Eski Bulgarların bir grubu Kuzey Dağıstan’ın düzlük alanlarına yerleşirken, diğer grup da Derbent geçidinin güneyine düşen Albanya denen (şimdiki Azerbaycan) topraklarına yerleştiler. O dönemde Kafkas Bulgarları, Burcanlar diye genel bir isimle anılıyorlardı. Bu metinde onları Dağıstan Bulgarları diye adlandıracağız.
Birinci yüzyılın başlarından itibaren (M. S. 15 ve 47 yılları arasında) Orta İdil havzasında, şimdiki Samara bölgesinde, Kinel (Khinel) nehrinin kıyısında bir Bulyar Prensliği (Atil) vardı. Prenslik, Kama (Tarkan) -Kuzey Çin’den, Bulgarlarla yakın ilişki içindeki, Utigurlarla beraber gelme- tarafından kurulmuştu.
Bulgarların tarihteki kaderi Hunların batıya doğru ilerlemeleriyle doğrudan ilintilidir.
1. Hunların Batıya Doğru İlerlemeleri ve Bunun Sonuçları
Hunların toplu bir şekilde Volga’nın batısına yerleşmeleri, Bulyar boyunun başını çektiği, Hunoğur Hunlarının ilerlemeleriyle bağlantılıydı. 4. yy.’ın başlarında Hunoğurlar, Tarbagatay bölgesinden Bulyar boyundan Bulümar’ın (Yunan kaynaklarında Belemer diye geçer) öncülüğünde ayrılmışlardı. İlk başta Hunoğurlar Yedisu bögesine yerleşmek istediler. Olmayınca, biraz daha batıya ilerleyip, M.S. yaklaşık 329 yılında Orta İdil havzasına ulaştılar. Bu sırada Utigler başsız kalmışlardı. Prensliğin en son hükümdarı Bulyar Djoka-utig, oğullarıyla birlikte İskandinavlarla yapılan bir savaşta öldürülmüştü.[1]
Bu sebeple Utigler, Bulümar’ı hükümdarları olarak kabul ettiler. Bulümar Bulyar Prensliği’ni 30 yıl kadar yönetti. 359-360 kışı çok çetin geçmişti, o kadar ki gür ormanlardaki güçlü ağaçlar yarılmış, kuşlar başka memleketlere göç etmişti. İlkbahar ve yaz döneminde hiç yağmur yağmamıştı. Büyükbaş hayvanların ölmesiyle birlikte kıtlık başlamıştı. Halkını ölümden kurtarmak için Bulümar Hunoğurları İdil’den batıya doğru sürdü. Hazar’ın ovalık bölümlerinde yaşayan Utigler, Khotlar ve Hunların bir kısmı da Hunoğurlara katılmıştı. Bizans ve Latin tarihçileri onları toplu bir şekilde Hunlar diye adlandırmıştı. Hunlar M.S. 360 yılında Volga’yı geçtiler (M.S. 350 diye de rivayet edilir).[2]
Alanlar Hunların batıya doğru ilerlemelerine engel olmaya çalıştılar. Alanlar şimdiki Osetlerin ataları, (uzun zaman önce Sindler-Urtulardan ayrılan) Kara Saklanların da torunlarıydılar. Prens Boz- Urus önderliğindeki Alanlar Polonyalıların (Sarmatyalılar) savaş tekniklerini kullanıyorlardı. Kılıç kuşanmış atlı askerler diğer silahlı askerler tarafından çevrelenmiş bir şekilde korunuyorlardı. Alanlar atlarının boyunlarına zincirlerle uzun mızraklar bağlamışlardı. Böylece mızrak, hızla giden attan hız alarak daha iyi saplanabiliyordu. Düşman piyadelerini kolayca geçebildikleri için hafif oklarla donanmışlardı.[3]
Ammianus Marcellinus, 4. yy. sonundaki Hun savaş teknikeri ile ilgili olarak yazdığı bir yazıda: “Hunlar uzaktan büyük maharetlerle attıkları, sivri başlıklı oklarla ve ellerindeki kılıçlarla, kendilerinden geçercesine savaşıyorladı. Eğer düşman kılıçlarla hücuma geçerse, kementlerle kıskıvrak yakalanıyor, böylece yaya ve atlı birlikleri hareketsiz hale getiriliyordu.” diye bahsediyordu.[4]
Ammianus Marcellinus Hun akınlarını dağlardaki kar fırtınasına benzetirken, tarihçi Jeronimus (5. yy.) Hunları arı bulutuna benzetiyordu. Hun hücumu o kadar güçlü ve azgındı ki, Alanlar çözülüp panik içinde batıya doğru geri çekilmeye başladılar. Kuzey Kafkaslar’da yaşayan diğer halklar da Alanlarla birlikte çekilmeye başladılar. Bu olay aynı zamanda meşhur Kavimler Göçü’nün de başlangıcı oldu.
4. yy.’ın 60’larının ikinci yarısı ve 70’lerinin başında, Hunlar, Azak (Meotida diye geçer) denizinin doğu kıyılarına ve Don nehrinin düzlüklerine geldiler. Burada Sarmat Yazıglar ve Roxolanlar yaşıyorlardı. Hunların akınlarına karşı koyamadılar. Utigler ve Khotlar ataları Kimmerlerin vatanına geri döndüler.
375 ve 376 yıllarında Don kıyılarına geldiklerinde Hunlar Ostrogotlarla karşılaştılar. Liderleri, Kral Germanariks’di. Gotlar Karadeniz’in kuzeyine 2. yy.’ın ikinci yarısında gelmişlerdi. Yerleştikleri yelere göre ‘Vest’ ve ‘Ost’, yani Batı ve Doğu Gotları diye gruplandırılmışlardı. Ostgotlar (Ostrogotlar), Dinyester ve Don’un batı yakasına yerleşirken, Vestgotlar (Vizigotlar), Eflak ve Moldovya’ya yerleştiler.
Bir tesadüf üzerine (Hun avcıları bir geyiğin, 3-4 km’lik dar Kerç Boğazı’ndan geçebildiğini görünce) Hunlar, Don’un kum birikintileriyle sığlaşmış, Kerç Boğazı’ndan Kırım yarımadasına geçtiler ve Ostrogotlara arkalarından saldırdılar. Yenilen Ostrogotlar batıya doğru çekildiler.
2. Hun Devleti’nin Kurulması
Hunların Volga’dan batıya doğru ilerlemesi esnasında, Kuzey Kafkaslarda ve Azerbaycan’da yaşayan Bulgarlar da onlara katıldılar. Daha önce Bulgarlar, Alan prensi Boz-Urus’a hizmet etmişlerdi. Ne zaman Hun lideri Bulümar, Dulo Uruğu’nun “kuyruğunda renkli şeritlerle düşen bir kırmızı top bulunan” bayrağını kaldırdı,[5] onlar da bu harekete katıldılar.
Bulgarlar anladılar ki yakın akrabaları Hunlar sınırları aşarak yaklaşıyorlardı.
Bulümar’ın en büyük oğlu Prens Alp Bulgarlar ve Hunlardan oluşan bir orduyla Sadumları (İskandinavları) yendi ve onları İtalya topraklarına kaçmaya zorladı. Daha sonra Tuna nehrinden geçerek 378 yılında 80 bin kişilik Bizans ordusunu Edirne yakınlarında (Bulgarların Kan-Dare dedikleri yerde) bozguna uğrattı.[6]
Savaş ganimetleri arasında imparatorluk tacı da vardı. Prens Alp bu tacı babasına sundu ve Bulümar da bu tacı takarak kendini Hunların Hanı (hükümdar) ilan etti. Fakat Bulümar, zaferin şerefine verilen bir ziyafette birdenbire öldü. Yerine Alp han oldu. Hun Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Toprakları İdil’in aşağı kısımlarından, Tuna’nın aşağı kısımlarına kadar uzanıyordu. Hunların bir kısmı Bulgarlara katıldı. Böylece Bulgarların sayıları çok artmıştı. O zamanlarda (M.S. 4. yy.’ın 80 ve 90’larında) Bulgarların en önemli boyları Erdim, Bakil (Boyandır), Seber, Agaçir, Karka, Utig ve Kimer’di, ki Hun Devleti içindeki etkileri gittikçe artıyordu.[7]
Alp Han öldüğü zaman, naaşı, eteklerinde şimdiki Kiyev şehrinin kurulduğu, Kuyantau’da (Kuyan Dağı) yakıldı. Mezarının başına Dulo kabilesinin büyük bir taş tamgası yerleştirilmişti. Bu tamga ‘Baltavar’, yani “Prenslerin Efendisi” anlamına geliyordu ve Y şeklindeydi. ‘A’ işareti balta, ‘U’ ise yay anlamına geliyordu.[8] Baltavar da genel olarak imparatorluk otoritesini simgeliyordu.
Hun Devleti asıl gücüne Alp’in torunu Atilla yönetiminde ulaştı. Atilla, Avrupa kaynaklarında Muncuk diye bilinen ve M.S. 434’te ölen, Aybat’ın oğluydu. Aybat’ın ölümünden sonra Hunları, oğulları Atilla ve Bleda yönettiler. Atilla Don nehrinin batısındaki Hunları, kardeşi Bleda doğusundakileri yönetiyordu. M.S. 444 veya 445 yılında Atilla Bleda’yı öldürdü ve tek başına bütün Hunların başına geçti.
Atilla’yı görmüş bir kişi olan, tarihçi Priscus’un tanımlamasına göre Atilla, kısa boylu, geniş göğüslü ve büyük kafalı biriydi; gözleri küçüktü, sakalı ince ve ağarmıştı; geniş burunlu ve esmer tenliydi.[9]
Böylece Atilla 448’de ortaya çıkmış oldu. O zamanlar Hun hükümdarının ikametgahı, M.S. 405-406 yıllarında ele geçirilen, Pannonia’daydı (şimdiki Macaristan). Başkent, her ikisi de Tuna’nın kolları olan, Tizsa ve Temeş nehirlerinin arasında bulunuyordu ve yerleşim alanı olarak çok geniş bir araziye yayılmıştı. Neredeyse zamanın ‘en büyük şehri’ denebilirdi. Etrafı parlak tahtadan duvarlarla çevriliydi, tahtalar öyle sağlam izlenimi veriyordu ki birleşim yerleri ancak çok yakından bakıldığında seçilebiliyordu.”[10]
Yerleşim bölgesinin içinde etrafı büyük çitlerle çevrilmiş bir alan vardı. Burada bir çadır ve Atilla’nın sarayı bulunuyordu. Bir tepenin üzerine kurulan ve üzerinde kuleler bulunan saray oymalarla dekore edilmişti.
451 yılında, Atilla Tisza kıyılarından Ren nehri kıyılarına doğru, Vizigotlara karşı sefere çıktı. Seferin esas nedeni Vizigot kralının, karısını, Atilla’nın kızkardeşini, zehirlemesiydi. 451 yılının Haziran ayının ikinci yarısında Katalonya ovasında (Fransa’nın Champagne bölgesi) Avrupa’nın iki güçlü ordusu ölümüne savaşa tutuştular. Atilla’nın ordusunda, Hunların yanı sıra, Bulgarlar, üç kardeşin (Valamir, Thiudimer, Vidimer) komutası altında Ostrogotlar, ve Ardaric komutasındaki Gepidler yer alıyorlardı. Diğer ordunun başındaysa Vizigotların kralı Theodoric ve ünlü Bizans kumandanı Aetius vardı. Romanlar ve Alanlar da Vizigotların yanında savaşa katılmışlardı.
Savaşı Atilla kazandı. İki taraf da 180 bin askerini kaybetmişti. Ve artık Avrupa’da Atilla’yla boy ölçüşebilecek başka bir kuvvet kalmamıştı.
453’te Atilla tekrar evlenmişti. Gelin olarak da olağanüstü güzellikte, İldiko adında bir genç kızı seçmişti.[11]
Düğünün ertesi günü “kraliyet mensupları ters giden bir şeylerden şüphelendiler. Büyük tatışmalardan sonra kapıyı kırıp içeri girdiklerinde Atilla’nın yara almadığı halde kanlar içinde yerde yatan ölüsünü ve duvağının altından boynu bükük bir halde ağlayan genç kızı buldular.”[12]
Düğün sırasında Atilla çok fazla içmişti. Düğün odasına çekildikten sonra yüzüstü yere düşmüş ve çok yoğun bir şekilde burnu kanamaya başlamıştı. Daha sonra şiddetli akan kan yerde birikmiş, ve Atilla kendi kanında boğularak ölmüştü. Atilla Tisza ırmağının yanındaki Kereşa ırmağının kuzeyinde yer alan, kendi başkentinde ölmüştü. Erkekler, Hunlarda adet olduğu üzre, saçlarını yolup, derin yarıklarla yüzlerini korkunç hale getirerek, kadınsı feryatlar ve ağlamalarla, kanlarını akıtarak büyük savaşçılarının yasını tutuyorlardı.[13]
Atilla’nın naaşı defnedilmek için bozkıra götürüldü. Gömüleceği yere içiçe ipekten iki çadır kuruldu. En iyi Hun süvarileri atlarını halkalar şeklinde çadırın etrafında sürüyorlardı. Hunlar anıtsal bir mezar (kurgan) inşaa ettiler ve gösterişli bir ayinden sonra büyük liderlerinin naaşını yaktılar. Atilla’nın naaşı önce altın, sonra gümüş ve en son da demirden bir tabutun içine konmuştu. Altın ve gümüş tabutlar iki imparatorluğun -Gotların ve İskitlerin (Sakalar)- fethini ve demir tabut da geri kalanları sembolize ediyordu. Bir lahitin içine Atilla’nın savaşta kullandığı silahını ve değerli taşlarla bezenmiş, parlayan zırhını koydular. Yerinin gizli kalması için, lahit gece kazdırılmış ve kazıda çalışan işçiler hemen orda öldürülmüşlerdi. Atlılar da kazılan yer belli olmasın diye bütün bölgeyi atlarla çiğnemişlerdi. Böylece, Bizans imparatoru II. Theodosius’u (450’de öldü) yıllık 2 bin altın livre vergiye bağlamayı başaran, daha sonra anıldığı gibi, “Hunların büyük Hanı, cesur kavimlerin efendisi” Atilla’nın hayatı sona ermiş oldu. Anısı sadece Bulgarlarda değil daha birçok toplumda kaldı. Örneğin Cermen destanı “Nibelunların Şarkısı”nda kendisinden Etzel diye bahsedilirken, İskandinav epik şiirlerinde Atli adı altında geçiyordu.[14]
3. Altınoba-İlk Bulgar Devleti
Atilla’nın ölümünden hemen sonra, oğulları arasında babasının mirası için bir çekişme başladı. Mirasın en önemli kısmı Hun halkıydı. Ortaklaşa verdikleri bir karara göre yönetilecek halkı birçok parçaya ayıracaklardı. Bu karar, Atilla’nın uzun yıllar yanında olmuş ve danışmanlğını yapmış olan, Kral Ardarik’i kızdırmıştı ve bu kızgınlık daha sonra düşmanlığa dönüşecekti. 453 yılında Pannonia’da, şimdiki Netova nehrinin (Sava’nın bir kolu) yakınlarında Hunlar ve müttefikleri, Gepidlerle savaşa tutuştular. Savaş çok uzun sürdü ve sonunda Gepidler kazandılar. Savaş esnasında Atilla’nın en büyük oğlu Illak (Ellak), ki babasının gözdesiydi, öldürüldü. Illak’ın kardeşleri Tingiz ve Bel-Kermek askeri bir kampta kuşatma altında mahsur kalıp iki sene boyunca savunma durumunda kaldılar. Fakat 455 yılında müzakere yapmak zorunda bırakıldılar. Müzakereler sonucu, Gepid kralı Ardarik kuşatmayı kaldırıp Tingiz ve Bel-Kermek’i Bulgarlarla birlikte serbest bırakmaya ikna oldu, fakat geri kalan askerlerin esir olarak alınmasına karar verildi.
Bulgarlar cesaretleri ve hızlı taarruzlarıyla ünlenmişlerdi. Omuzlarında büyük yaylar ve uzun oklar, kırmızı bakırdan bıçaklar, ağlar ve ipler vardı. “Bulgarlar dört nala giderken düşmanlarının üzerine ağ veya kement atmakta hünerliydiler.”[15]
Tingiz ve Bel-Kermek, Bulgarlarla birlikte Pannonia’dan (Macaristan) ayrılıp Dinyeper’in denize döküldüğü yere doğru ilerlediler. Fakat yol üzerinde Galiçyalılar (Cermen halkından, Norveçli- İskandinav) tarafından pusuya düşürüldüler.[16] Çarpışmada Tingiz öldürüldü. Bel-Kermek Bulgarları motive etmek için “Asses’in (Tarvil-M. Z.) ucunda yarım ay olan kımızı direğini bayrak olarak kaldırmalarını emretti.”[17] Ve nihayetinde Bulgarlar kuşatmayı kırıp Aşağı Dinyeper’e doğru yol almaya devam ettiler.
Yukarda bahsedilen olaylar önemli değişiklikleri de beraberinde getirdi. Şöyle ki, Gepidler, Tuna ve Olt nehirlerinin ve Karpat dağlarının arasında kalan Tisa kıyılarındaki Pannonia ovasını ele geçirmiş bulundular ve bu olaylar yine büyük bir insan kitlesinin göç etmesine sebep teşkil etti.
Hunlar, Sadagariem, Küçük İskitya’ya (şimdiki Dobruca) ve Aşağı Mesia’ya yerleştiler (Tuna’nın doğu kıyıları, Tuna ve Balkan Dağları arasında, Tuna’nın sağ kolu olan Iskyr nehrine doğru olan kısım). Atilla’nın dördüncü oğlu Ernak da bir kısım Bulgarla buraya yerleşmişti.
Atilla’nın öteki iki oğlu, Emnetzur ve Ultzindur, kendi tebalarıyla birlikte Kırım yarımadasından ayrılıp, Tuna’nın doğu kıyılarına doğru ilerlediler. Yani Bizans topraklarına girip Vidin ve Olt nehrinin denize döküldüğü yer arasında yerleşmiş oldular. 6. yy.’da bu bahsedilen halklar, Sacromontisi ve Fossatisii diye biliniyorlardı.[18]
Bel-Kermek Bulgarlarla beraber Kırım kıstağı ve Dinyeper ırmağının ağzı arasında kalan Kuzey Kırım steplerine yerleşti (Hunlar bu bölgeye Var, Bulgarlarsa Buri-Chai diyorlardı). Topraklarındaki güvenliği sağladıktan sonra, Bel-Kermek Altınoba (Altın Karargah) adında bir beylik kurduğunu ilan etti. Atilla’nın Roma’daki Altın Baş kuşatmasının anısına beyliğe bu isim verilmişti. (Altın Baş-Golden Head veya Golden Cupolas) Bel-Kermek kendini Baltvar olarak ilan etti. Daha önce Dulo kabilesinin tamgası anlamına gelen Baltavar kelimesi şimdi ‘lider’ anlamında kullanılmaya başlanmıştı (Tam olarak çevrilirse “Beylerin Efendisi” anlamına gelir).
Böylece 5. yy.’ın 50’lerinin ikinci yarısında Dinyeper ırmağının denize döküldüğü yer ve Kırım kıstağı arasında kurulan Altınoba Beyliği ile ilk Bulgar Devleti kurulmuş oldu. Ve kurucusu da Atilla’nın üçüncü oğlu Bel-Kermek’ti.
Altınordu Beyliği’nin kurulmasından hemen sonra Pannonia’dan (Tuna ve aşağı Sava arasındaki bölge) Ultinzurlar, Bittugurlar ve Bardolar gibi Hun halkları da beyliğe geldiler ve kısa bir zaman sonra onlar da Bulgarlaştılar. Hunlar Bulgarlardan ‘Bulgar’ kelimesini almışlar, ve Bulgarlar da Hunların Türk lehçesini asimile etmişlerdi.
Böylelikle, Atilla’nın ölümünden sonra (453), onun tarafından kurulan Hun birliği dağılmış oldu. Hunların bir kısmı İtalya’ya, bir başka kısmı Balkan yarımadasına yerleşirken, üçüncü kısmı ise Tuna’nın sol tarafında, Pannonia’da kaldılar. Ancak 5. yy.’ın 50’lerinin sonu 60’larının başında, birçok Hunlu, Karadeniz ve Kafkaslar’ın kuzeyindeki bozkırlara yerleşirken, onlarla yakın ilişkide olan Kotlar, Don’un aşağı kısımlarına, Utigler de Kuban’nın aşağı ve orta kısımlarına yerleştiler. Yaklaşık olarak iki bin yıl sürmüş olan Hun toplumunun kurumsal varlığı yok olmaya yüz tutmuştu. Bulgarlar, Kuzey Kafkaslar, Kırım ve Karadeniz’in kuzey bölgelerinde hakim konuma gelmeye başladılar. 5. yy.’ın 60 ve 70’li yıllarındaki gelişmeler de Bulgarların bu doğrultudaki yükselişlerini hızlandırdı.
5. yy.’ın 60’larında, Bel-Kermek hayattaydı ve Sabanlar, Karadeniz steplerini işgal etmişlerdi. Avarlar Yedisu bölgesinden onları çıkarmıştı.[19]
Avarlar Kuzey Çin’de kalan Hunlardandı. Kuzey Çin’den sürüldükten sonra Avarlar, Yedisu’ya gelmişler ve Sabanlara zulmetmişlerdi. Daha sonra Karadeniz’in kuzeyine gelen Sabanlar da hırslarını orada yaşayan Hunlardan çıkarmaya ve Hun kabilelerini yok etmeye başladılar. Sabanlar Hunların bir kısmını Kafkaslar’ın öteki tarafına, diğerlerini de Kuzey Dağıstan’a, Dağıstanlı Bulgarlara sığındıkları yere, sürdüler. Üçüncü kısım Hunlar da Bel-Kermek’e sığındılar ve Altınoba Beyliği’ne yerleştiler.[20]
Oka nehrinin kuzeyinde yaşayan Murdaslar (Burtas) ciddi bir şekilde Hunlardan nefret ediyorlardı. Bu yüzden Hunları ve onları kabul eden Bulgarları yok etmek için Sabanlarla birleştiler. Fakat Bel-Kermek hem Hunları hem de Bulgarları onlardan kurtarmayı başardı. Çünkü Masgut hükümdarının kızıyla evlenmişti ve Murdaslar Masgutlardan korkarlardı. Bu sebeple Bulgarlara saldırmaya cesaret edemediler. Böylece Bel-Kermek Bulgarları saldırı tehlikesinden kurtarmış oldu.
Bel-Kermek’ten sonra en büyük oğlu, Masgut lakaplı, Çuraş başa geçti ve Altınoba Beyliği’nin sınırlarını genişletti. 498-499 kışında Bizans ordularını yenerek Tuna’nın sol tarafını ele geçirdi. Sabanlar, yaptığı bir iyilik karşılığı ona Tuna (Sula) ve Kırım yarımadası (Calda) arasındaki toprakları verdi.
Çuraş’dan sonra Baltavar, Bulgar hükümdarı, olarak oğlu Tatra başa geçti. Kendisi Bizans İmparatorluğu’na karşı yapmış olduğu başarılı seferleriyle tanındı. Tatra’nın oğlu Boyan-Çelbir’in yönetimi döneminde ise Bulgarların tarihteki kaderlerini derinden etkileyen iki önemli gelişme meydana geldi.
İlki, Kazak Türkleri tarafından Yedisu’dan sürülen Avarların Avrupa’ya gelmesiydi.[21] Eski düşmanlarından korkan Sabanlar, Boyan-Çelbir’den onları Avarla’a karşı koruması için ricada bulundular. Boyan-Çelbir de duruma ilginç bir çözüm buldu. Avar kağanı Tubcak ile isim alışverişinde bulundular: Boyan-Çelbir oğluna Avar kağanının adını, Tubcak adını verirken, Avar kağanı da kendi oğluna Boyan adını verdi.
İkinci gelişme ise Bulgarların ikiye ayrılmasıydı. Boyan-Çelbir’in oğlu Atrak Dağıstan Bulgarlarının (Burcanlar) yöneticisi olarak atandı ve bu Bulgarlar artık Ak-Bulgarlar adıyla anılmaya başlandı. Batıdaki Bulgarlar ‘Kara’, doğudakiler ‘Ak’, kuzeydekiler ‘Kuk’ ve güneydekiler de ‘Sara’ veya ‘Sarı’ olarak adandırıldılar.”[22]
Baltavar Boyan-Çelbir’in yönetiminde kalan Bulgarlar Kara-Bulgarlar (Batı Bulgarlar) diye adlandırılmıştı. O dönemde Kara Bulgarlar Avar kağanı ile yakın ilişki içindeydiler. Bütün bu gelişmeler M.S. 559 ve 565 yılları arasında cereyan ediyordu.
Bu doğrultuda artık Batı Bulgar Beyliği, Kara-Bulgarlar diye, Doğu Bulgar Beyliği de Ak-Bulgarlar diye geçecekti.[23]
590 yılında Boyan-Çelbir öldü. Oğlu Tubcak Kara-Bulgarların Baltavar’ı oldu. Avarların yanında Bizanslılara karşı savaştı ve Bulgarlar tarafından Ulçi diye adlandırılan, Slavları hakimiyeti altına aldı. Daha sonra Bulgar Baltavar’ı 200 bin Ulçi’yi Kara-Bulgar Beyliği’nin Kuzey sınırında Karpat Dağları (Bulgarlar bu dağlardan Üç Uli-“Üç oğul” diye bahsederler) ve Dinyeper (Buriçay) civarlarına yerleştirdi.[24] Bunlar daha sonra Ançi (Antae) olarak adlandırılmaya başladılar. ‘Ançi’ kelimesi ‘sınır bekçisi’ veya ‘sınır adamları’ anlamına geliyordu. Buna istinaden Ançiler, Bulgarlar tarafından Karpatlar’a ve Dinyeper üzerine yerleştirilen Slavlardır.
605 yılında Kara-Bulgarların Baltavar’ı Tubcak öldü. Yerine en büyük oğlu Bu-Yurgan Kara- Bulgarların Baltavar’ı oldu. Bu-Yurganın adı Yunan kaynaklarında Organ diye geçer.
Bu-Yurgan (Yurgan aynı zamanda Saban kabilelerinden birinin ismidir) iri biriydi ve olağanüstü güçlü olmasıyla biliniyordu ki lakabı, efsanevi güçte, koca boğa anlamına gelen, Ar-Buga diye geçer. Fakat Bu-Yurgan Kara-Bulgarları Baltavarlık tahtında fazla kalmadı. Avarlarla yapılan bir anlaşmaya göre Kara-Bulgarlara Avar kağanının düzenlediği her askeri sefere katılma zorunluluğu getirilmişti. Bu-Yurgan’ın Baltavar olmasından hemen sonra Avar kağanı Bizans’a karşı bir sefer düzenlemeye karar verdi. Birleşik Avar ve Bulgar güçlerinin Bizans şehirlerinden birini kuşatmaları sırasında, Avar kağanı önce Ançileri sonra da Bulgarları hücuma göndermişti. Bir ara kağan şehrin savunmasının kırıldığını görüp Bulgarlara yerlerini Avarlara bırakması için emir vermişti. Fakat Bizanslılar yedekte beklettikleri kuvvetleri savaşa soktular ve Avarları yendiler. Kağan bu duruma çok öfkelendi ve ve yenilgiden Bulgar Baltavarı Bu-Yurgan’ı sorumlu tuttu. Bunun üzerine Kağan Bu-Yurgan’ı Baltavarlıktan uzaklaştırdı ve yerine genç kardeşi Alburi’nin getirilmesini emretti.
4. Eski Büyük Bulgaristan
4. yy.’ın başında eski Bulgar Devleti’ni yeni bir gelişme aşamasına sokacak olan olaylar meydana geldi. O zamanlar öncelikli statüde bu vardı.
Öncelikle aşağı İdil’den, Aşağı Tuna’ya kadar uzanan geniş alanda eski Bulgarları (Sümerlerin torunları), onlarla yakın ilişkideki Kotları (Kuturgular) ve Utigler (Uturgurlar), bir kısım Hun halkı ve kabilelerini ve de Sabanları içeren bir Bulgar etnik sistemi gelişti. Bu karışık etnik yapıyı daha sonra birleşmiş, örnek bir toplum oluşumu takip etmiştir.
İkinci olarak, 7. yy. başına kadar, Bulgar Devleti iki olgunlaşma evresinden geçti: Altınoba Devleti’nin kurulmasıyla tamamlanan, oluşum aşaması, ve iki beyliğin Kara Bulgar ve Ak Bulgar- kurulmasıyla son bulan güçlenme aşaması.
Bu-Yurgan, Baltavarlıktan uzaklaştırıldıktan sonra, Bulgarların bir kısmıyla beraber Kırım yarımadasının Bizans tarafına geçti ve asker olarak hizmet vermeye başladı. Bu sırada Bulgar Baltavarı Alburi, Burat ve Bug nehirleri arasında gidip geliyordu. Ve merkez olarak da Kaşan köyünü belirlemişti. Fakat daha önce bahsedilen olaylardan hemen sonra durumlar değişmişti. Bizans yenilgisi Avar kağanının durumunu kötüleştirmişti. Bu durumu fırsat bilen Bu-Yurgan yurduna, Bug nehrinin kıyılarına geri döndü. 618’de Avar Kağanı Bulgar Baltavarı Alburi’yi, Pannonia’daki (Macaristan) sarayına çağırdı. Kağanın çağrısı, Kara-Bulgarlar tebasından olan Ançilerin -Bulgarların doğu Slavlara verdiği ad (Bizanslılarda Ant diye geçer)- Avarların sürülerine saldırmaları ve inek çalmalarıyla ilgiliydi. Gerçekte, tam tersi, Kağanın emriyle, bir grup Avar Kara-Bulgarların batı hududunda sınır bekçiliği yapan, Ançilere saldırmış ve ineklerini çalmıştı. Küçük bir çatışma sonucu iki Avar ölmüştü. Bu olay üzerine Ançiler hırsızlıkla suçlandılar. Kağan Bulgar Baltavarı Alburi’yi de olayları araştırması için çağırmıştı.
Bu sırada Bu-Yurgan kötü bir rüya görmüştü: Avarlar kardeşi Alburi’yi öldürüyorlardı. Bunun üzerine Bu-Yurgan Alburi’nin yanına gitti ve onu Avar kağanının yanına gitmekten vazgeçirmeye çalıştı. Alburi onu dinlemeyip gitti ve gerçekten de Avar kağanı’nın sarayında öldürüldü. Kötü haberi duyar duymaz Bu-Yurgan Bizans’ın başkentine doğru yola çıktı. Bizans imparatoru Heraclius’a (M.S.610-641) Bulgarların artık Avarların yanında olmadığını bildirdi. Bu açıklama imparatoru çok memnun etti ve sevincinden Bu-Yurgan’ı “Patrician” (asilzade) unvanı ile ödüllendirdi. Bu unvan imparatorluktaki en yüksek mertebelerden biri sayılıyordu ve herhangi bir mevkiyle bağlantılı olmamakla birlikte sadece onurlandırma amaçlıydı. Bizans imparatoru Kara-Bulgar Hanlığı’nı bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Kara-Bulgarların Avarlara bağımlılığı sadece Avar kağanının seferlerine katılma zorunluluğundan oluşuyordu. Önceleri Avarlar, Bizanslılara karşı yaptıkları seferleri Bulgarlarla birlikte yapıyorlardı. Böylece Bizans hiç ummadığı bir biçimde baş düşmanı Avarları zayıflatmış oldu.
Bu-Yurgan yurduna döndükten sonra Bizans’ın Bulgarların Avarlardan bağımsızlığını tanımış olduğunu açıkladı. Kara-Bulgarlar Bu-Yurgan’ı tekrar Baltavar seçmeyi istediler, fakat Bu-Yurgan bolyar, din adamı olacağını belirterek bu teklifi reddetti. Daha sonra Bu-Yurgan’ın önerisi üzerine, Bulgarlar Alburi’nin büyük oğlu Kurbat’ı Baltavar olarak seçtiler.
Farklı dillerdeki kaynaklarda, Kurbat’ın adı değişik biçimlerde geçmektedir: Kubrat, Kobrat, Khudbard, Kuvarog ve hatta Krovat. Bulgar kaynaklara göre ise adı Kurbat diye geçer (lakabı Baştu).[25]
Kubrat (M.S. 600-660) ¡mparator Heraclius’un sarayında yetişmiş ve eğitimini orada almıştı. ¡stanbul’da vaftiz edilmişti. Babası Baltavar olduğunda da vatanına geri dönmüştü. Baltavar seçildikten hemen sonra Avarlarla savaşmak için hazırlıklara başladı. Emri üzerine 620 yılında Şambat (Kubrat’ın küçük kardeşi) Aşkale bölgesinde (Ass-Kale) Kuyantau dağlarında bir kale şehri inşaa ettirdi. Şehre Baştu (Kubrat’ın lakabı) adı verildi. Daha sonra burası Kiyev şehri olacaktır.
Baştu, kalesini askeri bir üs haline getirdikten sonra Şambat Avarlara karşı askeri operasyonlar düzenlemeye başladı. Ulçiler (Slavlar) ve Ugrlar, ona bu konuda çok yardımcı oldular. Şambat Avarları kısa sürede bozguna uğrattı ve Pannonia’yı (Macaristan) ele geçirdi.
Bu olaylardan hemen sonra “Şambat kendi bağımsızlığını ilan etti ve Duloba adını verdiği bir devlet kurdu.” Duloba aslında Dulo Ovası anlamına gelir. Kubrat kardeşine ayrılmamasını söyler fakat dinletemez. Bunun üzerine Kubrat kardeşine, ayrılan kopan anlamına gelen, ‘kyi’ adını takar.
Şambat Duloba Beyliği’ni 35 sene (623-658) yönetir. Franko-Cermen kavimlerine karşı kazandığı zaferlerle ün kazanır. Fakat en sonunda Franklar ve Avarlara karşı aldığı yenilgilerden sonra Kubrat’ın hükümranlığına geri döner. Kubrat da onu Baştu’ya vali olarak atar.
Kubrat büyük bir gayretle Kara-Bulgarların doğudaki topraklarını genişletmeye koyuldu.
Turanlıların kendi aralarındaki yıpratıcı çekişmelerinden ustalıkla yararlanmasını bildi ve Göktürkleri Kuzey Dağıstan’dan çıkararak ¡dil (Donets)’den öteye sürdü. Böylece Dağıstan Bulgarları ile Kara- Bulgarları birleştirmiş oldu. Dağıstan Bulgarlarının Suvar Beyliği’ni bünyesine kattıktan sonra Kubrat’ın toprakları ¡dil (Donets)’in denize döküldüğü yerden Tuna’nın denize döküldüğü yere kadar genişlemiş oldu. 658’den sonra da eski Duloba Beyliği’ni almasıyla birlikte Kubrat’ın toprakları, kenarında Karka köyünün (şimdiki Kharkov şehrinin bulunduğu yer) bulunduğu Aksu ırmağı boylarına ulaştı. Ortaya çıkan bu büyük ülkeye Büyük Bulgaristan denildi. Bulyar Beyliği ise yarı özerk olarak Büyük Bulgaristan’a dahil oldu.
Büyük Bulgaristan doğu ve batı olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Doğu kısmı Ak-Bulgarlar ve batı kısmı da Kara-Bulgarlar diye adlandırılıyordu. Don nehri ikisinin arasında sınır teşkil ediyordu (Bulgarlar eski ¡menlerin de dediği gibi, Don’a Şir diyorlardı).
Böylece, 7. yy.’ın ortalarına kadar, Bulgarlar sadece Karadeniz’in kuzeyine değil, Volga’nın ağızından Tuna’nın ağzına kadar olan geniş bölgede egemen güç oldular.
Taaran yarımadasında, Azak denizinin kıyısındaki Fanagoria şehri bu büyük devletin başkenti oldu. Bulgarlar buraya Bangja diyorlardı. Antik çağda Fanagoria şehri Yunan kolonicileri tarafından kurulmuştu. Fakat Bulgarlar onu kendi tarzlarına göre yeniden inşaa ettiler.[26] Zamanın Bulgar yerleşimlerinin en önemli özelliği, geometrik olarak düzgün daireler şeklinde düzenlenmeleriydi. Bulgarlar yerleşmelerindeki bu dairesel yapılaşmayı kırsal kesimden ve özellikle Hunlardan örnek almışlardı. Uzun molalarda Hunlar yük arabalarını yuvarlak olarak sıraya dizerlerdi.
Fanagoria Kubrat’ın kışlık meskeniydi. Yazlık mekanı, şimdiki Putivl şehrinin yerindeki, Korisdan veya Batavil (Hükümdarın sarayı anlamında). Kışlık ve yazlık mekanların arasında iki tane daha karargah vardı: Tiganak ve Baltavar (şimdiki Poltava). Kubrat her sene Fanagoria ve Putivl arasında, Tiginak ve Baltavara uğrayarak gidip gelirdi.
Eski Bulgar Devleti’nin Politik ve Sosyal Yapısı
Birinci (En Yüksek) Sınıf: Han ve yakın akrabalarını içeren bir zümreden oluşurdu. Bulgar devletinin kurucusu Bel-Kermek zamanlarından itibaren (5. yy.’ın 50’lerinin ortası) Bulgar yöneticilerine Baltavar denilirdi: Hükümdarların Efendisi (ya da Hükümdarların Hükümdarı, Büyük Hükümdar anlamına gelmektedir). Her ne kadar birçok kereler Baltavarlık babadan oğula geçmiş olsa da, halk -savaşçılar- “kendilerini yönetecek olanı seçmek konusunda özgürdü.”[27] Baltavar olmak isteyen kişinin seçim sürecinden geçmesi gerekiyordu. Bu sebeple kesin olarak söylenebilir ki Bulgarlarda yönetimin doğrudan babadan oğula geçmesi gibi bir durum söz konusu değildi.
Kubrat’ın zamanında (M.S. 618-660) Bulgar devleti’nin sınırlarının genişlemesiyle birlikte hükümdarların unvanlarına da yenileri katıldı. Yaklaşık olarak 7. yy.’ın 20’lerinin ortasında Kubrat Baltavarlık unvanına bir de ‘Han’ unvanını kattı. 7. yy’ın 50’lerinde Hazarlara karşı kazanılan zaferden sonra Kağan unvanını aldı.
Özellikle vurgulanması gereken bir konu da Bulgar hükümdarlarının Kubrat da dahil, kendilerini Han diye adlandırmamalarıdır. “Han” unvanı ilk defa M.S. 3. yüzyılın yazılı kaynaklarında geçmektedir. Tobat kabilesinin başı olan Sianbi tarafından Lin ismiyle beraber kullanılmıştı. Kendisine Lin Han diyordu. Aslında bu unvan büyük ulusların liderler için kullanılırdı ama daha sonra küçük ülkelerin hükümdarları için kullanılmaya başlandı. Kağan unvanı M.S. 402 senesinde ortaya çıktı. İlk olarak Cücenlerin (Moğollar soyundan gelip daha sonra Türkçe konuşan halklara karıştılar) lideri tarafından kullanıldı.
Sonraları Cücenler Avarlar diye anılmaya başlandı.
Bulgar hükümdarlarının en büyük oğulları ‘Yabgu’ (jabgu) unvanını taşırlardı. Babalarından sonra büyük ihtimalle onların başa geçeceği düşünülürdü. Kubrat’ın en büyük oğlu Bat-Boyan’dı (Batbai, Batpai, Bayan, Batvian vs.). Kendi Bulgar tebasıyla birlikte Kırım (Djalda) ve Bug (Buga-İdel) ırmağının orta kesimleri arasında gidip gelirlerdi.
Kubrat’ın ikinci oğlu Kodrak (Kotrak) kendi Kuturgur (Kot) tebasıyla birlikte Don’un aşağı kısımlarına doğru yerleşti.
Üçüncü oğlu Atılkese idi. Tarih kaynaklarında lakabı Asparuh diye geçer. Asparuh amcası Şambat’a, babasının küçük kardeşine, çok düşkündü. “Kubrat onun amcasına olan bu düşkünlüğünden hiç memnun değildi çünkü kardeşinin her zaman ona ihanet etmeye hazır olduğunu düşünüyordu.”[28] Bu sebeple Kubrat Asparuh’u Baştu’dan en uzak yerdeki Onogurların başına getirdi ve böylece onu amcasından ayırmış oldu. Onogurlar Burcan (Kuzey Dağıstan) ve Bektaş (Volga-Don kanal bölgesi) arasında dolandılar. Onogurlara ek olarak Asparuh Orta Volga havzasında yaşayan Utigler ve Mudasların da başıydı. Esas ikameti Kuzey Dağıstan’ın güneyindeki Burcan şehrindeydi.
Kubrat’ın dördüncü oğlu, Ultzindur, Kırım yarımadasının güneyinde yaşayan Ultzindurların başındaydı.
Beşinci oğlu, Emnetzur da yine Kırım yarımadasının güneyinde yaşayan Alciagir, Alcildzurları başındaydı.
Önemli devlet meselelerinde, Kubrat, kendi oğullarından, Dulo Beyliği’nden bir temsilciden ve de yüksek din adamlarından oluşan bir kurulu toplardı. Bu nedenden ötürü Bulgar Devleti’nin başı mutlak güce sahip değildi. Gücü iki meclisli bir konsey tarafından sınırlandırılmıştı: meclislerden bir tanesi hükümdarın yakın akrabalarından, diğeri ise yüksek din adamlarından oluşuyordu.
- Sınıf: Boylalardan, yani din adamlarından oluşurdu. Büyük ve küçük olmak üzere iki kategoriye ayrılırdı. Büyük din adamları aynı zamanda hükümdarın meclisinde yer alırlardı. Sonraları ‘Boyla’ kelimesi ‘Bolyarin’ diye değiştirildi.
- Sınıf: Bogatilerden, yani yüksek devlet memurlarından oluşurdu. Kamu işleriyle ilgilenirlerdi.
- Sınıf: Tüccar, zanaatkar, çiftçi ve şehir halkından oluşurdu. Kölelik belirgin olarak yoktu. Esirler ya kendi ya kendi esirleriyle değiş tokuş edilir, ya da fidye karşıklığı geri verilir ya da köle olarak diğer ülkelere satılırdı.
Kazan Pedagoji Üniversitesi / Tataristan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 617-624