Ondördüncü ve onbeşinci Yüzyıllarda Türkler ile Cenevizliler arasındaki ilişki, hacimsiz bir ticari ilişki ile başlamıştır. Daha sonra iki devlet arasında birçok alanda iş birliği ve ortak çalışma gerçekleşerek, 15. yüzyılda meydana gelen çıkar çatışmaları sonrasında ilişkiler neredeyse tekrar başladığı noktaya dönmüştür.
Cenevizliler ile ilk kez ne zaman ilişki kurulduğu konusunda birtakım farklı görüşler mevcuttur. Gerçekte II. Bizans iç savaşı döneminde vuku bulan ilk temas için bazıları Sultan Orhan zamanında Cenevizliler ile Bizans arasında 6 Mayıs 1352’de imzalanan anlaşmayı önermişlerdir.[1] Cenevizliler ile 1352 ve 1356 yılları arasında birtakım mektup alışverişi gerçekleşmiş ve Osmanlılar Cenevizlilerden Pera, Filippo, Demerode ve Bonoficio de Saulo’da[2] birtakım ticari haklar verilmesini talep etmişlerdir. Bu ticari haklar talebi, bir sonraki yüzyılda Fatih Sultan Mehmed ve Francesco Draperio arasında kurulacak olan ilişkiye bir giriş niteliği taşımaktaydı.[3] Ceneviz hükümeti gittikçe artan ticari hilekarlıkları ortadan kaldırmak amacıyla bu tür bir ilişkiye girilmesi için bir takım haklar vermeyi gönüllü olarak kabul etmiştir.[4] Birçok onaylamadan sonra yasadışı ilan edilmesine ve nihayet 1361 yılında iptal edilmesine rağmen bu hakların verilmesi[5], Cenevizlilerin ticari çıkarları olan Anadolu’nun birçok toprak parçasında söz sahibi olan Türkler ile kurulan iyi ilişkilerin devam ettirilmesi açısından çok önemli görülüyordu. İyi ilişkilerin devam ettirilmesinin politik ve askeri açıdan ne kadar önemli olduğu Boğaz savaşlarında da anlaşılmıştı.[6] İşte böylece Cenevizliler, Osmanlı güçleriyle kuracak olduğu ilişkilerin, Bizanslılar tarafından desteklenen Venedik güçlerine karşı ne kadar önemli bir politik taktik olduğunu anlamıştır. Yine bu nedenden dolayı da bu ittifakı güçlendirmek için yapması gereken mali fedakarlıklardan kaçınmamıştır.
Türklerin 1379-1381 yılları arasında “Tenados Savaşı” ve “Chioggia Savaşı”[7] gibi Venedikliler tarafından oluşturulan Ceneviz karşıtı koalisyonlar içinde yer alması bile Cenevizlilerin Türklere karşı olan bu tutumunu değiştirmemiştir. 8 Haziran 1387’de Sultan I. Murad ve tam yetkili Ceneviz elçisi arasında imzalanan antlaşma ile de bu tutum daha da belirgin hale gelmiştir.[8] 1387 Antlaşmasına göre Cenevizliler, Türk tacirlerinin Pera’da ödediği verginin en fazla %8 olarak azaltılmasını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ancak bununla birlikte kendileri de Osmanlı’nın egemen olduğu topraklarda Venedikliler ile diğer gayrimüslimlerin ödediği miktarla eşit oranda vergi ödeyerek özgürce dolaşmak hakkını elde etmişlerdir.
Cenevizli tüccarlar böyle bir dönemde, Balkan yarımadasının büyük bir bölümünü yani, Batılı tüccarların yiyecek ihtiyacını karşıladıkları geleneksel alanı, kontrolü altında tutan Türkler ile geliştirilen ilişkilerin ticari açıdan ne kadar önemli olduğunun açıkça farkındaydılar. Türkler ile imzalanan antlaşma metninde mısır ve buğday alımının öncülüğü -Pera’da birkaç hafta önce aynı Cenevizli elçilerin Ceneviz’in ticari çıkarlarını yakından ilgilendiren mısır üretim alanlarını kontrol eden diğer bir güç, Dobrucalı despot İvanko’nun temsilcileri ile imzaladığı ve mısır ticareti hususunda detaylı bir tasarruf hakkına izin verilebilen antlaşma- konusunda kesin deliller yoktu.[9]
Cenevizli tüccarlar topluluğunun Akdeniz’deki ticari çıkarlarını güvence altına alması dışında, antlaşma Demerode ailesi ve Osmanlı hanedan arasında sıcak ve önemli bir ilişkinin gelişmesine de neden olmuştur. Antlaşma metni, otuz yıl önceki Pera’da nasıl bir ticari hareketlilik olduğuna göndermede bulunarak, bunun Orhan ve Filippo Demorade arasındaki karşılıklı kişisel güvenden kaynaklandığına dikkat çekilmiştir. Ve şimdi de Givonni Demerode, I. Murad ile iyi ilişkiler geliştirirken otuz yıl önce babasının üstlendiği misyonu üstlenmektedir.[10]
Bu önemli belge delil gösterilerek söylenilebilir ki, Cenevizliler ve Türkler arasındaki ilişki eğrisi 15. yüzyılın ortalarında açıkça görüldüğü gibi yükseklerde seyretmektedir: Bir yanda Cumhuriyetin resmi müdahalesi sayesinde tüccar topluluğunun Doğu kolonilerinde yaygınlık göstermiş olan genel ticari çıkarları korunmak istenirken, diğer yandan da Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar elde etmelerine neden olan kişisel ilişkiler sayesinde -Ceneviz hükümetinin tek başına bunları elde etmesi mümkün değildi- önemli birtakım ekonomik ayrıcalıklar elde edilmiştir.
“Kişisel ilişkiler” yoluyla geliştirilen ilişkilere özellikle antlaşmayı takip eden yıllarda bolca rastlamak mümkündür. 1396 yılındal[11] I. Bayezıd’a paralı asker olarak hizmet etmiş olan Savonalı Pietro Maria dışında, 1402[12] yılında Ankara’da Timur’un kuvvetlerine yenilen Türk kuvvetlerinin kalan kısmına Marmara Denizi’nde seyretmekte olan Ceneviz gemisinin yardımı bir başka örnek olarak verilebilir. Bir diğer örnek de bu olaydan yirmi yıl sonra Giovanni Adorno’nun ve Foça anlaşmasını imzalayan tarafların, Sultan’ın ordularını Lampsakos’tan Gelibolu’ya aktararak ve daha sonra Edirne’deki harekata da katılarak[13] II. Murad’ın Düzmece Mustafa yanlılarına karşı kazandığı zafere önemli katkıda bulunmasıdır.
Cenevizlilerin Türklere yaptığı yardımlar her iki durumda da donanmaları hala yeterince güçlenmemiş olan Türkler tarafından cömertçe geri ödenmiştir. Bu son iki durum Ceneviz hükümetinden herhangi bir onay alınmadan gerçekleşmiştir. En azından birinci durumdan Cenova ve Ceneviz toplumu Adorno’nun müdahalesinin bir sonucu olarak faydalanmıştır. Giovanni’nin Osmanlı sarayında kazanmış olduğu prestij, daha önceleri kaybedilen Samsun’daki Ceneviz kolonisinin tazminatını almakla kalmayıp aynı zamanda 1424 yılında Türkler ile Bizanslılar arasında imzalanan bir barış antlaşmasında arabulucu olarak bulunan Giovanni’nin kardeşi Giacomo’nun diplomatik başarılar elde etmesine katkıda bulunmuştur.[14]
Bu arada resmi düzeyde ise ihtiyatlı ve eşit uzaklık prensibine uygun diplomatik politikalar takip edildiği Massaria Peyre’nin kayıtlarında açıkça görülmektedir. Bu kayıtlar aynı zamanda Ceneviz ve Türk büyükelçilerinin sürekli gidiş-gelişlerinden de söz etmektedir. Yine Türklerle sürdürülen bu ilişkilerdeki temel nokta, Bizans ve Rodoslular ve Macaristan Kralı gibi diğer Hıristiyan güçlerle girişilmiş olan ilişkilere zarar vermeksizin Osmanlı faaliyetlerini kontrol altında tutmaktı.[15] İlişkileri dengede tutmak Peralı Cenevizlerin Mitylene Lord’u, Chios’lu Maonez’le Rodos Şovalyeleri’yle ve Kıbrıs Kralı ile birleşerek I. Murad’a karşı oluşturdukları ittifak örneğinde olduğu gibi pek tabii ki her zaman mümkün olmuyordu.[16] Ancak bu tür durumlar, Cenevizlilerin Timur’a karşı I. Bayezıd’a yardım etmeleri örneğinde olduğu gibi, ortamı bulunduğunda hemen düzeltilmeye çalışılarak eski politik denge yeniden sağlanıyordu.[17]
Türklerle olan ilişkilerde resmi düzeyde Cenevizliler tarafından takip edilen tedbirli politik tutumlar ile bazı özel şahısların benimsedikleri prensipsiz ve dikkatsiz girişimler arasındaki çelişki, bazen Ceneviz devletini girişilen bu tarz kişisel ilişkileri sınırlandırma şeklinde bir müdahaleye zorlamıştır. 1424 yılında II. Murad’tan Sultan’ın sembolünü kule üstüne boyamak karşılığında şehir duvarındaki kulelerden birinin tamiri için para isteyen Pera halkının tutumu yukarıda anlatılan duruma bir örnek olarak gösterilebilir.[18] Ceneviz hükümetinin takip ettiği çok dikkatli politikalar ilişkilerin daha uzun bir süre devam etmesine neden olmuştur.
Pera halkının böyle bir tutum geliştirmelerinin altında yatan en önemli sebep, Giovanni Adorno’nun elde ettiği başarı ve Milan Dükünün, Genova Lordunun ve aynı zamanda Osmanlı Sultanı ile Venediklilere karşı düzenlenecek bir ittifak konusunda askeri işbirliği yapma hazırlığında olan Filippo Maria Visconti’nin politik tutumlarının bir sonucu da olabilir. Daha önce de Osmanlı ile bu tür ittifaklara girilmiş ve Osmanlı sarayı ile Milan sarayı arasında elçiler gidip gelmiştir. Bu ilişkiler sonrasında Osmanlı Sultanı II. Murad, 1430 yılında ordusunu Venedik’in kontrolü altındaki Selanik üzerine göndermeye ikna olmuştur.[19]
Bu tür politik durumlar, bir sonraki yıl Chios savunmasında Venedik kuvvetlerine karşı Türklerin yardımı örneğinde görüldüğü gibi büyük avantajlar getirebilmektedirler.[20] Fakat Doğu politikalarında, daha çok İtalya’daki olaylarla ilgileniyor olan Lombard Lord’undan daha tecrübeli olan Cenevizliler bu tür girişimlerdeki risklerin de farkında olarak Sultan’ı imparatorluk içindeki olaylara karşı desteklemiş ve Aydınoğulları gibi Müslüman beyliklerin isyanlarını bastırmakta Sultan’ın minnettarlığını kazanabilmek ve kendi haklarını korumak için ona yardım etmiştir.[21] Fakat Cenevizliler biliyordu ki, Sultan’a yaptıkları yardımlar Balkanlar’ın ikinci şehrinin ve Ege Denizi’ndeki önemli limanın kuşatmasında Türklerin yardım etmesinde olduğu gibi kendilerine mutlaka geri dönecektir.[22]
Daha önceleri Cenevizliler, Türkleri Venediklilere, Venediklileri de Türklere karşı kullanmayı çok iyi başarmıştı. Ancak bu yıllarda Cenevizliler farkına vardılar ki, daha önceleri Venediklilere karşı kullandıkları Türkler, artık gittikçe kontrol edilemeyen bir güç olmuşlar ve bu nedenle de Akdeniz’deki çıkarları yavaş yavaş tehlike altına girmeye başlamıştır. 1435 yılında Visconti’yi Ceneviz’den def ettikten sonra Osmanlılar ile Cenevizlilerin ilişkileri arasında yeni bir dönemin başladığını söylemek mümkündür. Bu yeni dönemde Cenevizliler ve Osmanlılar karşılıklı olarak tarafsız kalmayı sürdürürken, Cenevizliler Türk yayılmacılığına engel olmak için birçok karşı tedbirler alma çabasında bulunmuşlardır.
***
Bu yeni politik tutum, Papa’nın Türklere karşı Haçlı Seferlerini başlatma arzusunun 1439 yılı gibi erken bir tarihe kadar inmesinden de kolayca anlaşılmaktadır. 1442 yılında Cenova dükü tarafından Papa’ya gönderilen mektupta bir Haçlı Seferi teşebbüsünde Papa’yı desteklemek için ne kadar gücü olduğunu belirtmektedir. Bu mektupta ayrıca Cenevizliler, Akdeniz’deki kolonileri korumak için ne kadar çaba sarf ettiklerinin yanı sıra Bizans’ın düşüşünü kolaylaştırmak için neler yaptıklarını, karşılaştıkları ekonomik zorlukları ve Cenova’yı tehdit etmekte olan Katalan-Aragonların Thyrren Denizi’ndeki yaylıması tehlikesinin bu teşebbüste direkt olarak görev almalarını ne kadar zorlaştırdığını papaya anlatmaktadır.[23]
Her ne kadar Ceneviz Cumhuriyeti 1444 yılındaki büyük seferde doğrudan görev almadıysa da, Burgond Süvari Bölüğüne Savoyard limanlarında ekonomik yardımlarda bulunmuştur.[24] Cenevizlilerin papa tarafından düzenlenen bu Haçlı seferlerini ne kadar önemsediği, savaştan ancak bir ay gibi kısa bir zaman sonra, 2 Aralık 1444 tarihli resmi bir evrakta verilen bilgilerin ne kadar doğru olduğundan da anlaşılabilir.[25]
Tek başına bu delile dayanarak, meşhur bir iddia olan Türk ordusunun Asya’dan Avrupa’ya Ceneviz devleti aracılığı ile taşındığı iddiası pek doğruymuş gibi görülmemesine rağmen kendi adlarına iş yapan Ceneviz patronileri’nin bu işi yapma olasılığından bahsedilebilir. Jacques Paviot’ın bir makalesinde[26] işaret ettiği gibi, Batı ülkelerinde yaygın olarak bilinen ve Valeran de Wawrin’in hatıralarında yankı bulan suçlamaların büyük bir kısmı, geleneksel rekabetini en kötü şekliyle sergilemeye çalışan Venedik’ten yayılmıştır. Venedik ayrıca kendisini temize çıkarmak için Türklerle diplomatik antlaşmalara girmekten geri durmamıştır.
Gerçekte doğu seferlerinde doğrudan müdahale etmenin mümkün olmayışı, Cenevizlilerin onları samimiyetle destekliyor olmalarına rağmen, Callistus III ve Pius II’nin[27] projelerinde iddia edildiği gibi, Aragon kralı ile bitmek bilmeyen savaşlar ve Türklerle iş birliği yaptığı konusundaki suçlamalar ile de alakalıydı. Ve bu suçlamalar Cenevizlilerin daha sonraki yıllarda Akdeniz’de takip ettiği politikanın değişmez bir parçası haline gelmiştir.
İstanbul’un düşüşünü takip eden birkaç ay içinde İtalya’dan bir haber yayılmıştı. Bu habere göre Ceneviz donanmasının bütün gemileri II. Mehmed’i tamamıyla bozguna uğratmış ve Doğudaki Hıristiyan gemilerine ve limanlarına saldırmaya başlamıştı. Cenevizliler kendileri hakkında yapılan bu ithamlara, Avrupa’daki bütün saraylarına bu iddiayı yalanlayan resmi mektuplar göndererek şiddetle karşı çıktılar. Ayrıca “Büyük Türklere” karşı giriştikleri eylemlerin ve muhasara altındaki İstanbul’un savunması için harcadıkları çabaların tanıkları olarak da saygınlıklarından hiç şüphe duyulmayan iki kişi buldular. Bunlar, Büyük Papalık tarafından yeni bir Haçlı ordusu oluşturmakla görevlendirilmiş Kardinal Domenico Capranica ve kuşatma sırasında bizzat bulunmuş ve acı tecrübeler yaşamış olan Papalık elçisi Kiev’li Kardinal Isidor’dür.[28] Ancak “yalanlama kampanyaları” Napoli Kralı olan Arogon’lu Alphonse’nin bildirgesi ile zirvelere tırmanmış ve Cenevizlerin amansız düşmanı olan Alphonse Cenevizlileri “İtalyalı Türkler” olarak tanımlamış ve Türklerin Balkanlar’da kazandığı zaferlerin tek sorumlusunun Cenevizliler olduğunu iddia etmiştir.[29]
Bu tür anlamsız suçlamalar, Dük Pietro Campofregoso tarafından serinkanlılıkla ve sakince verilen cevaplarla reddedilmiştir. Ayrıca Pietro Campofregoso, kralın düşmanca tutumlar sergilediğini ve bunun Akdeniz’de ciddi herhangi bir Ceneviz teşebbüsü oluşturulmasına engel oluşturduğunu hem Alphonse’ye hem de Papa’ya defalarca şikayet etmiştir.[30] Cenevizler lehine takındığı tutum ile bilinen Milan Dükü Francesco Sforza, Hıristiyanlığın doğuda yaşadığı bozgunların en önemli sebeplerinden birinin Venedikliler tarafından benimsenen politik davranışlar olduğuna işaret etmiştir.[31]
Francesco Sforza suçlamalarını kati bir takım delillere dayandırmıştır: Venediklilerin “istihkam” politikaları, Venedik kolonilerini mümkün olduğunca korumayı ve bütün bunların dışında Sultana kendilerine saldırması için bahane yaratmamayı amaçlamaktaydı. Bu düşünce doğrultusunda 1453 ve 1462 yıllarında Venedik tarafından Ege Denizi’ne donanma gönderilmiş ve bu donanmanın Türk donanması ile birleşip savaşa katılmalarına engel olmak için de katı kurallarla sınırlandırma getirilmiştir. Ancak bu kurallar aslında Osmanlı donanmasının Ege adalarında yayılmasına neden olmaktan başka bir işe yaramamıştır.[32]
Kendi adlarına Katalanlar ile Thyrren Denizi’nde askeri işbirliğinde bulunan Cenevizliler aynı zamanda Ege Denizi’nde ve Karadeniz’de var olan kolonilerini korumak zorundaydılar. Ancak ülkenin coğrafi konumu onları Venediklilere nazaran daha zor şartlar altına sokuyordu. Mesela Chios[33] ve Cenevizlilerin kontrolü altındaki son Gattilusio[34] Mitylene Krallığı Türk topraklarına yakın bir yerde bulunmaktaydı. Kefe ve diğer Karadeniz kolonileri ise ana kıtadan denizle ayrılmışlardı.[35] Ceneviz, Venedik Düküne göndermiş olduğu şükran mektubunda Janos Hunyadi’nin Belgrat’ta Türklere karşı bir zafer kazandığını müjdeleme örneğinde olduğu gibi,[36] Balkanlar’da meydana gelebilecek olaylarla ilgili bilgi yolu olarak Veneciarum’a dayanmak zorundaydı. Bu, tutarlı bir politik program oluşturulmasına büyük ölçüde engel oluyordu. Öyle ki hemen İstanbul’un düşüşünden sonra, Pera’daki durumla ilgili bir çok karışık ve çelişkili haberler Ceneviz’e Venedik üzerinden geçmiş ve hükümetin konuyla ilgili yeterli önlem almasına engel olmuştu.[37]
Bazı karışık durumlar ile ilgili vuku bulan olaylar hakkında sağlıklı bilgi edinme problemi, 15. yüzyılın ikinci yarısında devlet tarafından doğuya gönderilen elçilere verilen emirler ile ilgili kuşkuda da kendini açıkça göstermektedir. Bazı genel durumlar dışında her zaman, Sultan ile irtibat kurulmadan önce mutlaka danışılması gerekliliği ile ilgili ifadelere sıkça rastlanmaktadır. Pera’da yaşayan tüccarlar ve Chios’lu Mahonese’ler, doğudaki meseleler üzerine bilgi edinmek ve verilecek olan karşılığa en uygun cevabı sultanın sarayına sunabilmek için görev yapan Kefedeki yönetimin temsilcileridirler.[38]
Açıkça anlaşıldığı gibi bu elçilerin en önemli görevi, doğudaki kolonileri, her ne kadar resmi olarak San Giorgio Bankası’nın yönetimine verildilerse de diplomatik olarak koruma ve önceki ticari haklarının yerine getirilmesini güvence altına alma çabasıydı.[39] Fakat onlar her ne kadar kuşku ile yaklaşma zorunluluğuna sahip olsalar da, daha önceleri doğuda yaşayan tüccarların tecrübelerinden faydalanarak hiçbir bilgiyi kaçırmamak ve Osmanlı askeri faaliyetlerinden her daim haberdar olabilecekleri bir casus hattı oluşturarak olası tehlikeleri haber vermek zorundaydılar.
Cumhuriyetin elçileri çok zor şartlar altında olsalar da bu amaçları önemli denilebilecek bir başarı ile tamamlamışlardır: ticari ilişkiler yeniden gözden geçirilmiş, Türk tüccarlarına ekonomik imtiyazlar tanınmış,[40] Ceneviz gemicilerinin Karadeniz’de karşılaşabileceği güçlükler azaltılmıştır. Bunun ötesinde Ceneviz ve onun koloni görevlileri arasında daha sonraki yıllarda geçen mektuplaşmalar açıkça ortaya koymuştur ki devlet Osmanlı sarayında tasarlanan şeyler hakkında daha doğru bilgiler edinmeye başlamıştır.[41] Ancak hükümet 1462 yılında, Sultanın amacının ne olduğu ile ilgili kendisine ulaşan bilgilerden dolayı yanılgıya düşmüştür. Cenova tarafından Nicholas Gattilusio’ya gönderilen en son mektuplardan birinde o yıl Sultanın deniz seferlerinden çok kara seferlerinde bulunacağı ile ilgili bilgi verilmiştir.[42] Ama 1470 yılında Türk donanmasının yaptığı hazırlıklar ve amaçlar göz önünde bulundurulacak olursa verilen bilginin yanlış olduğu anlaşılacaktır.
Ceneviz Devleti aynı yılın Temmuz ayında Karadeniz’deki kolonilerini, düşmanın olası bir donanma saldırısına karşı alarma geçirdi. Ancak birkaç gün sonra Sultanın asıl amacının Ege Denizi’ndeki Venedik adaları olduğu anlaşıldığından alarm durumu iptal edildi. Ege Denizi’ne bir saldırı söz konusu olduğundan dolayı Chios’ta savunma hazırlıkları yapılmaya başlandı.[43] Belki tehlikenin yeterince anlaşılamamasından, belki de daha önceki yıllarda Venedik’in takındığı tutumun bir rövanşı olacağındandır ki Venedik’e bilgi yolladıkları konusunda elimizde bir delil yoktur.[44]
15. yüzyılın son on yıllarında, Ceneviz Devleti’nin, Chios’lu potosatateler ile 1479 ve 1484[45] yıllarında yaptıkları yazışmalarında görüldüğü gibi, Türk donanmasının bu dönemde denizlerde ve sultan tarafından tasarlanan şekliyle karada yapılacak olan saldırı hazırlıkları ile ilgili güvenilir bilgiler elde edebileceğini ispat etmiştir.[46] Yine Ceneviz Devleti kendi ajanlarını, Osmanlı sarayına çok yakın yerlere kadar sokabileceğini de ispatlamıştır. Örneğin bu casuslardan birinin gönderdiği raporda, Venedikliler tarafından yapılma ihtimali yüksek olan ve sultanın sefer için yaptığı askerihazırlıklara engel olamamış başarısız bir suikastten, II. Mehmed’i zehirleme girişiminden söz edilmektedir.[47]
Bütün bu tedbirlere ve Türk İmparatorluğu’nun içlerine kadar sızmış olan casus ağına rağmen, Cenevizliler Türk donanmasının Kefe ve Karadeniz’deki diğer Ceneviz kolonilerine karşı giriştiği saldırıyla neredeyse şaşkına dönmüşlerdir. Üstelik tamamıyla habersiz oldukları bu saldırının sonuçları, Cenevizliler için İstanbul’un düşüşünden daha önemli sonuçlara gebeydi. Cenevizliler Karadeniz’de her şeyin tamamıyla normal olduğu konusunda güvenilir bilgiler alınıyorlardı. Rahatsız edici olan tek haber şehirdeki ticari ve mali kesimi önemli ölçüde etkileyebilecek bir hastalık haberiydi.
Ancak Ceneviz devletinin ajanları bir kez daha yanılmışlar ve aynen 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethinde olduğu gibi 1475’te de bir kez daha devre dışı bırakılmışlardı.[48]
***
Böylece uzun süreli bir koloni tecrübesinden sonra, Cenevizliler Akdeniz’den ayrılıp Batıya doğru yola çıktılar. Hem politik hem de en az diğeri kadar önemli olan psikolojik açıdan değerlendirildiğinde, tehlike çanlarının İstanbul’un düşüşü ile 1453 yılında çalmaya başlamasına rağmen asıl dönüm noktasının 1475 olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kefe’nin ve Karadeniz’deki diğer kolonilerin[49] düşüşü Cenevre’de çaresi olmayan bir hastalık gibi hissedildi ve Osmanlı hakimiyetinin olduğu bölgelerde otonom devletçiklerin kurulması ile ilgili umutların artık ne kadar boş ve anlamsız olduğunu gösterdi.
Kısa vadede bu şiddetli darbe, Cenevizlilerin koloni imparatorluğunun kaybının ve Sultanla kıyaslandığında Ceneviz siyasi konumunun “Achille’in topuğu”nu yitirdiğini düşünenleri kuvvetlendirir görünmüştür. Ve Cenevizlilerin son yaşadığı zor sonuçların etkisinden arınarak “Büyük Türklere” olan düşmanlığını açıkça ortaya koymaları, güçlerini Haçlı birliğindeki diğer Hıristiyan güçleri ile birleştirerek Osmanlı İmparatorluğu’nu yerle bir etmeleri ve onu geldiği yerlere yani İslam’ın sancağı olan Orta Asya’ya kadar geri göndermeleri istenmiştir.
Bu projenin 1481 yılındaki Otronta seferinde başarıya ulaştığı görülmüştür. Kefe’nin fatihi[50] Gedik Ahmet Paşa’nın ordusundan kurtulma noktasında olan Apulian şehri ile Hıristiyan donanmasının kumandanı ve Ceneviz gemilerinin patroni olan Ceneviz Başpisikoposu Paolo Campofregoso, II. Mehmed’in ani ölümü ve padişahın oğulları olan Cem ve Bayezid kardeşler arasında çıkan taht kavgalarının bir iç savaşa neden olabileceğini ve bunun da Türk İmparatorluğu’na karşı doğuya doğru yol almak için iyi bir fırsat olduğunu düşünerek izin istediler.[51] Amaçları İstanbul’u karadan ve denizden aynı anda kuşatarak fethetmekti. Macaristan Kralı Matjas Hunyadive Romanya Prenslerinden de yardım almak istiyorlardı. Türk fetihçilerine yapılacak olan bu saldırı Balkan halkları için de bir kurtuluş olabilirdi.[52]
Ancak bu kısa sürdü. Napoli Kralı’na, Calabrialı Alphonse’ya ve diğer Hıristiyan kumandanlara karşı Türkler ile birleşen Venediklilerin açıkça görülen düşmanlığı, Papa 4. Sixtus’un İtalya’da İslamın köprübaşlılık konumunu ortadan kaldırmadan böyle bir girişimde bulunulmaması konusundaki akıllıca isteği ve Krallığını Osmanlı egemenliğinden kurtarmayı çoktan hak etmiş olan Kral Ferdinand’ın çekimser tutumu Cenevizlileri Türk garnizonu teslim olana kadar Otronta’dan önceki yerde kalmaya zorladı.
En sonunda, temel amaç başarıya ulaştığında, Kral ve Papa projeyi desteklemeye ve ordunun Valona’ya taşınması için emir vermeye karar verdiklerinde zaten Eylül ayının sonu gelmişti. Mevsim bir sefere girişmek için çok ilerlemiş, bu da başarı umudunu azaltmıştı. Tayfalar arasında gittikçe yayılan veba hastalığı, yeterince iyi ödeme yapılmaması ve en önemlisi de Osmanlı İmparatorluğu’nun iç durumu hakkında elde edilen detaylı bilgiler, zaten Calabrialı Alphonse’nin Otronta ganimetlerinin paylaşımında takındığı hırs dolayısıyla aşağılanmış olan Cenevizlileri, Osmanlılara karşı yapılması istenen bu girişimin bir parçası olmamaya itti ve onlar da ülkelerine dönmeye karar verdiler. Rövanş hayalleri suya düştü. Aynı yılda yani 1481’de Han Mengli-Giray tarafından Kırım’ı kurtarmak için teklif edilen iş birliği girişimi ve kardeşi Bayezıd sultana baş kaldırmış olan Cem Sultan’ın heyecan verici isyan hikayesi de -ki bu daha sonraki yıllarda Avrupa saraylarını çok yakından ilgilendirecek ve karıştıracaktır- böylece yarım kalmış oldu.[53]
1481 yılında yaşanan hayal kırıklığı aslında Cenevizlilerin, deyim yerindeyse, “gözlerini açtı”. Akdeniz’de bulunmanın İstanbul ile Chios kolonilerinin devamı[54] konusunda diplomatik ilişkilere girmeyi mümkün kılacağını düşünenlerin fikirleri ve Cenevre ile Cenevizlilerin talihlerinin zaten bitkin olduğu düşüncesi galebe çaldı. Cenevizliler, 1484 yılında Kili ve Moncastro’nun Türklerin eline geçmesi ve Eflak ve Boğadan Prensliklerinin Türklere bağlanmaları[55] gibi Hıristiyanlığın doğuda karşılaştığı başarısızlıklar konusundaki analizleri dolayısıyla desteklendiler.
Böylece Cenevizliler yüzlerini tamamıyla Batıya çevirmeye karar verdiler. V. Alphonse’nin ölümünden sonra güç kaybeden Catalan-Aragonese gücündeki deniz yollarıyla ilgilenmek Cenevre’de II. Mehmed ile ilgilenmekten daha gizemli hale geldi.[56] Ayrıca Cenevizliler son başarısızlıklarından sonra, uzun süredir kötü bir durumda olan ekonomilerini yeniden canlandırmanın yolunu bulmuş oldular. Ancak ekonomideki iyileşme bu yıllarda çok yavaş oluyordu. Cenevizliler de önceleri doğudaki kolonilerinden elde ettikleri gelirlere yeniden kavuşmak için yeni arayışlara girdiler. Granada ve İberya’nın ve Avrupa politikalarının yükselmekte olan yıldızı, Castile[57] bu arayışlardan bazılarıdır.
Böylece Cenevizliler, 1481 yılından sonra doğudaki ilişkilerini tamamıyla Chios’un savunmasındaki müdahaleleri ve Türk İmparatorluğu ile girişilen birkaç basit ticari alışveriş ile sınırlandırmışlardır. Diğer bir yandan da Castile ile olan geleneksel ilişkiler ve politik alanda gelecek vadeden gelişmelerin çokluğu, Ceneviz ticaretinin ve ekonomisinin belkemiği haline gelmiş ve ülkede tüccar ve sermayedar sınıfının yavaş yavaş oluşmasına neden olmuştur. Bu da Cristof Colomb’un rüyalarının gerçekleşmesi için atılan ilk adıma temel oluşturmuştur.[58] Colomb’un girişimleri ve İspanya Monarşisi’nin zaman içerisinde bir dünya imparatorluğuna dönüşmesi Cenevizlileri de etkiledi ve İberya’nın geniş aktif ekonomik bölgesi içerisinde yer almaları onları da Yeni Dünyanın denenmemiş lezzetlerine doğru götürdü. Böylece Seville’nin tarihinde daha önce hiç rastlamadığı bir ekonomik büyüme içerisine girmesi Cenevizliler için daha önce İstanbul’un önemine eşit bir derecede önem kazanmasına neden oldu.[59]
16. yüzyıl boyunca, Függer ve Welser ekonomik çöküşünün avantajlarını çok iyi kullanan Cenevizli bankerler İspanyol maliyesinin dizginlerini ellerinde tutabilmek için öncekinden daha büyük diplomatik ketumlukla davranmışlardır. Daha önceleri Bizans ekonomisini kontrollerinde tutan Cenevizlilerin bu durumu şimdiki ile paralel bir durum arz etmektedir. Bu Palaeologan döneminin Bizans tarihçilerinin Cenevizlilerin aç gözlü tüccarları için ettikleri kızgın küfürler ve bazı ünlü İspanyol atasözlerinin banker olan büyük babalarının ellerinde olan Don Dinero’nun talihi ile ilgili söylediklerinden de anlaşılmaktadır.[60]
Bununla birlikte sonuç olarak söylenilebilir ki Cenevizliler, büyük olasılıkla ekonomik alandaki kontrolleri dolayısıyla, Akdeniz’deki politik gelişmelerde söz sahibi olmuşlardır.
Kendileri ve Venedikli rakipleri Hilal ve Haç arasındaki “Büyük Oyun”da -ki bunun sonucu ancak denizlerin ekonomik ve politik olarak kontrol edilmesi anlamına gelmektedir- ikincil derecede rol oynadıktan sonra Cenevizliler, ekonomik alanda üstlendikleri rolü, kendilerinden sonra gelen genç İspanyol Monarşisi’nin omuzlarına bırakmıştır.[61]
Cenova Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Bölümü / İtalya
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 355-362