IV. Bölüm: İlgili Başka Dâvâlar
Türkçülerin dâvâ serüveni bu dâvâ ile bitmemişti. Daha sonra açılan iki dâvâ da serüveni sürdürür nitelikte idi. Bunların biri çoğu Türkçülerin tanık olarak katıldığı “Öner-Yücel dâvâsı”; öteki ise Hikmet Tanyu’nun açmağa çalıştığı, fakat olası sanıkların 1950 yılında çıkan af yasasından yararlandığı “İşkenceler dâvâsı” idi.
Öner-Yücel Dâvâsı
Bu dâvâ, zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer’in TBMM’de yaptığı bir konuşmada, Mareşal Fevzi Çakmak’a yönelttiği bir suçlamadan kaynaklandı. Bakan, 28.01.1947 günü, TBMM’de bir sözlü soruyu cevaplarken, o sırada milletvekili olan Fevzi Çakmak’ın “bilerek veya bilmeyerek komünist faaliyetlerine iştirak ettiğini” söylemişti.
Buna karşılık Mareşal da 05.02.1947’de gazetelere verdiği demeçte, kendisinin komünizme karşı ve onunla mücadele eden bir kimse olduğunu söyledikten sonra,
-“Ben daha işbaşında iken eski bir Millî Eğitim Bakanı’nın bu faaliyeti destekleyen hareketinden dolayı hükümeti ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsü’ndeki komünist yuvasından bahsettiler”
demişti. Bunun üzerine Ulus gazetesinde Çakmak’a hitaben bir açık mektup yayımlayan Hasan-Âli Yücel (1947: 1.), “O eski bakan ben miyim?” diye sordu. Bu soruya karşılığı, başka bir açık mektup ile, Kenan Öner (1947: 1) verdi: “Evet, o Maarif Vekili, sîzsiniz!..” Bunu Hasan-Âli Yücel, 22.02.1947’de başka bir açık mektup ile cevaplandırdı ve Kenan Öner’i mahkemeye verdiğini açıkladı. İşte, “Öner-Yücel Dâvâsı” diye bilinen; Avukat Kenan Öner ile birlikte Yeni sabah gazetesi sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Cemalettin Saracoğlu’nun da sanık olduğu “neşren hakaret dâvası” böyle başladı.
Dâvâya 17 Nisan 1947 günü, Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Yargıcı Saffet Unan, savcısı Abdullah Pulat Gözübüyük olan dâvâ, “Türkçülük dâvâsı”nın devamı gibiydi: o dâvanın kimi sanıkları ile kimi başka Türkçüler bu dâvâda tanık olarak dinlendiler. Türkçülük dâvâsının ilk soruşturma evresinde Türkçülere yapılan işkenceler de Öner-Yücel dâvâsında önemli bir yer tuttu. Kendisine “ispat hakkı” tanınan Kenan Öner, Millî Eğitim Bakanının himaye ettiği komünist etkinliklerini ve komünistleri ortaya koyacak 27 istekten oluşan bir dilekçeyi, durumun ilgili kuramlardan sorulması dileği ile, Mahkemeye sundu. Mahkeme bunların 24’ünü kabul ederek işleme koydu.
Öner-Yücel dâvâsının başlıca tanıkları Orhan Şaik Gökyay, Hüseyin Nihal Atsız, Osman Yüksel, Hüseyin Namık Orkun, M. Zeki Sofuoğlu, Adnan Ötüken, Hikmet Tanyu, Zeki Mesut Alsan, Sait Bilgiç, Nejdet Sançar, İsmet Tümtürk, Necdet Özgelen, Selâhattin Ertürk, Ziya İlhan (Zaimoğlu), Nurullah Barıman, Halûk Karamağaralı, Sururi Ermete, Ziya Karamuk, Rüknettin Nasuhioğlu, Ali Soylu idiler. Dâvâ, o tanıkların anlattıkları ile Kenan Öner’in Mahkemeye sunduğu listede belirtilen olaylara ilişkin sorulara ilgili kuramların verdiği cevaplar göz önüne alınarak sonuçlandırıldı. Dinleyicilerin ve basının büyük ilgi gösterdiği dâvânın kararı, 19 Kasım 1947 günü okundu ve Kenan Öner ile Cemalettin Saracoğlu’nun beraat ettikleri açıklandı. Yargıtay’a taşınan karar, yargılama sırasındaki bazı eksiklikler gerekçe gösterilerek bozuldu. Dâvânın bu 2’nci görülüşü sonunda, Mahkeme kararında ısrar etti. Yargıtay’ın 2’nci bozma kararından sonra başlayan 3’üncü dâvâ sürecinde Kenan Öner uçmağa vardığı için, yük öteki sanık Saracoğlu üzerinde kalmıştı. Fakat o dâvâ ile ilgilenmedi. Mahkeme, az bir ceza verip onu da erteleyerek olayı kapattı (Müftüoğlu, 1977: 208-268.).
İki ünlü siyasetçi arasındaki Öner-Yücel Dâvâsı kamu oyunda büyük ilgi gördü, kalabalık dinleyicilerce izlendi ve basın organlarına da geniş ölçüde yansıdı.
Dâvâ dolayısıyla Kenan Öner, Öner-Yücel dâvası (İstanbul, 1947. 159 s.) ve Öner-Yücel dâvası, 2(İstanbul, 1947. 250 s.); Hasan-Âli Yücel de Dâvam (Ankara, 1947. 155 s.) ve Hasan-Âli Yücel’in açtığı dâvalar ve neticeleri (Ankara, 1950. 256 s.) adlı kitapları yayımladılar.
İşkenceler Dâvâsı
Türkçülük dâvâsı sanıklarından Hikmet Tanyu, o dâvânın hazırlık evresinde en çok ve değişik işkenceler görenlerden biri idi. Dâvânın duruşmaları sırasında konuyu dâvâ tutanaklarına geçirtmeyi bir türlü başaramamıştı. Bu durum karşısında, Türkçülük dâvasından beraat etmesinden sonra, işkenceciler hakkında dâvâ açılmasını sağlamak için ısrarlı, değişik girişimlerde bulundu. Açacağı dâvâ elbette kendi mağdurluğuna dayalı özel bir dâvâ olacaktı. Fakat o dâvâda, elbette, bütün Türkçülere uygulanan işkenceler de ele alınacaktı. Açılacak dâvânın olası sanıkları, elbette, Türkçülük dâvâsının işkencecileri idiler. Fakat, onlar hakkında dâvâ açılabilmesi için, bağlı oldukları bakanlıkların izni gerekliydi. Ancak, o günlerin şartları içinde bu mümkün değildi. O sebeple dâvâ izni Danıştay’da açılacak dâvâlar ile sağlanabilirdi.
Hikmet Tanyu, adlî yargı yolunu açabilmek için Danıştay’a birkaç kez başvurarak, sanıkların mahkeme önüne çıkarılmasını sağlayacak kararı ancak 05 Şubat 1950’de elde edebildi (Tanyu, 1950: 22-44.). Fakat, 14 Mayıs 1950’deki iktidar değişikliğinden sonra çıkarılan af yasası, açılacak işkenceler dâvâsının sanıkları için de af getirdiği için, yargılanmaları mümkün olmadı. Böylece, beş yıllık hukuk savaşı, işkencecilerin “yargılanması gerektiği” kararı ile noktalanmış oldu.
Hikmet Tanyu, Bu dâvâya ilişkin çabalarını ve Danıştay’a sunduğu dilekçelerin metinlerini Türkçülük davası ve Türkiye’de işkenceler (Kayseri, 1950. 48 s.) adlı bir kitapçıkta topladı.
Kaynak:
Necmettin SEFERCİOĞLU
3 Mayıs 1944 ve Türkçülük Dâvâsı
TÜRK OCAKLARI ANAKARA ŞUBESİ