Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kafkasya’da Türk İzleri

1 19.569

Turan CAN

Giriş

Kafkaslar, dünyada çok merak edilen, fakat az bilinen coğrafyalardan biridir. Türkiye’nin doğal hinterlandında olmasının yanında, soydaşları da yaşadığı için Türkler ve Türkiye tarafından en çok bilinmesi gereken yerlerden biride Kafkasya’dır. Kafkas halklarının dünyada en çok yaşadığı ülkede Türkiye’dir. Ancak Kafkasya’nın coğrafi konumu ve üzerinde yerleşik bulunan halklarla ilgili yeterli bilgi ve birikimden de yoksun olan yine Türklerdir.

Kafkasya ile Anadolu birbirini bütünleyen parçalardır adeta: Kafkasya’nın Batı’ya açılan kapısıdır Anadolu. Anadolu’nun Orta Asya’ya, İdil-Ural bölgesine uzanan geçidi ise Kafkasya’dır. Birbiriyle böylesine iç içe bu coğrafyada yaşayan kültürlerin birbirini etkilemesi de kaçınılmazdır.

Kafkasya, tarih boyunca Türklerin Anadolu’ya göçleri sırasında güzergâh olarak kullandıkları bir bölgedir. Bu bölge aynı zamanda tarihte Türkler, Ruslar ve İranlılar arasında sık sık mücadele sahası olarak da kullanılmıştır. Üç büyük milletin hâkimiyet mücadelesi verdikleri bu coğrafyada bugün bambaşka şekillenmeler söz konusudur. Azerbaycan petrolleri nedeniyle, yıllardır bölgeye uzak kalan batılı devletlerin de, bugün çıkar sahası olarak gördükleri Kafkaslarda, yarının nasıl şekilleneceğine karar verecek olan bölge halklarının bugünden tedbir alması, strateji belirlemeleri de bir zorunluluktur.

Kafkas Dağlarıyla doğal bir kale görünümünde olan Kuzey Kafkasya çeşitli kültürlerin binlerce yıldır kesiştiği dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Jeopolitik açıdan geçiş bölgesi olması dolayısıyla, Kuzey Kafkasya pek çok devletin ilgi alanını oluşturmuştur. İskitler, Sarmatlar’dan miras kalan Kuzey Kafkasya içinde barındırdığı doğal zenginliklerden, stratejik konumundan ötürü tarih boyunca çatışma ve savaşlardan kurtulamamıştır. Dolayısıyla genelde Kafkasya ve özelde de Kuzey Kafkasya’nın insanoğlu var olduğundan beri mücadele sahası olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Yapay sınırlarla etnik açıdan bölünen, zorunlu göçe tabi tutulan Kafkas halkları yüzyıllarca ideolojik, kültürel, siyasi ve ekonomik açıdan baskı ve işgallerle karşı karşıya kalmışlardır.

Kuzey Kafkasya’nın en önemli bölgelerinden biri olan, Dağıstan, Rusya federasyonuna bağlı ve onun en güneyinde, 50 bin km. yüzölçümünde, yaklaşık üç milyona yakın nüfusa sahip özerk bir cumhuriyettir. Kafkasya mozaiğini en iyi yansıtan özelliğe sahip, ülkede çoğunluğunu Türk kökenli 35 etnik grup yaşamaktadır. Bu grupların en kalabalığı Avarlar olmasına karşılık, etnik grupların genel nüfus içindeki ağırlıkları son derece azdır. Bölgede etnik grupların birleşeni ırkı değil, inanç sistemi olan dinidir.  Bu yüzden ülkede en hâkim kimlik İslam olmuş. “İslam Milleti” ifadesi genel bütünlüğü tanımlamak için kullanılmaktadır.

Tarihte özgürlük mücadelesinin en yoğun yaşandığı toprak parçalarından biri olan Dağıstan’ın günümüzdeki stratejik önemi, başta Rusya, ABD, İran ve birçok batılı ülkenin ilgisini çekmektedir. SSCB’nin dağılmasının ardından tam bağımsızlık mücadelesi veren Dağıstan, hedefine varmak için barış, özgürlük ve kalkınma çabaları içindedir.

Dağıstan Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya’nın doğusunda yer alan dağlık bir bölgedir. Dağıstan, Kafkas ülkeleri arasında en yoğun nüfusa ve en geniş yüzölçümüne sahip bir ülkedir. Kafkasya’nın iki büyük doğal geçidinden birisi üzerinde bulunan Dağıstan, yüzyıllar boyunca bu stratejik öneminden dolayı birçok devletin işgaline uğramıştır. 13. yüzyılın başında Dağıstan, Moğol ve Tatarlar tarafından işgal edilmiş, daha sonrada Selçuklular, Osmanlılar ve İranlıların hâkimiyeti altına girmiştir. 1813 yılında imzalanan Gülistan Antlaşması’ndan sonra da Rusya’nın hegemonyasına girmiştir. Kafkas Savaşı sırasında (1817-1864) Kafkas Dağlıları sömürgeye karşı cihat hareketi yürütmüşlerdir. 20 Ocak 1921 tarihinde bölgede Dağıstan Sovyet Sosyalist Muhtar Cumhuriyeti Kurulmuştur. SSCB’nin dağılmasından sonra Dağıstan Özerk Cumhuriyeti bölgede varlığını sürdürmektedir.

Nüfusun Etnik Dağılımı 

Dünya’da, Dağıstan’daki kadar birbirinden farklı toplulukların bir arada yaşadığı başka bir bölge bilinmemektedir. Dağıstan’da yaklaşık olarak 102 etnik grup bulunmaktadır ve bu gruplar üç büyük dil ailesine mensup dilleri konuşmaktadır: Dağıstan-Nahk ailesi, Türk Altay dilleri ailesi, İndo-Avrupalı dilleri ailesi, Dağıstan nüfusunun % 99,9’unu oluşturan gruplar arasında Avarlar, Dargiler, Kumuklar, Lezgiler, Ruslar, Laklar, Tabasaranlar, Azeriler, Çeçenler, Noğaylar, Yahudiler, Rutular, Agullar, Ukraynalılar, Ermeniler, Tatarlar ve Tsahurlar bulunmaktadır. Bu özelliğiyle adeta kavimler mozaiği görünümünde olan, Kafkasya dünyanın nadir bölgelerinden biridir. Jeopolitik açıdan Kuzey Kafkasya, Avrupa ile Orta Asya arasında geçiş köprüsü niteliğindedir. Bölgenin stratejik önemi tarihi yönlendiren çok sayıdaki gelişmelere tanık olmuştur. Kafkasya’ya tarih boyunca bölge dışından gelen çeşitli kültür ve medeniyetler Kafkas halklarının kendi kültürleriyle birleşerek günümüzdeki Kafkas kültürünün meydana gelmesinde önemli rol oynamışlardır.

Bu kadar çeşitli bir etnik yapının olduğu Dağıstan bölgesinde, yukarıda da görüldüğü üzere, birçok dil konuşulmaktadır. Bölgede küçük gruplar bile kendilerine has dilleri konuşmakta, bu yüzden bölgeye “diller dağı” da denilmektedir. Dağıstan dilleri, Doğu Kafkas dilleri grubuna dâhildir. İslam’la birlikte Arapça Dağıstan dillerini de etkilemiştir. Dağıstan’da okur-yazar oranı %100’e yakındır. Eğitim dili Rusça olduğu için, diğer bölgelerde olduğu gibi Dağıstan’da da iletişim dili Rusçadır. 1917’deki Ekim devriminden 1930 yılına kadar Dağıstan’da eğitim-öğretim ilkokullarda mahalli dillerde, orta mekteplerde ise Türkçe yapılıyor ve devlet dili olarak da Türkçe kullanılıyordu. 1930’da aydınlar arasında resmi dilin Türkiye Türkçesi olması konusunda tartışmalar cereyan etmiş, sonrasında Rusça resmi dil olarak kabul edilmiştir. Günümüzde ise Dağıstan’da yaşayan pek çok ayrı ırktan halk, kendi aralarında ana dillerini, ortak anlaşma aracı olarak da resmi dil olan Rusçayı kullanmaktadır.

Bölgedeki Dinler

Bazı dinlerin bölgeye gelişi, Hazaralar kuzeyden bölgeye gelirken aynı zamanda da güneyden Arapların bölgeye nüfus etmeye çalışmaları sonucunda, Hazaralar ile Araplar arasında çetin savaşlar meydana gelmiştir.

Araplar ele geçirdikleri yerlerde İslamiyet’i yaymaya başlamışlardır. İslamiyet bölgeye ilk olarak 8. yüzyılda Ebu Müslim önderliğindeki Arap kuvvetlerinin Hazar Türklerine saldırması sonucu bölgede inanç sisteminde değişiklikler meydana gelmiştir. Bu sırada Dağıstanlılar ve Çeçenler İslamiyet’i hemen kabul edip Müslüman olmuşlardır. Diğer toplulukların İslamiyet’i kabul etmesinde Araplar değil, Osmanlı İmparatorluğu etkili olmuştur. Bu yüzden de İslamiyet Kuzey Kafkasya’nın batısı ile doğusunda farklı etkileşimleri ortaya çıkarmıştır. İslamiyet ile 8. yüzyılda Araplar vasıtasıyla tanışan daha sonraki yıllarda İslamiyet’i yavaş yavaş kabul eden Dağıstanlılar ve Çeçen-İnguş halkı Şafi Mezhebine dâhil olurken; İslamiyet’i 17-18. yüzyıllarda Osmanlı vasıtasıyla tanıyıp kabul eden Çerkez, Abaza, Karaçay-Malkarlar Hanefi Mezhebini benimsemişlerdir.

Dağıstan nüfusunun % 97’si Müslümanlardan oluşmaktadır. Bölge İslam’la yedinci ve sekizinci yüzyıllarda tanışmıştır. Kırsal kesimde yaşayanların neredeyse tamamı Müslüman nüfustan oluşmaktadır. Müslümanların %97’si Sünni, %3’ü ise Şii’dir. Dağıstan’da az sayıda da olsa Hristiyan ve Yahudi bulunmaktadır. Moğol işgaline uğrayan ve kültürel olarak da yerle bir edilen Dağıstan’ı Osmanlı devleti imar etmiştir. Türk-İslam kültürü Osmanlı İmparatorluğu döneminde tüm Kafkaslara ve Dağıstan’a yayılmıştır. Son yıllarda tespit edilen kayıtlara göre Dağıstan’da 1670 cami, 7 kilise, 4 sinagog, olduğu belirtilmektedir. Hac farizasında Rusya Federasyonunda en fazla hac farizasını yerine getiren bölge Dağıstan bölgesi olmuştur.

19. yüzyılda Kafkasya halkının hayatında din, bu bölgeyi çevreleyen sarp dağlar kadar güçlü bir unsurdur. O etkisini bölgenin bir ucundan diğer ucuna kadar aynı kuvvette hissettirmiştir. Kafkasya’da yaşayan insanların hayatlarının hiçbir yönü, onlar arasında din kadar birleştirici bir unsur olamamıştır. Dini toplantılar, insanların dağları aşarak bir araya gelmelerinde büyük rol oynamıştır. Bu insanlarda göze çarpan aile bağlılığının onların dini inançlarından kaynaklandığını söylemek mümkündür.

Coğrafi Yapı ve Doğal Kaynaklar

Dağıstan adı bir kavmi değil, coğrafi-topoğrafı bir anlam ifade eder. Rusça’da da “Dağlar ülkesi” anlamında Strana Gor ifadesi kullanılmaktadır. Dağıstan coğrafi açıdan beş bölgeye ayrılır: Birinci bölgede Kafkas Dağları ve Dağıstan iç platosu yer alır. Dağlar arasından Hazar Denizi’ne akan sulak, Samur ve Kurak gibi ırmaklar buralardan derin vadi ve uçurumlar meydana getirmiştir. Kafkas Dağları’nın genellikle güneye bakan yamaçlarında yağış çok azdır. Bu yüzden bazı bölgelerde bitkisel hayat yoktur. İkinci bölge, birinci bölgenin kuzeyinde yüksekliği 920 m’ye ulaşan ve çıkıntı tepelerinden oluşan ikinci bir dağ kuşağından ibarettir. Bu bölge kuzey ve kuzeybatıdan esen rüzgârlar sebebiyle oldukça yağışlı olup, sık ormanlarla kaplıdır. Dağlar ile Hazar Denizi arasında kalan dar kıyı düzlüğü üçüncü bölgeyi oluşturur. Petrol ve Doğalgaz yatakları barındıran bu ovanın genişlediği yerde başlayan dördüncü bölge alçak ve bataklık ovalar ile Terek Irmağı deltasından oluşur. Deltanın hemen ilerisinde uzun ve kumluk Agragan Yarımadası başlar. Son olarak Terek’in hemen kuzeyinde kumlarla kaplı Nogay Bozkırları beşinci bölgeyi oluşturur. Bu bölgenin iklimi ise sıcak ve kuru olup, bitkisel hayat yarı yarıya çöl özelliklerini gösterir.

Dağıstan, ovalarının bir bölümü tarım için elverişli topraklardan oluşurken diğer bir bölümü yaklaşık olarak  % 60’tan fazlası dağların yamaçlarında bulunmaktadır. Sadece, % 8’i ormanlarla kaplı olmasına rağmen bölgede meşe, kayın ve gürgen gibi değerli ağaçları barındırmaktadır.

En önemli yeraltı kaynakları; petrol, doğalgaz, mineral tuzlar, çinko, demir filizi, manganez ve dağ kristalleridir. Dağıstan, Kuzey Kafkasya sınırları içinde en zengin mineral ve doğal kaynak depolarına sahip olan ülkedir. Hazar Denizi’nde petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması, bölgenin önemini artırmaktadır. Günümüzde Dağıstan, kullandığı doğalgazın %70’ini kendisi üretmektedir ve bu oran her geçen gün artmaktadır. Hazar Kıyısı ve Dağıstan bölgesinde yapılan son dönem araştırmalar bölgede 130-500 milyon ton petrol rezervi bulunduğunu göstermektedir. Yurt dışı kaynaklı birçok firma bu bölgede çalışmalar başlatmıştır. Ayrıca Dağıstan Kuzey Kafkasya’daki en büyük hidroenerji kaynaklarına da sahiptir.

Dağıstan için Hazar Denizi önemli bir gelir kaynağıdır. Hazar’da balık endüstrisi oldukça yoğundur. Hazar, tüm dünyadaki siyah havyarın % 90’ınını karşılamaktadır. Özellikle halıcılık etrafında yoğunlaşan geleneksel el işçiliği ve işletmeciliği, ülke için hem gelir kaynağı oluşturmakta, hem de iktisadi potansiyel içermektedir. Dağıstan, Hazar’a kıyısı en uzun olan ülkedir. Bu kıyı şeridi petrol haricinde karbon, biyolojik kaynaklar ve balık türleri açısından da zengin bir bölgedir.

Ulaşım açısından ülke, stratejik bir özellik taşımakta ve Rusya’nın en önemli ulaşım yollarından bir olan Rostov-Bakü kara ve demiryolu ülkeyi boydan boya kuşatmaktadır. Petrol ve doğalgaz bulunan ülkede inşaat, elektrik, metal üretim endüstrisi gelişmiştir. Ülke yüksek kapasiteli hidroelektrik santrallerine sahiptir. Tarımsal ürünler olarak buğday, mısır, arpa, pirinç, ayçiçeği vb. ürünler yetişmektedir. Bölgede küçükbaş hayvancılığına da önem verilmektedir.

Dağıstan doğal zenginliklerle doludur. Dağlık bölgenin bitki örtüsü vadilerde ve kanyonlarda yaprak döken ormanlardan, yüksek tepelerde çam ve huş ağacı ormanlarından ve ağaç sınırının üstünde de Alp çayırlarından oluşur. Tepe yamaçlarında yer yer çöl bitkisiyle kesintiye uğrayan sık yaprak döken ormanlar bulunur. Alçak yamaçlarında seyrek esmer toprak alanlarıyla bölünen verimli kestane rengi topraklar egemendir. Hazar Denizi kıyısında ise tuzlu bataklık toprakları yaygındır.

Rusya’nın Dağıstan Politikası

Rusya, Dağıstan’la 16. yüzyıldan itibaren hem Kafkasya üzerindeki emelleri doğrultusunda hem de sıcak denizlere ulaşma isteğiyle ilgilenmeye başlamıştır. 1567 yılında bugünkü Grozni olarak adlandırılan toprakları işgal etmiştir. Grozni’yi, Kafkaslar’ı işgal etmek için üs olarak kullanan Rusya 17. yüzyıldan itibaren Dağıstan’a seferler düzenlemeye, saldırılar yapmaya başlamıştır.  Bu saldırılar sırasında bölge halkının Rusya’ya tepkisi sert olmuştur. 1772 yılında Çar 1. Petro, Rus tacirlerin mallarının yağma edildiğini bahane ederek Terek Irmağı’ndan Derbend’e kadar Dağıstan topraklarını işgal etmiştir. Dağıstan’ın Gülistan Antlaşması ile 1813 yılında tamamen Rusların eline geçmesinden sonra, Çarlık hükümetinin bölgede acımasız politikalar yürütmesinin sebebi hiç şüphesiz, bölgede hâkimiyet kurabilmek için uzun bir süre uğraşmak zorunda kalması ve mali açıdan bölgeye çok fazla harcama yapmasıdır. 1780’li yıllardan itibaren İmam Mansur’la başlayıp 1794’de Gazi Muhammed, daha sonra da Hamzat Bey ve Şeyh Şamil’le devam ettirilen cihat mücadelesi Rusların sıcak denizlere inme politikasının sekteye uğramasına sebep olmuştur. Şeyh Şamil, cihat hareketini ciddi bir şekilde organize etmiş ve tam 25 yıl boyunca Ruslara karşı şanlı bir mücadele vermiştir. Bu çetin ve şanlı mücadele 25 Ağustos 1859’da başarısızlığa uğramış ve Dağıstan, Çeçenistan ile birlikte Ruslar tarafından işgal edilmiştir.

Kafkasya, Rusya, açısından çok büyük önem arz etmektedir. Karadeniz ve Hazar Deniz’ine kıyısı olması sebebiyle stratejik bakımdan oldukça da büyük önemi vardır. Kuzey Kafkasya, Rusya’nın Karadeniz, Boğazlar ve Akdeniz yoluyla sıcak denizlere inebilmesine imkân sağlar. Dolayısıyla Kuzey Kafkasya’da meydana gelebilecek herhangi bir karışıklık Rusya’nın güneye inebilmesini engeller. Bu da Rusya’nın kızıl elmasını gerçekleştirememesi anlamına gelir. Ayrıca bu durum Orta Asya ile de bağlarının kopması demektir. Bu sonuç Rusya’nın çıkarına aykırı olacağından Rusya için kabul edilemez bir düşüncedir.

Rus işgali ile birlikte bölgede bir koloni idaresi tesis edilmiş ve Dağıstan 20. yüzyıl başına kadar Rus valiler tarafından idare edilmiştir. Dağıstanlılar 1918 yılında Kafkas Cumhuriyeti’ni, 1921’de Dağıstan Rusya Sosyalist Muhtar Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır.

BÖLGEDEKİ TÜRK VARLIĞI

Türkler, Kafkasya’ya hiç de yabancı değillerdir. Türklerin Kafkasya’ya aşina olmalarının en önemli nedeni Kafkasya’nın kendi jeopolitik coğrafyasından kaynaklanmaktadır. Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki dağ silsilesini aşmaya müsait birkaç geçit noktasının bulunması nedeniyle, Kafkasya, tarih boyunca Türklerin de ellerinde tutmak istedikleri bir coğrafya parçası olmuştur.

Hun İmparatorluğu

Pek çok millet gibi Türklerin Kafkasya’ya gelişleri tarihin bilinen ilk çağlarına kadar uzanmaktadır. Kimmerler, İskitler ve Sarmatlar’ın hâkim olduğu Kafkasya’ya Türklerin ilk gelişleri Hunlar ile olmuştur. Büyük Hun İmparatorluğu Çinliler tarafından yıkıldıktan sonra Türkler tarafından başlatılan “Kavimler Göçü” sırasında uğranılan coğrafya parçalarından birisi de Kafkasya olmuştur. M.S. 375’te Volga Irmağı’nı geçen Balamir komutasındaki Hunlar, Tuna Nehri’ne kadar ulaşarak Macaristan’a yerleştiler. Attila’nın 453’te ölümünün ardından Batı Hun İmparatorluğu sınırlarını doğu ve batıya doğru genişleterek 4 milyon kilometrekarelik bir alana erişti ve Kafkasların kuzey bölgelerine kadar hâkimiyet kurdu. İmparatorluğun 496’da yıkılmasıyla, Kuzey Kafkasya’daki Hun hâkimiyeti de son buldu.

Göktürkler

Bumin Kağan tarafından kurulan 552’de Göktürk İmparatorluğu’nun, Bumin Kağan ile kardeşi İstemi Kağan ve oğlu Bağan Kağanlar döneminde en geniş sınırlarına ulaşmasıyla Kafkaslar da Göktürk Devleti hâkimiyeti ile tanışmış oldu. Göktürklerin Kafkasya’nın kuzeyine kadar kurdukları hâkimiyet 7. yüzyılın ilk yarısında Hazar Devletinin ortaya çıkmasıyla son buldu.

Hazaralar

Kafkaslara adını yazdıran ilk Türk Devleti ise Hazaralar oldu. Hazar Denizi’ne adını veren bu Türk Devleti’nin kurucusu, Hazarlar, Doğudan gelen Hun akınları sebebiyle batıya göç ederek, Kırım’dan Hazar Denizi’ne kadar, Dinyester nehri ile Volga Nehri arasına yerleştiler. Batı Hunlarının çöküşünün ardından bölgede hâkimiyetlerini pekiştiren Hazarlar, Bizanslılarla anlaşarak, 586’dan itibaren İran’da hâkim olan Sasanilerle mücadeleye giriştiler. Bizans’ın da desteğiyle 627’de Azerbaycan’ı fetheden Hazaralar, dönemin büyük hakanlığı olan Göktürk Hakanlığının 630’da Çin hâkimiyetine girmesi üzerine, Bulan Kağan önderliğinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bulan Kağan döneminde Kuzey Kafkaslar, Aşağı ve Orta Volga boyu ile Azak denizi kıyılarına kadar hâkim olan Hazaralar, kendilerini Göktürk Devleti’nin varisi saydılar.

8’inci yüzyıl başında Kafkas Dağları’nı aşarak Dağıstan’a giren Arap ordularına başkentleri Belencer’i kaptıran Hazarlar, bugünkü Rusya’nın Hazar’ın kuzeybatı kıyısındaki Astrahan şehrini başkent yaptılar. Bir süre sonra Şirvan’a giren Hazarlar, Azerbaycan’ın büyük bölümünü geri aldılar. Günümüzde İran’ın elinde bulunan Güney Azerbaycan sınırlarında yer alan, Erdebil’deki savaşı Hazarlar kazanırken, Arap ordusu büyük bir kayıp verdi. Ancak Azerbaycan Valisi Mervan bin Muhammed komutasındaki 100 bin kişilik Arap ordusu, iki koldan Kafkasları geçerek, 737’de Hazar ülkesine girdi. El Beyda önlerinde yapılan savaşta Hazar kuvvetleri yok edilirken, başkomutanları Tarhan’da öldürüldü. Mervan, Hazar Hakanı’nın barış teklifini, İslam Dinini kabul etmesi şartına bağladı. Müslüman olan Hazar Hakanı, yeniden ülkesinde hâkimiyet kurarken, Araplarla tesis edilen barış döneminde, İslamiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başladı. Ancak, Müslüman olmadan önce Hristiyanlık ve Musevilik arasında bocalayan Hazar Hakanı ve maiyeti, 786’da yeniden Museviliğe döndüler. Hazarlar böylece, Museviliği kabul eden tarihte tek Türk devleti oldu.

Bugünkü Rusların ataları olan Normanların saldırıları sonucu güç kaybeden Hazar Devleti, Yusuf Kağan döneminde, 965’te yıkıldı. Daha sonra Peçenek Türklerinin sıkıştırmasıyla Kırım topraklarına çekilen ve küçük bir prenslik seviyesine düşen Hazar Devleti, ilerleyen dönemdeki Peçenek, Rus ve Rum saldırılarına dayanamayarak yok oldu. Hazarlardan günümüze ulaşan en büyük hatıra, Hazar Denizi’ne verdikleri isim oldu.

Hazarlardan sonra Romalıların hâkimiyetine giren Kafkasya, İran’da hüküm süren Sasaniler tarafından istila edildi. Arap orduları, Hazreti Ömer’in halifeliği sırasında Derbent’e kadar geldilerse de, Hazaralar onların ilerlemesine izin vermediler. Emevi halifelerinden Haşim bin Abdülmelik devrinde Kafkasya, Emevi Devleti’nin sınırları içine girdi. El-Cezire Valiliği ile Kafkasya’dan fethedilen yerler idari olarak birleştirildi. Kuzey ve Güney Kafkasya bölgeleri tamamen fethedildikten sonra, Arran’ın merkezi Bazza’da bir ordugâh kuruldu. Azerbaycan, Arran, Şirvan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da içine alan büyük bir vilayet teşkil edildi. Abbasiler zamanında bu vilayet parçalanıp, ayrı ayrı; Azerbaycan, Ermenistan ve Şirvan eyaleti ile Tiflis’te bir Müslüman Gürcistan Emirliği kuruldu.

Selçuklu İmparatorluğu

Hunların, Göktürklerin, Hazarların aksine, Kafkasya’yı güneyden kuzeye doğru fetheden ilk Türk Devleti de Selçuklular oldu. Selçuklular, Kafkaslara Anadolu ve İran’dan girdiler. Selçukluların henüz “Yabgu”’lukla yönetildiği dönemde Çağrı Bey, 3 bin kişilik bir süvari birliğiyle Gazne Devleti topraklarını aşarak 1030 yılında Doğu Anadolu’ya ulaştı. Buradan Tiflis’e kadar keşif hareketi yaparak Ermeni ve Gürcü kuvvetlerini yendi. Bölgenin otlak ve yaylaklarını inceleyerek, gerekli olan, siyasi, etnik, kültürel ve askeri bilgileri toplayarak geri döndü.

1040’ta Dandanakan’da Gaznelileri yenerek, devletlerini sağlamlaştıran Selçukluların bundan sonraki Kafkasya seferi 1046’da gerçekleşti. Selçuklular 1046’da Gence ve 1048’de Erzen, Karaz, Hasankale ve Erzurum’da Gürcü, Ermeni ve Bizans ordularını yenilgiye uğrattı.

Amcası Tuğrul Bey’in ölümü üzerine 1063’te Selçuklu tahtına geçen Sultan Alparslan, Kafkaslar üzerinden dolaşıp, mahalli küçük krallıkları itaat altına alarak, Anadolu’nun kuzeydoğu ucunda bulunan ve Hristiyan âlemince kutsal kabul edilen Ani Kalesi’ni 1064’te fethetti ve 16 Ağustos 1064’te de Kars’a girdi.

Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanması üzerine taht varisleri arasında başlayan kavga, Kafkaslar üzerinde de cereyan etti. 1093’te yönetim insiyatifini ele geçiren Berkyaruk, kardeşi Gence Meliki Muhammed Tapar’ın taht iddiasıyla isyanına muhatap oldu. Berkyaruk, Sefidrud’da 1100’de yapılan savaşı kaybetmesine rağmen, daha sonra Muhammed Tapar’ı 4 defa bozguna uğrattı. Ancak daha fazla kan akmasını istemeyen Berkyaruk 1104’te kardeşini barışa ikna etti. Böylece Azerbaycan’da Sefidrud sınır olmak üzere, Kafkasya’dan Suriye’ye kadar olan bölgenin sultanlığı Muhammed Tapar’a bırakıldı. Muhammed Tapar’ın 1118’de ölümünden sonra, yerine küçük yaştaki oğlu Mahmut getirildi.

Daha sonraki yıllarda Selçuklu devletinin zayıflaması, Kafkaslardaki hâkimiyeti zayıflattı. Sultan İkinci Kılıçarslan’ın 1192’de vefatı üzerine yerine geçen büyük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev ve Tokat Meliki Rükneddin Süleyman Şah, Selçukluların iç mücadelelerini fırsat bilerek sınır tecavüzlerine girişen Ermenileri cezalandırdı. Bu sırada, Doğudaki Saltukluların zayıflamasını fırsat bilen Gürcüler Erzurum’a kadar ilerledi. Doğu seferine çıkan Rükneddin Süleyman Şah, 1201’de Saltuklu Devleti’ne son vererek Artuklular ve Mengücler’den aldığı yardımla Gürcistan üzerine yürüdü. Ancak Sarıkamış yakınlarında Gürcü-Kıpçak ordusunun baskınına uğrayarak, yenildi. Daha sonra tekrar Gürcistan seferine çıkan Rükneddin Süleyman Şah, yolda hastalanarak 6 Temmuz 1204’te vefat etti.

Böylece, Kafkaslardaki Selçuklu egemenliği de yok olmaya yüz tuttu. Kafkasya daha sonra Moğol istilasına maruz kaldı. Selçukluların bir kolu olarak 11. yüzyılda kurulan Şirvanşahlar Hanedanı, Moğol istilasından sonra bu bölgede hâkimiyet kurdu. Şirvanşahlar, Timur’un Kafkasya seferine kadar bölgedeki hâkimiyetlerini sürdürdüler. Bu sırada Şirvan Şahı olan Şeyh İbrahim Bin Sultan Mehmet, birçok savaşta Timur’la birlikte bulundu. Şirvanşahlar, Dağıstan yöresinde 1535 yılına kadar hüküm sürdükten sonra Safevi Devleti tarafından yıkıldı.

Bu arada, Kafkasya’nın muhtelif bölgelerinde kurulan küçük Türk hanlık ve beylikleri, 12. yüzyıldan itibaren bazı yerel hâkimiyetler tesis ettiler. Ancak bunlar, bölgenin genelini kapsayacak bir egemenlik kuramadılar.

Altınordu Devleti

Cengiz Han’ın torunu Batu Han tarafından, ağırlık merkezi Volga Nehri boyunda olmak üzere 1241’de kurulan bir Türk-Moğol devleti olan Altınordu, Aşağı Volga’da, Saray şehrini kurarak kendisine merkez yaptı.

Batu Han, kısa sürede Aşağı ve Orta Volga bölgeleri ile Harezm ve Azerbaycan ‘a kadar Kafkasları ve Kıpçak bozkırlarını alarak Altınordu Devleti’ne kattı. Batu’nun 1255’te ölümü üzerine yerine oğlu Sertak Han oldu. İki yıl sonra da Batu’nun kardeşi Berke Han Altınordu tahtına geçti. Moğol prensleri arasında ilk Müslüman Berke Han oldu. Berke Han döneminde İslam Dini Moğollar ve özellikle ülke içinde Kıpçak ve Kuman Türkleri arasında hızla yayılırken, Altınordu Moğolları, Müslüman olduktan sonra hızla Türkleşmeye başladılar. Giderek dilleri de Türkçe oldu.

Canıbek Han’ın 1359’daki ölümünden sonra başlayan iç karışıklıklar, Altınordu Devleti’ni zayıflattı. Bu durumdan yararlanan Ruslar, Dimitry Donskoy komutasında saldırıya geçerek, 1380’de Altınordu kuvvetlerini yendiler. Daha sonra başa geçen Toktamış Han’ın sağladığı ülke birliği, 1395’te Timur’un Altınordu’ya yaptığı seferlere kadar devam etti. 1398’deki seferden sonra Toktamış Han, Litvanya beyliğine sığınmak zorunda kaldı. Daha sonra şehzadeler arasında başlayan taht kavgaları, ülkeyi birkaç parçaya böldü. Altınordu topraklarında; Büyük Altınordu Devleti (1432-1502), Astrahan Hanlığı (1466-1557), Kazan Hanlığı (1445-1552,) Kırım Hanlığı (1430-1783) ve daha sonra Özbek Hanlığı kuruldu.

Altınordu Devleti’nin parçalanması, Ruslara yaradı. Küçük kinezlikler halinde yarı vahşi bir hayat süren Ruslar, güçlü Altınordu kuvvetlerinin baskısından kurtulunca, 1481’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Altınordu’dan geriye kalan devletlerin birbirine karşı rekabetlerinden de yararlanan Ruslar, giderek güçlenip, hepsini teker teker ortadan kaldırdılar.

Altınordu Devleti döneminde, bölgede bulunan şehirler, Avrupa ticaret yolu üzerinde bulunmaları sebebiyle büyük bir gelişim kaydettiler. Başkent Saray şehrinin nüfusu 100 bini aşmıştı. Şehir Timur’la yapılan savaştan sonra yıkıldı.

Altınordu kültür ve medeniyeti Rusları oldukça etkiledi. Bir anlamda Altınordu’nun mirasına konan Rusların ordu düzeni, para birimi ve vergi sistemi Altınordu Devleti’nden alınmadır. Ayrıca Türkçe’deki birçok kelime Rusça’ya geçti. Bu arada, Kafkasların güney ve doğu kesimleri, 1410’dan 1467’ye kadar Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Timurlu devletleri arasında sürekli el değiştirdi. Cihanşah’ın 1467’de Akkoyunlu Uzun Hasan’a yenilmesiyle, Karakoyunluların Kafkasya hâkimiyetini bitirdi.

Osmanlı İmparatorluğu

Avrupa üzerinden Kırım’a kadar ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu, 1475’te Azak Denizi’nin doğusuna kadar hâkim oldu. 16. yüzyıl başlarında Azerbaycan’ın güney kesimlerini tamamen denetim altına alan Osmanlılar, Kafkasya’da hızla nüfus temin etmeye başladılar. Bunda, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra İslam Halifeliği unvanını bizzat üzerine almasının da rolü vardır. Çünkü dini yönden bütün Kafkasya Müslümanları Halifeye bağlanmış oluyorlardı.

Kırım’ı sınırları içine alarak Kafkasya’yı kuzeyden kuşatmaya çalışan Osmanlı Devleti, Güney Kafkasya’da etkili olan İran üzerine sefer düzenledi. Çaldıran Savaşı’nda İran Hükümdarı Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim tarafından yenilmesi üzerine, Osmanlı ordusu Kafkasya’ya fiilen girmiş oldu.

Osmanlı Devleti 1568 yılında Don-Volga Kanalı Projesi’ni gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Bu projenin gayesi, Osmanlı Devleti’nin Orta Asya Türk Devletleri ile irtibatını sağlamak ve Rusya’nın Orta Asya ile Kafkaslara yayılmasına mani olmaktı. Hatta kanal sayesinde İran bile hâkimiyet altına alınabilecekti. Ancak Rus Çar’ının bu büyük projeye mani olmak yolunda giriştiği faaliyetler yanında, Kırım Hanı Gazi Giray’ın da aleyhte çalışmaları yüzünden proje başarıya ulaşmadı.

Osmanlı Devleti, 24 Ağustos 1578’de Gürcistan ve Dağıstan’ı fethetti. Daha sonra da Azerbaycan’ın Kuzey kesimleri Osmanlı Devleti sınırları içine katıldı. Bir müddet Osmanlı Devleti hâkimiyetinde kalan Kafkasya, Anadolu’da baş gösteren Celali İsyanları sebebiyle İran idaresine girdi. Kafkaslarda meydana gelen karışıklıkları fırsat bilen Rusya, 1722’de Astrahan, Derbent şehirlerini işgal ederek, İran’a saldırdı. İran kuvvetlerini yenen Rusya ile İran arasında 1724’te anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Derbent Kalesi, Bakü, Geylan, Mazenderan ve Esterabad Rusya’ya bırakıldı. Rusya böylece Kafkasların güneyine kadar inerek, bölgedeki İran topraklarını Osmanlı Devleti ile paylaştı.1727’de de Osmanlı Devleti İran üzerine sefer düzenleyerek Tiflis, Revan, (Erivan), Nahcıvan, Lesi ve Gence’yi aldı.

Osmanlılar, Ruslar ve İranlılar arasında Kafkasya’da çeşitli zamanlar da savaşlar oldu. Uzun süren savaşlar sonunda Osmanlılar yenilerek, Küçük Kaynarca Anlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Bu anlaşmaya göre Kafkasya’nın kuzeyinde bulunan küçük ve büyük Kabardeyler, Ruslara bırakıldı. Ruslar tarafından alınan Gürcistan tarafındaki Kutaysi ve Şehriban Osmanlılara; Diğer yerler ise Gürcülere verildi. 1774’te Kırım elden çıktı. Osmanlı Devleti 1787’de Rusya’ya karşı savaş ilan etti. Fakat yenilerek, 1791’de Yaş Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla, Kafkaslarda sınırın Kuban Irmağı olması kararlaştırıldı.

19. yüzyılın başında Gürcistan, Rusya’nın bir eyaleti haline geldi. Ruslar Kafkasya’ya asker göndererek, Dağıstan’ın ve Kafkasya’nın büyük bir kısmını işgal etti. Doğu Anadolu’ya kadar ilerledi. Daha sonraki yıllarda da Kafkasya’da Rus nüfusu artarak devam etti.

Rusların baskıcı ve sömürgeci siyaseti sonucunda bunalan, bu baskılara daha fazla dayanamayan Kafkasyalı Müslümanlar, Rusya’ya karşı genel savaş ilan ettiler. Bu karşı hareketin çekirdeğini Kafkas Avarları teşkil etti. Bu hareketi 1829 tarihinden itibaren İmam Gazi Muhammed başlattı. Gazi Molla lakabıyla da tanınan bu şahsiyet, etkili vaaz ve nutuklarıyla, Kafkas halklarını Ruslara karşı cihada teşvik etti. Sonunda bir beyanname yayımlayarak, Ruslara karşı fiili mücadeleye girişti. Gazi Muhammed’den sonra Hamzat Bey, Şeyh Şamil ve Hacı Murat gibi önderler, bu mücadeleyi sürdürdüler. Bilhassa Şeyh Şamil, Ruslara karşı Kafkasya’yı korumak için savunan en önemli kahraman oldu. Şeyh Şamil, 25 yıl boyunca Ruslara karşı savaştı. Hâkim olduğu bölgede İslami Cumhuriyet teşkilatı kurdu. Öğrencileriyle birlikte, Rusların ilerleyişini durdurmaya çalıştı. Şamil, kuvvetlerinin azalması, silah ve teçhizatının tükenmesi sebebiyle 1859’da Ruslara teslim olmak zorunda kaldı. Nihayet Ruslar, 1864’de bütün Kafkasya’daki milli mücadele hareketlerini kanlı bir şekilde bastırarak, Kafkasya’yı tahakküm altına aldı. Bunun ardından, on binlerce Türk ve diğer halklar Anadolu’ya göç etti. Rus Çarları, bütün Kafkasya’da sömürgeleştirme ve Ruslaştırma siyaseti izlediler. 19. yüzyılın sonlarında Rus idaresine karşı milliyetçi hareketler genişledi. Çar hükümetlerine karşı muhalefet şiddetlendi. Bu muhalefet sonucunda 1905 ve 1917 Rus devrimleri gerçekleşti.

Ekim 1917 İhtilali ve Komünist Sistem

Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali olunca, Rus orduları Kafkasya’dan geri çekildi. Brest-Litovsk Antlaşması imzalanarak Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Ancak Batum, daha sonra Gürcistan’a terk edildi. Kafkasya’da yaşayan milletler de Rusya’dan ayrılarak bir federasyon kurdular. Fakat bu federasyon kısa sürede parçalandı. Mayıs 1918’de Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan bağımsızlıklarını ilan ederek, sosyalist idareyi benimsemiş birer cumhuriyet oldular. Kuzey Kafkasya’da bağımsızlığını ilan etmek istediyse de başarılı olamadı ve 15 Aralık 1922’de Kafkas Sovyet Federasyonu’na ve SSCB’ye katıldı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Bakü’deki petrol kuyularını ele geçirmek için Kafkasya’yı stratejik bir hedef olarak seçen Almanlar; 1942 yazında Don ve Kuban bozkırlarını ele geçirerek, Elbruz Dağı ve Terek Irmağı kıyısına kadar ilerlediler. Ancak Volgagrad’da bozguna uğrayınca, bölgeyi ellerinde tutamadıkları gibi Kafkasları aşıp Bakü petrollerine de ulaşamadılar.

Bu savaş sırasında Almanlarla işbirliği yapan Kafkas milletleri (Çeçenler, İnguşlar) ile Karaçay, Kırım ve Ahıska Türkleri, Ruslar tarafından vatanlarından sürüldüler. Kırım ve Ahıska Türkleri dışındaki milletler daha sonra kısmen de olsa vatanlarına döndüler. Kafkasya’da yaşayan milletlere karşı, komünist idare tarafından özellikle de Stalin, tarafından çeşitli baskı ve aklı zorlayan zulümler uygulandı. Bu milletler, yıllar boyu devam eden kültür emperyalizmi ve Rus asimilasyon politikaları sonucu milli kültür ve inançlarında tahribatlara uğradılar.

Günümüzde Kafkasya’da Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan olmak üzere üç bağımsız devlet bulunmaktadır. Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk kavim ve topluluklarıyla coğrafi ve fiziki irtibatını sağlayabileceği tek geçit yeri olan, Nahcivan Özerk Cumhuriyeti 13 Ekim 1921 Kars Anlaşması ile Azerbaycan’ın himayesine verilmişti. 1990’da SSCB’nin dağılmasından sonra Ermenistan, Azerbaycan’ı hedef alan saldırılara başladı. Rusya ve Batılı ülkelerin desteklediği Ermeni saldırılarının gayesi, Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Kafkaslarla olan irtibatının kesilmesine yönelikti. Türkiye bugün, Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk devlet ve topluluklarıyla; ya İran, ya Ermenistan, yâda Gürcistan üzerinden coğrafi ve fiziki irtibat sağlayabilmektedir.

Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan dışında, Kafkaslarda Rusya Federasyonu’na bağlı olarak Kalmukya, Dağıstan, Kuzey Osetya, İnguşetya ve Kabardey-Balkar, Adige ve Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyetleri bulunmaktadır. Azerbaycan’a bağlı Nahcivan ve Yukarı Karabağ Özerk Bölgeleri, Gürcistan’a bağlı Acara Özerk Cumhuriyeti ile Abhazya ve Güney Osetya Özerk Bölgeleri de Kafkasya’da yer almaktadır. Rusya Federasyonu’ndan bağımsızlığını ilan etmesine karşılık Çeçenistan’ın durumunda belirsizlik bulunmaktadır. Rusya Federasyonu Çeçenistan’ın bağımsızlığını fiilen tanımasına karşılık hukuken kabul etmemektedir. Bu durum sebebiyle Çeçenistan’ın bölgedeki statüsünde belirsizlik bulunmaktadır. Zira uluslararası tanınmışlıkta söz konusu değildir.

Tarihi kaynaklara göz attığımızda bölgeye ilk olarak gelenler Kimmerler’dir. Kimmerler, Kafkasya’ya kuzeyden gelerek bölgeye Proto-Türk kültürünü taşımışlardır. M.Ö. 7. yüzyılda Kuzey Kafkasya’da var olan Kimmerler etnik bakımdan Ural-Altay kökenine ait bir topluluktur. İskitler de Kimmerlerin bir kolu olarak bölgede karşımıza çıkmaktadır. Kimmerler gibi; İskitler de bölgeye hâkim olmakla kalmamış; kültürlerini de bırakmışlardır. Birçok araştırmacıya göre Kuzey Kafkasya kültürü İskitlerin ve Kimmerlerin etkisiyle oluşmuştur.

Kafkasya’da etkisi görülen başka bir topluluk da Yunanlılardır. Ancak Yunanlıların Kuzey Kafkasya’ya gelişlerinin tek amacı; ticarettir. Potin’in yakınlarında Fasis, Sohum’un bulunduğu yerde Diyoskarsos, daha yukarıda Pitiyus, Hermandos ve Don Nehri’nin ağzında Tanayis şehirlerinde önemli pazarlar elde etmişlerdir.

Kimmerler ve İskitlerin ardından Bulgarlar, Hunlar ve onları takip ederek Orta Asya’dan gelen Hazaralar ile Kuzey Kafkasya’da Türk kültürü oluşmuştur. Hunlar Dağıstan’da yaşayan Alanların kralını öldürerek bölgeye hâkim olmuşlardır. Aynı şekilde Orta Asya’nın içlerinden gelerek Volga ve Dinyester nehirleri arasında 620 yılında devlet kuran Hazaralar 1055 yılına kadar bölgede hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir.

Arap ve Hazarların dönemi son bulunca Türk akınları birbirini takip etmiştir. Akınlar dolayısıyla Kafkasya’nın kuzeyinin siyasi yapısında da büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Araplardan sonra 1062 yılında Selçuklular Gürcistan’dan itibaren Hazar Denizi’nin kıyılarına, dolayısıyla Dağıstan’a kadar uzanan sahaya Türkleri yerleştirmişlerdir. Böylece Türkler Kuzey Kafkasya’ya yerleşmiş ve çoğalmışlardır. Selçuklular, Kafkasya’yı kuzeyden sararak Rusya’nın bölgeye gelmesini engellemişlerdir. Bundan dolayı Rusları bu dönemlerde Kuzey Kafkasya’da görmemiz mümkün olmamıştır.

Hazaralar’ın, 10. yüzyılda bölgedeki faaliyetleri diğer Türk topluluklarının bu bölgede hareketlenmeleri 11. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu dönemde ülkenin büyük bir bölümü Büyük Selçuklular’ın eline geçmiş, ancak Büyük Selçuklu Devleti’nin ömrünün kısa sürmesiyle birlikte bu hâkimiyet de sona ermiştir.

Karadeniz’in kuzeyinde 10. ve 11. yüzyılda hüküm süren Kumanlar, Kıpçaklar, Dağıstan’a kadar sokularak Türklerin bölgeye yerleşmelerini sağladılar. Daha sonra sırasıyla İlhanlı, Altınordu Hanlığı, Timur, Şirvanşahlar ve Safeviler Dağıstan’a hâkim oldular.

Ancak bölgedeki Türk izi gerçek anlamda Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşti. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkaslar’ı fethetmesi Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’daki devletlerin bağlılık mektuplarıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Dağıstan’ı da içine alan Kuzey Kafkasya’nın Osmanlılar tarafından fethinde kan dökülmemiştir. Bu dönemde Kuzey Kafkasya ve özellikle Dağıstan Osmanlı İmparatorluğu için büyük önem arz etmiştir. Çünkü Taman ile Derbent’i birbirine bağlayan yol buradan geçmektedir ve Safevi Devleti’nin Kırım’a yardım edeceği tek güzergâh burasıdır. Bu sebepten dolayı Osmanlılar, bölgedeki kesin hâkimiyeti elde edebilmek için Dağıstan’dan bağlılık mektubu istemiştir.

Osmanlı’nın Dağıstan ve Kafkaslar’daki hâkimiyeti kısa süreli olmuş, Safeviler tekrar bölgeye sızmakla kalmamış, Şii düşüncesini de bölgedeki Sünni Müslümanlara dayatmaya çalışmışlardır. Ancak Safeviler’in 17. yüzyılda başlatmış oldukları bu hareket Dağıstan’da şiddetli tepki ile karşılanmıştır. Aynı yüzyılın ilk çeyreğinde Surhan Han önderliğinde birleşen Dağıstanlılar Şamahı şehrini geri alarak tekrar Osmanlı himayesine girmişlerdir.

Safevi Devleti’nin bölgedeki varlığı hiçbir zaman kalıcı olamamıştır. Çünkü Şiiliği yaymak için başlatılan zorlamaya dayalı propaganda yöntemleri her zaman için büyük tepki toplamıştır. Bu arada Rusya’ya karşı sürekli olarak gücünü yitirmiş, Dağıstan’da istediği etkiyi sağlayamamıştır.

Osmanlı ve Safevi Devletlerinin bölgedeki etkinliklerini yitirmesi Rusya’nın Kafkaslar’da güçlenmesine neden olmuştur.

Kuzey Kafkasyalıları tanımlamak gerekirse ve bazı araştırmacıların düştüğü en büyük hatalardan biri de tüm coğrafyayı Çerkesler olarak belirtmeleridir. Ancak yukarıda da bahsetmiştik Kuzey Kafkas halkları Kabartay, Abhaza, Adige gibi Çerkes kökenliler; Nogay, Kumuk, Karaçay-Malkar gibi Türk kökenliler; Çeçen ve Osetin gibi diğer bölge halklarından oluşmaktadır.

Kafkasya sahip olduğu farklı etnik ve kültür unsurları (dil, din, folklor, örf, adet, gelenek ve sanat sebebiyle istikrarsız yapısını günümüzde kısmen de olsa sürdürmektedir. 10 Kasım 1989 Berlin duvarının yıkılışı ve SSCB’nin dağılması, Kafkasya bu duyarlı duruma ek olarak, yeni bölge ve dünya güç odaklarıyla da bağ kuran bir jeopolitik konum kazanmıştır. Rusya, Türkiye, Orta Doğu, Orta Asya, İran bölge odaklarının; ayrıca AB, ABD, Çin evrensel odaklarının bağını kuran jeopolitik konumdadır. Bölgede bulunan petrol, doğalgaz, Altın gibi stratejik kaynaklar Kafkasya’yı ilginç kılmakta, bütün taraflar için hedef ülke durumuna sokmaktadır.

Kafkasya’dan Göç

Kafkas halkların Çarlık Rusya’sı tarafından Osmanlı topraklarına sürülmesi veya Rus belgelerinde açıkça ifade edildiği gibi Batı Kafkasya’nın “temizlenmesi” sonrasında ortaya çıkan muazzam demografik hareketlilik hem Rusya hem de Osmanlı İmparatorluğunun nüfus yapısında önemli değişikliklere yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu Kafkasya’dan göç edip gelen halkları iskân etmekte zorlandı. Kafkasya’nın işgalinin son döneminde, 1863 ve 1864 yıllarında Kafkas göçleri Anadolu topraklarından sonra, Balkanlara da yöneldi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Balkanlar’daki Kafkas kökenliler tekrar, bu kez Osmanlı’nın Anadolu ve Ortadoğu’daki bölgelerine göç etmek zorunda kaldılar. Bu iki ana göç dalgası dışında, 19. yüzyılın ortalarından İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar,  büyük küçük birçok grup Kafkasya’yı terk ederek göç etmek zorunda kaldı.

19. yüzyılda tüm Kuzey Kafkasya’yı nüfus alanı haline getiren Rusya, özelde Türkler genelde ise Kafkas halkları üzerinde baskılarını artırmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan galip çıkmasıyla, Rusya’ya karşı yapılan tüm isyanlar kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bu baskı ve sindirme politikası yüzyıllarca devam etmiş ve 1917 Bolşevik Devrimi ile hafiflemiştir. Daha sonra Stalin, tarafından, baskı, şiddet, göç ve zulüm tekrar devam etmiştir. Bu hafifleme ve jeopolitik boşluktan yararlanan Kuzey Kafkasyalılar siyasi bir birlik meydana getirerek 11 Mayıs 1918 tarihinde Kuzey Kafkasya’nın bağımsız bir devlet olduğunu tüm batılı devletlere bir nota ile duyurmuşlardır. Ancak bu özgürlüğün ömrü kısa sürmüş, Bolşevikler 1921 yılında cumhuriyete son vermişlerdir.

Jeopolitik ve Jeostratejik Değerlendirme

Jeopolitik,  coğrafyanın politikaya verdiği yöndür. Bugüne kadar yapılmış olan bütün jeopolitik tanımlarında kullanılan “devlet, coğrafya ve politika” sözcükleri jeopolitiğin temel üç dayanağıdır. Bu durumda da, jeopolitiğin değişmeyen coğrafi bütünlük, coğrafi özellik ve saha genişliği unsurları ile değişen politik, siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel unsurları değerlendirmenin konularını teşkil eder.

Kafkasların değerlendirilmesinde de; Evrensel güç odakları ile bölgesel güç odaklarının karşılıklı etkileşimi ana etken olarak dikkate alınmalıdır. Güç odakları geç de olsa zaman içinde yer ve el değiştirebiliyor. Bu durumda yeni güç odaklarının jeopolitik konumlarına göre yapılacak değerlendirmeler için veriler üretmek gerekmektedir.

Dünyadaki etkili güçler istikrarsızlık ortamını kendi düşündükleri, kendileri için yararlı olacak yönde yönlendirmeye, şekillendirmeye çalışıyorlar. Yandaşlarını belirleyerek tarafları teşekkül ettirmek istiyorlar. Belirsizlikler içerisinde olan günümüz jeopolitik ortamında, yeni düşünceler yeni politik davranışlar görülüyor. Bu sebeple jeopolitik gelişmeleri, jeopolitik oluşumu tekrar tekrar gözden geçirmek gerekiyor.

SSCB’nin dağılmasından sonra üç bölgede oluşan boşluk (Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya), eski egemenlik günlerinin hasretini politikalarına yansıtan Rusya Federasyonu’nun (FR) en duyarlı yakın çevresini oluşturmaktadır. Bu bölgeler üzerinde Rusya Federasyonu’nun tekrar egemenlik kurma niyet ve amacı gizli değil. Sözü geçen bölgelerin coğrafi konum ve jeopolitik konum değerleri, diğer bölge güçlerinin ve evrensel güç odaklarının da (ABD, AB, Çin’in yakın ilgi duymalarına sebep oluyor.

Bu şartlar; bölgelerin kendi içlerinde ve ayrıca üç bölgeyi bir arada bütün olarak, birleşik bir politika ve ortak bir strateji çerçevesinde düşünülmesini gerektiriyor. Üç bölgenin Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya, günümüzdeki en etkili özelliği her alandaki istikrarsızlıklarıdır. Kişilere bağlı olan, demokratik olmayan yönetimler, geleceğin de istikrardan yoksun olacağı işareti veriyor.

Rus varlığının azlığı veya çokluğu bölge politikalarının şekillenmesinde en önemli unsur olma değerini koruyacak, belirleyicilik gücünü artıracaktır. Kafkasya Anadolu’nun bir uzantısı ve bütünleyicisidir. Kafkasya, yüzyıllarca Orta Asya’yı Hazar Denizinin kuzeyinden Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya irtibatlandırmıştır. Kafkasya, Karadeniz yolu ile Avrupa içlerine, Hazar Denizi yolu ile Asya içlerine ulaşama olanağını sağlar. Sadece kuzey-güney değil doğu-batı arasında da bağ oluşturur.

Kafkasya, güvenli bir coğrafi bütünlüğü olmadığı için, tarih boyu Hazar Türk İmparatorluğu hariç tek bir devletin anayurdu olamamıştır. Kafkasya’nın karadan dört önemli komşusu vardır: Rusya, Türkiye, İran ve Hazar Denizi üzerinden Orta Asya Cumhuriyetleri, daha uygun ismi ile Türkistan Coğrafyası. Bu komşulara ek olarak coğrafi konumu ve sahip olduğu stratejik kaynaklar sebebiyle evrensel ve bölgesel güçlerin de ilgi alanında bulunmaktadır. Günümüz şartlarında büyük ölçüde etkili olan dış kuşak evrensel odaklar AB, ABD, Orta Doğu ve Çin’dir. Kafkaslar 1990 sonrasının, daha uygun deyimi ile soğuk savaş sonrasının jeopolitik ilgi çekim odağı olmuştur.

Kafkasya’nın Önemli Bölgelerinden Dağıstan,

Rusya Federasyonuna bağlı, Kafkas sıradağlarının kuzey kanadı ve Hazar Denizi’nin batı kıyısında yer alan ve nüfusunun büyük bölümü Türklerden oluşan Özerk bir Cumhuriyettir. Kuzeyinde Kalmukya, doğusunda Hazar Denizi, güneyinde Azerbaycan, güneybatısında Çeçenistan ve Kuzey Kafkas ülkeleriyle çevrilidir.

Dağıstan tarihi yukarıda da belirttiğimiz gibi M.Ö. 1200 yılına kadar uzanır. Ülkede çeşitli antik kültürlerin izlerine rastlanmaktadır. Ülke tarihte birçok göç dalgasına sahne olmuştur.

Dağıstan’da birçok dil konuşulmaktadır. Bunların başında Avar, Andı ve Lezgi dil grupları gelir. Ülkede, yalnızca bir köy halkının konuştuğu ve 200-300 aileden başka kimsenin anlamadığı diller de bulunmaktadır. 1917’den 1930’a kadar, Türkçe olan resmi dil, bu tarihten sonra Rusçaya dönüştürülmüştür. Türkler, aralarında ortak dil olarak Kumuk Türkçesini kullanmaktadırlar. Dağıstan’da edebiyat, yazıdan ziyade sözlü kültüre dayanır. Bölgede folklor, zengin bir birikime sahiptir. Halk türküleri üçlük ve destan gibi kısımlara ayrılır ve daha çok dini konuları manzum olarak işler. Ayrıca halk masalları, atasözü ve bilmece gibi türler ile Türkiye’dekini andıran yazılı edebiyat özellikle Avarlar ve Laklarda görülür.

Dağıstan, bütün Kafkaslar için bir geçiş kapısı olduğundan, Dağıstan’a hâkim olanın Kafkaslara da hâkim olacağı görüşü yaygın olarak bilinmektedir. Bu yüzden, ülkedeki parçalı etnik yapı Rusya Federasyonu’nun işini kolaylaştırmaktadır. Zira Ruslar, yüzyıllardır uyguladıkları kültürel asimilasyon politikaları ile Dağıstan’daki bu durumu pekiştirmeye çalışmışlardır. Rusya Federasyonu veya eski SSCB’nin anayasasından da dayanağını bulan yaklaşımla, sayıları 5 bini bulan etnik gruplara kendi anadilleri ile eğitim hakkı verilmiş. Aslında etnik yapıları korumaya yönelik gibi görünse de bu uygulama, etnik unsurlar arasındaki parçalanmayı artırıcı bir görev üstlenmiş. Yani aynı kökten gelmesine karşılık, Avarlar, Kumuklar, Tatarlar, Nogaylar, Kazaklar gibi Türk gruplara farklı lehçeleri ayrı bir dil gibi öğretilmiştir. Bu durum Darginler, Lezgiler, Laklar için de uygulanmış, böyle olunca, etnik grupların birbiriyle anlaşabilecekleri tek ortak dil Rusça olmuştur. Tabiidir ki, dil kendi kültür dokusunu da beraberinde taşımıştır. Ruslar, işgal altında tutukları coğrafyalarda farklılıkları kendi bünyelerinde yok etmeye çalışmışlardır. Bu uygulama ile de nispeten başarılı da olmuşlardır.

Rusya Federasyonu’nun, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra, Büyük Petro (Deli Petro), döneminden beri yürüttüğü Akdeniz’e inme siyasetini terk ettiğini düşünmek saflık olur. Rusya Federasyonu elini bu coğrafyadan çekmeyeceği aşikârdır. Kafkaslar’da düşük yoğunluklu çatışma politikasını hep sürdürecektir. Şiddet politikası bağımsızlık mücadelelerine bağlı olarak zaman zaman şiddetli, bazen ise düşük yoğunlukla devam edeceği düşünülmektedir.

Rusya Federasyonu’na bağlı Özerk Cumhuriyetlerin bağımsızlık önündeki en büyük engel, bulundukları coğrafyalarda nüfus hâkimiyetinin Rus kökenlilerin eline geçmesidir. Rusya, gerek Çarlık döneminde gerekse Sovyetler Birliği döneminde son derece planlı bir iskân politikası izleyerek, demografik durumla oynayarak, hem Kafkas coğrafyasındaki nüfus insiyatifini ele geçirmiş, hem de diğer etnik unsurların yerleşim yerlerinin aralarına Rus kökenli insanları yerleştirmiştir. Mevcut nüfus dağılımıyla Özerk Cumhuriyetlerin Rusya’dan bağımsızlık elde etmesi fevkalade zorlaşmıştır. Bir diğer zorluk ise; Özerk Cumhuriyetlerin kendi aralarındaki sınır ihtilafları ki, bu ihtilaflar Özerk Cumhuriyetlerin sınırları belirlenirken, daha önce SSCB, tarafından belirlenmesidir.

Tüm Kafkasya bölgesi, Türkiye’nin doğal hinterlandında ve nüfus alanı içinde bulunmaktadır. Bunun iki önemli sebebi vardır. Birincisi bölgenin hemen hemen her köşesinde bir veya birkaç Türk kökenli topluluğun yer alması, Kafkasya’nın güneyinde ve kuzeyinde Türkçe’nin çeşitli lehçelerini kullanan toplulukların bulunuyor olmasıdır. Bu Türk soyuna mensup topluluklar, Kumuk, Karaçay, Balkar, Nogay, Kazak, Azeri, Avar, Tatar ve Ahıska Türkleri ile Stavropol Türkmenleri, Dolayısıyla, Türkiye’nin bu bölgede geniş bir hareket sahası bulunuyor. Diğer taraftan, Türk soylu olmayan bölge kavim ve topluluklarından da Türkiye ve Türk milletine karşı büyük bir sempati ve teveccühün olduğu bilinmektedir. SSCB, dağıldıktan sonra, önceleri Türkiye’ye göç etmiş bulunan çeşitli Kafkas halkları bölgeye gitmiş, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel şartlarını gördükten sonra, orada yapamayacaklarını anlayarak Türkiye’ye yeniden dönüş yaptıkları ve Türkiye’ye olan sevgi ve bağlılıklarının daha da pekiştiği bilinmektedir.

Sonuç

Kafkasya, Türk Dünyası dediğimiz büyük idealin ortasında bağlantı noktasında bulunmaktadır. Kafkaslar’da olabilecek kopukluk, Türk Dünyasının yaşamasını derinden etkiler. Kafkaslar, Kara Deniz, Boğazlar ve Ege denizi yolu ile Orta Asya’yı Avrupa’ya ve Akdeniz’e bağladığı için Türkiye açısından yaşamsal değer taşır.

Önümüzdeki yıllarda Kafkasya’nın daha sık ve etkinliği, önemi artmış olarak gündeme geleceği anlaşılıyor. Buna hazırlıklı ve donanımlı olmak lazım.

Kafkasya, vermiş olduğu muazzam bağımsızlık mücadelesi, tarihi ve kültürel birikimi yanında son yıllarda hep çatışmalar üzerinden gündeme oturdu. Dünyanın siyasal yapısı değişiyor. Bu siyasal yapının değişmesiyle birlikte dengelerde değişiyor. Bu değişimin etkileriyle gelecekte beklentilerle uyumlu, daha huzurlu, daha demokratik, Kafkasyalıların kendilerini yönettikleri, huzur içinde yaşayabildikleri, refahın hâkim olduğu, dünyanın ayrılmaz bir parçası olma ihtimali yüksek bir Kafkasya’nın var olmasına çaba harcanmalıdır.

 Rusların, tarihi emeli olan, “Kızılelma”’sı sıcak denizlere inme hedeflerinden vazgeçmeyeceğine göre, Türkiye’nin, Rusya’nın bu politikasına karşı, yakın, orta ve uzun vadelerde uygulanacak plan, proje ve strateji geliştirmesi, bu doğrultuda politikalar üretmesi gerekmektedir.

Örneğin bölgedeki etnik yapılanmaya ilişkin Türkiye’de yaygınlaştırılmaya çalışılan kanaatin de yanlış olduğuna temas etmek isterim. Kafkaslar denildiğinde sadece “Çerkesler”e çağrışım yapılması son derece yanıltıcı olmaktadır. Bizim Tüm Karadeniz bölgesine Laz dediğimiz gibi, Bu düşünce ile Kafkaslarda sadece Çerkesler vardır imajı yaratılmaktadır. Bölgede Türkleri seven, Türk dostu Çerkesler vardır ama bu insanların yoğunluğu kuzeybatı Kafkaslar’dadır.

Oysa kuzeydoğudaki Kafkaslar’da Türk yoğunluğu mevcuttur. Rusya’nın Hazar Denizi’nin kıyısındaki vilayeti Astrahan’da nüfusun % 44’ünü Türkler oluşturmaktadır. Ancak burada dikkat edilecek husus bizim Türk olarak adlandırdığımız insanlara doğrudan Türk denilirken biraz dikkat etmemizdir. Çarlık döneminde yaşamış olan, İlminskiy ve onun selefi olan Khun, tarafından ve tatbik ettirilen kültürel asimilasyon,  politikaları sonucu Asya ve Kafkasya coğrafyasında bulunan halklara kendi kimlik ve benliklerini unutturma, Rusçayı yaygınlaştırma politikaları ile kabile ve boy adlarını birer milletmişler gibi telkin ederek şartlandırmasıdır.

Dikkat edilecek husus, Türklüğü üst kimlik olarak belirtmek. Türklük şemsiyesi altında tüm Türk topluluklarına yer olduğunun bilincinin yerleştirilmesi gerektiğinin bilinmesidir.

Başka bir husus ise, Kafkasya’da iletişim sorunudur. Kafkaslar üzerinden Türkiye ile haberleşmek doğrusu çok zor ve meşakkatlidir.  Aslında bölgedeki bazı oluşumların önüne geçen bir engel de haberleşme sıkıntısıdır. Çünkü haberleşmeyen insanlar etkileşemiyorlar. Bu sorun Kafkasya’nın genelinde mevcuttur. Bu sorunun çözülmesi için işbirliği çerçevesinde biran önce adımların atılmasıdır.

Bu coğrafyalarda yaygın bir alkol kullanımı vardır. Alkol tüketiminin yaygın olarak kullanılmasında işsizliğin bir faktör olduğu dile getirilse de bu konu küçük yaşlardan beri kazandırılan bir alışkanlık olmuş, bunun sonucunda miskin ve küskün bir erkek kitlesi ile hayatın bütün yükünü ve zorluğunu üzerine almış kadın kitlesi ortaya çıkmaktadır. Bu bölgelerde boşanma oranı son derece yüksek, aile bağları kopma derecesine gelmiş, aile kavramı neredeyse unutulmuş gibi, aynı zamanda Kafkas bölgesindeki kadın nüfusun genel nüfusa oranı % 60 düzeyindedir.

Rusya Federasyonu’ndaki SSCB, alışkanlıkları devam etmektedir. Rus bürokrasisi kendini çeyrek asır geçmesine rağmen yenilememenin sancısını çekmektedir. Bu durum görevli gittiğimiz bazı Orta Asya ülkelerinde de kısmen de olsa görülmektedir. Değişim ve gelişime adapte olmak kolay değildir.

Kafkaslar ve Anadolu, birlikte yaşadığımız bu coğrafyada dillerimiz, kültürlerimiz daha binlerce yıl yaşayacak, birbiriyle etkileşim içerisinde olacaktır. Etkileşimin sürekli olduğu kültürler beşiği Anadolu ve Kafkasya’nın bir barış bölgesine dönüşmesi hepimizin elindedir. Gelecek; bölge ülkelerinin ve bölge halklarının elinde şekillenecektir. Kültür değerlerimiz, zenginliğimiz olarak görülmeli, bu zenginlik bütün görkemiyle ortaya çıkarılmalıdır. İnsanlığın geleceği, bu kültür zenginliği ile aydınlanacaktır.

Bu çalışmamızın bir gayesi de entelektüel birikimimizi gündelik siyasetten uzak tutmaktır. Kavimler kapısı olarak da bilinen, “Kafkasya’da Türk İzlerini” bir kez daha gözler önüne sermektir. Kafkasya’daki meselelere kuş bakışı da olsa temas etmektir. Kafkasya’daki her bir mesele, ciltlerce eserlerin yazılmasını gerektirmektedir.

Turan CAN

TİKA-Araştırmacı

Not: Bu makale, Turan Dergisi Sayı 32,  2017  tarihinde neşredilmiştir.


KAYNAKÇA
♦ Pşimaho KOSOK, Kuzey Kafkasya, Hürriyet ve İstiklal Savaşı, Tarihinden Yapraklar, İstanbul, 1960
♦ Ahmet Hazel HIZAL, Kuzey Kafkasya, Hürriyet ve İstiklal Davası, Ankara, 1960
♦ Kadircan KAFLI, Şimali Kafkasya, İstanbul, 1942
♦ Muharrem YILDIZ, Dünden Bugüne Kafkasya, İstanbul, 2006
♦ Osman Ferit PAŞA, Başımı Kafkasya’ya Çevir, İstanbul, 2009
♦ Mustafa AYDIN, Üç Büyük Gücün Çatışma Alanı Kafkasya, İstanbul,2005
♦ Mitat ÇELİKPALA, Kafkasya’nın Geleceği Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, İstanbul 2012
♦ Şerafeddin EREL, Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul, 1961
♦ Sefer E. BERZEG, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, 1917-1922, 3 Cilt, İstanbul, 2003
♦ Ufuk TAVKUL, Kafkasya, İstanbul, 2002
♦ Ufuk TAVKUL, Kafkasya Gerçeği, İstanbul, 2009
♦ Hasan YILMAZ, Nihat KAŞIKÇI, Kafkasya Raporu, Ankara
♦ Mary L.HENZE, 19. Yüzyıl Seyyahlarına Göre Orta Kafkaslar’da Din, 1984
♦ Zaze DAĞISTANLI, Stratejik Bir Kafkas Beldesi Dağıstan, Ankara 2008
♦ Işıl YASA, Kuzey Kafkasya’daki Türkler ve Türk Dış Politikası, 2009
♦ Ayhan KAYA, Çerkesler Göçten Nasıl Etkilendi, İstanbul, 2011
♦ Sadık Müfit BİLGE, Kafkasya ve Kafkas Kültürü, İstanbul, 2012
♦ İsmail BERKOK, Tarihte Kafkasya, İstanbul,1958
♦ Arthur FONVILL, Çerkezya Bağımsızlık Savaşı, İstanbul,2010
♦ Suat İLHAN, Kafkasya’nın Gelişen Jeopolitiği, Ankara 1999
♦ Yusuf İzzet PAŞA, Kafkas Tarihi, İstanbul,2002
♦ F. DARYAL, Kafkas Almanağı, İstanbul, 1936
♦ Şükrü Haluk AKALIN, Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri, Sempozyum Kitabı, TDK, Ankara 2013
1 yorum
  1. Sami Gören diyor

    Ben baba tarafından Dağıstanlı – Avar (Maarula), anne tarafından Çeçen (Noxci) bir aileden geliyorum; dedelerimiz son göç edenlerden,1890’da göç etmişler. Yazıda “Dağıstan’da çoğunluğunu Türk kökenli 35 etnik grup yaşamaktadır (yazınız bir yerde 102 etnik gruptan söz ediliyor)” iddiasının hiç bir dayanağı yoktur.
    Dağıstan’da 14 resmi dil mevcut olup (şive ve ağızlarla sayı 35’e çıkarılabilir), nüfus 3 milyonu aşmıştır; nüfusun büyük bölümü (% 80) otantik yerli Kafkas topluluğu / Dağıstan Nahk’tır. Bu nüfus içinde Kumuk, Nogay, Azeri Türklerinin toplam nüfusu (600+30+30) 690 bindir.
    Çeçen, Avar, Lezgi, Dargi, Lak, Tabasarn, Rutuk vd topluluklar Türk değil, Dağıstan Nahk’tır.
    Biz Türk Milleti’nin tarihte ve günümüzdeki birikim, değer ve varlığına saygı duyarız.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.