Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

İngiliz Askerlerinin Hatıratlarında Kut’ül Amare’de Savaşın Ötesinde Yaşananlar

1 15.036

H. Ahmet KARA

Ertan EROL

Osmanlı Devleti, Almanya ile birlikte, İttifak Devletleri’nin yanında, Birinci Dünya Savaşı’na girmeye karar verdikten sonra bazı cephelerde muharebelere katılmıştır. Bunlar Kafkas Cephesi, Irak Cephesi, Kanal Cephesi ve Çanakkale Cephesi’dir. Ayrıca Galiçya ve Makedonya gibi yabancı cephelere de yardım amacıyla asker göndermiştir. Bunlardan Irak Cephesi, Britanya güçlerinin Basra’ya asker çıkartmasıyla açılmıştır (Gencer vd 2011: 48-72).

Irak Cephesi’nde, Mezopotamya’da, savaş 5 Kasım 1914’te Britanya’nın Tuğgeneral W.S Delamain komutasındaki D Kuvveti’nin (Hint Sefer Kuvveti) Şattü’l Arap girişindeki Fav mevkiine çıkmasıyla başlamıştır (Erickson 2009:104). D Kuvveti’nin taarruzları, Türk Kuvvetleri’nin güneyden gelecek bir saldırıya karşı küçük ölçüde dahi olsa bir yığınak meydana getirmedikleri ve tehlikenin baş gösterdiği andan itibaren de yeterli önlemler almaması nedeniyle (Genelkurmay 1979: 61-64), kuzey istikametinde başarılı bir şekilde Selman-ı Pak Muharebesi’ne kadar devam etmiştir.

Britanya güçlerinin Basra Körfezi’ndeki hücumlarının hedefi, her şeyden önce Hindistan ile deniz bağlantısını sağlamak, aynı zamanda bölgedeki Alman tehlikesini ve varlığını ortadan kaldırmaktır (Uçarol 2013: 622). İngiltere’nin 1913-1914 yıllarındaki Irak ve Basra’daki faaliyetleri incelendiğinde (Kocatürk 2011: 1449-1462) bunun bir sebebinin de “petrol” olduğu söylenebilir. A.İ. Gencer ve S. Özel’e (2011: 58) göre de bunun nedeni, bu bölgenin Hint deniz yolunun güvenliği ve petrol bakımından önem taşımasıdır.

“29 Eylül 1915’te çok parlak bir muharebeden sonra Kut’ül Amare ele geçirilince, başarısız Çanakkale Savaşı’ndan kaynaklanan siyasi ve askeri saygınlık nedenlerinden dolayı, Bağdat’ın ele geçirilmesinin önemli olduğu düşünülmüş ve ileri harekâta devam edilmiştir (Erickson, 2009, s. 106).” Fakat Bağdat’ın 50 km güneyine kadar gelebilen 6’ncı Tümen’in Komutanı Tümgeneral C.V.F. Townshend, 22-25 Kasım 1915’te Selman-ı Pak’ta yapılan muharebeyi kaybedince Kut’a geri çekilmeye karar vermiştir. Nikolas Gardner’a (2013: 183) göre bu talihsiz bir karardır.

Çoğunluğunu Hintli askerlerin oluşturduğu 6’ncı Tümen’in Komutanı C.V.F. Townshend kendini haklı gösteren birkaç nedenden dolayı geri çekilerek Kut kasabasına yerleşmiştir. Bunlardan biri İngilizler gibi nehir nakliyatına bağlı olan Türk 6’ncı Ordusu’nun ilerleyişinin önünü kesmek diğeri de Sir John Nixon emir komutasında toplanan İngiliz takviye güçlerinin El- Amare’de bir araya gelerek taarruz için zaman kazanmalarını sağlamaktır (C.V.F. Townshend 2012: 371-372).

Ayrıca Kut’un önemi, yerli tahıl ticaretinin merkezi olmasının yanı sıra tahıl kaynaklarını da ihtiva etmesinden de ileri geliyordu (Barker 2009: 115). Fakat tahıl depolarının o dönemde çoğu boştu (C. Townshend 2011: 185). Üç tarafı nehirle çevrili olan Kut bu avantajının yanı sıra ateşlerden koruyacak birkaç sulama kanalı ihtiva etmektedir fakat bunun haricinde açık bir araziye sahiptir (Barker 2009: 115). Bu özellik şehri savunmayı zorlaştırmaktadır ve savunma için büyük oranda hazırlık gerektirmektedir. Kut’un tutulmasının en ciddi olumsuz yönü ise yardım kuvvetlerinin uzak tutulmasına ve geciktirilmesine sebep olmasıdır. Nehrin doğu yakasında Kut’tan güneye doğru 35 km kadar mesafede nehirle bataklık arasında sadece 1,5 km genişliğinde geçişe müsait bir alan varken, batı yakada bataklıklar ve akarsular tarafından parçalanmış bir arazi mevcuttur. Kurak mevsimde bile bu bölgede yardım kuvvetleri için ilerlemek zorken, su taşkınlarının olduğu şubat sonu ve mart aylarında yardım kuvvetlerinin ilerlemesi daha da zorlaşacaktır (Barker 2009: 115-116).

Kut’un karşısında, nehrin sağ kıyısında olan Elhan köyü (İngiliz kaynaklarında Woolpress) de Türk kuvvetlerinin Kut’a yapacakları bir taarruzda kuvvetlerini buraya getirip kullanmalarına engel olmak için de Britanyalılar tarafından tutulmuştur (Sandes 1919: 179).

C.V.F. Townshend, Kut’ta tamamen kuşatılmadan önce 4 aralıkta yaklaşık 800 hasta ve yaralıyı, 6 aralıkta da süvari tugayını, gemilerle gambotların hepsini ve gönderebilecekleri kadar yedek nakliye vasıtalarını yardım kuvvetlerinin müteakip hareketlerini kolaylaştırmak için nehrin aşağı kısmına göndermiştir. Hava irtibat subayının talebi üzerine de uçakların Ali el Garbi’ye gitmesine izin vermiştir. Çünkü Türk topçularının uçakların havalanmasına müsaade etmeyeceğini ve uçakları tahrip edeceği düşüncesi hâkimdir. (C.V.F. Townshend 2012: 377, 386).

Gerek Kut’ta gerekse de Elhan köyünde savunma için hazırlıklar başlamıştır. Britanya güçleri kaybettikleri bir savaş sonrası çekilmek zorunda kalmış, her ne kadar çekilmeyi başarılı bulsalar da çekilmenin vermiş olduğu moralsizlik ve yorgunluk içindeydiler. A.J. Barker’a (2009: 116) göre, C.V.F. Townshend’in Kut’a yerleşmesinin temel sebebi yorgunluktur. Bu durumu C.V.F. Townshend (2012: 377) kitabında şöyle ifade etmektedir: “Askerlerin Kut’a vardıktan sonraki bitkinlikleri gibi bir bitkinliğe daha önce hiç şahit olmamıştım. Hint askerlerinin büyük bir kısmı yerlerinden kıpırdayamıyordu bile; buna rağmen 4 Aralık’ta Türklerin öncüsünü görünce İngiliz askerleri çalıştırdım” H.C. Bishop (1920: 14) hatıratında yaklaşan tehlikeyi şu şekilde belirtir: “Türkler biraz acele etselerdi bizimle iyi şekilde hazırlanmamış mevzilerde karşılaşabilirlerdi. Bu da bizim için büyük bir dezavantaj olurdu. ” Bu sebeple kuşatmanın ilk günlerinde Kut’taki hemen hemen her personel mevzi ve irtibat hendekleri kazmak, ateş mazgalı hazırlamak, dikenli tel döşemek gibi tahkimat ve emniyet görevlerinde kullanılmış, hemen hemen tüm enerji bu yönde harcanmıştır. Türklerin 9 aralıktaki topçu atışını müteakip, ilk genel taarruzu 10 aralıkta başlattığı göz önüne alınırsa mevzii kazma hususunda C.V.F. Townshend’in ne kadar haklı olduğu anlaşılacaktır.

Kut’ta sadece Britanya askerleri değil, aynı zamanda Britanya askerleriyle birlikte Kut kasabasının yerli Arap halkı da kuşatma altında kalmıştır. Bu rakamın ise 5.000-6.000 kişi olduğu C.V.F. Townshend (2012: 405) tarafından bildirilmektedir. C.V.F. Townshend’in (2012: 404) kasabanın yerlileri hakkındaki düşüncesi şöyledir: “Beni en çok endişelendiren, şehrin Arap sakinleriydi. Onların düşmanla irtibat halinde olduğunu biliyordum, endişelenmeme sebep olan şey, birçok tüfeğin toprağa gömülmüş ve saklanmış olabileceğiydi. Kuzey cephemizde taarruz ilerlerken düşman gece kasaba halkının ayaklanmasını sağlarsa durumun ciddiyet arz edeceği muhakkaktı. Bu sebeple halkın ileri gelenlerini gözaltına aldım ve en ufak bir ihanet halinde onları vuracağımı ilan ettim. Muhasaranın ilk dönemlerinde Arapların yağmalamalarını durdurmak için yağma yaparken suçüstü yakalanmış on iki adamın askeri komisyonca yargılamasını sağladım ve ibret olsun diye kurşuna dizdirttim. ” C.V.F. Townshend ilk başta tüm halkı kasaba dışına tahliye etmek istemiş ama İngiliz Siyasi Subayı Sir Percy Cox havanın soğuk olması nedeniyle çocukların çöllerde telef olacağını belirtmiş, C.V.F. Townshend (2012: 404-405) yapacağı bu davranışın Arap nüfus üzerinde yıkıcı bir etkisi olacağını da düşünerek sadece kasaba sakini olmayanların kasabadan tahliye edilmesine karar vermiştir.

Kut’ül Amare Kuşatması, Britanya güçlerinin tam teslimiyle sonuçlanmıştır. “Kut zaferini Türkler İstanbul’da Beyazıt Meydanı ’nda ellerinde meşalelerle, Konya ve Edirne ’de ellerinde Türk bayraklarıyla coşkulu bir şekilde kutlamış, şehirleri Türk bayraklarıyla donatmıştır. Müttefik ülkeler de zaferi aynı coşkuyla karşılamış ve kutlamıştır. Berlin’de okullar tatil edilmiş, halk Osmanlı elçiliğine gelerek Türk bayrağını selamlamıştır. Viyana’da ise imparator başta olmak üzere devlet yetkilileri tarafından Osmanlı elçisine tebrik nameler gönderilmiş, bütün binalar bayraklarla donatılmıştır. Sofya’da ise Türk ordusu övülmüştür (Özçelik 2015: 378-379).”

“Hatırat türünden eserler tam da bireyin olaylar karşısındaki bakış açısını gösterdiği için, öğrencilerin tarihsel gerçekliğe eleştirel bir gözle bakmasını sağlamanın en uygun kaynaklarından birisidir. Tarih konularını ihtiva eden derslerde öğrencilerin ‘hatırat’ türünden eserleri okuması özendirilmelidir (Altıkulaç vd 2014: 32).” Bu düşünceden yola çıkılarak, unutulmaması gereken Kut’ül Amare Zaferi’ni, kuşatmanın daha az bilinen kısmını daha çok İngiliz hatıratları incelenerek aydınlatılmaya çalışılmıştır. Bunu yaparken de diğer kitap ve makalelerden temin edilen bilgiler de kullanılmıştır.

Kuşatmada Hintli askerler de olmasına rağmen kendilerine ait belgelerin neredeyse hiç olmamasından dolayı (Gardner 2004: 308) çalışmamızda İngiliz hatıratları incelenmiştir. İngiliz hatıratları incelendiğinde genel olarak Kut’ül Amare’de günlük hayatın seyrini belirleyen en önemli hususlar şunlardır:

Türklerin Taarruzları, Bombardımanları ve Keskin Nişancılar

Türklerle ilk çatışma 9 Aralık 1915’te sabahleyin, Kut kasabasını Dicle’nin sağ yakasına bağlayan, yapımı daha yeni biten bir yüzer köprünün karşısında çıkmıştır. Bu çatışmayı müteakip köprünün yıkılması emri verilmiş ve Britanya ordusundan subaylar köprüyü patlayıcılarla havaya uçurmuştur. Köprünün kalıntıları ise 11 aralıkta bir topçu bataryasının on sekiz top atışıyla tamamen yok edilmiştir (Sandes 1919: 137-141, C.V.F. Townshend 2012: 396-397).

Türklerin ilk genel taarruzu 10 Aralık 1915 tarihinde yoğun bir top ateşiyle başlamıştır. Türk ordusu taarruzlarını geliştiremeyerek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu geri çekilmeyi Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 152) anılarında şu şekilde yorumlar: “Bu geri püskürtülme Türklerde çok cesaret kırıcı bir etki yapmış ve onlara yakın zamanda Selman-ı Pak’ta yapmış oldukları uzun geri çekilme nedeniyle birliklerimizin moralinin zarar görmediğini göstermiştir. ” C.V.F. Townshend (2012: 401) bu taarruzlar esnasında büyük bir endişe içinde olduğunu belirtmiş, kendi savunma tertibatında Hintli askerleri, düşük morallerinden dolayı, zayıf halka olarak görmüştür; fakat korkulan olmamış, 12 Aralık 1915’te Elhan köyüne icra edilen Türk taarruzu da başarılı olmamıştır. İngiliz hatıratları incelendiğinde, Türklerin bu taarruzları esnasında, Türklerin taarruz edemediği, taarruz yeteneklerinin zayıf olduğu yönünde genel kanıları olduğu bilgisine ulaşılacaktır (Blackledge 1936: 127, Mousley 1922: 54, C.V.F. Townshend 2012: 404). Buradan yola çıkılarak, İngilizlerin, askerlerinin moralini yüksek tutmak için Türklerin yeteneklerini kötüleyerek bir propaganda yapmaya çalıştığına ulaşılabilir.

Türkler 24 Aralık 2015’te yeniden bir genel taarruza kalktığında bu seferki hedefleri Kut’taki Kudeyra Kalesi olmuştur. Türklerin taarruz edemediğini düşünen Britanya Kuvvetleri, cesurca taarruz eden Türklerin kale duvarından da içeri girdiğini görmüş, Türk taarruzlarının daha da fazla gelişmemesi için piyadeye ek olarak istihkâm ve topçu sınıfına has askerlerini bile, mevzilerde yakın muharebede kullanmak zorunda kalmıştır (Mousley 1922: 40, Sandes 1919: 161, C. Townshend 2011: 191). C.V.F. Townshend (2012: 413) ise bir komutan olarak, bir yakın muharebede topçu sınıfına has askerleri kullanmanın düştüğü sıkıntılı durumu göstermesi açısından ne anlama geldiğini çok iyi bildiğinden olsa gerek, anılarında sadece istihkâm sınıfı askerlerini kullandığını dile getirmiştir. Neticede Türk ordusu taarruzu devam ettirememiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Bu başarı, kuşatma altındaki Britanya güçlerini çok sevindirmiş ve moralini artırmıştır. Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 162) bu başarıyı anılarında şu şekilde belirtmiştir: “Unutulmaz bu yılbaşı arifesinde, küçük garnizonumuzdaki bu kalede gösterilenden daha cesur bir direnç hiç gösterilmemiştir. Hem düşmanımıza savunmamızın kalitesini göstermek hem de kendi adamlarımıza göğüs göğüse muharebede Türklerin dengimiz olamayacağını ispat etmek açısından başarımızın sonucu çok büyüktür.”

İngiliz askerler, Türklerin bu taarruzda zayiatının çok olduğunu düşünmüşler, ileride Türklerin bir daha büyük taarruzlar yapmamasını da bu taarruzdaki aşırı zayiata (Bishop 1920: 19) ve bu taarruz neticesinde Türk askerlerinin cesaretinin kırılmasına (C.V.F. Townshend 2012: 421) bağlamışlardır.

Türk taarruzları dursa da Türk topçu atışları çoğunlukla atışlarına devam etmiştir. C.V.F. Townshend (2012: 418) hatıralarında aralık ayı içinde günlük zayiatlarının 26-36 olduğunu beyan etmiştir. İngilizlerin neredeyse hiç açlık çekmediği bu günlerde, kuşatma başlangıcı nedeniyle birliklerinin hastalıklardan da az zayiat verdiğini göz önüne alırsak, aralık ayındaki bu zayiatlarının çoğunluğunun topçu ateşi nedeniyle olduğu değerlendirilmektedir.

Topçu atışları tel engellere, evlere ve koğuşlara, hazırlanmış mevzilere çok zarar vermiş ve muharebenin seyrini oldukça etkilemiştir. İngilizler, topçu atışlarından o kadar muzdarip olmuşlardır ki hatıratlarında, Türk topçu atışlarından “nefret, kin” (Barber 1918: 121, Bishop 1920: 18, Sandes 1919: 168, 202, 215) olarak bahsetmişlerdir.

İngiliz hatıratlarına göre Türk topçuları Kut kasabasını ve kaleyi topçularla ateş altına alırken, Elhan köyünü neredeyse hiç ateş altına almamıştır (Mousley 1922: 118, Sandes 1919: 169). Yüzbaşı E.O. Mousley (1922: 118) hatıratında kendileri bombalanırken, aksine Elhan köyündeki kuvvetlerinin tam emniyet halinde nehir kenarında “ön koltukta” bombardımanı seyrettiğini belirtmektedir.

İngilizlerin muzdarip olduğu hususlardan biri de Türk uçaklarının bombardımanı olmuştur. İlk düşman uçağı 1 Ocak 1916’da Kut semalarında görünmüş ve ilk bombardımanını 13 Şubat 1916’da gerçekleştirmiştir (Moberly 1924: 306-307). Bu uçaklardan pilotunun Alman olduğuna inandıklarına “Fritz” takma ismini kullanmışlardır. Uçaksavar silahları olmadığı (Sandes, 1919: 170) için “Fritz”i ateş altına alamamışlar; fakat müteakip günlerde hava taarruzlarına karşı tedbirlerini geliştirmişlerdir (Sandes 1919: 190). İlk önce bir alarm sistemi kurmuşlardır. Bir gözetleyici ayırmışlar ve bu gözetleyici boş mühimmat kutularına vurarak hava taarruzu hakkında şehri ikaz etmiştir. Müteakiben ellerindeki mevcut bir silahı hava taarruzlarında kullanacak şekilde ayarlamışlardır (Sandes 1919: 191). Bu hava savunma silahını da ilk olarak 20 Şubat 1916’da “Fritz”e karşı kullanmışlardır. Her ne kadar vurmakta başarılı olamasalar da, uçaklar bir daha geldiğinde daha ürkek gelmek zorunda kalmıştır (Sandes 1919: 194).

Nasıl Türk topçu ateşleri istemeyerek de olsa yerli halka zarar verdiyse (Blackledge 1936: 116, Genelkurmay 1979: 479), “Fritz” de istemeyerek hastaneye zarar vermiştir (Sandes 1919: 195, Barber 1918: 195). 18 Mart 1916’da top mermilerinden biri hastaneye düşmüş, ölüm ve yaralanmalara sebep olmuştur. O anda hastanede olan İngiliz Doktor Binbaşı C.H. Barber (1918: 195) hatıratında bu olayı “şok edici bir kaza” olarak tanımlarken; aynı olay için Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 211) hatıratında “Kasıtlı yapılmadığına emindim.” ifadesini kullanmıştır. 1 Mart 1916’da yapılan hava taarruzunda da atılan kırk bomba neticesinde yerel halk ve hastaneler zarar görmüştür. Bu durum Britanya askerlerini çok öfkelendirmiştir. C.V.F. Townshend (2012: 509) bu öfkeyi şu şekilde ifade etmiştir: “Alman pilotlardan biri kazara askerlerimin eline geçmiş olsaydı, onu paramparça ederlerdi. ” Binbaşı C.H. Barber (1918: 160) hatıratında “Fritz”i yönlendirmek için 1916 şubat ayı ortasında birkaç gündür hastanelerin çatılarına Kızıl Haç işareti yapmaya çalıştıklarını belirtmiştir. 1 Mart 1916’da hastanelerin atış yapılmayacak olarak işaretli olduğu halde bombalandığı düşünülebilir; fakat 1916 nisan ayı sonunda İngiliz uçaklarının havadan ikmal yaparken hayati öneme sahip olan un torbalarını atarken bir kısmının nehre veya Türk mevzii bölgesine düşürdükleri göz önüne alınırsa (Barber 1918: 223, Mousley 1922: 143), bu bombaların o zamanki teknoloji ile istem dışı olarak hastaneye isabet ettiği ve böylece yerli halka ve o anda hastanede bulunanlara zarar verdiği değerlendirilebilir.

Bunlara ek olarak Britanya kuvvetleri kuşatma boyunca keskin nişancılara da dikkat etmek zorunda kalmıştır. İngiliz askerleri keskin nişancılarla mücadele etmek için ”teleskopik” silahlar geliştirmek durumunda kalmıştır (Sandes 1919: 156). 19 Şubat 1916’da 18’inci Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Hamilton bir keskin nişancı tarafından yaralanmıştır (C.V.F. Townshend 2012: 499). Ayrıca bu keskin nişancılar nedeniyle Kut’ta savunmaya yönelik hazırlıklar gece karanlığından istifade edilerek yapılmıştır.

Açlık ve Hastalıklar

C.V.F. Townshend (2012: 391) hatıratında kendilerini açlığın mağlup ettiğini belirtmiştir. C.V.F. Townshend (2012: 378-379), Kut’a yerleştiklerinde ilk iş olarak 3 Aralık 1915’te kıtalara bir tebliğ yayımlamış ve burada “çok sayıda yiyecek ve mühimmatın olduğunu” belirtmiş; fakat bunun idareli kullanılmasını da eklemiştir. Bu miktar da kitabında şu şekilde geçmektedir:

“Elimde epey ikmal malzemesi vardı:

İngiliz askerleri için           : 60 günlük

Hint askerler için               : 60 günlük

Yakıt:                                 : 21 günlük (Nehrin karşısında meyan kökü  fabrikasında 33 günlük.)

Hububat                            : 30 günlük

Yem                                   : 17 günlük

Peksimet                           :  4 günlük

Un                                     : 57 günlük

Durum buğdayı unu          : 40 günlük

Kut’ta beş altı bin sakini için en az üç ay yetecek kadar yiyecek vardı (C.V.F. Townshend, 2012: 383).”

Liste incelendiğinde İngiliz ve Hintli askerlerin istihkaklarının ayrı kalemlerde belirtilmesinin nedeni her iki asker tipi için de istihkakların ayrı olmasıdır. İngiliz askerlerinin istihkakı biraz daha fazladır (Gardner, 2004, s. 314). Hatta Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 188) hatıratında: “Subaylar için reçel istihkakı çok azaltılmış,…” ifadesini kullanmıştır. Özellikle “subaylar” ifadesini kullanması istihkakların dağıtımında yukarıdaki bilgiye ek olarak subay-asker ayrımı yapıldığı kanısını oluşturmaktadır.

Her ne kadar bazı İngilizler hatıratlarında aralık ayı sonunda bazı ihtiyaçlarda kısıtlamaya gidildiğini belirtse de (Mousley 1922: 38, Sandes 1919: 170), C.V.F. Townshend (2012: 475) birliklerin tayın hakkını ocak ayının sonlarında yarıya indirmeye başladığını ifade etmektedir. C.V.F. Townshend’in hatalarından biri bu kısıtlamayı daha önce yapmaması (Barker 2009: 118) diğeri de A.J. Barker’in tespitine ek olarak İngiliz hatıratlarında da anlayacağımız üzere kuşatmanın ilk günlerinde, yorulan askerlerin gücünü artırmak için fazlasıyla istihkak (Bishop 1920: 16-17) dağıtmasıdır.

C.V.F. Townshend (2012: 462) hatıratında bir kuşatmada en önemli şeyin yiyecek olduğunu ve bunu katıldığı Çitral Savunması’nda da tecrübe ettiğini söylese de istihkakların kısıtlanmasına yönelik daha önceden tedbirler alınmış olsaydı, daha uzun süre açlıkla mücadele edebilir, kuşatmayı uzatabilirdi. Ayrıca bunlara ek olarak ocak ayı sonunda (Bu sıralarda kasabada da gıda sıkıntısı yaşanmaktadır (C. Townshend 2011: 185).) kasabada yaptığı gıda aramasını (C.V.F. Townshend 2012: 448) daha önce yapsaydı tayın sıkıntısını belirli bir süre daha erteleyebilirdi.

Diğer bir ilginç nokta da, 7 Aralık 1915’te Kut’un genel yiyecek durumunu bildiren telsiz görüşmesinden, yardım kuvvetlerinin başarısız olduğu ilk taarruzlarını icra ettiği 16 Ocak 1916 tarihine kadar, C.V.F. Towshend ile yardım kuvvetleri arasında yapılan muhaberelerde Kut’un yiyecek durumu ile ilgili hiçbir görüşmenin yapılmamasıdır (Mesopotamia Commission Report, 1917: 31). C.V.F. Townshend (2012: 449-450) yardım kuvvetlerinin ocak ayı içindeki bu başarısız taarruzları sonucu olsa gerek, savunmasının uzun süreceğine artık iyice ikna olduktan sonra ocak ayı sonunda istihkaklarla ilgili tedbirler almaya başlamıştır. (C.V.F. Townshend’in (2012: 466-467) aldığı tedbirler ise şunlardır: Asker tayınını yarıya indirmek, kasabada erzak aratmak ve kasabayı da tayına bağlamak.). Her ne kadar komutanları tedbirli davransa da İngilizlerin kurtulmak için büyük umutlar taşıdıkları hatıratlarından anlaşılmaktadır. Yüzbaşı E.O. Mousley (1922: 46) hatıratında bu umudunu şu şekilde ifade etmiştir: “Bu arada, eğer Britanya şansı devam ederse, kuşatma altında olan biri olarak birkaç gün ya da iki hafta içinde serbest kalacağıma inanıyorum.”

C.V.F. Towshend (2012: 467) yukarıda da geçtiği üzere başlangıçta iki aylık bir yiyeceğinin olduğunu hesaplamış; ancak ocak ayının sonunda aldığı bu tedbirlerle, kuşatmaya bir 84 gün daha katlanabileceğini telgrafla genel karargâha bildirmiştir.

C.V.F. Towshend (2012: 462) hatıratında yiyecek hususunda kuşatmayı üç safhaya ayırmıştır: ilk safha “tam tayın” safhası, ikincisi “yarım tayın”, üçüncüsü ise “büyük güçlükler içinde geçen açlık” safhasıdır. İngiliz hatıratlarında genellikle şubat ayı başlangıcından itibaren az yemekten, kuşatmanın sonuna doğru da açlıktan bahsedilmektedir. Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 166) 1915 yılının son günlerini şöyle ifade ederken, “Kut’un etrafındaki savunma hattı neredeyse tamamlandı; epey süre yetecek kadar bol miktarda yiyeceğimiz var ….”, aynı kişi şubat ayını ise şu şekilde ifade etmektedir: “Askerlere yiyecek sağlamak için 1 Şubat 1916’dan sonra her gün atlar kesildikçe, kuvvetlerimizin hareket imkânı azalıyor; birliklerimiz kısılan istihkaklarından dolayı daha da zayıflıyor ve hastanelerimiz yaralı ve hastalarla dolduğundan birlik mevcutlarımız daha da azalıyordu (s. 182). ”

Kut’taki İngiliz askerleri 29 Ocak 1916’dan itibaren at eti yemeye başlamış, Hintli askerlerin çoğu at eti yemeyi reddetmiştir (Sandes 1919: 178). Şubat ayı ortasına doğru katır eti de istihkaklarda verilmiştir (Sandes 1919: 192). İngiliz askerlerinin at eti tüketmesi, onların hastalıklara karşı Hintli askerlerden daha dayanıklı olmasını sağlamıştır (Gardner 2004: 314). Şubat ayı başlangıcında Hintli askerlerde iskorbüt1 hastalığı görülmeye başlamıştır. Şubat ortasında iskorbüt vaka sayısı 140’tır (Moberly: 1924: 308). Bu durumu Binbaşı C.H. Barber (1918: 160) hatıratında şu şekilde ifade eder: “Garnizonun sağlık durumu şimdiye kadar iyiydi, ama şimdi iskorbüt kendini gösterdi; çünkü yiyecek hiç sebzemiz yok ve taze et yemeyen Hintlilerde hastalık artmaya mahkûm.” C.V.F. Townshend (2012: 478) bu hastalığa çözüm bulmak için hastanede yatan hastalar için şehrin kuzey kesimindeki bahçelere tohum ekilmesi emrini vermiş, Delhi Uleması’ndan da at etinin yenmesine yönelik bir tavsiye istemiştir (C.V.F. Townshend 2012: 486). 13 Şubat 1916’da Delhi Cuma Mescidi imamının at eti yemenin bir mahsuru olmadığına yönelik beyanı bir telgrafla bildirilmiş (C.V.F. Townshend 2012: 493) ve birliklere tebliğ edilmiştir. Buna rağmen Hintlilerin çoğu at eti yemeyi reddetmiştir. Mart ayı içinde İngiliz askerlerinin ekmek istihkakı azaltılırken, Hintlilerin at eti yememesinden dolayı ekmek istihkakları kesilmemiştir (Moberly 1924: 441).

Nikolas Gardner (2004: 307-326) makalesinde Kut’un teslim olma sebebi olarak Hintli askerlerin tavrını göstermiştir. Bunun nedenini de Hintli askerler ile İngiliz komutanları arasındaki istikrarsız komuta ilişkisine bağlamıştır. Ona göre eğer İngiliz komutanlar, astları olan Hintli askerlere daha önce at etini yedirebilseydi Kut teslim olmazdı.

Binbaşı C.H. Barber (1918: 176-177) hatıratında mart ayının başlangıcında hastanedeki durumu şu şekilde ifade etmektedir: “İskorbüt hastalığı Hintliler üzerinde hızlı bir şekilde artıyordu ve birçok pnömoni ve verem hastası mevcuttu. Bu hastalıklardan ve yaralılardan dolayı günlük birçok ölüm -bir düzine veya daha fazla- gerçekleşmekte ve ölümler çoğalmaktaydı. ” 8 Mart 1916’daki yardım kuvvetlerinin taarruzu başarılı olamayınca yukarıda belirttiğimiz C.V.F. Townshend’in ifade ettiği Britanya ordusunun “açlık safhası” başlamıştır. Kut’taki askerler açlıkla mücadele ederken, kurtarma kuvvetlerinden gelen kötü haberlerle de moralleri iyice bozulmuştur. Askerler üzerinde genel bir hüzün ve ümitsizlik hissi hâkim olmuş ve Hint askerleri arasında firar olayları artmış, kasabadaki Araplar İngilizlere davalarının kaybedildiği gözüyle bakmaya başlamıştır (C.V.F. Townshend 2012: 522). C.V.F. Townshend (2012: 532) ise bu safhada birliklerinin moralini arttırmak için genel bir mesaj yayımlamıştır. Devam eden günlerde de sürekli olarak askerlerin istihkakını azaltmak zorunda kalmıştır. Tayında yapılan her azaltmayla umutlar birkaç gün daha ertelenebilmiştir. Her ne kadar C.V.F. Townshend birliklerinin moralini yüksek tutmak için uğraşsa da kendisi bazı gerçeklerin farkındadır: C.V.F. Townshend (2012: 548-549) 4 Nisan 1916’da genel karargâhtan para istemiştir. Bunun bir sebebi kasabanın yerlilerinden para karşılığı yiyecek aldıkları için paraya duyulan ihtiyaçken ikinci ve ilginç olanı ise esir düşmeleri halinde askerlerin ve subayların esaret esnasında yanlarında paralarının olmasını sağlamaktır.

Mart ayının ortasında otların büyümesiyle birlikte askerler yeşillikleri toplayıp yemeye başlamıştır. Bu durumda da hastaneye bilinmedik otları yediğinden dolayı rahatsızlanan askerler gelmeye başlamıştır. General Hoghton da yemiş olduğu ot nedeniyle ölmüştür (Moberly 1924: 445). Bunun üzerine garnizonda yeşil otlardan anlayan bir komite oluşturulmuş ve yeşil otların zararlı olanları ayrılarak toplanmış ve kaynatılarak ıspanak gibi servis edilmiştir. Birkaç gün içinde iskorbüt vakası önceki günlere oranla azalmış ve hastalar da iyileşmeye başlamıştır (Barber 1918: 193-194). Bu arada sebze bahçelerinden de hatırı sayılır miktarda turp toplanmaya başlanmıştır. Bu olumlu gelişmelere rağmen 25 Mart 1916’da hastanede 1470 (C.V.F. Townshend 2012: 542) asker vardır. 28 Mart’ta iskorbütten yatan hastaların sayısı 560 (C.V.F. Townshend 2012: 542) iken bu rakam bir gün sonra 580’e (C.V.F. Townshend 2012: 544) çıkmıştır. Kut’ta iskorbüt, dizanteri, sarılık, sıtma, anterit, ishal, pnömoni gibi hastalıklar görülmekle beraber bit ve pire gibi asalaklarla da mücadele edilmiştir. Yukarıda İngiliz doktoru Binbaşı C.H. Barber’in hatıratına göre verem hastalığının da görüldüğünü belirtmiştik; fakat savaştan sonra hazırlanan resmi raporda herhangi bir bulaşıcı hastalığın görülmediği belirtilmiştir (Mesopotamia Commission Report 1917: 171).

İstihkaklar düştükçe askerler de zayıflamakta ve bitkin düşmektedir. Yüzbaşı E.O. Mousley (1922: 122) hatıratında mart ayının sonundaki bir olayı şu şekilde dile getirmiştir: “Bir Hindistan alayında insanlar birbiri ardına yere düşerek yiyecek isteyerek öldüler. Olağanüstü sayıda asker hasta olmasına rağmen hasta olduklarını beyan etmediler. Bunun bir sebebi yoğun hastanelere girmek istememeleri, diğer bir sebebi de görev bilincinden gelmekteydi. ” Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 222) hatıratında açlığa şu şekilde değinmiştir: “Bel çevrem 10 cm kadar küçüldüğünden, kemerdeki mevcut delikleri kullanarak kemerimi sıkmam ve daha sonra birkaç tane daha yeni delik açmam gerekmişti. ” Kut’ta açlıktan kaynaklanan karın ağrısını Yüzbaşı E.O. Mousley (1922: 126) hatıratında şu şekilde ifade etmiştir: “Kuzey kutup dairesinde iki iklim vardır: gündüz ve gece, Hindistan’da iki mevsim vardır: kuru ve nemli, Kut’ta birinin karın ağrısının olduğu zaman ve olmadığı zaman vardır.”

C.V.F. Townshend (2012: 569-570, 576-578) 10 nisanda birliklerine bir mesaj yayımlamıştır. Mesajında birliklerine moral verirken, at eti yemeyen Hintlilere de sitem etmiştir. Ertesi gün at eti yiyen Hintli sayısı artmış; fakat daha at eti yemeyen çok sayıda Hintli olduğundan, 12 nisanda at eti yemeyen Hintli subay ve astsubayları görevden alacağına yönelik bir tehdit mesajı yayımlamıştır. Birkaç kişiyi bu şekilde görevden alınca ilk gün yaklaşık iki bine yakın kişi daha at eti yemeye başlamış ve buna ikinci gün iki binden fazla kişi daha eklenmiştir.

Kut’un yerlileri de açlıktan etkilenmiştir. Yukarıda onların da tayına eklendiği belirtilmişti. Yerliler mart ayına kadar askerlerden sakladıkları yiyeceklerle yetinmişlerdir. Yerlilerden daha sonra yiyecek için dilenenler olmuş, çocukların çöp yığınlarında yiyecek aramalarına rastlanmıştır (Mousley 1922: 76). Yerli halkın 1916 mart ayının sonunda istihkakları kesilmiştir. Bunun yerlileri at eti yemeye yönlendireceğini düşünmüşlerdir (Mousley 1922: 123). 1916 nisan ayında artık çocukların gruplar halinde ağlayarak dilendiklerine şahit olunmuştur. Bu ayda yüzlerce Arap ölmüştür (Mousley 1922: 139). 14 nisanda halkın sahip olduğu tahıl bitince yerliler de eşek ve at etiyle beslenmeye başlamıştır (Moberly 1924: 446). Bu sebeple ölme pahasına birçok yerli, Kut’tan kaçmaya çalışmıştır.

Kut’tan kaçanlar sadece yerliler olmamıştır. Hintli askerler de buna teşebbüs etmiştir. C.V.F. Townshend, Hintli askerlere güvenmediğini hatıratında çekinmeden belirtmiştir. Türkler 1915 aralık ayı sonunda Hintçe yazılan isyana teşvik edici bildirilerini, Hint mevzilerine ulaştırdığında Hintli askerlerden kendini askerliğe elverişsiz hale getirmeye çalışan (Tetik parmaklarına ateş etmişlerdir.) 12-14 asker olmuştur (C.V.F. Townshend 2012: 418). Tayınların azalmasıyla birlikte de Hintli askerlerin moralleri düşmüş, disiplinsizlikler baş göstermiş, firar vakaları artmıştır (C.V.F. Townshend 2012: 529, 567, 584-585).

Özellikle son zamanlarda da havanın da ısınmaya başlamasıyla Kut çok kötü kokmaya başlamıştır (Sandes 1919: 242, C.V.F. Townshend 2012: 542). Hindistanlı askerler at eti yemeğe yeni başladığından 1916 nisan ayının sonunda birçok Hintli asker açlığın verdiği yorgunluktan hastanede ölmüş ya da ölme sınırına gelmiştir (Sandes 1919: 246). C.V.F. Townshend (2012: 591) hatıratında son günlerden şöyle bahsetmektedir: “Askerler o derece takatsiz düşmüştü ki, nöbet esnasında bayılanlar oluyordu ve kışla hizmeti yapamaz haldeydiler. Bütün bunlara şahit olmak çok üzücüydü. ” Bu gibi tasvirleri diğer İngiliz hatıratlarında da bulmak mümkündür.

Kut’ta umutlar tükenirken, son şanslar da denenmiştir. Bunlardan biri Kut’a uçaklarla havadan ikmalin yapılmasıdır. İlk deneme 16 nisanda olmuş ve gıdaların bir kısmı nehre, bir kısmı da Türk mevziileri bölgesine düşse de (Mousley 1922: 143) 1520 kg gıda maddesi alınmıştır. Fakat bu miktar Kut’un günlük ihtiyacını karşılayacak düzeyde bile olmamıştır. 17 ve 18 nisanda hava muhalefeti ve arızalardan dolayı havadan ikmal yapılamazken, 22 nisanda gelen ilk uçağın bütün yükü nehre düşmüştür. Havadan ikmal C.V.F. Townshend’in ifadesiyle “tam başarısızlıkla” sonuçlanmıştır (C.V.F. Townshend 2012: 574-575, 583, 587, 589).

Kut’a ikmal yapmak için son bir umut olarak da ”Julnar” adında bir gemiye Britanya yardım kuvvetleri tarafından 270 ton ikmal maddesi doldurulmuş, bu gemi 24 Nisan 1916’da akşam sekizde Felâhiye’den Kut’a doğru yola çıkmıştır. Fakat gemi Türk güçleri tarafından ateş altına alınarak Makasis önünde durmaya mecbur bırakılmıştır (C.V.F. Townshend 2012: 591). Böylece son umut da elden gitmiştir. Son günlerde birlikler demirbaş erzaklarına kadar yemişler (Mousley 1922: 150) ve açlık nedeniyle teslim olmak zorunda kalmışlardır.

Su Taşkınları ve Soğuk Hava:

Britanya kuvvetleri Kut’ta kuşatma altındayken düşmanlarıyla savaştıkları gibi yağmur ve su taşkınlarının sebep olduğu olumsuz şartlarla da savaşmıştır.

1915 aralık ayı ilerledikçe yağmurlar başlamış ve 1916 ocak ayında yağmur ve su taşkınları Kut’taki askerlerin gündemini oluşturmaya başlamıştır. Bu durumu Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 179) hatıratında şu şekilde ifade etmiştir: “Şu an Dicle’nin taşkın suları, Türklerin taarruzlarından daha büyük bir endişe kaynağıdır. ” Her ne kadar Türkler de taşkın sularla uğraşıyor olsa da, kasabanın emniyetini şansa bırakmak istemeyen Britanya güçleri tahkimatlarını sulardan korumak için mücadele etmiş, mevzilerini su içinde de olsa tutmaya gayret göstermişlerdir. Sularla dolan mevzilerini temizlemeyi ise W.J. Blackledge (1936: 131) hatıratında şu şekilde anlatmaktadır: “Defalarca mevzilerden ıslanarak çıktık. Suyu kovayla nöbetleşe temizleyecek adamları belirledik, çalışırken diz seviyesindeki pislik içindeki suda yürüdük. ” Dizine kadar suda mücadeleye devam eden İngiliz askerinin moralinin yüksek olduğunu Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 167) hatıratında şu şekilde ifade etmiştir: “Ocak ayında yaygın olan sıkıntılı bu durumda İngiliz askerinin neşesi inanılması için görülmeliydi: neredeyse beline kadar suda, derisine kadar yağmurla ıslanmış, geceleri donmuş, düşmanı tarafından sürekli ateş altına alınmasına rağmen, her şeyi şakaya vurarak, çok iyi bilinen şarkısını söylerdi.”

Askerlerin bir kısmı mevzilerin temizlenmesiyle mücadele ederken, istihkâm sınıfına has askerler kasabadaki yağmur sonrası oluşan çamurları temizlemek için mücadele etmiştir (Sandes 1919: 172). Aşırı yağmurlar ve taşkın sular birliklerin ilk savunma hattını boşaltıp, ortadaki savunma hattına çekilmesine sebep olmuştur. Aynı duruma Türkler de düştüğünden mevziler arası açılmış ve mevziler arası hemen hemen su olduğundan Türklerin saldıramayacağına inanılmıştır.

Sonraki su taşkınlarından etkilenmemek için set inşasına başlanmış ve bu işte yerli Araplar da para karşılığında çalıştırılmıştır (Barber 1918: 156, Sandes 1919: 184-185). Her ne kadar bu setler (yaklaşık 140 cm) (Sandes 1919: 184) faydalı olsa da mart ve nisan aylarında devam eden Dicle’nin umulmadık yükselişine çözüm olamamıştır.

Mezopotamya Savaşı’nı soruşturmak için hazırlanan rapor incelendiğinde genel olarak birliklerin yeteri kadar giyeceklerinin olmadığı, hatta nisan ayında soğuk geçen gecelere rağmen Hindistan’dan takviye için gönderilen birliklerin şortla ve tropikal elbiselerle gönderildiği görülecektir (Mesopotamia Commission Report 1917: 38). E. Candler (1919: 223) hatıratında birliklerin iyi giyindiğini, Kut’a daha kuşatılmadan hemen önce Kızıl Haç tarafından gönderilen kıyafetlerin kasabaya geldiğini belirtmektedir. Kuşatma esnasında Kut’ta bulunan ve bu komisyon raporunun (Mesopotamia Commission Report) bir bölümünü yazan Yarbay P. Hehir ise E. Candler’i doğrular şekilde Bombay’dan kuşatmadan hemen önce elbise ve ilaç geldiğini, askerlerin tek elbisesi olduğu için yıkama sıkıntısı yaşadıklarını belirtmektedir; fakat elbiselerin niteliğinden bahsetmemektedir (Mesopotamia Commission Report 1917: 175). N. Gardner (2004: 314) ise makalesinde askerlerin ince yazlık kıyafetlerle donatıldığını ifade etmiştir. Havaların soğukluğundan ve buna bağlı hastalıklardan bahsedilmesine rağmen, elbiselerin niteliği ve niceliği hakkında diğer hatıratlarda herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Askerler mevzilerdeki yağmur ve su taşkınlarıyla mücadelelerini soğuk havada yaptıklarından, hastane romatizma hastalarıyla dolmuştur (Mousley 1922: 81). P. Hehir raporunda özellikle ocak ayı sonunda soğuk ısırığının çok yaygın olduğunu belirtmiştir (Mesopotamia Commission Report 1917: 171). Isınmaktan ziyade yemek yapmak için bile odun bulmanın zorlaştığı bu günlerde Binbaşı C.H. Barber (1918: 98) ocak ayı başında soğuk ve yakıt (fuel) kıtlığından yakınırken; E.W.C. Sandes (1919: 148, 174-175) ısınmak ve yemek pişirmek için kasabadaki kapıları, pencereleri ve hatta mart ayının ortasında pazar yerindeki çatıların tahta kısımlarını toplamak zorunda kaldıklarını belirtmiştir.

Yağan yağmur zemini de etkilemiştir. Yağmurdan çamur olan zemin, askerlerin botlarına yapıştığında kaldırılamayacak ağırlıklara ulaşmıştır. Yağmurun zemine etkisini Yüzbaşı E.O. Mousley (1922: 102) hatıratında şu şekilde anlatmaktadır: “Yağmur damlaları toprağı bataklık yapar ve durağan su onu yapışkan bir macuna çevirir. Topların yeri bir yarda değiştirilemez, hem insan hem de at için kıpırdamak nerdeyse eşit şekilde imkânsızdır. ” Yağmurların devam etmesi yardım kuvvetlerinin de taarruzunu ve ilerlemesini zorlaştırdığından, yağmur neticesinde sular yükseldikçe umutlar da düşmüştür. Britanya güçleri umutla yardım kuvvetlerinin gelmesini beklemiş, nasıl yardım kuvvetlerinin başarısız taarruzlar onları üzdüyse, bu müteakip taarruzları erteleyen yağmurlar ve taşkın sular da onları çok üzmüştür.

27 Nisan’da teslim olma koşulları konuşulurken Binbaşı E.W.C. Sandes (1919: 247) anılarında hava durumuna ve su taşkınlarına sitemini şu şekilde belirtir: “Gün sakindi, hava güzeldi, nehrin su taşkınları epey şekilde düşmüştü; çok fena hava ve su taşkını halleri bizim kurtuluşumuzu engelleyecek yeterlikte uzun sürmüştü.”

26 Nisan’da C.V.F. Townshend, Halil Paşa ile teslim olma şartlarını konuşmak için nehrin Türk mevziilerine yakın kısmında buluşurlar. Bu buluşmada ona bir teklifte bulunur. Her ne kadar C.V.F. Townshend anılarında bahsetmese de, C.V.F. Townshend’in hatıratını 1921 yılında Türkçeye kendi dipnotlarıyla birlikte ilk çeviren Askeri Tarih Encümeni bu kısma, C.V.F. Townshend’in tekliflerinden biri olarak bir milyon İngiliz lirasını da eklemiştir. 2012 yılında basılan bu çeviri de ise çevirmen Askeri Tarih Encümeni’nin diğer konularla ilgili olduğu gibi bu konuyla ilgili dipnotunu da aynen korumuştur (C.V.F. Townshend 2012: 594). Kitabının kapağında “İmparatorluk Savunma Kurulu Tarih Kısmı ’nın emriyle, resmi belgelere dayandırılarak yazılmıştır. ” yazısı yazan F.J. Moberly (1924: 455) de eserinde bu bir milyon İngiliz lirasının teklif edildiğini belirtmiştir. Fromkin (2001: 202) ise kitabında bunlara ilave olarak Towshend ile beraber görüşmelere giden Lawrence ile Herbert’in varlığından ve ikisinin Londra tarafından 2 milyon pound (İlk miktar için de para birimi olarak pound kullanmıştır.) teklif etmeleri için yetkilendirildiklerini yazar. Halil Paşa bu teklifi Enver Paşa ile birlikte değerlendireceğini beyan ederek, görüşmeyi sonlandırır (C.V.F. Townshend 2012: 593-594).

Halil Paşa, 26 Nisan 1916’da C.V.F. Townshend’in teklif ettiği teslimiyet koşullarını kabul etmemesi üzerine, 28 nisanda C.V.F. Townshend birliklerine kendileriyle gurur duymalarını ve Krala karşı görevlerini yerine getirdiklerine dair cümleler içeren, teslimiyetten bahseden mesajını yayımlar (Mousley 1922: 150-151). 29 Nisan 1916’da C.V.F. Townshend, Halil Paşa’nın direttiği koşulsuz olarak teslimi kabul etmek zorunda kalır. C.V.F. Townshend, teslim olmadan önceki gece Türk ordusuna yardımı dokunacak tüm askeri teçhizat ile silah ve mühimmatı tamamen imha ettirir (C.V.F. Townshend 2012: 596). Şahsi hatıratların ve mektupların büyük çoğunluğunun yanı sıra birliklerin resmi savaş cerideleri de yok edilmiştir (Gardner 2004: 308).

Sonuç

Britanya’nın 6’ncı Tümeni, Tümgeneral C.V.F. Townshend emir komutasında 6 Aralık 1915 ile 29 Nisan 1916 tarihleri arasında Kut’ül Amare şehrinde kuşatma altında kalmış ve bu kuşatma 6’ncı Tümenin koşulsuz teslimiyle sonuçlanmıştır.

Yenik komutan C.V.F. Townshend bu başarısızlıktan kendine hiç pay çıkarmamış, mağlubiyetini tarihteki önceki kuşatmaları da göz önüne alarak tarihin tekerrürü olarak değerlendirmiştir. Komutanlarına çok güvenen askerler için ise bu başarısızlık tamamen beklenmedik bir sonuçtur.

Yetersiz tıbbi tahliye ve destek, zor ve yetersiz ulaşım şartları (kötü zemin), yiyecek ikmalinde yaşanan sıkıntılar (açlık), soğuk, su taşkınları ve hastalıklar sadece Kut’taki değil, tüm Britanya güçlerinin Mezopotamya’da yaşadığı sıkıntılardır. Kut’taki birlikler neredeyse hiçbir destek almadan ve ikmal yapılmadan (Kuşatmanın son günleri yapılan havadan ikmal hariç.) bu sıkıntılarla, sınırlı kaynaklarla mücadele etmek zorunda kalsa da kuşatmanın ilk günlerinde çok miktarda yiyecek malzemeleri olduğu da ortadadır.

Çitral Savunması’nı da tecrübe eden C.V.F. Townshend, kuşatmanın uzun süreceğini düşünerek daha başlangıçta yiyeceklerle ilgili bir önlem almadığı gibi yardım kuvvetleri komutanına da baskı yaparak onların tam hazırlanmadan taarruz etmelerine sebep olmuştur. Yardım kuvvetleri, Britanya takviye güçlerinin tamamlanmasını bekleyemeden Kut’taki açlıktan yok olmak üzere olan askeri personeli kurtarmak için ocak ve nisan 1916 tarihleri arasında birçok sonuçsuz taarruzlar icra etmek zorunda kalmıştır. Bu tam hazırlıksız taarruzlar sonucunda Britanya, Kut’taki teslim olan askerinden daha fazla sayıda askerini kaybetmek zorunda kalmıştır. C.V.F. Townshend bir komutan olarak Kut’ül Amare’nin geri çekilecek bir yer olarak tespit edilmesinden sonra özellikle yiyecek kullanımı ile ilgili aldığı yanlış kararlar neticesinde Türklerin lehinde hareket ederek sonucu belirlemiştir.

Tam dört ay yirmi üç gün kuşatma altında kalan Britanya güçleri, Türk taarruzları ile topçu ve uçaklarının bombardımanına ek olarak, açlık ve hastalıklarla (özellikle son günlerde), soğuk havayla birlikte mevzileri dolduran, kimi zaman mevzileri terke zorlayan, askerlerin dizlerine kadar gelen su taşkınlarıyla mücadele etmek zorunda kalmış ve savaşın sonucunda başarısız olmuştur.

Britanya birlikleri her ne kadar bir çekilme sonrası Kut’ta tertiplense de ilk zamanlarda moralleri oldukça yüksektir. Bu sayede ilk zamanlardaki Türk taarruzlarını geri püskürtmeyi başarmışlardır. Fakat ilerleyen zamanlarda özellikle topçu atışları, su taşkınları, soğuk ve açlık nedeniyle moralleri iyice düşmüştür. Bu yüzden tam teslimiyete razı olmuşlardır. Bu durum bizde askeri başarıda lojistik imkânın yanı sıra moralin de ne kadar etkili ve önemli olduğunu göstermektedir.

Kuşatmayı asgari zayiatla devam ettirmek isteyen Türk birlikleri komutanı Halil Paşa’nın, Kut’ül Amare’ye taarruzlardan vazgeçmesini stratejik bir askeri taktik olarak göremeyen ve değerlendiremeyen İngilizler, bu başarısızlıklarını Türklerin başarısı olarak görmemişler, açlığa ve kötü hava koşullarına mal etmişlerdir. İngiliz askerleri kuşatma boyunca davranışlarının cesurca olduğunu değerlendirerek ve Britanya Kralına karşı görevlerini yerine getirdiklerini inanarak kendilerini teselli etmeye çalışmışlardır.

Sonuç olarak ne beklenen yardım kuvvetleri Kut’a ulaşabilmiş ne de Kut’taki Britanya güçleri kuşatmayı aşacak bir huruç harekâtına cesaret edebilmiştir. C.V.F. Townshend, Kut’ül Amare’deki bu pasif duruşunu tam teslimiyetle ödemiştir: Kendisinin İstanbul’da, komuta ettiği askerlerinin ise Anadolu’da farklı esir kamplarında devam edecek olan bir esaret hayatına sebep olmuştur. Gelibolu’daki başarısızlığın üzerine, koşulsuz teslimiyetle son bulan Mezopotamya’daki bu başarısızlık, İngiliz tarihine unutulmayacak, büyük hezimetlerden biri olarak geçmiştir. Gelibolu yenilgisinin hemen ardından gelen bu felaket üzerine yapılan hataları tespit etmek için İngiltere’de parlamento komisyonları kurulmuştur.

H. Ahmet KARA

Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, Askeri Tarih Programı müdavimi, El -mek: hkara@kho.edu.tr

Ertan EROL

Doç. Dr., Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, El-mek: eerol@kho.edu.tr

Kaynak: Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 10/13 Fall 2015


KAYNAKÇA

♦ Altıkulaç, Ali; Gökkaya, A. Kürşat (2014). Tarih Öğretiminde Hatıratların Kullanımının Tarihsel Empati Becerisine Etkisi, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 9/1 Winter 2014, p. 21-35, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.6504, ANKARA-TURKEY.
♦ Barber, Binbaşı C.H. (1918). Besieged in Kut and After, Edinburg and London: Willian Blackwood and Sons.
♦ Barker, A.J. (2009). The First Iraq War, New York: Enigma Books, USA.
♦ Bishop, H.C.V. (1920). A Kut Prisoner, London: John Lane Company.
♦ Blackledge, W.J. (1936). The Legion of Marching Madmen, London: Sampson Low, Marston&Co.,Ltd.
♦ Candler, Edmund (1919). The Long Road to Baghdad Volume I, London, New York, Toronto and Melbourne: Cassell and Company, Ltd.
♦ Erickson, Edward J. (2009). I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, (K. Bağrıaçık, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
♦ Fromkin, David (2001). A Peace to End all Peace, New York: An Owl Book, Henry Holt And Company.
♦ Gardner, Nikolas (2004). Sepoys and The Siege of Kut-al-Amara, December 1915-April 1916, War İn History, July 2004 11(3), p. 307-326, wih.sageup.com, DOI: 10.1191/0968344504wh302oa.
♦ Gardner, Nikolas ,(2013). Charles Townshend’s Advance on Baghdad: The British Offensive in Mesopotamia, Semtember-November 1915, War İn History, April 2013 20(2), p. 182-200, wih.sageup.com, DOI: 10.1177/0968344512471124.
♦ Gencer, A. İhsan; Özel Sabahattin (2011). Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul: DER Yayınları.
♦ Genelkurmay (1979). Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, 3’üncü Cilt, 1’inci Kısım, Irak-İran Cephesi, Ankara: Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları.
♦ Kocatürk, Önder (2015). İngilizlerin Irak Ve Basra Bölgesindeki Faaliyetleri (1913-1914) / The Activities of the British in Iraq and Basra(1913-1914), Turkish Studies – International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, s. 1449-1462, ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.2058, ANKARA-TURKEY.
♦ Mesopotamia Comission Report Of The Commission Appointed By Act Of Parliment To Enquire Into The Operations Of War In Mesopotamia (1917). London: Majesty’s Stationary Office.
♦ Moberly, F.J. (1924). The Campaign in Mesopotamia Volume 2, H.M. London: Majesty’s Stationary Office.
♦ Mousley, Yüzbaşı E.O. (1922). The Secrets of a Kuttite, New York & London: John Lane The Bodley Head Limited.
♦ Özçelik, Mücahit (2015). Kut’ül Amare Zaferinin Türk Basınına Yansımaları / The Reflections Of Kut Al Amara Victory On Turkish Press, Turkish Studies – International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/9 Summer 2015, p. 367­388. ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Şefik Yaşar Armağanı), www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8630, ANKARA/TURKEY.
♦ Sandes, Binbaşı E.W.C. (1919). In Kut and Captivity, London: John Murray.
♦ Townshend, Charles (2011). Desert Hell, Cambridge: Harvard University Press.
♦ Townshend, Charles Vere Ferres (2012). Mezopotamya Seferim, (G. Koca, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
♦ Uçarol, Rıfat (2013). Siyasi Tarih (1789-2012), İstanbul: DER Yayınları.
♦ www.tdk.gov.tr (Türk Dil Kurumu resmi internet sitesi.)
♦ Citation Information/Kaynakça Bilgisi
♦ Kara, H.A. & Erol, E., (2015). “100. Yılında Kut’ül Amare Savaşı’nı Hatırlamak: İngiliz Askerlerinin Hatıratlarında Kut’ül Amare’de Savaşın Ötesinde Yaşananlar / To Remember The Kut Al Amara Battle On The 100th Anniversary: The Experiences Beyond War In Kut Al Amara In The Memoirs Of English Soldiers”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308­2140, (Prof. Dr. H. Ömer Karpuz Armağanı), Volume 10/13 Fall 2015, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8957, p. 123-140.
1 yorum
  1. Matizin Efulisi diyor

    Sonuna kadar okudum bu konu üzerine yazılan en iyi makale bence…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.