Tarihi ve arkeolojik bilgilere göre İdil Bulgar Devleti, X. yy.’ın sonlarına doğru, birçok bilim adamı ve din bilimcinin yaşadığı ve eserler verdiği “klasik bir İslam” ülkesi olmuştur. Ülke içinde bütün büyük toplulukların okulları ve medreseleri bulunuyordu. Doğu yazarları “onların (yani Bulgarların) büyük bir kısmı İslâm dini mensubudur, yerleşik merkezlerinde müezzinli ve imamlı ilkokulları (medreseleri) ile camileri bulunmaktadır”[1] diye kaydedilmiştir. İslamiyet, IX. yy.’ın sonlarına doğru Türk geleneklerini değiştirmeye başlamış, putperestliği ve kültleri bâtıl inançlara dönüştürerek toplumun maneviyatını etkilemiştir. Bu zeminde, Bulgarların kendine özgü kültürü ile Türk ve Doğu kültürünün sentezi olarak dekoratif sanatlar gelişmiş ve tek bir etnopolitik birlik şekillenmeye başlamıştı.[2] Diyebiliriz ki, Orta Çağ’daki Bulgar Devleti, İslam dünyasının en kuzey ülkesiydi, onun uygarlık ilişkileri yönünü Doğu ülkeleriyle olan iletişim ve kültürel bağları belirlemekteydi. Bulgar Devleti, aynı zamanda faal bir şekilde, ticari, askerî, siyasî ve kültürel olarak, Rusya, Doğu ve Batı Avrupa’nın diğer ülkeleri, Zakavkazye (Kafkas ötesi) ve Priçernomorye (Karadeniz civarı) bölgeleriyle de sürekli olarak bağlantı halindeydi.
XIII. yy.’ın ikinci çeyreğinde, Bulgar Devleti, Moğol hanlarının istilâ ordusuyla birkaç kez savaşa girmiş, 1236’da ise yenilerek Cuçi (oçi) ulusu (Altınordu) terkibine dahil olmuştur.
İdil Bulgar Devleti’nde Sanatın Oluşumu ve Gelişmesi
X. yy.’ın ikinci yarısı-XIII. yy.’ın ilk yarısındaki parlak dönemde Bulgar kültürü çok planlı ve karmaşık bir yapıya sahipti. Bu kültürün özgünlüğü, günümüze kadar ulaşan mimarî yapıların harabelerinde ve dekoratif sanat eşyalarında izlenebilmektedir.
Şehircilik ve Mimarî
Orta Çağ uluslararası ticaretin oluşması ve gelişmesi, İdil Bulgar Devleti’ndeki şehirlerin çoğalmasını sağlamıştır. Şehircilik geleneğinin bulunmadığı bölgede şehirlerin meydana gelmesi ve gelişmesi, spesifik inceleme gerektiren karmaşık ve çok yönlü bir konudur.[3] İdil Bulgar Devleti’nin toprakları içinde yaklaşık olarak toplam 150 şehir kalıntısının bulunduğu bilinmektedir. Bulgar Devleti’nde ilk şehirlerin politik, dinî ve ticarî-zanaat merkezleri olarak 920-940 yıllarında meydana gelmeye başladığı söylenebilir. İlk şehirlerin yapısını teşkil eden unsurlar, feodal soyluların kaleleriydi. Bunlar genellikle ticarî yolların kesiştiği yerlerde meydana getirilmiştir: Örneğin, bir Bulgar şehri olan Aga-Bazar iskelesinin yakınlarındaki, Bilyar şehri Harezm’e giden kervan yolunun üzerindeydi vb. kale ve ticaret yerlerinin yakınlarında iskan ve ticarî-zanaat mahalleleri yerleşiyordu.
X-XIII. yy.’daki İdil Bulgar Devleti’nin tüm kasabalarını büyüklüğüne göre birkaç gruba ayırmak mümkündür: küçükleri (6 hektara kadar), şatolar ve “küçük” kasabalar, küçük eyaletlerin yerel yönetim merkezleridir; orta çaptakileri (6-50 hektara kadar; toplam 23) idarî ve ticarî, iktisâdî rolleri üstlenen, hakimiyetin merkezî şehirleridir; büyükleri (50 hektardan büyük), politik, dinî ve iktisâdî merkezler, yerel ve uluslararası ticaretin merkezleriyle, zanaat merkezleridir. Böyle şehirlerin sayısı 12’dir; bunlar Bilyar (800 hektar), Suvar (90 hektar), Bogdaşkin (77 hektar), Samarskaya Luka’daki Volın (100 hektar) Kama boyundaki Kaşan (100 hektar) vb.[4] Şehirlerin topografisi birbirinden farklıdır. Küçük şehirlere arazî rölyefini göz önünde bulunduran kale yapısı özgüdür; genellikle onlar nehir kavislerinde veya durumlarda inşa edilmiştir. Orta şehirlerin hepsi dere burunlarına kurulmamış ve arazî rölyefine kısmen uymuştur. Büyükleri ise bazı istisnaları hariç, hep düz plâto üzerinde kurulmuştur. Bulgar şehirleri çeşitli savunma sistemleri ile de ayrılmaktadır. Küçük ve orta şehirler, daha çok bir toprak tabyası bir hendekten ender olarak da sırasıyla çift toprak tabyası ve çift hendekten oluşan savunma sistemine sahiptir. Bununla birlikte X-XIII. yy.’lardaki tüm Bulgar şehirlerinin savunma hatları klâsik bir şemayı takip etmiştir: hendekler önce (dış tarafta), toprak tabyaları sonra (iç tarafta) bulunmaktaydı. Büyük şehirler, çok unsurlu genellikle iki istihkam kısmına ve ender olarak iki-üç hendek ve toprak tabyasından oluşan savunma yapısına sahipti. Askerî mimarînin en ünlü yapıtı olarak, dış şehir üç, iç şehir çift hendek ve toprak tabyası ile korunan Bilyar şehrini kabul etmek gerekir. Her toprak tabyası, kalenin içine doğru yükselmektedir (yani öndekinden bir sonraki daha yüksektir), bu da her üç düzeyden aynı anda düşmana karşı ok atabilmeyi sağlamaktaydı. Ne yazık ki, Bulgar kalelerinde yapılan kazı işlerinin ve kazılmış kalelerin yetersizliği (tamamı 20’den fazladır), askerî mimarînin gelişme tablosunu net olarak verememektedir; ayrıca, bazılarının iyi korunmamış olduğundan ahşap yapıların izlerini açığa çıkarmak ve askerî mimarî yapısını incelemek mümkün olmamaktadır. Ama, anıtların hemen hepsinin üzerinde yapılan incelemelerin neticesinde konunun yeterince aydınlatıldığını söyleyebiliriz. Bulgar Devleti topraklarında Rus Devleti’nde de olduğu gibi kütüklü topraklı savunma yapılarının bulunduğunu söyleyebiliriz.[5] Yazma kaynaklara göre bu tür savunma yapılarının yapımında meşe ağacı kullanılmıştır.[6]
En eski (X. yy.’ın) askerî savunma yapısı dış tarafı hendekli çittir (bu çit toprak tabyası üzerine çakılmış kazıklardan oluşmaktaydı). XI. yy.’da toprak tabyasının üzeri çit ve savaş alanıyla donanmış daha karmaşık yapılar meydana gelmeye başlamıştır. Kütüklü şehir duvarı şeklindeki savunma yapısı diğer şekillerle beraber gelişmiş daha sonra ise onları sıkıştırarak XII. yy.’ın sonuna doğru neredeyse o dönemdeki en güçlü askerî mimarî şekli olmuştur. Yazılı kaynaklarda belirtildiği ve arkeolojik araştırmaların da kanıtlandığı gibi, bazı durumlarda, dış hendekten sonra, küçük toprak tabyası veya çit şeklindeki ek savunma hatları kuruluyordu, bu da kalenin önündeki savunma alanını genişletmekle birlikte düşmanın hareketini zorlaştırıyordu. Benzeri savunma taktiği XII.-XIII. yy.’da Doğuda Kuzey Çin’e kadar olan bölgelerde yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Doğu Avrupa’da bu dönemde, Bulgarların, genellikle Rus kuşatmalarını başarılı bir şekilde püskürtmelerinde (1183) ve Moğol Ordularına karşı direnmelerinde (1232, 1236) önemli rol oynayan bu tür savunma sistemi, belirli bir yeniliği teşkil etmekteydi.[7]
Diğer bir önemli savunma yapıtı da, savunma sisteminin önemli parçasını teşkil eden kale kuleleriydi. Arkeolojik bilgilere göre bunların ortaya çıkışı XI. yy. ve XII. yy.’ın başlarına denk gelmektedir. Bu kule şekilleri tahmini olarak, dörtgen veya sekizgen olmuştur. Kulelerin bir kısmı duvarların eğri çizgili parçalarının birleştiği yerlere yapıldığı da oluyordu, bu da düşmanları yanlamasına ateşe tutma olanağını sağlamaktaydı.
Devlet’in başkenti, XII. yy.’ın ikinci yarısından sonra, hem toprak büyüklüğü (800 hektar), hem de nüfus kalabalığı (50 bin kişi) bakımından ayrılan Bilyar şehri olmuştur (Rus tarihi belgelerinde “Ulu Şehir”), araştırmacılar, 1236’da yok olan bu Orta Çağ şehrinin kalıntılarını, günümüzdeki Bilyarsk (Tataristan Cumhuriyeti Alekseyevskiy ilçesi) köyü yakınlarında, Malıy Çeremşan ırmağının sol tarafında yerleşen Bilyarsk şehri kalıntılarıyla bağdaştırmaktadırlar.[8] Bu tarihî, arkeolojik anıt, yüzölçümüne göre, Moğol Dönemi’ne kadar ki Doğu Avrupa’nın en büyük şehri sayılabilir. Özellikle Bilyarsk şehrinin kazıları, zamanı belirtilmiş olan sanatsal eser ve günlük yaşama ait eşya buluntuları ve aynı zamanda da X-XIII. yy.’lardaki Bulgarların anıtsal mimarîsine özgü malzemeler vermektedir.
Diğer bir önemli ve muhtemelen daha eski Bulgar şehirlerinden biri de Bolgar şehri olmuştur. Bu şehrin arkeolojik kalıntıları (yüzölçümü, 380 hektar, şehir kenarlarındaki iskanlarla birlikte 600 hektar kadar olan) Bulgar şehri (Tataristan Cumhuriyeti Spasskiy ilçesi) civarında bulunmaktadır.[9] Ne yazık Moğol Dönemi’ne kadarki katmanlar henüz iyi öğrenilmemiştir fakat arkeolojik gözlemlere göre şehir X-XIII.yy.’larda yaklaşık 25 hektar alanı kapsamış (yakınlarındaki iskanlarla birlikte yaklaşık 40 hektar), kale toprak tabyası ve hendeklerle korunmuştur. Burada yaşam ve ekonomi binalarının kalıntıları ortaya çıkarılmış fakat anıtsal yapıtlara henüz rastlanmamıştır.
Yazılı kaynaklara göre Bulgar Devleti’nin ünlü şehirlerinden bir diğeri de Suvar şehridir. Bu şehrin arkeolojik kalıntıları genellikle, Kuzneçiha köyü (Tataristan Cumhuriyeti Spasskiy ilçesi) yakınlarındaki İdil nehrinin sol kolu olan Utk ırmağının sol kıyısındaki Suvarsk (Kuzneçihinsk) kasabası (yüzölçümü 90 hektardır) ile bağdaştırılmaktadır.[10] Şehrin savunma yapıtları, kerpiçten ve kütükten yapılmış olup bu anıtsal yapılar ve binaların kalıntıları açığa çıkarılmış, şehir halkının kültürünü ve günlük yaşamını niteleyen önemli malzemeler toplanmıştır.
Bolgar, Suvar, Oşel, Cuketaw, Tuhçin gibi büyük şehirler kale, iç şehir ve mahalleler gibi birkaç istihkam kısmından oluşmaktaydı. Bunların alt yapısı, sokak ve malikane sistemleri birbiriyle uyum içerisindeydi. İç şehir daha kalabalıktı, burada dinî ve kamu binaları, idarî merkezler, şehir soylularının malikaneleri ve esas yaşayış mahalleler yer alıyordu. Bulgar şehir meydanları ile ilgili araştırılmaların yetersizliği, genel şehrin alt yapısı konusunda net ve tam bir bilgi edinmemizi engellemektedir; ancak Bilyar’ın merkezinde mezarlığı, kerpiç hamamı olan cami külliyesinin yanında, zengin evlerinin ve atölyelerinin[11] bulunması, bu şehrin kendine özgü bir şehirciliğinin bulunduğunu göstermektedir.
Şehir civarlarında (veya civar mahallelerde) bir takım zanaat mahalleleri (çömlekçi, demirci atölyeleri vb.), ve yazlık evlerle kervansaraylar bulunmaktaydı. Her mahallenin kendine ait mescidi ve çoğu zaman kerpiçten yapılmış hamamı, aynı zamanda da mezarlığı vardı. Bilyar’da, şehir surlarının içinde bulunan üç şehir mezarlığından başka, merkezde caminin yakınlarında, Bulgar soylularına ait olduğu düşünülen türbe kalıntılarının bulunduğu başka bir mezarlık daha vardı.
X. yy.’ın, ilk yarısında gelişmeye başlayan, ikinci yarısında da mimarinin gelişmesiyle bu gelişmeye devam eden şehircilik, yerel yaşam için mimarlığın, inşaatın yeni malzemelerini ve yöntemlerini, aynı zamanda da İslam ülkelerinin mimarîsine özgü yeni bina tiplerini de geçerli kılmıştır.
Orta İdil’in doğası ve coğrafi özellikleri, Bulgarları ağacı temel inşaat malzemesi olarak kullanmasını sağlamıştır. Tarihî ve coğrafi olarak hemen hemen tüm Doğu geleneği Bulgarlarda inşaat işinin gelişmiş olduğunu göstermektedir.[12] Orta Çağ gezgini el-Garnati, Bolgar şehrinin “çam ağacından”[13] kurulduğunu açıkça yazmıştır; Yakut İbn Abdallah (XIII. yy.) ise öncekileri kaynak göstererek, “Bulgarlar evlerini sadece ağaçtan yaparlar, bir kütüğü diğer kütüğün üzerine koyar ve bunları birbirleriyle yine sağlam bir ağaçtan yapılmış çivilerle birleştirirler”[14] şeklinde belirterek inşaat tekniğinin detaylarından bahsetmiştir. Arkeolojik araştırmalar bu bilgileri, ağaç inşaatının bazı yöntemleri ve bazı ağaç türlerinin özel kullanımları ile ilgili bilgiler sunarak kanıtlamaktadır. Örneğin, günlük yaşayış yerleri inşaatında çam ağacı, dayanıklılık ve uzun ömürlülük gerektiren inşaatlarda (surlarda, kuyu yapımında vb.) ise meşe ağacı kullanılmıştır. Bilyar minaresinin taş temelinin altında toprağı sıklaştırmak için meşe kazıklarının kullanılmış olması çok ilginçtir.[15]
Ağaç toplumsal ve kültsel binaları yapımında da yaygın bir şekilde kullanılmıştır. X. yy.’ın başlarında İbni Fadlan, Barancar cemaatinin “ibadeti için ahşap mescidin kurulduğunu” belirtmiştir.[16] Herhalde, X. yy.’ın ortaları ve ikinci yarısı yazarları (el-Balhi, el-İstahri, el-Masudi, el-Mukaddasi) tarafından anılan camiler de ahşaptandı.[17] Bilyar’da bulunan ahşap mescit yapılarının izleri şimdilik sadece yazılı kaynakların güzel bir anlatımıyla kanıtlanmaktadır.
Ne yazık ki biz, binaların Moğol Dönemi’ne kadarki dış görünümüne ait hiçbir bilgiye sahip değiliz. Bazı anıtların araştırılma derecesi onların görsel olarak yeniden yapılandırılması sadece bazı benzerlerinin de dikkate alınması ile gerçekleştirme imkanını sunmaktadır. Bilyar’daki ahşap ve beyaz taştan yapılmış, minareli mescidi, kerpiç türbeli mezarlığı ve kerpiç hamamı içinde bulunduran cami külliyesi bu konuda bir örnek teşkil eder. Araştırılan arkeolojik kalıntılar, bu kültürü o dönemde İslam âleminin büyük bir kısmında yaygın olan sütunlu (Arap) tipe ait olarak kabul etmemiz onu İdil Bulgarlarının en eski anıtsal kuruluşlarından biri saymamızı sağlar.
Bilyar mescidi, İslam âleminin ünlü merkezlerindeki diğer bazı eski sütunlu mescitler gibi birkaç kuruluş aşaması geçirmiştir. X. yy.’ın birinci yarısında inşa edilen ahşap mescit (dikdörtgen şeklinde: 44,5 mx48-32 m) yeniden yapılandırılmıştır. XI. yy.’ın ikinci yarısından daha erken olmadığını düşündüğümüz doğu tarafına da tam bir bölüm inşa edilmiştir. (dış ölçüleri, 40,5-41,7 mx26,2 m; iç ölçüsü, 38-38,5 mx24 m; kapsadığı genel alan 912 m2); bu bölüm kare şeklinde kesişen direklerle ayrılan dört sıra (her sırada altışar direk) ve beş sahından oluşmaktadır. Mescidin içi yekparedir, bir dönemde salonların arasındaki duvar sıra halinde olan direklerle değiştirilmiştir.[18]
Bilyar mescidinin, taş binasının kuzeybatı duvarından 1,5 m. uzaklıkta müstakil bir minaresi olmuştur. Çukurlarında belirli bir derinlikte çakılmış meşeden kazıklarla pekiştirilmiş çok sağlam bir temelinin oluşu, “Bulgarların oldukça geniş” büyük minaresinin yüksekliğiyle ilgili XVIII-XIX. yy.’a ait bilgilerle kanıtlanmaktadır.[19]
Bu “çok büyük… taş yığını” XVIII. yy.’ın ilk yarısında bile şehir meydanında yükseliyordu. XIX. yy. ortalarındaki bilimsel tanımlamalar, onun temelinin iki arşın kadar yüksekliğe sahip olduğunu saptamıştır.[20] XIX. yy. yazılı kaynaklarda yer alan “temelin sekiz köşeli biçimi”, dörtlü temelden yuvarlak gövdeye sekizgen geçişten başka bir şey değildir. Minarenin temeline parça taşlar atılmış, kare şeklindeki tabanı ise muhtemelen düz yontulmuş taşlarla kaplanmıştır. Bu minarenin mimarî şekli genellikle (temelin özelliklerine göre) Zakavkazye’deki (Kafkas ötesi) deki mimariye[21] benzer şekillerde; ayrıca XII-XIII. yy.’a ait bazı Azerbaycan minarelerine göre onarılmıştır. Bunların bizim anıta olan tipolojik yakınlığı, Bilyar taş minaresinin inşasının (veya en son tadilat zamanının) XII. yy.’dan erken olmayan bir zamana ait olduğuna işaret etmektedir. Diğer benzerlikleri Anadolu şehirlerinde günümüze kadar korunmuş XII. yy. minarelerinin yapısında görmek mümkündür.[22] Onların spesifik özelliklerini, taştan küp şeklinde temel, bu temelin üzerinde sekiz genli geçiş kısmı ve uzanan yuvarlak kerpiç gövde oluşturmaktadır. Altınordu Dönemi’ndeki Bolgar şehrinin taş mimarîsi, bu şekli devam ettiren iki örnek blunmuştur: Bolgar şehrindeki, büyük ve küçük minarenin her ikisi XIV. yy.’a ait olup, Moğol Dönemi öncesi harabelerin örnek alınarak Altınordu Devleti’nin Bolgar şehrinin inşaatçıları tarafından kullanıldığı tahminini doğrular niteliktedir.[23]
İslam mimarîsinin Bulgar mimarisine olan etkisinden bahsederken, genellikle Orta Asya ve Horasan’daki benzerleri gösterilmektedir. Bu konuda, Bulgarlarla ilgili olarak Arap tarihçi Cavaliki “onların evi Rum ilinin evlerine benzer”[24] ifadesini kullanmaktadır. Gerçekten de Bulgar mimarisinde emsalsiz olan Bilyar’daki mescidin, duvarı ile direklerinin yapımında taşın kullanılması, bizi bu geleneğin sonradan öğrenilmiş olduğu düşüncesine götürmektedir; Anadolu ve Zakavkazye ile olan ticarî bağlar ise, bu bölgelerin ortak olan mimari tecrübeyi benimsedikleri fikrini doğrulamaktadır. Birkaç yapının harabelerini de içinde barındıran “Cami külliyesi”, Selçuklu Devleti’nin baş kenti Konya’daki Ala-ad-Din (1186-1220) Camisini andırmaktadır. Çünkü her ikisi de, tipolojik olarak, salonu son zamanlarda genişleyen sütunlu cami temeline sahiptir.
Konya’daki Cami-Külliyesi, Bilyar’daki aile türbesi kalıntıları da bulunan benzeri mescitte olduğu gibi, âsilzâdelerin türbelerini de içinde bulundurmaktadır. Bulgar Devleti için bu, emsalsiz bir yapıttır. O mescit külliyesinin güneydoğu tarafıyla birleşen Bilyar’daki IV. Kurganda yer almaktadır. Türbe kerpiçten yapılmış olup dikdörtgen görünümündedir (iç ölçüsü, 2,05×1,3 m.). Çamur harçlı, 5-7 sıra hâlinde konulmuş kare şeklindeki (28-30 cm, 5-6 cm boyunda) kerpiçten oluşan ve 0,4 m. boyunda, üç duvar kalıntısı açığa çıkarılmıştır. Duvarlar bir kerpiç kalınlığındadır. Tabanına kerpiç kırıntıları döşenmiş, üzerinden kum dökülmüştür. Mezarda İslam geleneğine göre defnedilmiş iki cenaze (erkek ve kadına ait) bulunmaktadır. Stratigrafi (katbilim) araştırmalarına göre, türbe, mescidin taş kısmının ilave edilişine kadar yapılmış olup, X. yy.’ın birinci yarısına aittir.[25] Bu türbenin nasıl bir nitelik taşıdığını söylemek zordur; makberin yer üstündeki türbesi midir, yoksa sagana’nın yarı yer altı kabile kabri midir? Ancak, türbenin kenarı daha sonraki bir mezarın yapımı sırasında kısmen tahrip edildiğinden, bunun toprağa gömülmüş mezar yeri (hücresi) olduğu düşünülebilir. Sagana defni Orta Asya defin yapısına özgüdür[26] ve türbenin benzeri tiplerinin Bulgar Devleti’nde meydana gelmesi de, Bulgar Devleti’nin doğu ülkeleriyle dinî ve kültürel bağlantılarda bulunduğunu kanıtlamaktadır.
Bilyar’daki ahşap mescitlerin mimarî şekillerinin onarımı genellikle eski Rus mimarîsinin deneyimi ışığında yapılır.[27] Fakat ibadet edilen salonun çok sütunlu iç yapısı için İslam mimarisine baş vurmak gerekir. Bununla birlikte onun sanatsal şekillenmesinde ağaç üzerinde işlemelerin olduğu tahmin edilebilir. Bu durum özellikle Harezm ve Maveraünnehir’e, has olmuştur. X-XII. yy.’da orada ağaç sütunlu taş duvarlı camiler yaygındı. Bu kült yapısı muhtemelen oradan İdil Bulgar Devleti’ne geçmiştir.[28] Günümüze kadar ulaşan X-XI. yy.’lara ait Buhara ve Hive’nin, IX-X. yy.’lara ait Obburdana oymalı sütunları ile, Çorkuh köyündeki X-XII. yy.’lara ait mescidin oymalı tavan sütunlarının, Bilyar’daki ahşap mescidin dekorlarıyla bir derece benzediği, aralarında bir bağ olduğunu düşündürmektedir. Küçük Asya’daki XII-XI11. yy.’lara ait sütunları, tavanları ağaç oymaları ve nakışlarla zengin bir şekilde süslenmiş “ahşap”[29] mescitlerle yapılan karşılaştırma aynı zamanda da Bilyar’daki ve diğer Bulgar ahşap mescitlerindeki interyeri yeniden oluşturmada yardımcı olmaktadır.
Altınordu Bolgar şehrinin, taş mimarisinde bu kadar açık bir biçimde ortaya çıkan Anadolu Selçukları ile olan kültür bağlarının Moğol Dönemi’nden daha önce doğduğunu düşünmemiz için bazı kanıtlar vardır. Bu tür bağları, Bilyar’daki ilk cami, külliye mescidinin yeniden yapılanmasında da görmekteyiz.
Hafifçe trapez şeklinde olan salon, 9 eşit kuşaktan oluşan 6 uzunlamasına sahından ibarettir. Salonun ortasında, sütunların beşinci ve yedinci sıraları arasında, üzerinde ışıklı çeşmenin kurulduğu havuz bulunmuştur; mihrabın karşısındaki alan da ayrılmıştır (mihrabın karşısında sütun bulunmamaktadır). Bu tarzdaki alan düzenlemesi, özellikle Küçük Asya’daki hem taştan, hem de ağaçtan sütunlu camiler için geçerlidir. Çünkü, yerli mimarlar, Anadolu dağlarının ayazlı kışlarını hesaba kattıkları için, Yakın Doğu cami-mescitlerinin kaçınılmaz unsuru olan geniş avlu yapısından vazgeçmek zorunda kalmışlardır.
Diğer değerli dekoratif benzerlikler, ibadet edilen salon mimarisindeki mihrap ve minberin de ahşaptan yapılabilmesidir.[30] Bu konuda belirtmemiz gereken önemli nokta ise bilinen çok az ahşap mihrap Orta Asya’da (İskodar, Maveraünnehir iskanları, IX.-X. yy.) ve Anadolu’da (Damsaköy, Orta Anadolu, XIV. yy.’ın başları) yapılmış olduğudur.
Ne yazık ki, arkeolojik araştırmaların sonuçları, Bulgar mimarî dekorasyonunun repertuvarını tam olarak canlandırabilme imkanını verememektedir. Bu boşluğu, Moğol Dönemi’ne kadar Bilyar şehrinde pencere camlarının kullanıldığına dair bilgiler kısmen doldurmaktadır. Tek tipli disk (kutru 18-20 cm.) şeklindeki birçok bulgunun içinden (bunların yerli üretim olduğu tahmin edilebilir) Kafkas zanaat merkezlerine[31] özgü olan cam fragmanlarını ayırt etmek mümkündür. Bu ithal cam, altıgenli gülçe, yıldız, rom şekillerindeki çeşitli rolyefli geometrik işlemelerle kaplıdır. Meydana gelişi itibarıyla, Selçuklu Dönemi’nde yaygın bir şekilde gelişen kerpiç dekorlarla yapılara dayanan çift taraflı nakış şekli, XI. yy.’dan itibaren daha çok Orta Asya, Ön ve Yakın Doğu İslam ülkelerine özgü mimarî dekorasyonu teşkil etmektedir. Kafkas camlarının bulunması, İdil Bulgar Devleti’nin geniş ticâri bağlara sahip olduğuna işaret etmektedir[32]; renkli ve vitrin camlarının bulunması ise (Doğu Avrupa için bu ender bir olaydı), yüksek şehir kültürünün bulunduğunu ve Batı Avrupa ile geniş ticari ve kültürel bağlantıların olduğunu kanıtlamaktadır.
Bilyar kamu binalarının dekorasyonunda değişik yöntemlere de rastlamak mümkündür. Ayrıca ibadet salonundaki taş direklerin ucunda taştan yapılan istalaktit majisküller (direk başları) bulunuyordu.[33] Bilyar’daki kerpiç binanın duvarlarının iç yüzü pürüzsüz bir şekilde sıvanmış olduğunu, muhafaza edilmiş fragmanlara bakılarak nakış yazılarla kaplandığını söyleyebiliriz.[34] Orta Çağ Bulgar Devletinde, X-XIII. yy.’lara ait toplam yedi tane kerpiç ev bilinmektedir. Bunlardan üçü Bilyar’da, ikisi Volın’da (Samara civarında) ve birer tane de Suvar ve Hulaşk’daki (İdil) kasabalarda bulunmaktadır. Yapılış özellikleri açısında bunları şartlı olarak iki tipe ayırmak mümkündür.[35]
Birincisi, dikdörtgen şekilli, sade, çıkıntılı görünüşe ve iki üç odaya sahipti. Odalar iç içe dizilmişti. Bu sıcaklığın dış odadan iç odalara, (yani ısıtıcı sobaya) doğru arttığını gösteriyordu. Bu tür yapılar A. P. Smirnov ve V. F. Kahovskiy tarafından (Hulaş) kasabasında araştırılmış ve XII. yy.’a ait olarak tarihlendirilmiştir.[36]
İkincisi, kare şekilli ve çok odalıdır. Bu tür yapılar öncekilerden daha karmaşık planlı idi, farkı ise öncekinde görülen iç içe dizilişe ek bir kısmın eklenmiş olmasıdır. Araştırmalara göre,[37] Bilyar’daki kerpiç evlerin bu tipi daha açık bir şekilde nitelendirmektedir. Birkaç ahşap yapıdan oluşan, ibadet için ve kişisel amaçlı olarak da kullanılan bu yer, görünüşüne bakılırsa geniş kompleksi ile esas kervan saraylardan biri olmuştur. Şehrin önemli girişlerinden biri önündeki küçük tepe üzerinde yerleşen bu kompleks, yere çakılmış kazıklar ve hendeklerle çevrilmiştir. Bütün avlu ağaçla döşenmiş, kil ile sıvanmıştır. Kerpiç, yapı (ölçüsü 16.08×14,8 m) avlunun kuzeyinde yer almıştır. İç duvarlarla altıya bölünmüş olan bina, dikey (duvarın içinde) ve yatay (zemin altında) olarak ısınma bağımsız su dağıtma sistemine aynı zamanda kanalizasyon ve giriş kavşağına sahipti. Dikdörtgen planın yanı sıra ısınma sistemi kuruluşları, kerpiçlerin ölçüleri (26x26x5 sm), duvarların spesifik yapım yöntemi ve temelin ham kilden oluşan anti sismik (depreme karşı) yastığın üzerine oturtulması da bu inşaat geleneğini Orta Asya kaynaklarına götürmektedir.[38] Orta İdil şartlarında ısıtılan binalar için gerekli olan ek giriş kavşaklarının ortaya çıkışını da belirtmek gerekir.
Bilyar’da üç (caminin yanında, XXVII. kazıda ve kervan sarayda) Volın’da iki (birincisi, eksik araştırılan V.V. Holmsten kazısında -1928-1929-, diğeri G. İ. Matveeva’nın kazısında 1973) ve Samarskaya Luka’da Suvar şehir (civarındadır) kalıntısında[39] bu tür binalar araştırılmıştır. Bazı binalar kendilerine özgü yapı özelliklerine sahipti. Örnek olarak Volın şehir kalıntısında araştırılmış olan hamam temelinin inşasında kerpiç ile beraber kireç taşları[40] kullanılmış, Bilyar merkezindeki hamamın yapılmasında (XXVII. kazı) kerpiçten istifade edilmiştir. Buna dayanarak bu binanın Moğol öncesi dönemde yapıldığını düşünmemizi sağlar.[41]
Bütün bu binaların hamam olarak kullanıldığı açıkça görülmektedir.[42] Doğu hamamları için karakteristik olan titizce sıvanmış ve nakışlarla süslenmiş duvarlar da bu düşüncenin ek kanıtı olabilir. Bu binalar şehir merkezinde (Bilar, Suvar, “Muron kasabası”) olduğu gibi şehir duvarlarına yakın (Bilar, “Muron kasabası”) şekilde yerleşmişlerdi. Belli ki onlar burada kervansaray yapılarının bir parçası olmuşlardı.
Bulgar hamamları yerleşim alanlarına ve alt yapılarındaki farklılıklarına bakıldığında farklı sosyal statüye sahip olmuş ve belki de mahallelere göre ayrılmış oldukları görülür. Bilyar merkezinde, caminin yanındaki hamam görünüşe bakılırsa bir vakıf tesisiydi. Bu vakıfın gelirleri caminin ve muhtemelen de ona bağlı olan medrese ve hastanenin faaliyetini sağlıyordu. Benzeri kurumları Yakın ve Uzak Doğu’ya özgü olup çok yaygındı.[43] Bulgar Devleti şehirlerinin birçoğunda hamamların bulunması Bulgar şehirlerinin ve şehir kültürünün Doğu niteliğini belirtmektedir.
Bulgar şehir kalıntılarındaki[44] birkaç bina harabesinde incelenen kerpiç inşaat teknolojisi, Selçuklu Dönemi’ne kadar olan Orta Asya mimari özelliklerine sahiptir. Özellikle büyük ölçülü kerpiçlerin kullanılması, Suvar, Bilyar ve Volın kasabalarındaki kerpiç binalarda görülen duvar ve temellerin yapılışı bu gelenek arasında yer alır.[45] Bilindiği gibi, gösterişli kamu binaları Orta Çağ’da devletin ekonomik durumunun simgesi olduğu gibi, onun siyasi onuru da sayılırdı. Kendi kökleriyle Doğu İslam alemi ülkelerine uzanan mimari gelenekler kültür ilişkilerinin belirleyici yönünü göstermekte ve Bulgar Devleti’nin manevi bilinç gelişiminin yeni aşamasını simgelemektedir.
Mesleki Sanatı: Sanatın yüksek seviyede olması, İdil Bulgar Devleti’nde mesleki sanatın yüksek seviyedeki gelişimi ve hem kendi geleneklerine hem de İslam aleminin Rus Devleti’ni, Doğu Avrupa ve İskandinavya’nın sanat merkezleri ile olan aktif ticari ilişkilere dayanıyordu. Bulgar şehir ve köy yerlerinde bulunan çeşitli mamuller, onların çok geniş hayat yelpazesi ve X. yy.’ın başından XIII.yy.’ın ikinci çeyreğine kadar oldukça uzun bir zaman sürecinde dekoratif sanatın bazı üslup özelliklerinin gelişmesi ile ilgili fikir yürütmemizi sağlar.
Bulgar sanatının kökü, Türk Kağanlığı Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Bu dönemde Avrasya Türk halklarının başlıca etno-kültür gelenekleri ve askeri hizmet zümre kültürünün karakteristik unsurları: silah, at koşumu, kuşak takımı, günlük yaşam detayları işlenmiştir.[46] Daha sonraları Hazar Kağanlığı zamanında Bulgarlar, Hazar şehirleri zanaatçıları tarafından işlenmiş Saltovo-mayatsk kültürünün törpüleyici etkisine uğramışlardır. Bu geleneğin içerisinde bir Orta Çağ toplumu için mümkün olabilecek derecede birer birer örnek sistem ve üsluplar oluşuyordu. Bunlar Sasani ve Bizans nakış motiflerinin alınması ve yeniden işlenmesine dayanıyordu.[47] Bütün bunlar artık VII-IX. yy.’larda Bulgar kültür sembollerinin, dilinin Türk-Bulgar mitolojik sistemini değil genel Hazar nakış geleneklerini yansıttığını düşünmemizi gerektirmektedir.
X. yy.’ın ikinci yarısı, XI. yy.’ın başı Bulgar sanatında sanatsal dil ve imgelerinin oluşum dönemi olarak kabul edilebilir. O dönemde Bulgar Devleti şehirlerinde kuyumculuk, bronz ve bakır zanaatı ortaya çıkar ve gelişmeye başlar. Eşya ve sanat repertuarı ve üslup belirlenir, desen ve nesnelerin biçimlerinde Bulgar gelenekleri biçimlenir. Bulgarların ürettiği eşyalar ülkede yaygınlaşarak günlük yaşam ihtiyaçlarını önemli ölçüde karşılamaya başlar. Daha değerli ve itibarlı günlük yaşam eşyaları bunların dışındadır. Aynı zamanda Bulgarlar ticari nehir ve kara ticari yol ağını geniş bir şekilde kullanarak ürettikleri eşyaları (günlük eşyalar, süs ve zücaciye, eşyaları ayna, kap kaçak vs.) Orta İdil ve Üst Kama’nın geniş alanında yayıyorlardı.[48]
Metal Sanatı: Zamanımıza kadar gelmiş olan kil ve taştan dökmeci kalıpları, Bulgarlardaki bronz döküm işinin yüksek seviyesini göstermektedir. Böyle dökmeci kalıplar mamulün daha sonraki işlemlerini en aza indirgeyerek kaliteli dökmeler elde etmeyi sağlıyordu. Bu da ürünün fiyatını önemli ölçüde ucuzlatarak, başka bölgelere yaygın bir şekilde ihracatını düzenlemeye yardımcı oluyordu.[49] Dökme plakların dekorunda çoğu zaman kuyumculuk üretimine özgü çok emek gerektiren yöntemler: kazma, desen, çok küçük metal yuvarlaklarla şekillendirme-taklitleri yapılıyordu.
Seri imalatlarda Bulgar ustaları matrisin yardımıyla, basma, oyma, darbetme, presleme teknikleri geniş şekilde kullanılıyordu. Bulgarlar anıtlarında bulunan çok sayıda kaplama ve küçük metal plaklar, Bulgar kuyumcularının kullandıkları matrisler-pres kalıplarının çok büyük çeşitliliğini göstermektedir. Bunların en eskileri, A. P. Simirnov’un düşüncesine göre X-XI. yy.’a aittir.[50]
Bronz matrisler ve pres kalıplar, yuvarlak veya kare, ender olarak çok köşeli veya badem şeklinde olan ağır dökme levhalardan oluşuyordu. Bunların çoğunun yüz kısmı bitki nakışlarıyla süslenmiştir: Kenarlarında çiçekli desenleriyle bulunan taç yaprağı çiçekli gülçe, diyagonal şeklinde merkezinden köşelere doğru dağılmış üç yapraklı bitkiler, kenarlarında bulunan kabarık noktalarla uyum içerisinde bulunan, damla motifleri. Üzerinde gülçe bulunan stilize edilmiş desen kompozisyonlu kare şeklinde olan matrisin kenarları, karmaşık resmin çerçevesini tekrarlayacak biçimde işlenmişti.
Bunların yanında değişik kompozisyonlar da görmekteyiz: Dikdörtgenimsi matris, üç dişli köşe ve bitkisel nakış ile üç veya beş yapraklı çiçek motifi[51] olup geniş bir şekilde Doğu Avrupa’da yaygın olup,[52] İran ve Orta Asya prototipine sahipti.[53] İran paralelleri bulunan diğer matrislerde kartal ve aslan gibi hayvan tasvirleriydi.[54] Diğer mamuller arasında hayvan, kuş ve balıkların çevresinde bulunan atlı adam tasvirli matris ayrılıyor. İran (Sasani) sanatının etkisi altında olan bu kompozisyon Üst Kama ve Batı Sibirya’nın Fin-Ugor kavimleri, arasında yaygındı[55]. Açıkça görülüyor ki, bunun gibi matrislerin üretim ve yayılma merkezi Bulgar şehirleri olmuş ve oradan da komşularına yayılmıştır.
Bulgarlardaki metal sanatına ait bir diğer eşya da günlük eşyalardan aynayı ve kilittir. Bronz ve gümüş dökme aynalar daha çok geometrik motiflerle işenmiştir.[56] X-XI11. yy.’lar Doğu Avrupa’da da buna benzer aynalar yaygındı.[57] Bronz kilitlerin bir kısmı stilize edilmiş hayvan, (at, köpek, kaplan, koyun vb.) figürleri şeklinde yapılmıştır.
Hayvanların figürleri statik ve dekoratif görünmektedir. Yüzeyi çoğu zaman daire şekilli desenle kaplanmış bu tür kilitler bilindiği gibi, İslam âleminde çok yaygındı (Kuzey Afrika’dan Harezm’e kadar). Bu da Bulgar Devleti’nin birçok devletle geniş ilişkiler içinde olduğunun önemli bir göstergesidir. Kilitlerin bazıları getirilmiş, bazıları ise yerli ustalar tarafından yapılmıştı.
Yakın Doğu’dan getirilen eşyalar arasında silindir biçiminde bronz bir kilitde vardır. Bu kilitin üzerinde Arapça, “Ebu Bekir’in oğlu Ahmet’in işidir. Ebedi şan ve huzur dolu başarı ile herşeyi kapsayan mutluluk sahibinin olsun, 1146/1147”şeklinde yazı bulunmaktadır.[58]
Diğer kilitlerden farklı olarak Bulgar yerleşim yerlerinin birinde Maklaşeevka köyünün yakınlarında (Tataristan Cumhuriyeti, Bolgar civarı, Spas ilçesi) bulunan kilidin ayrı bir yeri vardır. Kilit stilize edilmiş boynuzlu pars figürü şeklindedir, iki yarım parçadan birleştirilmiş olup daire şeklindeki nakış izlerini taşımaktadır. Hayvanın geniş ağızlı yuvarlak kafası dah ifadelidir, alnı kısa boynuzla taçlanmış, onun arkasındaki üçgen şekilli çıkıntı, dik durmuş hayvan kulakları parsın sırtında sol kolunda bebek taşıyan bronz kadın heykelciği bulunmaktadır. Bu kadının sağ eli ile sağ bacağının bir kısmı yoktur. Sağ göz çukuru da bilerek delinmiştir. Böylece çirkin gözükmektedir. Bir süre sonra aynı yerde benzeri diğer bir heykelcik de bulundu, ama bu kilidin üzerinde pars sırtında erkek heykelciği bulunmaktadır. Heykelciğin her ikisi oldukça dikkat çekici, nadir buluşlardır. Bu heykelciklerin anlamını açıklamada Prof. Dr. A. H. Halikov’un düşünceleri daha ağır basmaktadır. Ona göre bu heykelcikler Türk türeyiş efsanesini açıklayarak sakatlanmış olan kahramanları ve ataları simgeliyordu.[59] Bu heykelciklerin belirli bir anlam taşıdığını kabul ederek şunu belirmemiz gerekir: Doğu Ön Asya veya Yakın Doğu tipinde olan bu kilitler ve bu kilitlerin bulunuş yeri ve zamanı Müslüman Bulgar Devleti’ne ait olduğunu göstermektedir. Bu da onları Türk mitinin açıklaması olarak görmemizi sağlamaktadır. Belli ki bu kilitler Bulgar kültürü için gayet karakteristik olan bir fenomeni, farklı üslup ve şekillerin geleneksel sanat imgeleri ve yeni motifli eşyaların iç içe geçen bir birleşimini yansıtmaktadır.
Bulgarlarda soylu askerler silahlanma ve donatım takımı özel bir karaktere sahip olmuştur. Bu kompleks içerisinde mızrak, kılıç, kalkan, yay ve oklar yüz bölgesini koruma amaçlı maske ile miğfer şekilli zırh, at koşumu, gümüş veya bronz tokalı savaş kemeri yer alıyordu.
Kemer takımı Orta Çağ Dönemi’nde asker giyim kuşamının ayrılmaz bir parçası olarak kalmayıp aynı zamanda da soyluluk göstergesi sayılıyordu. Daha Erken Bulgar zamanında (VIII-X. yy.) gelişmiş kemer takımları ile karşılaşıyoruz. Türk Kağanlığı’nın etki alanında bulunan başka milletlerde de bunun benzerlerini görmek mümkündür.[60] Görünüşe göre Bulgar kemer tokalarının dekorunda olan birçok motif (palmetka: hurma ağacı yapraklarına benzeyen nakış, lotus, filiz, üç yapraklı yonca) oradan gelmektedir; kare, yuvarlak kalp şekilli kemer tokaları yeterli derecede tek standarta uydurulmuştur. X-XI. yy.’lar Bulgarların kemer takımlarında geleneksel süsleme tiplerini yanı sıra birçok yeni oluşum da ortaya çıkmıştır. Kemer tokalarının tipleri ve çeşitleri çoğalarak bitki ve hayvan desenli yeni motifler ortaya çıkar. Aynı zamanda X. yy.’ın sonlarında doğru Bulgar Devleti’nde Merkezi Asya prototipleri bulunan bütün bir mamul takımı ortaya çıkmıştır. Bunlar kısa bir süre içerisinde benimsenerek XI-XIII. yy.’lar özgün adaptasyon örnekleri verilir.[61] XII-XI11. yy.’da Bulgarlarda göze görülür şekilde kemer çeşitleri hem sayı, hem de çeşit olarak azalmaya başlar. Başka bölgelerde, Rus Devleti’nde ve Deşt-i Kıpçak’ta da görülen bu olay, herhalde toplumun sosyal sınıflandırılmasının güçlenmesi, askeri hizmet soyluları tabakasının hiyerarşisi ve pekiştirilmesiyle açıklanabilir. Bu tabaka insanları için kemer diğer askeri kültür simgelerinin yanı sıra sosyal rütbe belirleyicisi rolünü oynuyordu. Bulgar şairi Kul Gali’nin “Kıssa-i Yusuf” (Yusuf Hakkında Hikaye 1232) mesnevisinin isimi bunu kanıtlamaktadır. Eserde hükümdarın adamlarından birine saygısını belirtmek için ona at, cüppe, altın kemer hediye ettiği anlatılmaktadır.[62]
X-XIII. yy. kemer takımları, bir bütün olarak kemer iğnelerinin ve tokaların halkaların yeni tiplerinin ortaya çıkmasıyla ayrılır.[63] Bunlar şekilce daha çok çeşitlenmeye (yuvarlak, damla şekilli, beşgen ve altıgen şekilli) başlar. Levha üzerindeki minyatür nakışlı kompozisyon (kemerin iğnesi)[64] Bulgar zanaatkarlarının sanatsal ustalığının olgunluğunu kanıtlamaktadır. Genel olarak fon yüzeyinden kabarık bir şekilde öne nakış üç kısımlı bölgüyü ortaya çıkaran ve şekle ciddi bir biçimde bağlılığı belirten kompozisyon içinde düzenlemiştir.
Nakışların niteliği de değişir, bilinen geometrik, bitki motiflerinin yanı sıra koşan kurt, iki kuş, köpek vs. gibi hayvan tasvirleri de ortaya çıkar. Bunlardan bir kısmı Orta Çağ Dönemi’nde Avrupa, Yakın ve Orta Doğu’nun diğer halklarında olduğu gibi hiç kuşkusuz arma ve aile nişanı rolü oynamıştır.[65] Çok köşeli şekle sahip altın kaplamalı döküm kemer plakasında çift ördek tasviri yer almış, simetrik ekseni yukarı kısımdaki damla şekilli çıkıntıyla belirtilmiştir. Kompozisyonlardan birçoğu şekillerinin sadeliği ve özlüğüyle ayrılmaktadır.
Şartlı bir şekilde “mühür” olarak adlandırılan mamuller grubu gayet karakteristiktir. Her iki yuvarlak yüzeyinde rölyefli hayvan tasvirleri bulunan bu mühürler yüksek olmayan silindir şeklinde olmuştur. Mühürler iki parçadan oluşmaktaydı, silindirin merkez ekseninin temelleri arasından geçen bir mille birleştirilirdi. Mührün düzgün yan yüzeyinde iki parçayı birleştiren çizgi boyunca bağ için küçük bir delik açılırdı.[66] Bağlama yöntemine bakıldığında bunların sahiplik mühürleri olduğu düşünülür. Üzerlerinde aslan ve kuş tasvirleri bulunuyordu. Bunların arasında biri daha ilgi çekicidir. Mührün bir tarafında aslan, diğer tarafında bir kuş resmi bulunmaktadır. Aslan figürü profilden verilmiştir, kafası öne dönüktür. Sağ ayağı havada, kuyruğu ayaklarının arasından geçerek kafasının üzerine ulaşılarak bir bitki deseniyle tamamlanıyor. Küçük gözleri ve açık ağzı bulunan yüz kısmı net olarak verilmiş, yelesi ve tüyleri küçük rölyef ve çizgilerle belirtilmiştir.
Mührün diğer tarafındaki kuşlar profilden, arkaları birbirine dönük, kafaları arkaya doğru çevrilmiş şekilde tasvir edilmiştir. Tüyleri ince çizgilerle verilmiş yukarı kalkmış kanatları ve kuyruklarının birleşmesi sepeti andırmaktadır. Aslan ve kuş tasvirli yüzeylerin kenarı boyunca palmetka (hurma ağacı yapraklarına benzeyen nakış) yerleştirilmiştir. Bütün resim açık bir şekilde arma niteliğindedir.
İnkişaf dönemi Bulgar ikonografi sanatında görülür bir şekilde Türk dünyasının mirası mevcuttur. Güneydoğu Asya sanat tasvirlerinin canlı bir şekilde koruyan Türk-Çin takvim motifleri metal ve kemik tasvirlerinde de izlenebilir. Bu olaya özellikle yakın paraleller diğer bir Müslüman Türk Devleti-Küçük Asya’daki Konya Selçuklu Sultanlığı sanatında da bulunmaktadır. Selçuklu Devleti’nin sanat mirası adı geçen motiflerin anıtsal mimari dekorunda ağaç ve metal üzerinde oymalarda farklı bir kavrama deneyimiyle zengindir. Burada şehrin kale duvarlarında yırtıcı hayvan (aslan, çoğu zaman kuyruğunun ucunda ejderha kafası bulunan pars) ve kuş tasvirleri kale duvarlarında “as-sultani” yazısıyla birlikte hükümdar hami[67] imgesiyle bağlı olarak, anıtsal yapıların ana kapıları üzerinde[68] ise aile nişanı mahiyetinde bulunmaktadır. İkonografideki kedigiller ailesinden olan yırtıcı hayvanlar (pars, Barac – kanatlı ejder- ve Bulgarlarda “kurt”, Türk edebiyatında “aslan”) Bulgar Devleti ve Anadolu sanatı içinde hemen hemen aynıdır. Yürüyen pars, sağ ön ayağı havada, kuyruğu yukarıya doğru dönük ve bükülmüş şekilde (bütün bilinen resimler böyledir) öne bakıyor veya kafası geriye dönüktür (Türkiye’de Çay Han Kervansarayı’nın ana kapısındaki kabarık madalyonda olduğu gibi). Yırtıcı hayvanın figürü yuvarlak dairede (Anadolu’daki adı geçen taş rölyef; Bilyar’daki bronz mühür) veya kareye yakın dikdörtgen olarak (Konya şehir duvarındaki taş rölyef) çiziliyor.
Bronz Kap Kacak: Bakır ve bronz kap kacak Bulgar Devleti’nde sanatın yüksek düzeyde ki gelişmesinin açık bir göstergesi olarak Bulgar ustalarının özgün mamul grubudur. Ustaların temel ürünlerini, kazanlar, testiler, taslar, kepçeler, lambalar ve yaşam eşyaları teşkil etmektedir.[69] Bakır zanaatı X. yy.’ın yarısından itibaren, Doğu (Arap-İslam aleminin Sasanilerin) tekniği ve şekillerinin etkisi altında gelişmeye başlamıştır. Bulgarlarda bakırcılık geleneği, bakır levhadan yapılmış küçük hacimli kazanlarla başlamaktadır. X-XI. yy.’ların sonlarında ise, artık İslam ülkelerindeki, özellikle kırma, oyma, boyama gibi yeni bakırcılık yöntemleri benimsenir. Bulgar şehirlerinde kap kacak atölyeleri ortaya çıkar. Bakır ve bronzdan yapılmış çeşitli günlük hayatta kullanılan (tencereler, bardaklar, süs eşyaları vb.) ve özel nitelikli (gümüş veya altın kaplamalı kap kacak vb.) mamulleri belirli bir kısmı buralardan Üst Kama ve Batı Sibirya’ya da yayılmıştır.[70] Bu ürünlerin nakış ve dekorlarının motifleri oldukça çeşitlidir. Bunların arasında açık bir şekilde Doğu töresine ait (süvari, arkasına dönerek yayını germiş süvari okçu, arabesk nakış vb.) motiflere de, geleneksel Fin-Ugor (yırtıcı hayvanlar tarafından ısırılmış geyik, yırtıcı hayvanların ve kuşların gösteri yürüyüşü, yırtıcı hayvanlarla kuşatılmış insan vb.) tasvirlerinin stilize edilişine de rastlamak mümkündür.[71] Bulgar Devleti’nde özellikle merasimlerde ve süs olarak kullanılan gümüş çanak çömleklerin önemli kısmının, “Macarların Doğu Avrupa’da bulunduğu zaman kap kacağı” diye nitelendirilen özel günler için yapılmış gümüş kap kacağın önemli bir kısmının özellikle Bulgar Devleti’nde yapıldığı da muhtemeldir.[72] XI. yy.’da ise Bulgar ustaları, hem kendi kullanımları, hem de Üst Kama, Ural civarı ve Batı Sibir bölgelerine satmak amacıyla çeşitli mamulleri hazırlarken artık önemli derecede bir uzmanlığa, teknik mükemmelliğe ulaşmışlardır.
Kemik Oyma: sanatı da eski geleneksel sanatlardan biri sayılır. Bulgar zanaat ustalarının kullandıkları malzemelerin arasında, evcil hayvanların kemiklerinin yanı sıra, ren geyiği ile musun boynuzları da bulunmaktadır. Orta Çağlardaki yazarların bilgilerinden, Bulgarların avcılıkla uğraştığını, morjların ve mamontların kemiklerini işlediklerini de öğrenmekteyiz. Birçok kere Bulgar Devleti’nde bulunan el-Garnati, “Yer altında ise fillerin kar gibi bembeyaz kurşun kadar ağır dişleri bulunmaktadır. Bunların hangi hayvandan kırılmış olduğu bilinmiyor. Bunları Harezm ile Horasan’a getiriyorlar.
Onlardan fil taraklar, cevahir kutuları vb. eşyalar yapılmaktadır, ancak bunlar fil kemiğinden yapılan eşyalardan daha sağlamdırlar, kırılmıyorlar” şeklinde bizi, bu konuda bilgilendirmektedir.[73]
Bilyar kemik oyma atölyelerine ait ürünlerin bulunması (düğmeler, kap sapları, ok uçları, tokalar, taraklar, fişler, satranç figürleri vb.), onların bulundukları iç şehrin iki mahallesinde lokalize etmeyi sağladı.[74] Yırtıcı kuş gagasına benzeyen çit sapları kendine özgü şekilleriyle ayırt edilirler. Bir de kemikli ve pratikte aynı olan bronz eşyalar da bulunmuştur.[75] Görünüşe göre, bunlar seri üretilen eşyalardır, bunlardan birisinin kenarı basit daire şeklinde bezeklerle kaplıdır.[76]
Okçunun sol bileğini korumak için kemikten yapılan astar özel sanatsal özellikleriyle dikkat çekmektedir. (Millî Müze PT). O oval bir şekle sahip olup profili boyunca eğiktir. Kemerleri bağlamak için yapılan dört çift delikten ve kenarlara kesilmiş fon üzerinde sarmaşık filiz motifli bordür sıkıştırılmıştır. Astarın tüm üst kısmını, iki tarafında boyunlarını yukarı doğru uzatan ve pençelerinde geyik yavrusunun başını tutan yırtıcı kuşların bulunduğu üç gövdeli ağaçta oturan puhu kuşu şeklindeki oldukça karmaşık bir kompozisyon teşkil etmektedir.
Kompozisyon oldukça hedeflenecek, açık bir şekilde ifade edilmiştir ve şövalye kültürü ile putperestlik motiflerini birleştiren Bulgar erlerinin askerî gösteriş komplekslerine ve ritüellerine uymaktadır.
Askeri yaşamın diğer eşyaları da aynı şekilde sitilleşmiştir. Örneğin, eyer kaşını süsleyen eğik levha şeklindeki kemik parçası at başları ile süslüdür. İnce uzatılmış levhanın yüzeyi hafifçe oymalı işlemelerle kaplıdır. İki kırık çizgi, yüzeyi, romb şeklindeki üç bölgeye ayırmaktadır. Bu bölgeler, diğer Bulgar eşyalarından tanıdığımız filiz (Bizans söğüdü) motifiyle süslenmiştir. Merkezinde, nokta olan daire şeklindeki Bulgar kemik oymalarına özgü motif ve kompozisyonun düğüm noktalarının ritmik vurguları belirtilerek yerleştirilmiştir.[77]
Kuyumculuk Zanaatı: Bulgar kostümüne özgü detayların içinde kadınların, boncuk, gümüş şakak askılar, küpe, bilezik ve yüzük gibi süs eşyalarına dikkat çekmek gerekir. Bunlar çeşitli kıymetli demir ve alaşımlardan (altın, gümüş, farklı bronz çeşitleri) çeşitli zanaat tekniği ve yöntemlerinin kullanılmasıyla yapılıyordu.
En anlamlısı, gümüşten (ender olarak altından) yapılan şakak askılarıdır.[78] Belli ki, bunlar kadın şapkasına veya baş bağına yapıştırılarak çift şekilde taşınmaktaydı. Genellikle askılar (çapı 5 cm kadar), üzerine sağlam çekirdekten kemerle ayrılmış iki parçadan oluşan bir veya üç palamut şekilli içi boş boncuk tanelerinin geçirildiği büyükçe bir yüzüğe benzemekteydi. Aynı zamanda, askıların alt boncuğa tutturulan şekli itibarıyla birbirine benzeyen sıra halinde üç parçanın eklendiği örneklerine de rastlanmaktadır. Bunların hepsi ince varak gümüşten, altın veya bronz alaşımlarından yapılmakta; yüzeyleri ise bazen lehimlenmiş küçük zerreler şeklindeki piramitçiklerle süslenmekteydi.
Bulgar ustalarının en ünlü eserleri, ortasında filigrandan yapılmış stilize edilmiş kuş figürü (ördek ya da kaz?) bulunduran şakak askılarıdır. Kuş yarı açık gagasında, küçük boncuk tanesi tutmaktadır (bazen bu boncuk tanesi gagada bulunan yüzüktedir). Alt boncuğa, aynı şekilde küçük parçacıklardan oluşan piramitçiklerle süslenmiş, üç palamut şekilli zincirli askılar takılmıştır. Benzeri süslemelerin anlamını açıklayan birkaç hipotez bulunmaktadır: Kozmogonik (ördek, yer kürenin yaratıcısıdır), ütiliter (Ördek aile mutluluğunun, hayrın sembolüdür) vb. Herhalde, bunlar soylu hanımefendiler tarafından yaygın olarak kullanılan modern ziynetlerdendi ve iyiliğin sembolize etmekteydiler.
Kızlara ait ziynetler arasında, saç bağları adını verdiğimiz saç ziynetlerinin rolü önemlidir. Bunlar oldukça çeşitli olup, bronzdan veya bakır paralardan yapılıyordu. Benzeri ziynetleri, uçları ördek pençeleriyle stilize edilmiş (5-7) zincirle donatılmış düz dökülmüş salkım askılardır. Bu askı, şapkaya ip veya zincir aracılığıyla saç örgüsünü ikmal edecek şekilde takılıyordu. Bunlar özel kız ziynetleridir. Çünkü evlenmiş kadınlar saçlarını örtüyor ve farklı ziynetler takıyordu. Farklı yanlara çevrilmiş iki at şeklindeki saç bağları da oldukça orijinaldir. Bu tür süs şekli o dönemde fazlaca yaygın olup, tipolojik ve stilistik bakımdan oldukça değişik bir eşya olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel olarak bunun gibi zoomorfik (hayvan şekilli) süslemeler VIII-IX. yy.’da Volga Ural bölgesi Doğu Fin ve Ugor halklarının kadın kıyafetlerinin Daha’daki süs parçalarını teşkil etmekteydi.[79] Ancak X. yy.’da bunların üretimi Bulgar şehirlerinde (Rusya’da da olduğu gibi[80]) oldukça iyice benimsenmiştir. Bu ziynetler Bulgar Devleti’nden, toplu olarak Orta İdil ve Üst Kama sakinlerine ulaşıyordu.
Bulgar Devleti’nde el ziynetlerinden, düz çizgi, levha ve örgü şekillerindeki bilezikler oldukça yaygındı. Bunlardan en çok tercih edilenleri levha şeklindeki bileziklerdi çünkü, bunların yapımı kolay ve üzerlerine oyma işlemelerinin yapılması için oldukça uygundu. Bu bileziklerin yanında basit lakonik rölyefli işlemeli bileziklere rastlandığı gibi, “Bizans Söğüdü” motifinin değişik şekilleriyle, bitki nakışları ve dairelerle süslenmiş olanlarına da rastlanmaktadır. Aynı zamanda Kur’an surelerinden alınan Arapça yazılarla ve arabeskle süslenmiş olan bileziklere de rastlanır. Yapıldıkları maddelere bakıldığında gümüş ve gümüş alaşımdan yapılmış 4-6 telden oluşan burgulu Bulgar bilezikleri en pahalısı olduğu görülmektedir. Onların örgüleri, eski Rus bilezikleri ve boyun takılarından farklı olarak daha gevşek ve hacimlidir. Tellerin uçları kangallaşır, daha sonra da düz bir şekilde çözülür. Buna benzer bir örgü tipi büyük boyun takılarında da kullanılmıştır, bu özellikle Bulgar kuyumcularına özgü bir örgü şeklidir.
Seramik: Bulgarların yaşam tarzını komşularınkinden ayıran temel unsur balçıktan yapılmış, kırmızı-kahverengi tonlardaki çanak-çömleklerdir. Bunların içine çorba tasları ve maşrapalardan tutun da testilere, küplere ve 1.5 metrellik su ve yemek saklama amforalarına kadar çok çeşitli seramik ürünleri dahil edilmektedir. Bu dönemde İdil Bulgar Devleti’nde seramik üretiminin üç şekli vardır: Birincisi sanatkarların sipariş üzerine veya pazara sürmek için ürettikleri, ikincisi ev şartlarına uygun şekilde üretilen kap kacağın runik yazı işaretlerinin kullanıldığı damga tipindeki işaretlerle damgalanması.[81] Üçüncüsü ağaç matrislerinin veya seramik eşyanın dibine altı damgalı ağaç dairesinin[82] konulması şeklindeki damgalama yöntemidir. Bunlar Moğol Dönemi’ne kadarki Bulgar seramiğine özgü bir olaydır.[83]
Temelini yerel killerin oluşturduğu seramik kütleleri birkaç gruba ayrılır.[84] Bulgar çömlekçileri çömlek yapımında çok farklı şekillerde ve kendilerine özgü bir yöntem kullanmışlardır. Kil kütlesinden yapılan sicimleri spiral şekilde yerleştirip daha sonra çömlekçi dairesinde uzatmışlardır. Bu çömleklerin bundan sonraki yüzey işlemleri ise şu şekildedir, kil sık sık çömlekçi dairesinde döndürülüp, kumaş deri parçası, ağaç, bıçak veya elle düzeltilerek bol bol cilalanır. İlginçtir ki testiler spiral sicim yapıştırma tekniği ile daha basit şekilli kap kacaklar, fincanlar, kâseler, saksılar ise parça parça spiralimsi yapıştırma tekniği ile yapılıyordu. Mutfak kap kacaklarının büyük kısmı bezelidir. Dalgalı-çizgili, zikzak görünümlü bezeler, pürüzler, tarak izleri, kertikler bir de aralıksız dikey veya yatay cilalarla farklı birleşimlerde karşımıza çıkar.[85]
Moğol öncesi Bulgarların çömlekçilik alanında kullandığı, teknik yöntemler (çömlekçi ocağının çeşitli tiplerinin kullanımı da buna dahildir) ve çeşitli aletler (bıçaklar, kürekler, cila fırçası vb.) Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kazakistan’daki bu zanaat alanının gelişmesiyle yakından bağlantılıdır. Doğu bölgeleriyle olan sıkı ilişkiler, çeşitli sırların düşük sıcaklıkta çabuk pişme teknolojisi ve yöntemine Orta Asya teknolojisinin eklenmesinden ortaya çıkmıştır.[86]
Bilyar şehir kalıntılarının araştırmalarıyla bilinen Sırlı seramik üretimi, Bulgarlar tarafından X. yy.’ın ikinci yarısında benimsenmiştir.[87] Testiler, kaplar, çanaklar, lambalar, genellikle koyu yeşil rengiyle, temelde sırsız çömlekçilik seramiğine özgü biçimi muhafaza etmekteydiler. Bulgarlar özel durumlar için düşünülmüş bu kapları yazılarla süslememişlerdir; rölyefli nakış, sırla kaplanmamış olan henüz kurumamış kil yüzeye yapılmıştır, bu da yöntem olarak mamullerin dekoruna yakındır. Nakışlar, sivri ve keskin nesneyle, ince bir şekilde testinin gövdesine oyularak çizilmiş veya özel bir aletle basılarak kil gövdede hafif kesiklerle sade figürler oluşturmuştur. Bulgar kaplarının, rölyefli yapılışı, onların yüksek boğazlar ve figürlü kulplarına yapıştırılmış kil tellerden olan kabartma silindirlerle arttırıyorlardı ve eşyalardan bazıları oymalı çukurlara sahipti. Kural olarak, gövdenin orta ve boğaz kısmındaki dekorlar, ritmik olarak sıralanan unsurlarla süslenmiş farklı endeki çizgilerden oluşmaktadır; bu çizgileri de mus, koç, ayı gibi hayvan kafalarını stilize eden figürlü kollar tamamlamaktadır.
Belirtmek gerekir ki, Moğol öncesi Bulgar seramik sanatı, üretim teknolojisinde olduğu gibi şekil ve dekoratif repertuvarında da tam bir arkaik karaktere sahiptir. Yerel seramik üretimi seri bir şekilde olmasına karşın, iktidar başındaki zümrelerin kullandıkları seramik her halde ithaldi. Arkeolojik malzemelerin arasında Maveraünnehir’den, Ön ve Yakın Doğu’dan getirilmiş polikromik kap kacak da yaygın olarak bulunmaktadır.[88] İslam âleminin diğer bölgelerinden getirilen seramik kap kacak İdil Bulgarlarının seramik üretimini doğrudan etkilememiştir. Teknolojinin gelişimindeki farklı seviye de buna imkan tanımamıştır. Ancak bunlar, özellikle müteakip dönemlerde diğer zanaat alanlarındaki çeşitli motif ve şekiller için birer kaynak olmuştur. Orta Asya’da XI. yy. abideleriyle ilgili parlak bir gelişme kaydetmemiz mimari seramiğe, daha ziyade oymalı pişmiş kile gelince, Bulgarların inşaat kültürü özellikleri aynı zamanda, iklim şartları onun (binaların dış dekorasyonunda) kullanılmasına izin vermemiştir.
Ateşe dayanıklı kilden yapılmış konik yüzeyli kaplar da İslam dünyasındaki Orta Çağ şehirlerinin arkeolojik araştırmaları sırasında bulunmuş orijinal eşyalardandır R. M. Dcanpoladyan’ın farklı şekilde belirttiğine göre, bu tür kaplar, geniş bir alanda “Mısır, Ön ve Küçük Asya, İran, Orta Asya Kafkas ve Kuzey Kafkas’ta, Kırım ve İdil boylarında”[89] görülmektedir. Konik yüzeyli kaplara Bulgar şehirlerinden bulunan kalıntılar arasında da oldukça sık rastlamaktadır; özellikle Bilyar’da çok bulunmuştur.[90] Bunların nerede niçin kullanıldığı konusu ise tartışmalıdır. İspatı en güçlü olan görüş, bunların sıvı metallerin (civa) taşınması ve muhafaza edilmesi için zanaat alanında kullanıldığıdır. Bilyar’daki metalürji atölye bölgesinde, kırık ve bütün olarak 500 konik görünümlü eşyanın bulunmuş olması da tesadüf değildir.[91] Bunların birçoğunda, bazı işaretler (Kiril alfabesindeki sol tarafından kuyruklu «W» harfine benzer işaret ve yatay şekildeki «G» harfine benzer gamalı haç şeklindeki işaret) bulunmuştur.[92] Bunlardan bir kısmı («W» harfine benzer olanı) A. H. Halikov tarafından «Blgar»/«Bolgar» şeklinde okunmuştur. Bu gibi kapların Bulgar şehirlerinde yapılmış olması ve bulunması, burada gelişmiş zanaat olduğunun yanı sıra Doğu ülkeleriyle sürekli ve oldukça hareketli ticari bağlantılar bulunduğuna da işaret etmektedir.
Böylece, Bulgar Devleti’nde Orta Çağ toplumunun, şehir kültürünün meydana gelmesi ve gelişmesi, İslâm sanatının orijinal bir alanının oluşumuna neden olmuştur. Bulgar sanatı, eşya tiplerinin çok çeşitliliğinin yanı sıra, nakışların stilistik ve form bakımından da oldukça zengin olduğunu kanıtlamaktadır. Farklı teknik ve dekor yöntemlerini iyi bir şekilde bilen Bulgar ustalarının ürünlerinde, basit çizgili ve daire şekilli nakışlardan çiçekli bitkisel ve hayvan motiflerine kadar değişik dekor şekilleri yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Bununla birlikte tüm bu motifler, sadece mitolojik tasvirler veya mitlerin açıklaması olmamış, nakış repertuvarının bir kısmını teşkil etmiş, arma sembolleri rolünü de oynamıştır. X.-XI 11. yy.’lardaki Bulgar sanat ve kültür tarihinin araştırmaları gösteriyor ki, bu dönemde, İslam’ın «putperestleşmesi» değil, aksine Bulgar geleneklerinin ve kültürünün «İslamlaştırılma»sı ve Orta çağ kültürünün oluşturulması süreci gerçekleşmiştir.
X-XIII. yy.’ın ilk yarısında İdil Bulgar Devleti’ndeki karmaşık toplumun sanatı, artık X. yy.’ın sonlarına doğru İslami bir toplumun manevi kültürünün bir parçası olarak görmemizi gerektiren çok katmanlı ve orijinal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kültürün özgünlüğü onun oluşum faktorünün temelinde yatmaktadır, bunlar Türk-Bulgar ve bu yöredeki diğer halkların sanat tecrübelerinin miras olarak alınması, yeniden işlenmesi ve İslam kültürünün, en parlak döneminde bu kültür sistemine dahil olmasıdır. Fragmanlığı tarihi açıdan koşullu olan korunma anıtlarına bakılırsa onların tek bir sanat süreci oluşturduğu söylenebilir. Böylece, feodal İslam devleti ideolojisinin anlatıcısı olarak, izlerine birçok Bulgar şehir kalıntılarında rastlayabileceğimiz anıtsal bir mimarî ortaya çıkmıştır. Bu mesleki sanat eserlerinde, Türk-Bulgar kültürü kaynaklarının yansımasını bulabileceğimiz gibi, bir yandan da Doğu Fin-Ugor kavimleriyle uzun süreli etkileşimini de görebilmekteyiz.
Kazan Devlet İnşaat ve Mimarlık Akademisi / Tataristan
Taharistan Bilimler Akademisi / Tataristan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 43-54