M.Ö. II. Binyıldan başlayıp M. Ö. III. yüzyıla kadar, Doğu Türkistan, Türkistan, Kafkasya, Güney Rusya bozkırları, Karadeniz’in kuzeyi, Balkanlar ve Tuna havzası ile Anadolu’nun kısmi yerlerinde hâkimiyet kuran İskitler’in kimliği konusunda pek çok görüş ortaya atılmıştır[1]. İskitler’in erken dönem Türk topluluklarından birisi olduğu konusunda yazılı ve arkeolojik malzemeler her geçen gün artmakta ve onların proto Türk kavmi olduğu konusunda yerli ve yabancı görüşler ağır basmaktadır[2]. XIX. yüzyılın başlarından itibaren Rus arkeologlarının çalışmaları, onlar hakkında yapılan pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Böylesine büyük bir coğrafyada uzun yıllar hâkimiyet kuran bu göçebe toplulukların meydana getirdikleri muazzam sanat eserleri, çok geçmeden batılı bilim adamlarının da ilgisini çekmiş ve böylece Orta Asya’daki önemli krali İskit kurganları açılmış, çoğu yağmalanmış ve çıkarılan altın eserler, başta Hermitage Müzesi olmak üzere Avrupa’nın önemli müzelerine götürülmüştür. Bunlar arasında Rus Çarı I. Petro’nun altın İskit eserleri koleksiyonu, İskit kültür tarihi bakımından büyük bir önem taşımaktadır[3]. Rus arkeologların İskit eserlerine olan ilgisinin en büyük sebeplerinden birisi, ele geçirilen eserlerin altın olması ve büyük bir sanat işçiliğini yansıtmasıdır.
Bozkırda meydana gelen iklim değişikliği (genelde kuraklık) salgın hastalıklar, artan nüfus, boylar arası geçimsizlik, siyasi baskılar ve yeni yurtlar bulma arayışı ile ortaya çıkan göç hareketleri,[4] M. Ö. XIII. asırdan itibaren yoğunlaşmış ve dağınık halde yaşayan proto Türk boyları (İskit halkları) bugünkü Moğolistan coğrafyasından Kazak-Kırgız bozkırı boyunca Fergana Vadisi’nden Hazar ve çevresine göç etmeye başlamışlardır[5]. İskitler, M.Ö. VIII. asırdan itibaren Kafkasya’daki Daryal, Derbent ve Mamison[6] geçitlerini aşmak suretiyle Ön Asya’ya gelmişlerdir[7]. Ön Asya dünyasında köklü siyasi-kültürel değişmelere yol açan Kimmer-İskit akınları doğuda Urartular’ı yıkmış[8], Orta Anadolu’nun güçlü devleti Frigya’yı tahrip etmiş[9] ve Batı Anadolu’nun altın krallığı Lidya’yı[10] ise bir daha toparlanamayacak duruma getirmiştir. Dönemin güçlü Asur imparatoru Asarhaddon ise, bu saldırılardan kendisini korumak için, çareyi tanrı Şamaş’a yalvarmakta bulmuştur[11].
Ön Asya dünyasındaki İskit göçlerinin politik ve kültürel hayattaki akislerini yazılı ve arkeolojik kaynaklardan takip etmek mümkündür. Özellikle antikçağ yazarları başta Herodotos[12] olmak üzere, Strabon[13], Ksenephon,[14] Thukydides[15], Hippokrates[16]vb. batılı kaynaklar İskitler hakkında detaylı bilgiler sunarken, Pers kaynakları[17], Asur kaynakları[18] ve Çin kaynakları[19] da onlar hakkında önemli bilgiler aktarırlar.
Doğu Türkistan’dan başlayıp Tuna Havzası’na kadar geniş bir alanda ortaya çıkan bozkır topluluklarında, bağımsızlık düşüncesi etrafında gelişen yeni yurtlar bulma arayışı, bütün dünya tarihini derinden etkilemiştir. Bu anlamda coğrafyanın insanı şekillendirdiğini, insanın yalnızca coğrafyayı isimlendirdiğini ifade etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Bu noktadan hareketle İskitler’in kendilerine yurt ararken bir takım fiziki ve coğrafi şartları aradıkları muhakkaktır. Irmak kenarları, bol otlaklar, yüksek platolar ve bozkırlar, İskitlerin yurt seçmede aradıkları stratejik unsurlar olmuştur. Bununla birlikte mevcut şartları sağladıktan sonra asıl mesele, onların coğrafyalara yükledikleri anlamda yatar.
Tarihi ve arkeolojik kaynakların da işaret ettiği gibi atalar kültünün İskit dünyasında çok önemli olduğu bir gerçektir. Bu konu hakkında hem batılı kaynaklar[20], (başta Herodotos olmak üzere) hem de Karadeniz’in Kuzeyi[21] Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kafkasya bölgesinde Dağıstan-Vladikavkas[22], Kuban Bozkırı[23] ve Balkanlar’da[24] ortaya çıkan İskit kurganları, önemli veriler sunar.
Eski Türk topluluklarında mezar geleneği ve atalar kültü ile ilgili, çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bununla birlikte W. Radloff’tan[25] başlayarak Eski Türk dini ve inançları konusunda çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Yabancı bilim adamlarından başta M. Eliade[26], V.L.Seroşevsky[27], olmak üzere, Türk bilim adamlarından Z. Gökalp[28], A. İnan[29], H. Tanyu[30], B. Ögel[31], H. Güngör[32], İ. Kafesoğlu[33], S. Gömeç[34] vb. bilim insanları eski Türk inançlarını ve atalar kültünü tarihsel sosyoloji açısından ortaya koymaya çalışmışlardır. Bununla birlikte adı geçen bilim adamlarının hemen hemen hepsi konuyu, Hun-Göktürk-Uygur vb. devlet olma bilincine erişmiş Türk halkları açısından incelemişlerdir. Yazılı kaynakların yetersiz kaldığı, ancak arkeolojik materyalle desteklenmeye çalışılan İskit topluluklarındaki atalar kültünün yurt edinmedeki rolü biraz ihmal edilmiş olsa gerektir. Konu için ip ucu olabilecek çok sayıda kurgan araştırmasının olduğunu belirtmek gerekir.
Atalar kültüne değinmeden önce İskitler’in yaşadığı coğrafya hakkında biraz bilgi vermek doğru olacaktır. Bilindiği üzere Herodotos, İskitya’yı göçebelerin yaşadıkları “doğu bozkır bölgesi” ve çiftçilerin yaşadıkları “batı bölgesi” olarak ikiye ayırmıştır[35].
Çiftçi İskitler Herodotos’a göre, Dinyeper’in aşağılarında, İskitlerin farklı kavimlerinden biri olan Halizonlar ise Buga nehri boyunda yaşamışlardır ki, bu nehir Dinyeper’e yakın bir bölgededir. Herodot, yerleşik hayat tarzı benimseyen çiftçi İskitlerin Halizonlar’dan daha yukarıda, Buga’nın orta ve memba kısmında, oradan batıya Karpatlara ve güneye doğru Tuna’ya kadar yayılarak yaşadıklarını iddia etmiştir. Karadeniz boyundaki kuzey bozkırlarına göç eden Hükümdarlık İskitleri ise, Herodotos’un verdiği sağlam bilgilere göre, Sarmatlarla aralarındaki topraklarda, sınır bölge niteliğindeki Don Nehri’ne kadar yayılmışlardır[36].
Hükümdarlık İskitya’sının kuzeyinde Gelonlar ve Budinler, doğusunda ise yukarıda belirtildiği üzere Sarmatlar hayatlarını sürdürmüşlerdir. Herodotos, Sarmatlar’ın birçok gelenek bakımından İskitlerden farklı olmasına rağmen, onların İskitlerin dilini konuştuklarını öne sürmüştür[37].
Herodotos, Kitap IV.19’da “Çiftçi İskitler’in doğusunda, Pantikapes’i geçince, göçebe İskitler sürülerini otlatırlar; toprak sürmez, ekin ekmezler. Ağaçlık bölge dışında bütün bu topraklarda ağaç yoktur. Bu göçebeler gündoğusu yönünde, Gerrhos ırmağına kadar uzanan bölgeyi tutarlar ki on dört günlük yol genişliğindedir”, diyerek önemli bir noktanın altını çizer.
Çünkü Gerrhos Irmağı, “Göçebelerin Ülkesi” ile Şahane (krali) İskitler’in ülkesini birbirinden ayırır ve Hypakyris’e dökülür[38].
Buradan da anlaşılacağı üzere, Gerrhos denilen bu bölge, krali İskitler ile çiftçi İskitler’i ayıran bir sınırdır. Herodotos konu ile alakalı olarak “İskit kral mezarları Gerrhos topraklarında, yani Borysthenes üzerinde gemilerin gidebildikleri son bölgedir. Kralları öldüğü zaman, o bölgede eni boyu bir dörtgen, büyük bir mezar kazarlar ve hazır olduğu zaman ölüyü getirirler”[39].demektedir.
Herodotos, kralların gömülmesi ile ilgili olarak yine bu ülkeye vurgu yapar, “ölü, bir arabaya konur ve başka bir halk topluluğuna götürülür; teslim alanlar Şahane İskitler’in geleneklerini uygularlar: Bir kulaklarının memesini keserler, başlarını çepeçevre kazırlar, kollarının etini çizerler; alınlarını ve burunlarını yırtarlar, sol ellerine ok saplarlar. Sonra arabanın içindeki kral ölüsü, gene kendi uyruğunda olan bir başka halk topluluğuna götürülür; ilk olarak götürüldüğü yerin ahalisi de peşinden gider. Bütün halk toplulukları dolaştırıldıktan sonra ölü, imparatorluğun en uzak ülkesi olan Gerrhos ülkesine götürülür; mezar orada kazılmıştır. Mezarın içine çimen yayılır, kral üzerine konur; ölü, yere saplanmış mızraklarla çevrilir, üzerine ağaçtan bir gölgelik konur, sazlarla örtülür; mezarın içinde boş kalan geniş yerlere karılarından birisi, elinden içki içtiği kimse, bir aşçı, silahtarı, uşaklarından birisi, bir haberci ve atları, boğulup konulur, kullandığı şeylerden birer tane ve altın kupalar konur (gümüş ve bakır kullanmazlar). Bu tören tamamlanınca herkes mezarın üzerine kürekle toprak atar ve en yüksek tümseği yapmak için birbirleriyle yarış ederler”[40].
İskitler’de ölü mumyalandıktan sonra bir araba ile halk arasında gezdirilirdi. Ölünün aile, akraba ve yakın arkadaşları ile vedalaşması anlamına gelen bu tören sadece hanlar için yapılmazdı, sıradan halk için de aynı tören düzenlenirdi. Bu durum defin merasiminin İskitler ‘de sınıf farkı olmaksızın özel bir öneme sahip olduğunu gösterir. Cenaze merasimleri, bu dünyanın öbür dünyada da devam edeceğine ilişkin inanca bağlı olarak düzenleniyordu. Bu sebeple Eski dağlık Altaylıların inançlarına göre, ölenlerin, güneşin battığı batıda bulunan öbür dünyaya yolculukları sırasında ve orada devamını bulan hayatlarında ihtiyaç duyulabilecekleri her şeye dikkat edilerek, mezarlıkta bulunmasına özen gösterilirdi[41].
Burada altı çizilmesi gereken bir nokta, krali İskit kurganlarının yoğun olduğu bölgenin, Herodotos’un verdiği bölge hakkındaki bilgiler ile örtüşmesidir[42]. Bununla birlikte bu ölü gömme geleneği Doğu Sakalarında da aynen uygulanmıştır. Altay Sakaları hükümdar kurganlarındaki kurgan buluntuları bu durumu doğrulamaktadır. Yine mezar ve kurgan tasvirlerinin Pazırık Kurganları[43] tipolojisi ile de örtüştüğü anlaşılmaktadır. Coğrafyanın uzaklığı İskitler‘deki ölü gömme geleneği ve toprakla bütünleşme ritüellerini pek değiştirmemiştir.
Atalar kültü; ölmüş ataları tazim ve onlar için adaklar adama inanç ve geleneği olarak tanımlanabilir. Ölen ataların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülüklerinin dokunabileceği inancı, onlara karşı duyulan şükran duygusu, atalar kültünün temelini meydana getirir[44]. Eski Türk topluluklarında olduğu gibi, İskitlerde de baba ve umumiyetle atalar, öldükten sonra dahi, ruhları vasıtasıyla, ailedekileri korumağa devam ettiklerinden, onlara karşı duyulan şükran duygusu, onların bozkır kültürünü yaşatmalarında önemli olmuştur. Başlangıçta ölmüş önemli kişilere ve atalara saygı ile ortaya çıkan ve onların ruhlarına olan sevgi ve inancı simgeleyen “atalar kültü”, İskit topluluklarında farklı bir kimliğe bürünerek yaşamıştır. Bu konu hakkında son dönem Saha-Yakut araştırmacılarından V. Vasilyev şunları söylemektedir;
“Atalar kültü, animizm, fetişizm, totemizmin çeşitli biçimlerine bürünerek doğanın canlı bir varlık olarak algılanmasında önemli bir katkıda bulunmuştur. Yalnızca boy varlığının devam ettirilmesi var oluş nedenini anlamlaştırmaktadır. İşte bu biçimde dinin ikinci değeri olan ve doğanın önemli bir katmanını meydana getiren insan kültü ortaya çıkmaktadır”.[45]
İskitler’deki atalar kültü ve cenaze merasimleri ile ilgili belki de en önemli antik kaynak Herodotos’tur. Herodotos, kitabında İskitlerin geleneklerine ne kadar bağlı olduklarını, tanrılarına kurban adadıklarını, bazı nehir ve tepeleri kutsadıklarını, yemin ve kan kardeşlik merasimlerini, savaş taktiklerini ve onların üzerinde yaşadıkları coğrafyayı çok detaylı bir biçimde açıklar. (Kitap, IV. Kitap I, 15-16-103-106-201-206, Kitap III, 93,1169) Ayrıca Herodotos Kitap, IV, 71’de onların defin merasimleri konusunda çok ilgi çekici bilgiler sunar.
Bununla birlikte İskitler’in atalarına duydukları saygı ve onların ruhlarına olan inançlarını anlatmada en çarpıcı örnek hiç şüphesiz. Darius’un İskitya seferine çıktığı sırada İskitler ile Persler arasında cereyan eden diplomatik haberleşmedir. Pers imparatoru Darius (M.Ö. 522-486), doğu Sakalarına (Saka tigrakhauda) karşı bir sefer yaptıktan sonra[46], batıya, Karadeniz İskitleri‘ne karşı askeri bir harekât düzenlemeye karar vermiştir. Sefer için gerekli hazırlıkları bitiren kral Darius, Anadolu üzerinden hareket ederek batıya doğru yönelmiştir. Samoslu Mandros’un yaptırdığı köprüden İstanbul boğazını geçerek, Trakya’ya doğru hareket etmiştir.[47] Tuna nehrini geçtikten sonra Karadeniz’in kuzeyinde doğuya doğru ilerleyen Persler‘in karşısında İskitler, geri çekilme kararı almıştır. Bozkır savaş taktikleri uyarınca ve bir plan dâhilinde sahte ricat taktiği uygulayan İskit ordusu, geçtikleri yerlerdeki buğday tarlalarını ve su kaynaklarını kullanılamaz hale getirerek, Pers ordusunu yıpratıp bozguna uğratmak istiyorlardı[48].
Darius, Tuna Irmağı’nı geçtikten sonra, Oaros/Dinyeper civarına gelmiştir. Bu arada kuzeye doğru çekilen İskitler, bu saldırı planı karşısında kendi yurtlarına dönmeye başladıklarında tekrar Persler’le karşılaşırlar. Ancak planları gereği Pers ordusu ile karşılaşmak istemeyen İskitler, onların önünden sürekli kaçarak oyalama taktiğine devam ediyorlardı. Arada bir ani saldırılar ile psikolojik bir kargaşa ortamı yaratmaya çalışan İskitler, yavaş yavaş başarıya ulaşmayı hedefliyorlardı. Bu durumdan sıkılan ve iyice yorulan Persler, geri çekilmeyi düşünmeye başlamışlardır. Kral Darius İskitler’i sıcak savaşın içine çekmek için, İskit kralı İdanthyrsos’a bir atlı ile haber gönderir:
“Ey garip adam, yapabileceğin başka iki şey varken niçin boyuna kaçıyorsun? Eğer kendini bana karşı koyabilecek kadar güçlü sayıyorsan ona göre davran, kaçmayı bırak, savaşa gir; yok eğer kendini daha aşağı görüyorsan gene boyuna yürümekten vazgeç; efendine haraç olarak toprak ve su getir, huzuruna çık”.
Skyth kralı İdanthyrsos, şu cevabı gönderir:
“İranlı, işte benim kanaatim: Beni hiç kimse ne korkutabilir ne de önünden kaçmaya zorlayabilir; senden de kaçtığım yok: Şimdiye kadar yapmış olduğum şey, barış zamanında da her zaman yaptığım şeydir. Neden hemen savaşa girmiyorum, onu da sana açıklayayım:
Bizim ne kentimiz var ne de bir tek dikili ağacımız ki elden gitmesin, ya da yakılıp yıkılmasın diye korkup hemen savaşa girelim; ama siz eğer ile de savaşmak istiyorsanız, bizim atalarımızın mezarları var; onları bulun, onlara el kaldırın, o zaman görürsünüz, mezarlarımız için dövüşüyor muyuz dövüşmüyor muyuz?
Ama daha önce ve keyfimiz istemediği sürece sizinle savaşmayacağız. Bu konu bu kadar. Efendilik konusuna gelince, ben yalnız iki efendi tanıyorum; atam Zeus ve Skyth’lerin ‘kraliçesi Hestia. Ve bir de haraç olarak istediğin ekmek ve su yerine sana layık olduğun şeyleri göndereceğim; mademki kendini benim efendim sayıyorsun, senin bu palavrana cevap olarak, ağla diyorum sana“.[49] “Darius, birçok defa İskitler ‘in tuzağına yakalandıktan sonra, sonunda kıtlık içine düştüğünü gördü. O zaman İskit kralları durumu anlamışlardı, Darius’a bir çavuşla armağanlar yolladılar: Bunlar, bir kuş, bir fare, bir kurbağa ve beş tane de oktu. İskitler tarafından gönderilen bu armağanlar Persler tarafından şu şekilde yorumlanmıştır; “İranlılar, eğer kuş olup uçmazsanız, fare olup yerin altına girmezseniz ve kurbağa olup bataklığa atlamazsanız, yurdunuza dönemeyeceksiniz; oklarla vurulup öleceksiniz”[50].
Herodotos’tan da anlaşılacağı gibi, İskitler’in yıpratıcı savaş taktikleri karşısında iyice dağılmaya başlayan Pers ordusu, geri çekilmeye karar vermiş sonunda, kral Darius, askerlerini Tuna Nehri’nden öteye geçirmeyi başarmıştır. Bu durum bu savaştan Pers ordusunun bir başarı elde edemediğini gösterir[51].
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi, İskitler’in Persler’e karşı vermiş olduğu cevap çok anlamlıdır. Kendilerinin yeryüzünde ne bir şehirleri olduğunu ne de servetleri olduklarını ifade etmişlerdir. Atalarına karşı duymuş oldukları sevgi, saygı ve onların ruhlarına olan şükran duygularının çok önemli olduğunu ifade eden İskitler, yalnızca onların mezarlarına yapılacak olan saldırılar karşısında savaşa gireceklerini söylemişlerdir. Buradan İskitler’in neden Kırım ve Karadeniz’in çevresini yurt belledikleri ortaya çıkıyor. Kırım yarımadasında İskit krali mezarları ve kurganların sayısının çok olması, bölgenin o dönemde bile, İskitler tarafından kutsanan bir yurt olduğunu ortaya koymaktadır[52].Çünkü onların inancına göre, atalar ruhu onları koruyordu. Onların mezarlarına yılın belli günlerinde kurbanlar adamak ve onları kutsamak çok önemli idi. Bu durumda İskitler’in Karadeniz’in kuzeyini yurt tutmalarında; fiziki coğrafya şartlarının yanı sıra atalar kültünün de ağır bastığını ifade edebiliriz.
İskitler’deki atalar kültünün toprağı anlamlaştırmaya yol açtığı ve onun için savaşma duygusunun bir gereklilik olduğu konusunda çarpıcı örneklerinden birisi de İskitler’in devamı kabul edilen Batı Hunları’nda yaşanmıştır. Hun imparatoru Attila, Hun hükümdar ailesi mezarlarının Bizans’ın Margos piskoposu tarafından açılarak soyulmasını içine sindirememiş ve I. Balkan seferine çıkmıştır[53]. Buradan da anlaşılacağı üzere, bozkır kavimlerindeki yurt kavramının oluşmasında atalar kültü ve krali mezarlar, büyük bir rol oynar.
M.Ö. XIII. asırdan itibaren çok geniş coğrafyalara yayılan İskit topluluklarının yurtlarını, yani uzun yıllar kaldıkları toprakların sınırlarını belirlemenin en önemli yolu; şüphesiz onların kültürünü en şekilde yansıtan kurgan araştırmalarından geçer. Göçebe hayat yaşayan İskitler’in özellikle doğu kısımlarına (Sakalar) ait kurganlar, Sir-i Derya (Seyhun) Havzası Fergana Havzası, Moğolistan, Kazakistan, Kuzey Hindistan ve Pamir vb. yerlerde ortaya çıkarılmıştır[54]. Bu kurganlar, Tunç Çağı’nın sonundan başlayarak M.Ö. III. asra kadar bahsi geçen yerlerde yayılım göstermekle birlikte, Hun ve Göktürk döneminde de karakteristik özelliklerini devam ettirmişlerdir[55].
İskit kurgan dağılımına baktığımız zaman genelde hükümdarlık kurganlarının olduğu bölgelerde (Kuzeybatı Moğolistan, Kazakistan, İli Ve Çu Havzası, Fergana Havzası, Altay, Güney Sibirya, Pamir Bölgesi, Kuban Havzası, Tanais, Kelermes, Olbia, Panticapeum, Tuna Havzası vb) kült alanlarının yoğun olduğunu görürüz. İskit boyları kurganların yanına diktikleri steller ve dikili taşlar ile o bölgenin kendileri için kutsal mekânlar olduğunu belirtmek istemişlerdir. Bunun en güzel örneklerinden birisi Kuzeybatı Moğolistan’daki Hanuy Vadisi’ndeki geyikli taşların olduğu kült alanıdır. M. Ö. XIV-VII. asırlara ait[56] Deer Stone/Geyiklitaşlar, İskitler’in erken dönemine tarihlenir. Burada 2017 yılında A. Ceylan başkanlığında yapmış olduğumuz yüzey araştırmalarında, stellerce çevrelenen kült alanının İskit topluluklarınca ne kadar kutsandığını müşahede ettik. Son derece korunaklı ve su bakımından çevreye göre daha zengin olan bu kült alanındaki büyük bir Hun kurganının varlığı da son derece önemlidir. Çünkü bu bölge kült alanlarından da anlaşılacağı üzere, İskitler’den sonra gelen diğer Türk boyları tarafından da kutsal kabul edilmiş ve bu boylar o bölgeleri, kendi yaşam alanlarının çekirdeği yapmak istemişlerdir[57]. Bu nedenle İskitler’in atalarına karşı duydukları inanç ve saygı, onlar için çok büyük ölçekli han mezarları yapmaya sevk etmiş ve onların ruhlarının kendilerini ömür boyunca koruyacaklarına inanmışlardır. Bölgenin stratejik açıdan önemli olması ve atalar kültünün devamlılığına bağlı olarak İskitlerden sonra gelen Hun kabileleri tarafından da kutsal sayılmış, Göktürkler çağında ise bölge, Ötüken olarak isimlendirilmiştir. Buna ilaveten Ötüken bölgesindeki ilk şehircilik faaliyetleri, yine bu kült alanlarında ve onlara yakın yerlerde kurulmuştur. Demek ki bozkırda fiziki yapının öngördüğü şartlar yanında atalar kültü de, Göktürk ve Uygur Çağı’nda yerleşim yerlerinin ortaya çıkmasında belirleyici olmuştur. İskit, Hun ve Göktürklerce kutsal kabul edilen Ötüken, isim olarak, Köl Tigin: Güney 3, 4, 4, 8, 8; Doğu 23.,Bilge Kağan: Kuzey 2, 3, 6, 19. Tonyukuk: 15, 17. Şine Usu: Kuzey 2; Doğu 7, 9, 11; Güney 4. Terhin: Doğu 3; Güney 5, 6; Batı 1, 2, 4, 5, 5. Hoyto- Tamir: I, 3 ve VII, 2. yazıtlarında geçmektedir[58].
İskitler‘in yurt arayışlarında ısrarcı oldukları bir başka yer ise Kazakistan topraklarıdır. İskitler M.Ö. I. Binden itibaren bu topraklarda yaşamaya başlamışlardır. Kazakistan’ın hemen hemen her tarafında özellikle Güney Kazakistan’da İskitlerden kalma kurganlara rastlanmaktadır[59]. Bölgede İskit dönemi kurganların yanı sıra mezarlık ve kült alanlarının fazlalığı, İskitler’in bölgede kalıcı olma çabalarını ifade eder. Almatı yakınlarında 1969 yılında K. Akişev tarafından ortaya çıkarılan ve İskitler’e ait “Altın Elbiseli Adam” büyük bir önem taşımaktadır[60]. Zira bu bölgede daha sonra pek çok İskit hükümdar kurganı ortaya çıkmış ve yeni “altın elbiseli adam” heykelleri bulunmuştur. M.Ö. V-IV. asra tarihlenen ve hükümdar ailesine mensup olduğu anlaşılan altın elbiseli adam kurganları İskitler‘in o dönemde Kazakistan coğrafyasını yurt edinme çabalarına bir başka kanıttır. Günümüzde bile, Kazaklar altın elbiseli adam kurganlarına çok saygı duymakta ve kendilerini Sakalar’ın soyundan saymaktadırlar.
Doğu Türkistan’dan başlayarak bütün Asya, Kafkaslar, Güney Rusya ve Karadeniz’in kuzeyi ile Tuna havzası boyunca büyük çoğunluğu göçebe hayat tarzını benimseyen İskitler‘in yurt arayışlarında atalar kültünün önemli olduğu yadsınmaz bir gerçektir.
Sonuç ve Değerlendirme
Eskiçağlarda yerleşik toplumların yurt arayışları ile göçebe toplumların yurt arama düşüncesi farklı şekilde gelişim göstermiştir. Yerleşik toplumlarda (Pers-Lidya-Frig-Grek-Hint-Çin vb) tarımsal faaliyetler, servet birikimi, kurumsal yapılar, yazı ve dil etrafında şekillenen medeniyet unsurları, zamanla toplumların yerleştikleri bölgeleri yurt edinmelerinde milli bir şuurun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Özellikle yazılı kültürün ortaya çıkmasından sonra, bir milli kimlik ve devlet düşüncesi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun en açık örneği Persler‘de görülür. Aryan kabilelerin bugünkü İran topraklarına yerleşmelerinde, yerleşik yaşam unsurları, askeri başarılar ve yazı çok önemli olmuştur.
Ancak göçebe toplumlarda özellikle İskitler’de ve erken dönem Türk topluluklarında yurt ve vatan düşüncesi yerleşik yaşam unsurlarından çok daha farklı bir biçimde gelişim göstermiştir. Göçebe yaşamdan dolayı yazıya geç geçmeleri, büyük coğrafyalarda ve dağınık bir biçimde yaşamaları, onların toprakla olan manevi bağlarını atalar kültü üzerinden yürütmelerine sebep olmuştur. Göçebe halde yaşayan bir İskit insanının tek düşüncesini, bozkırda hayatta kalma oluştururken, yerleşik hayatı benimsemiş bir Lidyalı ya da Grekli için ise mal ve servetini çocuklarına miras bırakabilmek, esas olmuştur. Yerleşik kültürler ile göçer kültürler arasındaki bu farklılık, ileride Ön Asya ile klasik Batı Dünyası arasındaki belki de en keskin ayrımı ifade edecektir. Ölüler kültü, mezarları için savaşma düşüncesi, bozkır yaşam biçimi, İskitler‘de toprak-yurt düşüncesinin yerleşmesine sebep olmuştur. Yazılı ve arkeolojik kaynaklardan da anlaşılacağı üzere, krali İskit kurganlarının yoğun olduğu yerler, aynı zamanda onların atalarına kurban kestikleri, dini merasimler düzenledikleri ve birlik-beraberliklerini pekiştirdikleri yerlerdi. Bu yerler için gerektiği zaman savaşıyorlar, bir birleri ile kavga edebiliyorlar ve gerektiğinde ortak düşman etrafında birleşebiliyorlardı. Onlardaki atalar inancı ve koruyucu ruhlar, coğrafyanın vatanlaştırılmasında en önemli etkenler oluyordu. Şüphesiz politik sebepler, iklim şartları, askeri mücadeleler de İskitler‘in yurt arayışında önemli olsalar da, asıl önemli sebep o dönemde atalar inancının şekillendiği yerleri koruma düşüncesidir.
İskitler‘in yurt arayışlarında adeta bir belirteç olan kült alanlarının ortak özellikleri, önemli yol güzergâhları (İpek Yolu) vb, üzerinde yer almaları, korunaklı olmaları, su kaynakları ve otlak bakımından zengin olmalarıdır. Bozkırda ilk Türk şehirlerinin kurulduğu yerler, aynı zamanda krali İskit kurganlarının olduğu yerlerdir. Kurganların yoğun olduğu bu bölgelerin (Orhun ve Selenge Havzası, Altay, Arzhan, Saymalıtaş, İli ve Çu Vadisi, Esik, Kırım vb) arkeolojik verileri dikkatle incelendiği zaman, kültürel bir devamlılıktan rahatlıkla söz edilebilir.
İskitler’den sonra Orta Asya bozkırlarında hüküm süren göçer boylar, zamanla bozkırdaki atalar kültüne izafe edilen kült alanlarını öğrenecekler, bu yerlerin stratejik durumunu kavrayacaklar ve kutsal olan bu mekânlarda kendi inançlarını sürdüreceklerdir. İskitler’den başlayarak bu yerlerdeki arkeolojik verilerin bir devamlılık arz etmesi bunu gösterir. Yukarıda izah ettiğimiz gibi Moğolistan Hanuy Vadisi’nde İskit dönemine tarihlenen birçok kurganın yanı sıra, aynı alanda Hun kurganların da yer alması ve hemen yanı başlarında Göktürk kurganlarının ve kült alanlarının olması, bu bölgelerin kutsal mekânlar oldukları için tercih edildiklerini gösterir. Yoksa bozkırda M. Ö. VIII. asırdan başlayıp sanki ezberlenmişçesine M. S. VIII. asra kadar bin yıllık bir zaman diliminde bozkır topluluklarının aynı yerleri yurt tutmalarındaki amaç başka ne olabilir?
Türk kültürünün erken evrelerinde (Kimmer-İskit) ortaya çıkan atalar kültünün zamanla gelişim gösterdiği ve bozkırda bir süreklilik arz ettiği görülür. Erken dönem Türk boylarından (Hun-Göktürk- Uygur-Kırgız vb) itibaren diğer Türk boyları ve Oğuzlar arasında da atalar kültüne çok değer verildiğini ve belirli yaşam alanlarının önemli olduğunu yazılı ve arkeolojik kaynaklardan anlayabiliyoruz. Selçuklu Türkeri’nin atalar kültüne çok kıymet verdikleri, Anadolu’nun birçok şehrindeki kümbetlerden (kurgan) ve kümbet etrafındaki mezar taşlarından bellidir. Bugün Anadolu’da Selçuklu mahallelerinden, Selçuklu konut tipinden ve özel mülkiyet mimarisinden söz etmek mümkün değildir. Ancak onların atalarına duydukları saygı ve minneti ifade etmek için yaptıkları kümbetler bütün ihtişamları ile ayakta durmaktadır. (Erzurum’da Üç Kümbetler, Kayseri’de Döner Kümbet, Erzincan’da Mama Hatun Kümbeti vb) Çünkü onlar tıpkı İskitler, Hunlar, Göktürkler gibi bireysel mülkiyet kavramlarının geçici olduklarını, ancak toplumsal hafızada yer edinmiş atalar kültünü yansıtan abidelerin ve kurgan alanlarının kalıcılığının farkındaydılar. Bu yüzden sonsuza dek bilinmeleri ve hatırlanmaları için kendi beylerinin ruhlarını ölümsüz kılmak adına bu anıtları yapmışlardır.
Başka kültürlerde de buna benzer örnekler vardır. Bu anlamda Mısır’da Piramitler, İran’da Cyrus’un anıtsal mezarları örnek olarak verilebilir. Bu örneklerde yer alan mezar yapıları ve tapınak alanları, aynı zamanda iki farklı kültür arasındaki derin bir ayrışmayı da gösterir. Yerleşik uygarlıkların (Mısır-Roma-Yunan vb) inanç, kültür ve mimari anlayışları çok büyük ölçekli kurumsal yapılar (devlet-rahipler sınıfı) ile korunurken; göçer uygarlıkların mezar ve mimari anlayışları daha mütevazı bir şekilde gelişmiştir. Hatta ilk zamanlar estetik kaygısı olmadan ve bir tarza yönelmeden ortaya çıkmıştır. Bunun en bariz örneği kurganların yerleşik hayattaki gelişmiş biçimi olan kümbetlerde görülür.
Hemen hemen bütün kümbetlerin süslemelerindeki motifler, Orta Asya şaman-kam inanç gelenekleri ile ilgilidir. Bu motiflerde yeraltı ve gökyüzü yolculuğunda insanlara refakat eden kuş şeklinde koruyucu yaratıklar ve on iki hayvanlı Türk takvimindeki hayvan tasvirleri yer alır. Bu durum, İslam olan Selçuklu Türklerinde bile atalar kültünün ne kadar canlı bir şekilde yaşadığını gösterir. Günümüzde Türkistan ve Doğu Avrupa coğrafyasına baktığımız zaman İskitler’e ait krali kurganların olduğu yerlerde (Kazakistan, Saha/Yakut, Kırım) İskitler‘in soyundan geldiklerini iddia eden insanların olduğu görülmesi, atalar kültünün toprakları vatanlaştırmadaki rolüne işaret eder.
Modern hayatta bile kırsaldan biri şehirde yaşayıp öldükten sonra, doğduğu memlekete götürülmeyi ister. Bunun sebebi, atalarının mezarlarının yanına gömülme isteği ve onların ruhları ile birlikte olma düşüncesidir. Dolayısı ile ölmeden önce “beni yurduma götürün” türündeki toplumumuzdaki temenniler, Türk toplumundaki binlerce yıldır süregelen atalar kültünün, İslami bir biçim almış şeklinden başka bir şey değildir.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı. 25240 Yakutiye/Erzurum.oktayozgul@hotmail.com
Alıntı Kaynak: Türkiz Dergisi, Yıl: 9 Sayı: 47 Mayıs-2018