Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda için pek çok sebep vardı, fakat bunlardan en yaygını düşmanı kötü gösterme arzusuydu. Bütün propaganda organizasyonları düşmanlarının iyi taraflarını hasır altı etmeyi ve kötü taraflarına vurgu yapmayı amaçlamaktadır. Bunun en iyi bilinen örneği, I. Dünya Savaşı sırasında Alman karşıtı propagandadır-süngünün ucundaki bebekler, açlıktan ölen Belçikalılar, tecavüz edilen rahibeler… Bu propagandanın birincil amacı, tarafsız kalanları İngiltere’nin tarafına çekmektir ve tarafsız olanların başında da Amerika Birleşik Devletleri gelmekteydi. Propaganda aynı zamanda propaganda yapanın kendi tarafının moralini yükseltmekte de faydalıdır. Propaganda insanların, şeytana/kötülüğe karşı düzenlenen kutsal bir haçlı seferinde savaşıyorlarmış gibi hissetmelerini sağlar. Bazı durumlarda, özellikle de ikinci dünya savaşında bu doğrudur. Çünkü, bu savaşta karşı konulması gereken ve şeytan olduğundan kuşku duyulmayan bir düşman vardı. Birinci Dünya Savaşı’nda ise bir tarafı diğer taraftan daha kötü olarak tanımlamak çok daha zordu ve bu yüzden propagandaya daha fazla ihtiyaç vardı.
Düşmanları kötülemeye yönelik genel arzuya ilaveten, İngilizlerin Türklere karşı yürüttükleri propaganda kampanyasının altında çok daha spesifik bir gerekçe bulunmaktaydı. Bunlardan birisi geleneksel İngiliz kamuoyudur. İngilizler Türklere karşı oldukça karmaşık duygulara sahipti. Bu bir zamanlar için gerçekten doğruydu. Bunun belki de en güzel örneği, kamuoyunun zihninde münavebeli bir şekilde etkili olan Disraeli ve Gladstone’un Türklere yönelik bakışlarının belirginleştiği 1876’daki Bulgar Savaşı dönemidir.[1] Her şeyden önce Türklerin kamuoyundaki imajı menfiydi; Türkler “Bulgarlara vahşet” uygulamakla suçlanmaktaydılar. Fakat çok kısa bir zaman içinde İngilizler fikir değiştirdiler ve kamuoyu bu sefer de Osmanlı İmparatorluğu’nu (ve tabii ki İngiliz çıkarlarını) savunmak üzere Ruslarla savaşmak için ağlamaktaydılar. Bu dönemden I. Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemde pek çok seyyah, diplomat ve diğer İngilizler Türkler hakkında nazik yazılar yazdılar ve görüşleri pek beğenilmeyen diğerlerinin, özellikle de İngiliz misyonerlerin ve din adamlarının yazdıklarını dengelemeye çalıştılar. Bu karşıt çabalar neticesinde şöyle bir anlayış gelişti; Türkler bazı açılardan kötü olsalar da, hala pek çok iyi nitelikler taşımaktalar. Onlar Hıristiyan değillerdi, ama dürüst ve güvenilirlerdi. Yani Türk kelimesi iyiydi.
Netice olarak, I. Dünya Savaşı’nın başında İngilizlerin Türkler hakkındaki duyguları menfi değildi. Bu, Türkler ve İngilizler savaşa giriştikleri zaman dahi böyleydi. İngiltere’ye Türkler lehine olan bazı haberler de gelmekte, hatta bu haberler hükümet ile işbirliği yapan gazetelerde bile görülmekteydi. Bu haberler, Türkleri onurlu insanlar ve “Temiz savaşan Türk” şeklinde tasvir etmekteydiler. İngiliz subayları ve Türk subaylarının pek çok ortak yönleri vardı; onur her ikisi için de çok önemliydi, her biri ötekinin sözlerine ve eylemlerine güvenebilirdi. Bu değerlendirme İngiliz halkına da taşınmaktaydı.
Bu, İngiliz hükümetinin baş düşmanlarından biri hakkında İngiliz halkının inanmasını ya da düşünmesini istediği şey değildi. Tek suçu size sadece siyaseten muhalefet etmek olan namuslu insanlara karşı savaşmak çok zordur. Türklerin bu imajını değiştirmek için bir şeyler yapılması gerekmekteydi.
İngiliz propagandasının diğer bir amacı da Birleşik Devletler’deki Rusya imajını tersine çevirmekti. İngiltere, ABD’nin savaşta kendi saflarında yer almasını ya da hiç olmazsa tarafsız ama dostane kalmasını istemekteydi. İngilizlerin müttefiki olan Rusya, Yahudilere yönelik zulümlerinden dolayı Amerika’da hak ettiği gibi kötü bir imaja sahipti. 1915 yılında, Almanlara karşı yapılan bir Rus saldırısı sırasında çok sayıda Yahudi, Rus askerleri tarafından katledilmişti. Bu vahşetlere dair haberler ABD’ye de ulaşmıştı ve Amerikalıların İttifak devletlerini algılayışında Rusya menfi bir unsur olmuştu. İngilizler, Yahudi nüfuzunun Amerika’da çok büyük olmasından dolayı Rusların eylemlerinin İngilizlere zarar vermesinden ve Amerika’yı savaşın dışında kalmaya iteceğinden korkmaktaydı. Aslında, Amerika’daki Yahudilerin gerçek gücü, o zamanlar, çok az olduğu için böyle bir korkunun olması gülünçtü. “Yahudilerin Gücü”ne inanmak, siyasi gerçeklerden ziyade İngiliz ön yargılarını göstermekteydi. Ancak, büyük ve güçlü bir uluslararası Yahudi örgütüne inanç, İngiliz hükümetinde bile vardı ve hükümet bu inanca dayanmak suretiyle harekete geçti. Yahudilere karşı bir Rus kıyımı olduğu gerçekti ve inkar edilemezdi. Rusların Amerikalıların zihnindeki kötü imajını tersine çevirmenin tek yolunun, İtilaf Devletleri için çok daha kötü bir imaj çizmek gerektiğini hissettiler, yani söz konusu olan, Almanlar ve Türkler için mamul bir şeytan imajıydı.
İngilizler, Hint Müslümanlarının Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Müslüman kardeşleri ile birlikte İttifak Devletlerine karşı bir kutsal savaşa -cihada- girişmesinden de korkmaktaydılar. Aslında bunun gerçekleşmesi için hiçbir zaman bir fırsat olmadı. Perde arkasında görünen ise, bu dönemde İngilizlerin bir Müslüman ihtilalinden korkmalarıydı. Şayet Türkleri şeytan gibi gösterebilirlerse, o zaman Hindistanlı Müslümanları Müslüman Türklerin gerçekten kötü Müslümanlar olduklarına ve herhangi bir savaşta peşlerine düşülebilecek cinsten Müslümanlar olmadıklarına ikna edebileceklerdi.
İngilizler için, her şeyden daha önemli olan Amerikalıları İtilaf Devletlerine (Merkezi Güçler) karşı çevirebilmekti. Arşiv kayıtlarına bakanlar bilirler ki, savaşa girmeden çok önceleri bile Wilson yönetimi İngilizler ve İttifak devletlerinden yanaydı. Bunun yanında, Avrupa’nın savaşına katılmak istemeyenler de vardı, ne de olsa izolasyonizm George Washington’un zamanından beri bir Amerikan inancı haline gelmişti. Amerikalılar savaşa girmeleri için bir meşru gerekçeye ihtiyaç duymaktaydılar. İtilaf Devletlerinin gerçekten karşı olunması gereken devletler olduğuna ikna edilmeleri gerekmekteydi. Türkler açık bir hedefti, çünkü Türklere karşı propaganda çoktan Amerika’nın her yerinde başlatılmıştı. Bir nesildir, Amerikalı misyonerler ve onların Birleşik Devletler’deki destekçileri Türkleri Hıristiyanlığın düşmanları ve Hıristiyanlara zulm eden zalimler olarak tanıtmaktaydılar. İngiliz propagandacılar, Osmanlı İmparatorluğu’na gitmiş olan ve gazetelerde sık sık Hıristiyan milletinin kahramanları olarak lanse edilen misyonerlerin gördüğü büyük saygıyı kendi çıkarları için kullandılar. Amerikalıların misyonerlere yönelik sevgi ve saygı hisleri, pek çok Amerikalı arasında İtilaf devletleri karşıtı doğal bir duygu haline getirmek üzere, dinamik bir güç olarak harekete geçirilebilirdi. Bu duygu daha çok Amerika’daki Almanlar ve İrlandalılar arasında öne çıkmaktaydı. Şayet Türkler misyonerlere zulmeden zalimler ve Hıristiyanların katilleri olarak tasvir ediliyorsa, bu leke Almanlara da bulaşabilirdi. Almanları “şeytan Türklere” destek veren ve onların dostu olan ve aslında bu şeytansı Türkleri savaşa iten bir millet olarak tasvir ederek, Almanların ne kadar kötü oldukları Amerikan kamuoyuna gösterilebilecekti. Bu politika Amerikan kamuoyunu etkilemede büyük başarı sağladı.
Kamuoyunun fikrini değiştirme konusunda güvenilen ve Dışişleri Ofisi’ne bağlı bir departman olarak çalışan İngiliz kurumu, ilk başlarda Savaş Propaganda Bürosu olarak adlandırılmaktaydı. Bu büro 1914 yılında Wellington Evi’nde bulunmaktaydı ve büronun direktörü Şeref Payesine sahip olan C. F. Masterman idi. 1916 yılı Aralık ayında bu büro, Albay John Buchan yönetiminde bir Enformasyon Departmanına dönüştürüldü ve Masterman da Buchan’ın yardımcılığına getirildi. Daha sonra, 1918 yılında Lord Beaverbrook’un kontrolünde bir Enformasyon Bakanlığı kuruldu. Fakat, İngiliz propaganda faaliyetlerine katılan insanlar için propaganda ofisi her zaman aynıydı ve basitçe Wellington Evi (House) olarak tanınmaktaydı.[2]
Wellington Evi, İngiliz hükümetinin en iyi beyinlerinden bazılarını kendine çekmeyi başardı. Tarihçi Arnold Toynbee de 1914 yılından itibaren Wellington Evi’ne danışmanlık yapmaktaydı ve 1917 yılına kadar da, her gün toplanarak propaganda politikalarını belirleyen komisyonda yer aldı. Bu siyaset belirleme komisyonunda Toynbee’ye Lewis Namier, J. W. Headley Morley ve bir Oxford Klasikçisi olan Edwyn Bevin ile pek çok tarihçi daha eşlik etmekteydi.[3] Görünüşte hükümet dışı vatansever örgütlerin üyeleri ve başka özel ya da kamuya mal olmuş isimler de bu görevli/resmi propagandacılarla işbirliği yapmışlar ya da bunların talimatları doğrultusunda hareket etmişlerdir.[4] İngiliz Üniversiteleri de propaganda el kitapçıkları ve uzmanlık sağlamışlardır.
Dönemin standartlarına göre, İngiliz propaganda faaliyetleri oldukça gelişmişti. 1917 yılı civarında, Wellington Evi’nin 54 personeli bulunmaktaydı ve diğer departmanlar ve bakanlıklardan da önemli ölçüde yardımlar istemekteydi. Mevcut kayıtlar, Wellington Evi’nin kitlesel bir girişim olduğunu göstermektedir. Bu kayıtlar aynı zamanda dağıtılan yayınların sayılarını da göstermektedir. (Ne yazık ki, bu kayıtlar genellikle ferdi yayınların isimlerini vermemektedir.) Wellington Evi’nin ilk raporu (1915 Haziranı) 17 ayrı dilde yazılarak yayınlanmış olan yaklaşık 2.5 milyon nüsha kitap, broşür ve diğer yazılı propaganda malzemesini listelemektedir. İkinci rapor (1916 Şubatı) ise dağıtılan 7 milyon nüshanın listesini göstermektedir. İngiliz Propagandası 1914 yılında 45 değişik yayın dağıtmıştır; bu rakam 1915 yılında 132’ye, 1916’da 202’ye ve 1917 yılında ise 469’a çıkmıştır.[5] Ne yazık ki 1917’den sonraki yıllara ait dağıtım kayıtları bulunmamaktadır. Ancak sayının giderek artmaya devam ettiği tahmin edilebilir. Bütün bunlar gizlice ve yaratıcı bir şekilde yapılmaktaydı.
Wellington Evi’nin vazifesi, diğer bütün propagandacılarınkine benzer olarak basitti. Bu vazifeler düşmanları mümkün olduğunca kötü göstermek, dostları ve özellikle de İngilizleri olabileceğince iyi göstermekti. Bunların temel hedefini, doğal olarak, Almanya oluşturmaktaydı, ancak Türklere yönelik de ciddi bir gayret sarf edilmekteydi. Propaganda bir centilmen oyunu olarak düşünülmemekteydi. Toynbee’nin kendisi de böyle düşünmekte ve bu yüzdende bu işi bırakmak istemekteydi. Yine de bu yapılması gereken bir işti ve İngiliz centilmenleri de yapmaktan geri durmadılar. Ancak, muhtemelen yaptıkları işten sürekli utanç duymaktaydılar ve bu yüzden de savaş biter bitmez, derhal Propaganda Ofisi’nin bütün kayıtlarını imha ettiler. Tabi bu propaganda ofisinin savaş sırasındaki faaliyetlerinin neler olduğunu ortaya çıkarmamızı güçleştirmektedir. Şans eseri, Wellington Evi’nin bazı kayıtları İngiliz Hükümetinin diğer ofislerine gönderilmiştir. Orijinalleri imha edilmiş olmasına rağmen, kopyalar Dışişleri Ofisi’nin ilgili departmanlarında, özellikle de ABD ile alakalı kayıtlar Dışişleri Ofisi’nde korunmuştur. Belgelerin sayısı oldukça mütevazidir, ancak Wellington Evi’nin Türklere karşı operasyonlarının küçük bir kısmını göstermektedir.
Tarihi kayıtları karartma gayretlerine rağmen, Wellington Evi’nin aktüel yayınları hakkında iyi bir kaynak bulunmaktadır: Wellington Evi tarafından dağıtılan propaganda kitaplarının kayıtları sabit bir kitapta el yazısıyla tutulmuş ve dikkatli bir şekilde korunmuştur. Bu kitap, propaganda ofisi tarafından dağıtılan ya da hibe edilen kitapların; kendileri için yazılan kitapların ve başkaları tarafından yazılmakla birlikte bunlar tarafından satın alınarak dağıtılmış olan kitapların bir listesini de içermektedir. Diğer bütün her şeyi imha etmelerine rağmen, Wellington Evi, imha etmek için bir sebep bulamadıklarından olsa gerek, bu kayıt kitaplarının kopyalarını bu imhanın dışında tutmuştur. Bu kitaplar, Dışişleri Ofisi Kütüphanesi’ne gönderilmişler ve daha sonra da bunlar araştırmacıların istifadesine sunulmuşlardır. Bu konuda, bu yayın kayıtlarının sıradan bir kayıt olarak ele alındığı ve bu yüzden imha edilmedikleri teorisi ileri sürülebilir.[6] Ancak, bu sabit kitabın yarım olduğuna inanmak için bir sebebimiz var; çünkü Wellington Evi’nin entelektüel damgasını taşıyan çok büyük sayıdaki savaş dönemi kitapları bu kayıtlarda görülmemektedir. Hatta bu kitaplardan bazıları bizzat Wellington Evi üyeleri tarafından kaleme alınmıştır. Yine de, bu kayıtlar İngiliz propaganda ofisinin faaliyetlerinin bir resmini çıkarmak için yeterlidir.
Tablo I. Osmanlı İmparatorluğu’na Dair Wellington Evi Kitapları[7]
- F. Benson, Crescent and Iron Cross, London, Hodder and Stoughton, 1918; New York, Doran, 1918.
- F. Benson, Deutschland über Allah, London and New York, Hodder and Stoughton, 1917.
- British Palestine Committee, Palestine, reprint of article from November 24, 1917, London, Hayman, Christy, and Lilly, 1917; New York, Doran, 1918.
- The “Clean-Fighting Turk,” a Spurious Claim. reprinted from The Times of February 20, 1917.
- Israel Cohen, The Turkish Persecution of the Jews, Passmore and Sons, 1918.
- The Commercial Future of Baghdad, Complete Press, London, 1917.
- Edward Cook, Britain and Turkey, London, Macmillan, 1914.
- Delegates of the Red Cross, Turkish Prisoners in Egypt, Red Cross, London, 1917.
- Leon Dominian, The Frontiers of Language and Nationality in Europe, New York, Henry Holt, 1917.
- Fa’iz El-Ghusein, “Bedouin Notable of Damascus” [sic], Martyred Armenia, London, C. Arthur Pearson, 1917; New York, Doran, 1918.
- General Sir Edmund Allenby’s Despatch of 10th December, 1917, on the Operations in Egypt and Palestine from 28th June, 1917, till the Capture of Jerusalem (11th December, 1917), reprint from The London Gazette of January 22, 1918, London, H.M. Stationery Office, 1918.
- Georgevitch, Serbia and Kossovo [yayıncı bilinmiyor].
- Germany, Turkey, and Armenia: Selections of Documentary Evidence relating to Armenian Atrocities, London, J.J. Keliher & Co., 1917.
- Great Britain, Palestine, and the Jews: Jewry’s Celebration of Its National Charter, London, The Zionist Organization, 1918; New York, Doran, 1918.
- Great Britain, Palestine, and the Jews: A Survey of Christian Opinion, London, The Zionist Organization, 1918.
- P. Hacobian, Armenia and the War, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran, 1917.
- W.G. Masterman, The Deliverance of Jerusalem, London, Hodder and Stoughton, 1918; New York, Doran, 1918.
- Basil Mathews, The Freedom of Jerusalem, London and New York, Hodder and Stoughton, 1918.
- Esther Mugerditchian, From Turkish Toils: an Armenian Family’s Escape, London, C. Arthur Pearson, 1918; New York, Doran, 1918.
- Martin Niepage, The Horrors of Aleppo, Seen by a German Eyewitness, London, T. Fisher Unwin, 1917.
- The Ottoman Domination, London, Fisher Unwin, 1917.
- Canon Parfit, Mesopotamia: the Key to the Future, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran, 1918.
- Pavle Popovic, Serbian Macedonia, The Near East, Devonshire Square [sic, no other information].
- Report on the Pan-Turanian Movement [bilgi yok].
- W. Seton-Watson, Serbia, Yesterday, Today and Tomorrow: a School Address, Vacher and Sons, 1916.
- George Adam Smith, Syria and the Holy Land, London, Hodder and Stoughton, 1918.
- Harry Stuermer, Two War Years in Constantinople, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran, 1917.
- Subject Nationalities of the German Alliance (with a Map Drawn from German Sources), London and New York, Cassell and Co, 1917.
- Syria During March 1916: Her Miseries and Disasters, London, Sir Joseph Causton and Son 1916. [listed separately]
- Tolkowsky, The Jewish Colonisation in Palestine, London, The Zionist Organization, 1918.
- Arnold J. Toynbee, Armenian Atrocities: the Murder of a Nation, London and New York, Hodder and Stoughton, 1915.
- Arnold J. Toynbee, ed., The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916, London: H.M. Stationery Office, 1916;[8] London and New York, Hodder and Stoughton, 1916.
- Arnold J. Toynbee, Turkey: A Past and a Future, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran,1917
- Arnold J. Toynbee, The Murderous Tyranny of the Turks, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran,1917.
- Josiah Wedgwood, M.P., With Machine-Guns in Gallipoli, London, Darling and Sons, 1915.
- Chaim Weizmann and Richard Gottheil, What is Zionism?, two chapters from Zionism and the Jewish Future, London, The Zionist Organization, 1918.
- S. Willmore, The Welfare of Egypt, London and New York, Hodder and Stoughton, 1917.
Bu kayıtlarda listelenen yayınlar sadece kitaplar ve büyük broşürlerden oluşmaktaydı. Bunlar basın açıklamalarını, makaleleri ve diğer materyalleri içermemekteydi. Propagandanın genel teması ise bütün yayınlarda tutarlılık göstermekteydi:
Türkler, yönettikleri bütün ülkeleri harabeye çeviren cahil yöneticilerdir. Ortadoğu’da Avrupalı bir yönetim çok daha tercih sebebidir.
Türkler, özellikle Hıristiyanlıktan olmak üzere, diğer bütün dinlerden nefret eden Müslümanlardır. Bunlar her zaman Hıristiyanlara kötü davranmışlardır.
Türkler Hıristiyanlara karşı insanlık dışı zulümlerin suçlularıdırlar, bu suçlar kitle katliamları ve korkunç cinsel suçları da kapsamaktadır.
Ya bu eylemlerin yapılmasına talimat vermek suretiyle, ya da Türkleri durdurmaya muktedir olmalarına rağmen bunu yapmamalarından dolayı Türklerin bu şeytani amellerinin arkasında Almanlar bulunmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki halk kitleleri kurtuluş için İngilizleri beklemektedir. Bunlara, İngilizlerin Mısır ve Hindistan’da sunduğu iyi yönetimi takdir eden Müslümanlar da dahildir.
İngiliz propagandası, Almanları Türklerle alakalandırmak için özel bir gayret sarf etmiştir. Bu, özellikle Almanlardan yana oldukça yüksek bir hassasiyetin olduğu ama Müslümanlara fazla itibar edilmeyen Birleşik Devletler’de tam bir istihbarat işiydi. İngiliz propagandası, şeytani Müslümanlarla ve Asyalı Türklerle birlikte hareket eden Almanların gerçek Avrupalılar olamayacağını “ispatlamaktaydı”.
Wellington Evi yayınları, İngiltere’de genellikle Hodder ve Stoughton tarafından basılmaktaydı. Amerika’da ise seçilen yayıncı Doran idi. Bu, bir kısmı Hodder ve bir kısmı ise Stoughton’un olan bir firmaydı, ayrıca Hodder ve Stoughton bazı ciltleri de New York’taki kendi matbaalarında basmaktaydı. Wellington Evi’ne göre, yayıncı firmanın başındaki adam olan George H. Doran, “New York’ta (Birleşmiş Devletler’deki İngiliz propaganda faaliyetlerinin burada oturan başı olan) Geoffrey Butler ile yakın bir işbirliği içindeydi ve Amerikan Misyonu’nun başı olan Lord Northcliffe ile de temas halindeydi.” Doran, ABD’de Wellington Evi için büyük miktarlarda kitaplar ve broşürler basarak dağıttı ve bunlara bakıldığında Bay Doran’ın Wellington Evi’nin bir temsilcisi olduğu söylenebilir…”[9] Toynbee ve başkalarının Alman karşıtı kitaplarında olduğu gibi, Toynbee’nin Türkler aleyhine yazdığı The Murderous Tyranny of the Turks[10] ve Turkey: a Past and a Future[11] gibi kısa kitaplar da Amerika’da Doran tarafından yeniden yayınlandı. Doran ayrıca, Yakın Doğu’nun Kurtuluşu için bir çalışma da dahil olmak üzere Türkleri hedef alan çok sayıda misyoner risalesini de yayınladı. Doran, Wellington Evi listesinde yer almayan başka propaganda yazınlarını da yayınladı, bunlar arasında İngiliz Filistin Komitesi’nin hazırladığı başka kitaplar da vardır. Wellington Evi kayıtlarının büyük çoğunluğu imha edildiği için, bunların da İngiliz Propagandası tarafından “desteklenip desteklenmediğini” bilemiyoruz.
Arşiv kayıtlarının imha edilmiş olmasından dolayı, Wellington Evi’nin ferdi propaganda malzemelerinin üretimindeki payının ne kadar olduğunu bilmemiz mümkün değil. Toynbee’nin çalışmalarının propaganda bürosundaki pozisyonu tarafından hızlandırıldığı bilinmektedir; bundan ve Hodder ve Stoughton tarafından basılan diğer kitapların etütlerinden görülmektedir ki bütün bu kitaplara Wellington Evi ya da diğer hükümet kurumları tarafından ön ayak olunmuştur. Hodder ve Stoughton’un kitaplarında birbirine benzer şekilde, İngilizlerin savaş sonrasında ellerinde tutma politikası izledikleri Filistin ve Irak’taki İngiliz yönetiminin meşrulaştırılması bir tesadüf olamaz. Ya da propagandanın başındaki adam olan Masterman’ın kendi kitaplarını bu yayın evinde bastırması da bir tesadüf değildir şüphesiz. İngilizler tarafından dağıtılan diğer kitaplar da önemli ölçüde İngiliz propaganda amaçlarına uygun kitaplardı. Bir Amerikalı Ermeni tarafından New York’taki Amerikan Coğrafya Cemiyeti[12] için yazılan The Frontiers of Language and Nationality in Europe adlı kitap da bunlardan biridir. Siyonist Örgüt’ün eserleri de Dışişleri Ofisi ile işbirliği içinde olmalarına rağmen bu örgütün kendisi tarafından üretilmekteydi.[13] Öte yandan Toynbee’nin, Masterman’ın ve listede yer almayan diğer yazarların çalışmaları propaganda bürosunun birer ürünüdür, İngiliz siyasi gündeminin bir kataloğu gibi okunan Benson’un eserleri de muhtemelen aynı cinstendir. Basil Mathews de propaganda amaçlı diğer bir kitap yazmıştır, Christ and the World at War (İsa ve Savaşan Dünya) isimli bu kitap, isminden tahmin edileceği gibi, bir vaazlar koleksiyonu idi. Hodder, Stoughton ve Doran yayın evlerinin Wellington Evi ile yakın bağlantılarından dolayı, söz konusu bu yayın evlerinin listede yer alan bütün yayınları muhtemelen İngiliz hükümetinin teşvikleriyle hazırlanan yayınlardır.
Kayıt kitabındaki yayınlar listesi oldukça uzundur, ancak Orta Doğu hakkında çok sınırlı sayıda kitap mevcuttur. Tablo sadece bazı ciltleri vermektedir, ancak bu kadarı bile Wellington Evi’nin ilgi sahasının ya da kapsamının ne kadar geniş olduğu konusunda bir fikir vermektedir. Bunlar, Filistin, Yahudiler ve Siyonizm ve özellikle de Türkleri içermektedir. Tablo I. Kayıt kitabında yer alan ve mesela Almanlar ve Türkler ya da Almanların Orta Doğu’da ne yaptıkları gibi çeşitli konuları işleyen pek çok diğer kitaba yer vermemiştir. Bu dışarıda bırakılan yayınlar arasında bile çok büyük sayıda kitaplar bulunmaktadır. Örnek teşkil etsinler için, bu kitaplardan bazıları, aşağıda analiz edilmek üzere seçilmişlerdir.
Arnold Toynbee’nin Propagandası
Propaganda Bürosu’nun en güçlü elemanlarından biri olmasına rağmen, Arnold J. Toynbee’nin Wellington Evi için yazdığı hiçbir kitabında kime çalıştığına dair bir işaret yoktur. Toynbee, yazdıklarını kendi namına yazan bir bilim adamı şeklindeki imajını korumayı hep başarmıştır.
The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916 (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı Muamele, 1915-1916) adlı kitap Arnold Toynbee’nin İngiliz Propaganda faaliyetlerine yaptığı en büyük katkıdır. Bu kitap görünüşte Viscount Bryce’ın bir eseridir, fakat gerçekte neredeyse tamamı Toynbee’nin kendi ürünüdür. Kitabın girişinde yayınlanan resmi hikaye, Bryce’ın Ermeniler tarafından kendisine gönderilen kayıtları okuduğunda hayret ve korku içinde kaldığını anlatmaktadır. Bu yüzden de o gerçekleri toplayarak bir kitap yazmaya karar vermiştir. Böyle bir kitap telif edip edemeyeceğini Toynbee’ye sormuştur. Daha sonra birlikte bu kitabı Dışişleri Bakanı olan Lord Grey’e sunmuşlardır. Lord Grey de bunu Parlamentoda prezente etmiştir. Parlamento bu kitaptan çok etkilenmiş ve bir “talimatla” yayınlanmasını istemiştir. Aslında bunların hiçbiri gerçek değildi. Gerçek olan, Wellington Evi’nin bir propaganda cildi için Bryce’den talepte bulunması ve Büro’nun elemanlarından Toynbee’nin bu çalışmayı derleyebileceğini teklif etmesinden ibarettir.
Bryce Raporu’nun objektif gözlemcilerin raporlarının bir derlemesi olduğu sanılmaktadır. Oysa gerçekte, yayınlanan raporların ana kaynağını Ermeni bireyler ve Ermeni örgütlerin göndermiş olduğu mektuplar oluşturmaktaydı. Ararat ve Gotçnak gibi Ermeni gazeteleri de kaynaklar arasındaydı. Fakat, belgelerin ana kaynakları Amerikan misyonerleri ve misyonerlik örgütleriydi. Bunların sağladığı materyaller hakkında neden bu kadar şüphe duyulduğunu anlayabilmek için, misyonerlerin kendilerinin incelenmesi gerekmektedir.
Amerikan Protestan misyonerler 1915 ile 1923 yılları arasında tam sekiz yıl boyunca bir Türkleri kötülüme politikasıyla meşgul olmuşlardır.[14] Kendi misyoner örgütlerini kurmak bunların amaçlarından sadece biri idi, fakat asıl amaçları çok daha iyiydi. Bunların temel amacı, aslında, açlık çeken Ermeni ve Süryani Hıristiyanlara yiyecek temin edebilmek ve yetimlere koruma/barınma sağlayabilmek için para toplamaktı. Bu gerçekten iyi bir amaçtı. Bunlar oldukça sessiz araçlar kullanarak para toplamaktaydılar. Ancak bunların propagandası her açıdan Türkleri kötülemekteydi, çünkü hiçbir şey korkunç bir düşmanın baskıları altında ezilen ve kurtuluşları için katkıda bulunulmazsa ölecekleri şeklinde bir tablo çizilmesi kadar yardım toplamayı kolaylaştıramazdı.
Misyonerlerin bütün yazılarında Türkler hiçbir zaman kurbanlar olarak gösterilmemiştir, Ermeniler ise hep kurbandır bu yazınlarda. Ermeniler asla öldürmemişlerdir, Türkler ise sürekli katletmektedirler. Türklerin yetimlere zulm ettikleri, Türklerin her şeyi yakıp yıktığı, Türklerin Ermeni kadınları açık artırmayla sattığı, Anadolu’nun doğusunun tamamında Ermeniler’in çoğunlukta olduğu, bütün genç Ermeni erkeklerin Türkler tarafından öldürüldüğü, bütün Hıristiyan kadınların tek tek Türklerin tecavüzüne uğradığı düşünülmekteydi. Türkler eğitimden nefret etmekte ve sürekli olarak eğitimlilere zulüm etmekteydi. Hiçbir Hıristiyan asla Osmanlı hükümetinin bir parçası olamamıştı. Türkler Hıristiyanlara ihtiyaç duyuyorlardı, çünkü kendileri ırk olarak “doktor, diş hekimi, terzi, marangoz, ve azıcık yetenek isteyen bütün meslekler ve ticaret” konusunda yeteneksizlerdi. Misyonerler ayrıca, Türklerin şimdi Ermenileri katlettiğini yazmakta ve Türkler beyni olan tek halk olan Ermenileri yok ettikleri için ve akılsız Türkler ülkeyi kendi başlarına yönetemeyecekleri için Batılaların Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmek zorunda kalacağını yazmaktaydılar.[15]
Misyonerlerin tasvirlerine göre Ermeniler, diğer Yakın Doğu sakinlerinden çok daha mutluydular. Müslümanlar ise “sıkıntılı yüzler, solgun yüzler, endişeli yüzler, bakımsız yüzler, melül yüzler, aç yüzler, küçük çocukların hasta yüzleri ve ekşi ve asık bir hal alan yaşlı yüzlere”[16] sahiptiler. Ama Ermeniler hep gülümserdi.
Protestan misyonerliğinin esas propagandası, şüphesiz, dinseldi. Amerikan yardım örgütlerinin[17] lideri olan James L. Barton şöyle yazmaktaydı, “(Ermeniler) kendi hatalarından dolayı acı çekmiyorlar, onlar Hiçbir Hıristiyan gücünün kendilerini koruyamayacağı topraklar üzerinde bulunduklarından dolayı ve gerçek anlamda İsa’yı kalplerinden söküp atıp yerine Muhammed’i koymadıkları için acı çekmekteydiler.”[18]
Misyonerlerle İngiliz Propaganda Bürosu arasında tam bir işbirliği vardı. Toynbee’ye malzemeler göndermekte ve karşılığında da Wellington Evi’nin propaganda materyallerini dağıtmaktaydılar. Mesela, Toynbee’nin Ermeni Vahşetleri adlı kitabı, Amerika’da, misyoner yardım kuruluşları tarafından üç bin adet dağıtılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Yönetimi de, devletin dağıtım sistemlerini kullanmak suretiyle misyonerlik materyallerini gidecekleri yerlere göndermiştir. Amerikan Yönetimi, belirli bölümlerinden alıntılar yapmaları için misyonerlere gizli belgeler de vermiştir. Bunu da Toynbee’nin izlediği metotla ile kamufle etmişlerdir, “Her ne koşulda olunursa olunsun kaynak açıklanmaz.”
Misyoner kuruluşların liderleri arasında Toynbee’ye en fazla propaganda malzemesi sağlayanlar James Barton ve William Rockwell idi. James Barton misyonerlik faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekteydi. O Kongre için çalışan bir papazdı ve Dış Misyonlar için Amerikan Komiserler Kurulu’nun başıydı, bu Amerikan misyonerlik gruplarının en büyüğü idi. Barton ayrıca temel yardım kuruluşu olan Ermeni ve Süryaniler İçin Amerikan Yardım Komitesi’nin de başkanıydı.
William Rockwell de Columbia İlahiyat Semineri’nde faaliyet gösteren bir papazdı. O aynı zamanda Amerikan Komitesi’nin Baş Propagandacısıydı. Toynbee’ye kaynak sağlama konusunda bu ikisine İsviçre’den de Leopold Favre katılmaktaydı. Favre, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Ermeni vahşetleri koleksiyonlarından ilkini, Quelques Documents sur le sort des Armeniens en 1915, meydana getirmiş olan kişidir. Mısır Başbakanlığı yapmış olan Boghos Nubar Paşa da şimdi Ermeni Ulusal Delegasyonu’nun başında bulunmaktaydı ve o da belge sağlamada katkılarda bulunmaktaydı.
Barton, Rockwell, Favre ve Nubar… bütün bu insanlar Toynbee’ye malzeme sağlamaktaydılar, el yazmalarını okumaktalar, düzeltme önerilerinde bulunmaktalar ve tashih yapmaktaydılar. Nubar bir belge hakkında Toynbee’ye bir mektup yazarak, bu belgenin Türklere çok sempatik davrandığını hissettiğini belirtmiş ve Toynbee de Türkleri savunan bu bölümü iptal etmiştir.
Mavi Kitap-Blue Book olarak adlandırılan Bryce cildi, Bryce tarafından yazılan bir giriş yazısıyla mektuplar, broşürler ve makalelerin derlenmesinden oluşmaktadır. Bu giriş ise, Türklerin şiddetle kınayan bir bakış açısıyla Ermeni tarihinin bir özetinden ibarettir.
Mavi Kitap’taki belgelerde, kaynakların çoğu belirtilmemektedir. Mantıklı bir şekilde bunun söz konusu kaynakları korumak amacıyla yapıldığı iddia edilmektedir. Bu kaynaklar, A, B, C, X, F gibi harflerle temsil edilmekte ya da kaynaklar için “bir seyyah” veya “yabancı bir sakin” gibi kelimeler kullanılmaktaydı. Yer isimleri de gizlenmekteydi.
Kaynakların gizlenmesi, Mavi Kitap’ta bulunan belgeleri aslında Ermeni Meselesi’nin aşırı derecede tek taraflı görüldüğünü göstermektedir. Ancak, kaynakların kimlikleri bilinse belki bu görüntü değişecektir. Gizli kaynakların kimliklerinin, İngiliz Kamu Kayıt Ofisi’nde bulunan bir küçük kitapçık içinde olduğu ortaya çıkarılmıştır.[19] Kitapçık Toynbee’nin kaynaklarını tanımlamaktadır. Son zamanlarda, Mavi Kitab’ın oluşumu hakkında Arnold Toynbee’nin yazıları da Kamu Kayıt Ofisi’nde bulunmuştur.[20]
Söz konusu kitapçık ve Toynbee’nin kayıtları ilginç bir hikayeyi de ortaya çıkarmıştır, bir aldatma hikayesini. Toynbee ve Wellington Evi gerçekten kaynaklarını korumaya gayret etmiş olabilirler. Ancak, öte yandan, kaynaklarını açıkladıklarında yaptıkları aldatmacalar ve saptırmalar ortaya çıkacağı için de bunları gizlemeyi yeğlemişlerdir. Bunun yerine, Bryce bahse konu olan Giriş’inde şunları yazmaktadır, “Muhtemel bütün kaynaklar görüldü” ve “Cevap verenler birbirlerini tanımamaktadırlar.” Bu açıkça bir yalandır. Söz konusu yazarların bir kısmı yazmadan önce notlarını birbirlerinkiyle karşılaştıran misyonerlerdi. Mektuplarında, Toynbee raporların nasıl da bir birine benzediğinden bahsetmektedir. O, yazarların yazılarını yazmadan önce diğerlerinin yazdıklarını okuduğunu ya da yazmadan önce yazarların kendi aralarında konuştuklarını anlamıştı. Ancak, Mavi Kitap, raporlar tamamen bağımsız olduklarından dolayı hikayelerdeki benzerliklerin sadece onların doğruluğunu ispatlayacağını söylemekteydi. Benzerlikler açıkça bunların güvenilirliğini ispatlamaktaydı.
Yazarların birbirlerini tanımadıkları lafı ise iki yüzlülükten, öte bir yalandı, çünkü bazı durumlarda aynı kişiler başka başka isimler altında tekrar tekrar kullanılmaktaydı. Bunlara bir örnek, Mersovan’daki Amerikan misyonerlik kolejinde bir profesör olan Profesör Xenides’dir. Bu kişiden üç adet alıntı yapılmıştır. İlk iki alıntıda “X Kolejinden bir profesör” olarak tanıtılmaktadır. O gerçekten bir kolejde profesördü, ama öğrencilerinin tamamının Ermeni olduğu bir kolejde ve kendisi de bir Yunan’dı. Eğer gerçek kimliği verilmiş olsa, bu bilgi okuyucuların onun yazdıklarını daha doğru değerlendirmesini sağlayacaktı, ama gerçek kimliğinin neden gizlendiğini anlamak da zor değil. Xenides tamamen farklı bir başka ifadede de kaynak olarak kullanılmış ancak bu sefer “Ermeni milliyetinden olmayan bir seyyah” şeklinde tanıtılmıştır. Bu objektif olarak doğru ama yine de aldatmacadır. O bir Yunan’dı ve zaman zaman evinin birkaç mil ötesine gidip geldiğinden dolayı da bir seyyah idi (!). Mamafih, Mavi Kitap’a göre o tamamiyle farklı iki kişiyi. Ancak hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir numaralı Profesör Xenides, iki numaralı Profesör Xenides ile tamamen aynı görüşleri paylaşmaktaydı.
Olayları duyan – aslında rapor ettikleri şeylerin neredeyse hiç birini asla kendi gözleriyle görmemişlerdir- misyonerler bazı zamanlar sadece “Amerikan seyyahlar” olarak tanıtılmışlardır. Eğer bu kitaba inanılacak olursa, Birinci Dünya Savaşı dönemi sırasında inanılmaz sayıda çok Amerikalı seyyahın bütün Anadolu’yu dolaştığı düşünülebilir. Aslında, bunların hepsi misyonerler, ya da onların karıları veya kız kardeşleridir. Bütün hepsi seyyahlar olarak tanıtılmaktadır. Bunu okuyan okuyucular bunların Amerika’dan gelmiş seyyahlar olduklarını düşüneceklerdir, ancak gerçek böyle değildir.
Önemli sayıda yazar, sadece “Yetkili Bir Kaynak” şeklinde listelenmiştir. Buna sadece “Yetkili Bir Kaynak” olarak tanımlanan Ermeni patriği de dahildir.
Yazarların en geniş grubunu, yüz elli belgeden elli dokuzunu yazan Amerikan misyonerler oluşturmaktadır. İkinci sırada bireysel olarak, elli iki belge ile Ermeniler gelmektedir. Çoğu kere bunların sadece isimleri bilinmekte, sadece isimlerinden ise bunların kim oldukları anlaşılamamaktadır. Çoğu durumda ise bunların isimleri bile bilinmemekte ve sadece “Bir Ermeni” olarak tanıtılmaktadırlar. Pek çoğu ne duyduğunu rapor ederken, sadece çok azı gördüklerini aktarmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde “Objektivite” iddiasıyla altı belge Osmanlıların yeminli düşmanları olan Daşnak partisi tarafından gönderilmiştir. Bu, Van’daki isyandan en fazla sorumlu olan devrimcilerin partisidir ve bu bölge ile daha pek çok bölgeyi Türkler ve Müslümanlardan almaya teşebbüs etmişlerdir ve Doğu’nun Müslümanlarına zulm etmişlerdir. Diğer makaleler de, Daşnak ve Ermeni Davasına sempatiyle bakan diğer gazeteler de dahil olmak üzere gazeteler tarafından temin edilmiştir. Diğer Ermeni siyasi temsilcilikler tarafından da belgeler gönderilmiştir.
Bu kaynakları X, Y ve Z şeklinde tanımlamak bu kaynakları daha fazla saklamak içindir. Bu yüzden yazarların pek çoğu bilinmemektedir. Pek çok belgede ise, sadece alıntıları alıp göndermiş olan kişinin ismi, bir Amerikan Konsolosu gibi, bilinmekteydi. Ne Toynbee, ne de bir başkası bu ifadelerin gerçekten kimler tarafından yazıldığını bilmemekteydi. Toynbee’nin bildiği tek kaynak, sadece bir Amerikan Misyonerinin karısıydı ve bu kargaşanın hakim olduğu dönemde misyon merkezinden asla ayrılmamış olan bir kadındı. Bu kadın da sadece “mülteci” olarak tanımlanmaktadır.
Toynbee, Bryce’a “Belgelerin yüzde otuz üç-otuz dördünün gerçek yazarlarını bilmiyorum” diye yazmaktaydı. Ancak, bu bilinmeyen/tanınmayan yazarlar aynen tanınan-bilinen yazarlar gibi kitapta yer almaktaydılar. Şunu da söylemek gerekir belki, Toynbee gerçekten de bu insanların kim olduğunu öğrenmeye çalışmaktaydı. Mesela, gönderdiği bir belgelerin kaynaklarının kimler olduğunu öğrenmek üzere Barton’a bir mektup yazmıştır. Barton ise bilmediğini söylemiştir. Toynbee’nin bilmediği sadece isimler değildi, o aynı zamanda mektupların orijinallerini de asla görmemişti ve bunların kendisine nasıl ulaştığından da habersizdi. Barton’un bazı bilgiler verdiği zamanlar ise verilen bilgiler adeta dalga niteliğindeydi: “Dost bir gücün bir vatandaşı tarafından yazılmıştır,” “Birleşik Devletler konsolosu tarafından gönderilen bir ifadedir,” ya da “İsmi verilmeyen bir Amerikalı yetkilinin ifadesidir.”
Amerikan misyoner kuruluşunun baş propagandacısı Rockwell, Toynbee’ye pek çok hikayeyi kendisinin şahsen bastığını ama bu hikayelerin yazarlarının kimler olduğunu bilmediğini yazmaktaydı. Favre de benzer şeyler yazmıştı. Bazılarını tanıyordu ama çoğunu değil. Gönderdikleri ifadelerin ait olduğu kişilerin kimlikleri sorulduğunda Daşnak Partisi de, hikayeleri yazan ya da anlatanların hiçbirinin kimliklerini bilmediklerini söylemekteydi. Hiçbirinin kimliği bilinmiyordu ve yine de Toynbee bunların hepsini kullandı. O, kimliklerini bilmediği için bu bilinmeyen kaynakları A, B, C ya da “Bir Seyyah” şeklinde isimlendirdi ve hepsini kitaplarında kullandı.
Mavi Kitap ile olan ana problem yazdıklarının tamamının gerçek dışı olması değildir. Belgelerin bazıları kesin bir şekilde doğrudur. Esas problem, diğer tarafa hiçbir şekilde söz hakkı verilmemesidir. Sanki hiçbir Türk ölmemiş, hiçbir Ermeni öldürmemiştir. Ermeni çetelerden, Osmanlı Parlamentosu’ndaki Ermeni temsilcilerin Ruslarla işbirliği yaparak Türklere karşı savaşan silahlı çetelere liderlik ettiklerinden, Osmanlı memurlarının/subaylarının katledilmesinden, Osmanlıların iletişim hatlarının Ermeniler tarafından kesilmesinden, Osmanlı şehirlerini ele geçirmeye teşebbüs etmelerinden, Van’da giriştikleri kitle katliamlarından, bir milyondan fazla Müslümanın Ruslar ve Ermeniler tarafından göçe zorlanmasından hiç söz edilmemektedir. Buna rağmen Bryce, “Mümkün olan bütün kaynaklarla görüşülmüştür” diyebilmektedir.
Toynbee’nin The Armenian Atrocities -Ermeni Vahşeti, the Murder of a Nation- Bir Milletin Katli adlı eserlerine kısaca bakmakta yarar vardır. Toynbee Ermeni Vahşeti’nde, Bryce Raporu’ndaki suçlamalar ve delilleri özetlemekte, fakat bütün suçu Almanlara yıkmak için büyük çaba harcamaktadır, bunu için de “Kahire’den telgrafları” ve New York’taki Ermeni yayınlarında çıkan mektupları delil olarak kullanmak suretiyle iddialarını kanıtlamaktadır. Bu küçük kitap, tipik bir propaganda kitabı olarak Türklerin “şeytanlıklarının” bir kataloğu niteliğindedir. Ancak, Toynbee’nin yazılarındaki bir olaydan bahsetmeye değer: Toynbee kitabında, İskenderiye’ye gelen Ermeni mülteciler korkunç acılar çekmekteydi, “hastalık, kötü hava koşulları ve açlıktan ölmekteydiler” diye yazmaktaydı. Bu ifadeler, bu insanların bakımını üstlenen İskenderiye’deki İngilizleri biraz üzdü. İngiliz misyonunun İskenderiye’deki başkanları, Dış İlişkiler Ofisi’ne zehir zemberek mektuplarla Ermeni mültecileri beslediklerini ve Ermenilerin açlık ya da hastalıktan ölmediğini yazarak şikayetlerini dile getirdiler. Hem ölümler, hem de doğumlar tamamiyle normal seyrinde gitmekteydi. Toynbee özür dilemek zorunda kaldı.
Toynbee’nin bir başka kitabı olan The Murderous Tyranny of the Turks-Türklerin Katil Tiranlığı, bazı alıntıları açısından ve Wellington Evi’nin ürettiği kitap türüne bir örnek olması açısından ilginçtir. Temsilen birkaç seçme yapacak olursak: Toynbee, Türkler “kendilerinden daha üstün olan halkları sakatlamak ve çarpıtmak”la uğraşmaktadırlar, demektedir. Toynbee’nin iddiasına göre, başlangıcından itibaren bütün Türk tarihi boyunca bu böyle olmuştur, Türkler “daha üstün” olan halkları sakatlamış ve ezmişlerdir. Böylesine ırkçı bir ifadenin ele alınmasına gerek bile bulunmamaktadır. Toynbee’ye göre, 1913 yılında Türkler Arnavutları yok etmeye çalışmışlardır, bu kesin ve açık bir yalandır. Yine Toynbee’ye göre, Balkan savaşlarından sonra Türkler “kendi toprakları üzerinde kalan bütün Yunanlar ve Slavları yok etmişlerdir”. Bu, Toynbee’ye göre ölmüş olmaları gereken ama gerçekte yaşamakta olan ve Türklerin Kurtuluş Savaşı sırasında Türklere karşı savaşan tüm Yunanları oldukça şaşırtmış olmalı. Toynbee ayrıca, Türklerin Araplara saldırdığını, ve aslında bu saldırı ile birlikte bütün Arapları yok etmeyi planladıklarını iddia etmektedir. Toynbee’ye göre, Türkler hiçbir medeniyete sahip değildir: “Onlar, askeri şiddet ve hile geleneğinden başka bir şeye sahip olmamışlardır.” Aslında bu, bir kitabın ve bir tarihçinin değersizliğinin inanılmaz bir hicvidir.
Turkey: a Past and a Future-Türkiye: Geçmiş ve Gelecek adlı kitabında, Toynbee suçlamalarda bulunurken çok daha mutedil davranmakta ve Almanları, Ermenilerin öldürülmesi için emir vermekle değil, sadece suç ortaklığı ile itham etmektedir. Almanlarla mukayese edildiğinde Türkler bundan da faydalanmaktadır. Kitabın bilimselliği en iyi şekilde, ilave edilen bir haritada görülmektedir. Bu harita, gerçekte bölge nüfusunun üçte ikisinden fazlası Müslüman olmasına rağmen Doğu Anadolu nüfusunu “Ermeni” olarak göstermektedir.
Wellıngton Evi’nin Diğer Yayınları
Wellington Evi’nin diğer bir kitabı da, yine Bryce Raporu’na dayanan ve A. P. Hacobyan tarafından yazılan, Bryce tarafından ise bir önsöz yazılan Armenia and the War-Ermenistan ve Savaş adlı kitaptır. Kitabın yüzde 12’si Bryce Raporu’ndan alıntılardan ibarettir. Kalan kısmı için ise “Aslen İran’ın İsfahan şehrinden bir aileye mensup olan, ama şimdi İngiltere’de ikamet etmekte olan bir Ermeni beyefendisinin ürünüdür. Onun, söylediklerini samimi bilgiler ve yurtsever duygularla anlattığı görülmektedir…”[21] denilmektedir. Bir kez daha anonim bir itirafçı ve bu sefer İran’ın İsfahan kentinden bir Ermeni ailesinin üyesi (yani herhangi bir Türk-Ermeni çatışmasından uzak biri).
Ermenistan ve Savaş adlı kitap, İngiliz propagandasının temel temasını tekrarlamaktadır: Almanya Türklerle aynı safta yer almakla ve katliamları onaylamakla büyük bir hata içerisinedir. Dünya Müslümanları, her biri yönettikleri Müslüman toplumların takdirlerini kazanmış olan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın siyasi yönetiminden memnun olacaklardır. Bir bölümün tamamı Mark Sykes’tan yapılan alıntılarla “temiz bir savaş veren Türk” görüşünün reddine ayrılmıştır. Amerika’nın savaşa girmesini sağlamak için bir tez geliştirilmiştir. Wellington Evi’nin kartları/eli açıktı. Kitapların diğer bölümleri Ermenileri ve Türkleri ırkçı bir bakış açısından tasvir etmektedir, ve genellikle Ermenilerin erdemlerinden bahsedilirken, Türkler için ise tam tersi niteliklere sahip oldukları ve milli karakterleri haline gelen bu özelliklerini de hiçbir şeyin değiştiremeyeceği anlatılmaktadır:
Bir ırk olarak Türkler, kanla lekelenmiş tarihlerinin sayfalarını dolduran uzun anıtlar dizesine benzer diğer ve daha büyük bir anıtı daha eklemiştir, bu da onların vahşi tabiatlarının değiştirilemez olduğunun bir kanıtıdır. Onlarla konuşurken akıl yürütemez ya da onlarla tartışamazsınız. Böyle bir tabiattan/fıtrattan adalet ya da sıradan insan hissiyatı da beklenemez.[22]
Hacobiyan, Moğolları Türklermiş gibi gösteren ve bunun “Türk”ün sabit tabiatı olduğunu gösterdiğini iddia eden taktikler de dahil olmak üzere, seçici ve doğru olmayan bir tarihi kanıt olarak sunmaktaydı. Bu yaklaşım, ona, Bryce Raporu’ndaki hikayeleri temel Türk karakterinin yeni bir delili olarak göstermesine imkan vermekteydi.
E. F. Benson’ın[23] Deutschland über Allah isimli kitabı sahte de olsa Türklere karşı bir kanıt bile sunmamıştır. Kitap basit bir şekilde, Türkleri Ermenileri katletmekle suçlamış, ve Yunanlara, Kürtlere ve Osmanlı toprakları üzerinde yaşamakta olan Türk olmayan diğer halklara karşı harekete geçildiği suçlamalarında bulunulmuştur. Ayrıca, Türkler İslam’ı ifsat eden kötü Müslümanlardır, aynen Hıristiyanlığı ifsat eden Almanlar gibi. Almanların, Türklerin bütün caniliğini bildiklerini ve durdurabilme imkanlarına sahip oldukları halde hiçbir şey yapmadıklarını iler süren Benson Almanları da kötülemektedir.
Benson şöyle devam etmektedir, şayet Almanlar şikayette bulunmuş olsalardı, Türklerin sadece Almanlara Belçikalılara neler yaptıklarını hatırlatmaya ihtiyaçları olacaktı. Benson, Osmanlıları desteklemekteki amaçlarının savaştan sonra Orta Doğu’yu ele geçirmek olduğunu söyleyerek
Almanlara yüklenen Benson, aslında İngiltere’nin kendi niyetlerinin ışığı altında komik bir eleştiride bulunmaktaydı.
Hedeflenen dinleyicilerin gerçek durum hakkında hiçbir şey bilmedikleri durumlarda, Almanya, Türkiye ve Ermenistan[24] propagandanın özellikle etkisiz parçaları haline gelmiş olacaktı. Bunun nasıl ciddiye alınabilmiş olduğunu görmek çok zordur. Kitap, yazarı, editörü ya da sponsor listesi olmadan yayınlanmıştır. Kitapta kullanılan materyalin bir kısmı Bryce Raporu’ndan alınmıştır, diğer materyallerin çoğu ise anonim kaynaklardan (“Fraulein O.”, “Bir Alman şahit”, “İki İsveç bayan”) alınmıştır ve hiçbir materyalin kaynağı belirtilmemiştir. Raporların büyük çoğunluğu, Alman misyonerlere dayandığı şeklinde etiketlenmiştir. Tıpkı Amerikalı meslektaşları gibi, onlar da sadece ölü Ermeniler görmüşler, hiç Müslüman cesedine rastlamamışlardır.
Kitabın en inanılmaz kısmı “Muhammedi Subayların Raporu” (“A.B.” ve “C.D.”) başlığı altında iki kısa bölümdür. Burada, Ermenilerin katledilmesi için verildiği iddia edilen tamamen uydurma emirler rapor edilmektedir. Bunlardan biri, Osmanlı İmparatorluğu’nun dini lideri olan Şeyhülislam’ın emridir, Osmanlı sisteminde Şeyhülislam’ın hiçbir zaman bu tür bir emir verecek ne konumu ne de gücü olduğunu söyledikten sonra bunun gerçek dışı bir iddiadan öte bir şey olduğunu söylemek gerekir. Şüphesiz, bu tür raporların İngiltere’ye nasıl ulaştığına dair herhangi bir işaret de yoktur. Söz konusu raporların ne dili, ne de şekli Türk belgelerine, hatta Türk mektuplarına benzemektedir. Subayların gizli belgelere ulaşabilmesi için yüksek rütbeli olmaları gerekir, fakat bunlar Osmanlı Genel Kurmayı’nın bir subayı küçük bir şehrin yönetimine atadığını söylemek gibi bariz hatalar yapmışlardır. Şayet ikisi de yüksek rütbeli subay idilerse, 1915 yılındaki kamuoyu bunların Ermeniler hakkındaki raporları İngilizlere gönderdiğine inanabilmişlerdir? Cevap muhtemelen evettir. Bu propagandayı okuyanlardan hiçbir bunun doğru olup olmadığını kontrol edecek durumda değildi.
E. W. G. Masterman’a[25] ait olan The Deliverance of Jerusalem-Kudüs’ün Teslimi başlıklı cilt, nispeten zararsız bir propaganda örneğidir. Bu kitap bazı kişilere çok az zararı olmuştur. Çünkü bu Kudüs’ün şimdi, Haçlı Seferleri’nin başaramadığını başaran İngilizler sayesinde, bir kez daha Hıristiyanların eline geçmesinin bir kutlamasıdır. Bu temel olarak İngilizler hakkında müspet bir ifadedir. Kudüs’ün İngilizler tarafından işgal edilmesinin iyi mi yoksa kötü mü olduğu tamamen o kişinin hangi tarafta olduğuna bağlıdır, fakat bu kitap Türklere ya da başkalarına çok fazla zarar vermemektedir. Buna benzer daha pek çok yayın bulunmaktadır. Bunların temel amacı ise, İngilizleri övmektir.
En dikkate değer kitaplardan birisi, Fa’iz El-Ghusein tarafından kaleme alınmış olan Martyred Armenia-Şehit Edilen Ermenistan’dır.[26] Kitap, El’Ghusein’in “Şam’ın ileri gelen Bedevilerinden biri” olduğunu ve “Havran” da yaşamakta olan bir Bedevi kabilesinin “başlarından” -ne anlama geliyorsa- birinin oğlu olduğunu ifade etmektedir. Bu kişi, eğitimini İstanbul’da almış ve Osmanlı hükümetinde bir bürokrat olarak çalışmıştır. Şam Valisi’nin personeli olarak atanmış ve daha sonra da Kaymakam, bölge yöneticisi ya da Mamuretülaziz’in başı olmuştur. Daha sonra da Şam Meclisi’nin Hawran Üyesi olmuştur. Fa’iz, Suriye Valisi Cemal Paşa tarafından tutuklandığını söylemektedir. Diyarbakır’da hapsedilmiştir ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. El-Ghusein’in hikayesine göre, Diyarbakır’da Ermenilerin katledildiklerine dair çok şey duymuştur ve bunların kaydedilmesi gereken şeyler olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden önce Basra’ya, oradan da Hindistan’a kaçarak, raporunu burada yazmıştır. Raporunu yazdıktan sonra İngiliz Dış İlişkiler Ofisi’ne ulaştırmıştır. Kitap bu el yazmasının İngiliz Dış İlişkiler Ofisi’ne nasıl geldiği konusunda hiçbir şey söylememekte; sadece basılmak üzere İngiltere’ye ulaştırıldığından bahsetmektedir. Bu raporun, Londra’da Wellington Evi’ne teslim edildiğine dair de bir gösterge bulunmamaktadır.
Bu hikayede çok sayıda iç tutarsızlık ve şehirleri yanlış bölgelerde konumlandırmak gibi bir Osmanlı memurunun yapmaması gerektiği düşünülen çok sayıda hata bulunmaktadır. Bu hataları ve tutarsızlıkları bir kenara koysak bile, kitap okunduğunda, üst düzey Osmanlı yetkililer arasındaki konuşmalar gibi, Faiz’in asla bilmesine imkan olmayan şeyler yazdığı fark edilecektir. (Aslında, Talat Paşa’dan alıntılar üreten ve savaşının sonuna kadar da faaliyetlerini sürdüren küçük bir alıntı üretim odası mevcuttu.”[27] Diyarbakır’da cezaevinde iken, Faiz’in, İstanbul’daki kabinede Talat Paşa’nın Enver Paşa’ya ne söylediğini işitmiş olduğu görülmektedir ve bunları da daha sonra yayınlanan raporuna yazmıştır. O aynı zamanda, Ermeni devrimci liderlerin gizli faaliyetlerini de bilmektedir, bu konudaki haberler de ona yani Diyarbakır hapishanesine ulaşmış olmalıdır. Açıkcası bunlar ihtimal dışından daha da öte bir şeydir.
Fa’iz büyük ayrıntılar da vermektedir. Ermenilere neler yapıldığıyla, onların eşyalarının kimler tarafından çalındığını ve bunların hangi Osmanlı yetkililerine hediye olarak sunulduğunu ilişkilendirmektedir. “Ahmet Bey Ermeni mallarını aldı” diye suçlamalarda bulunduğunda, doğal olarak bahse mevzu olan kişinin yüzlerce Ahmet Bey’den hangisi olduğunu ve yazarın böyle bir Ahmet Bey’i tanıyıp tanımadığını da söylemek imkansızdır. Aldatmaca için yapılan saptırmaları/yanlışları tespit etmek daha kolaydır: Balkan Savaşı’ndan sonra çok büyük sayılarda Türkler Zeytin’e yerleşmiştir demektedir. Ama gerçekte oraya hiç kimse yerleşmemiştir, ama okuyucular arasında bunu kim bilebilirdi ki? Savaş hikayeleri adı altında, Türklerin Ermenilere ne yaptıkları hakkında anlattıkları hikayeler de kesinlikle korkunçtur. Bu hikayeler arasında Türk askerlerin Ermeni cesetlere tecavüz ettiği bile söylenmektedir.
Sadece kitap okunduğunda bunun bir düzmece olduğu, “Faiz al-Ghusein” hakkında anlatılanların çoğunun da Osmanlı raporlarının bir araştırmasında ulaşılmış olduğu gibi görülecektir: Oysa, gerçekte böyle bir şahıs yoktur. O gerçekten, Suriye ya da Mamuretülaziz’de bulunan hükümet görevlisi olarak çalışmış olsaydı, hükümet memurları listesinde isminin bulunması gerekirdi. Bu listelerde Fa’iz Ghusein bulunmadığı gibi, sadece Faysal bile yoktur. En basit ifadelerle söyleyecek olursak böyle bir kişi yoktur. Wellington Evi kayıtlarını yaktığı için, hiç kimse bu kitabın gerçekten kim tarafından yazıldığını bilemeyecektir, ancak şundan emin olunabilir ki, bu kitabın yazarı mitolojik Fa’iz değildir.
Diğer bir örnek de, kim olduğu belirtilmeyen Mark Sykes tarafından yazılmış olan The Clean- fighting Turk, a Spurious Claim -Temiz-Savaşan Türk- bir Uydurma İddia’dır. Mark Sykes büyük bir seyyah ve çok zeki bir adamdı. Savaştan sonra, Orta Doğu’nun İngiliz ve Fransızlar tarafından bölüşülmesine yol açan Sykes-Picot Anlaşması’nın müzakerecileri olan iki kişiden biriydi. Sykes’ın gayretlerinin değeri, Türkleri çok sevmeyen İngiliz Başbakanı Lloyd George tarafından da doğrulanmaktadır. Lloyd George, Türklerin karalanmasıyla çok yakından ilgilenmekte ve Propaganda Bürosu ile de şahsen ilgilenmekteydi. Propaganda Ofisi’ne belirli konuların geliştirilmesi talimatını vermişti: “Türklerin iyi yönetim konusundaki yetersizlikleri, onların kötü yönetimi ve bunların ötesinde Türklerin sanayileşmiş bütün halkları katlettikleri.” O ayrıca propagandanın el altından, gizlice yapılması gerektiğini eklemiştir: “Bütün bu faaliyetlerin arkasında bizim olduğumuzun ortaya çıkmaması için, bu faaliyetlerin tedricen/aşama aşama yapılması gerektiğini ve makalelerin zamana yayarak dağıtılması/yayılması gerektiğinin önemini belirmeme gerek yok sanırım. Sir Mark Sykes’ın “Times”da yayınlanan “Temiz-Savaşan Türk” makalesi tam bizim istediğimiz gibidir.”[28]
Sykes’ın makalesi basın için üretilen makaleler için bir şablon/ölçü olarak düşünülebilir. Ne yazık ki, diğer makalelerin hangileri olduğunu asla bilemeyeceğiz. Birileri, Amerikan ve İngiliz basınını okuduktan sonra, “Bu Wellington Evi’nin işi” diyebilir, ancak bu ispatlanamaz. Kitap kayıtlarında gazete ve dergi makalelerine dair hiçbir kayıt ortaya çıkarılamamıştır. Sykes’ın makalesi bir istisnadır, çünkü bunun menşeinin kaydı başka bir yerde yani Dış İlişkiler Ofisi’nin kayıtlarında muhafaza edilmiştir.
Dış İlişkiler Ofisi bir sorun görmekteydi, yukarıda bahsedildiği gibi bu problem, Türklerin İngiltere’de pek çok insan nezdinde hala iyi bir imaja sahip olmasıydı. Bunlar özellikle Türklerin “Temiz Savaşçı Türk” olarak adlandırılan imajından rahatsız olmaktaydılar, bu imaj gerçekten de Türklerin asker olarak iyi işler çıkarmasından ve güvenilir şerefli insanlar olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu konuda bir şeyler yapılmalıydı. Birileri bu imajı tersine çevirmek için aleyhine bir şeyler yazmalıydı. Ve bundan dolayı Dış İlişkiler Ofisi’ndeki patronları Wellington Evi’ni Temiz Savaşan Türk imajına karşı bir şeyler yapmaya yönlendirildi.[29] Orijinal mesajın yazılması bir şekilde yanıltıcı olmaktaydı. Wellington Evi, Temiz Savaşan Türk imajına karşı propaganda yapılarak bunun yok edilmesini isteyen bir talimat aldı. Wellington Evi’de bu talimata cevaben şunları yazmaktaydı, “Bütün dünyada Türklerin temiz savaşının ispatlanmasını neden bizden istiyorsunuz?”. Mesele daha sonra vuzuha kavuşacaktı.[30]
Wellington Evi, Mark Sykes’a giderek ondan Türklerin iyi olan imajına saldıran bir makale yazmasını istedi. O da bu konuda aynı fikirdeydi ve bir makale yazdı. Yazdığı makalenin Wellington Evi tarafından çok değiştirilip değiştirilmediğini bilinmiyor, bilinen ise temel makaleyi onun yazdığıdır. Ayrıca bildiğimiz bir başka şey de, Mark Sykes’ın makalesi yazıldıktan sonra London Times ile sadece yayınlanması için bir anlaşma yapılmadığı, bu makalenin yayınladığı nüshadan yüz bin adet satın alınması konusunda da anlaşıldığıdır. The Times bir vatanseverlik örneği göstererek oldukça iyi bir fiyat önerdi[31] ve Dış İlişkiler Ofisi de onlarla çekişe çekişe pazarlık ederek fiyatı daha aşağı çekti. Yüz bin nüsha için kırk paund ödendi.
The Times tarafından yayınlanan bu makale[32] bütün Amerika’da ve başka yerlerde yeniden basıldı ve yeni basımları yapılırken “acımasız müstebitler,” “vicdansız zorba,” “katıksız barbarlar,” “soysuz,” ve “yer yüzünü harabeye çeviren” ibareleri kullanılmaktaydı. Sykes Osmanlı hükümeti bakanlarının ağzından uydurma alıntılarda yapmıştı, tabi Talat Paşa’nın planlarını kibarca Sykes’a anlattığına inanırsanız. Makalede insanı gerçekten şaşırtan unsurlar arasında kolayca düzeltilebilecek tarihi yanlışlıklarını olmasıdır, mesela Türklerin (doğrusu Moğollardır) Bagdad’ı işgal ve yerle bir etmeleri “gerçeği” gibi. Sykes bunu bizden çok daha iyi bilmekteydi. Türklerle Moğolların tarihlerini birbirine karıştır. Moğolların sebep olduğu bütün yıkımları Türklerin omuzuna yükle Bu tür şeyleri ancak bu makaleyi okuyacak olanların gerçek hikaye hakkında hiçbir fikre sahip olmadığını bilenler yazabilirdi. Ama Sykes gerçeği bilmekteydi.[33]
Hem Lloyd George hem de Dış İlişkiler Ofisi çok memnundu. Bu yayının kopyalarından sadece Amerika’ya otuz iki bin nüsha gönderilmiştir.[34]
Hoddard ve Stoughton/Doran, 1904 yılında Diyarbakır’a İngiliz Konsolos yardımcılığı göreviyle atanan, kitapta belirtilmemesine rağmen İngiliz orduları Mısır’da iken orduda hizmet gören bir Ermeni Protestan Rahibin eşi olan Bayan Esther Mugerditchian[35] tarafından yazılan bir mektubun genişletilmiş versiyonu olduğu belirtilen From Turkish Toils, Türk Zahmetinden, adlı bir kitap yayınlamıştır. Kitapta, “Ermeniceden çevrildiğine” dair bir ifade yer lamasına rağmen, kim tarafından çevrildiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Önsözünde ise, yine bilinmeyen bir kişi tarafından, Ermenilerin çektikleri sıkıntılardan dolayı Almanlar suçlanmaktadır, oysa esas metinde Almanlara dair hiçbir atıf bulunmamaktadır ve bu da bu kitabın tipik bir İngiliz propaganda işi olduğunun delilidir. İnanılabilir unsurlarla (Osmanlı askerleri erzak ve silahları sakladıkları yerleri göstermeleri için Ermenilere işkence yapmaktadır), analizleri yapıldığında sorunlu oldukları belirlenen diğer unsurların (işkence hikayelerinin aksine, Türk askerleri tarafından Ermenilere hitaben yapılan söylevlerde, bunların Ermenileri ortadan kaldırmak için ne kadar uzun zamandan beri planlar yaptıklarını açıkladıkları belirtilmektedir-sıradan askerler gizli hükümet planlarını ele geçirmiş ve bu planlar her nasılsa Bayan Mugerditchian’a ulaşmıştır) karışımından oluşan metnin kendisi de mükemmel bir propaganda parçasıdır. Okuyucuların bu tür analizler yaptığı ise şüphelidir.
The Ottoman Domination-Osmanlı Hakimiyeti, anonim yazılmış ve Raound Table Magazine’de yeniden yayınlanmış kısa bir çalışmadır. Bu çalışma sadece bir grup slogandan oluşmaktadır: “Türkiye’nin parçalanması yaşamakta olan bir topluluğun yok edilmesi değildir, esir milletlerin hapishaneden kurtarılarak özgürlüklerine kavuşturulmasıdır.” “Türkler herkese karşıdır, ve fethettikleri hiçbir halk yönetimleri konusunda onlarla uzlaşmaya varmamıştır.” “Osmanlıların tebalarına yönelik politikalarının ilk aşaması ihmaldir, Hamidyen (II. Abdulhamid’in yönetimi) dönemi zulüm dönemidir; Jön Türkler aşamasi ise imha dönemidir.” Bu yayın, Türklerin öncelikle 2.000.000 Ermeni’yi (ki bu rakam imparatorluk toprakları üzerinde bulunan Ermenilerin sayısından oldukça fazladır) öldürdüğünü ve şimdi Arapların kökünü kazımaya başladığını iddia etmektedir.
Ortadoğu’daki İngiliz propagandasının amacı düşman Türkleri karalamaktan öteydi. Bu propaganda aynı zamanda İngilizlerin mümkün olan en iyi yönetimi sunduklarının propagandasını yapmaktaydı. Britain and Turkey-İngiltere ve Türkiye, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğuna ilan ettikleri savaşı meşrulaştırmaya çalışmaktaydı. The Welfare of Egypt-Mısır’ın Refahı, bu koloni üzerindeki İngiliz idaresini övmekte ve Müslümanlar üzerinde İngiliz hakimiyetini meşrulaştırmayı amaçlamaktaydı. Wellington Evi’ne göre, bu kitap “Müslümanların İngiliz yönetimini tercih ettiklerini göstermekteydi.”[36] Turkish Prisoners in Egypt-Mısır’daki Türk Esirler tam olarak İngilizler’in savaş esirlerine ne kadar insancıl davrandıklarının resmini çizmektedir. The Freedom of Jerusalem- Kudüs’ün Özgürlüğü ve The Deliverance of Jerusalem-Kudüs’ün Teslimi, İngilizler’in Osmanlıları mağlup ederek Kutsal Şehri ele geçirmesine yönelik kısa methiyelerdir. Bu kitaplar, Avrupa ve Amerika’daki Hıristiyanların desteğini sağlamayı amaçlamaktaydı. Kudüs üzerine yapılan yayınlar ve Siyonist Örgüt’ün yayınları hem, özellikle Amerika’da olmak üzere, Yahudi desteğini sağlamayı ve hem de İngilizlerin Filistin’i işgaline meşruiyet sağlamayı amaçlamaktaydı. Bunlar, Siyonizme destek verem İngiliz politikacıların ve önder kişilerin ifadelerini ve İngiltere’ye destek veren Balfour Deklerasyonu’ndan dolayı ona teşekkür eden Siyonistlerin ifadelerini de içermektedir. Bu yayınların dağıtıldığı dönemde, İngiltere’nin halihazırda kendisini diplomatik olarak Arap dünyasının uzun dönemli bir işgaline hazırlamış olduğunu[37] önemle kaydetmemiz gerekmektedir.
Syria During March 1916: Her Miseries and Disasters-1916 Mart’ında Suriye: Sefaleti ve Felaketleri, ilk olarak İngiliz yönetimi altında olan ve basına sansürün uygulandığı Kahire’de yayınlanmış olan bir grup makaleden oluşmaktaydı. Bu kitap, Osmanlı Suriyesi’nde varsayılan dehşet dolu yaşamla ilgilidir. Temel olarak Arap sempatizanları hedeflemekte (bu yüzden de Amerika’da yayınlanmamıştır) olan kitap, İngilizlerin Araplara karşı olan gerçek sevgisi tezini geliştirmekte ve Türklere ise tam tersi bir konum atfetmektedir (“Jön Türkler, Türkiye’deki herhangi bir ırktan daha fazla ve daha derin şekilde Araplara karşı garaz beslemektedir.” Bu tür bir tanımlama Türklere ya da isimlendirildikleri haliyle “İstanbul’un kara muhafızlarına” yönelik mahir bir saldırı bile değildir.
Bir Sonsöz
Tablo II. Günümüz Bibliyografyalarında Önerilen Kitapların Bir Örneği
- F. Benson, Crescent and Iron Cross
- F. Benson, Deutschland über Allah
- Fa’iz El-Ghusein, “Bedouin Notable of Damascus”, Martyred Armenia
- (J. Lepsius), Germany, Turkey, and Armenia: Selections of Documentary Evidence
- P. Hacobian, Armenia and the War
- Esther Mugerditchian, From Turkish Toils
- Martin Niepage, The Horrors of Aleppo
- Harry Stuermer, Two War Years in Constantinople
- Arnold J. Toynbee, Armenian Atrocities: the Murder of a Nation
- Arnold J. Toynbee, ed., The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916
- Arnold J. Toynbee, Turkey: A Past and a Future
- Arnold J. Toynbee, The Murderous Tyranny of the Turks
Kaynak: Richard G. Hovannisian, The Armenian Holocaust[38]
Wellington Evi’nin propagandacıları işlerini son derece iyi yapmaktaydılar. Onlar sadece savaş sırasında etkin olmamışlar, propagandalarının tesiri o amandan beri süregelmiştir. Bugün hala, Wellington Evi’nin kitapları Amerikalı okul çocuklarına ve üniversite öğrencilerine önerilmektedir. Bu kitaplar okullar için temel tarih kaynakları ve Ermeni bilim adamlarının temel dayanaklarını teşkil etmektedir. Wellington Evi’nin konularından birini, muhtemel en etkili olanını, seçen tablo II Wellington Evi’nin özellikle önem verdiği Ermeniler konusuna dair yayınlarını içermektedir. Richard Hovannisian’ın standart bir bibliyografya niteliğindeki Ermeni Tarihi haricinde, bu kitapların her biri tavsiye edilen kitaplar listesindedir. Bibliyografyada Benson tarafından kaleme alınan sadece bir kitap, belki ismi Deutschland über Allah olduğu için rağbet görmemektedir. Toynbee’nin kitapları ve hayali Ghusein’in kitabı da dahil olmak üzere diğer bütün kitaplar tavsiye edilmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İngiliz propagandasından hiçbir şey kaybolmamıştır. Wellington Evi’nin Birinci Dünya Savaşı boyunca yaptığı propaganda rutin bir şekilde yeniden ve yeniden basılmış, alıntılar yapılmış ve bunlara inanılmıştır. Bu kitapların çoğu internet üzerinden dünyaya yayılmış, bazan kitapların tamamı sitelerde kopyalanmıştır. Fransa ve Birleşik Devletler’de I. Dünya Savaşı propagandaları önce ifadelerde görülmüş, daha sonra da yasama organlarının üyelerinin yorumlarında. Bu kitaplar, Avrupa ve Amerika’daki okul çocuklarına öğretilen tarih için bir temel oluşturmaktadır.
Savaş zamanında söylenen yalanlar yarım yüzyıl ya da daha fazla bir süre için kuluçkaya yatmıştır. Şimdi bunlar kabul gören yaklaşımdır. Pek çok kişi Türklerin I. Dünya Savaşı’nda neler yaptıklarını bildiklerine inanmaktadırlar. Aslında, onların bildikleri İngiliz Propaganda Bakanlığı’nın onların inanmasını istediklerinden ibarettir.
Louısvılle Üniversitesi Tarih Bölümü / A.B.D.
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 469-481