Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

II. Viyana Seferine Kadar XVII. Yüzyıl

0 12.456

Üçüncü Mehmed’in saltanat döneminden (1595-1603) başlayarak Osmanlı tarihinin siyasî gelişmelerini tasvir ve tahlile geçmeden önce, Osmanlı devlet ve toplum düzeninin XVI. yüzyıl sonu ve XVII. yüzyılda uğradığı değişme veya buhranın genel bir değerlendirmesini yapmak söz konusu dönemi anlamak açısından son derecede gerekli görünmektedir.

Osmanlı tarihinin temel dönemleri ve bu dönemlerin özellikleri bağlamında, Osmanlıların XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla geçiş sürecinde karşılaştıkları temel problemlerin ve bunlara karşı geliştirilen cevapların niteliği tarih yazımında ilgi çekici bir alan halini almıştır. XVI. yüzyılın sonlarında “en geniş” sınırlarına ulaşan Osmanlılar bu tarihlerden itibaren bir “duraklama” ve sonra da “gerileme” sürecine mi girmişti, yoksa iç ve dış dinamiklerin beraberce etkilediği bir değişim döneminin meseleleri ile mi uğraşmak zorunda kalmışlardı?

Koçi Bey ve benzeri XVII. yüzyıl ıslahat layihası yazarlarına ve hatta Gelibolulu Mustafa Âlî ve XVI. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Lütfi Paşa v.b’nin eserlerine baktığımızda Osmanlıların bir buhran dönemine girdikleri ve bu buhranın da devletin kudretinin zirvesinde bulunduğu sıradaki mükemmel nizamının bozulmasıyla ortaya çıktığı sonucuna varırız. Osmanlı nasihat yazarlarının bu hükmü en azından esası bakımından modern tarihçilerce de paylaşılmış, ancak onların çöküş sebebi olarak zikrettiği unsurlar tarihçiler tarafından çöküşün tezahür ve sonuçları sayılmıştır; modern tarihçiler Osmanlıların çöküşünü temelde sürekli genişlemeye göre örgütlenmiş bir askerî yapıya sahip Osmanlı Devleti’nin fiyat devrimi, Amerika’nın keşfi, coğrafî keşifler, askerî teknolojideki değişiklikler vb. gelişmelerin niteliğini iyi kavrayamamasına ve sonuç olarak da gerekli tedbirleri alacak zihnî ve maddî donanıma sahip olmamasına bağlamak eğilimindedirler. Dahilî faktör olarak da ‘klasik’ dönemin birtakım temel kurum ve uygulamalarının terk edilmesi önemli gözükür: Sultanların işlerden ellerini çekmesi, kul ve tımar sistemlerinin değişmesi vb. Bu açıklama biçiminde zımnen veya bazen açıkça Osmanlı toplum yapısının ‘durağan’ karakteri de öne çıkar. İçeriden yenileşemeyen Osmanlı’nın dış dinamiklerin etkisi olmaksızın kendisini dönüştürmesi mümkün olamazdı. Bir anlamda Osmanlılar, yükselen Batı medeniyetinin karşısındaki “öteki”ni temsil eden bir konuma yerleştirildiler.

Doç. Dr. Mehmet ÖZ

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.