İlhâmını Kur‘ân-ı Kerim’den Alan Bir Ahlâkçı Edib Ahmed ve Atebetü’l-Hakâyık
Atebetü’l-Hakâyık, Edip Ahmet Yüknekî tarafından Karahanlı devrinde yazılmış bir ahlâk kitabıdır. R. R. Arat’ın bilgilerinden (1993: 2-39) hareketle söylersek, Atebetü’l-Hakâyık’ın bugün için mevcut nüshaları, eserin yazıldığı zamandan oldukça sonra kaleme alınmışlardır. 13. yüzyılın ilk yarısında yazıldığı tahmin edilen eser, 14. yüzyılın sonları veya 15. yüzyılın başlarında, özellikle Arslan Hoca Tarhan’ın ilgi ve itinası ile yeniden tanzim edilmiştir.
Tanzim edilen nüshalardan tarihi belli olan ve A nüshası veya Semerkand nüshası olarak bilinen nüshanın yazılış tarihi 1444’tür. Semerkand’ta Zeynü’l ‘Âbidin tarafından tanzim edilen eser, İstanbul’da Ayasofya Kütüphanesi’ndedir. B Nüshası, Ayasofya Kütüphanesi’ndeki bir mecmuanın baş kısmında bulunmaktadır. Şeyhzâde Abdürrezzak Bahşı tarafından 1480’de (h. 884) İstanbul’da tanzim edilmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan başka bir mecmua içerisinde de Atebetü’l-Hakâyık’a yer verilmiş olup bu nüsha da C nüshası olarak bilinmektedir. D nüshası, Atebetü’l-Hakâyık’ın bir kısmı ile manzum şekildeki Oğuz Destânı’ndan bir parça ihtiva eden bir mecmuadır. Başka mecmualarda da[1] Atebetü’l-Hakâyık’a ait parçalara tesadüf edilmektedir.
Eser, yazarı tarafından Muhammed Dâd İspehsâlâr Bey’e ithaf edilmiştir. Edip Ahmed, Atebetü’l-Hakâyık’ı (eserin 69.-80. beyitlerde belirtildiği üzere) Dâd İspehsâlar Bey’in dünyada onun adının kalması, kitabı gören herkesin Muhammed Dâd İspehsâlâr Bey’i dua ile yâd etmesi, onun hatırasının hasretle anılması için ve kitabı görenlerin, okuyanların da istifade etmesi için yazdığını belirtir.
Zühd ve takvâ sahibi bir kişi olduğu tahmin edilen Edip Ahmed’in dinî-içtimaî bakımdan faydalı gördüğü ahlâk ilkelerini çevresinde geçerli kılmak üzere eserini yazdığı düşünülmektedir. “Umumiyetle kuru, en mütavâzı duygu parıltılarından uzak, kendi işini bilen ve vazife-şinâs bir ahlâk hocası gibi, mâlûm bir programı sonuna kadar takrir eden sert ve bir dereceye kadar kaba ve cansız bir ifâde tarzı” (Arat 1993: 6) ile eserini yazan Edip Ahmed, devrindeki ve daha sonra gelecek insanlara ideal insanî özellikleri va’z eder.
Atebetü’l-Hakâyık’ın giriş bölümü olarak değerlendirebileceğimiz ve Tanrının, Peygamber’in, Dört Sahâbe’nin, Emir Muhammed Dâd İspehsâlâr’ın medhi ve Kitabın yazılması hakkındaki bölümler (1-80), beyit halinde, aruzun “Feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla gazel tarzında yazılmıştır. Eserin asıl bölümü olarak değerlendirebileceğimiz kısım ise, dörtlükler halinde, mani tarzında yazılmış olup kafiye dizilişi “aaxa” şeklindedir.
R. R. Arat, Atebetü’l-Hakâyık’ı A ve B olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Bu bölümlemeye göre, A kısmı, eserin asıl kısmı; B kısmı ise, esere sonradan eklenen bilgileri içermektedir.
A kısmında Tanrı’nın medhi (1-20), Peygamber’in medhi (21-30), dört sahabenin medhi (31-40), Emir Muhammed Dâd İspehsâlâr’ın medhi (41-68) ve kitabın yazılması hakkındaki (69-80) bölümleri, eserin giriş kısmı; bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı (81-128), dilin muhafazası (129-176), dünyanın dönekliği (177-224), cömerdliğin medhi ve hasisliğin zemmi (225-264), tevâzu ve kibir (265-292), harislik (293-316), kerem, hilm ve diğer iyilikler (317-380), zamanenin bozukluğu (381-464) hakkındaki bölümleri, eserin asıl metni; kitap sahibinin özrü (465-484) hakkındaki bölümü de eserin sonuç kısmı olarak değerlendirebiliriz.
Esere sonradan yapılan eklemeleri içeren B kısmında meçhul bir müellifin sözü (485-488), Emir Seyfeddin’in sözü (489-492) ve Emir Arslan Hoca Tarhan’ın sözü (493-512) vardır. Müellifi meçhul olan dörtlükte, Edip Ahmet’in doğuştan kör olduğu, Atebetü’l-Hakayık’ın on dört bâb olarak yazıldığı ve bir fil yükü altın değerinde olduğu belirtilir. Emir Seyfeddin’in sözü olan dörtlükte Edip Ahmet’in edipler edibi, fazıllar başı olduğu, akıl ile gevherden sözler söylediği belirtilir. Üçüncü ek olan Emir Arslan Hoca Tarhan’a ait on beyitlik sözlerde ise, Edip Ahmet’in Yüknekli, babasının da Yüknekli Mahmut olduğu, eserin adının Atebetü’l-Hakâyık olduğu ve “Kaşgarî til bile”, yani Karahanlı Türkçesi ile yazıldığı bilgisi verilir.
Eser, “Tanrının Medhi Hakkında” bölümüyle başlar. Edip Ahmet, bu bölümde Kur’ân-ı Kerim’den bazı âyetleri işaret ederek Allah’ın “Kadir” sıfatına vurgu yapar. Sözgelimi eserinin 13.-20. numaralı mısralarında “Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter” (Bakara/148); “Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir” (Ahkaf/33); “Şüphesiz O ölüleri diriltir ve O her şeye hakkıyla kadirdir” (Hacc/6),“Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talâk/12) gibi değişik sûrelerde geçen âyetleri, son derece sâde ve anlaşılır bir dil ile devrinin insanına sunar. Ona göre “Allah’ın birliğine delil arayan kimse, bir tek şeyde binlerce delil bulur” (7-8). Bu düşünüş ve dile getirişte de Edip Ahmet, “Allah’ın varlığını ve birliğini anlamak için çevrenize bakın. Çevrenizdekilerin yaratılışındaki incelikleri düşünün. Bunlar Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delillerdir.” hadîsine dayanır.
“Peygamberin Medhi Hakkında” bölümünde, geleneksel Türk inançları ile İslâmî inançları kaynaştıran Edip Ahmet, Tanrı’nın kut vererek diğer insanlardan üstün kıldığı Hz. Peygamber’i över. O’nun peygamberler arasında eşi ve denginin olmadığını,
“Ol ol halk talusı kişi kutlugı
Törütmişte yok bil anga tuş tenge
Resuller örüng yüz bu ol yüzke köz
Ya olar kızıl eng bu engke menge” (23-26)
[O, yaratılanların (en) seçkini ve insanların en kutlusudur;
Bil ki yaratılanlar arasında onun eşi ve dengi yoktur.
Resuller beyaz bir yüzdür; o ise, bu yüzün gözüdür;
Yahut onlar al yanaktır, o ise, bu yanağın benidir.] sözleriyle belirtir.
Daha sonraki bölümlerde dört halifeyi öven Edip Ahmed, kitabını ithaf ettiği Muhammed Dâd İspehsâlâr’ın niteliklerini över:
“Ol ol ‘akl ukuş huş hiredka mekân
Bilig ma‘dini hem fazilet kânı
Simâktin edizrek tutar himmet ol
Sehası mekarim iki dermânı
Re‘iyyetka müşfik selim til hâlim
Velikin buşarda Şerâ arslanı” (47-52).
[O akıl, anlayış, şuur ve zekâ mekânı,
Bilgi ocağı ve fazîlet kaynağıdır.
O himmeti Simâk’ten[2] daha yüksek tutar;
Cömertliği ve keremi (onun) iki dermâanıdır.
(O) re’ayaya karşı şefkatli, doğru ve yumuşak dillidir;
Fakat hiddetlendiği zaman Şerâ arslanı kesilir.]
Edip Ahmet’e göre, yöneten-yönetilen ilişkisi açısından Muhammed Dâd İspehsâlâr ideal devlet adamı özelliklerinde bir yöneticidir. Edip Ahmet onu, yönettiği insanlara karşı müşfik, cömert, hoşgörülü, vd. olduğu kadar Allah’ın ona ihsân ettiği şerefle, insâniyetle, mertlikle, adaletle (61-64) devleti idare eden bir yönetici tipi olarak tasvir eder.
Eserin asıl kısmı, yazarının asıl söylemek istediklerinin yer aldığı bölüm olarak değerlendirdiğimiz kısım, “Bilginin Faydası ve Bilgisizliğin Zararı Hakkında” başlığı ile başlar. Edip Ahmet burada (81-128), Atebetü’l-Hakâyık’ın temelinin bilgiyle atılan sözlerden meydana geldiğini (81), saadet yolunun bilgiyle bulunacağını belirtir. Ona göre, kemiğin içindeki iliğin kemik için önemi, işlevi ne ise, bilginin önemi ve işlevi de insan için öyledir (89). Bir bilgili insan bin bilgisiz insana denktir (98). İnsan, durmadan bilgiyi aramalıdır; zira, Hz. Peygamber de “İlim Çin’de bile olsa gidip onu alınız.” buyurmuştur (104). Nice kirli şeyler yıkamakla temizlenirken, cahillik yıkamakla temizlenmeyen bir kirdir (111-112). Bilgisiz insanın kısmeti devamlı olarak pişmanlıktır (116). Yaratıcı, bilgi ile bilinir (121). Yaşanılan devir, yazarın şahsiyeti ve kitabın muhtevası göz önüne alındığında, buradaki bilgiden kasıt, başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere Hz. Peygamber’in hadîsleri ve İslâmî bilimlerdir. İslâmiyet’in kabulü sürecinde geçiş dönemi ürünleri olarak adlandırılan eserlerdeki temel amaçlardan biri de İslamiyet’in sade Türkçe ile anlatılması ve dolayısıyla günlük hayatta uygulanabilir dinî-ahlâkî ilkeler şeklinde benimsetilmesidir. Atebetü’l-Hakâyık da bu düşüncelerle Türk insanına İslâmiyet’i, onun anlayacağı sadelikte anlatmak üzere kaleme alınmış bir eserdir. “Dilin Muhafazası Hakkında” bölümünde birtakım ahlâkî telkinlerde bulunan Edip Ahmet, insanın düşünerek konuşmasını (133), gevezeliğin kişi için karşı konulamaz bir düşman olduğunu (134), dilin açtığı yaranın iyileşmeyeceğini (140), insanın başına ne gelirse dilinden dolayı geleceğini, dolayısıyla kişinin dilini sıkı tutmasını, boş yere konuşmamasını öğütler. Ona göre ağzın ve dilin ziyneti doğru sözdür (155). Kişi doğru konuşarak dilini süslemelidir (156). Yalan söz hastalık, doğru söz şifâ gibidir.(163). İnsan dilini sıkı tutmalı (157), sırrını korumalıdır (169).
Hülasa, Edip Ahmet’e göre, kişinin söylediği sözden pişmanlık duymaması için (170), dilini koruması, doğru söylemesi, sırrını saklaması (169) gerekir.
Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde dünya hayatının geçiciliğine, bir hayâlden, oyundan ibaret oluşuna vurgu yapılır: “Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân/185), “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. (En’âm/32), “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Rûm/64).
Âyetlerde belirtilen hususlara paralel olarak Edip Ahmet, “Dünyanın Dönekliği Hakkında” bölümünde dünyanın konup göçülen bir kervansaray olduğunu (177), zamanın durmaksızın geçtiğini, insanın zamanı iyi değerlendirmesi, mal mülk hırsına kapılmaması gerektiğini dile getirir. Ona göre, dünya bir elinde bal tutar, öbür elinde zehir saklar ( 206). Önce baldan tattırırsa da sonra kadehe zehir katarak sunar (208). Zira, dünya bir yılan gibidir; dokunulduğunda yumuşaktır, ancak içi zehir doludur. İnsan, dünyanın geçiciliğini, dönekliğini görmeli ve ona gönül bağlamamalıdır.
“Cömerdliğin Medhi ve Hasisliğin Zemmi Hakkında” bölümünde Edip Ahmet cömertlik ve hasisliği karşılaştırır. Dilin Muhafazası Hakkında bölümünde de belirtildiği üzere, kişi sözünü bilerek söylemeli, bilginin izini takip etmelidir (225-226). Çünkü, cömert kişi, bilgiyle hareket eder; dolayısıyla çevresindeki muhtaç kişilere yardımcı olur (239). Bilir ki sahip olduğu her şey Allah tarafından kendisine takdir edilmiştir. Bu bilgiye sahip olduğu için, “Tabi‘atta yigi ‘adet ‘aybsuzı/Tabiatların en iyisi ve ‘adetlerin ayıplanmayanı”nın (249) cömertlik olduğunu, “Ellerin en kutlusunun veren el olduğunu” (251) bildiği için çevresindeki muhtaçlara cömert olacaktır. Çünkü, Edip Ahmet bilir ki, Kur’ân-ı Kerim’de “(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever” (Bakara/195) buyurulmaktadır.
“Tevâzû ve Kibir Hakkında”, “Harislik Hakkında” ve “Kerem, Hilm ve Diğer İyilikler Hakkında” bölümlerini bir arada değerlendirdiğimizde, Edip Ahmet’in Kur’ân-ı Kerim’den ve hadîslerlerden faydalanarak ideal insanî özellikleri belirttiğini söyleyebiliriz. Edip Ahmet, çağının insanı için ideal insanı tasvir ederken tevâzûya tok gözlülüğe, kerem ve hilm sahibi olmaya özel bir önem verdiği görülür. Ona göre aç gözlü, hasis insan, mala mülke kul olmuş insandır. Haram ve helal olduğuna bakmazsızın mal biriktiren, cimri, çevresindekilere yardımcı olmayan insan, çevresince sevilmeyen, yerilen, kendisine sövülen (247), kibirli, gururlu, diğer insanları küçük gören bir insandır. Kibir, bütün dillerde yerilen bir huydur (269). Tevâzû, huyların en iyisidir(270). Çünkü, mü’minliğin nişânı tevâzûdur. Kur’ân-ı Kerim’de “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevâzû ile yürüyenlerdir” (Furkân/63) buyurulmuştur. Ululuk, Allah’a mahsustur; zira Kur’ân-ı Kerim’de “Göklerde ve yerde ululuk O’na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Casiye/37) bilgisi mevcuttur. Mal mülk sahibi olmaktan dolayı kibirlenen, ululuk taslayan kişi bilmelidir ki sonunda bu dünyadan çıplak gidecektir (287). Bu sebeple aç gözlü olmaya gerek yoktur; çünkü zenginlik ve fakirlik Allah tarafından takdir edilir (303). Kur’ân-ı Kerim’de bu duruma işaret edilerek “Şüphesiz Rabb’in dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir.” (İsrâ/30) buyurulmuştur. Aç gözlülük insan için sadece boş bir zahmettir(304). Bir hadîste “Eğer Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını bulunsa iki tane vadisi olsun ister. Onun ağzını ancak toprak doldurur.” denilmiştir. Her insana Allah tarafından bir rızk takdir edilmiştir (315).
Görünüşte herkes insandır; ancak Edip Ahmet’e göre kerem kimde ise insan odur (322). Kerem; asalet, asillik, soyluluk, cömertlik, el açıklığı, bağış, vb. anlamlarını içeren bir kelime olup Atebetü’l-Hakâyık’ta cömert, eli açık, lütufkâr insanın sıfatı olarak kullanılmıştır. Edip Ahmet, cömert olmayan, eli sıkı insanları meyvesiz ağaca benzetir ve nasıl ki meyvesiz ağaçlar odun olarak kullanılırsa (325-326), cömert olmayan, cimri, eli sıkı insanların da odundan farksız olduğunu, toplumsal hayatta faydasız olduklarını belirtir.
Atebetü’l-Hakâyık’ta kerem ve hilm bir arada kullanılır. Hilm, insanın yaratılışından gelen yavaşlık, yumuşaklık demektir. Burada ise, hoşgörülü, insanlara yardımcı, cömert olmak anlamındadır ve Edip Ahmet, keremi bir ev, hilmi de onun temeli olarak veya hilmi bir bahçe, keremi de o bahçedeki kırmızı gül olarak (341-342) tasvir eder. Ona göre kişi, kendi için ne düşünüyor ve ne istiyorsa, diğer insanlar için de aynı şekilde düşünmeli ve istemelidir. Hatta kendisine kötülük edene bile iyilik edebilmelidir (333); çünkü kerem sahibi olmanın başı budur (334). İnsan, makam olarak yükseldikçe daha da hilm sahibi olmalı, büyüklerine de küçüklerine de tatlı dille hitap etmelidir (355-3569. Gönül kırmamalı, aksine gönüller alarak yaşamalı (365), kötü kişilerden uzak durmalı, arkadaşını iyi kişilerden seçmelidir (377).
Atebetü’l Hakâyık’ın “Zamanenin Bozukluğu Hakkında” bölümünde Edip Ahmet, çağındaki bozukluklardan, yanlışlardan bahsederken bozukluğun sebebinin insanın kendisi olduğunu belirtir:
“Sen artak sen anın ajun artadı
Nelük bu ajunka kılur sen gile” (395-396)
[Sen (kendin) bozuksun, onun için dünya bozuldu;
Niçin bu dünyadan şikâyet ediyorsun]
Devrinin başlıca bozukluğu olarak ikiyüzlülerin itibar sahibi olmasını, ahlâksızlığı, utanma duygusunun kaybolmasını, dostluğun vefânın yok olmasını, haram yiyenlerin çoğalmasını, açgözlülüğü, vd. gören Edip Ahmet, ancak bütün bunların Allah’ın takdiri gereği olduğunu, kaza ve kaderi yürüten ve yeniden tanzim edenin Allah olduğunu (454); dolayısıyla şikâyet etmemesi gerektiğini de belirtir.
Kitabın son bölümü, “Kitap Sahibinin Özrü Hakkında”dır. Bu bölümde Edip Ahmet, kitabını mev’izeler (öğütler) şeklinde yazdığını, bunların edep ve nasihat olduğunu söyler. Okuyuculara nadide sözlerden meydana gelen bir hediye sunduğunu, kendisine de okuyanlardan hediye olarak dua beklediğini belirtir.
Kitabın B kısmı olarak değerlendirilen bölümde kitaba, yukarıda da belirtildiği üzere, kitabı tanzim edenlerce sonradan eklenen, Edip Ahmet ve Atebetü’l-Hakâyık hakkındaki bilgiler mevcuttur.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir ahlâk kitabı olan Atebetü’l-Hakâyık, “Türk-İslâm kültürünün çevresi ve çerçevesi içinde kişilerin eğitimi ve toplumun düzeni için konulmuş olan esasları Türk dili ile manzum biçimde telkin ve tavsiye eden” (Karahan 1992: 40) didaktik bir eserdir.