Jön Türklerin Hocası : Mizancı Mehmed Murad
1854’te Kuzey Kafkasya’da Dağıstan’da doğdu. Çocukluğu Kuzey Kafkasya’nın yayılması Çarlık ordularıyla mücadele yıllarına rastladı. Hatıralarında Dağıstan’ın Rus işgalinden önce dört büyük hanlık ve bir Şer’i Cumhuriyetten ibaret olduğunu, kendisinin Şer’i Cumhuriyette doğduğunu, Tahazade’ler diye bilinen köklü bir aileye mensub olduğunu ifade etmektedir. Dargu Cumhuriyetinde her yıl yenilenen seçimlerle halk bir kadı ve dört meclis üyesi tayin edermiş. Tahazadeler ailesi Osmanlı yanlısı imiş, Mehmed Murad Dağıstan’ın emellerinin kıblesinin Osmanlı olduğunu, fırsat buldukça Osmanlı idaresi altına girmeye can attığını da yazmaktadır. Tarihi göç yolları üzerinde ki bu ülke için Babıali ile İran birbirine rakip iken 19.yy. da Rusya da bu rekabete karışmış.
Kafkasya Ruslara teslim olunca küçük Mehmed Murad’ın babası da Rusya’ya sürgüne gönderilir, üç yıl sonra döndüğünde baba Rusça öğrenmiş ve Rus taraftarı olmuştur. Murad buna çok üzülür, aklı fikri İstanbul’a gitmektedir. Çıkış yolu olarak bir Rus okuluna gitmeyi kabullenir. Okulda Rusça bilmeyen Müslüman çocuklarına ayrılan özel bir sınıfta eğitilir. Orta okulu bitirince İstavropol Lisesine alınır. Okulda 700 Rus, 100 Müslüman öğrenci vardır, çok başarılı bir öğrenci olduğu için Kütüphane muhafızlığı görevine getirilir artık durmaksızın okumaktadır, geceleri de. Okulda Osmanlı taraflısı olduğu anlaşılmıştır, Rus çocukları ona “Paşa” veya “Türk Diplomatı” olarak takılmaktadır. Kafa dengi bir Türk arkadaşı vardır, ondan iki yaş büyük bu genç Moskova’ya Tıp tahsiline gittiğinde kadavra incelemesinde kesilen parmağından mikrop kaparak ölünce Murad çok üzülür. İki kafadarın birlikte Osmanlı’ya göç hayalleri vardır. Murad cenazesine yetişemediği arkadaşının emanetlerini almaya gittiği Moskova’da hukuk tahsili yapar.
1873 de İstanbul’a göçer, hemşerisi Şirvanizade Rüştü Paşanın himayesiyle kaleme geçer. Birkaç lisan bilen bu çalışkan genç adam yükselmeye başlamıştır. Bu arada Osmanlının yıkım dönemi olduğu için devlet katında gördüğü aksamalar, laçkalık, bazı sadrazamların yetersizliği onu çok üzer. O günler 93 harbi denen ve Tuna vilayetimizin elimizden gitmesinin sebebi olan 1877/78 savaşı günleridir. Bulgar prensliği kurularak Bulgaristan’ın temelleri atılmıştır.
1877’de, yeni açılan Mülkiye mektebinde tarih dersleri vermeye başlar. (Bu onun Jön Türklerin hocası olarak ta anılmasını sebebidir).
1885’de Kamil Paşa’nın desteğiyle haftalık Mizan gazetesini çıkarmaya başlayacaktır, bundan böyle Mizancı sıfatıyla tanınacak ve öyle anılacaktır. Mizan’ı 1891 kadar çıkartmaya devam eder. 1894’te Türkiye adına Düyun-u Umumiye komiserliğine getirilir. 1895 te hazırladığı rapor Sultan 2. Abdülhamit tarafından kabul görmeyince önce Sivastopol üzerinden memleketi Dağıstan’a gider, oradan Viyana’ya geçer. Ünlü “Şark Meselesi” hakkında yetkililerle görüşürse de netice alamaz, sonra Paris, Londra teşebbüsleri, muhatap bulamaz. Düvveli Muazzama Osmanlı’yı lokma lokma etmeyi kafasına koymuş, seni mi dinleyeceklerdi denmez de ne denir şimdi?
Akabinde Mısıra gider, Mısır o tarihlerde muhaliflerin göçtüğü yerlerden biridir, Orada Mizan gazetesini yeniden çıkarmaya başlar. Muhalefetin dozunu arttırmıştır, Sultan 2. Abdülhamit’e ağır hakaretler savurmaktadır. İdamına karar verilir, susturulması için Mısır hükümetine baskı yapılınca tekrar Paris’e döner.
Paris’teki Jönlerin bir kısmı zaten Mülkiyeden öğrencisidir, kendisini başkan seçerler. Ancak Paris’te ki muhalefet de Ahmet Rıza vardır ve onu soğuk karşılamıştır, Ahmet Rıza kibri ve Egosu ile hiç sevilmemektedir. Tıbbıyede İttihadı Osmani’nin ilk kurucularından Dr. Ş. Mağmumi onun ecnebi annesinden (Avusturyalıdır) hiçbir milli terbiye almadığından, vatan sevgisi olmadığından söz etmektedir. Dr. Ş. Mağmumi daha başında bu Jön Hareketini milliyetsiz bulup ayrılır ve Mısıra gider. 1927 yılında ölümüne kadar Türkçülük çalışmalarına orada devam eder. Bir zamanlar Mısır’ın Türkçüler için bir sığınak olduğuna bugün kolay kolay kimse inanamaz. İttihatçılar daha başından anlaşmamakta anlaşmışlardır, tıpkı Araplar gibi. Ahmet Rıza’nın kız kardeşine yazdığı bir mektupta hiç de İslam Dini aleyhinde hiçbir ifade yoktur, o, İslamiyet’in cahillerin eline kalmasından yakınmaktadır. (İsviçre’de Jön Türk Basını, Muammer Göçmen KİTABEVİ) Ahmet Rıza daha sonra İttihatçılar zirveden düşüp te Alman denizaltısıyla ele başıları kaçınca onların Arap, Rum ve Ermenilerin katilleri olduğunu ileri sürerek Meclisi Mebusan’da yargılanmalarını istemiştir. Yalan yanlış bir pozitivizmi ile etkilediği İttihatçı takımına böyle de sırtını dönmüştür. O ve benzerleri (Dr. Beşir Fuad, intihar etmiş, nasıl öldüğünü bile notlara geçirmiş) yüzünden ”Ordu Dinsizdir” gibi haksız bir propaganda bugün de işlemektedir. 31 Mart vakasında ayaklanan asker zabitlerini “con” yani Jön olmakla suçlamıştır. Aslında işin evveliyatı var 1847 Askeri Tıbbiye‘yi ve Üsküdar Askeri Hastanesini ziyaret eder Dr. Macfarlane kütüphanede ve öğrencilerin ellerinde Fransız İhtilalini hazırlayan materyalist filozofların kitaplarını görür ve şaşırır, kitaplardan biride dinsizliğin el kitabı dediği D’Olbach’ın System De La Nature adlı kitabıdır.
Ahmet Rıza’nın hatıraları basılmış ama henüz rastlamadım. Cumhuriyetin başlarında Gazi Mustafa Kemal Paşa ile de yazışmaları ise bir tarih dergisinde yayınlanmıştı, anladığım kadarıyla Gazi Paşa kendisini kibarca refüze etmiş, Ankara’ya kadar giden İttihadi Osmani’nin Askeri Tıbbıye’de ki beş kurucusundan Arapgirli Dr. Abdullah Cevdet’e ise randevu bile vermemiştir. O çöküş döneminde hiçbir yara almadan işin içinden kurtulanlardan biride Dr. A. Cevdet’tir. Ahmet Rıza gibi. Sultanahmette Ticarethane sokakta İçtihad evi adlı koskocaman bir bina zamanında onun mülküdür, şimdi kimindir bilemeyiz… Yolu düşen gidip görebilir. Zekeriya Sertel de hatıralarında zattan pek iyi bahsetmemiştir.
Dağıstanlı Mehmed Murad Paris günlerinde Mizan’ı yeniden yayınlamaya başlar. Ahmed Rıza’nın Meşveret’i de yayına devam etmektedir. Meşveret’te Aristidi efendi gibileri Girit meselesinde Rumları haklı gösteren yazılar yazınca bizim jönler fena halde tepki verirler artık ayılmaya başlamışlardır. Zaten Ahmed Rıza da tepki çekmeye başlamıştır. Cemiyet iki Türkçe gazetenin fazla olduğuna kara verdiği için Meşveret Fransızca olarak yayın hayatına devam eder.
Jön Türk muhalefetinin Avrupa’da ki ikinci merkezide Cenevre’dir. İsviçre’de Jön Türk basını ve Türk Siyasal hayatına etkileri adlı basılmış doktora tezinde İsmail Göçmen Osmanlı gazetesi, İstirdad ve vatan gazeteleri, intikam adlı gazetelerden hatta Beberuhi ve Tokmak adlı mizah dergileri olduğundan uzun uzun bahsetmiştir. Jön Türk muhalefetini önde gelen adları hepsi bu gazetelerde yazı yazmaktadır. 165 sayısı İstanbul’da, 19 sayısı Kahire de basılan Haftalık Mizan’ın 18 sayı Pariste,11 sayı da Cenevre’de yayınlanmıştır. 1897 de çıkan afla Mehmed Murad İstanbul’a döner. Zaten İttihatçılarla da anlaşamamaktadır. 1908 İkinci meşrutiyetine kadar İstanbul’da göz altındadır. İttihatçılar geri döndüğü için onu affetmemiştir, 1909 da 31 Mart Ayaklanmasında yargılanır, Rodos’a sürgün edilir, kaleibendliğe mahkum edilmiştir. Yani kale içinde mahkûmiyet cezası. (geçenlerde bir spiker hanım bu kelimeyi kelebent olarak telaffuz ediyordu). Kaleibend iken Mizancı Murat bir Osmanlı tarihi kaleme almıştır, 10 cilt olan bu serinin 7 cildi basılır, nedense adını “Tarihi Ebul’l Faruk“ olarak koymuştur. Bu galiba oğlunun adıdır. 2011yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Hocalarından Prof. Yılmaz Kurt öğrencilere ve meraklılara hem tarih hem de eski yazı öğretmek amacıyla ciltlerden birini dört ayrı kitap haline getirerek iki alfabe ile yayınlamıştır. Serinin 16.yy. ile ilgili olan kitabı Akçağ yayınevinden temin edilebilir.
Mizancı Murad 1912 de affedilir, zaten Rodos ta elden çıkmıştır o tarihte, İstanbul’a döner. 1917 de küskün ve unutulmuş olarak Hisar’daki yalıda vefat eder. Mezarı Küçüksu’da hakkında Biyografi yazan Doç. Dr. Birol Emil hoca tarafından bulunmuştur, tabii bakımsız bir halde. Meskenet Mazeret Teşkil etmez adını verdiği hatıraları da Alaattin Fidancı tarafından Latin alfabesine çevrilerek yayınlanmıştır. Hatıraları çocukluk, gençlik ve özellikle Düyunu Umumiye ye ait önemli bilgiler vermektedir, yakın tarih araştırmalarının her türlüsü için başvurulması gerekir. Ancak Mehmed Murad’ın Paris ve Mısır günlerini içermemektedir.