1914 yılında Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti, dört yıl çeşitli cephelerde zor şartlar altında mücadele etmiş ve kaynaklarının büyük bir kısmını kaybederek 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütârekesi’ni imzalayarak savaştan yenik çıkmıştır. Bu yenilgi sonunda Osmanlı topraklarını paylaşmaya girişen galip devletler, mütareke ile “güvenliklerini tehdit edecek bir durum olduğunda herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkını” elde etmişlerdir.
Esasen I. Dünya Savaşı sonunda Şark Meselesi’nin mutlaka halledileceğini, bu yolda Fransa ile mutâbakat sağlandığını belirten İngiliz Başbakanı Lloyd George, meselenin çözümünü, Türklerin Avrupa’dan çıkarılmalarına ve ancak yararlı olduğu ölçüde, Anadolu’da bir müddet kontrol altında kalabileceklerine bağlıyordu.[1] Lord Curzon da 1918 yılı başlarında, yaklaşık beş yüz yıl Avrupa politikasında entrika ve yolsuzluk kaynağı olan Türklerin Avrupa’dan kovulmalarının gerektiği görüşündedir.[2] Taraflarından hiçbir tahrike mâruz kalmadan harbe giren ve Almanya’nın samimi ve pek faydalı müttefiki haline gelen Türklere karşı hiçbir taahhütlerinin olmadığı fikrinde olan İngiltere’nin[3] bu düşüncesini Milli Mücadele boyunca devam ettirdiği görülecektir.
18 Ocak 1919’da Paris’te Osmanlı topraklarını paylaşmak için toplanan Müttefiklerin, Osmanlı mirası üzerinde anlaşmakta güçlük çektikleri asıl mesele, daha önce İtalya’ya vaad edilen toprakların verilip verilmeyeceği meselesi olmuştur. 1917 yılında imzaladıkları St. Jean de Maurienne Gizli Anlaşması ile Batı Anadolu’nun İzmir’den Konya’ya kadar geniş bir bölgesi İtalyan nüfûz bölgesi olarak tespit edilmiş idi. İngiltere ve Fransa kendi çıkarlarına zarar vereceği düşüncesiyle bu anlaşmayı geçersiz saymayı uygun bulmuştur.[4]
Amerika Cumhurbaşkanı Wilson bile, Batı Anadolu’daki Rumların Türklerin boyunduruğundan kurtarıldıktan sonra İtalya boyunduruğuna terk edilmemesi ve bu insanların yaşadığı Türk topraklarının Yunanistan’a bağlanması kanaatinde idi.[5]
Bu anlayış içerisinde İzmir bölgesinin Yunanistan’a verilmesi İtalyanların şiddetli itirazlarına rağmen kabul edilmiştir.[6]
Anlaşılan odur ki, Anadolu’da üstlenecek ve Doğu Akdeniz’i kontrol edecek kuvvetli bir İtalya, İngiltere ve Fransa için önemli bir tehdit oluşturabilirdi. Bu sebeple İngiltere ile Fransa, İtalya’nın Akdeniz’de kendileri için tehlikeli olabilecek yayılmasını engellemeyi mümkün kılacak vasıtayı Yunanistan’ın Anadolu üzerindeki emellerinde bulmuşlardır. Yapılan gizli anlaşmaların hiçbirisinde Yunanistan’ın adı dahi geçmemesine rağmen, Türklere karşı savaşa katılma bedeli olarak Yunanistan’a Aydın vilâyeti[7] vaad edilmiştir. Bu, Yunan emelleri ve Megali İdea’sı[8] için de büyük bir fırsattı. Yunan işgali, sadece kendilerine vaad edilen bu alanla kalmayacak, Megali İdea’nın gerçekleştirilmesi yönünde genişleyecektir.
Gerek işgallerin başlamasından önce, gerekse işgaller başladıktan sonra Türklerin, Anadolu’da yapılacak işgallerde, Yunan kuvvetlerinin bulunmaması veya daha önceden diğer devletler tarafından âsâyiş sağlandıktan sonra Yunan kuvvetlerinin gelmesi yönündeki istekleri,[9] dikkate alınmamış ve ustaca yürütülen İngiliz siyâseti ile sonuçsuz bırakılmıştır. 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’un işgalinde[10] olduğu gibi İzmir’in işgalinde de Müttefik kuvvetler içinde Yunan askerleri yer almıştır.
Türkler, İzmir’in işgalinde de Yunanlıların bulunmalarını istemedikleri gibi en bedbin olanlarda bile Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri ihtimali düşünülmüyordu.[11] Ancak olaylar, bu istek doğrultusunda gelişmemiştir. Müttefik Filo’nun Başkomutanı İngiliz Visamirali Calthorpe, 14 Mayıs 1919 günü 17. Kolordu Kumandanı Miralay (Albay) Ali Nadir Paşa’ya verdiği nota ile İzmir istihkâmları ile müdafaa tedbirlerini haiz arazinin, mütarekenin 7. maddesine dayanarak İtilaf Devletleri’nce işgal edileceğini bildirmiştir.[12]
14 Mayıs 1919 günü Amiral Webb tarafından Damat Ferit Paşa’ya bir nota verilerek, Paris Konferansı kararına göre İzmir istihkâmlarının İtilâf kuvvetleri tarafından işgal edileceği bildirilmiştir.[13] Osmanlı Hükümeti, bunun üzerine devlet ve millet haklarının korunması için sükûn ve vakârın muhafazası lüzûmunun halka tavsiye edilmesini Dâhiliye Nezâreti’ne tebliğ etmiştir.[14]
Amiral Calthorpe da 14 Mayıs sabahı, İzmir Valisi İzzet Bey’e bir nota vererek, İzmir istihkâmlarının İtilâf devletleri tarafından işgal edileceğini bildirmiştir. Bu notada da işgalin Paris Konferansı’nın kararı ile olduğu belirtilerek önemle gereğinin yapılması istenmiştir.[15] Daha sonra Amiral Calthorpe tarafından Ali Nadir Paşa’ya ikinci bir nota[16] verilmiş ve İzmir’in Müttefikler adına Yunan kuvvetleri tarafından işgal edileceği, şehirde gereken güvenlik tedbirlerinin alınması, bu amaçla bütün askerin Kışla’da bulundurulması, işgalden sonra da Yunan kumandanının arzusuna göre hareket edileceği “Düvel-i muazzama donanmasının nazâr-ı dikkate alınması” tehdidiyle bildirilmiştir.[17] Yine durum, Ali Nadir Paşa tarafından l5 Mayıs 1919’da Harbiye Nezâreti’ne bildirilmiş ve İzmir’deki bütün kıtalara ve müesseselere, verilen notaya uygun bir tebligat yapılmak suretiyle, sükûn ve asayişin muhafazasına çalışılmıştır.[18] Bu arada Lloyd George da, Amiral Calthorpe’a, Yunan çıkarmasının güvenliğini sağlamak emrini vermiştir.[19]
Bütün bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Türk makamlarına önce İzmir’in İtilâf kuvvetleri tarafından işgal edileceği, sonra da İtilâf devletleri adına Yunan kuvvetleri tarafından işgal edileceği bildirilmek suretiyle mesele bir oldu bittiye getirilmiştir. Böylece Türk idarecilerinin müdafaa tedbirleri almaları önlenmiştir.[20] Ayrıca, 14 Mayıs gecesi, Türklerin ertesi günü yapılacak işgale karşı direnme hislerini sarsmak amacıyla Türk mahallelerindeki evlere Rumlar tarafından baskınlar yapılmış, silah ve malzeme aranmıştır.[21]
İzmir çevresindeki istihkâmlar, 14 Mayıs sabahı İtilâf kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. İzmir’in işgali sadece istihkâmlarla sınırlı kalmamış, 14 Mayıs’ta bu iş tamamlandıktan sonra Yunanlılar tarafından şehrin işgaline geçilmiştir.
15 Mayıs 1919 sabahı, İzmir’i işgal etmek üzere 20’yi aşkın nakliye gemisi ile Yunan I. Fırka askerleri limana çıktılar. Karaya çıkan Yunan askerlerinin 50.000 kişi kadar oldukları tahmin edilmekte[22] olup, daha sonra İzmir’e mütemâdiyen Yunan askeri gelmiştir.
Yunan İşgal Komutanı Zafiriu, işgali müteakip, bir beyanname yayımlamıştır. Ahenk gazetesinde yayımlanan beyannamede[23] Zafiriu, Müttefiklerin muvafakatıyla İzmir ve civarının işgal edildiğini, işgalden maksadın mevcut kanunların korunması suretiyle bütün ahâlinin rahatının temini olduğunu, mülkiye ve diniye memurlarının vazifelerinin icrası hususunda Yunan askerî kuvvetlerinden her an yardım isteyebileceklerini, askerin kendilerine hürmetkâr davranacağını, kumandanlığın kapısının her zaman arz olunacak şikâyetlere kemâl-i şefkatle açık olacağını, herkesin sükûnetle işiyle gücüyle meşgul olmasını ve vatanları hakkında mütareke devletlerince verilecek kararı itimatla beklemelerini tavsiye etmekteydi.[24] Bundan sonra yayımlanan beyannamelerin hepsinde, İzmir’i işgalden maksadın adî bir kontrol görevinden ibaret olduğu, hükümetin ve Osmanlı hakimiyetinin baki olduğu söylenmekte ise de maksadın böyle olmadığı kısa sürede anlaşılacaktır.
Yunan askerlerini karşılamak amacıyla, yerli Rumlar Kordonboyu’na toplanmışlardır. Elleri çiçekler ve bayraklarla dolu Rum kızlarının üzerlerinde mavi-beyaz kumaştan dikilmiş elbiseler vardı.[25] Rumlar, ellerindeki Yunan bayraklarını sallıyor, çiçekler, alkışlar ve “Zito Venizelos” bağırışlarıyla, Yunan askerlerini selâmlıyorlardı. Rıhtımdaki bütün binalar, Yunan bayraklarıyla donatılmıştı. Vapurlar ve fabrikalar sürekli düdük öttürüyor, başta Aya Fotini olmak üzere kiliselerin çanları durmadan çalıyordu. Bandolar da, Yunan millî marşını çalmaktaydılar.[26] Metropolit ve rahipler diz çökmüş, ağlayarak ve ilâhiler söyleyerek Yunan bayraklarını öpüyorlardı.[27]
İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos, arkasında bir grup papazla Albay Zafiriu’ya gelerek “Hoş geldiniz” dedikten sonra, Yunan milletinin 3000 yıllık bir ayrılıktan sonra ve buradaki ırktaşlarını Türklerin zulmünden ve esaretten kurtardıklarından dolayı Tanrı’ya minnet ve şükran duygularını sunmuş ve sevinç gözyaşları içinde gelenleri takdis etmiştir.[28]
Takdis merâsimi bittikten sonra Yunan askerleri yürüyüş nizamına geçti. Askerlerin önünde Rum gençlerinden bir grup ve bu grubun başında bir Rum palikaryası, bayrak taşıyarak Yunan işgal kuvvetlerine öncülük etmekte idi. Metropolit Hrisostomos da bu grubun başında gidenlerdendi.[29]
İşgal kuvvetleri, Kışla Meydanı’ndaki saat kulesinin önünde, Kışla’yı ve Hükümet Konağı’nı işgal etmek üzere iki kola ayrıldı. Yunan kıtaları Kışla ile Hükümet Konağı’nın önünden geçerken, gerek silâh çatıp beklemekte olan Türk askerleri ve gerek etrafta toplanan Müslüman halk, yerli Rumların tahrik ve hakaretlerine rağmen sükûnetlerini muhafaza etmişlerdir.[30]
Önde atlı bir tabur komutanı ve onun arkasında Yunan bayrağı taşıyan küçük rütbeli bir subayı takip ederek rıhtım boyu yoluyla Kışla önüne gelmekte olan Evzon Taburu, etrafında birçok Rum kadın ve çocuğu ile ellerinde tabancaları bulunan Rum gazetecileri ve Megali İdea Cemiyeti azasından bazı kimseler olduğu halde Kışla’ya ulaşmıştır.[31] Evzon Taburu’nun etrafını kuşatan yerli Rumlar “Zito Venizelos” diye bağırmakta ve Rumca bazı şeyler söylemekte idiler.[32]
Evzon Bölüğü, Kışla önüne ulaştığı sırada bir el silâh atılmıştır.[33] Atılan silâh ile bayrağı taşıyan Yunan askeri yere serilmiş, Yunan askerleri, panik içinde kaçmaya başlamışlardır. Kısa bir süre sonra toparlanan Yunan askerleri, Kışla’ya ateş açmışlardır. İlk anda, Kışla’nın nizâmiye kapısında nöbet bekleyen ve görevlerinden ayrılmamaları emrini almış olan erlerden birkaçı şehit olmuştur.[34]
Yunan askerleri, olay yerinde bulunan ve kaçamayan halk üzerine de ateş açmışlardır.[35] Olay yerinde bulunanlardan pek çoğu öldürülmüş[36] ve yaralanmıştır. Bu esnada korkudan Ziraat Bankası merdivenlerine sığınan, kadın ve çocuklar burada fecî bir şekilde öldürülmüşlerdir. Umûm Jandarma Kumandanı Miralay Ali Kemal Sırrı Bey, raporunda, “Banka merdivenlerinden sel gibi kan aktı.” demektedir.[37]
Kışla içinde 250 kişiden ibâret subay ve efrat silâhsız bir halde ve işgalin icâp ettirdiği muâmelelerle meşgul idiler.[38] Bunlar bir taraftan görevlerine göre dairelerindeki önemli evrak ve eşyalarını toplamakta, bir taraftan da maaş dağıtılmakta idi.[39]
Herhangi bir karşılık verilmediği halde Kışla, yarım saatten fazla süren ateşe maruz kalmıştır. Kışla’dan ateş edilmediğini anlatmak için değneğin ucuna beyaz bir mendil bağlanarak dışarıya gösterilmeye çalışılmıştır. Mendil bağlı sırığı dışarıya göstermek üzere alan Mülâzım-ı Evvel (Üsteğmen) Celâl (Dinçer) Bey, orta katın park cephesindeki koridor kapısına götürürken sağ kolundan yaralanmıştır. Yine bu sırada üst katta bir mülâzım da şehit olmuştur.[40] Ateşin kesilmediğini[41] gören 17. Kolordu Kumandanı Ali Nâdir Paşa, sırığa bağlanan beyaz bayrağı eline alarak, 56. Fırka Kumandanı Yarbay Hürrem Bey, Erkân-ı Harp Reisi (Kurmay Başkanı) Abdülhamid Bey, Ahz-ı Asker Şubesi Reisi (Askerlik Dairesi Başkanı) Albay Süleyman Fethi Bey, diğer subaylar ve askerlerle birlikte Kışla’nın Konak Meydanı’na bakan kapıdan çıktılar.[42] Bunun üzerine ateş kesildi.[43]
Bu sûretle yapılan hakarete Osmanlı subaylarının etrafını saran Yunan askerleri, sille-tokat, dipçik ile küfürler ederek, tükürerek saldırmışlardır. Bunlara Rumlar da katılmıştır.[44] Süngü ve dipçik darbeleri altında, subayların üzerleri aranmış, Türklük ve Müslümanlık alâmeti sayılan kalpak ve fesler yırtılarak ayaklar altında çiğnenmiştir.[45] Subayların üzerlerinde bulunan para, saat, yüzük, sigara tabakası ve mendil gibi eşyaları gasp edilmiştir. Subayların formaları da Yunan askerleri tarafından sökülmüştür.[46]
İzmir Kışlası’nda ümera, zabitan ve eratın pek çoğu öldürülmüş, yaralanmış ve akla gelmeyen hakaretler yapılmıştır. Kışla’daki subaylar ve askerlerin bir kısmı kafile halinde Patris Vapuru’na, bir kısmı da Averof Zırhlısı’na sevk edildiler. Yunan askerlerinin süngü tehdidi altında Rıhtım caddesi istikametine sevk olunan kafile, “Zito Venizelos” diye bağırmaya zorlanmıştır. Kafile üzerine, güzergâhta yolun iki tarafına toplanmış olan Yunan askerleri ile silâhlı Rumlar tarafından ateş edilmiştir. Yerli Rum ahali de, subay ve askerler üzerine hakaretlerle saldırmışlardır. Bu esnada yerli Rum ahali ve Yunan askerleri tarafından atılan kurşunlarla subay ve askerlerin birçoğu şehit olmuş, birçoğu da yaralanmıştır.[47]
Bu yürüyüş sırasında şehit, yaralı ve kayıp subaylar[48] ve askerlerle[49] ilgili kesin bir rakam vermek güç olmakla birlikte 30’dan fazla şehit ve 60’tan fazla yaralı olduğu tahmin edilmektedir.[50] Ayrıca hüviyetleri tespit edilemeyen birçok ölü ve yaralı vardır.
İkinci bir kol halinde ilerleyen Yunan işgal kıtası, etrafını büyük bir Yunan bayrağı taşıyan yerli Rumlardan oluşan bir grup sardığı halde, tahrik edici bir tezahürat ve tavır ile Hükümet binasına ulaşmış ve abluka altına alınmıştır.
Yunan İşgal Kumandanlığı’nın sabah yayımladığı beyannamedeki, “mülkiye ve adliye memurlarının eskiden olduğu gibi vazifelerine devam etmeleri” kaydına güvenerek görevleri başında bulunan hükümet memurları, daire karşısında bulunan Askeri Otel’in üst katına çıkan Yunan askerlerinin Hükümet Konağı’na ateş açmaları üzerine mahsur kalmışlardır. Valinin etrafında toplanan memurlar ve jandarma subayları, beyaz bir bayrak çekmek suretiyle ateşin kesilmesine çalışmışlardır.[51] Bunu gören Evzonlar, içeri girerek, silâhsız ve müdafaasız Türk memurlarının üzerlerine atılmışlardır.[52] Türkçe ve Rumca küfürlerle, elleri yukarı kaldırmak suretiyle hepsini dışarı çıkardılar. Bu esnada süngü ve dipçik darbeleriyle birçok kimse yaralanmıştır. Fes ve kalpakları süngü ucu ile başlarından alınmış ve bu sebeple bir çoğu başından ve yüzünden yaralanmıştır. Orada bulunan Rumlar da odunlarla bu saldırılara katılmışlardır.
Hükümet Konağı’nda beş kişi öldürülmüş, Vali İzzet Bey de tahkir edilmiştir.[53] Vali yaverinin kordonlarını sökmüşlerdir. Tuttukları memurları ve Vali’yi elleri yukarıda, başı açık bir halde sokaklarda “Zito Venizelos” diye bağırtarak Kışla’nın önüne getirmişlerdir.
Burada memurların üzerinde bulunan kıymetli eşyalar gasp edilmiştir. Hükümet daireleri birkaç gün Yunan işgali altında kalmış ve Hükümet Dairesi’ndeki yazıhanelerin çekmeceleri kırılarak çeşitli evrak imha edilmiştir. Ayrıca dairede bulunan eşyalar ya soyulmuş, yahut kullanılamayacak şekilde imha edilmiştir.[54]
Yolda, Yunan Mümessili, bir otomobille gelerek Vali ile oğlunu[55] alıp götürmüştür.[56] Geri kalanların bir kısmı Pasaport’a,[57] bir kısmı da Zâhire Borsası’na götürülmüşlerdir.[58]
Kışla ve Hükümet Konağı’ndan toplanan subaylar ve memurlar, Pasaport’a gelinceye kadar güzergâhtaki Rum ahali ile evlerindeki balkonlarda bulunan Rum kadınları tarafından ellerine geçen taş, toprak ve kiremit parçaları üzerlerine atılmak suretiyle hakarete maruz kalmışlardır.[59] Sürülen kafilenin arkasında bıraktığı yol, yüzlerce şehit ve yaralı ile dolmuştur.[60]
Yunan Kıtaatı tarafından toplanan efrat ile birlikte, muhtelif mahallerden toplanan 700’den fazla Türk ahâli de Patris Vapuru’na götürülmüştür.[61] Patris Vapuru’na götürülmekte iken kafilenin üzerine Yunan Mümessili’nin bulunduğu Leon Torpidosu’ndan açılan ateş sonucu 21 subay yaralanmış,[62] pek çok kişi de ölmüştür.[63]
Patris Vapuru’na çıkarken bir Türk subayının elinde bulunan beyaz bayrağın bağlı olduğu sırığın ucu, merdivende duran Yunan nöbetçi erine değmesi üzerine, Yunan nöbetçi eri, öfke ile iki subayı süngü ile yaralamıştır. Bu subaylardan birisi daha sonra şehit olmuştur. 17. Kor. Levâzım 2. kısmından Kâtip Sabri Efendi’nin on iki yaşındaki oğlu yaralanmıştır.[64] Vapurun ambarlarına sürüklenirken kendini kaybedip denize atlayanlar da olmuştur. Mustafa Enver Efendi, kendini kaybedip denize atlamış, sonra yakalanarak tekrar kafileye alınmıştır. Vapura götürülenler, hayvanların konduğu ambarlara hapsedilmişlerdir.[65]
Ertesi gün Yunan İşgal Komutanı Zafiriu, vapura gelerek vukua gelen hadiseye başlıca sebep olarak muntazam kol nizamında ilerlemekte olan Yunan Evzon Taburu üzerine Kışla’dan ateş açıldığını ve hatta, kumandasında bulunan mangasındaki bir neferin derhal öldüğünü göstermiş ve bu suretle meydana gelen hadiseden pek ziyade müteessir olduğunu söylemiştir.[66]
Vapura getirilenlerin üzerlerinde bulunan eşya ve para gibi şeyler, türlü hakaretlerle alınmıştır. Subay ve efrattan çoğu hakarete maruz kalmamak için üzerlerinde bulunanları kendiliklerinden vermişlerdir.
İşgal günü, İzmir’de Kolordu ve Fırka Kumandanları ile Erkân-ı Harbiye heyetleri tutuklanmışlardır. Vapurda tutuklananlardan Ali Nadir Paşa, Erkân-ı Harbiye Reisi Abdülhamid Bey, 56. Fırka Kumandanı Hürrem Bey ve Ali Nadir Paşa’nın yaveri Mülâzım Enver Efendi vapurdan çıkarılmışlar, diğerleri vapurda kalmışlardır. Vapurda kalanlar, yüzbaşı rütbesine kadar olanlar, ayırt edilmeksizin birer ikişer saat arayla vapurun ikinci sınıf kamaralarına nakledilmişlerdir. Azami 32 yataklı olan kamaraya 150’den fazla subay ve dışarıda tutuklanmış olan polis memurları ile mülkiye memurlarından ve halktan bazıları da kamaraya dahil edilmişlerdir. Tutuklananlara, 48 saat zarfında iaşe olarak hiçbir şey verilmemiştir. Teneffüs ihtiyacı, 3-4 saatte bir 5-6 dakika güverteye çıkarılmak suretiyle sağlanmıştır. Yaralı olanların tedavilerine de pek sathî bakılmıştır.
Toplanan memur ve subayların bir kısmı Zahire Borsası’na, depolara ve boş dükkanlara hapsedilmişlerdir. Bunlar, iki üç gün aç ve susuz bırakıldıktan sonra serbest bırakılmışlardır.[67]
Kışla ve Hükümet binasından alınan memur ve subaylardan başka, rastgele yakalanan Türkleri çeşitli yerlere hapsetmişlerdir.[68] Hükümet binasının bitişiğindeki Mekteb-i Sultânî talebeleri, Yunanlılar tarafından Bozmeri Hapishanesi’ne kapatılarak dövülmüşler ve işkence edilmişlerdir.[69]
Yunan askerleri tarafından Askerî Otel, yaylım ateşine tutularak işgal edilmiş ve otelde bulunan subaylar ve siviller Kışla’ya götürülmüşlerdir. Siviller, daha sonra serbest bırakılmışlar, subaylar ise tutuklanmışlardır. Kışla’da dört gün tutuklu kalan subaylara bu müddet zarfında iki defa yiyecek verilmiştir.[70]
Yunanlılar, İzmir Rüsûmat Başmüdürlüğü’nü (Vergi Dairesi) işgal etmişler ve arama yapmışlardır. Başmüdür Agâh Bey ile dairedeki memurlar, Rumların hakaretleri arasında II. Kordon’a getirilmişlerdir. Burada Yunan askerleri, bu kişileri arayarak, üzerlerinde bulunanları almışlardır. Elleri yukarıda, dipçik ve dayak altında “Zito Venizelos” diye bağırtarak Punta İskelesi’ne getirmişlerdir. Bu yürüyüş sırasında, Veznedar Nâzım Efendi süngülenerek öldürülmüş, pek çok Türk de yaralanmıştır. Agâh Bey ile maiyyetindeki memurlar, Punta İskelesi’ndeki vapurun hayvan pisliği dolu ambarlarına hapsetmişlerdir. Agâh Bey, resmî işler vesilesiyle tanıştığı bir Yunan subayının yardımı ile kurtulmuştur.[71] Diğerleri pek çok dayaktan sonra vapurda ıslatılmışlar ve rüzgârda bekletilmişlerdir. Daha sonra serbest bırakılmışlardır.[72]
Vapurlara hapsedilen Türk subay ve erleri, 18 Mayıs 1919 günü Kışla’ya nakledilmişler, bir müddet sonra da Yunan vesikaları verilerek serbest bırakılmışlardır. Bırakılan subaylar, sayım yapılmak suretiyle Kışla’ya gelmeye mecbur edilmişlerdir. Serbest bırakılmalarından üç gün sonra Kışla’ya gelen subaylar dışarı bırakılmamışlardır. Diğer subaylar, Kışla’ya gelmedikleri için evlerinden toplattırılmış ve hakarete maruz kalmışlardır. Bazı subaylar Kışla’da alıkonulmuş,[73] bunların yanlarına Urla’dan getirilenler de konulmuştur.[74]
Tutuklanan subaylar, daha sonra peyderpey serbest bırakılmaya başlanmıştır. Subayların bir kısmı Ağustos ayına kadar tutuklu kalmıştır.[75] İki ordunun İzmir’de temasta bulunmasının vaziyeti fevkalade nazik bir hale sokacağı sebebiyle efrat ve subaylar ile ailelerinin ilk vasıtayla İzmir’i terk etmeleri lüzumu, işgal kuvvetleri komutanı tarafından Ali Nadir Paşa’ya bildirilmiştir.[76] Ali Nadir Paşa, durumu 21 Mayıs 1919 tarihinde Harbiye Nezâreti’ne bildirmiş, Kor. kıtaatının İzmir’i terk etmeden önce kesin ve seri teşebbüste bulunularak ikinci bir hakarete maruz kalmadan neticenin hemen bildirilmesini istemiştir.[77] Harbiye Nezâreti, istenenin yapılmasını, dileyen subayların ve ailelerinin İstanbul’a gelebileceğini cevaben bildirmiştir.[78]
Tutuklananlardan esir olarak 230 kişi üç kafile halinde denizden İstanbul ve Mudanya’ya sevk edilmiştir.[79] 17. Kor.’un mevcudunu oluşturan 88 subay ve 950 erden ibaret ilk kafile Mudanya’ya sevk edilmiştir.[80] Kışla’da tutuklanan bazı subaylar da İtalyan bandıralı Oterya Vapuru ile İstanbul’a götürülmüşlerdir.[81]
Bazı kimseler öldürülerek denize atılmışlardır. İşgalden beş gün sonrasına kadar bir çok ceset çıkarılmıştır. Bunlar arasında boğazlarından birbirine zincirle bağlı üç polis cesedi, Hükümet Konağı’nın önündeki sahilde görülmüştür.[82] 16 Mayıs akşamı Kordonboyu’nda bazı cesetler sahile vurmuştur. İşgalin ilk günü, Yunan askerleriyle Rum çetelerinden bazı gruplar, limandaki yelkenlilerde ve sandallarda bulunan bazı Türk balıkçıları ile gemicilerini yakalayarak zincire bağlamışlar ve denize atmışlardır. Sahile vuran cesetlerin bunlara ait olduğu anlaşılmıştır.[83]
İşgal günü öldürülen ve yaralanan subayların sayısı 57 olarak tespit edilmiştir. İzmir ve banliyölerinde -Urla Yarımadası ve köyleri dahil- öldürülen subayların sayısı ise 2000’in çok üzerindedir.[84]
Bir kayda göre işgal günü 10 subay ve 131 asker şehit, 23 subay ve 22 asker yaralı, 29 subay ve 329 asker kayıptır.[85]
Venizelos’un Clemenceau’ya gönderdiği mektupta, “163 kayıp vardır. Bunlardan 62’si Yunanlı sivil ve askerdir. 78’i de Türktür. 1 Yahudi ve diğer milletlerden de 22 kişi kayıptır.” denilmektedir.[86]
İngiliz basınında Yunanlıların yaptıkları kötülükler yayımlanmaya başlayınca Venizelos, meseleyi incelemek üzere Albay Mazarakis’i İzmir’e gönderdi. Mazarakis’in verdiği rapora göre, ilk günde öldürülenlerin sayısı 100 kadardır. Bunlardan 15-20’si Yunanlılar tarafından elleri bağlanarak rıhtımda sürüklenen Türklerdir.[87]
Amerikalı Miralay House, işgal günü ve ertesi günü öldürülen Türklerin sayısını 800 olarak belirtmiştir.[88] M. L. Smith, ilk gün, Türklerin 300-400, Yunanlıların ve Rumların 100 kadar ölü ve yaralı verdiklerini kaydetmektedir.[89]
İşgalin ilk gününde Yunanlılarla yerli Rumlar tarafından basılan birçok Türk evinde kızların, kadınların ırzlarına tecâvüz edilmiştir. Bunlar arasında teessüründen intihar edenlere rastlanmıştır. Pek çok subayın parası ve kıymetli eşyaları gasp edilmiş, sivil ve askerî bütün daire ve müesseselerin kasaları kırılmış ve içlerinde bulunan paralara el konulmuştur.
İzmir’in işgaliyle birlikte sıkıyönetim rejimi uygulanmaya başlanmıştır. İşgal Kuvvetleri Komutanı Albay Zafiriu, 16 Mayıs 1919 tarihinde yayımladığı beyanname ile işgal münasebetiyle meydana gelen olaylardan sonra asayişin sağlandığını, halkın ve memurların işleri başına dönmelerini, işgalden itibaren ilan edilmiş olan Örfî İdare hükümlerine uygun hareket etmelerini istemekte ve herhangi bir cebre maruz kalacak olanların her zaman müracaat edebileceğini ve kusuru görülenlerin adalet dairesinde cezalandırılacaklarını duyurmaktaydı.[90]
İzmir ve civarında Yunan askerleriyle silâhlı Rumların, birçok Türk evlerini, silâh aramak bahanesiyle basmaları bazı olaylara yol açtığından, Yunan Siyasî Komiserliği, silâhlar konusunda aldığı kararları ilan etmiştir. Buna göre, bütün halkın evlerinde bulunan harp tüfeklerini teslim etmesi zorunlu tutulmuş, teslim edenlerin evlerine arama yapılmayacağı açıklanmıştır. Özel durumlarda Türk evlerinde yine arama yapılabileceği ve aramaya bir Osmanlı polisinin de katılacağı ifade edilmiştir.[91]
İzmir’de Yunan işgalinin başladığı andan itibaren İzmir’le haberleşme kesilmiş, Postahane işgal edilmiş ve sansür konulmuştur.[92] 15 Mayıs’taki olaylardan sonra İzmir’den çekilecek telgraflara Yunan makamları sansür koymuşlardır. İzmir Postahanesi’nde sansür, Haziran ortalarında kaldırılmışsa da Menemen olaylarından sonra çekilecek telgraflara yeniden sansür konulmuştur.[93]
Yunan işgal bölgesinde sıkıyönetimin yanı sıra bütün Türk kanunları ve mahkemeleri kaldırılmış ve yerlerine Yunan Askerî Mahkemeleri faaliyete geçmiştir.[94]
Yunan yönetimi tarafından kurulan Yunan Divân-ı Harpleri, bütün halkı, hatta Osmanlı subaylarını muhâkeme, idam ve mahkum edebiliyorlardı.[95]
İzmir ve çevresinde Osmanlı hakimiyetinin kullanılması Yunanistan’a bırakıldığı için İzmir’de, hakimiyetin bir parçası olan yargı yetkisini kullanacak olan Yunan mahkemeleri kurulmuştur.[96] Bundan sonra Yunan İşgal İdaresi, İzmir bölgesinde görev yapan kadı ve müftülerin tayin, azil ve değiştirilmeleri işlerine de müdahale etmeye başlamıştır. Vakıf muamelelerine ait şer’i işlerin İzmir’deki Yunan Yüksek Komiserliği tarafından Evkaf Komisyonu’na verilmesine teşebbüs edilmiştir.
Ayrıca Yunan Yüksek Komiserliği unvanı Umûmi Valiliğe çevirilerek, işgal edilen yerlerde Yunan kanun ve nizamlarının uygulanacağı duyurulmuştur.[97]
İzmir’in işgali günü yaşanan feci olaylar sebebiyle, belgelerde ve hatıralarda İzmir’in işgali Yunan mezalimi ile birlikte anılmıştır. Tabii ki işgal günü yaşanan mezalim, sadece öldürme ve yaralamalardan ibaret değildir. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali denildiği zaman, kadın ve kızlara tecavüz, yağma, yakma, tahrip, gasp, hakaret vb. korkunç zulümler akla gelmektedir. Bu olaylardan tespit edilebilenler bile[98] Yunan işgalinin insanlık dışı bir uygulama ile gerçekleştirildiğini göstermektedir.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinin Milli Mücadele’nin başlaması noktasında önemli bir yeri vardır. Anadolu’da Yunan işgalinin başlaması ve işgal sırasında yaşanan feci olaylar göstermektedir ki Mütareke, son derece acımasız bir şekilde uygulanacaktır. İşgal görevinin Yunanlılara tevdi edilmesi, Türk milletinin harim-i ismetine tecavüz anlamını taşımakta idi. Yunanlıların işgalleri sırasındaki icraatları İtilaf devletleri temsilcilerine iletilmiş ise de bu konuda İtilaf devletlerinin kayıtsız kaldıkları, hatta Türkleri itham eder bir siyasi tavır takındıkları[99] görülecektir.
Bu kayıtsızlık, Türk milletinin kendi hukukunu, silahlı bir mücadele ile bizatihi kendisinin gerçekleştirebileceği kanaatinin oluşmasını sağlamıştır. Bu gerçeği çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’dan yayımladığı bildiride, Yunan işgalinin protesto edilmesi yönündeki istekleri de bu kanaatin bir an önce oluşması amacına matuftur.
Yunan işgali, İzmir’le sınırlı kalmamış ve kısa sürede geniş bir alana yayılmıştır. Yunanlılar işgal ettikleri hemen her yerde, işgalleri süresince mürettep bir plan dahilinde işgal siyasetlerinin bir gereği olarak İzmir’in işgali günü yaptıkları vahşeti hep tekrar etmişlerdir.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 756-764