Hunlar, Dengizik’in 469’da öldürülmesinden önce de siyaseten dağılmışlardı ama belli yerlerde etnik yoğunluklarını muhafaza ediyorlardı. Jordanes’ten öğrendiğimize göre, daha Atilla’nın halefi ve en büyük oğlu İlek savaşta yaralanıp öldüğünde (454) Hunlar “Gotların eskiden yaşadığı yerlere” çekilmişlerdi. Onları yenen Gepidler ise bugünkü Romanya arazisini tutmuşlardı.[1] Dolayısıyla Hunların çekildiği bölgeyi en az Bucak’a kadar götürmemiz gerekiyor. Nitekim en küçük oğul olan İrnek’in halkı gidecek yer olarak Scythia Minor’un en uzak yerlerini tercih etmişlerdi ki,[2] bunu birebir Dobruca eli eşleştirmek doğru değildir. Scythia Minor Karadeniz’in bütün kuzeybatı köşesini temsil etmelidir ve bunun en doğusunda İrnek’in Hunları vardır.
Jordanes takip eden metinlerde Hunların çekildiği yeri daha kesin ifadelerle anlatır. Hunlar durumu kabullenemeyip Doğu Gotlarına saldırdıklarında neredeyse tüm birliklerini kaybettikleri ağır bir yenilgiye uğradılar ve sağ kalanlar geri dönerek “Scythia’nın, Var adını verdikleri, Danaber ırmağı yatağındaki sınır bölgesini kazanmaya çalıştılar.”[3] Bu son ifade ilginçtir; adeta sınır olarak Dnyeper’de tutunmaya çalışıyorlar, yani daha doğuya çekilme ihtimalleri vardı. Bu esnada insan kayıplarının çok fazla olduğunu tahmin etmekteyiz. Daha yenilerde gerçekleşen Atilla’nın Galya ve İtalya seferlerindeki kayıplarla birlikte düşünürsek, Hunların insan kaynağının hayli azaldığını tahmin edebiliriz.
Çekilme esnasında da gerek kayıplar, gerekse dağılma yüzünden Hun kitlesi erimeye devam etti. Bazıları geride, daha dün Atilla’nın bayrağının dalgalandığı topraklarda, Macar ovasında kalmışlardı. Bunlardan biri de Sadagar boyuydu. Bağımsızlıklarını kazanan ve Bizans’ın desteğini alan Gotlar, ellerindeki arazinin yeterli olmadığı düşüncesiyle etrafa saldırmaya başladılar ve ilk olarak Sadagarları hedeflediler. “Attila’nın oğlu olan Hun hükümdarı Dengizek[4] bunu öğrenince, hâlâ üzerlerinde hâkimiyetini sürdürmekte olduğu anlaşılan ‘az sayıdaki’, yani Ultzinzures[5], Angiscirler, Bittuguribler ve Bardoribleri topladı.”[6] İkinci isim kuşkulu gözüküyor, diğerleri ise Türkçe ile açıklanabilecek isimlerdir. ‘Az sayıdaki’ vurgusu önemlidir. Zira Dengizik artık büyük ordular çıkaramamaktadır. Geride kalan soydaşlarını kurtarmak için elinden gelen tek şey, bir German kabilesini dahi dengeleyemeyecek bir orduyu ancak toplayabilmekti.
Bugün Belgrat’ın biraz batısında kalan Bassiana şehrine gelip kuşatan Dengizik, Gotlar karşısında bir kez daha yenildi. Sadagarlara ne olduğunu bilmiyoruz, Dengizik yetiştiğinde Gotlar onlarla meşguldü. Fırsattan istifade ile kaçmış, çekilen Hunlara katılmış veya daha kuzeylere çekilmiş olabilirler. Talihi olup da bu bölgede yaşayanların yüz yıl kadar sonra gelen Avarlara katıldıklarını düşünebiliriz. Onların bir kısmının Tuna boylarında yerleştikleri düşünülür.[7]
Atilla’nın oğullarının bahtsızlığı bütün Hunların korkuya kapılıp doğu yolunu tutmaları anlamına gelmedi. Örneğin Sadagarlar bulundukları bölgede hâkim idiler. Hatta kimi Hun boylarının gittikleri yerlere zorla duhul ettikleri oldu. Örneğin “İrnek’in akrabaları Emnetzur ve Ultzindur, Dacia Ripensis’de Tuna’nın kıyısında Utus ve Oescus ve Almus’u ele geçirdiler. Sonra her yere yayılıp, Romania’nın yolunu tutular. Günümüzdeki Sacromontis ve Fossatisilerin kökünün onlara dayandığı söylenir.”[8] Burada sayılan kentler Bulgaristan’ın kuzeybatı taraflarında, Tuna boylarındadır.
Jordanes’in son cümlesi onların bulundukları yerlerde etnik birimler olarak hayatta kaldıklarını da gösteriyor. Boy düzenlerinin dağılması ve yeni yapıların ortaya çıkması her göçten sonra beklenecek bir durumdur ve yeni isimler bu safhayı temsil eder. Ki, Sacromontis ve Fossatis isimlerinin yer adı kökenli etnik tanımlamalar olduğu görülmektedir. 6. yy’daki Slavlaşma dalgasının bu toplulukları nasıl etkilediğini bilmiyoruz, lakin Slav saldırganlardan çok önce Bizans’a akına başlayan Hun-Bulgarlar Aşağı Tuna boylarına geldiklerinde onlarla temasta olmuş olabilirler. Yukarıda Dengizik’in Sadagarlarla ilişkisini ve haberleşmesini düşündüğümüzde, bu bağlantı yabana atılacak cinsten değildir.
Atilla’nın ortanca oğlu Dengizik ile küçük oğlu İrnek Tuna boylarından vazgeçme niyetinde değillerdi. Bu ikinci Got yenilgisinden sonra toparlanmaya ve daha barışçıl tarzda Bizans ile ilişkileri geliştirmeye çabaladılarsa da, olumlu cevap alamadılar. Bunun üzerine Dengizik, İrnek’in muhalefetine rağmen Bizans’a saldırdı. Priskos’a göre, Dengizik barış şartı olarak imparatordan kendi adamları için toprak ve para istemiştir.[9] Bu da dikkate alınması gereken bir cümledir, zira bütün olumsuzluklara ve yenilgilere ve tüm tehlikelere rağmen Hunların bahtlarını batıda arama çabalarını gösterir. Bu aynı zamanda Hunların, en azından Dengizik’in ordasının gözünde doğuda tutunmanın daha meşakkatli oluşunu göstermektedir. Buna daha sonra geleceğiz.
Dengizik’in bu saldırısı, beklendiği üzere Aşağı Tuna boylarına değil, yine Orta Tuna bölgesi üzerinedir. Dolayısıyla Gotların Erdel ve Eflak bölgesindeki egemenliklerinin sıkı olmadığını düşünebiliriz. Hunların da çok ümitsiz bir durumda olmadığı tahmin edilebilir. 466-467 kışında Tuna’yı güneye geçen Dengizik, çeşitli harekât, kuşatma ve haberleşmelerle iki yıl kadar buralarda dolaşır. Özellikle kuşatılan Sofya’ya yardıma gelen Bizans kuvvetlerini yenmesinin kendisini rahatlattığı anlaşılıyor. Ancak 469 senesinde Bizans’ın Trakya bölge komutanı Anagastes ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti. Onun yanındaki Hunların dağıldığı ve Bizans’a tabi olduğu bildiriliyor.[10] Böylece, şu veya bu şekilde, Tuna’nın güneyindeki bölgede kavle alınacak sayıda Hun’un toplandığını kestiriyoruz ki, Bulgar akınları döneminde bunların rolünün olmadığını düşünmek yersiz olur.
İrnek’in Dengizik’e muhalefeti, Priskos’un belirttiği üzere iç sorunlar sebebiyledir; “Dengizik… Romalılarla savaşa girmek istiyordu. Bu karara İrnek, dâhili karışıklığı savaştan başka yana çekmek gayesiyle karşı çıkıyordu.”[11] Bu gaile, ülkenin doğusundaki bir savaş hali olarak gösterilmiştir.[12] Bu savaş halinin bağlı boylar ve halkların isyanı olarak tahmin edilmesi mümkündür, ama 463 civarından itibaren Hunların yönettiği bölge doğudan gelen yeni bir topluluğun tazyikine girmişti. Bunun haberini yine Priskos vermektedir:
“Aşağı yukarı bu sıralarda Saragur, Urog (Ogur) ve Onogurlar Doğu Romalılara elçiler gönderdiler. Bu kavimler Sabirlerle yapılan harp neticesinde meskûn oldukları yerlerden çıkartılmışlardı ve komşu ülkelerin topraklarını istila etmişlerdi. Sabirleri Abarlar püskürtmüşlerdi. Abarları ise okyanus kıyısında oturan ve bir yerden denizden yükselen büyük buharlarla sislerin, diğer taraftan şimdiye kadar duyulmamış pek çok yırtıcı kuşun (grifon) yaklaşmasından kaçan kavimler vatanlarından çıkartmışlardı ki, bu yırtıcı kuşların insan soyunu yiyip bitirmeden yok olmayacakları söylentisi vardı ve insanları paralıyorlardı. Bu felaketler neticesi hareketlenerek komşu ülkelere hücum ettiler. Bütün bu kavimler, hücumun şiddetinden dolayı mukavemet edemeden bulundukları yerleri terk edip kaçıyorlardı. Öyle ki, yeni bir yurt arayan Saragurlar ilerlediler ve Akatir Hunlarına rastladılar. Onları harple yenerek tabi kıldılar ve özellikle Romalıların dostluğunu kazanmak maksadıyla elçiler yolladılar. İmparator elçileri kabul etti ve hediyelerle memnun ederek geri gönderdi.”[13]
Saragurlar, yine Priskos’a göre, birkaç yıl sonra Güney Kafkaslarda İran’a karşı Bizans müttefiki olarak faaliyette bulunurlar, bu arada Ermenistan ve Gürcistan’da biraz yağma yaptıktan sonra çekilirler.[14] Bunu halkın göçünü de içeren kapsamlı bir harekât olarak alırsak, bugünkü Ukrayna arazisinin batısında yerleşmiş gözüken Akatiri (Ağaçeri?) boyuna saldırılarını açıklamak zor gözüküyor. Veya Akatir halkını biraz daha doğuya taşımak gerekecektir. Bu haberi dikkatli sorgulamalıyız. Büyükçe bir makale boyutunda yer işgal edecek bu tartışmanın ayrıntılarına girmeden konunun özüne döneceğiz. İster Akatir halkı, isterse onlardan oluşan askeri birlikler olsun, Hun mülkü doğudan saldırıya uğramıştır ve bu saldırıyı göğüsleme görevi İrnek’tedir. Sonraki coğrafi tanımlamalar Oğurların o yıllarda Don nehrinin batısına geçemediklerini göstermektedir. Hunlar ise Dnyeper’in batısında sadece ve sadece tutunmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla Karadeniz’in kuzeyindeki düzlükleri ve Kafkasların kuzey eteklerini Hunlar ile bağlılarının sıkıştıkları arazi olarak görebiliriz. Bunu takip eden zaman dilimi için toplu coğrafi yerleştirme yapan tek bir kaynağımız var. Jordanes iki müteakip paragrafta şunları anlatır:
“Bunun dışında; sel gibi akan Vistula Nehri’nin sularını boşalttığı üç ağzının yer aldığı okyanus kıyılarında, pek çok kabileyi uhdesinde toplamış bir halk olan Vidivariuslar yaşarlar. Keza onların ötesinde diğer bir kavim Aestler okyanusun kıyısını tutarlar. Güneyde tarım yapmasını bilmeyen, koyun sürüleri ve avcılıkla geçinen çok cesur bir kabile olan Acatzirler yaşarlar. Daha uzağı ve Karadeniz’in yukarı kısımları, ihmalimiz nedeniyle maruz bıraktıkları felaketlerle ünlü olan Bulgarların yurtlarıdır. Yiğit kabilelerin bereketli kökü olan Hunlar; bu coğrafyadan, iki kalabalık topluluğa iki tomurcuk verdiler. Bu tomurcuklardan biri Altziagirler ve diğeri Savirlerdir. Onlar farklı yerlerde meskûn olmuşlardır. Altziagirler, para canlısı tüccarların Asia’nın mallarını getirdiği Chersona yakınlarını ele geçirmişlerdir. Yazları egemenlikleri altındaki engin düzlüklerdeki sığırları için otlak olabilecek her yer onları çeker, kışları ise Karadeniz’in ötesine geri dönerek hayvanlarını otlatırlar. Şimdi biliyoruz ki, Hunugurlar sansar derisi ticareti yaparlar. Fakat kendilerinden daha cesur olan komşularından sinmişlerdir.”[15]
Dengizik’in ölümünden, dolayısıyla genel kabule göre Hun devletinin yıkılmasından 80 yıl sonra yazılan bu eserdeki kimi bilgilerin eskiliği kuşkusuzdur. Öte yandan da, görmemiz gereken Utrigur ve Kutrigur gibi kavimleri göremiyoruz.[16] Keza Saragurlardan bahis yok. Bilginin eskiliğini Altziagir ve Akatzir gibi kavimlerden anlıyoruz. Lakin çok eski günlerden de bahsedilmiyor, çünkü Hun kimliği çözülmüş, yerine başka isimler yükselmiş durumdadır. Manzaranın tamamına birden bir tarihleme yapmamız mümkün gözükmüyor. Listede Savir/Suvarların varlığından hareketle 515 sonrasını temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebilirdik ama Suvarların İdil’in batısına geçiş tarihlerini tam bilmiyoruz. 515 yılı sadece, Priskos’taki yukarıda verilen metinden sonra, onların kaynaklarda etkinlikleriyle bahsedilmeye başladıkları tarihtir. Jordanes’in bize bir faydası da Priskos’un eserinin kayıp parçalarının bir kısmını nakletmesi olmuştur. Bu sebeple buradaki Suvarların daha erken bir tarihte sahnedeki yerlerini almış olmaları beklenebilir. Her halükarda başka toplulukların yükseldiğini görüyoruz.
Bu dönem Jordanes’in hayatıyla yaklaşık aynı dönemdir. Kendisi yaşadığı günler içinde Hunların bir şekilde yok olduklarına, büyük bir felakete uğradıklarına vs. dair bir şey söylemiyor. Zaten yukarıdaki ifadesi de onlardan değişik halkların çıktığı şeklinde. Hunlar bir kök olarak görülüyor ve ondan çok sayıda, en azından ikiden fazla kabile türetiliyor. Kendisi ve sonraki başka kaynaklar Suvarları Hunlardan ayırmaya yanaşmasa da, biz Türk ortak paydasını bir kenara bırakıp, bu makalenin amacına uygun olarak işbu noktada Jordanes’e muhalefet edeceğiz. Köklerde hangi ortaklıklar olursa olsun, Avrupa’ya yeni gelmiş olan Suvarların bildiğimiz Batı Hunlarıyla ilişkisi yoktur.
Dolayısıyla, Hun etnik birliğinden geriye kalan en önemli yapı olarak Altziagir boyunu görmekteyiz. Yurtları Suvarlardan ayrıdır, yani komşu değillerdir. Kerson yakınında tarif edildiklerine göre, geri çekilme esnasında Dnyeper’in aşağı boylarında tutunan Hunlarla bunları telif edebiliriz. Bir koşut isimlendirmeden yola çıkarak, bunları 7. yy’daki büyük Bulgar birliğinin beş ordasından biri olan, Kubrat oğlu Alzechus/Alciocus’un (Alçak?) boyu olarak görebiliriz. Bu beş orda hakkındaki haberi veren Theophanes ve Nikephoros, daha doğrusu onların ortak kaynakları beş oğlun tamamının isimlerinden emin değildir. Asparuh, Bayan ve Kotrag’ın isimleri verilir. Diğer iki oğul Alzechus/Alciocus ve Kuber’in adlarını başka verilerden hareketle öğreniyoruz. Bir boyun yöneticisi tabii olarak boyun adını taşıyacaktır. Oğuz Han Oğuzların hanıdır. Bayındır Han diye bildiğimiz kimse büyük ihtimalle başka bir ada sahip idi ama bize yönettiği boyun adıyla ulaşmıştır. Keza Salur Kazan. Esas ismi muhtemelen Kazan’dı ve Salur onun boyunu anlatıyordu. Meğerki sonradan karşımıza çıkan Oğuz boylarının kurucu atası olmasınlar. Burada da Alzechus/Alciocus diye karşımıza çıkan han oğlu anlaşılan Altziagir boyunun beyi idi. Bu son kelimenin ardındaki –ir kısmını çoğul eki olarak görmekte beis yoktur veya Eski Türkçede –gir biçiminde topluluk ismi yapan bir ek ile muhatabız.[17]
Bir koşutluktan bahsetmiştik. Kubrat oğlu Kotrag’ın adına mukabil de elimizde Kotzagir boyu bulunmaktadır. Bu yerleşim hadiselerin sonraki gelişi açısından da mantıklıdır. Zira Büyük Bulgar’ın dağılması esnasında Alzechus/Alciocus kendi bağlılarıyla birlikte İtalya’ya gitmiştir. En batıdaki topluluğun İtalya’ya gitmesi beklenir. Kotrag ise Don nehrinin doğusunda yaşamaktadır. Bu konumlandırmayı destekleyen haber 570’lerdeki Göktürk saldırıları esnasında gelir. Azak ve Don’un doğusunda yaşayan Kotzagir boyu(nun bir kısmı) Göktürk baskısı yüzünden batıdaki Avarlara iltica etmiştir ki,[18] Don nehrinin doğusunda olsalardı yenilecek ve Göktürk kağanının Bizans elçisine ünlü hitabında yenilen boylar arasında sıralanacaklardı. Bu olmadı. Öte yandan, Göktürk baskısını hissedecek bir yerde yaşamalıydılar ki, burası da Don nehrinin öte yakasıdır.
Burada kaderin garip bir cilvesiyle karşı karşıya gibiyiz. Hunların Avrupa’daki son zaferleri, aynı zamanda büyük kayıplara uğradıkları 452 yılındaki İtalya seferi olmuştu. O zaman İtalya’da tutunamadılar, böyle bir niyetleri de yoktu. Ama Atilla’nın ordasından geriye kalan, doğrudan etnik mirasa sahip yegâne topluluk olarak görebileceğimiz Altziagir boyu nihayet gidip İtalya’ya yerleşti ve torunları bugün hala orada, Ravenna bölgesinde oturmaktalar.
Akatzir boyunu sonraki Ağaçerilere bağlayan veya bağlamayan tartışmalara burada hiç girmeyeceğiz. Bu halkın ismi Herodotos’ta defalarca geçer ve Milat sıralarındaki coğrafyacıların hemen tamamınca tekrarlanır. Eski dönemden beri bölgede bulunmaları Türklüklerini tartışmaya engel olmaz. Ancak onları Ak Hazar olarak görmekte sıkıntı olabilir,[19] zira son hecenin seslisi değişmez biçimde i/y’dir. Hazar’da ise en eski ve en yeni eserlerde dahi son hece asla değişmez. Biz Hazarların Suvarlarla aynı dalga içinde 5. yy’ın ikinci yarısında Avrupa’ya geldiklerini düşünmekteyiz.[20]
Orda bağlamında, yani Dengizik ve İrnek’in halkları olarak Hunlara ne olduğunu Jordanes’ten okumak mümkün gözükmüyor. Altziagir halkı batıda faaliyet gösteren Dengizik’in ordasının devamı olabilir. İrnek’e ne olduğunu ise başka verilerden öğrenebiliyoruz. Jordanes’teki Bulgarlarla ilgili bilgilerde tuhaflık var. Eserin tamamını okuyan ve başka bir kitaba müracaat etmeyen birisi onları zıpçıktı olarak görecektir. 6. yy ortalarında hayli güçlüdürler. Ancak bu gücün bir geçmişi vardır. Bizanslılar veya Gotlar, Jordanes ‘biz’ ile her kimi kastediyorsa, zamanında onları önemsememişlerdir. Demek ki önceleri bunlardan birinin müdahale edebileceği bir yerde veya konumda bulunuyorlardı.
Hâlbuki Bulgarlar Orta Kafkaslarda yaşıyorlardı. İlk buraya gelmişlerdi (MÖ 130’lar); fazla başarılı olamadılar, sindirildiler ve uzun süre kendilerinden haber alınamadı. Kaynakların onlar hakkında 375 senesi öncesindeki sessizliğini sessiz sedasız yaşamaları ile yorabiliriz. Hun döneminde de ileri bir adım atamazlardı, zira bağlı ve bağımlı idiler. Hun devletinin çöküşünden sonra ise tastamam bağımsız kaldıklarını düşünebiliriz, zira onları egemenliğine alan bir iktidardan haberimiz bulunmuyor.[21]
Gotları geçelim, çünkü Jordanes kitabını Bizanslılar için yazmıştır. Bizanslıların Kafkasların kuzeyine doğrudan bir müdahaleleri zor olduğuna göre, bir şekilde müdahalenin mümkün görüldüğü bir süreç yaşanmışa benziyor. Bu yüzden Jordanes o fırsatların kullanılmadığını ve Bulgarların güçlenmesine zemin hazırlandığını hayıflanarak söylüyor. Bunu Bulgarlardaki Hun bağlantısıyla açıklayabiliriz. Şöyle ki, en son Bizans hizmetine girmesinden başka İrnek hakkında haber gelmiyor. Tarihte başka vesileyle bu isimde birinden gelen tek haber, efsanevi büyük bir hükümdar olan Avitoxol adlı birinden sonra (300 sene hükümdarlık yapan biri çok önemli ve büyük olmalıdır) Bulgar tahtına çıkıp 150 yıl hükümdarlık yapmasıyla ilgilidir. Bulgar Hanları Listesi adıyla bilinen kısa bir vesikada yer alan bu kısa bilgiye göre, ~765 yılına kadarki Tuna Bulgar hanları, Tuna’nın öbür tarafında vaktiyle hüküm süren hanların soyundan geliyorlar. Buradaki İrnek’i Hun İrnek’le özdeşleştirip Avitoxol’u Atilla olarak açıklamakta ilim âlemi fazla tereddüt etmemiştir.
Dolayısıyla, sonraki Bulgar devletlerinin yöneticileri hep Atilla soyundan gelmektedirler. Sadece Jordanes değil, Bulgarlar hakkında bilgi veren sonraki hemen tüm kaynakların Hun bağlantısı kurmaları da boşuna olmasa gerektir ve bunu sadece Bizans yazarlarının ‘genel adlandırma geleneği’ ile açıklayamayız. Bizanslıların kuzeyli ‘barbarların’ hepsini Scythae (İskit) adlandırdıkları gibi, bu dönemde önlerine gelene Hun dediklerini düşünmemeliyiz. Örneğin Hazarlar veya Göktürkler İskit olur ama Hun olmazlar. Liste’nin Tuna’nın öte yakasını anlatan ilk kısmı şu şekildedir:
“Avitokhol: Hakimiyet süresi 300 yıl, soyu Dulo, hükümranlığa başlangıcı Dilom-tvirem. İrnik: 150 yıl, soyu Dulo, hükümranlığa başlangıcı Dilom-tvirem. Gostun: iki yıl, soyu Ermi, hükümranlığa başlangıcı Dox-tvirem. Kurt: 60 yıl, soyu Dulo, hükümranlığa başlangıcı Şegur-veçem. Vezmer: üç yıl, soyu Dulo, hükümranlığa başlangıcı Şegur-veçem. Bu baş han Tuna’dan öte tarafta 515 yıl hüküm sürmüşlerdir. Sonra Esperih Han gelir…”[22]
Bu kimselerin başka kaynaklardan bildiğimiz dönemin Doğu Avrupalı Türk yöneticileriyle eşleştirmesini önceki bir çalışmamızda ayrıntılı olarak yapmıştık.[23] Bu makalenin konusu olmasına rağmen, aynı metinleri tekrarlamanın gereği yoktur. Sözkonusu çalışmada gösterdiğimiz üzere, doğudaki Hunların ve Hun bağlısı olarak yaşayan Bulgarların başında olan, daha doğrusu kendi bölgesini büyük ölçüde yeni gelen Oğur kavimlerine kaptırıp elinde sadece Bulgarların yaşadığı Kafkasların hemen kuzeyindeki düzlükler kalan İrnek, bir süre durumu toparlamaya çalışıyor.
Bu konuda talihinin olduğunu tahmin edebiliriz, zira Oğurların özellikle büyük kolunu teşkil eden Onoğur veya Kara Oğurların savaşçı özelliklerinin ağır olmadığı görülüyor. Bunu Jordanes’in yukarıdaki son cümlesi açıkça gösterdiği gibi, onlarla ilgili son bilgileri veren İslam kaynakları da aynı vurguyu yaparlar.[24] 660-70’lerdeki Hazar-Bulgar savaşlarını anlattığı açık olan bir ifadesinde Hazar kağanı Yusuf onların çok kalabalık ama güçsüz oluşlarını istihza ile anlatır.[25] Bozkırdan gelip de kürk ticaretine dalan bir kavim bilmiyoruz. Onoğurlar bu konuda istisna teşkil ederler. Bu onların çıkanakları hakkında tahmin yürütmemizi sağlayacaktır. Onoğur birliği büyük ölçüde, sonraki Macarlığı oluşturacak topluluklardan oluşuyordu; bunlar bozkırdan değil, ormanlık bölgeden gelmişlerdi. Sadece Macarların bugün bütün dünyada Onoğur (>Ungar > Hungar) adlanmasından değil, diğer bazı mülahazalardan da yola çıkarak bu hükme varan çalışmamızı Erdel’deki bir bilgi şöleninde sunmuştuk.[26]
Jordanes’in ifadesiyle Onoğurları sindiren güçlü komşular kimlerdir? En az iki komşu bulmalıyız ama ortada fazla aday yok. Kırım limanlarına daha yakın olup ticareti tekeline alan Altziagir boyu herhalde daha içerideki Onoğurların iş ortaklarıydı. Aralarında bir husumetten bildiğimiz kadarıyla bahis yok. Geriye Bulgar ve Suvarlar kalıyor. Çoğul oluşturmak için en az iki adaya ihtiyacımız var. Suvarlar zaten onları kovalamaya alışıktılar. İdil’in batısında da bunu yapmamaları için bir sebep yok. Lakin tercihle mi, yoksa zoraki mi olduğu bilinmez, Suvarlar yönlerini güneye çevirip, dağları dahi aşarak Kafkasların güneyindeki meselelerle daha fazla meşgul olmuşlar, hatta iki ayrı dalgada bir kısım Suvar Azerbaycan arazisine yerleşmiştir.[27] Jordanes kitabını yazarken, Suvarların güneydeki etkin faaliyetleri en az 35 yıldır sürmekteydi. Bundan önceki dönemlerde veya bu esnada Onoğurlara baskı uygulamışlardır kuşkusuz, ama onları neticede batı taraflarında, Don boylarında falan görmüyoruz.
Onoğurları sindirmeye aday diğer topluluk Bulgarlardır. Bu baskıyı çok erken dönemlerden itibaren vaki kabul etmeliyiz. Bu çerçevede Bulgar kelimesinin güya ilk geçişini temsil eden 480’lerin başındaki hadiselerden haber veren kaynakların tarzına dikkat edilmelidir. Antakyalı İoannes’e göre, Ostrogotlar Bizans’ın Tuna boylarındaki topraklarına saldırınca, İmparator Zenon 482 senesinde “isimleri ilk kez duyulan” Bulgarları yardıma çağırıyor.[28] Bunu Bulgar kelimesinin kullanımda öne çıkmasıyla açıklayabiliriz, yoksa yeni gelmiş veya ilk kez temasa geçilmiş bir halktan bahsedilmiyor. Hunlarla bile başa çıkan Bizans Gotlarla uğraşamayınca herhalde işe yarayacak, tecrübeli bir topluluğa başvuracaktı. Bu daha 13 yıl önce buralarda Bizans’a ve Gotlara karşı fütuhatta bulunan Hunlardan başkası olmamalıdır. Şu var ki, Atilla’nın oğlu İrnek artık Bulgarların başındadır.
Dengizik’in ölümünden sonra İrnek’in ne kadar yaşadığını bilmiyoruz ama bu günlerde Bulgarların/Hunların başında onun bulunduğuna inanmamızı sağlayacak ihtimaller bulunuyor. Bu kadar uzun mesafeli bir seferi Bizans’ın verdiği rüşvetin büyüklüğüyle açıklayamayız. Bulgarların (yöneticilerinin) başka sebepleri de olmalıydı. Gotlar Hunları yenip kovalayan topluluktu ve ardarda alınan yenilgilerin acıları taze idi. Babasının yurdunu geri almakta İrnek de en az Dengizik kadar istekliydi ama başaramamışlardı. Şimdi bir intikam fırsatı doğduğunda, teklif Dengizik’i öldüren Bizans’tan bile gelse üzerinde düşünülürdü herhalde. Üstelik İrnek’in ağabeyini öldüren Bizans komutanı aslında bir Got kralının oğluydu.
Eğer 482 haberini bize Jordanes ulaştırsaydı, daha doğrusu Priskos o günleri görüp yazsaydı, biz bunun ayrıntılarını bilecektik. Ama konuya duyarlı kaynaklarımız çok kısa bilgi verirler. İoannes yardımın sonucunu falan açıklamaz. Sonucu Ennodius’tan öğreniyoruz. Kendi gençliğinde Gotların Bulgarlardan oluşan bir Bizans ordusunu yenişinden bahseder ki, aynı döneme denk gelir. Meydan savaşının yerini ise Cassiodorus verir: Beklendiği şekilde Orta Tuna boylarında, Srem yakınlarındadır.[29] Bu Bulgarların başında İrnek bulunduğunu söylemek zor; bulunsaydı herhalde bir şekilde tanış birisi olarak adı anılırdı, üstelik bu kısa haberlerde Buzan adında bir komutanlarından bahsediliyor. Ama altyapıda bir Hun siyasi iradesi, yukarıda da Hun soylu bir hükümdar aramamız mantıksız olmayacaktır.
Bulgarların durumuna geri dönersek, Kafkas düzlüklerinden çıkıp Orta Avrupa’ya gitmeleri, daha doğrusu bu yardım çağrısını almaları için yeterince güçte olmaları gerekiyor. Anlaşılan İrnek ilk Oğur sadmelerinden sonraki ricatın ardından durumu toparlamış, ardından kendisine yakışan şekilde büyük oynamaya başlamıştı. Akatzirler gibi, İrnek’i esas uğraştıran topluluğun Onoğurlar değil, birliğin diğer yarısı olan Sarağurlar olduğunu tahmin edebiliriz. Eski Türkçedeki Sarı Oğur kelimesini bugünkü anlayışımıza ‘Ak Oğur’ olarak tercüme etmeliyiz. ‘Ak’ sıfatı bildiğimiz bozkır adetlerine göre sayılarının daha az oluşunu göstermelidir. Gerçekten de en zinde olmaları gereken yeni geldiklerin günlerde bile çok fazla şeye karışmamışlar, Akatzirlerle ilk mücadeleler ve Güney Kafkaslara bir iki ziyaret dışında kaynaklara isimlerini yazdıracak bir önemde olduklarını gösterememişlerdir. Örneğin Jordanes onları hiç anmaz. Bir listede tek geçişleri Süryani Hatip Zekeriya’nın (Zakharias) eserinin sonuna eklenen bir zeyildedir; o da muhtemelen bir Orta Farsça çeviri üzerinden Süryaniceye aktarılmış olan Priskos’un eserine müracaatla 555 yılında hazırlanmıştır.[30] Bu zeyil şöyle der:
“Kendi dili olan ve Hunların[31] ülkesindeki Kaspi Kapıları’na doğru uzanıp bitişen Bazgon ülkesi.[32] Ve Kapılar’ın ardında kendi dilleri bulunan, kâfir ve barbar bir halk olan Bulgarlar vardır ve şehirlere maliktirler; ve Alanlar ve beş kentleri vardır; ve Dadu milletinin insanları, bunlar dağlarda yaşarlar ve kaleleri vardır. ‘wngwr, çadırlarda yaşayan bir halk, ‘wgor, sbr, bwrgr, kwrtrgr, ‘br, ksr, dyrmr, srwrgwr, b’grsyq, kwls, ‘bdl, ‘ftlyt; bu 13 halk çadırlarda oturur ve mallarının, balık ve yabani hayvanların etini yiyip, silahlarıyla yaşarlar.”[33]
Bu isimleri adet olduğu üzere şu şekilde açabiliriz: Onoğur, Ugor, Suvar, Bulgar, Kutrigur, Avar, Kasar, Dırmar (?), Sarurgur, Bagarsık, Kolis, Abdal, Eftalit. Eğer bu liste (en azından bir kısmı) Priskos’tan derlendi ise ki, Ugor, Onogur ve Saragurların üçünün de geçişi bu ihtimali güçlendiriyor, 460’ları takip eden dönemde Sarogurların rolü daha da azalıyor. Jordanes’in listesine girmeyişleri belki bu sebepledir.
Listedeki kavimlerin tam olarak hangi zaman aralığını temsil ettiklerini tespit çok güçtür. Eğer tamamının Priskos’tan alındığını bilseydik işimiz kolaydı. Zeyli yazan kimse cahil bir aktarıcı değil; Hunlara yönelik kendi dönemindeki misyonerlik faaliyetlerini falan aktarıyor. Dolayısıyla, başka kaynaklardan da kuzeyliler hakkında bilgi toplama imkânı var. En azından buradaki 13 kavim içinde Hun isminin geçmeyişi üzerinde dikkatle durmalıyız. Bu durum bilgideki bir güncellemeye işaret etmektedir, zira Jordanes’in işaret ettiği gibi 6. yy’la birlikte artık bozkır bölgesinde doğrudan Hun ismini taşıyan topluluk kalmamış ve onların bakiyeleri yeni isimler etrafında kenetlenmiş ve yükselmişlerdi. Bundan sadece Derbent’in kuzeyinde Hazar’a bağlı bir Hun beyliği olarak bir zaman varlığını sürdüren, sonraları Hun isimlerini büsbütün unutan, muhtemelen bugünkü Kumuk Türklerinin doğrudan ataları olan Dağıstan Hunlarını ayrı tutmamız gerekiyor. Hatip Zekeriya bundan bahsettiği gibi, başta Albanlar Tarihi olarak diğer kaynaklar da 8. yy ortalarına kadar onları anarlar. Bu arada Hun ve Kumuk kelimelerini bağlama çalışmalarına kulak vermek faydalı olabilir.
Ege Üniversitesi, TDAE, Bornova – İzmir. karatay.osman@gmail.com