Yirminci yüzyıl başında Rusya’da yaşanan siyasi ve içtimai olaylar Çarlık işgali altında olan diğer ülkeler kadar Türkistan’ı da etkiledi.
Gerçekten bu dönem Türkistan tarihinde bir dönüş noktası olma bakımından öğrenilmeye tetkik edilmeye değerdir. Ülkenin sosyal, siyasi ve iktisadi hayatını ele alırsak, şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. Yıllardır kuzeyden Rus, doğudan Çin işgali ve baskısı altında yaşayan Türkistan’da durum her bakımdan dayanılmaz bir hale gelmiş, toplum tam bir fetret döneminden sonra gelecek aydınlık günleri beklemektedir. Dış ve iç etkenler sonucunda ortaya çıkan bu süreç kendi tabiatına göre o kadar tehlikeli görünmezse de mahiyet bakımından bu olay büyük içtimai ve siyasi devrim ve değişimlere sebep olabilirdi.
Hayat koşullarının ağırlaşması ve halkın fakirleşmesi ile bağlantılı olarak devamlı durgunluğa neden olan etkenlerin başında Türkistan toplumunu zorla sözde yenileme (Çağdaşlaştırma) hareketleri gelmektedir. İşgalcı yöntemler ile dışarıdan cebren gerçekleştirmeye çalışılan bu sözde yenileme süreci her zaman olduğu gibi geri kalmışlık ve sefaleti muhafaza etmeye bir alet olarak kullanılmıştır.[1]
Rusya’nın hammadde ülkesi olarak sömüregeldiği Türkistan’ın iktisadi durumu tarım ve sanayinin yeni kaynakları olan pamuk ziraatı, pamuk yağı üretimi, madencilik, demiryolu transportu ve benzeri konularda tamamen Rusya Merkezi Sanayi bölgelerinin arz ve taleplerine bağlı idi. Böyle bir ekonomik ve siyasal bağımlılık üzerine bir de sosyal ve kültürel baskı, istismar ve tahribat eklenince durum daha da ciddiyet kazanmıştı. Açlık, sefalet, manevi durgunluk toplum içinde perakendeliğe, tefrikaya, sınıflar arasındaki çekişmelere yol açmıştı. Elbette söz konusu dönem kitlesel grevlere, protestolara ve çeşitli ayaklanmalara sahne oluyordu, ama talep edilmekte olan konular mevcut düzeni değiştirmeye yetersiz olduğundan bu girişimlerden herhangi bir sonuç elde edilemezdi. Yine de bu ayaklanmalar halkın genel bir kimlik arayışı süreci içine girmesine, insanlarda işgal ve sömürgeye karşı genel bir nefret uyanmasına sebep oldu.
İlk adımda Ceditçiler sosyal düzeni değiştirmekten öte toplumun manevi yaşamını ıslah etmeye, yenilemeye dikkat ettiler. Onlar yeni usûl Cedit okulları açıp, gazete, dergi ve ders kitapları (özellikle pozitif ilimlere ait) neşretmeye başladılar. Batı teknolojisini öğrenme ve uygulamanın zaruretini dikkate alıp çağdaş Avrupa kültürünün bazı konularından yararlanmak için millî eğitimi teşkilatlandırma yoluyla manevi ve ruhani hayatı yenileyerek ve zenginleştirerek milli kimlik tefekkürünü yükseltmeye zemin hazırladılar.[2]
Türkistanda ilk Cedit grupları XX. yüzyılın başında ortaya çıktı. Ceditcilerin önde gelen isimleri Münevver Abdurreşithan oğlu, Sadreddin Ayni, Mahmudhoca Behbudi, Abdullah Avlani, Zeki Velidi (Togan), Taşpolat Narbutabek, Abdurrauf Fıtrat, Çolpan gibi milli aydınlardan ibaretti.
Bu dönemde Türkistan siyaset meydanına atılan Ceditciler, millet özgürlüğü ve vatan istiklalı uğrunda canlarını veren gerçek kahramanlar idiler. Yenilikçi hareketin başında Türkistan Ceditcilerinin önderi Mahmudhoca Behbudi geliyordu. Türkistan çağdaş eğitim sisteminin oluşması ve gelişmesinde Behbudi’nin rolü çok büyük olmuştur. O ülkedeki “Usül-i Cedit” mekteplerinin ilk nazariyatçısı ve uygulayıcısı hem de Ceditci hareketin önderidir. Behbudi o dönemde basında yer alan yazılarında ve yeni tip okullar için Özbek ve Tacik dillerinde telif ettiği ders kitaplarında her zaman İsmail Gaspıralı’nın bu konudaki görüşlerine dayanarak hareket etmiştir. Çünkü Mahmud hoca’nın dünya görüşünün şekillenmesi ve gelişmesinde Rusya Ceditçi hareketinin kurucusu İsmail Gaspıralı’nın büyük hizmetleri olmuştur. Şark ve Garb tarihi ve medeniyetini derinden bilen, Arapça, Farsça dillerinin yanı sıra İngiliz, Alman ve Fransız dillerinde de rahat konuşabilen bu muhterem zat 1881 yılında Rus dilinde “Rusya Müslümanlığı” adlı kitabı yayınladı. O, söz konusu kitabında, Rusya’da yaşamakta olan tüm Müslümanların kendi kimliklerini kaybetmemeleri için tek yol, ilim ve maarif vasıtası ile memleketin içtimai, siyasi ve kültürel yaşamına özgürce katılabilme ve bu konuda söz sahibi olabilme derecesine ulaşmak olduğunu vurgulamıştır. Bu görüşten yola çıkarak Türkistan’da yapılan ilk iş “Usül-i Cedit”, “Usül-i Savtiye” adları ile tarihe giren yeni mekteplerin açılması oldu. Nitekim, 1884’te İsmail Gaspıralı’nın meşhur “Tercüman” gazetesine abone olan 1000 kişiden 200’ü Türkistanlılardan oluşuyordu.
İsmail Gaspıralı, 1892 yılında Türkistan’daki mektep ve medreseleri ıslah etme ve “Usül-i Savtiye”yi eğitime uygulama teklifi ile general-gubernator Rozenbah’a müracaat eder. Ondan bir sonuç alamayınca, 1893’te Taşkent’e gelir. Oradan Semerkant ve Buhara’ya geçer. Yerli ahali içinde kendine destek bulunca ilk yeni usül okulu açmaya muvaffak olur. İsmail Gaspıralı’nın açtığı yeni mektepler kısa bir süre sonra yasadışı ve “dine aykırı” olduğu gerekçesi ile mutaassıb görevliler tarafından kapatılır. Ama bu kadarı da toplum içinde yenilikçi aydın harekete karşı ilgi toplamaya yeterli olmuş, “Tercüman” gazetesinin okur sayısının hızla artmasını sağlamıştır.
1897’de bir daha Türkistan’a geldiğinde İsmail Gaspıralı Mahmudhoca ile görüşür ve onların arasında üstad-talebe ilişkisi başlar. Bu ilişki üstad-talebe münasebetinden ziyade bir dostluk kardeşlik samimiyetine dönüşür. Mahmudhoca toplumu aydınlatma yolundaki tüm faaliyeti devamında İsmail Gaspıralı’yı bir yol gösterici ışık olarak görmüş, onun 1898 yılında neşrettiği “Rehber-i Müallimin” kitabını da kendisine kılavuz seçmiştir. Behbudi 1914’te yazdığı bir makalede “Usül-i Sevtiye mekteplerinin Rusya’daki kurucusu ve hamisi İsmailbek hazretleridir. İlk yeni usül alfabenin murettibi ve yayıncısı yine İsmailbek hazretleridir” diye ondan bahseder.[3]
Ceditçi Müslüman aydınlar Türkistan’ın istibdad ve işgala maruz kalmasının ve ülkedeki geri kalmışlığın esas nedenini toplumun kötü eğitim sisteminde, milletin bilgisizliğinde görüyorlardı. Bunun için Ceditçiler eğitim sistemini ıslah etme ve yenilemeyi ilk etaptaki en önemli vazife olarak görüyorlardı. Onlar yeni usül okullar, kutüphaneler, kıraathaneler açıyor, ders kitapları ve kılavuzları telif ediyorlardı.
“Mektep ve medrese bir milletin hatta tüm insanlığın terakki derecesinin göstergesidir. Fakat terakki mektep ve medreselerin çok olmasıyla değil belki de nizam, tertip ve iyi idare edilmesi ile olur. Dünyada mevcut devletler terakkiye ibtidai mektepten (ana okul) başlarlar. Hakikaten terakki için birinci yol ve esas olan şey mekteptir”, diye yazmıştı Niyazi Recebzade.[4]
“Ülke hududunda açılan Usûl-i Cedit mekteplerinden biri de 1898 yılında Hokand’da Molla Selaheddin’in kurmuş olduğu okul idi. Aynı yıl Tokmak şehrinde de benzeri bir okul açıldı. 1899’da Taşkent’te Münevver Kari’nin, Andican’da Şemsiddin Damla’nın Usûl-i Cedit mektepleri faaliyete geçti. 1900 yılından itibaren Türkistan’da Cedit mekteplerinin sayısı gittikçe arttı. Yeni açılan mektepler içinde özellikle meşhur ilim adamı ve gazeteci yazar Münevver Kari Abdurreşithan oğlunun kurduğu okul çok tanınmıştı. Bu okul diğer mekteplerin açılması ve toplum içinde hızla yayılması için bir esin kaynağı olmuştu denebilir. 1903’te Mahmudhoca Behbudi, Semerkant civarındaki Cambay kasabasında kendi imkanlarıyla yeni okul açtı. Hacı Muin ve Abdulkadir Şakuri gibi aydınlar bu okulda ders veriyorlardı.”[5]
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Behbudi İsmail Gaspıralı’yı her bakımdan kendi üstadı olarak görüyor, onun bilgisini, gayretini, millet uğrundaki fedakarlığını takdir ediyordu. Onun vefatıyla ilgili yazdığı bir makalede: “Rusya Müslümanları içinde böyle bir zat gelmemiştir” diyordu.
İsmail Gaspıralı, eğitim sürecinin ilk basamağı olan çocuk eğitimi için “Usül-i Cedit” yöntemini geliştirirken, XIX. yüzyıl Avrupa pedagojisini benimseyen çağdaş Rus pedagoglarının tecrubelerinden yararlanmıştı. İşbu “Usûl-i Cedit”in bazı görünüşleri o dönemde İslam medreselerinde de mevcuttu. Fakat program içeriği, pozitif ilimlerin geniş uygulanması ve pedagojik usül bakımından Gaspıralı’nın geliştirdiği yöntem gerçekten yeniydi.[6] Bu da İsmail Gaspıralı’nın kendi çağından ne kadar ileri gittiğini gösteriyordu.
O, 1884’te telif ettiği “Hoca-i Sibyan” eseri ile çağdaş mekteb kurmanın esas yöntemlerini açıklamıştı. Ondan sonra muellif yeni okul hocalarının kılavuzu olan “Rehber-i Muallimin” adlı kitabını neşretti. Şunu da belirtmek lazım ki, İslam aleminde çağdaş pedagoji bundan daha önce oluşmuş ve uygulanmaya geçmişti. Osmanlı Devleti’nin Türki muzafatlarında 1868’de Ahmed Midhad’ın “Hoca-i Evvel” kitabı neşredilmiş ve bu eser Türk eğitimcileri içinde onun “Birinci Muallim” unvanını kazanmasına sebep olmuştu.
Gaspıralı’nın yazdığı ders kitapları ve Bahçesaray’da kurduğu yeni tip okullar Rusya Müslümanları arasında çok büyük ilgi gördü. Ahmed Midhad’ın eseri de art arda iki defa yayınlandığı bir sırada Behbudi gibi bir Türkistanlı eğitimcinin eserleri kitapçıların tecrübesizliğiden mi veya kitapların teknik kalitesizliğinden midir maalesef onun kendi nekteplerinden dışarıya yayılmamıştır… Gaspıralı’nın bu konuda başarılı olmasının esas nedeni, söz konusu kaynakların tam zamanında yayınlanmasında, kendisinin Avrupa pedagojisini, kitle iletişim araçlarının çalışma sistemini ve onları kullanma tekniğini iyi bilmesinden kaynaklanmıştı. Nitekim, onun “Tercüman” gazetesi, Merkezi Rusya ve Kafkasya Müslümanlarının “gaflet” uykusundan yeni uyanmakta olduğu bir dönemde yayınlanmış ve çağdaş bilgi ve yenilenme tefekkürünü aynen onlara taşıyan önemli bir araç olmuştu.[7]
Türkistan Ceditcilerini birleştiren Behbudi, tüm siyasi ve eğitim faaliyetinde Gaspıralı cenaplarının yolunu tuttu, onu kendine rehber edindi. O Türkistan’da Cedit mekteplerini kuran ilk eğitimcilerden biri olmuştur. Semerkant eyaletindeki Receb Emin köyünde oturan Abdulkadir Şakuri’nin yeni okulla ilgili faaliyetinden haberdar olunca onu kendi evinde açmış olduğu okulda ders vermesi için kasabaya getirtti. Behbudi bu konuda “Molla Abdulkadir şehirden üç çakırım (mesafe) uzakta yeni bir okul açmıştı ve şehir çocuklarının oraya okumak için gidip gelmeleri zordu. Ben Semerkant gubernatoruna durumu arz ettim ve okulu şehire taşımaya muvaffak oldum…” diye yazmıştı.[8]
Yeni mektepler kurulurken imkan dairesinde daha çok yerli halkın (yani Müslümanların) çocuklarını ona çekmeye dikkat ediliyordu. “Ayine” dergisinin 1914 tarih 27. sayı 513. sayfasında basılmış olan bir cetvel o günkü Semerkant eyaletindeki okullar ve öğrencilerin sayısı hakkında bilgi içermesi bakımından çok önemlidir.
“Tablo 1 ve diğer hesaplardan malüm olur ki, Semerkant eyaletindeki Müslümanların %3’ü ve Rusların %16’sı neferi okula gitmektedir. Bu durumda biz Müslümanların cahil olduğumuz ortadadır ve Hazreti Peygamberimizin ‘İlim Çin’de olsa dahi onu alınız’, ‘İlim talep etme erkek kadın her Müslüman için farzdır’, ‘Beşikten kabire değin ilim talep ediniz’ diye bildirmiş olduğu emri şeriflere riayet etmediğimiz görülmektedir. Ve bu bilgi rağbetsizliğinin sonu dünya ve ahirette rusvaylıktır”.[9]
Ceditcilerin eğitim faaliyetleri sadece yeni okullar açma ile sınırlı kalmamıştır. Onlar yurtdışına öğrenci göndermeye de çok önem veriyorlardı. Bu konuda Mahmudhoca Behbudi bir yazısında şöyle yazıyordu: “.Çağdaş insanlar yetiştirmek için hükümet mekteplerine, okulları ıslah için Orenburg, Kazan, Kırım, Kafkas ve İstanbul mekteplerine, medreselerin ıslahı için Mekke, Medine ve Mısır’a talebe göndermek lazımdır. Ve her öğrenci için her sene 300 somdan 400 soma kadar akçe lazım. Bu öğrencilerin tahsil süreleri 4 yıldan 12 yıla kadar olabilir. Bugün bu işe girişilirse 4-5 sene sonra sonuç alınır. ‘Öğrencilere yardım cemiyeti’ni kurma işi gençlerimizin himmet ve hamiyetlerine bağlıdır. Hükümet de bu işe iyi göz ile bakıyor. Gençlerden himmet ve gayret, zenginlerden şefkat ve merhamet lazımdır.”[10]
Cedit hareketi ilk başta eğitim alanında olmasına rağmen, Rusya’daki Narodnikler hareketi gibi sırf kültürel aydınlık hareketi değildi. Ceditlerin “marifet” mefkuresi sosyal açıdan daha zengin ve çok yönlü idi.
Onda günümüzde bile güncel sayılan tarihi vazifeler: Dinin manevi yükseltirici özelliği, çağdaş demokratik enstitüleri oluşturma, milli ve kültürel değerleri koruyarak ilerleme, piyasa ekonomisi ve hukuki mekanı şekillendirme sürecini hızlandırma görevleri bütün halde belirlenmiş ve dikkate alınmıştı. İlk dönemde Ceditçilik, teşkilatlanma bakımından dar ve sınırlı olsa da nazari görüş açısından çok geniş ufuklara sahip bir hareketti. Eğitimin ıslahı konusundaki talepler, ilk Ceditçilerin ideolojik görüşlerinin birleştiği ortak bir unsurun ifadesiydi. Onlar daha hareketin ilk etapında Türkistan toplumunun tedrici ıslahının gelecekteki modelini ve onunla ilgili önemli bir çok misyonları kendi faaliyetlerinde göstermişlerdi.
Eğer Ceditçilerin nazari görüşleri somut-tarihi bakımdan incelenirse, yenilikçilerin son dönemlerdeki tüm ideolojisinin esasını oluşturan bir kaç mühim kaidenin altı çizilerek sıralanabilir. İlk olarak, Ceditçiler toplumu aydınlatmadan, kitleyi Rus ve Dünya kültürüne aşina etmeden Türkistan’ın kalkınması imkansız olduğunu anlamışlardı. Onlar milletin yaşam koşullarının normale dönmesi için işgalci-feodal zülümden ve onların getirdiği ağır mecburiyetlerden arınmanın, manevi özgürlüğe kavuşmanın kaçınılmaz olduğunu idrak etmişlerdi. Onlar kendi eserlerinde yönetimin kanunsuzluk ve rüşvet, aşırı derecedeki vergi sistemi zulümkarlığını tenkit ettiler. Yerel yönetim şeklinin seçim düzenine ve Çar Rusyası’nın adaletsiz vergi siyasetine karşı seslerini duyurdular, protesto ettiler.
İkinci olarak, Ceditçi hareket liderleri medeni pıyasa mekanının içtimai-iktisadi koşullarını teşkil etmenin, İslam’ı hurafelerden temizlemenin, tarihi kalkınmaya hız veren önemli şartlar olduğunu savunuyorlardı. Avrupa ve Rusya’nın yenilikçi aydınlarından farklı olarak Ceditciler dini reddetmiyorlardı, ateist değillerdi. Bilakis onlar İslamı içtimai kalkınmaya erişmede Müslümanları birleştirici mühim etken olarak, toplumun yüksek ahlakını temin eden, milletler arasındaki dostluk ve kardeşlik bağlarını sağlayan mihenk taşı olarak çok değer veriyorlardı. Ceditciler İslam’ı manevi yükselişin mühim vasıtası olarak görüyorlar, fakat bunun için dinin kendisini Ortaçağ skolastik düşüncesinden arındırmak gerektiğini savunuyorlardı.[11]
Nitekim, “Ayine” dergisinde İshakhan İbret’in yayınladığı “Milleti Kim Islah Eder?” adlı makalede şu sözler vardı: “Biz Türkistan müslümanları arasında şeriate aykırı adetlerin çok olduğu herkese malümdür. Bunun def’i ve ıslahını kim eder? Bizim fikrimize göre bunu ıslah için ulema hazretleri himmet kemeri bağlayıb, mukaddes mihrab ve minberlerden va’z söyleyib, ulusa ahkamı şeriati bildirib, Beytullah hükmündeki mescid ve camilerde sabah akşam emri ma’ruf ve nehyi münker edib, halkın anlayacağı dil ile nasihat eyler iseler ve devamlı olarak sabah ve yatsı namazları sonrası çeşitli konulardan bahsederseler elbette etkisiz kalmaz. Ulema gayret ederse elbette millet ıslah bulur.”[12]
Behbudi’nin kurucusu ve başyazarı olduğu “Ayine” dergisini bir minber olarak kullanan ceditçi aydınlar vatandaşlarını “mezarlıklara çeki düzen vermeye” çağırıyor, onları koyun pazarı veya çöplüğe dönüştürülen mezarlıkların çevresini parmaklıklarla çevirip, kabirleri temiz tutmaya davet ediyorlardı. Eğer İslam alemindeki ıslahat ve yenilenme hareketleri içerisinde Türkistan Ceditçilerinin konumu hakkında söz etmek istenirse ilk önce yurtdışındaki müslümanların Türkistan’daki dini yaşam ile ilgili düşünceleri ve yazıları akla gelir. Kısacası, bu fikirler Türkistan ve Buhara’ya seyahat eden şahısların vatanlarına geri döndükten sonra orada gördüklerini ve yaşadıklarını anlattıkları acı hikayelerden ibarettir. Bu topraklarda dolaşan Kafkas müslümanları da, Tatar uyruklu liberal ıslahatçılar da orada yerel secdeciliğin hakim olduğunu, ulusun din diye bid’ata sarıldığını esefle kaydetmiş, konuyla ilgili yazılar yazmışlardı. Hatta bu hususta her zaman hassas davranan İsmail Gaspıralı da “Tercüman” gazetesinde Türkistan’daki vahim durumla ilgili yazılar yazmıştı.
Cedit hareketinin ilk yıllarında Fıtrat ve Behbudi tarafından telif edilen “İslam’ın Muhtasar Tarihi” adlı eser yenilikçilerin dine munasebetleri hakkında bize bilgi verecek mahiyettedir. Eser içerik bakımından bundan sonraki kalkınmanın istikbalını belirlemek için geçilmiş olan yolun çok yönlü analizinden ibarettir. Fıtrat’ın görüşüne göre, dünya bir “hayat gayesi”nde yaratıldıktan sonra ta Hazreti Muhammed’e kadar olan dinler, savaşlar ve kargaşaların düzensiz yer değişmelerine sahne olmuştu. Allah kendi Peygamberi vasıtasıyla hakiki dini gönderdi, İslamiyet toplum içindeki ve toplumlar arasındaki tefrikayı yendi, refah ve kalkınma devri başladı. Müslümanlar dinin davet ettiği ilim yoluyla yeni buluşlar yaptılar. Fakat kendi ideallerini kaybetme, altın ve paraya değer vermeyle ortaya çıkan “açgözlülük” İslam alemini tenezzüle düşürdü, kurdukları devletler (Halifelik) savaşa sürüklenerek parçalandı ve işgalcilerın ayakları altında ezildi.
Behbudi İslam felsefesi üzerinde dikkatle durulması gerektiğini vurguluyordu: “.Bir zamanlar İslam düşünürleri Avrupa için Eflatun ve Aristo’yu yok olma tehlikesinden kurtardılar, bu da oralarda antik geleneklerin yeniden doğmasına ve onların skolastik görüşlerden arınmasına imkan sağladı. Şimdi ise İslam filozoflarının Avrupalıların topladıkları bilgilerden yararlanmaları için zaman geldi: Komşulardan tüm yeni ve yararlı şeyleri almak, pozitivizm, insan duygularına ve en önemlisi insan ihtiyaçlarına hitap eden A. Comte’un eserlerini öğrenmek lazım.”[13]
Ceditçiler nezdinde İslamı yenileme, ilim ve teknolojiyi geliştirme ilk dönemdeki İslami akideleri ve asri (yeni) koşulları dikkate alma ile bağlantılılıydı. İlk etapta Cedit önderleri durgun (skolastik) dini eğitime karşı çıktılar ve yeni usül mektepleri savundular. Onlara göre okuma-öğrenme yalnız mekteplerde cereyan eden bir olgu değil, belki bütün hayat boyunca kesintisiz devam eden bir süreçti. Şu nedenle yetişkinleri aydınlatma işine özen gösteriyor ve bu sürece katkıda bulunmak için yerli basın organlarından yararlanıyorlardı. Gazete ve dergilerde Ceditciler o dönemin güncel meselesi olan konularda, siyaset, toplumu aydınlatma, Usûl-i Cedit okulların fazileti, dünyevi ilimleri öğrenme, milli tarihi yeniden yazma ve araştırma, kadınları okutma, mahalli ve dünya haberleri, o gün için yenilik olan tiyatro, sinema ve benzeri mevzularla ilgili yazılar yayınlıyorlardı. Nitekim, Gaspıralı için “Tercüman” minber olduğu gibi, onun izdaşı ve yoldaşı olan Behbudi için de “Ayine” dergisi sesini duyurduğu siyasi minber olmuştu. Bu minber başında o büyük-küçük herkese arkeoloji, coğrafya ve sağlıktan tarih, banka işi ve meteorolojiye kadar çeşitli fenlerden ders verirdi. Bu yazılar esasen belli konudaki haberlerden ibaret olup, hiç bir bilimsel düzene dayanmıyordu. Buna benzer düzensiz ama çok “yararlı” materyallar 1870’li yıllardan yayınlanmaya başlayan Tatarların “birinci muallimi” Abdulkayım Nasiri’nin kitlesel takvimlerinde, Mahmud Tarazi tarafından “Sırac ul-Ahbar” dergisinde (1911-1918), ondan daha önce (1871-1873) Ahmed Midhad tarafından “Dağarcık” dergisinde, “Kırk Anbar” (1874-1877) ve benzeri dergilerde yayınlanmıştır. Bu yazıların profesyonelizm açısından ne kadar kurallara uygun olup olmadığı bizce önemli değil, esas önemli olan, eğer bu neşirler kendi okurlarının ellerine ulaştığında, onlara gereken bilgi ve eğitimi sağlamış olmasıdır.
Kısacası, XX. yüzyıl başında Ceditcilerin yürüttükleri sosyal ve siyasi faaliyetler Türkistan tarihinin altın sayfalarını oluşturdu denilebilir. Onların ülke tarihinde bıraktıkları iz ve kısa bir zaman içinde yaptıkları büyük işler hakkında ilerde çok şeyler yazılacaktır.
Sözümüzü bitirmeden önce yine Behbudi ve Gaspıralı arasındaki dostluk ilişkisine değinmeyi lazım gördük: İsmail Gaspıralı’nın vefatı ile ilgili yazısında Mahmudhoca şöyle diyordu: “Öyle ki, bu günde Rusya Müslümanları içinde her bir dergi okuru, her bir muallim ve her usül-i savtiye öğrencisi ve her dergi yazarı merhumun bilvasıta şagirdidir. Yani üstad-ı müezzemin bugün Rusya Müslümanları arasında milyonlar ile ulemadan, muharrirlerden, muallimlerden ve öğrencilerden şagirdleri vardır. Hem de nasıl şagird! Hülasa, İsmailbek hazretleri yıllardır topluma ders verme ile, onu aydınlatma ile meşgul oldu. İmdi ilalebed onun efkarı ve ruhu adedsiz ve nihayesiz müslümanlara irfan dersi verir. Hülasa, Rusya Müslümanları içinde böyle bir Zat gelmemiştir. İşte bu Zat-ı nayab işbu sene beşinci Zilkade-12. Eylül’de bu alem-i faniden göç edip, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, bütün dünya müslüman aydınlarını yas ve elem esiri eylemiştir. Ona Yüce Allah’tan rahmet dileriz.”[14]
Bizce, Üstad İsmail Gaspıralı haklarına bildirilen bu hurmet ve şerefe Ceditçi hareketin tüm fedayi (kahraman) aydınları da layıktırlar.
Özbekistan Dünya Dilleri Üniviversitesi / Özbekistan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 631-635