DA SAVAŞ
7. LÜLEBURGAZ
8. ÇORLU, ÇATALCA, KUMANOVA ve ASKERİN ÇARESİZLİĞİ…
9. İNANCINI YİTİREN ORDU YENİLİR
10. İŞKODRA, ÇATALCA, YANYA…
11. BALKAN SAVAŞINI NASIL KAYBETTİK?
12. JÖN TÜRKLER VEYA KÜLTÜREL VATANIN KAYBI, COĞRAFİ VATANIN GİTMESİ DEMEKTİR
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.