Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

İdil Havzasındaki İlk İslâm Devleti: İdil Bulgar Devleti

0 16.779

Prof. Dr. Zufar Z. MİFTAKOV

M.S. 855 yılı tarihi -kültürel İdil-Ural bölgesinde ilk İslam devletinin kurulmasıyla sonuçlanan tarihi olaylar zincirinin başlangıç noktasıdır. Peki sonra ne oldu?

855 yılında Kara Bulgar Han’ı Aydar vefat etti. İki önemli nokta tarihçilerin dikkatini bu kişiye yöneltmektedir: Birincisi, Aydar İslamiyet’i kabul eden ilk Bulgar yöneticisiydi. İkincisi ise Aydar’ın büyük oğlu Abdullah Cılkı (bazı kaynaklarda isim Şılkı olarak verilmiştir), İdil Bulgar Devleti’nin kurucusuydu.

Aydar’ın İslamiyet’i Kabul Döneminin Şartları

8. yüzyılın sonunda bir tacir olan Sinc, Hindistan’daki iş gezisinden dönerek Horasan’a (kuzeydoğu İran) geldi. Burada Araplardan öğrendiği İslamiyet’i kabul etti. Sonrasında, Sinc Horasan tacirler loncasının başkanlığına aday gösterildi. 9. yüzyılın başlarında, büyük oğlu Abdullah bir elçilik heyetiyle Hazar Devleti’ne gönderildi. Heyet burada alıkonuldu. Kısa bir süre sonra Abdullah Samandar’a (bugünkü kuzey Dağıstan) yerleşti ve Molla oldu. 817 yılında Samandar sakinleri Hazar egemenliğine ve Hakan Karak’ın Yahudiliği benimsetme teşebbüslerine karşı ayaklandılar. Hakan Karak ayaklanmayı bastırdıktan sonra, ayaklanmanın kışkırtıcısı olan Molla Abdullah’ın Samandar Camii’nin minaresinde asılması için emir verdi. Abdullah’ın büyük oğlu Şems, zamanında Kara Bulgar’a kaçmayı başardı. Hükümdar Aydar onu iyi karşıladı. 819 yılında Hazar Hakanı Kara Bulgar’a saldırdı. Tam da bu savaş sırasında Şems Aydar Han’a çok yararlı bir tavsiye verdi. Onun tavsiyesinden feyz alan uygulayan kararlar sayesinde, Bulgarlar zafer kazandılar. Şems bütün bunları Allah’ın gücünün her şeye yetmesiyle açıkladı ve Aydar Han’ı İslamiyet’i kabul etmesi için teşvik etti. Aydar’ın İslamiyet’i kabulünden kısa bir süre sonra “Cok” Camii Kiyev’de inşa edilmişti.

Cılkı Han’ın Hakimiyetinin Başlaması

Aydar’ın ölümünden sonra büyük oğlu Cılkı, Kara Bulgar’ın hükümdarı oldu. Han bu mevkiye yükselirken Müslümandı. Küçük kardeşi Laçın bir Tengrianist (Tengrianism: eski Türk dini) olarak kaldı. Daha sonra iki kardeş arasında güç için bir mücadele başladı. Bulgarlar ve Müslümanlar Cılkı etrafında toplandılar. Bunlar çok sayıdaki Saban uruğu Barındılar. Laçın’ın etrafında ise Tengrianism’e bağlı Bulgarlar vardı. Zamanla iki kardeş arasındaki mücadele Müslümanlık ve Tengrianism arasındaki bir mücadeleye dönüştü. Karşılıklı muhalefet, üçüncü bir kuvvet olarak Hazar Hakanı İshak’ın da girmesinden sonra iyice alevlendi. İshak’ın atası Hakan Manas 858’de bir sefer sırasında çadırında öldürülmüştü. Bu iyi planlanmış bir kışkırtmaydı. Manas, Yahudi Hazarlar tarafından öldürülmüştü. Ancak Hazarlar suçu orada iş için bulunan tacirlere attı. Bu tacirler aceleyle idam edildiler. Yeni hakan İshak, Kara Bulgar topraklarını işgal etti. Bulgar-Tengrianistler, Laçın’ın liderliğinde Hazar tarafına katıldılar. Savaş Baltavar (bugünkü Poltava) şehri yakınlarında meydana geldi. Cılkı kaybetti. Bu yenilginin çok uzun vadeli sonuçları oldu:

İlk olarak Hazar Hakanı Kara Bulgar’dan iki toprak parçası aldı: Kiyev (Baştu) ve Novgorod (Urus). Bu topraklarda birer Rus prensliği kurulmuştu. Tarihi yazımda buranın adı Kiyev Rus Prensliği ya da Eski Rus Presliği olarak geçer. Kiyev Rus Prensliği Dnyeper’in orta kısımlarının sağ taraftaki kıyılarında bulunuyordu. Hazar Hakanı İshak Rus Prensliği’ne ilk hükümdar olarak Dir isimli bir Norman’ı atadı. Bulgarlar ona Cir diyorlardı. Dir 859’a kadar Kiev’in düzensiz Slav kuvvetlerine başkanlık etti. Dir, Hazar Hakanına bağlı valinin gözetimi altındaydı. İlk vali olarak da bir Norman olan Askold (Oskold, Oskolat veya kara Bulgarların adlandırdıkları şekliyle Halib) atanmıştır. Vali, ayrıca, vergi toplanmasından, toplanan verginin Hazarlara düzenli bir biçimde dolanmasından ve yabancıların şehir kapılarından geçişinden de sorumluydu. Ayrıca Hazarlara ödenen haraçları ve şehirden geçişlerde ödenen vergileri de gözetliyordu.

İkinci olarak, tahttan indirilmiş Cılkı Han emniyette olduğu Karacar (Çernigov) ve çevresindeki topraklara yerleşiyordu ki burada zamanla Karacar Prensliği kurulacaktı.

Üçüncüsü, Kara Bulgar Krallığı Dnyeper’in aşağı kısımlarında (Kırım yarım adasının kuzey kesimi) varlığını sürdürdü. Bugün bu bölgelerde Poltava ve Putivl şehirleri bulunuyor. Bunlardan Putivl (Horusdan) yeni kurulan krallığın siyasi merkezi oldu. Laçın ise han oldu.

Böylelikle daha önceden bir bütün olan Kara Bulgar Krallığı, üçe bölünmüş oluyordu: Rus Prensliği, Kara Bulgar Krallığı ve Karacar Prensliği. En aktif merkezi kuvvete Bulgarlar sahiptiler- Tengrianistler, ücretli Norman askerleri ve Kiev ve Novgorod’un düzensiz Slav kuvvetleri. Bu kuvvetler Hazarlar tarafından askeri ve siyasi olarak destekleniyorlardı.

863 yılında Cılkı bölünmüş olan imparatorluğu birleştirme teşebbüslerinde bulundu. Cılkı aniden yöneticisinin Laçın Han olduğu Baltavar (bugünkü Poltava) şehrine saldırdı. Laçın, devleti kaderine terk etti ve Hazar Devleti’ne kaçtı. Baltavar’ı ele geçirdikten sonra Cılkı Kiyev’e doğru ilerledi. Cılkı’nın askerleri şehre yaklaşırken Hazar Hakanının valisi Askold Novgorod’a kaçtı. Prens Dir, Cılkı’ya geldi ve itaat edeceğine dair söz verdi. Sonrasında Cılkı Baltavar’a (Poltava) geri döndü ve hakimiyetini Kara Bulgar Han’ı olarak devam ettirdi.

Böylece Kara Bulgar Devleti’nin birliği sağlanmış oldu, fakat uzun sürmedi. 864 yılında Hazar Hakanı, Cılkı’nın üstüne 75 bin kişilik bir ordu gönderdi. Cılkı, yeniden Karacar kalesinin duvarları arkasından saklamak zorunda kalıyordu.

İdil Bulgar Devleti’nin Kuruluş Zamanı ve Koşulları

Cılkı’nın bundan sonraki kaderi ve İdil Bulgar Devleti’nin komşulukları onun Tuymaz isimli bir tacirle karşılaşmasından etkilendi. Bu karşılaşma 864 yılında Karacar’da meydana geldi. Cılkı tacirden, Orta İdil’deki Bulgar Hanlığı’nın kurucusu olan Tat-Ugek’ten gelen hanedanlığın, Han Barıs’ın yerine geçecek birini bırakmaması ile sallandığını öğrendi. Bulgar şehri sakinlerinden bir kısmı, prenslik tacının Hazar Hakanının oğluna giydirilmesini istiyorlardı. Bu haberler Cılkı’nın yeni girişimlerde bulunmasına sebep oldu. Cılkı, Bulgar Hanlığı’nın başına geçmeye karar verdi. Cılkı “büyük oğluna Kara-Bulgar Hanlığı’na hükümdarlık etmesini emretti ve alelacele 10 bin savaşçıyla Bulgar’a doğru harekete geçti”. Böylelikle 864 yılında Almuş, Batı Bulgar Prensliği’nin prensi oldu.

Cılkı askerleriyle Bulgar’a yaklaştığında şehirde yaşayan halk onun içeri girmesine izin vermedi. Kumanlar (Peçenekler) bu olayı fırsat bildiler. Kumanlar Cılkı’nın askerlerini Hazarlarla yapacakları bir savaşta kullanmak istiyorlardı. Kuman lideri, Cılkı’ya sahip olduğu bir toprak parçası olan Esegel Prensliği’ni verdi. Cılkı kendi sarayını Sulça şehrinde bulunan Barac-Çeşme (bugünkü Şeşme) nehrinin sol tarafındaki kıyılarında kurdu. Cılkı bu arada Bulgarların temsilcileriyle görüşmelere devam ediyordu. Şehrin Müslüman olan nüfusu, merkezi Bulgar şehri olacak bir İslam devleti kuracağına dair söz verdikten sonra Cılkı’yı desteklemeye başladı. Artık şehre girmiş olan Cılkı, bir camide dua etti. Sonrasında ise Cılkı’nın tahta çıkma töreni yapıldı.

Cılkı tahta, Ant kumandanı Nankay, Saban uruğundan olan Esegel prensi Culgut Tarnak, aynı uruğdan başka bir Esegel prensi olan Barın Alabuga ve Mart Bel uruğundan bir Burcan prensi tarafından çıkarıldı. Cılkı daha sonra, prenslikten daha üstün bir statüye sahip olacak bir devlet yaratmaya çalıştı. İlk olarak Cılkı kendisini Han ilan etti. İkinci olarak, devletin adının Bulgar İslam Devleti olduğunu ilan etti.[1] Bu olay 865 yılında gerçekleşti.

Böylelikle, 9. yüzyılın 60’larında, İdil Havzası’nın ortasında, tarih yazınında İdil-Bulgar Devleti veya İdil-Çulman Bulgar Devleti olarak bilinen ilk İslam devleti kurulmuş oldu. İdil Bulgar Devleti bir İslam devleti olarak kurulmuş olmasına rağmen, Müslüman aleminin başı olan Bağdat Halifeliği tarafından, henüz tasdik edilmemişti; bir başka deyişle, İdil Bulgar bir İslam devleti olarak tanınmamıştı.

Toprak ve Nüfus

Başlangıçta Han’ın otoritesi, daha yeni kurulmuş olan İslam devletinin tımar prensliklerinden oluşan küçük bir kısmını kapsıyordu: merkezi Bulgar şehri olan İdil Bulgar Devleti, Sulça merkezli Esegel, Nur-Suvar merkezli Barıncar. Esegel ve Barıncar prensleri, tarkan olarak ilan edilmişlerdi.

Politik muhalifleri henüz faal hale geçmemişken, Cılkı egemenliğinin sınırlarını artırmakla meşgul oluyordu. Bu amaçla 865 yılında kuzeye, Tamtazay nehrinin (bugünkü Zay nehri) ağzına gitti. Burada Berşud Macarlarının hükümdarı olan Kuş’un konağı vardı. Berşud Macarları modern Marilerin tarihi atalarıydılar. Kuş, Cılkı’nın otoritesini karşı koymaksızın tanıdı. Cılkı’nın Kama’daki egemenliği, Berşud Prensliği adı altında, İdil Bulgaristanı’na eklenmiş oluyordu.

Cılkı Han’a sadakatını göstermek isteyen Kuş, kendisine bağlı kuzeybatı ve kuzeydoğu topraklarında seferlere çıktı. Kuzeybatı prensliğinde, sonradan ismi Kostroma (Kosturma) olacak olan bölgeye ulaştı. Orada, adını Kuş-Urma (Macarcada “Urma” kelimesi “düzensiz güçler” anlamına gelir) olarak ilan ettiği nehri, İdil Bulgar Devleti’nin sınır çizgisi olarak açıkladı.

Bu nehrin bir kıyısına, adı yine Kuş-Urma olan bir kale inşa ettirdi [daha sonradan burası Kostroma (Kosturma) oldu].

Kuzeyde ise Biy-Su nehri havzasında ve Kar Denizi (Kar Gingeze) sahillerinde yaşayan İdil Bulgarlarına boyun eğdirdi.

İdil Bulgar Devleti’ne prens Kuş tarafından ilave olunan topraklara Biysu adı verildi (Peçera gibi). Sınırları batıda Akgöl (Beloozero), kuzeyde Kar Denizi sahillerinden, doğuda Biy-Su nehrinin sol kıyı şeridinden, güneyde ise Kama (Çulman) nehrinin (Çulman nehri) sağ taraftaki kıyılarından geçiyordu.

866 yılında İdil Bulgaristanı’na iki toprak parçası daha eklendi: Ura ve Baygul. Ura, Biy-Su ve Baygul’un (Ob nehri) alt kısımları arasında kalan Kuzey Ural toprağıydı. Baygul ise Ob nehrinin orta taraflarında kalan Batı Sibirya toprağıydı.

Böylelikle İdil Bulgar Devleti’nin ilk idari-bölgesel düzeni aşağıdaki gibi oluştu:

1. Bağlı Prenslikleri:

1.1.  Bulgar-merkezi Bulgar şehri.

1.2.  Esegel-merkezi Sulça şehri.

1.3.  Barıncar-merkezi Nur-Suvar şehri.

1.4.  Berşud-merkezi Tamtazay şehri.

2. Vilayetler:

2.1.  Biysu-merkezi Kolin Kalesi (bugünkü Kirov).

2.2.  Baygul-merkezi Ob nehri üstünde ki Baygul yerleşim birimi.

2.3.  Ura-merkezi Alamir Sultan kalesi (bugünkü Alabuga).

Prensliklerin hepsine birden İç Bulgar ve illere de Dış Bulgar deniyordu.

İç Bulgar (“Eçke Bulgar”) İdil Bulgar Devleti’nin merkez kısmını oluşturuyordu. Sınırları batıda Sviyaga, doğuda Şeşme, kuzeyde Meşe nehirlerinden ve güneyde Samara nehrinin bendinden geçiyordu.

Dış Bulgar (“Tışkı Bulgar”) ise İç Bulgar’a tabi idi. Dış Bulgaristan’ın toprakları batıda Akgöl’den doğuda Ob nehrine; kuzeyde kuzey buz denizinden güneyde Fin-Ugor kavimlerinin yaşadığı Kama (Çulman) nehrine kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. Aslında, Bulgarlar kendilerini tanımlamak için aşağıdaki kolektif isimleri kullandılar:

  1. Arlar modern Udmurtların tarihi soyları idi.
  2. Biysulular Udmurt, Komi ve Permyakların tarihi soyları idi.
  3. Bayglar Hantların ve Mansi halkının tarihi soyları idi.

İç Bulgarların prensleri ve Dış Bulgarların Fin-Ogur kavimlerinden olanlara Tarkan (Handan bağımsız olan, sınırlı yetkilerle donatılmış hükümdarlar) deniyordu. Her Tarkan sadece, kesin şekilde belirlenmiş, kürk, bal, balmumu, hububat ve sığırlardan oluşan bir vergi ödemek zorundaydı.[2] Vergileri toplamak için özel alanlar oluşturulmuştu. Bunlara ciyen deniyordu. Ciyenler Bulgar, Nur- Suvar ve ayrıca Sulça, Bulyar (Bilyar), Alamir Sultan (bugünkü Alabuga), Kaşan ve Cuketau’da (Cukedağ) bulunmaktaydılar.

Sosyo-politik Organizasyon

Cılkı’nın yönetimi süresince İdil Bulgar Devleti’nin sosyo-politik organizasyonu az-çok şekillendi. Şimdi bunu sosyo-politik bir merdiven olarak sunalım:

Birinci Basamak: Hükümdar, onun eşi, oğulları ve en yakın akrabaları tarafından yürütülüyordu. Cılkı hakimiyetinin birkaç orijinal özelliği vardı:

İlk olarak o, yeni bir hanedanın kurucusuydu. Bundan önceki hanedan, liderliği sırasında Batı Bulgarlarını, Orta İdil Havzası’na getiren prens Tat-Ugek’ten geliyordu. Bu, 760’tan 864’e kadar sürdü. Cılkı hanedanı, Attila’nın oğlu Bel-Kermek’ten geliyordu. Bu hanedan İ.S. 455 yılında başlamıştı.

İkinci olarak Cılkı, İdil Havzası’nda bir devlete başkanlık eden ilk Müslüman hükümdardı.

Üçüncüsü, Cılkı iki görev üstlendi: ilk olarak o, Han ve İlteber idi. Bir Han olarak İdil Bulgar halkına ve bir İlteber olarak da Bulgar şehri ve komşu toprakların halklarına hükmetti.

Han’ın eşi siyasi hayata direk olarak katılıyordu: resmi misafir kabullerinde eşinin yanında oturuyordu ve o başkentte olmadığında şehri yönetiyordu.

İkinci Basamak: Sosyo-politik merdivenin bu basamağını prensler, onların akrabaları ve ayrıca Fin-Ogurların liderleri oluşturuyordu.

Üçüncü Basamak: Bu basamak Kuvvadlar tarafından yürütülüyordu. Kuvvadlar Han tarafından atanan, en yüksek mertebedeki görevlilerdi. Bağlı prensliklerde ki ticari vaziyetleri ve orada yaşayanların Hana olan bağlılıklarını gözetirlerdi.

Dördüncü basamak: Bulgar topraklarının “en iyi insanları” olarak bilinen kesim bu basamağı oluşturuyordu. Bunlar, kabile elitlerinin temsilcileriydiler.

Beşinci Basamak: Huanlar tarafından oluşturuluyordu. Huanlar, saray eşrafındandı ve Hanın arkadaşlarıydılar.

Altıncı Basamak: Bu basamağı da tüccarlar, köylüler, avcılar ve zanaatkarlar oluşturuyordu.

Cılkı, han olup, bürokratik yapıyı ve vergi sistemini oluşturduktan sonra İdil Bulgar Devleti’ne daha fazla toprak kazandırmakla meşgul oldu. Ayrıca, silahlı kuvvetlerin yaratılmasında da büyük emeği geçti.

Silahlı Kuvvetler

Cılkı Han, iyi organize olmamış bir ordu ile gelişmekte olan bir ülkenin bağımsızlığının elde tutulamayacağını anlamıştı. Bu nedenle, hiç gecikmeden, bir ordu kurma işine girişti. İdil Bulgar ordusu üç bölümden oluşuyordu: urma, kursıbay ve yaran.

Urma, güçlü-yapılı erkeklerden oluşan düzensiz bir birlikti. Bu birlik sadece düşman saldırdığında toplanırdı. Urma savaşçıları örgü giyerlerdi.

Kursıbay sürekli orduydu ve hizmet süresi bir yıldı.

Yaran ise Han’ın maiyeti altındaydı.

Cılkı Han kendi hükümranlığına bağlı bazı halklarla görüşerek onları orduya dahil etmeye çalıştı. Berşud Macarlarına ve ayrıca Sak ve Sok nehirleri arasında yaşayan Başkurtlara, urmada gönüllü olarak hizmet etmelerini önerdi. Buna ilaveten kursıbay için 4 bin atlı sağlamak zorundaydılar. Urma ve kursıbaydaki hizmetler için Han, katılacakların vergisini, kendine bağımlı olan diğerlerine göre, yarı yarıya azalttı. Berşudlar ve Başkurtlar zaten balıkçılık, avcılık ve savaşla uğraştıkları ve ziraatle alakadar olmadıkları için Cılkı’nın teklifini isteyerek kabul ettiler.

Han, benzer bir teklifi beş Saban uruğuna daha yaptı: Barın, Tuk-Suba, Ak-Suba, Culut ve Bahta. (6) Urma ve kursıbaydaki hizmetleri için, Berşud Macarlarına yaptığı gibi vergilerini yarıya indirdi. Bunun yanında Han, Tuk-Suba’ya ve Bahta’ya yerleşmeleri için yeni topraklar verdi. Burası Cuketau ve Kiçi-Çeremiş (Küçük Çeremiş) arasında kalan yer idi. Bunlardan sadece Tuk-Suba, Cılkı Han’ın teklifini isteyerek kabul etti; çünkü onlar zaten hayvancılıkla geçiniyorlardı. Fakat diğer Saban uruğlar bu teklifi istemeyerek kabul ettiler; çünkü ordu hizmeti onları tarımla uğraşmaktan alıkoyuyordu.

Cılkı Han, 8. yüzyılın 50’lerinin sonlarında Tat-Ugek’le beraber İdil Havzası’na gelen Kara Bulgarlarını (Batı Bulgarları ya da gerçek Bulgarlar) yaranda (kohort) hizmet etmeye zorladı. Bu hizmet için, bütün Kara Bulgarlar vergilerden muaf tutuldular.

Silahlar

Bulgarlar at sırtında dövüşürlerdi. Askerler zırh, tulga ve kasket giyerlerdi. Silahlar 2-3 metre uzunluğunda bir mızrak, uzun bir kılıç, ince bir bıçak, bir hançer ve bir savaş baltasını içeren bir setten oluşuyordu. Taşlar, mancınık ile fırlatılıyordu. Her savaş biriminin korık adı verilen bir savaş sancağı vardı. Bir savaştan önce Bulgar askerleri 3 sıra halinde dizilirlerdi. Ağır silahlara sahip askerler ilk sıradaydılar. Bunlara ulan (uglan) deniyordu. İkinci sırada ise orta derecede silahlanmış askerler vardı. Üçüncü sırada da hafif silahlı askerler bulunuyordu. Bu askerlere guzer denirdi.

Cılkı’nın Ölümü ve Sonuçları

882 yılında Abdullah Cılkı Han öldü. Ölümünden sonra oğulları, babalarının mirasını paylaşmaya başladılar. Cılkı’nın büyük oğlu Almuş, Kara Bulgar prensliğini yönetmeye devam etti. İkinci oğlu Bat-Ugır ise Bulgar prensliğini yönetmeye başladı. Üçüncü oğlu Mercan (Mardan) da Arça, Kuzey Burtas, Nur-Suvar ve Esegel’i kapsayan, Esegel Prensliğini kurdu.

Böylece, Cılkı’nın ölümünden sonra İdil Bulgar Devleti parçalara bölünmüş oldu.

İşler Kara Bulgar’da da pek yolunda gitmiyordu. 885 yılında Almuş, büyük oğlu Arbat tarafından tahttan uzaklaştırıldı. Almuş, Kiyev’e yerleşti ve “siyasi sığınma istedi.” Sonrasında ona, bir konak inşa etmesi için bir yer verildi.

894’te Kumanlar (Peçenekler) Kara Bulgar’a saldırdılar. Bu olay Kara Bulgar topraklarında bulunan Saban uruğlarını buradan çıkmaya zorladı. Barın uruğundan 5000 Saban, Almuş’tan İdil Bulgaristan’ındaki hısımlarına gönderilmelerini istedi. Almuş bu teklifi kabul etti ve Desna nehri boyunca, Sabanların başında Karacar’a (Çernigov) kadar gitti. Burayı geçince Sabanlar Oka nehrine gittiler. Burada Murdaslar yaşıyordu. Almuş’un Sabanlarından biran önce kurtulmayı isteyerek, Almuş’un kuryesini bir botla Bulgar şehrine götürmeye karar verdiler. Almuş’ta küçük kardeşi Bat- Ugır’a, Sabanları yerleştirecekleri bir yer bulması için bir adamını yolladı. Bat-Ugır Barınların, Dyau- Şir (bugünkü Tataristan’ın Çistopol bölgesindeki Yavşırma) nehrinin kıyısına yerleştirilmelerini emretti. Saban Barınlar buraya yerleştiklerinde, Türkmen Oğuzlar onlara saldırdılar. Almuş’un kardeşi Mercan, Türkmen lideri Salar’ı kışkırttı. Almuş kanlı bir savaşı önlemek istemişti. Salar ile şu şartlar altında anlaştı: Türkmenler, Bulgar sınırını terk edecek, Almuş kızını Salar’la evlendirecek ve Bat-Ugır’ı vergi ödemeye ikna edecek. Tüm bunların karşılığında Salar da Almuş’a Şeşme nehri üstünde bulunan Sulça’yı almasına yardım edecekti. Almuş kızını Salar’a verdi. Salar Sulça’nın alınmasına yardım etti. Lakin Almuş, Bat-Ugır’ı Türkmenlere vergi vermesi için ikna edemedi. Türkmenlerle savaş kaçınılmaz hale gelmişti. Daha sonra, 895 yılında Almuş, prens Alabug, Bel-Umart ve Askal’ı Bulgar (Bilyar) şehrindeki ciyen’e davet etti. Onlara hitap ederken şöyle dedi: “Büyük Beyler! Hepimiz, ben ve Bat- Ugır, Han Cılkı’nın oğullarıyız. Ama Bat-Ugır Han Türkmenlerle anlaşma yapmaya yanaşmıyor ve ülkeyi felaket bir savaşa sürüklüyor. Ben de bu kutsal barışa darbemi vuruyorum. Şimdi söyleyin bana, kimin peşinden gideceksiniz?” Prensler Almuş’un peşinden gelme isteklerini belirttiler.

Bundan sonra Almuş Bulgar şehrine gitti. Bat-Ugır kalesini sağlamlaştırdı. Molla Mikail Baştu ona şunları söyledi: “Ey büyük Han! Sana çocukluğundan beri bakıyorum ve sanırım şu soruyu sorabilirim. Şimdi bana hangisinin daha iyi olduğunu söyle: dostların arasında sıradan bir ölümlü olarak yaşamak mı, yoksa düşmanlar tarafından çevrilmişken hüküm sürmek mi?”[3] Bu sözlerden sonra Bat-Ugır bir süre sessiz kaldı ve sonra kapıların açılması için emri verdi. Almuş Bulgar şehrine girmişti. Bir camide dua etti. Bundan sonra Almuş, prensler Culut, Bel-Umart, Askal ve Molla Abdullah tarafından tahta çıkarıldı.

Almuş böylece, 895 yılında İdil Bulgar Devleti’nin Han’ı olmuş oldu.

Bulgar Toplumunun İslamlaşması

Almuş’un Han olduğu 895 yılında İç Bulgar’da bir nüfus sayımı yapıldı. Sonuçlar burada 550 bin kişinin yaşadığını gösteriyordu. Bunlardan 200 bini Türk dilinin Saban lehçesini kullanan Bulgarlar (909’da 320 bine yükseldi), 180 bini Ar ve 170 bini Macardı. (1; 48)

Almuş, Han olup, babasının başlattığı İdil Bulgar Devleti’ni bir İslam devletine çevirme işine devam etmeye başladığında, içeride vaziyet böyleydi.

İdil Bulgarlarının İslamiyet’i Resmen Kabul Edişini İzleyen Olaylar

Dağıstan ve Batı Bulgarları 8. yüzyılın 30’larında İslamiyet’e geçmeye başladılar. Mesela Burcanların bir kısmı olan Dağıstan Bulgarları İslamiyet’i, Hz. Muhammed’in soyundan gelen Şeyh Yunus’tan, Curaş’ta (Kuzey Dağıstan) aldılar. En kalabalık ve en güçlü Saban uruğu olan Barın ise İslamiyet’i, Dnyeper Havzası’nda, Molla Mikail Baştu’nun ellerinden aldı.

Mektepleriyle beraber camiler, İslamiyet’in İdil Bulgarlarınca kabulünden çok daha önce Orta İdil bölümünde bulunmaktaydı. Örneğin İdil Bulgar Devleti’nde 9. yüzyılın ortalarında 42, 922 yılında 180 tane mektep vardı.

İslamiyet’in Bulgarlar arasında yayılmasında en büyük katkılar Şeyh Yunus (ya da Seyid Yunus, çünkü Hz. Muhammed’in soyundan geliyordu), Molla Abdullah (Samander şehrinin mollası), Mikail Baştu (Kiyev ve Bulgar şehirlerinin mollası) ve Almuş’tan (başlangıçta Kara Bulgar Prensi, sonradan İdil Bulgarlarının Hanı) geldi.

Almuş Han, İdil Bulgar Devleti’nin Bağdat halifeliği tarafından, bir İslam devleti olarak tanınmasını sağlamak için Bağdat’a birkaç kez heyet yolladı.

İlk heyet İ.S. 901 yılında Bağdat’a ulaştı. Halife (Ahmed El-Mu’tadid, 892-902) elçi Molla Abdullah’ı kabul etti. Halife elçiye, İdil Bulgar Devletlerinin yasaları, hükümdarları ve insanları hakkında sorular sordu. İdil Bulgarlarının çoğunun Müslüman olduğunu ve bir İslam devleti olmak istediklerini duyan halife çok memnun oldu ve yakın bir gelecekte ülkelerine bir büyük heyet yollayacağını belirtti. İlk önce temsilcilerini, yolu öğrenmeleri için Abdullah ile yollamaya karar verdi. Molla Abdullah’ın Mekke’ye, Hacca, gitmesi için 2 sene geçtikten sonra, molla ve halifenin heyeti Bulgar’a ulaştılar. Heyet Bağdat’a 903 yılında geri döndü. Halifenin heyeti içerisinde, Hz. Muhammed’in soyundan gelen Şeyh Hasan, halifenin Müslüman tarzı giyecek fabrikasının önde gelenlerinden Mesud ve tüccar Musa’da vardı.

Almuş Han, halifenin temsilcilerini gördüğüne çok sevindi. Şeyh Hasan’ı İdil Bulgar Müslümanlarının başı ilan etti. Bu şartlar altında, 903 yılında İdil havzasında Hz. Muhammed’in soyundan birisi ortaya çıktı. Şeyh Hasan’la yaptığı konuşmalar sırasında Almuş Han, kafirlerle bir kutsal savaşa girişme fikrine kapıldı. Oğlu Hasan ile Molla Abdullah’ı Avar Ülkesi (bugünkü Macaristan) ve Kiyev’e yolladı. Avar Ülkesi’nde hükümdarlık Almuş’un büyük oğlu Arbat’ın elindeydi. Hasan ve Abdullah Tuna yakınlarındaki Arbat’ın geldiklerinde, kafirlerle savaşa zaten Burcanlarla (Balkan yarımadasındaki Bulgar İmparatorluğu) savaşarak katkıda bulunulduğu cevabını aldılar. Arbat, oğlu Cakın’ı kafirlerle savaşta yardımcı olması için askerleri ile birlikte İdil Bulgaristanı’na yollayacağına dair söz verdi. Daha sonra bunların üçü (Hasan, Abdullah ve Cakın) Kiyev’e gittiler. Burada Hasan ve Abdullah, Prens Oleg ile birlikte, 905 yılında, Bizans’a karşı ortak hareket etmeye karar verdiler. Cakın Bulgaristan’a dönmeyi reddetti ve Kiyev’de kaldı. Prens Oleg ona Almuş’un (Cakın’ın büyükbabası) konağını verdi.

Prens Oleg’in Bizans seferine İdil Bulgarları katılmadı. Kumanlarla birleşen Burtaslar Ruslarla birlikte, 905 yılında Tuna Bulgarlarına saldırdılar ve Bulgar ordularını şaşırttılar. Prens Oleg bu saldırıda birçok esir ve ganimetler ele geçirdi. Prens Oleg bu ganimetlerin bir kısmını vergi olarak Almuş’a gönderdi. Bunlar şahane Bizans brokları, Frank masa takımları, Alman kılıçları, İran halıları vs. idiler. Almuş Han bunların yarısını “kutsal savaşta elde edilen başarıların kanıtı olarak” Bağdat halifesine hediye yolladı.[4]

Tüccar Musa 906 yılında bu hediyeleri Bağdat’a götürdü. Yolda bir hizmetkarı ona ihanet etti: Türkmen Gök-Oğuz Prensi Salar’a Musa’yı öldürüp soyması için yardım etti. Daha sonra bu hizmetkar Bağdat’a geldi ve halifeye (Ali El-Muktafi, 902-908) Bulgar Hanının İslamiyet’ten vazgeçtiğini, kafirlere karşı kutsal savaşta yer almayacaklarını ve halifenin temsilcilerini öldürdüğünü söyledi.[5] Bu yalan, halifenin Bulgar şehrine heyet göndermeyi reddetmesine sebep oldu.

Ancak 911’de Molla Abdullah, Almuş tarafından Bağdat’a gönderildiğinde halifeye (Cafer El- Muktedir, 908-932) gerçek durumu anlatmaya muvaffak oldu. Halife Bulgarlara büyük bir heyet gönderilmesini emretti. 912’de heyet Buhara’ya ulaştığında Halife, Hazarlar adına Askold’un oğlu Hud tarafından Hazar denizi kıyılarındaki İslam yerleşimlerine saldırdığını haber aldı. Bunun için Almuş’u suçladı. Halife, heyeti geri çağırdı.[6] Molla Abdullah kendi şehrine yalnız döndü. Hazar denizini bir botla geçti ve Yayık nehrinin ağzına geldi. Buradaki bozkırda Hazar muhafızları onu buldular ve tutsak ettiler. Almuş onu tutsaklıktan kurtarmak için çok çaba sarf etti. Sonuçta, Almuş’un Bağdat halifesinden Bulgar İslam Devleti’nin kurulması için onay alma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Lakin teşebbüslere devam edildi. Bunun birkaç sebebi vardı.

İlk olarak bir “prensler isyanı” oldu. 900 yılında Molla Mikail’in ölümünden sonra Almuş Han, bölgedeki birçok prensin yerini değiştirdi ve Berşud Macarlarının önemli bir kısmını İslamiyet’i kabul etmeleri için zorladı. Aynı yöntemlerle eski Bulgar inancına sahip Bulgarları da İslamiyet’i kabul etmeleri için zorladı. Tengrianistlerin İslamiyet’i kabul etmeye zorlanmaları ülkede kızgınlığa yol açtı. Prensler Bulyar’da (Bilyar) toplandılar ve “Han’a aşağıdaki şartları kabul ettirdiler:

– Han Tengriansitleri İslam’a geçmesi için zorlamayacak,

– Han Berşud’da Bırak’ın, Esegel’de Askal’ın, Arbuga’da Mercan’ın ve Nur-Suvar’da Culut’un miras haklarını tanıyacaktı,

– Han’ın kesin olarak belirlenmiş verginin dışında hiçbir şey istemeye hakkı olmayacaktı,

– Han’ın, beylerin yaptırımı dışında, yalnız veya orduyla, yukarıdaki yerlere gelmeye hakkı olmayacak ve sadece elçiler yoluyla mektuplaşılacak,

– Bu dört yerin beyleri, kendi iyi niyetleri dışında Han için asker sağlamayacak ve bir hareket halinde, ortak ya da değil, ganimetlerin paylaşımı bir sözleşmeye göre olacak.”[7]

Almuş Han, prenslerin bu isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Ülke parçalanmanın eşiğine geldi.

İkinci olarak Almuş ve oğulları arasında bir taht kavgası alevlendi. 918 yılında vaziyet kritik bir hal aldı. Hasan ısrarla babasına karşı geldi. Samaniler (Horasan’ın hükümdarları) ile sıkı bir iletişim içindeydi.

Üçüncüsü, kendi oğulları ve dört prensliğiyle olan ağır mücadeleler sonucu Almuş’un sağlığı bozuldu: felç oldu.[8] Prenslikler İdil Bulgar Devleti’nin yeni hükümdar adaylarını açıkça tartışmaya başladılar. Molla Abdullah, Almuş’a, hastalığının Allah tarafından “Han’ın Sultana temsilci yollamaktaki isteksizliğine”[9] karşılık bir ceza olarak verildiğini anlattı. Almuş, Bağdat’a bir kez daha temsilci yollamaya karar verdi.

Molla Abdullah elçi olarak belirlendi. Abdullah, Bağdat’ı daha önceden birkaç kez, benzer bir görevle, ziyaret etmişti. Yola çıkmadan önce elçinin karar vermesini gerektiren önemli bir sorun vardı: hangi yolu kullanacaktı? Bağdat’a gitmenin üç farklı yolu vardı.

Birinci yol: Horus yolu adı verilen yoldu. İdil nehrinden botla Arbuga şehrine, oradan karayoluyla Horusdan (bugünkü Putivl), oradan da güneye ve Karadeniz’den Anadolu’ya ve sonra Bağdat’a. Bu yol uzun ve tehlikeliydi. Almuş’un heyetinin Kara Bulgar topraklarını kullanmaya izni yoktu.

İkinci yol: Güney Kafkasya üstündendi: İdil’den tekneyle ve karayoluyla Bağdat’a. Bu yol birinciden daha kısaydı. Ne var ki bu rota da İdil Bulgarları ve Hazarlar arasındaki düşmanlık nedeniyle kullanılamazdı.

Üçüncü yol: Buhara yoluydu. Bu yol Bulgar şehrinden Ural nehrine, oradan Sir Derya nehrine ve oradan da Horasan üstünden Bağdat’a uzanıyordu.

Molla Abdullah, Buhara yolunu kullanmaya karar verdi. Bağdat’a güvenli bir yolculuk için Horasan üzerinden geçmeye izinleri olmalıydı. Molla Abdullah, Horasan hükümdarıyla iyi ilişkiler içinde bulunan, Almuş’un oğlu Hasan’a, içinde Horasan’dan geçmek için izin isteğinin de yer alacağı bir mektup göndermeyi planladı. Almuş ayrıca, dindar Müslümanların hükümdarı, Bağdat halifesi Cafer El-Muktedir’e de bir mektup yazdı. Mektupta selamlarına ek olarak, halifeye ve ülkesine ihsan edilmesini diledi. Mektup ayrıca ülkesine bir İslam hukuku uzmanı isteğini ve bunun karşılığında kale yapımında yardım edileceğini bildiriyordu.

Heyet, Bağdat’a (Arapçadaki adı Medinet’üs-Selam) 921 yılının ortalarında geldi. Bağdat prensi (bek) Hasır, İdil Bulgar Devleti’nden gelen heyete başkanlık etti. Molla Abdullah onu uzun zamandır tanıyordu. Almuş’u 906 yılında ziyaret etmeyi planlıyordu. Bu olmadı, çünkü 911 yılında halifenin İdil Bulgar Devleti’nden gönderdiği heyete başkanlık etmekle görevlendirildi. Bu yolculuk da gerçekleşmedi. Bu sefer Bek Hasır, halifeyle Almuş’un elçisi arasında bir görüşme ayarladı. Molla Abdullah halifeye, İdil Bulgar Devleti’nden hükümdarının mektubuyla beraber değerli hediyeler sundu. Halife en çok Abdullah’ın giymiş olduğu zırhlardan etkilendi. Bunlar Prens Askold’un oğlunun zırhlarıydı. Bulgarlar ona Hud diyorlardı.[10] Hud, Azerbaycan’ı ve İran’ı kuşattı. Güney Kafkasya ve İran’ın Müslüman nüfuslu topraklarını yağmaladıktan sonra, sadık olarak hizmet ettiği İdil’e, Hazarlara döndü. Burada Oğuzlar ona ani bir saldırı düzenlediler ve Hud, İdil nehri yoluyla kaçtı. Hud kendinden çok emindi. İdil Bulgar Devleti üstünden Kiyev’e dönmek istedi. 5 bin kişilik iyi silahlanmış bir ordusu vardı. Bulgarlar, Bulgar şehrinde onların gemilerini beklediler. Bu nehir savaşı Bulgarların zaferiyle sonuçlandı. Hud’un yalnızca bir gemisi kurtulmayı ve Cunu’ya (Nijni Novgorod) kaçmayı başardı. Diğer gemiler ise ya batmışlardı ya da kıyıda bir yerde sahile çıkmışlardı. Hud’un askerlerinden üç bini kıyıya çıktılar. Burada uzun ve vahim bir savaş meydana geldi. Savaşın sonlarına doğru Hud’un askerleri kandırılarak Bahta (bugünkü Tataristan’ın Çistopol bölgesi) nehrinin kıyısında köşeye sıkıştırıldı. Savaşta Hud, prens Burak tarafından yaralandı. Savaş bittikten sonra Almuş, Hud’u Burak’a geri götürdü. Burak onu bir meşe ağacına astığında şöyle diyordu: “En cesurumuza, Tangre’mize hizmet et ve onun seni topraklarımızda tekrar canlandırmasına izin ver!”[11]

Hud’un zırhları, Müslüman yerlerin yağmacıları, Bulgarların kafirlerle savaşta başarılı olduğunu görsel olarak kanıtlıyordu. Ve halife İdil Bulgaristanı’na Büyük Heyeti’ni göndermeyi kabul etti.

Büyük Heyet Yolda

921 yılı Temmuzu’nda halifenin heyeti Bağdat’tan ayrıldı. Susan Er-Rasi (Bulgarlar ona Rasi diyorlardı) elçi olarak belirlenmişti ve heyete başkanlık ediyordu. Ahmet İbn-i Fazlan da danışman ve sekreterdi. Heyete Balus Buhray rehberlik ediyordu.

Buhray ailesinin geleneklerinden biri tıpla uğraşıyor olmalarıydı. Bunlar Bağdat’ın eski tüccarları ve doktorları ile ticari bağlara sahiptiler.

Heyette bir fakih, bir İslam hukuku uzmanı, bir muallim, bir öğretmen, iki vaiz, mollalar ve tüccarlar vardı. Bağdat’tan ayrılan elçilik heyeti Kuzey Harezm’in başkenti Lucanya (Urgenç) şehrine geçti. Kışı burada geçirdiler. Curcan’da elçi Susan Ar-Rassi’nin 4000 dinar alması ve onları kale yapımında kullanması için Bulgar şehrindeki Almuş’a vermesi gerekiyordu. Bu, halifenin isteğiydi. Lakin halifenin Harezm valisinin evi ilkbahara kadar satılamadığı için parayı alamadılar. Fakih ve muallim ücretleri ödenmediği için daha ileri gitmeyi reddettiler.

İlkbaharın yaklaşmasıyla heyet tekrar yola çıktı. Elçilik heyeti İdil’e giden bir ticari heyete katıldı. İyi korunan heyet, Oğuz toprakları olan Üstyurt yaylasını geçerken, bir yağma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Heyet, Oğuz askerlerinin reisi tarafından kurtarıldı (reisin annesi, Almuş’un kızıydı. 894 yılında Almuş kızını Gök-Oğuz Türkmenlerinin lideri Salar’la evlendirmişti). Kumanların topraklarından güvenle geçen heyet, Yayık’a ulaştı. Burada elçilik heyeti ile ticari heyet yollarını ayırdı. Ticari heyet İdil’e giderken elçilik heyeti kuzeye doğru devam etti. Başkurtların topraklarından geçilirken, Almuş’un topraklarına yaklaşıldı.

Şeref konukları ulaşacakları yere bir günlük mesafe kala, Almuş’un yazlık ikametgahı olan, bugünkü Tataristan’ın Spassky bölgesindeki 3 Göller’de karşılandılar. Ziyaretçileri Almuş’un kardeşleri Mercan ve Bat-Ugor ve oğulları Memektay ve Mikail karşıladılar. Buna ek olarak karşılama için hazırlanan Almuş’a 4 prens de eşlik etti: Berşud prensi Bırak, Esegel prensi Askal, Arbuga prensi Mercan ve Nur-Suvar prensi Culut. Han’a eşlik eden prensler, Müslüman olmayan prenslerden Müslüman olan önemli ziyaretçiler önünde şapka çıkarmaları istendiği için sinirlenerek, karşılamaya isteksiz gelmişlerdi. Ev sahipleri ziyaretçilerine ekmek, et ve ak darı tohumları sundular. Bu, Bulgarların geleneği idi.

Buradan itibaren ev sahipleri elçilik heyetine eşlik ettiler. Almuş Han yazlık ikametgahına 8 km. kala ziyaretçilerini karşıladı. Heyet 3 Göller yöresine 11 Mayıs 922 tarihinde ulaştı. Harezm’den 3 Göllere yapılan 2000 km.’den fazla süren yolculuk 70 gün sürdü.

Halifenin Mesajının Okunması Töreni

15 Mayıs Perşembe günü heyetin resmi kabulü için hazırlıklar başladı. Heyet, İslam Devleti hükümdarının resmi kıyafetlerini giymesine yardımcı oldu: siyah bir çapan ve kar-beyaz bir türban.

Tören bir göl yakınında orman içindeki açıklıkta başladı. İlk önce halifenin ve onun büyük vezirinin mesajları yüksek sesle okundu. Bundan sonra elçi Susan Er Rasi, Almuş Han’a yeşil İslam sancağını sundu. Sancak, “tepesinde yarım ay olan bir direğe bağlanmıştı”.[12] Halife tarafından gönderilen bu sancak, kafirlerle savaşa giden İdil Bulgaristanı liderleri tarafından taşınırdı. Sancağa ek olarak bir Arap atı ve altın işlemeli bir seccade de halife tarafından Almuş’a hediye edildi. Kusursuz bir samur kürk ise Almuş’un eşine verilmişti. Bulgarlarda kendi adlarına heyetin tüm üyelerine değerli hediyeler sundular.

Halifenin mektubunun okunması ve hediye verme töreninin ardından devlet yemeği verildi. Yemekte Almuş’un çadırında en yakın akrabaları, ona tabi prensler ve heyet üyeleri vardı. Yemek sırasında Almuş, halifenin söz verdiği parayı göndermemesinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine Ahmet İbn-i Fazlan şöyle dedi: “Ülkeniz geniş ve imkanlarınız bol ve geliriniz fazla. Kendi kendinize yetersiniz”. Buna cevaben Almuş kendi sebeplerini anlattı: Dindar Müslümanlar tarafından getirilen hazine halifeye “saf” para olarak gidiyor. Eğer bir kale bunun gibi “saf” para ile yapılırsa, kafirler onu alamayacaklardır.

İslamiyet’in Resmen Kabulü

Almuş Han, Haziran 922’nin ortalarında ona tabi prenslerini ve onlarda kendilerine tabilerini Dyau-Şir (bugünkü küçük Çeremiş) nehri kıyısında topladı. Bulgar ülkesinin, tüm inançlı Müslümanların başı tarafından kutsanması alenen ilan edildi. Bir başka deyişle İdil Bulgaristanı’nda yaşayan halk, tüm Müslümanların başı Bağdat halifesinin, Bulgaristan’ı bir İslam devleti olarak tanıdığını öğrenmiş oluyordu. Bu, halifenin İdil Bulgaristanı’nı artık koruması altına aldığı anlamına geliyordu.

Heyetin Ayrılması

Ağustos 922’de heyet geri dönmek üzere yola çıktı. Seyid (Bulgar Müslümanlarının başı) Ahmet Bekir ve Almuş’un oğlu Hasan, elçi Susan Er Rasi’ye Buhara yolunu kullanmasını önerdiler. Fakat Şeyh Hasan onları bu fikirden vazgeçirdi. Elçilik Horıs’dan yoluyla gitti. Arbuga’ya kadar bir botla seyahat ettiler. Burtas’ta Susan Er Rasi bir camiyi ziyaret etti ve burayı Tanrı’ya adadı. Bu hizmetiyle bu camiye “Mercan” adını verdi. Daha sonra yol üzerindeki bir camiyi daha Tanrı’ya adadı.

Heyete Almuş Han’ın kardeşi Macar, Şeyh Hasan, oğlu Taca ve rehber Balus eşlik etti. Burtas’tan sonra Büyük Heyet dinlenmek için şu duraklarda durdu:

Razi-Suba, Kubar, Burtas-Simbir, Yozek, Veşna, Leubat (Aybat), Borık, Sarık-Kune, Sığır, Çırtı, Balın ve Bulgar otoritesi dışındaki duraklar üzerinden devam etti.

Sonuçlar

İslamiyet’in devlet dini olarak resmen kabulüyle, İdil Bulgaristanı’nın siyasi hayatında büyük değişiklikler meydana geldi.

Birincisi, uluslararası alanda, İslam devleti statüsünü aldı.

İkincisi, İdil Bulgaristanı’nın yöneticisinin statüsü değişti; tüm Müslümanların başı olan halife tarafından resmen tanınan İslam Devleti’nin hükümdarı olmuştu artık. Bundan böyle halifenin bir valisi olarak Emir sıfatını alacaktı. İslam Devleti’nin başı olarak Emir, Kuran ve hadislere uymak zorundaydı. Fakat diğer alanlarda gücü sınırlandırılmamıştı. Resmi törenler sırasında Emir, İslam devleti hükümdarının giyeceklerini giymek zorundaydı: parmak uçlarını birkaç cm. geçen uzun kollu siyah bir kaftan. Kaftan, işlenmiş, uzun, beyaz bir kumaşla giyilmeliydi. Emir ayaklarına kalın, kırmızı morako ayakkabılarını giymek zorundaydı.

Üçüncü olarak, yargı sistemi artık Kuran ve hadislerde belirtildiği gibi olacaktı. Bir başka deyişle, kanuni işlemler şeriat düzenine dayanacaktı.

Son olarak İdil Bulgaristanı’nın sancağı, diğer İslam ülkelerininkine benzer bir hal aldı: ucunda yarım ay olan sırıktan bir mızrağa yeşil bayrak.

Bütün bunlar İdil Bulgaristanı’nın 922 yılında bir İslam devleti olduğunu kanıtlıyordu.

Prof. Dr. Zufar Z. MİFTAKOV

Kazan Pedagoji Üniversitesi / Rusya

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 409-416


Kaynaklar :

♦ Bakşi Iman. Djafgar tarikhy. C. 1. Collection of Bulgarian annals year 1680. -Orenburg, 1993.
♦ Skrynnikov R. G. Wars of the Ancient Rus//Historical questions. 11-12, 1995, s. 24-38.
♦ İbn Rusta. The book of precious treasures//History of Tataria in the documents and materials. Moskova, 1937, s. 24.
♦ Mavrodin V. V. Sketches on the history of the feudal Rus. Leningrad, 1949.
♦ Grebenyuk A. V. The sources of the Slavic civilization//Teaching of history in school. 1, 1996, s. 3-7.
Dipnotlar :
[1] Bakşi Iman. Djafgar tarikhy. Collection of Bulgarian annals. C. 1-Orenburg, 1993. s. 38.
[2] A.g.e., s. 39.
[3] A.g.e., s. 48.
[4] A.g.e., s. 190.
[5] A.g.e., s. 191, 192.
[6] A.g.e., s. 191, 192.
[7] A.g.e., s. 55, 57.
[8] A.g.e., s. 55, 57.
[9] A.g.e., s. 57, 53.
[10] A.g.e., s. 57, 53.
[11] A.g.e., s. 54.
[12] A.g.e., s. 97.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.