İttihat-Terakki ve Dış Politika (1906-1909)
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminin hızlandığı 19. ve 20. yüzyıllarda takip ettiği dış politikalar araştırmacılar arasında yeterince ilgi görmemiştir; oysa imparatorluğun bu dönemdeki dış siyaset uygulamaları sadece Osmanlı açısından değil, aynı zamanda belirtilen zaman dilimlerindeki uluslararası ilişkileri anlamak açısından da önemlidir. Bu eksiklik Osmanlı arşiv malzemelerinin yakın zamanlara kadar kısmen veya tamamen kapalı olmasıyla ilgili olsa da, öyle anlaşılıyor ki, belgelere ulaşmakta yaşanan güçlükler meselenin bütününü izah etmekten uzaktır; zira, özellikle son on beş yılda arşiv belgelerinin tasnif edilip, yeniden düzenlenerek açıldığını biliyoruz. Gerçi, şu ana kadar bu tasnif işlemlerinin tamamı sonuçlandırılmamış olsa bile, önemli miktarda malzemenin okuyuculara sunulmuş olduğu da bir gerçektir. Hatta, tasnif işlemleri başlamadan evvel dahi eski arşivi ve belgeleri kullanan ve bunları yabancı arşiv malzemeleriyle destekleyen bazı araştırmacılar, kendi içinde tutarlı ve Osmanlı’nın 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısındaki dış politika uygulamalarını konu alan eserler meydana getirmişlerdir. Bu türden çalışmalar arşivlerde yapılmakta olan yeni tasnif düzenlemeleriyle gittikçe artmaktadır. Dolayısıyla arşiv malzemesine ulaşmakta çekilen birtakım güçlükler bu tür çalışmaların yapılmamış olması konusunu ancak kısmi olarak izah edebilmektedir.
Söz konusu akademik ilgisizliği daha iyi anlayabilmek için, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemindeki rolünün ne olduğuna dair yapılmış olan spekülatif nitelikteki a priori tahminlere bir göz atmak gerekecektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle iktisadiyatı üzerine yapılan bazı çalışmalarda açıkça ifade edilmese de, en azından ima edilen bir husus vardır: Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda tam manasıyla bağımsız bir devlet olma özelliğini kaybetmişti ve dolayısıyla doğru-dürüst bir dış politikası olduğundan bahsetmek de sorgulanır hale gelmiş olmalıydı. Bu tür genellemelerden dikkate değer bir grubu İmparatorluğun Avrupalı Büyük Güçlere giderek artan ekonomik bağımlılığı üzerinde durmakta ve Osmanlı’nın bir nevi yarı-sömürge haline geldiğini belirtmektedir.
Bu ve buna benzer genellemelerin Osmanlı İmparatorluğu’nun 19 ve 20. yüzyıllardaki dış politikası üzerine yapılması muhtemel çalışmaları belli bir dereceye kadar engellediğine ve araştırmacıların cesaretini kırdığına şüphe yoktur. Fakat, bütün genellemelerde olduğu gibi, burada da birtakım doğrular ilk anda göze çarpıyor olsa bile, biraz derinlemesine yapılan araştırmaların derhal ortaya koyduğu gibi, pek çok eksiklikler hatta yanlışlar da kendisini göstermektedir. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, birinci elden malzeme ile doğrulanmamış olan bu teorilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ilişkilerini araştırmaya değmez hale getirecek derecede bir bağımlılık olgusunu izah etmesi beklenemez. Ayrıca bu türden bağımlılık teorilerinin yerini giderek karşılıklı bağımlılık tezlerine bıraktığı bilinmektedir.
Öte yandan, 19 ve 20. yüzyıl diploması tarihi ile ilgilenenlerin çok yakından bildiği bazı gerçekler dikkate alındığı zaman bu genellemelerin hemen sorgulanır hale geldiği anlaşılıyor. Mesela, Osmanlı İmparatorluğu uzun süren mevcudiyetinin özellikle son yüzyılında pek çok savaşa müdahil hale gelmiştir ve bugün yapılmış ve yapılmakta olan araştırmalardan anlaşıldığı kadarıyla, bu savaşların hiçbirisinin sonucunu baştan kesinkes tahmin etmek pek mümkün değildi. 1828-29 Osmanlı-Rus Harbi, 1854-56 Kırım Savaşı, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, 1912-13 Balkan Savaşları ve nihayet 1914-18 Birinci Dünya Savaşı bu konuda örnek teşkil edebilecek niteliktedirler. Yani iddia edilen bütün bağımlılığına ve çöküşüne rağmen, Osmanlı İmparatorluğu, kendi ölçeğinde kuvvetli bir askeri güç olarak varlığını sürdürdü. Dolayısıyla, kendisinin Avrupalı Büyük Güçlerle olan ekonomik ilişkileri hangi vaziyette olursa olsun, bu askeri gücün İmparatorluğa ciddi bir diplomatik manivela ve hareket kabiliyeti sağladığına hiç şüphe yoktur. Hatta, bu noktada, çöküşünün ve bağımlılığının iyice ilerlemiş olması gerektiği 1914 yılında, dış ticaretinin en büyük bölümünü yaptığı İngiltere’ye ve yabancı yatırım ile finansman ihtiyacının önemli bir kısmını karşıladığı Fransa’ya karşı savaşa girebilecek derecede kendisini bağımsız hissetmiş olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Her halükarda söz konusu bağımlılık yaklaşımının kendi içinde tutarlı olmayan pek çok yönü bulunduğu fark edilmektedir.
Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi / Türkiye