Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

İlk Osmanlı Sarayları ve Topkapı Sarayı

0 44.946

Doç. Dr. Necla Arslan SEVİN

Osmanlı mimarlığı içinde saray, geçirdiği evreler ve sahip olduğu anlamlar açısından son derece önemli bir yer tutmaktadır. İstanbul’un alınıp payitaht ilan edilmesiyle başkentte yüzyıllar boyunca çok sayıda saray, köşk ve kasır inşa edilmiştir. Bunlar arasında Topkapı Sarayı, 19. yüzyıl ortalarına kadar, padişahlar için başlıca ikametgah ve imparatorluğun yönetim merkezi olmuştur.

İmparatorluk merkezinin İstanbul’a taşınmasından önce Osmanlılar, devlet merkezi olarak yaşadıkları bölgelerde çeşitli saraylar inşa ettirmişlerdir. Ancak, geniş bir alana yayılan ve padişahların yüzyıllar boyunca zaman zaman kullandıkları Edirne Sarayı’nın kalıntıları dışında, bu ilk sarayların tamamı, neredeyse hiçbir iz bırakmadan ortadan kalkmış durumdadır.

Bursa Sarayı

İlk Osmanlı saraylarına Bursa, Manisa ve Edirne’de rastlanmaktadır. Bursa yakınlarındaki Yenişehir’de bulunan yapı ilk örnektir. Osman Gazi dönemine tarihlendirilen bu yapıdan günümüze yalnızca hamam kalıntıları ulaşabilmiştir (Sözen 1990: 34). Erken döneme ait ilk saraylardan biri yine Bursa’da inşa edilmiştir. Orhan Gazi dönemine tarihlendirilen ve Bursa Sarayı adıyla bilinen bu yapı Hisar’daki İçkale’de yer almaktaydı. Daha sonra Murat Hüdavendigar ve özellikle de IV. Mehmet tarafından yaptırılan eklemelerle genişletilen sarayda has oda, arz odası, divanhane, ahırlar, hamam gibi çeşitli birimler bulunuyordu. Ancak önemi Fatih Sultan Mehmet dönemiyle birlikte giderek azalmıştır. Bir süre acemi oğlanlar ve ardından da bostancılar tarafından kullanıldıktan sonra kendi haline bırakılmış ve 19. yüzyılda iyice harap duruma gelerek nihayet tamamen ortadan kalkmıştır.

Manisa Sarayı

Manisa’daki Saray-ı Amire, Osmanlı’nın erken dönemlerinde inşa edilen yapılardan biridir. Manisa şehri, Kütahya, Amasya ve Konya ile birlikte, şehzadelerin tahta hazırlanmak için yetiştikleri merkezlerden biridir. Manisa’nın önemi II. Murat dönemiyle birlikte artmış ve Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat gibi imparatorluğun güçlü padişahları, şehzadelik yıllarını bu şehirde geçirmiştir.

Manisa Sarayı’nın yapımına II. Murat devrinde, 1445 yılında başlanmış, sonraki yüzyıllarda yapılan eklemelerle genişlemiştir. Saray, bugünkü Manisa şehrinde, batıda Cumhuriyet Caddesi, doğuda Atatürk Bulvarı, kuzeyde istasyon, güneyde de Hatuni Camisi arasında kalan toplam elli altı dönümlük bir alanı kaplamaktaydı (Üçbaylar 1991: 40). Bu arazinin içinde şehzadelere ait köşkler, harem daireleri, çeşitli odalar, saraçlar odası, yeniçeriler odası, hamam, ahır ve geniş bahçeler bulunuyordu (Uluçay 1941: 11).

III. Murat’ın tahta çıkmak için Manisa’dan ayrılmasından sonra saray bakımsız kalmıştır. III. Mehmet’in padişah olmasıyla birlikte şehzadelerin sancaklarda valilik yapma geleneği sona ermiş ve sarayın işlevi de böylece ortadan kalkmıştır. 19. yüzyılda zaman zaman tamir edilen Manisa Sarayı, bu yüzyılda tamamen kendi haline bırakılarak ortadan kalkmıştır.

Manisa’da, Saray-ı Amire’den başka ikinci bir saray daha bulunmaktaydı. Şehzadelerin yaz aylarında çıktıkları Bozdağ yaylasındaki bu yapıyla ilgili ayrıntılı bilgi yoktur.

Edirne Sarayı

Osmanlı Devleti’ne İstanbul’dan önce başkentlik yapan Edirne, saray mimarisi açısından son derece önemli bir kent olmuştur. Şehrin fethinden sonra ilk saray yapısı 1365’te I. Murat tarafından inşa ettirilmiştir. Eski Saray olarak adlandırılan bu yapıda; büyük salonlar, kilerciler, doğancılar ve seferliler odaları, has oda, hazine, hamam gibi yapılar bulunuyordu. Padişahlar tarafından kısa bir süre kullanılmış olan bu saray daha sonra başkentte padişahın hizmetine girecek iç oğlanların eğitimi için okul olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Yeni Saray olarak da anılan Edirne Sarayı II. Murat tarafından inşa ettirilmiştir. Eski Sarayın şehir içinde dar bir alanda sıkışıp kalması ve genişlemeye müsait olmaması nedeniyle ortaya çıkan gereksinimi karşılamak amacıyla Tunca Nehri kıyısında çok geniş bir alan seçilmiştir. Yapımına 1450 tarihinde başlanmış ve Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi, yüzyıllar boyunca ortaya çıkan gereksinimler doğrultusunda yeni binalar eklenerek genişletilmiştir. Günümüzde Sarayiçi olarak anılan bölgede kalan Edirne Sarayı, yerleşim şeması açısından Topkapı Sarayı için bir prototip oluşturacak kadar önemlidir.

Sarayla ilgili en önemli kaynaklar Dr. Rıfat Osman’ın (1874-1933) yaptığı çalışmalardır. Edirne Sarayı şehir yerleşiminin kuzeyinde, Tunca Nehri’nin batı kıyısında çok geniş bir alanı kaplamaktaydı. Avlulara göre beş alanda toplanmış ana saray kompleksi ve bunun dışında kalan köşk ve kasırlardan oluşmaktaydı. Birinci ve en eski meydanı olan Alay Meydanı’nın batı duvarında Bab-ı Hümayun yer alır. Bu kapının iki yanında hapishane mekanları ve Mumcular Ocağı’na ait odalar bulunmaktadır. Meydanın kuzey duvarında Divan Kapısı ve sırasıyla Kubbealtı ve İç Hazine odaları bulunur. Alay Meydanı’nın güney duvarında Matbah-ı Amire ve Aşçılar Ocağı bulunmakta ve bunlar da kendi içlerinde çok sayıda mekan barındırmaktadır. Meydanın doğu tarafında, tam ortada Babüssaade, diğer adıyla Akağalar Kapısı yer alır. Bu bölüm, Arz Odası ile birlikte Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen en eski mekanlardan biridir. Bubüssaade’den günümüze yalnızca kapı kemeri ulaşmıştır.

Edirne Sarayı’nın ikinci bölümü, zamanla Tunca Nehri tarafından taşınan sarı kum örtü nedeniyle bu isimle anılan Kum Meydanı’dır. Meydanın güneyinde Hadika-i Hassa’ya açılan Demir Kapı, kuzeyinde Cihannüma Kasrı, Doğusunda Kum Kasrı, batısında da Arz Odası yer almaktadır. Arz Odası, yabancı sefirlerin ve heyetlerin kabul edildiği, bayramlaşmaların yapıldığı, üzeri kubbeyle örtülü bir mekandır. Edirne Sarayı’nın Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış olan en önemli binalarından biri Cihannüma Kasrı’dır. Kasır adını, bir kulenin üzerinde yer alan sekizgen planlı odadan almaktadır. Kum Kasrı ya da diğer adıyla Hamamlı Köşk yine Fatih dönemi yapılarındandır. İçinde havuzlu bir salon ve sünnet odası da bulunan yapının bugün yalnızca hamam kısmı ayaktadır.

Alay Meydanı’nın kuzeyinde yer alan Divan Kapısı’ndan sarayın en önemli bölümlerinden biri olan Divan Meydanı’na ulaşılır. Kubbealtı ve İç Hazine’nin birer cephesi bu meydana bakmaktadır. Darüssaade Ağası Dairesi, Harem Ağaları Dairesi, Başkapı Gulamı Dairesi, Camlı Oda ve Mescit bu meydanı kuşatan mekanlardır.Yine bu meydanda I. Ahmet döneminde inşa edilen Alay Köşkü bulunmaktadır.

Enderun Meydanı sarayın hazineci, kilerci seferli gibi hizmetlilerine ayrılan mekanların yer aldığı bölümdür. Meydanın orta kısmında Hünkar Camisi olarak adlandırılan minaresiz, küçük bir cami bulunur. Padişah ve valide sultanların yemeklerinin hazırlandığı Kuşhane Mutfağı da yine bu meydandadır.

Edirne Sarayı’nın son meydanı, Valide Sultan Taşlığı olarak isimlendirilen yerdir. Topkapı Sarayı’ndaki taşlığın aksine bunun çevresinde son derece düzenli bir planlamaya sahip tek ve iki katlı odalara yer verilmiştir. Yine aynı meydanda Şehzadeler Dairesi ve Mektebi, Kadın Efendiler Dairesi, Valide Sultan Dairesi, Hasekiler Dairesi, Cariyeler Dairesi, Avcı Mehmet ve II. Ahmet Daireleri ile Harem Hamamı bulunmaktadır.

Edirne Sarayı’nda bu avlularla bağlantısı bulunmayan ve içlerinde çok sayıda köşkün yükseldiği çeşitli bahçeler bulunmaktadır. İftar Kasrı, Sepetçiler Kasrı, Bülbül Kasrı, Aynalı Kasır, Terazi Kasrı, Şikar Kasrı, Değirmen Kasrı Bayırbaşı Kasrı gibi isimlerle anılan pek çok kasır ve köşk, sarayın Dolmabahçe, Gülhane ve Hadika-i Hassa gibi has bahçelerinin içlerine dağılmıştır.

Edirne Sarayı önemini İstanbul’un başkent olmasından sonra da sürdürmüş; cülus ve sünnet törenleri ile sürre alaylarına sahne olmuştur. Burada kalan son padişah III. Mustafa’dır. Daha sonra kendi haline bırakılan saray kısa sürede harap olmuş ve 19. yüzyılda bazı bölümleri cephanelik olarak kullanılmıştır. Cephanelik, 1877 yılında Edirne’ye yaklaşan Rus ordularının eline geçmemesi için, Müşir Ahmet Eyüp Paşa’nın emriyle havaya uçurulmuş ve saray hem patlama hem de çıkan yangın nedeniyle tamamen bir harabe haline gelmiştir.

Eski Saray

İstanbul’un fethinden sonra kentte inşa edilen ilk padişahlık sarayı, bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerdeki Saray-ı Atik, yani Eski Saray’dır. 1450’lerin ortalarında Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı bu saray, kısa bir süre içinde, hem şehrin giderek kalabalıklaşan ana merkezinin ortasında kalmış, hem de ortaya çıkan yeni gereksinimlere cevap veremeyecek duruma gelmiştir. Bunun üzerine yeni bir saray yapılmasına karar verilmiş ve Topkapı Sarayı inşa edilerek eski yapı terkedilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanat yıllarının ortalarına kadar Harem bölümü Eski Saray’da kalmış, Haremin Topkapı’ya taşınmasından sonra da burası, 19. yüzyıla kadar, ölen ya da tahttan indirilen padişahların annelerine ve kadınlarına tahsis edilmiştir. Eski Saray 19. yüzyılda tamamen ortadan kalkmıştır.

Üsküdar Sarayı

Üsküdar Sarayı, İstanbul’da inşa edilen en eski saraylardan biridir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kaynaklardan, 16. yüzyılda varolduğu anlaşılmaktadır. Saray, bugünkü Selimiye Kışlası’nı da içine alan imparatorluğun en gözde has bahçelerinden Üsküdar Bahçesi’nde bulunuyordu. Mimar Sinan, 16. yüzyıl sonlarına doğru bu bahçenin Ayazma kısmına Üsküdar Sarayı’nı inşa etmiştir. Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi sonraki yüzyıllarda yapılan eklemelerle büyütülmüş ve 17. yüzyıldan itibaren Kavak Sarayı adıyla da anılmaya başlanmıştır.

Üsküdar Sarayı, bulunduğu arazinin genişliği ve topografyasına uygun olarak dağınık bir planlama anlayışına sahiptir. Kompleks içinde çok sayıda köşk, bir cami ve çeşitli fonksiyonlara sahip yapılar bulunmaktaydı. Tek ve iki katlı binalardan oluşan sarayın deniz yönündeki yapıları, kalın sur duvarının üzerine oturtulmuştur.

Üsküdar Sarayı’nın ne zaman ortadan kalktığı bilinmemektedir. Tepede bulunan bir grup binası, muhtemelen 18.yüzyıl sonlarında, Selimiye Kışlası’nın yapımı sırasında yıktırılmıştır. Sultan Abdülmecit’in saltanat yıllarında burada bazı inşa faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. 20. yüzyıl başlarında Kavak Kasrı denilen asıl bina, mermer hamam kurnaları, çeşme ve havuz taşları, pencere söveleri ve rokoko kabartma parçalarıyla henüz ayakta olup (Osman 1939: 16) saraydan günümüze hiçbir iz kalmamıştır.

Karaağaç Sarayı

Karaağaç Sarayı, Haliç’in Beyoğlu kıyısında, Kağıthane yakınlarında bulunan Osmanlı saraylarından biridir. Ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemekle birlikte, padişahların, erken tarihlerden itibaren, Karaağaç Bahçesi olarak ünlenen bu bölgeye sık sık gittikleri anlaşılmaktadır. Çeşitli belgelerde adına 18. yüzyıldan itibaren rastlanmaya başlamış, inşa çalışmaları, Kağıthane’nin önem kazandığı III. Ahmet döneminde yoğunlaşmıştır.

Karaağaç Sarayı, Haliç kıyılarında yer alan çok sayıdaki padişahlık konutlarının en büyüklerinden biridir. Saraya ait köşklerin büyük kısmı, bahçenin Haliç yönündeki yüksek duvarı üzerinde inşa edilmiştir. 18. yüzyıl sonundan itibaren Boğaziçi’nin önem kazanmaya başlamasıyla birlikte terkedilmiş ve kısa bir sürede harabe haline gelmiştir. Sarayın taşları ve çeşitli parçaları II. Mahmut döneminde Sadabad Sarayı’nda yapılan çalışmalar sırasında kullanılmış ve arazisi, yakınında bulunan Şalupa Tersanesi’ne katılmıştır.

Topkapı Sarayı

Topkapı, dört yüz yıla yakın bir süre boyunca Osmanlı padişahlarına hem ikametgah hem de devletin yönetim merkezi olarak hizmet veren bir imparatorluk sarayıdır. Saray, İstanbul’un Bizans döneminden beri üst düzey bir yerleşim alanı olan yarımadanın, hem Boğaz ve Marmara Denizi’ni hem de Haliç’i gören noktasında inşa edilmiştir. Yaklaşık 600.000 metrekarelik bir alana yayılır. Dıştan Bizans ve Osmanlı döneminde yapılan surlar, içten de yüksek duvarlarla çevrilidir. Ana girişi Ayasofya Meydanı’na bakan Bab-ı Hümayun olup, dıştaki surlar üzerinde Bab-ı Hümayun’la birlikte Otluk Kapı ve Demir Kapı isimleriyle üç büyük kapı ve koltuk kapısı adıyla anılan beş küçük kapı bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı’nın yapımına ne zaman başlandığı tam olarak bilinmemekle birlikte inşaatın 1460’ların ortalarında var olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklar ve kitabelerden, Fatih dönemindeki ilk inşaatın 1478’de tamamlandığı öğrenilmektedir. Yapım çalışmaları dört yüz yıl boyunca devam etmiş ve tahta çıkan her padişahın yeni binalar eklemesiyle tüm dünyanın ilgisini çeken devasa bir kompleks haline dönüşmüştür. Saray-ı Cedid (Yeni Saray) adıyla bilinen bu kompleks Marmara sahilinde, Toplu Kapı yakınlarında bulunan ve Topkapı Sarayı adıyla anılan ahşap sahil sarayının 1863’te yanıp ortadan kalkmasından sonra aynı adla anılmaya başlanmıştır.

Topkapı Sarayı, gerek yerleşim düzeni, avlu ve binalarının isimleri ve gerekse bazı teşrifat yöntemleri açısından Edirne Sarayı ile büyük benzerlik göstermektedir. Saray, birbirine üç anıtsal kapıyla açılan art arda sıralanmış dört avludan oluşmaktadır. Bu avluların içine, çeşitli fonksiyonlara sahip bina ve köşkler yerleştirilmiştir.

Topkapı Sarayı; Birun, yani Dış Saray ve Enderun, yani İç Saray olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Birun; Birinci ve İkinci Avlu’yu, Enderun; Üçüncü ve Dördüncü Avlu’yu kapsamaktadır.

Birinci Avlu’ya, Arapça kitabesinde 883 H/1478 M tarihi bulunan Bab-ı Hümayun ile girilmektedir. Kaynaklardan ve eski resimlerinden, kapının üzerinde, Sultan Abdülaziz döneminde yanarak ortadan kalkan bir köşk bulunduğu anlaşılmaktadır Alay Meydanı adıyla da anılan Birinci Avlu, Topkapı Sarayı’nın en geniş alanlarından biridir. Yoğun ağaçlarla kaplı bu avluda iki ana yönde toplanan yapılarla, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış olup günümüze ulaşmayan Hasırcılar, Kuzbekçileri, Hasfırın, Sim Sakalar ve Neccarlar Ocakları gibi servis binaları bulunmaktaydı. Alanın sol tarafında, en önemli Bizans kiliselerinden biri olan Aya İrini yer almaktadır.

Topkapı Sarayı’nın Birinci Avlusu ile İkinci Avlusu birbirine Babüsselam (Orta Kapı) ile bağlanmaktadır. İmparatorluk yönetiminin gerçekleştirildiği yapıların yoğun olduğu bu alana, padişah dışında hiçbir görevli at üzerinde ya da arabayla girememektedir. Kapının iki yanındaki, kapı nöbetçileri ile tutuklu kişilerin kısa süre için hapsedildiği kule şeklinde yükselen mekanlara Kapı Arası adı verilmektedir.

Divan Meydanı da denilen İkinci Avlu’nun düzeni Fatih Sultan Mehmet döneminde biçimlenmiş ve bu düzen sonraki yüzyıllarda yapılan çalışmalarda da korunmuştur. Avluda; Has Ahırlar, Rant Hazinesi, İlk Divan, İç Hazine ve mutfaklar bulunmakta, ayrıca sol tarafta Harem’e giden araba kapısı yer almaktadır. Harem kapısı yakınlarına Harem Ağaları Dairesi yerleştirilmiştir. Sarayın tüm yiyecek ihtiyaçlarının sağlandığı çok büyük bir kompleks olan Mutfaklar yine bu meydanda olup ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış, ancak geçirdiği büyük yangın sonrasında 16.yüzyılda yenilenmiştir. Mimar Sinan tarafından planlanan, üzeri kubbeyle örtülü yirmi mekandan oluşan mutfaklar kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.

Burası özellikle Divan’ın toplantı günlerinde binlerce kişiye yemek verecek kapasitededir.

İmparatorluğun idare edildiği Divan ya da Kubbealtı, meydanın en görkemli binasıdır. İlk inşası Fatih dönemine ait olup, başta Kanuni dönemi olmak üzere, sonraki yüzyıllarda ihtiyaçlara uygun olarak değişikliklere uğramıştır. Divan’daki ana mekan, kubbe vezileri ve yönetim erkanının toplandığı, üzeri kubbeyle örtülü büyük salondur. Ayrıca Kalem Odası ve Sadrazam Dairesi olarak adlandırılan, üzerleri yine kubbeyle örtülü iki mekanı daha vardır. Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayarak Divan toplantılarına doğrudan katılmayan padişahların, istedikleri zaman toplantıları izleyebilmeleri için, haremle bağlantılı olan kafesli pencereyle örtülü bir mekan açılmıştır.

Divan binasının üzerinden, sarayın en yüksek yapısı olan Adalet Kulesi yükselir. Kulenin varlığı Fatih Sultan Mehmet döneminden beri bilinmekle birlikte bugünkü görünümünü II. Mahmut döneminde kazanmıştır. Kulenin özellikle ikinci katı Ampir üslubun Osmanlı dönemindeki saf uygulamalarından biridir.

Babüssade ile birlikte sarayın Enderun denilen iç bölümüne geçilmektedir. Üçüncü ve Dördüncü Avluları barındıran Enderun, padişahın özel yaşamına ayrılmış olan bölümdür. Akağalar Kapısı da denilen bu kapı, imparatorluk törenlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Cülus törenleri, bayramlaşmalar, yüzyıllar boyunca bu kapının önünde kurulan taht üzerinde düzenlenmiştir. Enderun Avlusu ya da Üçüncü Yer olarak adlandırılan meydanda, Osmanlı sivil mimarisinin son derece önemli yapıları bulunmaktadır. Kapıdan Üçüncü Avlu’ya girilince hemen karşıda, sarayın en büyük binalarından biri olan ve Fatih Sultan Mehmet dönemine tarihlendirilen Arz Odası yer almaktadır. 16-19. yüzyıl arasında çeşitli onarım ve yenilemeler geçirmiştir. Dikdörtgen plandaki yapı, dört yönden mermer parmaklık ve mermer sütunlarla taşınan geniş bir saçakla çevrilidir. Üstü, yekpare üçgen bir çatıyla örtülü olup içte, tahtın bulunduğu ana mekan ve arkada tonozla örtülü iki küçük mekana sahiptir. Arz Odası, padişah tarafından bayramlaşmalarda, daha sonradan da yabancı elçilerin kabulü törenlerinde kullanılmıştır.

Avlunun ortasında Enderun Kitaplığı olarak da anılan III. Ahmet Kitaplığı yer alır. Sultan III. Ahmet tarafından 1718’de yaptırılan bina, sarayda doğrudan kütüphane olarak inşa edilmiş tek yapıdır.

Sarayın en büyük camisi olan Akaağalar Camisi yine Fatih döneminde inşa edilmiştir. Müzeye dönüştürüldükten sonra kütüphane olarak kullanılmaya başlanan yapının sağ tarafında peygamberimizin hırkasının saklandığı Hırka-i Saadet Dairesi bulunmaktadır. Bu daire Yavuz Sultan Selim tarafından aynı yerde bulunan, Fatih devrine ait Has Oda’nın genişletilmesi suretiyle hazırlanmıştır. Büyük bir kubbe ile örtülü olan yapının etrafı revakla çevrilidir. Caminin hemen arkasında da padişaha ait yemeklerin hazırlandığı Kuşhane Mutfağı yer almaktadır.

Hazine Odası, Üçüncü Avlu’nun bir diğer önemli yapısıdır. Bu mekan sarayın Fatih Köşkü adıyla bilinen ilk binalarından biri olup Yavuz Sultan Selim döneminde Hazine Dairesi’ne dönüştürülmüştür.

Dördüncü Avlu’ya, Üçüncü Avlu’dan açılan bir geçitle ulaşılır. Erkek olarak yalnızca padişah ve sınırlı sayıda görevlinin girebildiği bu bölüm, Harem’i barındırması açısından bir anlamda kadınlara aittir. Avlu, Marmara Denizi ve Boğaz’a karşı çok güzel manzara sunan yüksekçe bir set üzerine konumlanmıştır. Dördüncü Avlu’da karmaşık plana sahip oda ve dairelerden oluşan Harem’in yanı sıra çok sayıda köşk bulunmaktadır.

Bağdat ve Revan Köşkleri, Dördüncü Avlu’daki en erken tarihli örneklerdir. Sultan IV. Murat tarafından Bağdat kentinin fethi anısına inşa edilen Bağdat Köşkü, yapıyı dıştan çevreleyen sivri kemerli revak ve çift kabuklu kubbesiyle özgün bir denemedir. Dış cepheleri, ikinci kattan itibaren çinilerle kaplıdır. Kaynaklarda, eskiden padişah sarıklarının muhafaza edildiği yer olması nedeniyle Sarık Odası ismiyle de anılan Revan Köşkü, yine aynı padişah tarafından, Revan Kalesi’nin fethi anısına inşa ettirilmiştir. Çini kaplamaları, sedef ve fildişi kaplamalı ahşap kapı ve pencere çerçeveleri ile ünlüdür.

Sofa Köşkü ya da Karamustafa Köşkü adıyla bilinen yapı, Lale Bahçesi’nin istinat duvarı üzerinde yer almaktadır. İnşa tarihi bilinmemekle birlikte, IV. Mehmet döneminde Sadrazam Karamustafa Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir (Eldem 1974: 261). Bugünkü görünümünü III. Selim ve II. Mahmut dönemindeki çalışmalar sırasında almıştır. İki sofalı plan tipi içinde değerlendirilen köşkün iç mekanında Rokoko bezeme hakimdir. Dış cephe, yine, Batı etkileri yansıtmaktadır.

III. Osman Köşkü, Harem’in güney yönünü çeviren sur duvarı üzerinde bulunmaktadır. 1754-1755 yıllarında inşa edilen köşk (Eldem 1973: 269), hem bir taşlığa açılmakta ve hem de bir galeri ile Harem’e bağlanmaktadır. Köşk, ortada büyük bir salon, iki yanda bu salona koridorlarla bağlanan birer odadan oluşmaktadır. Taşlığa bakan ön cephedeki dışa taşkın saçak, giriş kapısının üzerinde Barok bir hareketlenme oluşturmaktadır.

Kapının iki yanına Barok ve Rokoko özellikler yansıtan birer çeşme yerleştirilmiştir. Arkada, yan oda ve cumbalar arasındaki balkonlar, geleneksel Osmanlı mimarisinden farklılaşan, Batılı mimari elemandır. Köşkün iç mekanında geleneksel Osmanlı bezeme anlayışından uzaklaşan Batı kaynaklı bir süsleme programı ve Avrupa’dan ithal edilen çiniler kullanılmıştır. Ayrıca yine bu mekanlarda Rokoko etkili ocaklara yer verilmiştir.

Topkapı Sarayı’nın en son inşa edilen yapıları, Dördüncü Avlu’daki Mecidiye Köşkü ve Esvap Odası’dır. Abdülmecit devrinde Balyanlar tarafından inşa edilen Mecidiye Köşkü, hem planı, hem mimarisi ve hem de dekorasyon ve bezemeleri açısından geleneksel Osmanlı mimarisinden bütünüyle farklıdır. Köşk dikdörtgen plana sahiptir. Ana salona, yeni bir mekan olan antreyle girilmektedir. İç mekanlarda sedir ve minderlerin yerini koltuk, kanepe ve masalar; ocakların yerini üzerinde altın yaldız çerçeveli aynaların bulunduğu şömineler almıştır. Tüm bunlar artık Batı tarzı bir ev yaşamına geçildiğinin en önemli kanıtlarıdır. Köşkün dış cepheleri; plastik açıdan vurgulanmış Neobarok etkili çiçek çelenkleri ve meyveler, dışa taşkın plastırlar; Neoklasik etkili dentilli ve yumurta motif dizili friz gibi elemanlarla eklektik bir üslubu yansıtmaktadır.

Sarayın en küçük binalarından biri olan Esvap Odası, üslup olarak Mecidiye Köşkü ile aynı özellikleri göstermektedir. Köşk tek mekanlı bir yapıdır.

Topkapı Sarayı’nın en ilgi çekici bölümlerinden biri Harem’dir. Burası, cariye odaları, Valide Sultan daireleri, padişahlara ait odalar, büyük salonlar, hamamlar ve daha pek çok mekanıyla sarayın en karmaşık bölümüdür. Harem’de, Osmanlı bezeme sanatının, başlangıcından sonuna değin geçirdiği bütün evreleri izlemek mümkündür. Çini, geometrik süslemeler, stilize edilmiş bitkisel süslemeler ve yazı kuşakları gibi Klasik bezeme elemanlarının ve motiflerin yanı sıra, özellikle Batılılaşma döneminde Osmanlı mimarisine giren Barok, Rokoko, Ampir ve klasik süslemeler, en iyi sanatçılar tarafından en üstün örnekler olarak bu mekanlarda ortaya konmuştur.

Harem’de klasik bezeme programından Batılı bezemelere geçişi yansıtan ilk mekan, Hünkar Sofası ile I. Ahmet odası arasında kalan III. Ahmet’in Yemiş Odası’dır. Sarayın en küçük mekanlarından olan oda, beş metrekare civarında kareye yakın plandadır. Odanın dört duvarı, hiç boş yer kalmayacak şekilde bezemelerle kaplanmıştır. Duvar yüzeyleri farklı boylarda ahşap panolarla bölünmüş, bu panoların üzerlerine vazo ve kaplar içinde çiçek ve meyve kompozisyonları yapılmıştır. Daha önce yaygın olarak kullanılan stilize çiçek motifleri burada yerini natüralist bir anlayışa bırakmıştır. Öte yandan odada klasik anlayışı yansıtan motifler de kullanılmıştır.

Hünkar Sofası Harem’deki en geniş mekandır. Yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, onaltıncı yüzyılın son çeyreğine kadar uzandığı düşünülmektedir (Eldem-Akozan 1982: 127). Üzeri büyük bir kubbeyle örtülü sofada harem eğlenceleri düzenlenmekteydi. Hünkar Sofası, klasik Osmanlı ve Batılı üslupların birlikte değerlendirildiği bir bezeme anlayışına sahiptir. Plastır ve panolarla bölünen cepheler üzerinde çinilere yer verilmiştir. Mekanın pandandifle geçilen kubbesi kalem işiyle bezelidir.

I. Abdülhamit’in Yatak Odası olarak isimlendirilen mekanda ilk önemli çalışmalar III. Osman döneminde yapılmıştır. Rokoko ve klasik süslemenin en önemli öğesi olan yazı kuşağı ile bezeli mekanda ocak, çeşme ve yatağın yer aldığı baldaken en önemli mimari ve dekoratif elemanlardır.

Odanın III. Osman taşlığına doğru çıkma yapan kısmı Sultan III. Selim döneminde yeniden düzenlenmiştir.

Gözdeler Dairesi, Harem’in güneyinde, Altın Yol üzerinde bulunmaktadır. L plan şemasında ve dış sofalı olarak inşa edilen yapı Sultan I. Ahmet dönemine tarihlenmektedir. Daire iki katlı olup özellikle üst katında yoğun şekilde Batı anlayışlı bezeme göze çarpmaktadır. Dairenin yoğun bezemeyle kaplı iki büyük sofası bulunmaktadır. Uç kısımdaki sofaya Rokoko kıvrımlı alçı bir ocak yerleştirilmiş, odalar ise sofalara nazaran daha sade şekilde düzenlenmiştir.

Harem’in en önemli mekanlarından biri Valide Sultan Dairesi’dir. Harem bölümünün batı ucundaki daire Sultan IV. Mehmet dönemine tarihlendirilmektedir. Bu bölüm daha sonraki padişahlar döneminde onarımlar geçirmiştir. Valide Sultan Dairesi; Oturma Odası, Dua Odası, Yemek Odası ve Yatak Odası olmak üzere dört mekana sahiptir. Bu odalarda Klasik Osmanlı bezemesi ile Batı kaynaklı motifler bir arada, son derece özgün bir anlayış içinde ele alınmıştır.

III. Selim Dairesi, tahta çıkar çıkmaz 1789’da padişahın kendisi tarafından inşa ettirilmiştir. Harem’in kuzey-batı köşesinde yer alan daire, biri alt diğeri üst katta olmak üzere iki odaya sahiptir. Mekanlar geleneksel Osmanlı oda düzenini yansıtmakla birlikte bezemelerde yoğun şekilde Rokoko üslubunun etkileri izlenmektedir.

III. Selim’in 1790’da annesi için inşa ettirdiği Mihrişah Valide Sultan Dairesi (Eldem-Akozan 1982: 136), Valide Sultan Dairesi’nin üzerinde yer almaktadır. Daire; Sultan Odası ve Sultan Sofası olarak adlandırılan iki mekandan meydana gelmektedir. Özellikle sofa bölümü natüralist çiçek motifleri, Rokoko anlayışta kıvrım dallar ve perspektifli duvar resimleriyle Topkapı Sarayı’nın Batılılaşma dönemini her yönüyle gözler önüne sermektedir.

Şehzadeler Mektebi, Harem’deki en erken tarihli yapılardan biridir. İlk inşası 17.yüzyıla götürülen yapı (Eldem-Akozan 1982: 132) I. Mahmut döneminde günün anlayışına uygun olarak yeniden düzenlenmiştir (Uzunçarşılı 1988: IV, 332). Dikdörtgen planlı bir mekana sahip olan mektep, III. Ahmet’in Yemiş Odası’nda olduğu gibi, bezeme açısından Topkapı Sarayı’ndaki değişimlerin ortaya çıktığı ilk mekanlardan biridir.

Topkapı Sarayı’nın kara tarafında, Soğukçeşme kapısının ilerisindeki sur duvarı üzerinde bulunan Alay Köşkü’nün ilk inşa tarihi Fatih Sultan Mehmet’in saltanat yıllarına kadar gider. Daha sonra aynı yerde III. Murat’ın ahşap bir köşk inşa ettirdiği bilinmektedir (Uzunçarşılı 1984: 25).

Günümüzdeki köşk ise 1820 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Köşk sur duvarı üzerine mermer konsollarla oturtulan sekizgen bir ana mekan ile geriye doğru uzanan dikdörtgen mekanlardan oluşur. Mimari ve bezeme açısından ampir üslup özellikleri gösteren Alay Köşkü, saraydaki en sade yapılardan biridir.

Doç. Dr. Necla Arslan SEVİN

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 204-210


Kaynaklar:
♦ Anhegger, M., 1986. Padişahın Evi Harem, İstanbul.
♦ Arel, A., 1975. 18. Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İstanbul.
♦ Arslan, N., 1992. Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul (18. Yüzyıl Sonu ve 19. Yüzyıl), İstanbul.
♦ Arslan, N., “XVIII. Ve XIX. Yüzyıl Sahil Sarayları”, Osmanlı, C. 10, ss. 429-434.
♦ Baykal, K., 1985. “Bursa’da Saray ve Köşk”, Millî Saraylar Sempozyumu/Bildiriler, İstanbul, ss. 31-34.
♦ Davis, F., 1970. The Palace of Topkapı in İstanbul, New York.
♦ Eldem, S. H., 1979. İstanbul Anıları, İstanbul.
♦ Eldem, S. H., 1969-1974. Köşkler ve Kasırlar, 2 cilt, İstanbul.
♦ Eldem, S. H., Akozan, F., 1982. Topkapı Sarayı-Mimari Bir Araştırma, İstanbul.
♦ Erkins, Z., 1959. Topkapı Sarayı, İstanbul.
♦ Eyice, S., 1988. “İstanbul (Tarihi Eserler-Saraylar)”, İslam Ansiklopedisi, C. 5/2, İstanbul. Goodwin, G., 1971. A History of Ottoman Architecture, London.
♦ Koçu, R. E., 1960. Topkapı Sarayı, İstanbul.
♦ Miller, B., 1931. Beyond the Sublime Porte, New Haven.
♦ Öz. T., 1963. Topkapı Sarayı’nda Fatih Sultan Mehmet II’ye Ait Eserler, Ankara.
♦ Öztürk, S., 1999. “I. Ahmet Döneminde Edirne Sarayı Tamiri”, Osmanlı, C. 10, ss. 435, 439.
♦ Rifat Osman, 1989. Edirne Sarayı, (Haz. S. Ünver), İstanbul.
♦ Sezer, S., 1992. Topkapı Sarayı Mimarisinde Batılılaşma Dönemi, (İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul.
♦ Sözen, M., 1990. Devletin Evi Saray, İstanbul.
♦ Sözen, M. vd., 1975. Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul.
♦ Şehsuvaroğlu, H., 1961. “Edirne’de Fatih Sarayı”, TTOK Belleteni, S. 232-233, ss. 10-11.
♦ Uluçay, M. Ç., 1941. Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi, Manisa.
♦ Uzunçarşılı, İ. H., 1984. Osmanlı Devletinde Saray Teşkilatı, Ankara.
♦ Üçbaylar, E., 1991. “Saray-ı Amire (Manisa Sarayı)”, Manisa, S. 1.
♦ Ülgen, A., 1999. “Osmanlı Saray, Kasır ve Köşkleri”, Osmanlı, C. 10, ss. 400-428.
♦ Ünver, S., 1937. “Üsküdar Kavak Sarayı Hakkında Vesikaları Sıralama ve Bir Deneme I-II”, Yücel Aylık Kültür Mecmuası, C. 5, S. 26, ss. 175-178, 215-218.
♦ Ünver, S., 1939. “Edirne Sarayı’nda Kum Kasrı”, Arkitekt, S. 9/11-12, ss. 253, 257.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.