Türkler, ilkin Orta Çağ Kafkasya’nın siyasi, etnik ve kültürel hayatında aktif rol almalarıyla bölgede cereyan eden etnik süreçlerde önemli bir yere sahipti. Yazılı kaynaklara dayalı araştırmalar yapmış olan tarihçiler, Hunların, Kuzey Kafkasya’ya ve Hazar sahiline göçlerini ve Kafkasya’da önemli askeri-siyasi güce dönüşmelerini sosyo-ekonomik ve kültürel hayatta hakaret gibi kabul ederek dağıntı ve yağmacılığın boyutlarının had safhaya ulaştığını yazarak alışılagelmiş bir hatayı tekrarlamaktadırlar. Oysa arkeolojik araştırmalar, Hazar sahili ve Kuzey Kafkasya bölgelerinde toplu yağmacılığın ekonomik durumun çöküş nedeni olmadığını göstermektedir. İster Dağıstan, isterse de Kuzeydoğu Azerbaycan arazilerinde yapılmış arkeolojik araştırmalar tam tersi IV-VII. yüzyıllarda ekonomik ve kültürel yükselişi ispatlamaktadır.[1]
Hunların Kafkasya’ya gelişi yazılı kaynaklarda milat öncesine tesadüf etmektedir. Bulgarlar, Kafkasya’da meskunlaşmış ilk Hun boyu olmuşlar. Protobulgarların Kafkasya’da yerleşmesi konusunda IV. yüzyılın Süryani yazarı Mar Apas Katina: “milattan önce, Bulgarların Kafkasya sıradağlarındaki topraklarında büyük karışıklıklar yaşandı. Onların büyük çoğunluğu ayrılıp bizim topraklara geldiler. Koh’un güneyindeki verimli topraklara yerleşerek uzun yıllar orada yaşadılar”.[2]
II. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi Dionisi Parieget, Hazar Denizi’nin batı sahili boyunca meskunlaşmış boylardan söz ederken kuzeyden güneye İskit, Hun, Kaspi, Alban, Kabusileri, onları takiben ise Mardları, Girkanları ve Tapirleri gösteriyor.[3] Bu da II. yüzyılın ortalarında Hazar Denizi’nin batı kıyılarında, Albanların kuzeyinde Hunların yaşadıkları görülmektedir. Hunların Kafkasya’da yerleşmesine dair bir başka önemli bilgiye ise II. yüzyılın başka bir Yunan âlimi Klavdi Ptolemey’in eserinde rastlanmaktadır.[4]
Yazılı kaynaklar, III-IV. yüzyıllarda Kafkasya’nın askeri ve siyasi tarihinde Hunların önemli bir rol üstlendiğini göstermekteler. Onlar, bu dönemde artık bölgenin önemli gücü olarak varlıklarını ispatlamışlardı. V. yüzyılda yaşamış Ermeni tarihçisi III. yüzyılın başlarında Hazar’ın batı sahillerinde meskunlaşmış Hunların İran’da baş vermiş hadiselere aktif bir şekilde katıldıklarını özellikle vurguluyor. Sonuncu Parfiya şahı V. Artaban’ın ölümü ve yeni Sasaniler sülalesinin banisi Ardeşir’in İran’da hakimiyet kurduktan sonra Arşakiler sülalesinden olan Hosrov Şah “Fars toprağına baskın için Alban ve İberlerden asker topladı, Alan kapılarından ve Çor (Derbent) istihkamlarından Hunları çağırdı”.[5]
İlkin Orta Çağ’da Kuzeydoğu Azerbaycan’ın önemli stratejik bölgelerinden olan Çor veya Çola eski Türk menşeli Çol boyu ile bağlıydı.[6]
IV. yüzyılın ilk çeyreğinde Hazar’ın batı sahillerinde meskunlaştıkları kesinlik kazanan Hunların, Azerbaycan arazilerine yaptıkları akınlar ta Mil Düzü’ne kadar ilerlemiştir.[7]
Gürcü salnamesinin verdiği bilgilere göre Hunlar, IV. yüzyılın 30’lu yıllarında İberiya ve Ermenistan’la ittifak yaparak hem Kafkasya’da Sasanilerin saldırılarının karşısını almış, hem de Fars topraklarına baskınlar düzenlemişlerdir.[8] Kaynağın verdiği diğer bilgiye göre IV. yüzyılın birinci yarısında Kartli III. Marian, Derbent yakınlığında Kafkasya’nın dağ halklarına yardım gösteren ”Hazarlar”la savaşmıştır.[9] Burada Hazarlar olarak belirtilen bu boy muhtemelen Hunlardır. Çünkü Hazarların Derbent sınırlarında sahneye çıkmaları sonraki yüzyıllara ait bir olaydır. Gürcü salnamesinin verdiği bilgilere dayanarak IV. yüzyılda Hunların Kafkasya’nın Hazar boyu topraklarında meskunlaştığını ve onların güney sınırlarının Derbent geçidinden başlayarak güneye doğru uzandığı söylenebilir.
Bazı âlimler Kafkasya’daki “Hun ülkesinden”, Hunların meskunlaştığı araziden söz ederken, bu devletin Derbent’in kuzeyindeki çölleri de sınırları içine aldığını söylemekteler.[10]
Amma yazılı kaynakların ve arkeolojik bilgilerin karşılaştırmalı araştırılması sonucu elde edilen verilere dayanarak Hunların, Derbent’ten de güneye, Beşparmak Dağı sınırlarına kadar Hazar boyu topraklarda yaşadıklarını söyleyebiliriz. V. yüzyılın Ermeni tarihçisi Favstos Buzand IV. yüzyılın 30’lu yıllarında vuku bulmuş olaylar hakkında verdiği bilgilerde, Derbent’in güneyindeki topraklarda da Hunların çoğunluk oluşturduklarını göstermektedir. Bu kaynakta, 337 yılında Maskut şahı Sanesan’ın önderliğinde “çok sayılı Hun ordularının” Ermenistan’a baskın yaparak onun başkenti Valarşapat’ı tuttuğu ve bir yıl burada hüküm sürdüğü anlatılır.[11] Alban, tarihçi Moisey Kalankatuklu’nun eserinde bu hükümdar Sanatruk adıyla geçmektedir.[12] Bilindiği gibi, Maskutlar (Massagetler) milattan sonra ilk yüzyıllarda Müşkür Düzü’nde (bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Haçmaz bölgesi) kendi devletlerini kurmuşlardır.[13] Bu Şahlığın sınırlarıyla ilgili kesin bir bilgiye sahip değiliz. Kimi bilim adamları, Maskut Şahlığı’nın güney sınırlarının Kür Nehri, kimileri Gilgilçay veya Beşparmak Dağı, kimileri ise Velveleçay olduğunu kanıtlama çabası içindedirler. Kuzey sınırlarıyla ilgili ise Samurçay veya Derbent şehrinin olması konusunda çelişkili fikirler öne sürülmektedir.[14] Favstos Buzand Maskut Şahlığı’nın sınırları hakkında kesin bilgi vermese de onun deniz kıyısında yerleşen bir ülke olduğunu bildirmektedir.
Ermenice “Maskut”, Arapça “Maskat”a uygun gelen “Müşkür” hem de Massaget adı ile bağlıdır. Yazılı kaynaklar ve toponomik bilgiler araştırıldığı zaman Haçmaz ve kısmen de Gusar bölgelerini kapsayan Müşkür Düzü’nün Maskut Şahlığı sınırları içinde olduğunu söylemek zor olmasa gerek. Maskut Şahlığı’nın kuzey sınırları hakkında bilgi edinmek için Alban tarihçisi Moisey Kalankatuklu’nun eserinden yararlanabiliriz. Tarihçinin, “Yelisey’in Doğuyu (Albaniya’yı) kendi serencamına alır. Güdsden ayrılıp İran’a gider ve oradan Ermenilerin gözünden kaçarak Maskut toprağına geçer. Çola’da kendi tebliğine başlar”.[15] Cümlelerine dayanarak Maskut Şahlığı’nın kuzey sınırlarının ilk dönemlerde Derbent’e kadar uzandığını, fakat daha sonraki dönemlerde Samur Nehri ile sınırlandığını söyleyebiliriz.
Hunlar, Maskut Şahlığı’nın askeri, siyasi ve etno-kültürel hayatında önemli yer tutmaktadır. Bazı kaynakların Maskut Şahlığı’nı ”Masaha-Hunların ülkesi” adlandırmaları hiç de tesadüf değildir.[16]
Buradan, IV. yüzyılda Hunların yerleştiği arazinin Derbent’le sınırlı kalmadığını, güneyde Velveleçay’a ve Beşparmak Dağı’na kadar uzanmış olduğu kanısına varabiliriz. Maskut Şahlığı’nın önemli merkezlerinden birinin harabeliklerinin Müşkür Düzü’nde bulunmuş olması ve çevredeki ondan fazla tepeden birini yerli halkın ”Huna Tepe” olarak adlandırmaları Hunların bu bölgede yaşadıklarına dair önemli bir bilgidir. Yapılan arkeolojik kazılar, daha miladın ilk yüzyıllarında burada şehir tipi yerleşim biriminin salındığını kanıtlamaktadır. İlkin Orta Çağ’da daha da gelişmiş, sınırlarını genişletmiş, nüfusunu arttırmış olan bu yerleşim biriminde hareketli bir yaşam olmuştur. O, Müşkür Düzü’nün en büyük ticaret ve kültür merkezine çevrilmişti. Dönemi yansıtan bu kültür Hun maddi kültürünün karakteristik özelliklerini de taşımaktadır.
Böylece, ister yazılı kaynaklar, isterse de arkeolojik bulgular, Hunların IV. yüzyıldan başlayarak Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda yaşadıklarını kanıtlamaktadır.
Hunların, 371 yılında Kuzey Kafkasya’dan Tuna’ya göç etmelerine rağmen Kafkasya’nın askeri ve siyasi tarihindeki etkileri hâlâ sürmekteydi. 395 yılında Tuna Hunları, Kafkasya ve Ön Asya’ya büyük bir yürüyüş yapmışlar. İlkin Orta Çağ kaynaklarından yararlanan Orta Çağ yazarı Bar-Ebrey, “Selevk erasının 708 yılında (miladi 396-397 yılı) Hunlar Suriya ve Kappadokiya’nın Rum eyaletlerini ele geçirip yağmaladıktan sonra halk orayı terk etmiştir.”[17]
Ön Asya’da soygunlar yaparak külli miktarda ganimet ele geçiren Hunlar Hazar boyu Azerbaycan’ın kuzeydoğu bölgesinden geçerek Tuna’ya geri döndüler.
Tarihçi Yusif Caferov’un araştırmalarına göre 395-466 yıllarında Hunlar, Kafkasya tarihinin ikinci dönemini oluşturmakta ve bu dönem Onogurların aktifliği ile tarihte bilinmektedir.[18]
V. yüzyıl Ermeni tarihçi Yegişe’nin eserinde Hunların Kafkasya’daki faaliyetlerine dair bilgiler yer almaktadır. O, eserinde Hun-Bulgar boylarını Haylandur diye adlandırır. Ermeni yazar, Hun boyalarının meskunlaştıkları Hazar boyu çölleri ”Hunların vilayeti”, Haylandurların toprakları olarak adlandırmakta[19] Derbent istihkamlarından ise kaynakta “Hun kapıları” diye söz etmektedir.[20]
Bizans tarihçisi ve diplomatı Prisk, Kafkasya bölgesindeki Hun boylarından söz ederken Ugorların, Sarugurların, Onogurların adını çekmektedir.[21]
Haylandur etnonimine sadece Yegişen’in eserinde tesadüf olunur. Ermeni yazar, “haylandur” derken muhtemelen Onogurlardan söz etmek istemiştir.
V. yüzyılda Kafkasya’nın askeri-siyasi durumunda Hunların egemenliği, Hazar Denizi’nin batı sahilleri boyu topraklarda Türk boylarının çoğunlukta olmaları, Hunların Sasani İmparatorluğu’na yaptıkları baskınların sıklaşması, Türk silahının vahimliği Sasani şahlarını Kafkasya Albaniyası’nın kuzeydoğusunda, Büyük Kafkasya Dağları’nın Hazar Denizi yakınlarındaki beş bölgede dağ geçitlerinde savunma amaçlı yüksek duvarlar (set) yapmak zorunda bıraktı. Dar geçitleri kapatmakla Hunların güneye ilerlemelerini durdurma amacı güden bu yüksek duvarların yapılması Sasani Şahları II. Yezdegird, Firuz, I. Kubad ve I. Hosrov Anuşirevan’ın hakimiyetleri döneminde, yüzyıldan fazla zaman almıştır. Onlardan Derbent, Gilgilçay, Beşparmak büyük önem taşımaktaydı. İlk önce Derbent ve Beşparmak duvarları yapılmıştır. Alban tarihçinin eserinden artık 450-451 yıllarındaki antisasani isyanı zamanı bu duvarların varlığı belli olmaktadır.[22]
Fakat bu büyük setler, Türk bahadırlarını durdurmak için yetersizdi. 452 yılında Haylandurlar, Albaniya’daki Sasani ordusunu mağlup ederek, Rum’a kadar ilerlemiş, Rum’dan, Ermenistan’dan, İberiya’dan ve Albaniya’dan büyük miktarda ganimetler elde etmişlerdi.[23] V. yüzyılın sonunda Sasani sarayındaki çekişmelerden yararlanan Alban hükümdarı Vaçe, Sasani hükümdarı Firuz Şah’a karşı mücadele başlatmıştır. Sasani şahı, Albaniya’daki hakimiyetlerini kaybetmemek için Hunların desteğine ihtiyaç duymuş ve Sasanilerin tahrikiyle 461-463 yıllarında Hunlar (Haylandurlar) savaşa katılarak Albanları yenilgiye uğratmışlardır.[24]
V. yüzyılın 60’lı yıllarında Kuzey Kafkasya’nın askeri-siyasi ve etnik durumunda esaslı değişiklikler meydana gelmiştir. Avarların sıkıştırdıkları Sabirler veya Suvarlar Batı Sabir’den Kafkasya’ya göç ettiler. Onlar burada diğer Hun boyları, Saragur ve Onogurlarla karşılaştılar. Bizans tarihçisi Prisk, Sabirlerin baskısına maruz kalan Saragur, Ogur ve Onogurların 463 yılında müttefiklik meramı ile İmparator sarayına elçi gönderdiklerini özellikle belirtmiştir.[25] V. yüzyılın 60’lı yıllarında Kafkasya’daki Hun boyları, Sabirler başta olmak üzere yeni, güçlü hâkimiyetlerini kurmuşlardır. Sabirlerin veya Suvarların Kafkasya’ya birkaç akını olmuştur. Savir, Sabir etnokonu daha I. yüzyılın Yunan coğrafyacısı Strabon tarafından kayda alınmış ve onların topraklarının Hazar Denizi ile Don nehri arasında yerleştiği belirtilmiştir.[26] Yusif Caferov, yazılı kaynaklara dayanarak Sabirlerin Kafkasya’ya akınlarını üç farklı merhaleye ayırmaktadır. Birinci merhale I. yüzyıldan V. yüzyılın 60’lı yıllarına kadar olan ve daha Sabirlerin Kuma ve Terek nehirleri arasında yaşadıkları dönemi kapsamaktadır. İkinci merhale Sabirlerin Derbent geçidi istikametinde güneye doğru hareketleriyle devam eden V. yüzyılın 60’lı yıllarından VI. yüzyılın ilk yıllarına kadarki dönemi kapsamaktadır. Üçüncü merhale ise VI. yüzyılın başlarından itibaren Sabirlerin güçlü bir toplum oluşturarak Derbent’in güneyindeki topraklarda hakimiyetlerini güçlendirme çabalarıyla, Kafkasya ve Ön Asya’nın askeri-siyasi tarihinde Hunların çok önemli bir yer edinmeleriyle sonuçlanmaktadır.[27]
Kaynaklar, VI. yüzyılın başlarında Hunların Bizans İmparatorluğu ile müttefikliğini göstermektedir. Bizans tarihçisi Kayseriyeli Prokopi, İmparator Anastasi’nin arkadaşı, Derbent’in hakimi Ambazuk hakkında önemli bilgiler vermektedir.[28]
502 yılında Bizans İmparatorluğu ile Sasani Devleti arasında uzun süren savaş başlar ve Sabirler kimi zaman bu, kimi zamanda diğer tarafı destekleyerek askeri operasyonlara katılırlar. 502 yılının Ağustos-Eylül aylarında Hunlar (Sabirler) Sasaniler tarafından Bizans’a karşı savaşarak Fedesiopol’u ele geçirip yağmalar, Apadana, Edessa, Harram şehirlerini de ele geçirmeye çalışırlar.[29]
Bizans diplomasisi tüm olanakları kullanarak Hun-Sasani ittifakını bozarlar. 503 yılının sonbaharında Sabirler, Sasani askerlerinin koruduğu Derbent geçidinden geçip Albanya üzerine yürürler.
Bizanslıların bu yürüyüşteki tahrik edici rolleri kaynaklarda açıkça belirtilmektedir. Bizans tarihçisi Ritor, Şah I. Kubad’ın yürüyüşün sebebini sorduğu zaman Hunların ona: “Rum imparatorunun elçiler göndererek sizinle ittifakı bozduğumuz takdirde bize vereceği haracı arttıracak. Şimdi ya Rumların teklif ettiği haracı ödersiniz yeniden müttefik oluruz ya da bu savaşı kabullenirsiniz.” dediklerini yazmaktadır.[30]
Hunların bu yürüyüşü Sasaniler Devleti için büyük tehlike olduğunu anlayan Şah I. Kubad Mezopatomya’da, Fırat nehri kıyısındaki askeri operasyonları durdurarak esas askeri birliklerini kuzeydoğuya, Kafkasya’ya yöneltir. Spahbed Şapur’un komutasında 12 bin kişilik süvari birliği Sabirleri Mil, Muğan ve Şirvan düzlerinden kuzeye doğru püskürtmeyi başarırlar. 504 yılının Nisan ayında ise Hunlarla savaşa Şah’ın kendisi de katılır. Şah I. Kubad, bütün askeri birliklerini Sasani Devleti için büyük tehlike oluşturan Hunlara karşı çevirir. 505 yılında Bizans İmparatorluğu ile barışı sağlayan Sasanilerin Sabirlerle savaşı 508 yılına kadar devam eder. Sasani ordusu, gergin askeri operasyonlar sonucu Sabirlerin esas güçlerini Derbent geçidinden kuzeye sıkıştırarak geçidi geri alır.[31]
Bu olaylardan sonra Albanya’da hakimiyetini sağlamlaştırmak, Hazar boyu geçidi elde tutmak için Sasani şahı I. Kubad Derbent’te büyük bir seddin yapımını başlatır. Aynı zamanda güneyde Gilgilçay ve ikinci Beşparmak setlerinin de temelini atar. Bu setlerin yapımı I. Hosrov Anuşiravan hakimiyeti döneminde biter. IX. yüzyıl yazarı Ahmet Balazuri, “Ülkelerin Fethi” kitabında”…Anuşiravan seddini bitirmek için çalıştı. Bu seddin denize birleşen kısmı kaya ve kurşundandı. Eni 300 dirsek olan bu set dağların zirvesine kadar uzamaktaydı. O daha sonra gemilerle taşlar getirilmesini ve denize dökülmesini emretti. Suyun üstüne kadar taşlar doldurulduktan sonra onların üzerinde denizin içine doğru üç mil uzanan bir set yaptırdı.[32]
Derbent savunma sistemi, Hazar kıyısında düzlük bölgedeki dar geçidi kapatan Derbent kalesi ve yüksek, ormanlık dağlar boyunca uzanan dağbarıdan oluşmaktaydı. Mehşur Arap coğrafyacısı Mukeddesi, Derbent setlerinden bahsederken: “Dağdan denizin ortalarına dek üstünde kale burçları olan duvar çekildiğini” belirtmektedir.[33]
Deniz seviyesinden 350 metre yükseklikte, Calğan dağ silsilesinin Hazar Denizi’ne doğru sonuncu tepe üzerinde inşa edilen İçkale, denizi, dar geçitleri ve çevre bölgelerin denetimi ve stratjik açıdan Derbent savunma sisteminin baş unsurunu oluşturmaktaydı. İçkale’nin kuzeydoğu ve güneydoğu köşelerinden başlayan, 3.5 ve 3.65 km uzunluğunda, kalınlığı 3-4, yüksekliği 8-15, bazı yerlerde 15-20 metreye ulaşan, 350-450 metre arayla denize kadar uzanan iki duvarı vardı. Esas tehlikenin beklendiği kuzey yönünden kale duvarları 46 burçla sağlamlaştırılmıştır.[34] Su altı arkeolojik araştırmalar duvarın 450 metreden fazla mesafede denizin içine doğu uzandığını göstermektedir.[35]
Narınkale’nin güneybatı köşesinden başlayan Dağbarı Büyük Kafkas Dağı’nın “Zirve, düz ve geçitlerine uzanır”.[36] Dağbarı’nın uzunluğuna dair yazılı kaynaklarda çelişkili bilgiler yer almaktadır. İbn al-Fakih, al-Yakubi ve al-Bakuvi Dağbarı’nın 42-50 km, al-Masudi ise onun 240-280 km olduğunu belirtmektedir.[37] XX. yüzyılın sonlarında yapılan arkeolojik araştırmalarsa, Dağbarı’nın 40 km’den biraz fazla olduğunu göstererek[38] al-Fakih’in, al-Yakubi’nin ve Abdürreşid al-Bakuvi’nin verdikleri bilgilerin daha doğru olduğunu göstermekteler.
Sasani Şahları, Sabirlerin güneye yapabilecekleri akınları durdurmak, Kafkas Albanyası’nın kuzeydoğusunda Türklerin egemenliğine imkan tanımamak için İran’dan Azerbaycan’ın kuzeydoğu topraklarına Fars dilli halkların göçlerini sağlayarak, bu duvarlar boyunca askeri kamplar kurmaktaydılar. Bu tür kamplardan biri, arkeologlar tarafından Gilgilçay duvarı yakınlığında, Bakü-Deveçi otobanın sağ tarafında bulunmuştur.[39]
Sasani şahlarının bu göç siyasetinin mahiyeti hakkında Orta Çağ kaynaklarından birinde şöyle bir yazıya rastlanmaktadır: “Sasani şahları, bu bölgenin önemini göz önünde bulundurdukları ve kuzey halklarının baskınlarından korktukları için burada cereyan eden olayları büyük bir dikkatle izliyorlardı. Bu yüzden de bu yerin savunması için başka ülkelerden onların itibarını kazanmış, sadık “bekçiler” getirilirdi…”[40]
Sasani şahlarının bu kocaman savunma duvarlarının büyük bir dikkatle korunmasına rağmen cesur Türk askerleri bu geçilmez duvarları aşarak hızla Kafkasya Albanyası’nın iç vilayetlerine doğru yayılmaktaydılar.
Sasani şahı, ülkesi için rahatsız edici bir güç olan Sabirlerin askeri gücünü rakibi Bizans İmparatorluğu’na karşı çevirmeye çalışan Şah I. Kubad, Hunlarla ittifak yaparak Sabirleri İmparatorluğun üstüne salmayı başarır. 515 yılında Sabirler Ermenistan, Mezopotamya ve Anadolu’daki Bizans mülklerini yağmalamaya başlar.[41]
VI. yüzyılın 20-30’lu yıllarında Sabirler Bizans’a karşı savaşlarda Sasanileri destekler ve onlarla birlik olup Rum topraklarına baskınlar düzenlerler.[42]
VI. yüzyılın ilk çeyreğinde Alban kiliseleri Hunlar arasında Hıristiyanlığı yaymak için büyük çabalar harcarlar. Ama Albanya Hıristiyanlarının Sabirler arasında Hıristiyanlığı yaymaya çalışmalarındaki amaç bir taraftan Sasani Şahları ile mücadelede Hunların desteğini kazanmak, diğer taraftan da Albanya’nın iç vilayetlerindeki soygunlara son vermekti.
Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda, Hazar sahili arazilerine Sabirlerin bir sonraki akını, 552 yılındaki olaylar ile bağlıydı. O dönemde Sasani şahı önemli sayıda Sabiri ordusuna alarak Bizans’a karşı verdiği savaşta onlardan yararlanmaktaydı. Sabirlerin büyük bir grubunun Sasanilere destek verdiği bu yıllarda, başka bir grubu Derbent geçidini geçip Albanya arazisine baskınlar düzenlemekteydi. Sasani orduları, bu baskınları durdurarak yenilgiye uğratılan Sabirleri Şabran, Abşeron ve Muğan hattı üzerine yerleştirmişler.[43] Görkemli Türkolog L. N. Gumilyov, hatta Sabirlerin Albanya’yı işgalinden söz etmektedir.[44] Sabirlerin bir bölüğünün Sasanilere destek verdiği bu dönemde diğer bölüğünün Sasanilerin hâkimiyetindeki topraklara baskınlar düzenlemeleri, Kuzey Kafkasya’daki Hunların bağımsız boylar halinde yaşamalarından kaynaklanmaktaydı. Bizans tarihçisi Prokopiy Kayseriyeli’nin “Hun-Sabirler sayı olarak oldukça fazlaydılar ve tam bağımsız kollara ayrılmaktaydılar”[45] cümlesi bu fikri desteklemektedir.
558 yılında Kuzey Kafkasya’da Avarlar boy göstermeye başlarlar. 552 yılda Göktürkler Jujanların devletlerini yıktıktan sonra onların bir kısmı batıya, Kafkasya’ya doğru çekilirler. Kafkasya’ya göç eden, Çin kaynaklarındaki Jujanlar, Bizans kaynaklarında Avarlar olarak geçerler. Önce Bizans, daha sonra ise Sasanilerle ilişkiler kuran Avarlar Kuzey Kafkasya’da Sabir boylarıyla karşılaşarak onları yenilgiye uğratırlar. Avarlar tarafından yenilgiye uğratılan Sabirlerin bir kısmı Azerbaycan’a, özellikle kuzeydoğu bölgesine çekilerek burada yerleşirler. Yenilgiye uğrayan Sabirlerin Azerbaycan’a çekilmeleri onların daha önce bu topraklarda yaşamış olmalarıyla ilgiliydi. Günümüzde Azerbaycan’ın kuzeydoğu bölgesindeki bazı toponimlerin bir zamanlar Sabirlerin bu bölgede yaşamış olduklarını ispat etmektedir. Daha XIX. yüzyılda bu bölgede Kaleysuvar adlı kale kalıntılarının ve kışlanın olması bunun en güzel örneklerindendir.[46] Yine Orta Çağ’da Şabran şehrinin alınmasında Sabirlerin önemli rolü olmuş ve buradaki nüfusun çoğunluğunu oluşturmuşlardır.[47] XI. yüzyıl Türk yazarı Mahmud Kaşgari’nin eserinde Şabran şehri Şabran-Şabiran şeklinde anlatılmaktadır.[48]
Şabran şehri nüfusunun çoğunluğunun Türklerden oluştuğunu Orta Çağ Arap ve Fars kaynakları da onaylamaktadır. A. Firdevsi’nin “Şahname” adlı eserinde tasvir olunan bazı sahnelerin Şabran’la bağlanılması eski çağlardan beri burada Türklerin, özellikle de Hunların yerleşmiş olduğunun bir göstergesidir. İran şahının Turan’da esir tutulduğu ve Rüstem Pehlivan’ın gelip onu kurtarması ”Şahname”de belirtilmiştir. XIII. yüzyıl yazarı Zakeriyye al-Kazvini ise Fars Hükümdarı Bican’ın Türk hükümdarı Afrasiyab tarafından esir alındığı zaman atıldığı kuyunun Şabran’da olduğunu yazmaktadır: “Şabran Bab el-Abvab nahiyesinde küçük şehirdir, burada Bican kuyusu vardır, bu kuyu çok derindir. Türk hükümdarı Afrasiyab İran hükümdarı Bican’ı mağlup etti, onu öldürmedi; Bican’dan çok azap eziyet çektiği için zincirletip hapsetti ve bu kuyuya attı. Kuyunun ağzına kaya parçası koydu. Bahadır Rüstem gizlice buraya geldi, kuyunun ağzındaki taşı kaldırarak onu (Bican’ı) azat etti ve Farsların ülkesine geri götürdü.”[49] Aynı bilgi XV. yüzyıl yazarı Abdürreşid el- Bakuvinin “Kitap Telhis el-Asar ve Acaip-el-Malik el-Gehhar” eserinde de tekrarlanır. “Orada Bican’ın derin kuyusu var. Türklerin padişahı Afrasiyab İran şahı Bican’ı mağlup ettikten sonra onu öldürmeyip ve savaşlarda Bican’dan çokça eziyet gördüğü için ona işkence etmek istedi. Onu zincirleyip o kuyuya saldı ve kuyunun ağzını büyük kaya ile kapattı. Rüstem gizlice gelip kayayı kuyunun üstünden kaldırdı ve Bican’ı çıkarıp İran ülkesine geri götürdü.”[50]
Bilindiği gibi, Orta Çağ yazarları Turan derken, Türk halklarının yerleştiği toprakları kastetmekteydiler. Zekeriyye Kazvini’nin ve Abdürreşid Bakuvi’nin İran hükümdarının saklanıldığı zindanı Şabran’da göstermelerinin nedeni şehrin etnik çoğunluğunu Türklerin oluşturmasıdır.
Şabran şehri harabelikleri Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuzeydoğusunda, Deveçi bölgesinin Şahnezerli köyü civarında yer almaktadır. 1979-1990 yılları arasında abide üzerinde yapılmış olan arkeolojik araştırmalar yazılı kaynakların verdiği bilgileri doğrulamış, Şabran’ın ilkin Orta Çağ’da küçük bir kale-şehir olduğunu, IX-X. yüzyıllarda önemli ticaret ve kültür merkezine çevrildiğini, Orta Çağ’ın sonlarına kadar bölgenin ekonomik, askeri, siyasi, kültürel ve dini bakımdan öncül merkezlerinden olduğunu kanıtlamıştır. Arkeolojik kazılar sonucu burada kale, yaşayış evleri, sanatçı imalathanelerinin kalıntıları, iş ve ev araç gereçleri, silah, süs eşyaları vb. gibi çok sayıda maddi kültür örnekleri bulunmuştur.[51] Dikkat çekici buluntulardan birisi ise üzerinde ”Ameli Saburan” yazılı şişe kap parçasıdır.[52] Bilim adamlarına göre, dış pazarlara gönderilen sanat ürünlerinin üzerine bazı hallerde imal edildiği şehrin ismi yazılı damgalar basılırmış.[53] “Saburan” isminin Sabirler veya Suvarlarla bağlılığı şüphe doğurmamaktadır. Muhtemelen X-XI. yüzyıllarda Şabiran, Şaberan adı ile beraber Sabiran, Saburan adları da kullanılmaktaydı. Abidenin ilk kültürel katlarının V-VI. yüzyıllara ait olması da Sabirlerin Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda yerleştikleri fikrini desteklemektedir. Sasani Şahları, Azerbaycan’ın Hazar boyu bölgesinde Türk halklarının etnik egemenliklerini her ne kadar engellemeye çalışsalar da bunu başaramamışlar. Alban tarihçisinin “Hun hükümdarı Alp-İlitverin adlı sanlı adamları ve çevresindeki asilzadeler arasında Hursan’dan olan İltegin de vardı”[54] cümlesi VII. yüzyılın ilk çeyreğinde Azerbaycan’ın kuzeydoğu bölgesinin belli bir süre Hun hükümdarının yönetimi altında bulunduğunu gösterir. Hursan Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda ilkin Orta Çağ’da büyük bir bölge olmuştur. Arap fetihleri çağında bölge hükümdarları arasında Hursanşah’ın da adı geçmektedir. Ahmet Balazuri Azerbaycan’da Arap fetihlerini anlatırken yazıyor: “Onunla (Maclama ile-T.D.) dağların hükümdarları Şirvanşah, Liranşah, Tabasaranşah, Filanşah, Hursanşah hatta Maskat hakimi ile barış sağlamak için acele onun yanına geldiler.”[55] Araştırmalar, Hursan vilayetinde Türk menşeli Hurs boylarının yerleştiğini gösterir.[56]
Sonuç olarak, Azerbaycan’ın Hazar boyu arazilerinin, karmaşık etnik süreçlere sahne olduğunu göz önünde bulundurarak çok uluslu bir bölge olduğunu ve burada Türk unsurunun, özellikle Hun boylarının (Onogurlar ve Sabirler) önemli rol üstlenmiş olduklarını söyleyebiliriz.
Baku Devlet Üniversitesi / Azerbaycan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 921-927