Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

I. ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye’nin Dış Politikası

0 14.601

Prof. Dr. Gothard JAESCHKE

I

1453’te Bizans düşünce, Rusya Moskova’yı üçüncü bir Roma yapma hayaline kapılmıştı.[1] XVIII. yüzyılda Rus dış politikasının en önemli hedefi “Hıristiyanların dinsizlerin elinden kurtarılması” ve “Ayasofya’ya haçın yeniden dikilmesi” idi. Yaptığı 11 savaştan sonra Rus ordusu nihayet 1878 yılında İstanbul kapılarına gelebildi. (San Stefano-Yeşilköy). İngiliz hükümeti Rusların Transkafkasya’da[2] ilerlemelerine değil, Boğazları ele geçirmelerine karşı idi. (1856 Paris ve 1878 Berlin Kongreleri).

1876 Anayasası’nın 23 Temmuz 1908’de tekrar yürürlüğe girmesi “Hürriyetperver Kuvvetler”de büyük hayranlık uyandırmıştı. Fakat 1912 Balkan Savaşı’nda Fransız ve İngiliz basını Türk mağlubiyetinden sevinçle bahsedince akılları başlarına geldi.[3] 21 Şubat 1914’te St. Petersburg’da bir özel konferansta boğazların ele geçirilmesi hazırlıkları ayrıntılarıyla gözden geçirildi. Çar II. Nikola 5 Nisan’da protokolü onayladı.[4]

Altı büyük devletin elçilerinin 13 Şubat 1914’te Londra’da verdikleri karar gereğince Ege adaları Yunanistan’a verilince, genç Türk hükümeti Bulgaristan ile birlikte bir büyük devletin yardımı ile onları tekrar geri almak için çalıştı. Türklerin Rusya[5] ve Almanya’ya yaklaşma politikası bu sebebe dayanır. Her iki büyük devlet ayrı ayrı sebeplerle çekingen davranıyorlardı. Elçi Wangenheim 18 Temmuz 1914’te: “Türkler henüz ittifak yapmağa hazır değildirler” diyordu.[6] Veziriazam Sait Halim Paşa’nın iki resmî ittifak teklifi ve “sadece Rusya’ya karşı korunmak” endişelerine karşı Kayzer II. Wilhelm 22 ve 23 Temmuz tarihinde “Şimdi her tüfeği elde etmek gerekiyor” ve “Biz onları (Türkleri) hangi şartlar altında olursa olsun, reddedemeyiz”[7] dedi. Böylece 2 Ağustos 1914 tarihli çok gizli Alman-Türk ittifakına zemin hazırlanmış oldu.[8] 31 Temmuz tarihli Hattı-Hümayun da[9] “Veziriazam ve Hariciye nazırı Sait Halim Paşa, Rusya’nın muhtemel hücumuna karşı Alman Devleti ile müdafaa ittifakı yapmağa yetkili” olduğu yazılı idi. 27 Ağustos’ta onaylanan vesikaların teatisi yapıldı ve Kayzer, “Alman ordusuna Paris istikametinde ilerleme!” emrini verdi.

3 Ağustos’ta Osmanlı hükümeti genel seferberlik ve “halihazır harpte” tarafsız kalacağını ilân etti. Aynı gün Churchill, Sultan Osman I ve Reşadiye harp gemilerine el konulduğunu ve İngiliz halkından toplanacak yardım ile satın alınacağını ilân edince Türk halkı galeyana geldi.[10] Enver Paşa seferberliğin bitiminden evvel Türkiye’nin harbe girmesinin imkânsız olduğunu anlamıştı.

İtilâf Devletleri tarafsız kalmanın devamını arzu ediyorlardı. Paris ve Londra’da bunun hakkında gerçek nasıl düşündükleri, mülki tamamiyet ilânının harpten sonra boğazlar sorununu Rusların arzusuna göre halline engel olmayacağına dair Başvekil Doumergue’in Iswolski’ye 11 Ağustos’ta yaptığı beyanatı ispat etmektedir.[11] İtilâf Devletlerinin üç elçisi 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin katî tarafsızlığını” isteyen bir beyanda bulundular. Bu arada Enver Paşa Goeben ve Breslau’un Çanakkale’ye girişine izin verdi. Sözde satın alınmış gibi gösterilmesinden sonra 16 Ağustos’ta Cemal Paşa onları “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adı altında merasimle Türk donanmasına kattı.[12]

Alman Genel Kurmay’ı ve hükümeti 4 Ağustos’ta Türklerin hücuma geçmesi için tazyik ediyorlardı, zira o gün İngilizlerin kendilerine harp ilânını bekliyorlardı. Wangenheim ve Pallavicini isimli elçiler fazla acele bir hareketin faydasız ve tehlikeli olabileceğini ikaz ediyorlardı. Çanakkale Boğazı önünde bir hâdiseden sonra Enver Paşa 26 Eylül’de boğazın sadece mayınla kapatılmasını elde edebildi, ama harbin seyrinin ispat ettiği gibi bununla Rusya’ya karşı en büyük darbeyi indirmiş oldu, çünkü böylece silâh ve cephane nakline mani olunması 1917 Mart’ında askerî yıkılmanın en önemli sebebi olmuştu.[13] Donanmanın Karadeniz’de manevra yapması için gerekli müsaadeyi alma çabaları 11 Ekim’de kabinedeki harp taraftarlarının şu kararı ile sonuca bağlandı: Alman Hükümeti 2 Milyon TL. karşılığı altın verdiği takdirde Amiral Souchon’a Ruslara hücum etmek için salâhiyet verilecektir. 21 Ekim’de, yani çok kısa bir zamanda, istenilen altınlar gelince, kabine çoğunlukla meclis başkanı Halil’in Berlin’e gidip en müsait hücum zamanını kararlaştırmasını istedi.

Enver Paşa daha evvel davranarak 22’sinde, halen Genelkurmay Başkanı unvanını taşıyan Moltke’ye şunları bildirdi: “Donanma harp ilânı olmaksızın,[14] Rus donanmasına hücum edip Karadeniz’de deniz hâkimiyetini elde etmeli. Bu Amiral Souchon’un vereceği tarihte olmalı. Rusların harp ilânından sonra, Sultan Almanya-Avusturya ve Türkiye’nin düşmanlarına karşı harp kararını bildirecek”.[15] Aynı şekilde 22 tarihli bir emri Enver 24’ünde mühürlü bir zarfla Souchon’a verdi: “Türk Donanması Karadeniz’de deniz hâkimiyetini elde etmeli. Rus donanmasını arayınız, bulduğunuz yerde harp ilânı olmaksızın hücum ediniz, Enver”.

Çok vahim neticeler doğurabilecek bu mesuliyetli kararı belgelemek için Wangenheim Enver’in sarih bir yazılı emrini istedi. Souchon onu 24’ünde aldı: “Bütün donanma Karadeniz’de manevra yapıyor. Uygun fırsatı bulunca Rus donanmasına hücum ediniz ve düşmanlıklarını kazanmadan, bu sabah size şahsen verdiğim emri açınız, Sırbistan’da malzeme nakline mani olabilmek için kararlaştırdığımız gibi pazarlık yapınız, Enver”.[16] Souchon bütün Türk subay ve bahriyelilerin itaatlarından emin olmak istediği için Enver Paşa’dan 24’ünde bütün kumandanlara gizli emirler göndermesini istedi. 25’inde bunlar gönderildi: “Türk donanmasına Viz Amiral[17] tayin edilen Amiral Souchon’un Karadeniz’de bulunduğu müddetçe emirlerine harfiyen riayet etmenizi ve emirlerin yerine getirilmesi için gereken herşeyi tereddütsüz yapmanızı istiyorum, Cemal.”[18] 18 Kasım’da San Stefano’da (Küçük Çekmece) Rusların zafer abidesi tahrip edilirken Cemal Paşa durumu şöyle anlattı: “Donanma emr-i mahsus ile hareket etti. Alman General ve Amiraller devletin idaresinde ancak işleri tatbik etmekle görevlidirler.” Souchon 29 Ekim’de emirden uzaklaşıp limanları bombaladı, fakat, Rus donanması açık denizde savaşmaktan kaçınmak için kati emir almıştı.[19]

Lloyd George 10 Kasım’da[20] dostlarına sevinçle Türklerin harbe girdiklerini ve cezalarını çekeceklerini bildirdi. Britanya’nın mal ve can bakımından ne kadar büyük kayıplara uğrayacağını bilemiyordu: 25 Nisan 1915’te Gelibolu’ya gelişlerinde[21] ve beklenen, fakat ancak 4 yıl sonra gerçekleşen sonuç; “Yeni bir Türkiye’nin doğuşu ve bir anka kuşu gibi kül’den yükselişi”. Türkiye için de çok acı olan sonuçlara rağmen Mustafa Kemal 10 Ekim 1919’da tarafsızlığının devam edemeyeceğini haklı olarak ileri sürmüştü: “İstanbul’un stratejik durumu ve Rusya’nın itilâf devletlere katılışı, harbe seyirci kalmayı imkânsız kılmıştı. Ayrıca sefaretlerin açıklanan gizli anlaşmaları İstanbul’un Çarlık Rusya’sına söz verildiğini ispatlamaktadır. Bundan dolayı Türkiye’nin itilâf devletlerine karşı harbe girişi kaçınılamazdı”.[22]

II

İkinci Cihan Savaşı’nda Türkiye’nin durumu başka idi. Mussolini 18 Mart 1934’te “Asya ve Afrika”yı İtalya’nın tarihi konuları olarak adlandırdı ve böylece 28 Mart 1919’da Antalya çıkartmasını hatırlattı. 7 Nisan 1939 Arnavutluk işgal edilince o siyasetin tekrar edeceği endişesi doğdu. Bu ise 8 Temmuz’da Dış İşleri Bakanı Saraçoğlu’nun dediği gibi, İngiltere ve Fransa’nın 12 Mayıs ve 23 Haziran 1939’da yaptıkları yardım tekliflerinin kabulü ile “Türkiye’nin sulh cephesine yanaşmasına başlıca sebep olmuştu”.[23] Bunların Sovyetleri de kendi taraflarına çekme teşebbüsü 23 Ağustos’taki sürprizli Alman-Rus anlaşmasından sonra suya düştü. Moskova’da Saraçoğlu’nun yaptığı müzakerelerde Molotov birkaç kere boğazlar sorununu ortaya atmıştı.[24] İsmet İnönü’nün devlet adamlarına has ileri görüşü sayesinde 19 Ekim tarihli anlaşma metnine 2. protokol ilâve edildi: “Les engagements assumes par la Turquie ne pourront la cont-raidre â un acte ayant pour effet ou pour consequence de l’entraîner dans un conflit arme avec l’U.R.S. S.”[25] (Türkiye tarafından üstlenilen taahhütler, etkisi veya sonucu bakımından onu Rusya ile silâhlı bir anlaşmazlığa sürükleyecek bir fiile mecbur edemezler).

Daladier’in yaptırdığı ve bunlarla bağdaşmayan Bakû’ya uçak hücumunu “pour priver l’Allemagne de petrole et pour faciliter l’emancipation des populations musulmanes du Caucase” (Almanya’yı petrolden mahrum etmek ve Kafkasya Müslüman halkının özgürlüğüne kavuşmasını kolaylaştırmak için). Reynaud 28 Mart 1940’ta haklı olarak tenkit etti:

“Si l’opération ne devait pas étre décisive, il serait fou d’y avoir recours” (Şayet kesin bir sonuca götürmeyecek bir harekât olsaydı böyle bir yönteme başvurmak delilik olurdu). Massigli bu plânın Ankara nezdinde temsilini reddetti. Gariptir ki, aynı Reynaud 16 Mayıs’taki Alman hücumu sırasında, ısrarla Türk hükümetinin ittifak taahhütlerini yerine getirilmeye ikna edilmemesini istiyordu. 14 Haziran’da Saraçoğlu şu cevabı verdi:

“L’U.R.S.S. est encore dans l’autre camp et guette une imprudence de notre part” (Rusya henüz öteki cephededir ve tarafımızdan yapılacak bir ihtiyatsızlığı beklemektedir). İnönü bunu önceden sezerek şöyle tamamladı: “la non-belligérance permettrait un jour la réconciliation avec Moscou, plus que jamais nécessaire pour gagner la guerre”[26] (Savaşmama hali birgün Moskova’yla barışmaya olanak sağlayabilirdi, ki bu da savaşı kazanmak için her zamandan elzemdi).

Harbin 1 Eylül 1939’da başlamasından bu yana Alman-Sovyet ilişkileri gittikçe kötüleşiyordu. Bu ilişkileri düzeltme teşebbüsünde Molotov 13 Kasım 1940’ta “Boğazlarda Köprübaşı tutmak için bir mukavele”nin muvafakatini istiyordu. Hitler 31 Aralık’ta Mussolini’ye “İstanbul’u Rusya’ya vermek bizim menfaatimize aykırıdır” diye yazıyordu. Sefir Schulenburg 17 Ocak 1941’de şöyle demektedir: “Sovyet idaresi Bulgaristan ve Boğazları Sovyet Birliği için bir emniyet sahası olarak saymaktadır”.[27] Churchill 31 Ocak’ta İnönü’ye öncelikle Anadolu’da İngiliz hava üsleri kurmayı teklif etti: “If Greece should surrender, we will fight the air war from Turkish, bases by agreement with you”.[28] (Yunanistan Türkiye’nin etrafını sararsa, sizinle anlaşarak hava harbini Türk topraklarından idare ederiz). Diğer taraftan Hitler İnönü’ye yazdığı 28 Şubat tarihli mektupla, Türk hududunda silâhsız bir bölge teklifinde bulundu.[29] 6 Nisan 1941’de Yunanistan’a girildikten sonra Hitler 4 Mayıs nutkunda Türkiye’nin lehine şunları söyledi: “Yeni Türkiye’nin büyük dahi yaratıcısı yükselmenin ilk ve harika örneğini vermiştir” Ancak bu arada Hitler, Atatürk’te olan fakat kendisinde eksik olan ölçülü davranma sanatını unuttu. İnönü 15 Haziran tarihli yazısında Türk efkârı umumiyesinde çok iyi tesir bıraktığını söyleyerek teşekkür etti.[30] Bağdat’ta heveskârcasına yapılan inkılâptan sonra ve Suriye’de savaşa mücadeleye dair bazı cüretlilerin teklifleri az zamanda unutuldu. Böylece 18 Haziran’da Alman-Türk dostluk ve istişare anlaşması yapılabildi.[31] Eden bu olayı: “The agreement came as no surprise to us, though we should naturally have preferred that no such treaty had been concluded” (Bu anlaşma bizim için sürpriz değildi, ancak olmamasını tercih ederdik) diyerek olağan karşıladı.[32] Başbakan Refik Saydam 4 Temmuz tarihinde Hitler’e 4 Mayıs tarihli konuşması için teşekkür etti ve İngilizlere de “Centilmen bir millet olarak, müttefik bir devletin en büyük düşmanı ile yaptığı dostluk anlaşmasını anlayışla karşıladıklarını” bildirdi.

Dört gün sonra (22 Haziran) Hitler ordusunu Sovyet hududundan geçirdi ve bunun “zor fakat zaferle biten bir harp” olacağı kanısında idi. Mussolini’ye bunun hayatının en zor kararı olduğunu yazdı. Aslında Almanya’yı tarihinde en büyük uçuruma sürüklüyordu. 27 Mayıs’ta Eden’in tertip ettiği, Belgrat’taki hükûmet darbesi, bu seferi 4 hafta geciktirdi, bu da Moskova muharebesinin ve dolayısıyla bütün harbin kaybına sebep oldu.[33]

Türk halkı 1941 ve 1942’de Almanların yaptıkları bu yürüyüşü sevinçle takip ediyorlardı. Türk asıllı bölgelerin Hürriyet kazanıp kendi kendilerini idare etme ümidini Hitler bozdu, Bakû’yü kendisi için istedi[34] ve Kırım’a da Güney Tirol’den göç edenleri[35] yerleştirecekti. İlk başarıları eşya alış verişi imkânını verdi. Bakır ve krom karşılığı harp malzemesi (8.1.1940 tarihli Britanya anlaşması gereğince 8 Ocak 1943’ten beri). Türkiye, bunları her iki taraftan da alıyordu ve 3 Aralık 1941 tarihli Roosevelt’in emri ile de U.S.A.dan alıyordu.[36]

Bu suretle Türk dış politikası, yürümek için çok maharet isteyen bir keçi yoluna döndü. Kızıl ordunun başarılarından sonra Churchill ısrarla çok hoşlandığı plânını uygulamağa çalıştı, Türkiye’yi harbe sürüklemek, 18 Kasım 1942’de “British Chiefs of Staff” (İngiliz Kurmay Başkanı) “A supreme and prolonged effort must be made to bring Turkey into the war in the spring” (Türkiye’yi baharda harbe sokmak için çok gayret sarf etmek gerekecek) dedi. 28 Kasım’da Stalin de aynı arzuyu izhar etti. Casablanka’da Churchill Eden’e şöyle dedi: “I am sorry about Turkey. I think a golden opportunity may be lost” (Türkiye için üzülüyorum. Bir altın şans kaybolabilir). Ankara’ya bir askerî heyet yolladıktan sonra (Linnell-Baillen, sivil olarak) 2 Mart 1943’te süreyi sonbahara tehir etti. Bu heyet 3 Şubat 1944’te habersiz hareket etti. İngilizlerin silâh teslimleri, plânlanan istilâ (Overlord operasyonu) dolayısıyla 1 Mart’ta hazırdı. Bütün Balkan yarım adasının kızıl ordu tarafından işgalini isteyen Stalin de Kasım 1943 sonunda “Overlord must come first” (önce Overlord) dedi. Roosevelt ise “If he were the President of Turkey, he would refuse to fight until enormous amounts of equipment had been delivered to his forces” (Eğer o Türkiye Reisicumhuru olsaydı malzemenin büyük bir kısmı teslim edilmeden savaşa katılmazdı) diyordu.[37] İnönü bütün İngiliz tekliflerini nezaketle, fakat katiyetle reddediyordu, bu Alman hava hücumlarından korktuğu için değil,[38] “müttefik” bir Kızıl ordunun boğazları bir daha bırakmayacağından emin olduğu için idi. Saraçoğlu 3 Aralık 1943’te Adana’da “Russia might become imperialistic”. “Rusya emperiyalist oluyor” diyordu. Roosevelt de endişelenmeğe başlamıştı. Eden 13 Mart 1943’te Washington’da onunla ilk karşılaşınca hakkında şöyle dedi: “The big question which rightly dominated Roosevelt’s mind was whether it was possible to work with the Russians now and after the war” (Roosevelt’in zihnini kurcalayan büyük sorun Ruslarla şimdi ve harpten sonra birlikte çalışmanın mümkün olup olmadığı idi). Churchill Eden’e 6 Ağustos 1943’te diyor ki: The Russians have not forgotten that we offered them Constantinople”. (Ruslar onlara İstanbul’u teklif edişimizi unutmadılar”).[39]

Türkiye’nin Almanya’ya karşı tutumu Churchill ve Roosevelt’i şu üç merhaleye zorladı:

  1. 14 Nisan 1944 tarihli karar gereğince krom teslimatı durdurulacak (halbuki ayın 21’inde 218 vagon hududu geçmişti).[40]
  2. 11 Temmuz 1944 tarihli istek gereğince diplomatik ve iktisadî ilişkiler kesilecek (3 Ağustos’ta başladı). Stalin daha o zaman harp ilânını isteyince, Churchill ona şöyle yazmıştı: “I fear that Turkey will defend herself by asking for aircraft to protect her towns. She will demand once again all sorts of munitions which we cannot spare” (Korkarım Türkiye kendi kendini müdafaa edecek ve kendi şehirlerini müdafaa edebilmek için hava kuvvetleri isteyecek. Her çeşit cephane istiyecek, reddedemiyeceğiz). Stalin 15 Temmuz’da şöyle cevap verdi: “I see no benefit in half-measures on the part of Turkey for the Allies. It is better to leave Turkey in peace and to her own free will” (Türkiye hakkında yarım yamalak tedbirler almanın müttefikler için bir yararını görmüyorum. Türkiye’yi kendi halinde sulh içinde bırakmak daha iyidir) Hemen arkasından harpten sonra Türk isteklerini terk etmekle tehdit etti.
  3. 8 Şubat 1945 Kırım Konferansı kararı gereğince-1 Mart’a kadar Almanya ve Japonya’ya harp ilân edilecekti. Bu, milletler cemiyetine kabul edilme dolayısıyla sadece bir formalite olarak, 23 Şubat’ta meydana geldi).[41]

Molotof Türkiye’ye kötü bir sürpriz yaparak 1925 tarafsızlık anlaşmasının 19 Mart 1945’de bozulacağını tebliğ etti. Çünkü II. Cihan Savaşı’nın meydana getirdiği derin değişikliklere tekabül etmiyordu ve ciddî değişikliklere muhtaçtı. 7 Haziran’da Kars ve Ardahan’ın geri verilmesini sözlü olarak tekrarladı: 18 Temmuz’da Potsdam’da Stalin bunların “had been taken away from Russia at the end of the last war” (son savaşın sonunda Rusya’dan alındığını) ve ayrıca boğazların kontrolüne fiilen katılmak istediklerini belirtti. Tahran’da ise Stalin 1936 Montreux anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini teklif etti. Bu konudaki bir nota teatisi neticesiz kaldı.[42] 12 Mart 1947 tarihli Truman doktrininin “Türkiye’yi dış tazyiklere karşı kuvvetlendirmek” için sağladığı iktisadî destek, Sovyetlerin isteklerini azaltmağa sebep oldu. 5 Mart 1953’te Stalin’in ölümünden sonra isteklerini 30 Mayıs’ta geri aldılar.[43]

Türkiye’nin II. Cihan Savaşı’ndaki başarısı hakkında Eden şöyle demektedir: “The Turks proved able, with British and U.S. support, to withstand the Soviet demands” (Türkiye İngiliz ve U.S.A. yardımı sayesinde Sovyet isteklerine kuvvetle karşı koyabilmiştir).[44] Sefir M. Peterson İnönü’nün karakterini şöyle anlatmaktadır: “He has become the type of the gentle, conciliatory Elder Statesman, tenacious of purpose indeed as some would say to the point of obstinacy, but with the iron fist well covered by a double thickness of velvet glove”. (Nazik ve uzlaştırıcı büyük bir devlet adamı, maksadını elde etmek için hiçbir şeyden vazgeçmeyen hatta inatçı, fakat demir yumruğu çift katlı kadife eldivenle örtülü).[45]

Prof. Dr. Gothard JAESCHKE

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 798-802


Dipnotlar :
[1] H. Schaeder, Moskau-das Dritte Rom (Hamburg 1929); H. H. Sumner, Peter the Great and the Ottoman Empire (Oxford 1949), 27, 78; Salih Munir Pacha, La Politique Orientale de la Russie (Lausanne 1918), 6.
[2] Jaeschkc, Geschichte der russisch-türkischen Kaukasusgrenze: Archiv des Völkerrechts, IV (1953), 198 ff.
[3] Munir P., yukarıda adı geçen eser, 294: “En voulant trop servir la Russie, l’Entente s’aliéna la Turquie”; H. Bowen, British Contributions to Turkish Studies (London 1945), 47; “The Tsarist Government had abated none of its anti-Turkish aspirations. Hence the Turks were almost inevitably thrown into the camp of the Triple-Alliance”.
[4] F. Stieve, Iswolski und der Weltkrieg (Berlin 1924), 247.
[5] Çar Talat ve delegasyonunu Livadia’da 11 Mayıs’ta kabul etti. Sasonov bütün dostane teminatlarına rağmen Türkiye’nin varlığı ile ilgili hiçbir ittifaka yanaşmadı: Conrad v. Hoetzendorf, Aus meiner Dienstzeit, III (Wien 1922), 654; Die Grosse Politik der Europaeischen Kabinette, XXXVI (Berlin 1927), 795.
[6] Die Deutschen Dokumente zum Kriegsausbruch (Berlin 1919, Neuausgabe 1927), Nr. 71.
[7] Yukarıda adı geçen eser, Nr. 117, 149.
[8] Paragraf 4: “L’Allemagne s’engage à défendre, au besoin par les armes, le territoire ottoman au cas ou il serait menacé par la Russie” (yuk. adı geçen eser, Nr. 733, yeni basımında da eksik).
[9] Ahmed Bedevî Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler (1945), 346.
[10] R. Rh. James, Gallipoli (London 1965), 9; “a wave of intense anti-British feeling”; W. S. Churchill, The World Crisis 1914-1918, Abridged Edition, 122, 278.
[11] O. Hoetzsch (Hg), Die Internationalen Beziehungen im Zeitalter des Imperialismus, 1878-1917. VI. Nr. 65; F. Stieve, Der politische Schriftwechsel Iswolskis 1911-1914 (Berlin 1924), 247.
[12] H. Lorey, Der Krieg in den türkischen Gewaessern (Berlin), I (1928), 1-32, II (1938), 20 f.; U. Trumpener, Germany and the Ottoman Empire 1914-1918 (Princeton 1968), 30. -Amiralliğinin sebep olduğu Amiral Milne ve Troubridge’in menfi tutumu için: J. S. Corbett, The History of the Great War, Naval, Operations (1920), I, 60, 70; St. W. Roskill, The Strategy of Sea Power (1962), 113.
[13] Deutsche Dokumente, yukarıda adı geçen eser, Nr. 836. -Lorey, bak yukarıda, II, 20; Trumpener, bak yukarıda, s. VII, 46 ff.
[14] 1876 anayasasının 7. Maddesine göre bu Sultanın hakkı idi (G. Jaeschke, Die Welt des Islams, V (1917), 140 v. d.
[15] Mühlmann, Deutschland und die Türkei 1913-1914, (Berlin 1929), Dış İşleri Bakanlığı siyasî arşivindeki aslına göre 101. -Falkenhayn (Moltke imzalı) mutabık olduğunu bildirdi.
[16] Yukarıda adı geçen eser Bahriye arşivindeki aslı 102; Lorey, yukarıdaki eser I, 45; E. Jaeckh, Der Goldene Pflug (Stuttgart 1954), 214 Humann’ın terekesi Wangenheim’in raporları 22., 24. ve 25. 10: Akten des Auswaertigen Amtes 1867-1920 (Berkeley, Ann, Arbor, Oxford ve Washington’da mikrofilmi var).
[17] Enver bu unvanı münasip görmüş fakat sonradan vazgeçmişti. Kendisi 21. 10. tarihinde “Visgeneral” oldu.
[18] Tercümesi Bahriye arşivinde; biraz değişik metinler: “Le Petit Parisien”, 2. 2. 1919; Lorey, yukarda adı geçen. eser, I, 45 (içindekiler) ve A. İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, II (1951), 47. -Türkçe metnin orijinali (modernize edilmiş olarak) “Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi” VIII, 465’te mevcuttur.
[19] Sabis, yukarıda adı geçen eser. II, 47. -Amiral Eberhardt’ın tasviri: M. Larcher, La Guerre Turque dans la Guerre Mondiale (1926), 187.
[20] H. W. V. Temperley, A History of the Peace Conference of Paris (London 1924), vol. VI.
[21] Aynı günde Sasanov, ittifak kuvvetleriyle Zarjgrad’a girecek olan Prens Trubelzkoj’i Rus Yüksek Komiserliğine tayin etti: E. Adamow, Konstantinopel und die Meerengen (Dresden 1930-1932), IV, 307.
[22] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk (Die grosse Rede von 1927), III, Nr. 142.
[23] Documents on British Foreign Policy, 3. Series, V, Nr. 179, 226, 311, 395, 456, 684, VI, Nr. 77, 82, 131, 168.
[24] R. Massigli, La Turquie devant la Guerre (Paris 1964), 283; Voilâ, le vieil impérialisme de la Russie des Tzars surgissait des brumes du passé”.
[25] Doc. Brit. yukarıda adı geçen eser, VI, Nr. 388, 655, VII, Nr. 474.
[26] Massigli, Yukarıda adı geçen eser, 381, 385, 389, 399, 417, 437, v. dev. 467.
[27] U. S. Department of State, Nazi-Soviet Relations 1939-1941 (Washington 1948), 268, 288. -Hitler e Mussolini (Milano 1946), 83.
[28] W. S. Churchill, The Second World War, III (1950), 10, 29.
[29] L. Krecker, Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkriege (Frankfurt a. M. 1964), 259: Metin Dış İşleri Bakanlığı siyasî arşivindeki aslına göre.
[30] Monatshefte für auswaertige Politik (Berlin), VIII, 455; Krecker, yukarıda adı geçen eser, 261 siyasî arşivindeki aslına göre.
[31] Reichs-Gesetzblatt 1941, II, 261. -Aynı zamanda yapılan demiryolları anlaşması metni: VII. Türk Tarih Kongresi, Bildirileri, II (1973), 818 v. d.
[32] Avam Kamarası konuşması 24. Haziran: Oriente Moderno, XXI, 398.
[33] A. Seidl, Die Beziehungen zwischen Deutschland und der Sowjetunion 1939-1941 (1949); A. Eden, The Reckoning (1965), 230.
[34] 1918’de Ludendorff gibi: Die Welt des Islams, 23 (1941); 41, not 260; C. Mühlmann, Das deutsch-türkische Waffenbündnis im Weltkriege (Leipzig 1940), 209 v. d.
[35] M. Kemal tarafından 1919’da ve İsmet İnönü tarafından 1937’de cezalandırılan Turancılığın yeniden canlandırılması için (Les Annales de Turquie, VII, 22): Ch. W. Hostler, Turkism and the Soviet (London 1957). -Krecker, yukarıda adı geçen eser, 215, 218. -23. 6. 1939 tarihli muhaceret anlaşması: F. Huter, Südtirol (München 1965), 321.
[36] Reichsgesetzblatt 1941, II, 375. -1938 Türk Dış Ticaretinde Almanya %45 ithalat ve %39, 7 ihracat ile ön sırayı alıyordu; Krecker, yukarıda adı geçen eser, 23. -R. E. Sherwood, Roosevelt and Hopkins (New York 1948): “The defence of Turkey is vital to the defense of U. S. A. ” (Türk müdafaası Amerika Birleşik Devletleri müdafaası için hayatî önem taşır).
[37] Churchill, yukarıda adı geçen eser, IV, 623, 625 v. d. 638, 641, V, 325; Sherwood, yukarıda adı geçen eser, 778 v. d.
[38] Kasım 1943’de Leros’un Almanlar tarafından tekrar geri alınması Türkiye’de büyük etki yaptı: Krecker, yukarıda adı geçen eser, 237.
[39] Churchill, yukarıda adı geçen eser, IV, 635, V, 582; Eden, yukarıda adı geçen eser, 373. Mukayese et J. R. Deane, The Strange Alliance (The U. S. Military Mission in Moscu 1943-1945).
[40] Krecker, yukarıda adı geçen eser, 189.
[41] Churchill, yukarıda adı geçen eser, VI, 69, 315.
[42] The problem of the Straits, Department of State Publications (Washington 1947), Nr.
[43] British and Foreign State Papers, CXLV, 1175; Keesings Archiv der Gegenwart, 1945, 147 A; Churchill, yukarıda adı geçen eser, VI, 548; Eden, yukarıda adı geçen eser, 507; Cahiers de l’Orient Contemporain, 1947, 143.
[44] Eden, yukarıda adı geçen eser, 544.
[45] M. Peterson, Both Sides of the Curtain (London 1950), 249. -İnönü kendisi “Ten eventful Years” (On olaylı yıl) (1937-1946) anlatmaktadır: Encyclopaedia Britannica, IV (1947), 347 v. d., Mukayese et Cevat Açıkalın: International Affairs (London), XXIII (1947), 477 v.d. ve Necmeddin Sadak: Foreign Affairs (Washington), XXVII (1949), 449 v. d.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.