Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

III. Selim’in Dış Politika Anlayışı Ve Diplomasi Reformu Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti

0 23.871

Prof. Dr. Gül AKYILMAZ

A. Giriş

Osmanlı hanedanının yirmi sekizinci hükümdarı ve III. Mustafa’nın oğlu olan III. Selim, ilgi çekici bir tesadüf eseri olarak Fransız İhtilali’nin gerçekleştiği 1789 yılında tahta çıkmış ve 1807 yılına kadar yaklaşık on sekiz yıl Osmanlı Ülkesi’ni yönetmiştir. İç ve dış sorunların alabildiğince ağırlaştığı 18. yüzyıl sonlarında III. Selim yirmi sekiz yaşında padişah olduğunda Osmanlı Devleti, Rusya ve Avusturya gibi iki büyük düşmanıyla savaş içindedir. Bu ortamda savaştan ve mağlubiyetlerden yorgun düşmüş İmparatorluk için genç padişah adeta taze bir kan sağlayarak, batılılaşma ve reform çabalarına yeni bir soluk getirmiştir. Şehzadelik günlerinden beri yetenek ve enerjisi konusundaki şöhreti, hükümdarlığının yönetici kadrolar, ordu, reaya, hatta yabancı elçiler arasında büyük bir sevinçle karşılanmasına neden olmuştur.[1] Bu dönemde ilk kez reform teşebbüsleri askeri alanla sınırlı kalmamış ve dönemin simgesi haline gelen Nizam-ı Cedit Programı çerçevesinde toplumun bütün kesimlerine yaygınlaştırılmıştır. Nizam-ı Cedit ordudan başlamak üzere toplumun ve devletin bütün kesimlerinde ve alanlarında yapılacak olan batılılaşma ve yenileşme çabalarını içine almıştır. Bu anlayış içerisinde diplomasi reformu ve yeni dış politika yaklaşımları, III. Selim’in batılılaşma programında hem çok özel bir yere sahip olmuş, hem de yeni yeni şekillenmekte olan bir dünya görüşü ile ilgili önemli ipuçları vermiştir.

Aslında Osmanlı Devleti’nde ilk batılılaşma teşebbüsleri III. Selim’le birlikte başlamış değildir.

17. yüzyıl’dan itibaren ortaya çıkan “kısmi müessese ıslahları” 18. yüzyıl başlarında ıslahat hareketlerine dönüşmüştür.[2] 18. yüzyıl’da Batının kuvvetli, imparatorluğun zayıf olduğu anlaşıldığında, Batılı gibi olmak bir ıslahat programı sayılmış, bütün Batılılaşma hareketleri ıslahat hareketleri olarak nitelenmiştir.[3] 1622’den itibaren Genç Osman’ın, IV. Murat’ın, Köprülülerin açtığı bu çığır Lâle Devri ile birlikte yeni bir biçime bürünmüştür.[4] Her ne kadar Lale Devri, III. Ahmet’in İran Şahı Nadir Han karşısında alınan mağlubiyetin kızgınlığıyla, Sarayın “Frenk tarzına” karşı duyulan öfke birleşince çıkan ayaklanma karşısında tahttan feragat etmesiyle sona ermişse de, bundan sonra tahta çıkan bütün padişahlar az ya da çok ıslahatlara devam etmişlerdir.

III. Selim’in geniş kapsamlı reform programının hemen öncesinde amcası I. Abdülhamit devrinde de ıslahat çabaları ara verilmeden sürdürülmeye çalışılmıştır. III. Mustafa’nın iktidar günlerinde İstanbul’a gelen Baron de Tott, I. Abdülhamit’in ilk yıllarında da çalışmalarını sürdürmüş, modern topçu birliği ve Hendesehane’yi kurmuştur. İmparatorluğun içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmesi için sadece askeri alanda yapılacak reformları yeterli görmeyen ve toplumun bütün kesimlerini kapsayacak yeniliklerden yana olan, I. Abdülhamit’in sadrazamı Halil Hamit Paşa ise görevde kaldığı sürece kökü uzun yıllar öncesine dayanan aksaklıkları düzeltmeye çalışmıştır. Bu amaçla toprak düzeni ve tımar sistemini aldığı tedbirlerle yeniden işler hale getirmek için çaba harcamış, Yeniçeri Ocağı’nda düzenlemeler yaparak görevini yapmayanları ocaktan atmış, Osmanlı sanayiini kuracak girişimlerde bulunmuş, Baron de Tott’un sürat topçu birliklerini yeniden canlandırmıştır.[5]

Kendinden önceki padişahların açtığı yolda ilerleyen III. Selim ile birlikte Osmanlı’yı Batı’dan ayıran “demir perde” tamamen ortadan kalkmasa da parçalanmaya başlamış, açılan yarıklardan sadece Avrupa’nın askeri ve teknik başarıları değil, bunların gerçekleştirilmesini sağlayan siyasi, ekonomik ve sosyal kurumlar, fikirler de girmiştir.[6] Osmanlı düzeninin genel yapısı göz önüne alındığında öncü nitelikteki bu hareketlerin çok hafif bir etki bırakacağı açıktır. Burada esas cevaplandırılması gereken soru, daha sonraki dönemlerde devlete ve topluma nüfuz ederek modern Türkiye’nin üzerinde yükseleceği kurumların oluşumuna yol açacak alt yapının hazırlanmaya başlayıp başlamadığıdır. Buna bağlı olarak sorulabilecek bir diğer soru ise şöyle formüle edilebilir. III. Selim kendisinden öncekiler gibi gelenekçi bir reformcu mudur yoksa 19. yüzyıl ortalarındaki radikal değişimleri simgeleyen (eski kurumları kaldırıp, Batıdan yeni kurumlar alma) Tanzimat reformlarının yollarını açan kişi midir? [7]

Konumuz açısından vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta ise Ortaylı tarafından dile getirilmiştir: “18. yüzyıl siyasal düşüncesi Türk toplumunun hep batılılaşma etrafında cereyan etmesi ancak Batılılaşmanın adının konulamamasıdır. Hele Batının siyasal müesseselerinin kabul veya ret anlamında mülahazaya alınması hiç söz konusu değildir”.[8] Bu dönemde Batılılaşmanın Osmanlı toplumu tarafından farklı algılandığı ve daha çok hayatın içinde gerçekleştiği görülmektedir. Üst sınıf Osmanlılar Avrupa toplumunu taklite başlamışlar, konaklarında Avrupalı dostlarını da çağırdıkları davetler düzenlemişlerdir. Türk Osmanlı için Batılılaşma bir tarz-ı hayat, zengin yaşam, renk, ihtişam, güzel bahçeler ve hatta yavaş yavaş hoşlanmaya başladıkları Batı musikisidir.[9] Sadece yönetici sınıf değil, reaya da bu yakınlaşmadan nasibini almıştır. Batılı tüccarlar askeri ve teknik personel sokaklarda, pazarlarda, kahvehanelerde Sultan’ın tebası ile karşı karşıya gelmiş, sokaklarda gösteri yapan Avrupalı aktör, palyaço ve sihirbazlar alt sınıf Osmanlı şehir hayatının alışılagelen simaları olmuşlardır. Büyük şehirlerde yaşayan her düzeydeki halk Avrupa modasını (mobilya-giyim-mimari vb.) gücü elverdiğince takip etmeye çalışmıştır. Hatta İngiliz elçisi Liston 1796’da Londra’ya gönderdiği raporlarda “toplumun bütün sınıflarında Avrupa’yı taklit modasının çok güçlü bir eğilim” olduğundan bahsetmektedir.[10]

B. Nizam-ı Cedit Kavramı ve Genel Olarak III. Selim’in Batılılaşma Politikası

III. Selim ve dönemi deyince akla gelen ilk kavram kuşkusuz Nizam-ı Cedit’tir. Bilindiği üzere Avusturya ve Rusya ile barış yapıldıktan sonra uygulanan reform programı “Nizam-ı Cedit” yani “yeni düzen” olarak adlandırılmıştır. Bu kavrama ilk kez Viyana’ya olağanüstü elçi olarak gönderilen

Ebubekir Ratip Efendi’nin sefaretnamesinde ve sadrazam tarafından padişaha takdim edilen arz tezkeresinde rastlanmaktadır. Ebubekir Ratip Efendi Avusturya siyaseti ve kurumlarından bahsederken, mevcut idari düzeni “Nizam-ı Cedit” olarak tarif etmektedir.[11] Fransız ihtilali sonucunda kurulan yeni rejim de Osmanlı Devleti’nde “Fransa Nizam-ı Cedidi” olarak kabul edilmiştir.[12] Ayrıca sadrazamın padişaha gönderdiği arz tezkeresinde “Fransız Devleti’nde zuhur eden ihtilale binaen nizam-ı cedit ihtira eylediğinden” söz edildiği gibi, padişah da arzın derkenarına “Françe nizam-ı cedidinin bir suret-i tahrir ve taraf-ı hümayunuma irsal oluna” ibaresini yazmıştır.[13] Bütün bunlardan anlaşılan “Nizam-ı Cedit”in Osmanlı Devleti yönetim kademelerinde mevcut idari düzenin yerine yenisinin konması anlamında kullanıldığıdır.

Bu noktadan hareketle kavramın Osmanlı Devleti’nde dar ve geniş olmak üzere iki anlam içerdiğini görmekteyiz. Dar manada Nizam-ı Cedit, III. Selim devrinde Avrupa usulüne göre yetiştirilmek istenen talimli askerin adıdır. Geniş manada Nizam-ı Cedit ise, Avrupa’nın ilim, teknik ve tecrübelerinden faydalanmak suretiyle Osmanlı Devleti’nde idarî, mülkî, askerî, sınaî, ziraî, ilmî vb. alanlarda yapılması gerekli görülen bütün ıslahatları ifade etmektedir.[14] Daha açık bir deyimle Nizam-ı Cedit ordudan başlamak üzere toplumun ve devletin bütün kesimlerinde ve alanlarında yapılacak olan Batılılaşma girişimleri ve reform çabaları demektir.[15] III. Selim bu topyekün reform programı ile merkezi devlet örgütünün gücünü hem dış düşmana (özellikle Rusya) hem de iç düşmana (ayanlar) karşı arttırmayı da hedeflemiştir.[16]

III. Selim şehzadeliği döneminden başlayarak Batılılaşma ve reform kavramlarıyla tanışmıştır. Babası III. Mustafa’nın askeri alanda yapmak istediği ıslahatlara bizzat tanıklık etmiş, amcası I. Abdülhamit döneminde de bazı kısıtlamalara rağmen önceki şehzadelere göre daha hür bir ortamda yaşamıştır. Özellikle yakın çevresi İstanbul’daki yabancı elçi ve uzmanlarla ilişki içine girmiştir. Özel doktoru Lorenzo şehzadeye kitap ve gazete taşıdığı gibi Fransız elçiliği ile haberleşmesini de sağlamıştır.[17] Selim’in dönemin Fransız kralı XVI. Louis’e gönderdiği mektupları ise o sırada Amedi Kaleminin başında bulunan Ebubekir Ratip Efendi kaleme almıştır.[18] Fransız kralı ve hariciye nazırına yazdığı mektupları yine yakın çevresinden İshak Bey ilgili şahıslara ulaştırmıştır. Burada ilgi çekici olan nokta Fransa’ya giden İshak Efendi’ye Selim’in “Avrupa ahvalini, harp tekniğini ve donanmasını tetkik etmesi” tavsiyesinde bulunmasıdır. Şehzadenin mektuplarında konumuz açısından önemli olan iki vurgulama vardır. Bunlardan birincisi III. Selim’in ileride yapacağı reformlar konusunda Fransa’nın yardımını talep etmesidir. İkinci husus ise yeni dış politika anlayışı ile ipuçları veren ifadelerdir. Selim mektuplarında Osmanlı’nın en büyük düşmanı olarak kabul ettiği Rusya’ya karşı Fransa’nın desteğini istemektedir ki bu da tahta geçince uygulamaya koyacağı “denge politika”sının ifadesinden başka bir şey değildir.[19]

III. Selim padişah olduktan sonra reform programını biçimlendirmeden önce yapılacak ıslahatlar konusunda devrin önde gelen şahsiyetlerinden bu konuda layihalar hazırlamalarını istemiştir.[20] Hazırlanıp III. Selim’e takdim edilen layihalarda bir fikir birliği olmamakla birlikte ağırlık noktasını askeri reformlar oluşturmaktadır. Ancak diğer alanlarda yapılması gereken ıslahatlara da sınırlı biçimde de olsa yer verilmiştir. Hemen belirtmemiz gerekir ki geçici elçi olarak Avusturya’ya gönderilen Ebubekir Ratip Efendi’nin hazırladığı ve bu ülkenin askeri ve sivil idaresi hakkında bilgiler veren Sefaratnamesi de reform programının temel kılavuzlarından olmuştur.[21] III. Selim ıslahat programını hazırlamak üzere on kişiden oluşan bir komisyon kurmuş ve bu komisyondan hem layihaların hem de Ebubekir Ratip Efendi’nin raporunun dikkate alınmasını talep etmiştir.[22]

III. Selim Nizam-ı Cedit programı çerçevesinde askerî, idarî, iktisadî alanlarda reformlar yapmıştır. Bunların incelenmesi konumuzun kapsamı dışında kalmakla beraber diplomasi reformu ve Batılılaşma politikası açısından önem taşıyan noktalara ve sonuçlarına kısaca değinmekte yarar vardır.

III. Selim devrinde askeri alanda yapılan ıslahatlar üç başlık altında toplanmıştır. Mevcut askeri ocakların ıslahı, Avrupa usulünde asker yetiştirilmesi, askeri teknik müesseselerin ıslahı. Askerî ve teknik müesseselerin ıslahı projesi dönemin Batılılaşma politikası açısından büyük bir önem arzetmektedir. III. Selim topçuluk, istihkam, denizcilik ve bunlara yardımcı bilimlerde eğitim sağlayan yeni askerlik ve denizcilik okullarına ağırlık vermiş, 1794 yılında Mühendishâne-i Berri-i Hümayunu kurmuş, daha önce kurulan Mühendishâne-i Bahri-i Hümayun’da ise yenilikler yapmıştır. Bu okullara ve kurumlara İngiltere, İsveç özellikle de Fransa’dan uzmanlar, mühendisler ve hocalar getirtilmiş, ilk kez Fransızca zorunlu dil olarak kabul edilmiş, Kara Mühendislik okulunda 400 ciltlik bir kütüphane kurulmuştur.[23]

Askeri reformları gerçekleştirebilmek için Batıdan alınan destek önemli sonuçlara yol açmıştır. Her şeyden önce bu dönemde Osmanlı ülkesinde sayıları hızla artan askeri danışman ve teknik adamların toplumdan soyutlanması imkânsız hale gelmiş, bunlar toplumda erimek yerine maaşlı yabancılar olarak kalmışlar, özelliklerini korumuşlardır. Böylelikle bir yandan Batılılar nüfusun bütün katmanlarını anlama ve yakınlık kurma çabası içine girerlerken, öte yandan da Osmanlı insanı ilk kez “garip kafirlerin” tavırlarını yaklaşım tarzlarını ve dünya görüşlerini merak ederek bilgi sahibi olmaya çalışmıştır.[24] Ayrıca, Batıdan alınan destek (özellikle Fransa) yeni bir sosyal unsurun da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu öğrenim, okuma ve kişisel temasla Batı uygarlığının birçok yönüne aşina olan, en az bir Batı dili (genellikle Fransızca) bilen kara ve deniz kuvvetlerinde çalışan gençlerden oluşan bir toplumsal tabakadır.

Bu sosyal grup Batıyı yeni ve daha iyi metodlar öneren bir rehber olarak kabul etmiştir. Batı kültürünün heyecanla dolu öğrencileri çok geçmeden Batının matematik ve balistikten daha fazla sunacak şeyleri olduğunu fark etmişlerdir. Fransızca bilmeleri de onlara ders kitaplarının dışında başka şeyler okuma imkanı vermiş ve bu kitapların bir kısmını kendi okullarının kitaplıklarında bulabilmişlerdir.[25] Askeri alandaki reformlar bir alt başlıkta değerlendireceğimiz üzere diplomasi reformuyla birleşince askeri anlamdaki Nizam-ı Cedit rejim ya da sistem olarak Nizam-ı Cedit anlayışı haline gelmeye, Batı uygarlığının farklılıkları sezilmeye başlanmıştır. Lâle Devri’nde başlamış olan Batılılaşma çabaları, III. Selim’le birlikte kısa vadeli sonuçlarını vermiştir.

Nizam-ı Cedit programı çerçevesinde idari alanda yapılan ıslahatlar da Osmanlı diplomasi teşkilatını doğrudan etkilemiştir. Bu amaçla diplomasi teşkilatında personel sayısının azaltılması için bazı önlemler alınmış,[26] işe alınacak memurların nitelikleri konusunda belli kurallar getirilmiş[27], işe girmede ilk kez objektif usuller kabul edilerek sınavla işe girme ilkesi benimsenmiştir.[28]

III. Selim’in reform ve Batılılaşma politikasını sonuç kısmında ayrıntılı olarak değerlendirecek olmakla birlikte burada kayda değer şu düşünceyi belirtmekte yarar vardır. III.Selim’i 17. yüzyıl ortasında merkezi otoriteyi yeniden kurmuş olan Köprülüler zamanından beri uygulana gelen reform teşebbüsleri ile 19. yüzyıl Tanzimat reformları arasında, geçiş döneminin bir şahsiyeti olarak ilgi çekici kılan şey, onun amaçlarına ulaşmak için Avrupalı uygulamaların kabulünün hazırlanması konusunda, yaptıklarının kapsamı ve Batı ile Osmanlı yönetici seçkinler sınıfı arasında iletişim kanallarını açma şeklidir.[29]

C . III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu

Osmanlı Devleti yüzyıllardır izlediği karşılıksız diplomasi anlayışını[30] III. Selim döneminde terkederek, 1793 yılında Yusuf Agah Efendi’nin Londra büyükelçisi olarak tayin edilmesiyle karşılıklı diplomasiye geçmiştir. 18. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti aralarındaki ittifaklar sürekli değişen düşmanlarıyla mücadele etmiş ve artık tek başına ayakta kalamayacağını anlamıştır. Üstelik bu dönemde dünyada belirleyici dengeler salt Avrupa merkezli olmaktan çıkmış, yeni çekişme alanları doğmuştur. Osmanlı ise gün geçtikçe içinden çıkılmaz hale gelen bu oyunda giderek yalnızlığa sürüklenmektedir. Bu ortamda Osmanlı Devleti her ne kadar dış politikada İslami vurgulamaları koruyor gibi gözükse de gitgide Batılı diplomatik kavramlar ve metodlara duyulan yakınlık artmıştır.[31] Fransız İhtilali, Şark Meselesi kavramının ortaya çıkışı, Osmanlı dış politika anlayışının değişerek denge siyasetinin benimsenmesi, uluslararası sistemdeki gelişmeleri takip edebilecek kanalların yokluğu gibi faktörler 18. yüzyıl’daki gelişmelerle birleşince III. Selim’in Batılılaşma programının en önemli parçasını diplomasi reformu oluşturmuştur. Yeni diplomasi anlayışı hem ülke içinde başlatılan reform programının uzantısı olmuş, hem de her geçen gün devleti kuşatan uluslararası şartlara cevap verme isteğinin bir sonucu olarak doğmuştur.

  1. Fransız İhtilali’nin Osmanlı Diplomasi Anlayışı Üzerindeki Etkileri

Fransız İhtilali birçok açıdan Osmanlı Devleti’ni derinden etkilemiştir. Çünkü Batı Hıristiyanlığının İslam dünyasında gerçekten iz bırakan ilk büyük fikir hareketidir. İhtilalin İslam dünyasında ve Osmanlı’da bu denli etkili olmasının sebeplerinden birisi de kuşkusuz laik niteliğidir. Fransız İhtilali Avrupa’da din dışı kavramlarla entelektüel vurgulamaları bir arada kullanan ilk büyük sosyal başkaldırıdır. Laikliğin kendisinin Müslümanlar için bizatihi bir çekiciliği olmasa da Hıristiyan olmayan hatta Hıristiyanlık karşıtı olan ve bu niteliği liderleri tarafından önemle vurgulanan bir hareket İslam dünyasına kendi dini inanç ve geleneklerinden taviz vermeksizin Batının sırlarına vakıf olma imkanını tanımıştır.[32]

Fransız İhtilali’nin Osmanlı açısından bir diğer önemli boyutu, hareketin şok dalgaları Osmanlı’ya ulaşınca yüzyıllardır uygulanan karşılıksız diplomasinin terk edilerek karşılıklı diplomasiye geçilmesidir. İhtilali izleyen günlerde uluslararası siyaset ve diplomasi şartlarında hızlı bir değişim yaşanmıştır. Neredeyse her gün yeni ittifaklar doğmakta ve buna bağlı olarak devletlerin dış politikaları değişmektedir. İhtilal sonucu ortaya çıkan liberalizm, nasyonalizm gibi fikir akımları İhtilal Savaşlarıyla Avrupa’nın içlerine yayılıp çok uluslu imparatorlukları tehdit ederken, Fransa Napolyon’la birlikte kıta Avrupasını Fransa’nın liderliğinde birleştirme mücadelesine girmiştir. Buna karşılık İhtilalin doğurduğu yeni fikir akımlarını kendileri için büyük bir tehlike olarak gören İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya gibi devletler Fransa’ya karşı kutsal ittifak oluşturmuşlardır.[33]

Böylesine kaygan ve değişken bir uluslararası zeminde savunma durumuna geçmiş Osmanlı’nın sadece kendi gücüne dayanarak ayakta kalması zorlaşmıştır. Üstelik iki büyük düşmanı Rusya ve Avusturya ile savaşmaktadır. Avrupa’da çıkarlarının uyuşabileceği müttefiklere ihtiyacı vardır. Bunun içinse Avrupa devletler dengesinde meydana gelecek gelişme ve değişmelerin yakından takip edilmesi gerekmektedir. İstanbul’a bol, güvenilir ve hızlı bir şekilde Avrupa siyaseti ile ilgili bilgilerin akması ihtiyacının duyulduğu bir dönemde yurtdışında daimi diplomatik misyonlar bulunmadığı için bilgi edinebileceği kaynaklar son derece sınırlı, güvensiz ve yetersizdir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin üç bilgi kaynağı vardır; Eflak ve Boğdan Voyvodaları,[34] Divan-ı Hümayun Tercümanı,[35] ve İstanbul’daki çeşitli devletlerin diplomatik temsilcileri.[36] Ancak her üç kaynaktan elde edilebilecek bilgiler de yetersiz ve taraflıdır.[37]

Avrupa siyasetinden dışlanmamak, uluslararası sistemdeki değişimleri takip etmek ve Osmanlı dış politikasını bu faktörlere uygun olarak şekillendirmek için Avrupa ülkelerinden doğrudan doğruya güvenilir ve tarafsız bilgi edinmek gerekmektedir ki bu da ancak karşılıklı diplomasiye geçmekle mümkün olmuştur.

  1. Şark Meselesi ve Denge Siyaseti Kavramlarının Doğuşu ve Osmanlı Dış Politika Anlayışında Ortaya Çıkan Değişiklikler

III. Selim’in karşılıklı diplomasi uygulamasına geçmesinin sebeplerinden birisi de “Şark Meselesi” (Eastern Question) kavramının Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit etmesidir. Bu siyasete bir tepki olarak kendini koruma içgüdüsü ile “denge siyaseti” devletin resmi dış politika anlayışı haline gelmiştir. Yeni dış siyaset stratejisi diplomasiye ve diplomatlara olan ihtiyacı arttırdığı gibi uluslararası gelişmelerin de kesintisiz takibini gerektirmektedir. Böyle bir durumda III. Selim’in tek seçeneği ise yurt dışına daimi diplomatik misyonlar göndermek olmuştur.

Tarihsel açıdan bakıldığında Avrupa’ya göre Doğu, Osmanlı Devleti’nden başlamaktadır ve Şark Meselesi basit bir tanımla Avrupalı güçlerin Osmanlı topraklarını etkileri altına alma ve bu topraklarda nüfuz kazanma politikası anlamına gelmektedir.[38] Konu ile ilgili çok sayıda çalışma incelendiğinde Şark Meselesi’nin tamamen Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren bir kavram olduğu ve İmparatorluğun elinde bulunan Balkan toprakları, İstanbul, Boğazlar, Karadeniz ve Mısır’ın belirleyici role sahip oldukları görülmektedir. Şark Meselesini gündeme getirense Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girmesi olmuştur. Parçalanma belirtileri ile birlikte Avrupalı güçler Şark Meselesi adı altında Osmanlı mirasını paylaşma ve pastadan en büyük dilimi alabilme mücadelesine girmişlerdir. Bu politikanın ilk belirgin işaretlerinin 1774 Küçük Kaynarca Barış Antlaşmasıyla ortaya çıktığını söylemek mümkündür.[39]

18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı Devleti’nin devletler arası ilişkilerde kabul etmiş olduğu prensip siyasi anlaşmazlıklarda ve savaşlarda kendi kuvvetine dayanmak yani kendi kendine yetmektir. Bu sebeple Osmanlı Devleti ile Avrupa devletlerinden biri ya da birkaçı arasında imzalanmış saldırı veya savunma amacına yönelik antlaşmalara rastlanmamaktadır. Buna karşılık Osmanlı 18. yüzyıl sonlarından itibaren ve bütün 19. yüzyıl boyunca kendi kuvvetine dayanan bir siyaset değil, fakat devletlerin menfaat çatışmalarından istifade etme temeline dayanan bir denge politikası izlemiştir.[40]

III. Selim Fransız İhtilali’nin yarattığı uluslararası şartlarda Şark Meselesi çerçevesinde büyük güçlerin Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı baskılardan bunalarak denge politikasını uygulamaya koymuştur. Kendisinden sonra gelen padişahlar da devletin son günlerine kadar bu anlayışa bağlı kalmışlardır. Bundan sonra Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya gibi devletlerle ilişkileri denge siyaseti çerçevesinde belirlenmiştir. Osmanlı için büyük öneme sahip olan denge siyasetini kısaca şöyle tarif etmemiz mümkündür: “Avrupa’nın büyük devletlerini ve menfaat çatışmalarını birbirlerine karşı kullanarak ve zaman zaman bunlardan birinin desteğini elde ederek Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak.”.[41]

III. Selim tahta çıktığı zaman kendisini Rusya ve Avusturya gibi iki büyük düşmanı ile savaş içinde bulunca, bu iki devlete karşı Prusya ile ittifak yaparak[42] denge siyasetini uygulamaya koymak istemişse de arzuladığı sonucu alamamıştır.[43] 1798 yılında ise Fransızların Mısır’ı işgal girişimi ile kozlar Osmanlı’nın eline geçmiş ve bu tarihten itibaren 1878 yılına kadar denge politikasındaki partneri İngiltere olmuştur.[44] Bununla beraber olayların seyrine göre aynı dönemde zaman zaman Fransa, Prusya ve hatta can düşmanı Rusya’nın desteğine bile başvurmuştur.[45] 1878’den sonra ise İngiltere’nin Osmanlı politikasını radikal bir şekilde değiştirip Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetine girmesiyle birlikte Osmanlı’nın yeni müttefiki Almanya olacaktır.

  1. Karşılıklı Diplomasiye Geçilmesi ve Yurtdışında Daimi Osmanlı Elçilikleri ile Konsolosluklarının Açılması

Yukarıda üzerinde durduğumuz gibi Fransız İhtilali’nin uluslararası sistemde yarattığı değişiklikler, Şark Meselesi, Denge Siyaseti kavramlarının ortaya çıkışı Osmanlı için diplomatik faaliyetlerin önemini arttırmış ve 1793’te karşılıklı diplomasiye geçilmiştir. Avrupa’ya ikamet elçisi gönderilmeye karar verildiği zaman ihtiyatlı davranılarak, daimi elçiliklerin tedricen kurulması uygun görülmüştür. İmparatorluğun karşılıklı diplomasi konusunda daha önce bir deneyimi olmadığı için daimi elçilik açılacak ülkelerin seçiminde çok titiz davranılmıştır. Bu konuda akla ilk gelen ülke Fransa’dır. Kanuni devrinden itibaren iki ülke arasındaki siyasî ve ticarî ilişkiler kesintisiz sürmüştür.

Bu süre zarfında her iki devlet birbirleriyle savaşmadıkları gibi aralarında ciddi bir problem de yaşanmamıştır. Padişah III. Selim’in Fransa’ya duyduğu sempati ve Batılılaşma programında bu ülkenin oynadığı rol de bu tercihte etkili olmuştur. Ancak tam bu sıralarda Fransa ve diğer Avrupa devletleri arasında başlayan savaşın şiddetlenmesi Osmanlı Devleti’ni kararından vazgeçirmiştir. Bunun üzerine uzun süredir dostane ilişkiler sürdürülen İngiltere’ye daimi diplomatik misyon gönderilmesine karar verilmiştir.[46]

Reis-ül Küttab Mehmet Raşit Efendi Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye ikamet elçisi gönderme konusundaki isteğini İstanbul’daki İngiliz elçisi Lord Ainslie’ye bildirerek ne şekilde hareket edilmesi gerektiğini sormuştur. Bu ve bunu izleyen bir dizi görüşme sonucunda[47] Yusuf Agah Efendi büyükelçi rütbesiyle Londra’ya tayin edilmiştir.[48] 1793 Ekim ayı ortalarında maiyeti ile birlikte İstanbul’dan hareket eden, yılda 50.000 kuruş maaş ve 15.000 kuruş harcırah alacak olan bu ilk daimi Osmanlı elçisi beraberinde sırkatibi (başkatip) Mehmet Raif Efendi, ateşe Derviş Ağa, iki tercüman ve Hıristiyan tebadan ticari işlerle uğraşacak bir maiyet memuru götürmüştür.[49]

Elçi tayininde 1795’te ikinci adımın atılması uygun görülerek Avusturya ve Prusya’ya daimi elçilik açılmasına karar verilmiştir. Seyyid Ali Efendi Berlin, İbrahim Akif Efendi Viyana elçiliklerine tayin edilmişlerdir. Ancak Fransız elçisi Verninac’ın Bab-ı Ali nezdindeki yoğun çabaları ve padişahın da uygun görmesiyle Berlin’e tayin edilen Seyyid Ali Efendi’nin Paris’e, Aziz Efendi’nin Berlin’e, İbrahim Akif Efendi’ninse Viyana’ya tayinlerine karar verilmiştir.[50] Böylelikle ilk karşılıklı diplomasi denemesinde Osmanlı Devleti Londra, Paris, Berlin, Viyana gibi dönemin önde gelen ve izledikleri dış politikalar itibarıyla Osmanlı’yı yakından etkileyen Avrupa başkentlerinde daimi temsilcilikler açmıştır. Bir tek Rusya’nın başkenti St. Petersburg bu uygulamanın dışında bırakılmıştır.[51]

III. Selim, diplomasi reformu çerçevesinde yurtdışındaki Osmanlı tebasının ticari çıkarlarını koruyacak konsoloslar da tayin etmiştir.[52] Genelllikle ilk konsoloslar tayin edildikleri yerde ikamet eden Rumlardır ve ortodoks Hıristiyan tebanın ticarette aktif olduğu Malta, Cenova, Marsilya gibi merkezlerde görev yapmışlardır.[53] Birkaç yıl sonra Amsterdam ve Londra’da da Osmanlı konsoloslukları açılmıştır.

  1. Osmanlı Diplomasi Reformunun Değerlendirilmesi ve Bu Reformun III. Selim’in Batılılaşma Politikası Üzerindeki Etkileri

III. Selim’in diplomasi reformu kısa vadede arzu edilen sonuçları sağlayamamakla birlikte, Osmanlı’nın batılılaşma politikası üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Lewis’in batıya yeni bir pencere açılması[54] olarak nitelediği karşılıklı diplomasi uygulamasının III. Selim’in Batılılaşma politikasına katkılarını belirli başlıklar altında toplamak mümkündür:

  1. Daimi elçilik görevi ile Avrupa’ya gönderilen devlet adamları müsbet bilimlerin Osmanlı ülkesine girişinde etkili bir rol oynamışlardır.[55]
  2. Osmanlı daimi elçiliklerinin Batıdan askeri ve sivil uzmanların getirilmesi konusunda katkıları olmuştur. Örneğin Yusuf Agah Efendi Osmanlı ordusunda öğretmen olarak çalıştırılmak üzere İngiltere’den subaylar göndermiştir.[56] Yine askeri reformlarda en fazla yardımı sağlanan ülke olan Fransa’dan uzmanların getirtilmesinde de daimi elçiliklerin büyük katkısı olmuştur.
  3. Osmanlı daimi elçilikleri Batıyı tanıyan devlet adamlarının yetişmesine imkan vermiştir. III. Selim’in 1806 yılında Paris’e büyük elçi olarak tayin ettiği Muhip Efendi’nin talimatnamesinde “Sefir-i mumaileyhin maiyetinde olan memurinin cümlesi oltarafda beyhuda izaa-i vakt etmeyüb hidmet-i Devlet-i Aliyye yarayacak elsine ve ulum ve maarif ve fünun tahsiline say-i beliğ etmeleri matlub olmağla leylü nehar iştigal ve müvazebetden hâli olmayalar” kaydı mevcuttur.[57] Yani ilk daimi elçilerden gittikleri ülkelerin belirli müesseselerini incelemeleri, Osmanlı Devleti için yararlı olan bilgileri, dilleri ve bilimleri öğrenmeleri istenmiştir. Kuran bu zatların, İstanbul’a döndükten sonra sadaret kethüdalığı, defterdarlık, nişancılık gibi önemli görevlerde bulunduklarından ve Osmanlı devlet idaresinin Batılılaşmasında III. Selim’e kuvvetli destek olduklarından bahsetmektedir.[58] Lewis ve Shaw ise ilk elçilerin gönderildikleri ülkeler hakkında pek az şey öğrendikleri, öğrendiklerinin de pek azından etkilendikleri görüşündedirler. Bu yazarlara göre ilk elçilerin İstanbul’a ulaşan raporları törenler ve protokol sorunları ile ilgili haberler, Avrupa tiyatroları, modası, yiyecekleri vb. gereksiz bilgilerle doludur.[59] Yurtdışına gönderilen ilk daimi Osmanlı elçilerinin kuşkusuz Batılılaşma politikasına katkıları olmakla birlikte arşiv belgeleri Lewis ve Shaw’ın görüşlerinde de haklılık payı olduğunu gözler önüne sermektedir. İlk elçilerin raporlarında Avrupa’daki siyasi gelişmeler, devletlerarası ilişkilerin son durumu, Avrupalı devletlerin Osmanlı politikaları gibi kendilerinden istenen bilgilere pek rastlanmamaktadır.[60] Bu şartlar altında Paris sefirimiz gibi devletin çıkarlarının korunmasını Paris’li saygıdeğer hanımlara modaya uygun renkte şalların gönderilmesine bağlayacak diplomatların bulunması[61] da doğal karşılanmalıdır.

Birçok bilim adamının ittifakla kabul ettiği üzere III. Selim’in diplomatik reformlarının Batılılaşma politikası açısından uzun vadedeki en önemli sonucu ilk elçilerin beraberlerinde Avrupa dillerini, bilimini, kültürünü ve toplumunu öğrenmeleri için gençler götürmeleridir. Böylelikle birçok Osmanlı genci bir süre bir Avrupa kentinde oturmak, bir Avrupa dili öğrenmek ve Fransız İhtilali sonrasında Avrupa’da hakim olan fikirlerle tanışmak fırsatına kavuşmuşlardır. Bu gençler Avrupa’dan dönüşte kalemlere katip olarak girmişler, bir Batı dilini iyi derecede öğrendikleri için kendilerinden diplomasi teşkilatında yararlanılmış ve bürokratik hiyerarşide ordudaki reformların subaylar arasında yarattığı gibi Batı’ya dönük aydın bürokrat tipinin tohumlarını atmışlardır.[62] Berkes’in tanımıyla “ilk defa olarak devlet himayesinde ve çevresinde daha önce bulunmayan bir tip, eskinin ilmiye sınıfının yerini almak üzere olan aydın tipi, daha sonra değişecek olan modern intelligentsia’nın öncüleri” ortaya çıkmıştır.[63] Bu yeni sosyal grup ve onların sahip olduğu zihniyet Tanzimat döneminin kapılarını açtığı gibi, devletin 19. yüzyıldaki reform ve batılılaşma anlayışına da damgasını vurmuştur.

Verdiğimiz bilgilerin de gösterdiği üzere değişen dış politika ve diplomasi anlayışı III. Selim’in batılılaşma teşebbüslerine olumlu katkılarda bulunmuş ve Tanzimat’a doğru ilerleme başlamıştır. Bununla birlikte diplomasi reformunun aksayan yönlerinin de bulunduğu inkar edilmez bir gerçektir. Her şeyden önce 18. yüzyıl’da Batıda diplomasi uygun eğitimden geçmiş, yetenekli profesyonellere ihtiyaç gösteren teknik bir branş haline gelmiştir. Oysa Osmanlı Devleti karşılıklı diplomasiye geçtiği yıllarda uzman kişilerden oluşan bir diplomatik elite sahip değildir. İlk diplomatlar Divan kalemlerinde geleneksel metodlara göre yetişmiş, Arapça ve Farsça bilen ancak batı dillerine ve kültürüne aşina olmayan kimselerdir. Diplomasinin kendine özgü metodlarından ve terminolojisinden habersizdirler. Bu eksiklikler ilk daimi elçilerin çalışma biçimlerinde ve raporlarında kendisini göstermiştir.[64] Yine bu ilk elçiler uluslararası sistemdeki değişimleri yakından takip edip, İstanbul’a bildirme konusunda başarılı olamamışlardır. Örneğin Paris sefirimiz Seyyid Ali Efendi, Fransız dışişleri bakanı Talleyrand tarafından Napolyon’un Mısır’ı işgal etmeyeceğine inandırılmıştır. Hatta Seyid Ali Bey Fransızların Mısır harekatı başladıktan sonra bile durumdan habersiz her şeyin normal ve Fransa’nın Osmanlı’nın dostu olduğu yönünde raporlar gönderebilmiştir.[65]

Sonuç itibariyle Fransız İhtilali ile radikal bir değişikliğe uğrayan uluslararası sistemde III. Selim’in reform çabaları ve kullandığı araçlar sınırlı ve yetersiz kalmıştır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi Osmanlı Devleti’nin önceden planlanıp, belirlenmiş açık ve tutarlı bir dış politikaya sahip olmamasıdır. Üstelik yaygın kanaate göre diplomasi henüz savaş alanlarında zafer kazanıncaya kadar faydalanılacak bir zaman kazanma yöntemi olarak görülmektedir. Bunun da ötesinde yüzyıllardır izlenen diplomasi anlayışı terk edilip, karşılıklı diplomasiye geçilirken bu değişikliğin alt yapısı hazırlanmamıştır. Çünkü III. Selim’in diplomatik reform programı, merkezde devletin dış ilişkilerini koordine edip, yönlendirecek bir hariciye nazırlığının kurulmasını kapsamamaktadır. Kısacası Osmanlı hariciye teşkilatı henüz tam anlamıyla içinde bulunduğu çağın şartlarına uyum sağlayamamıştır.

D. Sonuç

III. Selim’in batılılaşma politikası ve reform programı hakkında farklı görüşlerin varlığı dikkati çekmektedir. Bunların bazılarında bahsetmekte yarar vardır; Cevdet Paşa, Mustafa Nuri Paşa gibi tarihçiler III. Selim dönemi ile ilgili eleştiriler yapmakla birlikte bunları daha çok sultanın tecrübesizliğine, idareci seçmekteki başarısızlıklarına ve genel olarak yönetim düzenindeki bozukluklara bağlamaktadırlar. III. Selim Dönemi ile ilgili en ayrıntılı çalışmaları yapan tarihçilerden birisi olan Karal ise III. Selim Devri’nde gönüllü olarak bir “Batılılaşma” hareketi başladığını ve ıslahat hareketlerinin askerî alanı aşıp, bütün devleti ve toplumu kapsayacak bir yapılanmaya dönüştüğünü ifade etmektedir.

Batılı tarihçilerden Shaw III. Selim’i bir modernist olarak niteleyerek, özellikle diplomasi reformunun “batıya bir pencere” açtığını ileri sürmektedir.[66] Shaw bu dönemdeki reformların zamanın gereksinimlerine karşı geleneksel Osmanlı yanıtları olduğu, Avrupalı düşüncelerin toplumda kök salmayıp, daha sonrası için tohumlar attığını söylemenin daha doğru olacağı kanaatindedir.[67] Yazar dönemin askeri reformlarının Batılı sayılabilecek siyasal ve sosyal reformlarla tamamlanamadığı[68] görüşündedir ve III. Selim için “gelenekçi reformcuların en liberali”[69] şeklinde ilgi çekici bir tanımlama yapmaktadır.

Yine Batılı tarihçilerden Lord Kinross’a göre III. Selim Osmanlı Sultanları içinde radikal reformlara kendisini tamamen ve sabırlı bir şeklide adayan sayılı padişahlardan biridir ve iki yüz elli yıl önce Kanuni’nin Doğulu kavramlar ve İslâmî geleneklerle başardıklarını, III. Selim batılı kavramlar ve yeni laiklik ruhu ile gerçekleştirmeye çalışmıştır.[70] Başarısız olmasının en büyük sebebi ise imkansız bir denemeye girişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bütün güçsüzlüğüne rağmen yüzyıllardır süre gelen dokunulmaz ve dirençli geleneksel sistemi tarihin bu aşamasında tek bir vuruşla değiştirecek kadar kuvvetli değildir.[71]

Berkes, çağdaşlaşma sorununun III. Selim’le birlikte artık militer bir yenileşme işi olmaktan çıkıp, eski rejimin yerini alacak başka bir rejimin temellerini aramak sorunu haline geldiğini[72] çıkan ayaklanmanın da bu dönüşümün fark edilip, tepki duyulmasından kaynaklandığını ileri sürmektedir.[73]

Şimdiye kadar kaydettiğimiz bütün görüşler bazı eleştirilerine rağmen III. Selim’in geniş kapsamlı ve önceki dönemlerden daha farklı bir Batılılaşma programını uygulamaya çalıştığı konusunda hem fikirdirler. Fransız İhtilali’nden sonra, Paris’te yayınlanmaya başlayan Moniteur Universel isimli gazete ise daha farklı bir yorum yaparak, III. Selim’i “kesinlikle Avrupalı veya Avrupalılaşmak isteyen bir hükümdar olarak görmemekte, tam tersine bir despot olarak” nitelemektedir.[74] Bu nitelemenin objektifliğinin tartışmalı olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Değerlendirme yapılırken o dönemde Fransa ve Osmanlı arasındaki ilişkilerin inişli-çıkışlı seyri (özellikle Mısır’ın Fransızlar tarafından işgal girişimi), İngiliz-Osmanlı ittifakı, genel olarak Batının Osmanlı’ya yönelik önyargıları da gözden uzak tutulmamalıdır.

III. Selim askerî, idarî, malî, iktisadî, siyasî ve diplomatik reformları “Nizam-ı Cedit” programı başlığı altında toplayarak iktidarının ilk yıllarından itibaren uygulamaya koymaya çalışmıştır. Genç padişah savaşın ve bütün gücünü cephede yoğunlaştıran bir devletin böylesine geniş kapsamlı bir reformu başarıya ulaştırmasının imkansız olduğunu da anlamıştır. Bunun için Osmanlı Devleti’nin uzun bir barış dönemine ihtiyacı vardır. Ayrıca reform programının başarısı büyük oranda dış yardıma bağlıdır. Özellikle askeri ve teknik reformların gerçekleşebilmesi için Batılı askerî ve teknik uzmanların getirtilmesi gereklidir. O halde Osmanlı bu tür yardımları sağlayacağı Fransa, İngiltere, Prusya gibi ülkelerle dostane ilişkiler kurup, problem yaratmaktan kaçınmalıdır. Bütün bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi içinse bir yandan “karşılıklı diplomasi”ye geçilip önemli Batılı merkezlerde daimi temsilcilikler açılmış, öte yandan da dış politika anlayışı değiştirilerek “denge politikası” izlenmeye başlanmıştır. Ancak III. Selim’in Batılılaşma politikasının başarısını sınırlayan iki önemli faktör vardır. Bunlardan birincisi fonksiyonunu yitirmiş eski kurumları ortadan kaldırmaya cesaret edememesi, onları muhafaza ederken aynı alanda faaliyet gösterecek, Batılı usullerle çalışan yeni kurumları Osmanlı toplumuna tanıştırmasıdır.[75] Böylelikle aynı alanda faaliyet gösteren eski ve yeni müesseseler kaçınılmaz bir rekabet içine girmişler, bu da reformların başarısını, toplum ve devlet hayatına yeterince nüfuz etmesini önlemiştir. III. Selim o dönemin herhangi bir idarecisinin gücü yettiği kadarıyla geleneksel yapıda yenilik girişimlerinde bulunmuş; bunun için de “geleneksel reformcuların en liberali” olarak nitelenmiştir.[76]

III. Selim’in programının başarısını sınırlayan ikinci nokta ise reformlarına halkın desteğini sağlayamaması ve Batılılaşma politikasının dar bir elit azınlık tarafından desteklenmesidir. Endüstrinin gelişmediği, ticaretin büyük ölçüde yabancıların elinde olduğu Osmanlı Devletinde İhtilal Fransa’sında ya da herhangi bir Avrupa ülkesinde olduğu gibi reformların arkasında duracak sosyal ve ekonomik güçler yoktur. Bu sebeple reformist azınlık önemli bir baskı unsuru olamamıştır. Ancak kabul etmek gerekir ki III. Selim’in Batılılaşma politikası ve onun bir uzantısı olan diplomasi reformu Batıdan yeni ve aydınlanmacı görüşlerin ülkeye girişini hızlandırmış, reformların ufkunu genişleterek ufak bir akıntıdan kabına sığmayan bir sele dönüşmesine imkan sağlamıştır.

Prof. Dr. Gül AKYILMAZ

Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 660-670


Kaynaklar:
♦ Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. 3, İstanbul 1993.
♦ Ahmet Rasim, “Osmanlı’da Batışın Üç Evresi, III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecid”; İstanbul Tarihsiz.
♦ AKYILMAZ Gül, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı, Konya 2000.
♦ ANDERSON M. S., The Great Powers and the Near East 1774-1923, London 1970.
♦ ARMAOĞLU Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Ankara 1983.
♦ Berkes Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978.
♦ DAVISON Roderic H., “Russian Skill and Turkish Imbecility: The Treaty of Kuchuk Kainardji Reconsired”, Slavic Review, C: 35, sy. 3, 1976.
♦ DERİNGİL Selim, “II. Mahmut’un Dış Siyaseti ve Osmanlı Diplomasisi”, Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri, İstanbul 1990.
♦ Eren Cevat, Selim III, İ. A., c. 10, İstanbul 1980.
♦ FINDLEY Carter V., “The Foundation of Ottoman Foreign Ministery, The Beginnings of Bureaucratic Reform Under Selim III and Mahmut II”, IJMES, c. I, 1970.
♦ FINDLEY Carter V., Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire, The Sublime Porte, 1789-1922, Princeton 1980.
♦ GİRİTLİ İsmet, Super Powers in the Middle East, İstanbul 1972.
♦ HEYD Uriel, “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mahmut II, ” The Modern Middle East Reader, (Ed: HOURANİ/KHOURY/WILSON), London 1993.
♦ HUREWITZ J. C., “Ottoman Diplomacy and the European State System”, The Middle East Journal, C. XV, Washington D. C. 1961.
♦ HUREWITZ J. C., “The Background of Russia’s Claims to the Turkish Straits”, Belleten, c. XXVIII, sy. III, Ankara 1964.
♦ Karal Enver Ziya, “Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri”, Yeni Türkiye.
♦ Karal Enver Ziya, Fransa-Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938.
♦ Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri, c. 5, Ankara 1988.
♦ Karal Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları Nizam-ı Cedid, 1789-1807, Ankara 1988.
♦ Kuran Ercümend, “Müsbet Bilimlerin Türkiye’ye Girişi (1737-1839)”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara 1997.
♦ Kuran Ercümend, “Türkiye’nin Batılılaşmasında Osmanlı Daimi Elçiliklerinin Rolü”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara 1997.
♦ Kuran Ercümend, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri 1793-1821, Ankara 1968.
♦ KURAT Akdes Nimet, Türk-İngiliz Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1553-1952), Ankara 1952.
♦ Lewis Bernard, “The Impact of the French Revolution on Turkey”, Journal of the World History, C: 1, No: 1, Paris 1953.
♦ Lewis Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu (Çev: Metin Kıratlı), Ankara 1984.
♦ Lord KINROSS, The Ottoman Centuries, The Rise and Fall of the Turkish Empire, New York, 1977.
♦ NAFF Thomas, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth Century: Patterns and Trends”, Studies in Eighteenth Century Islamic History, (Ed: NAFF T. /OWEN R.), Illinois 1977.
♦ NAFF Thomas, “Reform and Conduct of Ottoman Diplomacy in the Reign of Selim III, 1789-1807”, JESHO, C. XXXIII/3, 1963.
♦ Ortaylı İlber, “Osmanlıda 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına Dair Notlar”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, c. I, İstanbul 2001.
♦ SANDER Oral, Siyasi Tarih, İlk Çağlardan 1918’e, Ankara 1987.
♦ SHAW Stanford, Between Old and New, The Ottoman Empire Under Sultan Selim III 1789-1807, Cambridge/Massachusetts 1971.
♦ SHAW Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. 1, İstanbul 1982.
♦ SOYSAL İsmail, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1987.
♦ TİMUR Taner, “Moniteur Universel, III. Selim ve İhtilal Fransası” Osmanlı Çalışmaları, Ankara 1996.
♦ UNAT Faik Reşit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara 1988.
♦ Uzunçarşılı İ. H., “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-İngiliz Münasebatına Dair Vesikalar”, Belleten, c. XIII, No: 51, 1949.
♦ Uzunçarşılı İ. H., “Selim III’ün Veliaht iken Fransa Kralı Lui XVI ile Muhabereleri”, Belleten, c. II, sy. 5/6, 1938.
♦ ZÜRCHER Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 2000.
Dipnotlar:
[1] Shaw Stanford, Between Old and New, The Ottoman Empire Under Sultan Selim III 1789-1807, Cambridge/Massachusetts 1971, s. 32-33.
[2] Karal Enver Ziya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Tanzimat 1940, s. 154.
[3] Karal, Batılılaşma, s. 154.
[4] Lewis Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev: Kıratlı Metin), Ankara 1984, s. 46 v. d.
[5] Halil Hamit Paşa ve Reformist kişiliği hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Mardin Şerif, The Genesis of Young Ottoman Thought, A Study in the Modernization of Turkish Political Ideas, Princeton, 1962.
[6] Shaw, s. 180.
[7] Shaw, s. 11.
[8] Ortaylı İlber, “Osmanlıda 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına Dair Notlar”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, c. I, İstanbul 2001, s. 40. Osmanlı gözünü batıya çevirmiş III. Selim döneminde bile Batı’daki gelişmelerden o kadar kopuktur ki Fransız elçiliği personelinin ihtilalci giyimini, üç renkli kokartlarla gezip etrafta propoganda yapmalarını Reis-ül Küttaba şikayet eden Avusturya elçisine, reis efendi “Behey dostum, Osmanlı Devleti bir İslam devletidir. Böyle alametlere önem vermeyiz. Başlarına ne isterlerse giyerler, istedikleri alameti takarlar. Başlarına üzüm küfesi giyseler, niçin giydiniz demek, devletimizin görevi değildir” diyebilmiştir. Tarih-i Cevdet, c. 6, s. 182; Ahmet Rasim, Osmanlı’da Batışın Üç Evresi, III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit, İstanbul, tarihsiz, s. 79.
[9] Ortaylı, s. 40; Shaw, s. 194. III. Selim bile Avrupalı sanatçıları saraya davet etmiş, Batıdan çiçek ve minyatürler getirtmiş, Avrupa şiirinden ve müziğinden etkilenmiştir.
[10] Shaw, s. 194.
[11] Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Nizam-ı Cedit ve Tanzimat Devirleri, c. 5, Ankara 1988, s. 61; Ayrıntılı bilgi için bkz. Unat Faik Reşit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara 1988, s. 158-161.
[12] Lord Kinross, The Ottoman Centuries, The Rise and Fall of the Turkish Empire, New York 1977, s. 418; Karal, Tarih, s. 61.
[13] Karal Enver Ziya, Selim III’ün Hattı Hümayunları Nizam-ı Cedit, 1789-1807, Ankara 1988, s. 30.
[14] Eren Cevat, Selim III, İ. A., c. 10, İstanbul 1980, s. 445; Karal, Hattı Hümayun, s. 29; Karal, Tarih, c. 5, s. 61.
[15] Bu anlayış Cevdet tarihinde de şu şekilde ifade edilmiştir; “Devlet işleri saat çarkları gibi birbirine bitişik ve bağlıdır. Bunların güzel bir ahenk içinde dönmesi ise hepsinin nizam ve bağlılık içinde bulunmasına muhtaç olduğundan Devlet-i Aliye her dairesinde esaslı ıslahat yapmak zorundadır” Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. 3, İstanbul 1993, s. 1407.
[16] Zürcher Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 2000, s. 40.
[17] Shaw, s. 13.
[18] Uzunçarşılı İ. H., “Selim III’ün Veliaht iken Fransa Kralı Lui XVI ile Muharebeleri”, Belleten, c. II, s. 5/6, 1938, s. 196-197.
[19] Bu konularda ayrıntılı bilgi için bkz. Uzunçarşılı, s. 211, 221-224. Ortaylı I. Abdülhamit’in Mektupları bildiğini ancak hoşgörülü davrandığını kaydetmektedir. Ortaylı, s. 39.
[20] Cevdet Tarihi’ne göre layiha hazırlayanların sayısı 20’dir. İsimler için bkz. Tarih-i Cevdet, c. 3, s. 1410-1411. Karal ise layiha sahiplerinin 22 kişi olduğundan bahsetmektedir. Bunlardan ikisi Avrupalı hristiyanlardır. Karal, Tarih, c. 5, s. 62. Cevdet Paşa’nın değinmediği layiha sahipleri Türk ordusunda hizmet gören Bertrand adındaki Fransız subay ve İsveç elçiliği tercümanlarından Osmanlı Ermenisi D’Ohsson’dur.
[21] Ebubekir Ratip Efendi’nin hazırladığı ve III. Selim’in çok beğendiği raporunda başlıca dört unsurun vurgulandığı görülmektedir. Eğitimli, disiplinli bir ordu, düzenli maliye, namuslu dürüst, okumuş memurlar ve halk arasında ekonomik güvenlik ve refah. Berkes Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s. 96, Unat, s. 159-161. Berkes Ratip Efendi’nin o zamanın modern devletini niteleyen en önemli noktalara parmak bastığından, Tanzimat Fermanı’ndaki fikirleri 45 yıl önce ileri sürdüğünden bahsetmektedir, Berkes, s. 96.
[22] Berkes, s. 96; Eren, s. 446.
[23] Lewis, Modern, s. 60; Shaw, s. 112 v. d.; Berkes, s. 93.
[24] Shaw, s. 182, 190.
[25] Lewis Bernard, “The Impact of the French Revolution on Turkey”, Journal of the World History, C. 1, No: 1, Paris 1953, s. 110; Lewis, Modern, s. 61. Hatta Seyyid Mustafa isimli bir zat Nizam-ı Cedit’in başarılarını tanıtmak üzere Fransızca bir kitap yazmış ve kitap önce İstanbul’da ardından Paris’te basılmıştır. Bu kitapta ilk kez Doğu-Batı ayrımı ve farklarının anlaşılmaya başladığı görülmektedir. Berkes, s. 96-98.
[26] Diplomasi teşkilatında aşırı yığılmayı önlemek ve niteliksiz personelin istihdamını engellemek için işe almada yıllık kontenjanlar belirlenmiş, belirlenen sayıdan fazla memurun işe alınması yasaklanmıştır. Örneğin Divan-ı Hümayun Kalemlerine iki yıl memur alınmayacaktır. İki yılın sonunda ise her yıl en fazla 12 şakird alınabilecektir. BOA, Meclis-i Tanzimat Defterleri, Kalem Nizamnamesi, no 27, s. 5.
[27] “İltimas, rica ve şefaat ve hatır ve gönüle riayet” ile kimse işe alınmayacak, katipler güzel yazı yazma ve düzgün ifade yeteneğine sahip, güvenilir, devlet sırlarını açığa vermeyecek kişiler arasından seçilecektir. BOA, MTD, K. N., No: 27, s. 5, 20-21.
[28] Mektubi, Amedi Kalemleri gibi önemli birimlere alınacak katipler önce yazılı bir sınavdan geçirilecekler ve sonuçlar sadrazama takdim edilecek, arkasından durum padişaha arz edilecek ve ancak padişahın hatt-ı hümayunu ile tayin yapılabilecektir. BOA, MTD, KN, no: 27, s. 19, 21.
[29] Zürcher, s. 40.
[30] Osmanlı Devleti 1453-1793 devresinde karşılıksız diplomasi anlayışına bağlı kalmıştır. Bu çerçevede Avrupa devletler sisteminden kendisini geniş ölçüde soyutlayarak yabancı ülkelere sürekli diplomatik misyonlar göndermemiş, buna karşılık diğer ülkelerden gelen diplomatik misyonları kabul etmiştir. Hurewitz J. C. “Ottoman Diplomacy and the European State System” The Middle East Journal, C. XV, Washington D. C., 1961, s. 145 Karlofça Andlaşmasından itibaren karşılıksız diplomasi ilkesinden bazı tavizler verilmiş, Avrupa kökenli diplomatik kavramlar ve devletler hukuku ilkeleri kabul edilmiş, yurtdışına gönderilen geçici elçilerin sayısında hızla bir artış olmuştur. Karşılıksız diplomasi dönemi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Akyılmaz Gül, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı, Konya 2000, s. 56-67.
[31] Nafe Thomas, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth Century: Patterns and Trends”, Studies in Eighteenth Century Islamic History, (Ed: Naff T. /Owen R.) Illinois 1977, s. 88 v. d.; NAFF T. “Reform and Conduct of Ottoman Diplomacy in the Reign of Selim III, 1789-1807”, Jesho, C. XXXIII/3, 1963, s. 295 v. d.; Deringil Selim, “II. Mahmut’un Dış Siyaseti ve Osmanlı Diplomasisi”, Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri, İstanbul 1990, s. 61.
[32] Lewis, French, s. 105-106; Lewis, Modern, s. 55.
[33] Sander Oral, Siyasi Tarih, İlk Çağlardan 1918’e, Ankara 1987, s. 104.
[34] Eflak ve Boğdan voyvodalarının dış siyasi gelişmelerle ilgili İstanbul’a gönderdikleri bilgiler konusunda arşivlerde çok sayıda belge mevcuttur. Biz burada sadece iki örnekle yetineceğiz. Osmanlı-Avusturya savaşı ve Osmanlı hükümeti ile sulh aktedilmesi hakkında Fransa tarafından yapılan tavsiyeden Nemçe İmparatoru’nun memnun olmadığı ve Avrupa’nın genel durumu hakkında bilgiler içeren Boğdan voyvodası Alexander’ın tahriratı BOA, CTH, no: 3679, t: 3/R/1197 (1783); Amerika, Portekiz, İspanya, Fransa, İngiltere’de cereyan eden ahval ve vukuata ve bu karışıklıkların def’i için Viyana’da İspanya ve Avusturya arasında aktedilen andlaşmanın tercümesinin takdim olunduğuna dair Boğdan Voyvodası İskelet Bey’in tahriratı, BOA, HHT, no: 12570, t: 27/Ş/1232 (1817).
[35] Rusya’nın Avrupa ve Asya taraflarındaki devletler hakkında tasavvur ve takip ettiği istila politikasına ve siyasi ihtiraslarına dair beyanat ve mülahazalarla, Çariçe’nin Avusturya ile tedafüi ve taaruzzi bir andlaşma akdettiğine dair Divan-ı Hümayun Tercümanı tarafından verilen takrir, BOA, CTH, no: 8300, t: 20/Za/1165 (1752).
[36] Devlet-i Aliye ile Rusya arasında yapılacak barış andlaşması konusunda Prusya’nın tavrı ile ilgili malumat içeren Fransız elçisinin takriri; BOA, CTH, no: 1724, t: 2/N/1205 (1791).
[37] Özellikle nasyonalizm akımının etkilerinin Osmanlı Devleti’ne ulaşmasından sonra Rum asıllı Divan-ı Hümayun Tercümanları ile yine Rum asıllı Eflak ve Boğdan voyvodalarının haberlerine güvenilmemiştir. Bab-ı Ali nezdindeki elçilerse doğal olarak politik amaçlarına ve temsil ettikleri devletlerin menfaatine uygun haberlerin İstanbul’a ulaşmasına izin vermişlerdir.
[38] Giritli İsmet, Super powers in the Middle East, İstanbul 1972, s. 3; Kinross, s. 549. Şark meselesi ile ilgili çok sayıda çalışma olmakla birlikte tanımı ve kapsamı için bkz. Macfie A. L., The Eastern Question 1774-1923, New York 1989; Marriot J. A., The Eastern Question an Historical Study in European Diplomacy, Oxford 1958; Anderson M. S., The Eastern Question 1774-1923, New York 1966; Anderson M. S., The Great Powers and the Near East 1774-1923, London 1970.
[39] Davison Roderic H., “Russian Skill and Turkish Imbecility: The Treaty of Kuchuk Kainardji Reconsired”, Slavic Rewiev, C. 35, sy. 3, 1976, s. 470 v. d.
[40] Karal Enver Ziya, Fransa-Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938, s. 148.
[41] Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Ankara 1983, s. 43; Karal, Mısır, s. 148.
[42] Beş şart ve bir hatimeli Prusya ile Devlet-i Aliye arasındaki ittifak andlaşması suretinin üzerinde padişahın hatt-ı hümayunu ve Şeyhülislamın emri ile eski ordu kadısı Abdullah Efendi’nin yazmış olduğu ayet-i kerime sureti vardır. BOA, HHT, no: 1417, t: 16/Ca/1204 (1790).
[43] Denge siyasetindeki bu ilk deneme kısmen başarılı olmuştur. Beş maddelik antlaşmanın birinci maddesine göre Prusya 1790 baharında Rusya ve Avusturya’ya savaş ilan edecek ve Osmanlı’nın istediği şartlarda barış yapılana kadar savaşta kalacaktır. Prusya ve Osmanlı ittifakından çekinen Avusturya 1791 yılında Osmanlı ile savaşa son vererek Ziştovi Antlaşmasını yapmıştır. Ancak Osmanlı-Rus savaşı devam etmesine rağmen Prusya sözünü tutmamış ve Rusya’ya savaş açmamıştır.
[44] 1798 yılında İngiltere’nin “İmparatorluk Yolunda” kilit vazifesi gören Mısır’ın Fransa tarafından işgali İngiltere ve Osmanlı Devleti’ni yakınlaştırmıştır. İngiltere’nin Osmanlı için önemini kavrayan III. Selim, 5 Ocak 1799’da İngilizlerle bir savunma antlaşması yapmıştır. Antlaşmaya göre İngiltere Fransa’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa girecektir. Ayrıca antlaşmanın ikinci maddesine göre İngiliz kralı Osmanlı toprak bütünlüğünü İngiliz İmparatorluğunun garantisi altına almaktadır. Anderson, Powers, s. 21; Kurat Akdes Nimet, Türk-İngiliz Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1553-1952), Ankara 1952, s. 14; Meram Ali Kemal, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkileri Tarihi, İstanbul 1969, s. 39.
[45] BOA, HHT, no. 15. 557; BOA, HHT, no: 13913’lu belgeler konuya açıklık getirecek niteliktedir. Ayrıca bu konuda bkz Tukin Cemal, “1798-1833 Osmanlı-Rus Andlaşmaları Arasındaki Benzerlik”, Atatürk Konferansları, II, Ankara 1970, s. 100: Hurewitz J. C., “The Background of Russia’s Claims to the Turkish Straits”, Belleten, c. XXVIII, sy. III, Ankara 1964, s. 459 v. d.
[46] Uzunçarşılı İ. H., “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-İngiliz Münasebatına Dair Vesikalar”, Belleten, c. XIII, no: 51, 1949, s. 581; Naff, Diplomacy, s. 303; Tarih-i Cevdet, c. 3, s. 1480.
[47] İlk mülakatta konuşulan konular BOA, HHT, no: 15090 A, t: 4/Z/1207 (1793) tarihli belgede ayrıntılı olarak yer almaktadır. Bundan sonraki görüşmeler, ortaya çıkan sorunlar için bkz., Akyılmaz, s. 137-138; Tarih-i Cevdet, c. 3, s. 1625 v. d; SOYSAL İsmail, Fransız İhtilali ve Türk Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1987, s. 107 v. d.; Kuran Ercümend, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri 1793-1821, Ankara 1968, s. 14vd.
[48] “Avrupa’nın terakkiyat-ı cedidesi ve Devlet-i Aliyye’nin vakt-ü hali iktizasınca düveli Avrupa ile peyda olan revabıt-ı adide-i düvelü Avrupa kaidesince sefaret usulünün vaz ve tesisi’ne” ne karar verildiğinden “Padişah tarafından arzu edildiği veçhile Avrupa devletlerine elçi gönderilmesi faideli olacağından evvela Yusuf Agah Efendi’nin İngiltere’ye nasbı” uygun görülmüştür”. BOA, HHT, no: 12332, t: 1207 (1793).
[49] BOA, HHT, no: 13387, t: 1207 (1793).
[50] BOA, CTH, no: 1716, t: 26/S/1212 (1797), Soysal, 194-195; Kuran, s. 23-25; Naff, Diplomacy, s. 304.
[51] 1792’de geçici elçi olarak St. Petersburg’a gönderilen Rasih Efendi’nin ziyareti sırasında yaşanan problemler ve iki ülke arasındaki büyük düşmanlık sebebiyle Osmanlı Devleti Rusya’da büyük elçilik açmayı düşünmemiştir. Bkz. İnalcık Halil, “Yaş Muahedesinden Sonra Osmanlı-Rus Münasebetleri Rasih Efendi ve General Kutuzof Elçilikleri”, A. Ü. DTCFD, c. IV, 1946, s. 195-202.
[52] Aslında 1802’de ilk kez kayıtlara geçen konsolos tayinleri büyük bir yenilik değildir. Sadece daha önce gayrı resmi olarak ortaya çıkmış olan bir sistem resmiyet kazanmıştır. Findley Carter V., Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire, The Sublime Porte, 1789-1922, Princeton 1980, s. 128.
[53] Findley Carter V., “The Foundation of Ottoman Foreign Ministery, The Beginnings of Bureaucratic Reform Under Selim III and Mahmut II”, Ijmes, c. I, 1970, s. 396-397.
[54] Lewis, French, s. 111.
[55] Örneğin 1797’de büyükelçi olarak Paris’e gönderilen Seyyid Ali Bey rasathaneyi ziyaret edip, ayı ve yıldızları teleskopla seyrettikten sonra izlenimlerini İstanbul’a aktarmıştır. Onun halefi olan Muhip Efendi ise Paris’te ziyaret ettiği fizik kimya laboratuvarları ve izlenimlerni sefaretnamesinde kaydetmiştir. Havanın bileşimi, fizyolojik etkileri ve hava basıncının varlığı hakkında 18. yüzyılda Batının elde ettiği bulgulardan Doğu Alemini haberdar eden kişi de Muhip Efendi’dir. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kuran Ercümend, “Müsbet Bilimlerin Türkiye’ye Girişi (1797-1839)”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara 1997, s. 4-7.
[56] Kuran Ercüment, “Türkiye’nin Batılılaşmasında Osmanlı Daimi Elçiliklerinin Rolü”, Türkiyenin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara 1997, s. 15.
[57] Karal, Hatt-ı Hümayun, s. 181.
[58] Seyyid Ali ve Muhip Efendi’lerin yazdıkları sefaretnameler bunların Batı taraftarı olduklarını ortaya koymaktadır. Batı aleyhtarı Halet Efendi bile Avrupa tekniğinin üstünlüğünü teslim etmektedir. 1797-1800 yılları arasında Londra büyük elçiliğinde bulunan İsmail Ferruh Efendi ise Osmanlı kültür hayatının Batılılaşmasında özel bir rol oynamış, Ortaköy’deki yalısında toplanan Cemiyet-i İlmiye’de devrin aydınları felsefe, edebiyat ve modern ilimle meşgul olmuşlardır. Kuran, Batılılaşma, s. 13.
[59] Lewis, French, s. 112; Shaw, s. 190-191.
[60] Örneğin Berlin’e elçi olarak gönderilen Ali Aziz Efendi 1799-1800 arası yaklaşık sekiz ay sadece gazeteleri tercüme ettirerek, buralardaki havadisleri İstanbul’a bildirmiştir. BOA, HHT, no: 5593-a 5593-g arasındaki belgeler bu gazete haberleriyle doludur. III. Selim duruma sinirlenmiş ve elçinin Berlin’deki siyasi gelişmelerle ilgili ayrıntılı bilgi vermesini istemiştir. BOA, CTH, no: 4778.
[61] Paris Sefiri Seyyid Ali Efendi gayrimüslim bir dostuna gönderdiği mektupta “evvelce gönderilen şallardan ikisinin Napolyon’un eşine diğerlerinin de Paris’in muteber bayanlarına verildiğini, ancak şalların renklerinin modaya uymaması sebebiyle biraz kabaca görüldüğü eğer modaya uygun renkte şallar gönderilirse Osmanlı Devleti’nin izleyeceği politika açısından faydalı olacağını” bildirmektedir. BOA, CTH, no: 645, t: 23/Za/1219 (1805).
[62] Lewis, French, s. 112; Lewis, Modern, s. 63; Akyılmaz, S. 153. Bu konuda en tipik örneklerden biri Mahmut Raif Efendi’dir. Yusuf Agah Efendi’nin sır katibi olarak üç yıl İngiltere’de kalan Mahmut Raif, daha sonra Divan-ı Hümayun beğlikçiliğine atanmış, 1800-1805 yılları arasında da reis-ül küttaplık makamında bulunmuştur. Londra’da Fransızca öğrenen Mahmut Raif yurda dönüşte, Fransızca yazdığı iki eserden birini aynen, diğerini Türkçe’ye çevirterek kitap halinde yayınlamıştır. Fransızca basılan kitabında İngiltere’de gördüklerini kaleme almış ve İngiliz demokratik müesseselerinden İslam aleminde muhtemelen bahseden ilk kişi olmuştur. Kuran, Batılılaşma, s. 13-14. Ortaylı ise ilk daimi Osmanlı elçilerinin gözlem ve nakilde yeni bir dünyaya dikkat çekmekle birlikte hürriyete, parlamentoya dair bilgilerden bahsetmediklerinden söz eder. Ortaylı, s. 40.
[63] Berkes, s. 98.
[64] Örneğin Fransız Dışişleri Bakanı Talleyrand sık sık Paris Sefiri Seyyid Ali Efendi’nin kendisine gönderdiği hatalı belgeleri, diplomatik teamülde normal şeklin ne olması gerektiğine dair bir açıklama ile birlikte kendisine geri göndermiştir. Naff, Diplomacy, s. 305; Karal, Mısır, s. 177.
[65] Seyyid Ali Efendi’nin gafleti III. Selim’i bile çok kızdırmış ve hiddetini elçinin tahriratı üzerine yazdığı “Ne eşşek herif imiş” hattıyla belirtmiştir. BOA, HHT, no: 5876. Belge Karal tarafından yayınlanmıştır. Karal, Mısır, s. 176 v. d.
[66] Shaw, s. 180.
[67] Shaw Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. 1, İstanbul 1982, s. 360; Shaw, New, s. 180-189.
[68] Shaw, New, s. 406.
[69] Shaw, Modern, s. 370.
[70] Lord Kinross, s. 434.
[71] Lord Kinross, s. 434.
[72] Berkes, s. 128.
[73] Berkes, s. 98.
[74] Timur Taner, “Moniteur Üniversel, III. Selim ve İhtilal Fransası”, Osmanlı Çalışmaları,  Ankara 1996, s. 116.
[75] III. Selim reform programını uygularken karşısındaki ortak muhalefet cephesinin (ilmiye- yeniçeri ittifakı) sınırlayıcı gücünü her aşamada hissetmiştir. Örneğin denge politikası çerçevesinde Prusya ile yapacağı ittifak “kafir” bir devletle gerçekleşeceğinden ulema tarafından Kur’an’a ve İslam hukukuna aykırı bulunmuştur. Heyd Uriel “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mahmut II” The Modern Middle East Reader (Ed: Hourani/Khoury/Wilson) London 1993, s. 48.
[76] III. Selim’in Batılılaşma ve reform programına rağmen gayri müslimler ve kadınlarla ilgili iki hatt-ı hümayunu geleneksel kabulleri aşamadığını göstermektedir. “Kaymakam Paşa, hem karılar yine gayet fena kıyafetle geziyorlar. Hotozları uzun yakaları uzun hem pek açık renk giyiyorlar. Yasak edesin. Nerde öyle görürsen yakasını kesesin. Bostancıbaşıya dahi tenbih eyle seyirlerde edepsizlik etmesinler, öyle karıların yakasını hotozdan kesün”. Karal, Hatt-ı Hümayun, s. 102; “Kaymakam Paşa, şimdiden sonra bina olunan evler, tenbih edesin, gavurlarınki gibi siyah, lacivert boyamasunlar. Müslüman evleri siyah olmasun. Gavur ve yahudi evleri siyah olsun. Gavur ve müslüman belli olsun.” Karal, Hatt-ı Hümayun, s. 103.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.