İşkodra, Çatalca, Yanya…
Balkan Harbi, bozgun halinde seyrederken, yer yer vatan savunmasının yiğit örneklerinden biri de İşkodra savunmasıdır.
Otuz bin nüfusun yaşadığı İşkodra, harbin başlangıcından itibaren 10 Nisan 1913’e kadar direnmiş, Karadağ ve Sırp kuvvetlerine önemli kayıplar verdirmiştir. Şehri iki önemli komutan savunmaktadır. Hasan Rıza Paşa ve Esat (Toptani) Paşa. Zaman zaman şehir içinden, beyaz bayrak çeken, şehri terk etmek üzere bozgun emaresi gösterenlere, Hasan Rıza Paşa şiddetle davranır. 3 Aralık 1912’de Çatalca önünde mütareke imzalandığı zaman Bulgar hükümeti, Karadağ Kralı Nikola’ya askeri harekâtı durdurması için telgraf çekmiştir. Bu yorgun, bitkin Karadağ için bir fırsat gibidir. Yalnız Hasan Rıza Paşa, ateşkesi kendisine tebliğe gelen Karadağ delegesini, kabul bile etmez. Böyle bir durum varsa, onu kendisine Osmanlı hükümetinin bildirmesi gerekmektedir. Karadağ ve Sırplar üzerine saldırılar düzenler. Fakat Hasan Rıza Paşa, Esat Paşa’nın evinden çıkarken kimliği bilinmeyen üç kişinin suikastına uğrar. Aldığı kurşunlar üzerine yedi saat can çekişip, Esat Paşa ve diğer subaylardan İşkodra’yı teslim etmeme ve kanlarının son damlasına kadar savunmalarını isteyerek şehit olur (30 Ocak 1913). Bundan sonra kumanda, Esat Paşa’dadır. Esat Paşa, savunmaya devam ederken, Hasan Rıza Paşa’nın ardından kısa süre sonra, Karadağ karargâhına ateşkesten haberdar edildiğini, görüşmek üzere delege gönderilmesi talebini (5 Şubat) bildirir (Andonyan, 1999, 288, 294).
Esat Paşa, Karadağ Kralı ile görüşünceye kadar şehri savunmaya devam eder. Kurnaz, yaşlı kralla görüştükten sonra, teslimiyeti kabul eder. Yalnız, “bütün askerleri; silah, cephane ve hafif sahra toplarıyla şehirden çıkacak ve saygı duruşuyla uğurlanacaktır”. Altı ayı aşkın bir süredir dayanan şanlı İşkodra savunması böyle nasıl sona ermektedir? Kral Nikola, 10 Nisan’da başkenti Çetine’de, “Karadağ ordusu muzaffer olarak İşkodra’ya girmiştir” diye ilan etse de şehri, pazarlık yoluyla almıştır. Esat Paşa’ya, “cazip bir gelecek vaat etmiştir: Arnavutluk Krallığı. Esat Paşa, Arnavutluk’taki anarşiden yararlanarak, eli altında bulunan ve çoğu Arnavut olan askerler sayesinde Arnavutluk kralı olabilirdi.” “Kral Nikola’nın kandırıcı sözleri, aylardır gürleyen topların yapamadığını başarabilmiştir”. “Esat Paşa, ordusuyla birlikte İşkodra’dan hareket ederek doğduğu yer olan Tiran’a gidecek, orada kendini derhal Arnavutluk kralı ilan edecektir” (Andonyan, 1999, 309-310).
Burada Esat Paşa’nın (Toptanî) geçmişine, asker olmaktan çok siyasi kimliğine bakmakta yarar vardır. Sıradan bir jandarma subayı iken, sultan yaveri olan kardeşi Gani Bey, Beyoğlu’nda öldürülür. Kardeşinin ölümünden sorumlu tuttuğu Sadrazam Halil Rifat Paşa’nın oğlunu, adamlarına Galata Köprüsü üzerinde öldürtür. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’ye katılarak Durazzo Mebusu seçilir. Bu sıfatla 31 Mart Olaylarından sonra, Yıldız’a giderek Abdülhamit’e tahttan indirildiğini bildiren heyete başkanlık etmiştir. İttihat ve Terakki ile Arnavutluk uygulamalarından dolayı bir ara arası açılmış olsa da 1912’de tekrar aynı partiden milletvekili seçilmiştir. Parlamentoda gürültü koparan nutukları ünlü olan Esat Paşa, Meclis Reisi Halil Bey’e öldürme tehdidinde bulunduğu için toplantı salonundan polis tarafından çıkartılır. Bu geçmişi, karanlık düşünceleri de birlikte getirmektedir: “İşkodra düşünce, şehrin kaderine tek başına hükmetmek emeliyle şehrin kahraman müdafii Hasan Rıza Paşa’yı kendisinin öldürttüğünden şüphelenildi.” Zira “Rıza Paşa, onun evinden ayrıldığı sıra” vurulmuştur (Andonyan, 1999, 310-311).
YANYA
Yanya, İşkodra’nın güneyinde Epir’de, 18.200 km2, merkezinde 35 bin olmak üzere il bazında 650 bin nüfusun yaşadığı bir yerdir. Savunmasını, Esat Paşa (Bülkat, ö. 1952) yürütmüştür. O, aslen Taşkent kökenli, Yanya 1862 doğumludur. Başlangıçta, 60 bin Yunan gücüne karşı 15 bin kişi ile savunmayı sürdürür. Şubat başında Yunan veliahdının teslim çağrısına Esat Paşa; “Yurdumun ve milletimin şerefi, son nefesime kadar dövüşmemi emrediyor. Dolayısıyla teklifinizi reddediyorum” cevabını vermiştir (Andonyan, 1999, 414). “Geceli gündüzlü 138 gün “insanüstü bir gayretle” Yanya savunulur. “Türk birlikleri son mermilerini atmış, son yiyeceklerini tüketmiş, son güçlerini de yitirmişlerdi. Her tarafla bağlantısı kesilmişti”. Yanya, ancak bundan sonra 6 Mart 1913’te teslim olur. 9 Ekim 1431 yılından bu yana hükümet konağında dalgalanan Türk Bayrağı yerine Yunan bayrağı çekilir (Genelkurmay, 1984, 43, 91, 93, 97).
Yanya savunması, Balkan bozgunu içinde parlayan bir kahramanlık ışığı gibidir. Yunan ordusunu yöneten bir Fransız generalin, Yanya’nın işgali ile ilgili açıklamaları dikkat çekicidir: “Müttefikler tarafından kuşatılmış üç şehirden (Yanya, Edirne, İşkodra) ilk düşen Yanya oldu. Oysa en elverişli doğal savunma imkânlarına sahipti ve dört yıldan beri Alman subayları tarafından tahkim edilmişti. Almanlar bu şehri hemen hemen zaptı imkânsız bir kale sayıyorlardı.. Yunan askerinin dayanıklılığı da mükemmeldi. Bu yıl kış çok zorlu olduğundan, korkunç sıkıntılara katlandı. 800 Yunan askerinin ayakları dondu; bunların çoğunun ayaklarını kesmek gerekecek.. Kayıp bilançosu ne kadar dehşet verici olursa olsun buna üzülmemeli; çünkü Yunan ordusu 33.000 esir, 100’den fazla top, Esat Paşa’yı ve dört generali ele geçirdi.” Esir Osmanlı askerlerinin 800’ü subay, 6.000’i yaralı, çoğu da hastadır. Yunanlılara verilen toplam esir, Yanya’dakilerle birlikte 80 bine ulaşmaktadır. Yanya’nın işgali, Yunanistan’ı, Helenizmle ilgili herkesi coşturmuştur. Yunan Kralına, Alman İmparatoru Wilhelm başta olmak üzere tebrik telgrafları yağar (Andonyan, 1999, 420-421). “Yıllardan beri Fransa, Yunanistan’a son derece dostluk” göstermiştir. Silik duran Yunan ordusunun “düzeni, eğitimi gibi zor görevleri bir Fransız askeri heyeti üstlenmiştir.” (Lauzan, 110, 116).
ÇATALCA
Kısa sürede yaşanan peş peşe bozgunlar üzerine Çatalca’da, İstanbul önündeki son durak olarak savunma hattı oluşturulmaya başlanır. Yalnız Harbiye Nazırlığı istihbarat subayı Albay Cafer bile, “Bulgarlar, Çatalca geçitlerinde bir ay süreyle durdurulabilir” demektedir (Lauzan, 139). Kendine güven, başarıya inanç kalmamıştır. Çatalca’nın savunulması için Fransa’dan dağ topları sipariş edilmiş, monte edecek Fr. Yüzbaşı gelmiş ama daha toplar gelmemiştir. Sırpların kullandığı Fr. Topları ile Türklerin kullandığı aynı fabrika ürünüdür. 17 Kasım’da harp başlarındaki ilgisiz İstanbul’da heyecan vardır. Bulgarlar gelmişler, top sesleri duyulmaktadır. Fransız gazeteci, Dışişleri bakanı Noradunkyan’a koşar. Osmanlı bakanı, bir gazeteciden, Fransa Başbakanına ulaşarak, “İnsanlık adına, genel güvenlik adına Bulgarların İstanbul’a girmesine mani olunamaz mı?” yardım sorusunu iletir. Gazeteciden gelen cevap olumsuzdur. Yalnız, “bu facia anında Osmanlı’ya teklif getirilseydi neler koparılamazdı ki?” diye hayıflanmadan da edemez (Lauzan, 142).
Bulgar işgaline karşı Avrupa’nın 9 ülkesi, savaş gemileri ile askerlerini Boğazda tutmaktayken şehre asker çıkarırlar. İstanbul, ülkelerin kendi vatandaşlarını, Osmanlı Bankası gibi kuruluşları korumak amacıyla Sabah Ezanları okunurken işgal edilmiştir. Üstelik dokuz ayrı millî marş çalınarak. Noradunkyan’ın evinin karşısına Almanlar karargâh kurmuşlar, Rusya Galata rıhtımını almış, bir başkası Saint Benoit kolejine konmuştur (Lauzan, 144-145).
Bulgar Kralı da Çatalca önlerine gelmiştir. Sadrazam Kâmil Paşa, doksanlı yaşlardadır. Dışişleri Bakanı Noradunkyan aracılığı ile Batılı elçileri çağırtır. Ateşkes için aracılık istemektedir: “İstanbul’da 650 bin Müslüman ahali ile 350 bin Hıristiyan vardır. Bulgarların ve Yunanlıların önünden kaçan ve İstanbul’a sığınan Rumeli halkımıza reva görülen vahşeti, bütün İstanbul biliyor. Bulgar Kralı Ferdinant eğer İstanbul’a gelirse, sanmasın ki teslim olacağız. Ben burada, Padişahım ise sarayında son nefesimizi vereceğiz. Fakat o zaman İstanbul’daki Hıristiyan ahalinin ve yabancıların hayatlarını garanti edecek bir hükümeti de bulamayacaksınız.” Büyükelçiler, Paşa’nın talebini, hükümetlerine ulaştırırlar. Alman Elçisi Vangenheim de “Türklerin dostu” imparatoruna ulaştırır. Alman İmparatorunun cevabı şöyledir: “Kâmil Paşa, yüz yaşına yaklaşmıştır. İstediği ve arzuladığı şekilde ölebilir. Kral Ferdinant, İstanbul’a gidecek ve Bizans’ın yeni Çarı olacaktır. Ayasofya’daki âyini de o idare edecektir.”
Düşenin dostu yoktur. İngiliz ve Fransızların düşüncesi de farklı değildir. Fransa’nın Başbakanı Poincare’nin sözleri Alman imparatorunun neredeyse aynıdır: “Bizans’a Çar olmak hakkı Ferdinant’ındır. Rusya’dan gelecek bir Patriğin yanında Ayasofya’daki Hilâli indirmek ve yerine takacağı haçın altında Kayzerliğini ilan ve ilk âyini idare etmek onun hakkıdır.” (Bardakçı, 2002, 378-379).
Kâmil Paşa, elçiler aracılığıyla “Avrupa’yı insafa getirmese bile üzebileceğini sanıyordu.” “Merhametin yalnız edebiyata ait olduğunu ve siyasette kuvvetten başka bir şeyin egemen olamayacağını bilemiyordu.” Hâlbuki o sıra, “Avrupa Yunanistan’ın savunmasını organize etmiş ve Yunanlıların koruyucusu olarak altı güçlü devlet elçisi, Osmanlı Hariciye Nazırı ile şartları tartışmak için Tophane kışlasında bir araya gelmişlerdi.” (Lauzan, 87).
İstanbul’daki hastanelerde beş bin yaralının olduğu resmen açıklanır. Alman elçiliği bir salonunu hastaneye dönüştürmüştür. Beyoğlu’ndaki Fransız hastanesinde, yaralı subay ve askerler bulunmaktadır. Fransız gazeteci, yaralılarla konuşur. Çelik mermi, şarapnel, soğuktan çok “esas derdimiz açlık” derler. Yaralı askerler içindeki Anadolu çocuklarına, “yeniden savaşa gitmek ister misiniz”, diye sorar. Cevap; “Evet isteriz. Bulgarlardan intikam almamız şart” olur (Lauzan, 96, 100).
İstanbul-Büyükdere vadisinde “tam anlamıyla beşerî bir enkaz” vardır. Salgın hastalıktan insan kuleleri oluşmuştur. “Bağırsaklarını dışarıya toprakların üzerine saçanlar” görülmektedir. Göz alabildiğine cesetlerin yayıldığı tarlalar vardır. Kolera etkisini göstermektedir. Gazeteci, “insanın dişlerini takırdatan korkunun ne demek olduğunu” kendi bünyesinde anlar. Belgrat Ormanlarından sonra Boğaz’ı takip ederek birkaç km. daha otomobille gidince, “artık hasta yığınlarına dönüp bakacak cesareti” yoktur. “Karnı yerde ebediyen hareketsiz kalmış yatan”, can çekişen, kıvranan insanlar görür. Dönüşte tekrar aynı manzarayı görmeye tahammül edemez. Gözlerini yumar. Şişli’ye gelinceye kadar gözlerini açmaya cesaret edemez. “Bu topraklarda ölümün çok korkunç türleri kol” gezmektedir.
19 Kasım’da tekrar Noradunkyan’ın evine gider. Bu defa bakanda, kendine güven gelmiştir. “Bulgarları bütün hat boyunca püskürttük. Çatalca’yı hiçbir zaman alamazlar” demiştir (Lauzan, 146-147).
Taarruz ve zafer günlerini önceden bildiren, Kırklareli ve Lüleburgaz’ın galibi Bulgarların, Çatalca’da güçleri bitmiştir. Ovada mağlup olan Osmanlı askeri, savunmadaki başarısını gösterir. “Plevne müdafaasını yapanların torunları aslî karakterlerine uygun olan dağ hendeklerine geçmişler ve olağanüstü başarılar” sergilemişlerdir. İstanbul’a 40 km. mesafedeki Çatalca’da, “Bulgarların gurur abidesi” yerle bir olur (Lauzan, 150-152).
Balkan Harbi ateşkes anlaşması Aralık başında yapılmıştır. Mütarekeden sonra, Amerika’dan gelen Yunanlı gönüllüler, “madem Osmanlı ile hesap görüldü, sıra Bulgar’a geldi demektir” derler (Lauzan, 115). Bu Balkanlı müttefiklerin, Osmanlı’yı aradan çıkardıktan sonra birbirlerine düşeceklerinin işaretidir. Ateşkeste, Enver de Bingazi’den gelmiştir (5 Aralık 1912). 23 Ocak 1913’te Babıâli Baskını ile hükümeti değiştirme işini başarıyla gerçekleştirir. Bu arada Nâzım Paşa başta olmak üzere, bazı yaverler öldürülmüş ama Mahmut Şevket Paşa’nın Sadrazam ve Harbiye Nazırı olduğu hükümet kurulmuştur (Yalçın, 1976, 181). Kısa süre sonra, onca kayıp ardından Edirne kurtarılacak, ama Batı Trakya Türk Devleti’nin varlığına tahammül edilemeyecektir.192