Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

İnönü Dönemi ve II. Dünya Savaşı Yılları

0 12.604

İkinci Dünya Savaşı öncesinde tüm dünyada “otoriter” ve “totaliter” yönetim biçimleri en gözde siyasi rejimler olarak yükselmesini sürdürmektedir. Osmanlı’nın son kalıntıları olan Sultanlık ve Hilafet kurumlarını kaldıran Mustafa Kemal Atatürk, Türk Devleti’nin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak ilan etti. Önceleri İslam, anayasada devlet dini olarak adı kondu; sonra 10 Nisan 1928’de bu madde kaldırıldı. Daha sonra da 5 Şubat 1937’de Türk Devletini “laik” olarak tanımlayan ilgili madde anayasaya eklendi. Egemenlik kayıtsız ve koşulsuz bir biçimde ulusa veriliyordu. TBMM ulus adına egemenliği kullanabilecekti. Yasama yetkisi doğrudan TBMM’de, yürütme yetkisi TBMM’nin seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun seçtiği Bakanlar Kurulu aracılığı ile Meclis’te oluşmakta ve toplanmaktaydı. TBMM, ulusun seçtiği milletvekillerinden oluşuyor ve 22 yaşını dolduran her Türk erkek ve kadın yurttaş oy kullanabiliyordu. Fakat seçim sistemi anayasanın öngördüğü kadar demokratik değildi. Bu sistem 1876-1878 Birinci ve 1908-1918 İkinci Meşrutiyet dönemlerinin bir kalıntısıydı. Oy verenler, sonradan kendi vekillerini meclise seçen, bir seçmenler topluluğunun seçtiği, dolaylı iki dereceli bir sistemdi. 1946 yılında çok partili düzene geçinceye dek yürürlükte kalan bu sistem, büyük toprak sahiplerinin ve eşrafın CHP’nin tüm tek parti yönetimi boyunca kendi güç ve ağırlıklarını TBMM’de korumalarını sağlamıştı.

Bir yandan yeni kurulan devleti ve devrimleri yaşatma kaygısı, diğer yandan ülkenin toplumsal yapısı nedeniyle henüz Batı’nın demokrasisini sindirecek siyasi bir olgunluğa erişememiş olması düşüncesi, Mustafa Kemal Atatürk’ü ister istemez, ülkeyi bir süre tek parti ile yönetmeye zorlamıştı.

Tüm olumsuz koşullara karşın, Mustafa Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönettiği 1923-1938 yılları arası, iki kez kurulmasına izin vererek, gönlünün çok partili düzenden yana olduğunu ortaya koymuştu. Ama bilinen nedenlerden dolayı onun tüm bu girişimleri sonuçsuz kaldı. Şimdi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi muhalefetsiz iktidardaydı. Bu sistemde anlamlı olan yalnızca bir tek partinin varlığı değildi. Daha önemlisi, devlet ile parti arasındaki ayrımın ortadan kalkmasıydı. Parti, devlet kurumlarının yönetimini üstlenmişti. Partinin il başkanları aynı zamanda ilin valileriydi. Devlet memurlarının “neredeyse tümü” CHP üyesi yapılmıştı. Kısacası totaliter devletleri anımsatır bir biçimde Türkiye’de parti ve devlet iç içe girmiş, birbiri ile kaynaşmış, Türkiye bir parti devleti durumuna gelmişti.

Yrd. Doç. Dr. Necdet EKİNCİ

Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.