Bilindiği üzere 1890 yılında kurularak faaliyete geçirilen Hamidiye Hafif Süvari Alayları Doğu Anadolu’nun sosyo-ekonomik ve tarihî gelişmeleri üzerine oldukça etkili olmuş bir müessese olarak tarihimizdeki yerini almıştır. Özellikle konumuz açısından II. Meşrutiyet Dönemi ile I. Dünya Savaşı arasındaki devrede bu alayların geçirdiği gelişmeler önem taşıdığından bu dönemi ana hatlarıyla incelememiz gerekmektedir.
II. Sultan Abdülhamid’in 1909 yılında tahttan uzaklaştırılması onun kurmuş olduğu bu müesseseyi derinden etkilemiştir.[1] Ancak 1909’dan sonra işbaşına geçen Babıalî Hükümetleri alayları tamamen ortadan kaldırmaktansa yeni düzenlemelere girişmeyi uygun bulmuştur. 1910 yılında başlayan bu düzenlemede alaylar iki grupta toplanır. Bunlardan birincisi Rus hududu civarında bulunan kuzey grubu, diğeri ise güneydoğudaki çöl grubu idi. Nitekim bu iki grubun tensik edilmesine sebeb olarak Rusya’nın kuzeyden, İngiltere’nin ise güneyden tehdid unsuru olması gösteriliyordu. Bu dönemde alayların yeniden teşkilatlandırılmasında görev yapan Fahrettin Altay şunları söylemektedir:
“Kısa bir zaman sonra beni Doğu’da ve Güney’de yeni teşkil edilen Aşiret Süvari Alaylarının sancakları ve fermanlarını ve subay buyrultularını padişah adına merasimle teslim etmeye memur ettiler. Trabzon ve Erzurum’a gittim. Hınıs, Varto, Eleşkirt, Karaköse, Tutak, Erciş ve Cizre’den Nusaybin, Mardin, Viranşehir’e kadar bu merasim yapılırken Balkan Savaşı patlak verdi. Viranşehir’e geldiğimde Ordumuzun Çatalca ve Bolayır’a çekildiği ve Rumeli’nin elden çıktığı haberini alınca çok üzüldüm. Karakeçili ve Milli aşiretleri viran şehirde toplanmış merasim yapılırken, Savcı, Karakeçi aşireti reisi Dırii Bey’in mahkum ve kaçak bir eşkıyâ olduğunu ve tutuklanması lazım geldiğini söylüyor. O ise bir deve kurban etmek isterken ben bırakıyorum. Bir elinde padişah fermanı bir elinde sancağı tutmuş, binbaşı üniforması giymiş olarak alayın başında geçit resmi yapıyor ve Balkan Savaşı’na katılmak istediğini bildiriyordu. Milli Aşiret Reisi Binbaşı Halil Bey’de buna katılıyor. Ben de telgrafla bakanlığa durumu intikal ettiriyorum. Karakeçili aşiretinin aslının Türk olduğu isminden belli. Urfa’da vazifem bitmiş olduğundan İstanbul’a hareket ettim. Bu iki alayla diğer bir alay silah altına alınarak ikisi Çatalca hattına birisi de Bolayır’a gönderildi ve Doğu Trakya’nın kurtuluşu ileri harekâtına katıldılar. (daha sonra I. Cihan Savaşı’na katılan bu aşiret Süvari Alaylarının artık Cumhuriyetimizin silahlı kuvvetleri yanında yerleri olamazdı. Onun içinde tarihe karışmışlardır.” Nitekim 1910 yılında bu yeni düzenlemeye paralel olarak, aşiret alayları efradının yeni kayıtları çıkarılmış, bu suretle gerçek kuvvet miktarı tayin edilmeye çalışılmıştır. Zamanın Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın tensibiyle alayların adı, “Aşiret Süvari Alayları”na çevrilmiştir.[2] Bunu takiben alayların herhangi bir savaş anında gerilla savaşı yapmaya muktedir birlikler olarak görülmesi düzenlemelerin bu yolda yapılmasına imkân vermiştir. Bu gayeyle 1910 ve 1912 yıllarında iki nizamnâme neşredilerek kıyafete varıncaya kadar yeni düzenlemelere girişilmiştir.[3] Bütün bu düzenlemelere göre, Aşiret alaylarının görevleri ve askerî faaliyetleri şöyle tesbit edilmiştir:
- Savaş esnasında keşif yapılması,
- Düşman keşif kollarına müşkülât çıkarılması,
- İcra edilecek askerî manevrayı düşman nazarından gizlemek,
- Düşmanın umumî suretle hakiki hedefler gizlenerek hatalı hareket yapmaya zorlaması ve gizli kuvvetlerle ani darbelere maruz bırakılması.[4]
Üçüncü nizamnâmeyle, Nizamiye Ordusu dahiline alınan Aşiret Alayları, ordu merkezlerinin değişmesiyle büyük bir yekûn olarak, merkezi Erzincan olan III. Orduya bağlı birlikler haline getirilmişti. III. Nizamnâmeyi takiben daha önce sayıları 64 olan alaylar, 24 adede indirilmiş bulunmaktaydı. 1911 yılında alaylar ve merkezleri şöyledir:
I- III. Ordu 1. Aşiret Süvari Tümeni (Erzurum).
- Aşiret Süvari Alayı (Erzurum)
- Aşiret Süvari Alayı (Kığı)
- Aşiret Süvari Alayı (Varto)
- Aşiret Süvari Alayı (Hınıs)
- Aşiret Süvari Alayı (Hasankale)
- Aşiret Süvari Alayı (Sivas)
II- III. Ordu II. Aşiret Süvari Tümeni (Karakilise).
- Aşiret Süvari Alayı (Eleşgirt)
- Aşiret Süvari Alayı (Karakilise)
- Aşiret Süvari Alayı (Karakilise)
- Aşiret Süvari Alayı (Karakilise)
- Aşiret Süvari Alayı (Karakilise)
- Aşiret Süvari Alayı (Tutak)
- Aşiret Süvari Alayı (Diyadin)
- Aşiret Süvari Alayı (Doğu Anadolu)
III- III. Ordu III. Aşiret Süvari Tümeni (Erciş).
- Aşiret Süvari Alayı (Bulanık)
- Aşiret Süvari Alayı (Erciş)
- Aşiret Süvari Alayı (Erciş)
- Aşiret Süvari Alayı (Saray)
- Aşiret Süvari Alayı (Başkale)
IV- III. Ordu IV. Aşiret Süvari Tümeni (Mardin).
- Aşiret Süvari Alayı (Cizre)
- Aşiret Süvari Alayı (Mardin)
- Aşiret Süvari Alayı (Mardin)
- Aşiret Süvari Alayı (Viranşehir)
- Aşiret Süvari Alayı (Siverek).[5]
1913 yılında ise, Aşiret Süvari Alayı’nın “İhtiyat Süvari Alayları” adı altında toplandığını görüyoruz. Esasen, 24 Mart 1914 tarihiyle yayınlanan ve son nizamnâmeye ek olarak yürürlüğe konan kanun maddesinde; “İhtiyat Süvari Alaylarına münkalib olan Aşiret Süvari Alaylarına mütedair 29 Rebiyü’l Evvel 1330 tarihli nizamnâmeye müzeyyel madde-i nizamiye” denilerek, bu hususun gerçekleştirildiği anlaşılıyor. İhtiyat Süvari Alaylarının 1914 yılındaki teşkilat ve merkezleri ise şöyledir:
IX. Kolordu’ya Mensup İhtiyat Birinci Hınıs Süvari Fırkası.
- Alay (Hınıs)
- Alay (Hınıs)
- Alay (Hınıs)
- Alay (Hınıs)
- Alay (Pasinler)
- Alay (Pasinler)
- Alay (Hınıs)
IX. Kolordu’ya Mensup İhtiyat İkinci Karakilise Fırkası.
- Alay (Karakilise)
- Alay (Karakilise)
- Alay (Karakilise)
- Alay (Karakilise)
- Alay (Karakilise)
- Alay (Karakilise)
- Alay (Bayezid)
- Alay (Bayezid)
IX. Kolordu’ya Mensup İhtiyat Üçüncü Erciş Süvari Fırkası.
- Alay (Malagird)
- Alay (Erciş)
- Alay (Bargiri)
- Alay (Malazgird)
- Alay (Erciş)
- Alay (Bargiri)
XI. Kolordu’ya Mensup İhtiyat Van Müstahkem Süvari Livâsı.
- Alay (Mahmudi)
- Alay (Alpak)
- Alay (Mahmudi)
- Alay (Van)
XI. Kolordu’ya Mensup İhtiyat Viranşehir Süvari Fırkası.
- Alay (Cizre)
- Alay (Mardin)
- Alay (Mardin)
- Alay (Viranşehir)
- Alay (Siverek).[6]
1913 yılında merkezleri Erzurum Karakilise, Erciş ve Mardin olan 14 adet alay bu tarihten itibaren yeni bir düzenlemeye tâbi tutuldular. Buna göre:
- Kolorduya Mensup İhtiyat, 1. Hınıs Süvari Fırkası
- Aynı Kolorduya Mensup İhtiyat, 2. Karakilise Süvari Fırkası
- Kolorduya Mensup İhtiyat, 3. Erciş Süvari Fırkası
- Aynı Kolorduya Mensup İhtiyat, Van Müstahkem Süvari Tugayı
- Kolorduya Mensup İhtiyat, Viranşehir Süvari Fırkası
I. Dünya Savaşı öncesi bu alaylar ayrı bir süvari kolordusu teşkil edilerek III. Ordu’ya bağlanmışlardır.
Esasen şurasını belirtmek gerekir ki, alayların başlangıçtan kuruluş sebeplerinin başında Doğu Anadolu’ya yapılacak herhangi bir Rus hücumu karşısında bölge şartlarına uyabilecek birliklerin meydana getirilmesi gelmektedir. Çünkü Doğu Anadolu, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra çıkabilecek herhangi bir savaşta Ruslar için stratejik ilk hedef olarak özel bir önem arzediyordu. Gerek bu sebepten ve gerekse Ermeni Meselesindeki ehemmiyetlerinden dolayı, Rusya başlangıçtan beri çeşitli vesilelerle Hamidiye Alaylarının ilga edilmesi için çalışılacaktı. Nitekim 1913’teki son Rus reform istekleri arasında Hamidiye Alaylarının ilgası da yer almaktaydı.
Hamidiye Alaylarının Rus ordusuyla yaptığı mücadeleye geçmeden önce, Kuzeydoğu Anadolu’daki Rus sınırı hakkında bilgi vermek faydalı olacaktır. Bilindiği üzere Doğu’daki Osmanlı- Rus sınırı 1878 Berlin Kongresi’nde tesbit edilmişti. Kars, Batum ve Ardahan şehirleri ve çevreleri Rusya’ya bırakılmıştı. Hudud hattı Batum’un güneyinde Çoruh nehrinin aşağı mecrâsının 16-18 km. güneydoğusundan Artvin’in aşağısında Çoruh istikametinde gidiyor ve Oltu çayına paralel olarak uzanıyordu. Oltu Kasabası Rusların elindeydi. Oltu’dan Narman’a, buradan Gürcü Boğazı yoluyla Erzurum’a giden yol çok mühimdi. Kars kesimindeki sınır ise aşağı yukarı Soğanlı Dağlarından geçmekteydi. Soğanlı Dağları müdafaa bakımından eski önemini kaybetmişti. Bu yüzden Türk Tahkimatı Aşağı Pasin’de Köprüköyünde meydana getirilmişti. Bayezid tarafındaki sınırımız ise, Berlin Kongresi’nde buraların bize verilmesiyle Aras nehrini geçip Köse Dağa ve Ağrı Dağı’ndan güneye İran sınırına uzanıyordu. Bu bölgede Eleşgird Vadisi Murat Vadisi’ne ulaşması sebebiyle çok büyük stratejik önemi haizdir.[7]
Ruslar bu saha dahilinde 1878-1914 yıllarında askerî mahiyetde birçok yol inşa etmiştiler. Tiflis’ten Gümrü’ye giden demiryolunu Kars ve Sarıkamış’a kadar uzatdılar. Ayrıca Arpaçay’ını takiben inşa edilen bir demiryolu da Nahcivan ve Culfa üzerinden Tebriz ve Urmiye’ye kadar uzatılmıştı. Ayrıca yine Ruslar Alagöz bölgesinden Kağızman’a kadar uzanan muntazam bir şose inşa etmiş, diğer tarafdan Bakü-Tiflis demiryolunu Batum’a ulaştırmışlardı. Böylece Ruslar herhangi bir askerî hareket esnasında Osmanlı ordusuna göre oldukça avantajlı bir duruma gelmişti. Buna karşılık demiryollarımız Ankara’nın 100 km. doğusundaki Yahşıhan’a kadar ancak gelebilmişti.
Her yönüyle Osmanlı Ordusu’na üstün bir vaziyetde bulunan Rus Ordusu’nun Kafkaslar’da mahdut sayıda kuvvetler bırakması mecburi idi. Çünkü Ruslar asıl kuvvetlerini Doğu Avrupa Cephesi’ne Almanların karşısına dikmişlerdi. Doğu Cephesi’nde Ruslarla mücadele edecek III. Ordu IX., X. ve XI. Kolordulardan meydana geliyordu. X. Kolordu Sivas ile Karadeniz arasında IX ve XI. Kolordular da Erzurum çevresindeydiler. III. Ordunun başında Hasan İzzet Paşa gibi ihtiyatlı ve tedbirli bir kumandan bulunuyordu.[8]
Kafkas Cephesi’ndeki I. Kafkas Rus Ordusu 100.000 piyade ve 15.000 atlı Kazak’tan meydana geliyordu. Ayrıca harpten daha önce Ermeni gönüllülerinden meydana gelen dört alay (druzina) da bu kuvvetlere ekleniyordu. General Mışlayevski komutasındaki I. Kafkas Rus Ordusu’nun asıl kumandası muktedir bir general olan Yudeniç’e tevdi edilmişti. Yundeniç’in hazırladığı plana göre Ruslar hücuma geçerek Türk kuvvetleri karşısında müstahkem Kars Kalesi’ne dayanarak müdafaa savaşı yapacaklardı. Fakat harp başladığı takdirde muhtemel bir Osmanlı Ordusu ve Hamidiye Alayları hücumlarını önlemek için Eleşgirt ovasının Ruslar tarafından işgali de bu planın diğer parçasıydı.
Karargâhı Erzurum’da bulunan III. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa ordusunun Ruslara karşı taarruza geçecek kadar kuvvetli olmadığını ileri sürerek X. Kolordu’yu Sivas ile Karadeniz arasına, IX. Kolordu’yu Çoruh üzerinde İspir’e yerleştirmiş ve XI. Kolordu’nun bir tümeni Murat Çay’ı üzerindeki Tutak’a göndermişti. Muhtemel bir Rus taarruzu Hasan İzzet Paşa’ya göre Erzurum hattında durdurulabilecekti.
Bu plan dahilinde Eleşgirt Vadisi’ni koruma görevi Hamidiye Alaylarına veriliyordu. Özellikle 4 fırka birleştirilerek bir süvari kolordusu meydana getirilmiş ve bu kuvvetlerin başına Dağıstanlı Ferik Mehmed Paşa tayin olunmuştu. I. Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir müddet evvel 20.000 atlıyı bulan İhtiyat Süvari Fırkalarının konuş vaziyeti şu şekilde idi.
- III. İhtiyat Süvari Fırkası, I. Hudud Bölgesinde (Karakilise’nin Şarkı, Bayezid Bölgesinde),
- II. İhtiyat Süvari Fırkası, II. Hudud Bölgesinde (Karakilise Bölgesinde),
- IIV. İhtiyat Süvari Fırkası, (Kösedağ-Aras Nehri arasında),
- I. İhtiyat Süvari Fırkası, (Aras Nehri-Güllüdağ Bölgesinde).[9]
Osmanlı Devleti’nin İtilâf Devletlerine karşı İttifak Devletleri safında harbe katılmasıyla Devletin Doğu sınırlarında bir Rus taarruzu beklemeye başlamıştı. Savaşın başlamasından önceki dönemlerde alaylarda talim, terbiye ve disiplin iyileştirilmesi yolunda birçok faaliyetlerde bulunmuştur. İlk olarak 29 Ağustos 1914 günü Rus Kazaklarının Karakilise’nin doğu kısmı ve Bayezid bölgesinde Osmanlı sınırlarını geçmesiyle muharebelerin başladığı görülüyordu. Bu sırada bütün İhtiyat Süvari Fırkalarının sınır bölgesi ve arkasının korunması gayelerini taşıdığı göze çarpıyordu. Ancak bölgede asıl sorumluluk II. İhtiyat Süvari Fırkası’na düşmüştür. Esas olarak bu fırkanın görevi Ağrı İli’nin kuzeyinde bulunan sınır bölgesini korumaktı. Ancak Rus Kazaklarının ani hücumu III. İhtiyat Süvari Fırkası’nın karargâhını daha gerilere nakletmesine sebep oldu.
Şimdi Diyadin ve Bayezid tehdid altındaydı. II. İhtiyat Süvari Tümeni bu gediği kapatmak için VII. II. ve XII. alaylarını hareket geçirmişse de, kesif Rus saldırısı karşısında ve firarların artması yüzünden hudud mıntıkasından geri çekilerek Tahir civarında toplanmaya başlamıştı. Bu sırada ahalinin “Kaçakaç” adını verdiği göçe başladığı görülüyordu. Tahirde toplanacak II. İhtiyat Süvari Tümeni’nin keşif hareketlerine devam etmesi III. Ordu karargâhınca istenmekteydi. Daha sonra Velibaba üzerine yapılan hücumda bilhassa 10. İhtiyat Karapapak Süvari Alayının büyük yararlıkları görülmüştür. Ancak bütün bu başarılara rağmen düzenli ve makineli tüfekli Rus orduları karşısında firarlar yüzünden alayların mevcudu iyice azalmıştır.[10]
Bütün bu sebepler yüzünden mevcutları gittikçe azalıp Köprüköy ve daha gerilere çekilen İhtiyat Süvari Kolordusu 20 Eylül 1914’de lağvedilerek II. Nizamiye Süvari Tümeni’ne bağlanmıştır. Bütün alayların toplam mevcudu 2500’e düşmüştür. Esasen daha önce belirttiğimiz gibi III. Ordu karargâhı savaşı asıl olarak Köprüköy bölgesinde kabul etmeyi hedeflediği için alayların asıl görevi Nizamî orduya vakit kazandırmaktı. Ancak İhtiyat Süvari Alaylarının kısa bir sürede dağılmalarının altında birçok faktör rol oynamıştır.
Bir kere aşiretlerin zabt-u rabta alınması yolunda en ince ayrıntıya kadar birçok nizamnâme ve kanun hükmü neşredilmesine rağmen, alayların henüz tam manasiyle disipline edilememiş olması, onların I. Dünya Harbi’nde Rusların karşısında başıbozuk kuvvetler olarak çıkmalarına sebeb olmuştur. Alaylar efradı silah ve teçhizat yönünden çok kötü durumda bulunmaktaydı. Özellikle çok perişan bir vaziyet arz eden giyimin yanında, silahların büyük kısmının depolarda paslanarak, işe yaramaz hale çalışır durumda olanların da menzilleri zamanın silahları ile ölçülmeyecek derecede kısa idi. Hayvanatın teçhizatı çok noksan olup, iaşe ve menzil teşkilatı tamamen bozuk durumdaydı.
Alayların muvaffakiyetsizliğinin bir diğer sebebi de, talimsizlikti. Nizamiye subayı olarak alaylarda görev yapanların eski bilgilerini kaybetmelerinin yanı sıra, aşiret erat ve subayları ise büsbütün bilgisiz durumdaydı. Diğer taraftan aşiret hayatı dolayısıyla eşkıya ve soygunculuk faaliyetlerine alışan aşiret mensuplarının bu hareketleri intizam ve disiplininin kaybolduğunun belirtisiydi.[11]
Esasen, III. Ordu kumandanlığı tarafından, I. Cihan Harbi öncesi alaylardaki durumun sorulması üzerine II. Aşiret Süvari Tümeni’nden verilen cevapta bir aylık talimin alayların harbe hazırlanması için gerekli olduğu belirtilerek silah ve teçhizat bakımından perişan bir vaziyetde bulunulduğu beyan edilmiştir. Bilhassa düşmanın ateş gücüne dayanmak için alaylar bünyesinde makineli tüfek bölükleri görevlendirilmesi hususu ele alınmıştır. Öyle ki aşiret efradının ağzında dolaşan, “mitralyöz yok, top yok, mavzer yok biz ne yapalım?” sözü bir darbımesel haline gelmiştir.[12] Zaten mevcut tüfeklerin de menzilleri düşman silahları karşısında oldukça güçsüz kalıyordu.
İhtiyat Süvari Alaylarının başarısızlıklarının bir sebebi de, iaşesizlikdir. Özellikle, kendi aşiret mantıklarından ayrılan alayların iaşesi çok müşkül bir vaziyet almıştır. İaşesiz kalan aşiret efradı ise fırsat buldukça köylere yağma ve talanlar düzenlemişlerdir. Bunun yanında, alaylarda görev yapan muvazzaf subayların bile aynı sıkıntıyı çektiği düşünülürse, durumun vahametini anlamak mümkün olur. Diğer taraftan III. Ordu Kumandanlığı’nın II. İhtiyat Süvari Tümen Komutanlığı’nın durum hakkındaki raporunu göremezlikten gelerek, tamamen sıcak iklime alışkın olan Viranşehir’deki IV. Aşiret Süvari Tümeni’ni giyecek noksanıyla harbe sürmesi, İhtiyat Süvari Alaylarının Ruslar karşısındaki muvaffakiyetsizliğini ve tümenlerin tamamen saf dışı olmasını hazırlamıştır. Bütün elverişsizliklere rağmen, özellikle II. İhtiyat Süvari Tümeni vazifesinde oldukça başarılı olmuştur. ancak örnek alındığı ileri sürülerek alayların teşkilatında rol oynayan Rus Kazaklarının ordumuza vurduğu darbeler göz önünde tutulursa, mensupları daha cengâver olan aşiretlerin büyük ölçüde teşkilatsızlık yüzünden dağıldıkları ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık Rus Kazakları çok disiplinli ve yönetim bakımından Petersburg Harbiyesi’nden Kafkasyalı subayların askerî malûmatı oldukça yüksek bir seviyede bulunuyordu.
Bu sırada II. İhtiyat Süvari Fırkası Kurmay Başkanı Süleyman İzzet Bey hatıralarında alaylar ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Binaenaleyh köyleri ve aileleri düşman istilasına maruz kalıncaya kadar verilen emirleri ifa eden ve ikinci hudud mıntıkasını şehit ve yaralı vermek suretiyle müdafaa ve muhafaza eden hayvanları ve teçhizatı kendisine ait olan 2. ihtiyat süvari tümenine -vazifelerini yapmadı- denemez. Şunu da unutmamalıdır ki, hazarda talim ve terbiyeleri ihmal edilen manevralara iştirak ettirilmeyen ve hemen ekserisi Büyük Harb’in başlangıcına kadar hiçbir muharebeye girmemiş olan muvazzaf subayların bile birdayet-i emrde mütevahhiş bulunacakları ve harp devam etçikçe alışacakları tabii bir keyfiyet idi. Bidayetde sinirlerine hakim olamıyanlar gün geçtikçe ateş altında tarz-ı hareketi, muhtelif silahlara karşı sakınmayı ve fırsatdan istifade edilecek zamanları takdir etmeye başladılar. İşte İhtiyat II. Süvari tümeninin harbe girmesiyle lağvedileceği zaman arasındaki zaman bu ilk acemîlik ve tereddüdlü devre tesadüf etmişti.”[13]
Gerçekten bu hususlar bütün alaylar için cari olsa gerektir. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen günümüze kadar intikal eden ve bölge halkının muhayyilesinde yer alan birçok kahramanlık örnekleri de sergilenmiştir. Özellikle kuvvetlerimiz Köprüköy bölgesine çekilmesinden sonra Rus kuvvetlerinin şiddetli davranışlarının hazmedilmeyişi bu kahramanlıkların doğmasında etkili olmuştur. Kahramanların başında II. Alay Kumandanı Sibkanlı Abdülmecid Bey gelir. Kılıç Gediği ve Hamur Deresinde Ruslara büyük kayıplar verdiren bu aşiret reisi on altı yerinden yaralı olduğu halde askerine kumanda edebiliyordu. Yine Erciş tarafından önüne kattığı Rusları Tutak’a süren Hüseyin Paşa’da bu çeşit yararlıklar gösterenlerden birisiydi. Ayrıca Hamurlu Reis Bey’i kırk atlısı ile Küpkıran sırtlarında Ruslara büyük kayıplar verdiği müşahede ediliyordu. Yine bu tip kahramanlardan Tutaklı Kadir ve Pirzenli Halil Beyleri saymak mümkündür. Hamidiye alay bakiyyelerinin bu mücadeleleri neticesinde Rus Kuvvetleri tam olarak bir seneye yakın bir müddet Murad vadisinde kontrolü sağlıyamamışlardır.[14]
Görülüyor ki, Hamidiye Alayları vatan savunmasında bütün imkânsızlıklara rağmen vazifesini yapmaya çalışmıştır. Ancak alayların başarılı olup olmaması meselesinden çok, o zamanın askerî ve ekonomik şuurunun çok iyi bilinmesi şartıyla karar verilebilir. Bu da tabiidir ki zamana ve daha yeni belgelerin bulunmasına bağlıdır.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 331-335