Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Hun Konfederasyonunun Bölünmesi ve Yıkılması

0 15.349

Prof. Dr. Richard R. CRESPİGNY

1. Giriş[1]

Hun (Hsiung-nu) Devleti’nin Yapısı

M.Ö. üçüncü yüzyılın sonunda, yani Büyük Şan-yü Mete’den (ya da Maodun) sonra üç yüzyıldan fazla bir süre Hunlar Çin’in kuzeyindeki topraklara hakim olarak Orta Asya’da nüfuz peşinde koştu. Katkıda bulunan diğer bilim adamları bu devletin daha erken dönemine dair tarihini ve Eski Çin Han Hanedanı ile olan rekabetini ele aldıklarından, bu makale geç dönem Han Hanedanı zamanında, yani M.S. ilk iki asra denk gelen tarih diliminde Hunların düşüşe geçişini ve yıkılışını ele alacaktır.

Bu halk ve yöneticileri hakkındaki bilgilerin büyük bir bölümü düşmanca olmakla birlikte, Çin kaynaklarından gelmektedir. Hun dilinden sadece birkaç kelime kayıtlara geçmiştir. Eski Çince yoluyla günümüze ulaşan yabancı dilden çeviri yazılara çok az güven duyulabilir. Bir Çince isim olan “Hiung- nu” (Hun) tahminen yabancı bir dilin telafuzunu yansıtmaktadır; yine de tanımlamalarda daha sonraki asırlar boyunca Avrupa’ya acı çektiren son Hunlarla bir bağlantı kurulmamalıdır.

Hun yönetimi de diğer bozkır rejimleri gibi bir aile yönetimiydi. Otorite tamamen hükümdar ailesinin ve evlilik yoluyla akraba olmuş çok az sayıdaki klanın elindeydi. Devletin ismi hükümdar ailesinden gelmekteydi, bozkırdaki diğer klanlar ve kabileler ya güç kullanma tehdidiyle ya da idarecilerin Çin’in yerleşik toplumlarından ticaret ya da savaş yoluyla elde ettiği armağanlarla boyunduruk altında tutulmaktaydı.[2]

Lattimore’un 1940’ta ileri sürdüğü gibi, Hun Devleti’nin gelişmesi Çinlilerin Qin ve Han hanedanlarının iktidarlarını pekiştirdiği sınır bölgesindeki gerilimi yansıtmaktadır. Öte yandan, bozkır halkları kuzeyde Çin İmparatorluğu’nun genişlemesinin tehdidi altındayken, aynı zamanda kırsal bölgeler de Çin mallarının sunduğu zenginlik ve lüks imkanlarının uzağındaydılar. Hun tarihinin büyük bir kısmı Çin tecavüzlerine tepkilerle birlikte, Çin mallarını ticaret ya da savaş yoluyla elde etme arzusu olarak görülebilir. Çin imparatorları kendi hesaplarına, ticaret noktalarını kontrol etmek ve yine nispeten önemi haiz olmak şartıyla, sınırın her iki yanındaki halkları ayrı tutmayı garanti altına almak suretiyle kuzey bölgeleri üzerinde hakimiyet kurma peşindeydiler. Askeri savunma ve uyarının aşikar işlevinin yanı sıra, Qin ve eski Han’ın inşa ettiği Çin Seddi bu amaçlara yönelik mükemmel bir araçtı. Surların büyük bir bölümü daha sonraki Han tarafından askerden arındırılmış ancak, halkların ayrı tutulmasına ve ticaretin sınırlandırılmasına dair politikaya devam edilmiştir.

Hun hükümdarlarının en temel sorunu Çin’in zenginliklerini elde etmek ve bu yolla diğer bozkır halkları üzerindeki otoritelerini devam ettirmekti. Bu politikalarını düzenli ticaret, resmi hediyeleşme – sıklıkla da gizli haraç- aracılığıyla ya da gerçek savaş ya da savaş tehdidiyle devam ettirmekteydiler. Bu hükümdarların iktidarları büyük oranda Çin ile olan ilişkilerine bağlıydı, devlet yapıları ise hiç de karmaşık değildi. Bununla birlikte, imparatorluk ordularının ve yönetiminin ulaşamadığı yerlerdeki nüfusu ve bölgeleri kontrol altında tutan bu yabancı devletin varlığı Çinlilerin de lehineydi. Yine de, M.S. birinci yüzyılda, Hun liderleri arasındaki bölünme ve Han sarayındaki aşırı ihtiras bu dengeleri bozarak düzensizliğe ve parçalanmaya neden oldu.

2. Çin ile Çatışma ve Sınır Savaşları (M.S. 9-45)[3]

M.S. 9’da Wang Mang imparatorluk tahtına oturduğunda, Çin yönetimi ile Hunlar arasındaki ilişkiler her iki taraf için de tatmin edici boyutlardaydı. M.Ö. ikinci yüzyıldaki çatışmalar, İmparator Wu ve Huhanxie’nin (ya da Huhanye) saldırganlığı ve masraflı seferleriyle sonuçlandı. Şan-yü (M.Ö. 59¬31 yıllarında tahttaydı) düşmanı Çiçi’ye karşı Çin desteğine minnettardı. 43 yılında, barışı sürdürmek için muhteşem bir yemin töreni düzenledi, ve bu sükunet ölümünden sonra da 30 yıldan fazla devam etti. Düzenli olarak mal ve hediye değişimleri yapılmakta, Şan-yü zaman zaman imparatorluk sarayını ziyaret etmekte ve Hunların hükümdarlık sarayında bazı Çinli kadınlarla evlilikler gerçekleşmekteydi (bu evliliklerden en şöhretlisi ise Huhanxi Şan-yü ile Bayan Wang Zhaojun’un evliliği idi). Hun sarayında anne tarafından gelen nüfuz Çin yanlısı fraksiyona yardımcı olmaktaydı, ancak “barış ve aile bağları” diyebileceğimiz heqin sistemi, Hun hükümdarlık sarayı için çok değerli ama Hanlar için çok masraflı olan, Çinlilerin maddi katkılarına bağlıydı. Fakat, büyük bir anlaşma her zaman bir sınır savaşından daha ucuzdu.

Şan-yü sürekli olarak İmparatorluk sarayını ziyaret etmekte, Çinlilerse hiç iadei ziyarete gelmemekteydi rağmen, Hunlar bu ilişkiyi eşitler arasındaki bir ilişki olarak görmekte, Çinliler de bunlara hiçbir zaman resmen vasal muamalesinde bulunmamaktaydı. Ancak, Wang Mang’ın geleneksel kavramlara dayanan başka fikirleri vardı ve bunların şiddetle takipçisi oldu. M.S. 8. yüzyılda, henüz daha Han yönetiminin kontrolünü elindeyken, yeni bir Şan-yü olan, Nengzhiyasi’yi, M.Ö. 43 yılında imzalanmış bir mukaveleyi Dört Madde Anlaşması ile ikame etme konusunda ikna etti. Bu yeni anlaşma, müttefikler arasında sadece Çin’den değil, doğuda Wuhuan’dan, Vusun halkından ve Orta Asya’nın diğer halklarından olan hainler ve mültecilerin de geri dönüşünü sağlamaktaydı. Çok şahsi olmakla birlikte, Çin geleneklerinin bir tezahürü olarak, Nengzhiyasi ismini Zhi olarak değiştirmek konusunda anlaştı: Bunun için onun rüşvet aldığı söylenmekte ve Hun terimleri için de herhangi bir değişiklik yapıp yapmadığı tartışılmaktadır. Fakat şurası bir gerçek ki, bu kabul edilebilir bir uzlaşmanın işareti idi.

Ancak, ertesi yıl, Wang Mang kendi imparatorluk yönetimini ilan edince, meseleyi daha ileriye götürmek için baskıya başladı. Şan-yü’ye Xin hanedanının boyunduruğunda olduğuna dair bir tebliğ sunuldu ve protestolara rağmen Wang Mang herhangi bir değişiklik yapmadı. Ayrıca, daha önemlisi, Çinli yetkililer Wuhuan halkına yeni anlaşmaya göre Hunlar ile daha ileri düzeyde bir ilişki içine girmemeleri tavsiyesinde bulundular. Ancak Wuhuan, kuruluşunda Şan-yü Mete’nin (Mao-tun) ilk kurbanları olmuştu, fakat artık bağlılıklarının sona erdiği iddia edilmekteydi. Hun görevlileri vergi toplamak, tacirleri ise yıllık kürk pazarına katılmak üzere gittiklerinde Wuhuanlar onlara saldırarak katlettiler. Şan-yü Wuhuanların üzerine cezalandırma amaçlı bir sefer düzenleyince de, Çinliler üzerlerindeki hakimiyet haklarını kaybetmedikleri konusunda ısrar ettiler.

O güne kadar uzlaşmacı olan Şan-yü Zhi, devletinin otoritesi ve bağımsızlığının çok açık bir şekilde tehdit edilmesiyle, (M.S. 10 tarihinde), daha önce Hanların egemenliğinde olan Orta Asya’daki Turfan hükümdarlarını boyunduruk altına almayı kabul ederek anlaşmayı reddetti. Akabinde de bir grup Çinli isyancıyı ülkesine kabul etti. Wang Mang Şan-yü’yu iktidardan düşürmek üzere bir bildiri yayınladı, kendi kukla hükümdarını atadı ancak bununla da yetinmeyip saldırıya hazırlanmak için kuzeye bir ordu konuşlandırdı. Planlananlardan hiçbiri olmadı ancak uzun barış dönemi Hunların sınır boyunca gerçekleştirdiği bir dizi saldırı ile sona erdi.

Zhi 13 yılında öldü ve Wang Mang’ın koruması altındaki Xian tahta oturdu. Wang Mang’ın daha önceden Xian’ın oğlu Deng’i öldürtmüş olmasından dolayı başlangıçta ilişkileri bozuktu, ancak karşılıklı özür dilendi ve böylece Çin yanlısı fraksiyon, Xian’ın 18 yılında ölümüne kadar nüfuzunu muhafaza etti. Xian’ın halefi Yu, başlangıçta sempatizanları hakkında çelişkiler yaşamaktaydı: Çin yanlısı gruba güvenmemekle birlikte, Çin destekli bir barışın avantajlarını da kabullenmeye hazırdı. Ancak, Wang Mang pazarlığa isteksizdi, kıdemli bürokratlarının ve danışmanlarının karşı çıkmasına rağmen, bir kez daha kendi adayını kukla Şan-yü ilan etti. Başka bir ordu daha sınır bölgesinde boşuna masraf çıkarır hale gelirken, Şan-yü Yu artık Çin’in tescilli bir düşmanıydı.[4]

23 tarihinde Wang Mang’ın hükümeti yıkıldı ve kendisi de başkenti Changan’da öldürüldü. Wang Mang’ın yıkılmasında doğuda Kızıl Kaşların isyanı ve hemen güneyde eski imparatorluk klanı Liu’nun düzenli ordularının başkaldırısının biraraya gelmesi önemli bir etken oldu. Kuzeydeki durum aslında bununla doğrudan alakalı değildi ancak, kuzey sınırında büyük bir ordu tutmayı sürdürmek Wang Mangların isyancılarla başa çıkma gücünü olumsuz etkiledi. Çin uzun sürecek bir iç savaş dönemine girerken, Liu ailesinin rakip üyeleri, Yangzi’nin kuzeyindeki tüm bölge üzerinde iktidar olmayı düşleyenlerle ve Hunlar, savaşan taraflardan bazılarına destek vermek ve imparatorluğun kuzey kumandanlıklarına saldırmak suretiyle bu karmaşadan avantaj sağladı.

36 yılında, Liu Xiu gibi son dönem Han İmparatoru Guangwu da Çin içindeki son önemli muhalifini yok ettikten sonra, Sarı Irmak’ın Ordos kıvrımı boyunca ve Sanggan vadisinde doğuya doğru ciddi bir Hun saldırganlığı ile karşı karşıya kaldı. Şan-yü tarafından desteklenen bir iktidar heveslisi olan Lu Fang, yenilgiye uğratılarak 37’de ülkeden uzaklaştırıldı. Çin kontrolü güçlendirilerek daha iyi duruma getirilmeye çalışıldı, ancak alınan önlemler daha çok müdafaaya yönelikti, sedler ve takviye edilmiş yollar sadece Tienşan sıradağlarındaki dağ geçitlerini değil aynı zamanda Kuzey Çin ovasını da korumaktaydı. Daha güneyde ve daha batıda, Fen Nehri boyunca ve Wei hattına yönelik saldırılar Chang’an bölgesini korumak için de bir dizi seddin inşa edilmesini gerektirdi. 39’da Büyük Mareşal Wu Han komutayı almak üzere kuzeye gönderildi, ancak sonuç sadece Çin’in Yanmen, Dai ve Shanggu kumandanlıklarının terk edildiğini doğrulamak oldu. 44 yılında Wuyuan da kaybedildi, Hun saldırıları epey güneyde bulunan Shandang’ı hedef alırken, Chang’an’ı da batıdan tehdit etmeye başladı. 44/45 kışında, meşhur general Ma Yuan Hunlara saldırı teşebbüsünde bulundu, ancak ağır kayıplarla yenilgiye uğradı. Bir sonraki ani saldırısında ise Hunların, sınır savunmasını bir yerinden daha delerek Changshan’a saldırdı.

M.S. 40’lı yılların ortalarında, Şan-yü Yu, büyük atası Mete’nin (Mao-tun) toprakları ile mukayese edilebilecek kadar toprağın kontrolünü kazanırken, yeniden toparlanan Han hanedanı sınır boyunda Hunların gücüyle gerektiği gibi başedemeyeceğini gördü. Ancak, 46 yılında Yu’nun ölümünü son zamanlarda Çin’de yaşananlarla mukeyese edilebilecek kadar ciddi iç çatışmalar takip etti, çok kısa bir süre içerisinde güç dengesi tersine dönerek Hun Devleti bölünme ve yıkılma sürecine girdi.

3. İktidar Mücadeleleri ve Hun Devleti’nin Bölünmesi (M.S. 46-51)

Huhanxie Şan-yü, M.Ö. 31’de öldüğünde, geride halefinin kim olacağına dair bir açıklama bırakmıştı. Bu açıklamaya göre iktidar, bir sonraki nesile geçmeden önce en büyükten başlayarak sırasıyla en küçüğe doğru oğullara veriliyordu. M.S. 13 yılında Çin yanlısı grubun entrikaları bir dönme olan Xian lehine çalışarak Şan-yü Yu’nun es geçilmesine sebep olsa da, bu teamül büyük ölçüde takip edildi. Yaklaşık otuz yıllık bir saltanattan sonra iç karşıklıklarla boğuşan Çin İmparatorluğu’yla yapılan savaşlardaki ciddi başarıya rağmen, Yu kardeşlerinin iktidara gelme zincirini kendi oğulları lehine kırmaya teşebbüs etti. Onun isteğine uygun olarak en büyük oğlu Wudadihou tahta geçti, Wudadihou’nun ölümünden birkaç ay sonra ise genç kardeşi Punu tahta oturdu.

Ancak Punu’nun bir rakibi vardı. Kuzeni Bi, Şan-yü Zi’nin yaşayan en büyük oğluydu ve Wudadihou’nun tahta geçişi genel anlamda kabul görse de, büyük erkek çocuklarının tahta geçme geleneğini savunan Bi’yi destekleyen bir grup da vardı. Bi’nin kendisi de durumundan hoşnut değildi, Wuhuan’a karşı doğu cephesinde önemli sorumluluklar gerektiren bir mevkide olmasına rağmen, daha alt kademedeki görevlilerin sürekli olarak gözetiminde tutuluyordu ve giderek bu durumdan rahatsız olmaya başlıyordu.

Babaları Yu’nun uzun süren saltanatından sonra, Wudadihou ve hemen ardından Punu’nun kısa süreler içinde tahtı devretmeleri bir belirsizlik yarattı. Bu belirsizlik ülkedeki ağır bir kuraklık ve çekirgelerin yağmasıyla birleşince siyasi sorunlar daha da karmaşık hale geldi. Aynı zamanda, o güne kadar birçok hizmette bulunmuş olan Wuhuan başkaldırarak otlakların önemli bir bölümünü ele geçirdi, şüphesiz bu durum işgal edilen bölgelerden sorumlu olan Bi’yi sıkıntıya soktu. Kendi adına Punu, barış yapmak için Çin sarayına yaklaşmaktaydı. Karşılıklı elçi değişimlerinden sonra, Çin ajanları Prens Bi ile temasa geçtiler. Bi onlara üzerinde Hun topraklarının geleneksel bayındırlık işaretinin bulunduğu bir harita verdi. Bu olayı takip eden 47 yılında, Bi, Xihe kumandanlığı yöneticisini çağırarak Hun hükümeti içinde Han’ın destekçisi olarak hareket etme teklifinde bulundu.

Bu son derece tehlikeli ve ihanet sayılacak bir davranıştı ve Bi’yi denetleyen görevliler bunu Punu’nun sarayına rapor ettiler. Punu, beşinci ayda yapılacak olan Longcheng töreninde Bi’yi tutuklamak için planlar yaptı, fakat Bi tehlikenin farkına vararak kendisini korumaları için sayıları elli bini bulan adamlarını topladı. Bunun üzerine Punu ordularını onun üzerine yolladı, fakat sayıları yetersiz olduğundan geri dönmek zorunda kaldılar, Bi ise Ordosda bağımsız bir üs kurdu. 48/49 kışında ise Şan-yü unvanını aldı ve Çin için sınırı koruma görevini üstlenerek, kuzeye karşı bir tampon bölge gibi davrandı. Bi kendi unvanını büyükbabasının şerefine ve hem tahta geçme hakkının olduğuna hem de dostça ve müttefikane bir siyaset izleyeceğine atıfta bulunmak üzere Huhanxie Şan- yü’ya dönüştürdü.

Kuzey Hunlar, şimdi Wuhuan ve onların daha vahşi olan komşuları Siyenpi’nin doğudan saldırısına maruz kalmaktaydı. Siyenpiler Hanların cömertliği ile ödüllendirilmekteydi. Ancak, yine de hazine ve kabilelerin çoğu Punu’nun elindeydi ve Güney Şan-yü’nun durumu hâlâ tehlikedeydi. Bi çaresizlik içinde Hanlarla resmen bir ittifak kurmaya ihtiyaç duymaktaydı ve 50 yılının baharında bunu elde etti. Sükunet büyük bir itibar kaybı pahasına geldi: İki ülke arasındaki ilişkilerde bir Şan-yü ilk kez Çin usulü boyun eğiyordu ve birkaç ay içinde devleti Çin kontrolüne sokmak için gerekli düzenlemeler yapıldı. Bi’nin karargahı Wuyuan sınırından batı Ordos’taki Meiji şehrine taşındı, yönetimini denetlemek için bir casus görevlendirilirken, Şan-yü’nun oğullarından biri yeni Han başkenti Luoyang’da rehin tutuldu. Ancak, bir daha ne Çin usulü boyun eğme istendi ne de haraç için ziyaretler yapıldı. Çin’den hediyeler geldi, düzenli olarak karşılıklı nezaket içinde ittifak devam etti.

İmparatorluk bütçesinin önemli kısmına denk gelen Çin yardımları Güney Hunlar için birinci Huhanxie için olduğundan çok daha büyük bir değere sahiptir. Tampon devlet ve onun orduları Çin ordularının önemli sayılabilecek bir desteği olmaksızın sınırın büyük çoğunluğunu korumaktaydılar. Ancak, bu sistemin iki büyük dezavantajı bulunmaktaydı. Birincisi, Güney rejimi ile yapılan bu ittifak Kuzey Hunlar ile iyi ilişkiler kurmayı güçleştirmekteydi. Bu yüzden Guangwu’nun hükümetine barış arayışı için bir elçi gönderen Punu’nun teklifini, sırf Güneylilerin güvenini sürdürmek için reddetmek zorunda kamışlardı. İkinci olarak, Çinli olmayanların Ordos’a yerleşimi, askeri belirsizliklerin olduğu döneme denk gelince yerleşimciler sınırdan geri çekildiler. M.S. 2 yılında yapılan kayıtlı bir nüfus sayımına göre kuzey kumandanlıklarında aşağı yukarı 3 milyon Çinli nüfus bulunmaktaydı, ancak ikinci yüzyılın ortalarında yani birkaç yüzyıllık Güney Hun Devleti yönetiminden sonra, bölgenin Çinli nüfusu yarım milyonu bile bulunmuyordu. Neticede, hükümetleri kuzeyde kontrolü resmen sağlamış olsa da, Çinlilerin o bölgedeki varlığı Hun kabileleri tarafından gölgelenmekte ve tarım köylülüğü geleneği ile kolonizasyon yitirilmekteydi.

Buna ilaveten, Çinlilerin sivil alandaki zayıflığı askeri yapıya da yansıdı. Gansu koridoru ve Juyan (Edsin-Gol) uzantısındaki Çin Seddi var olmaya devam etti, fakat bugünkü Lanzhou’nun kuzeyinden yani Ordos civarından ve doğudan denize kadar olan bölgedeki sınırın büyük kısmı hizmet dışı kaldı, çünkü böylesine ileri bir savunma hattını destekleyecek bir sivil nüfus bulunmamaktaydı. Hanlar bölgeyi kontrol etmekteydi ve Hun Devleti de vergiye bağladıkları bir devletti, fakat Çin’in kuzey bölümünün büyük kısmı Çinli olmayan çobanlar tarafından işgal edildi.

4. Kuzey Hun Devleti’nin Yıkılışı (M.S. 51-92)

İhanet döneminde, Güney Shanyusu Bi sadece sekiz kabilenin ve tahminen 100.000 insanın desteğini alabilmişti, Kuzey kuvvetleri ise çok daha güçlüydü. Güney Hun Devleti Çin’in savunması açısından değerliydi, fakat Kuzey Devleti’nin bir sonraki nesli bozkırlara hakim olabilirdi. Henüz 60’lı yılların başlarında yani Guangwu’nun oğlu Han İmparatoru Ming döneminde, Kuzeyliler hala barış unsuruydular ama Çin topraklarına saldıracak kadar da güçlenmişlerdi. Barış konusunda daha büyük endişeler taşıyan Güney Hun Devleti’nden bazı gruplar da Çin’in niyetlerinden şüphe duymaktaydılar ve eski dostları ile temasa geçmenin yollarını aramaya koyuldular.

Bu yüzden, 65 yılında, hem sınırı korumak hem de Kuzey ve Güney Hun Devletleri arasındaki muhtemel temasları engellemek için General Liao ofisini Wuyuan’da Huhot yakınlarında kurdu.[5] Herhangi bir barış yapılmadığından, Kuzey Hunlar bugünkü Sincan bölgesinde bulunan, Orta Asya vaha devletlerindeki Çin çıkarlarına tecavüze başladı, Kansu koridoruna yapılan saldırılar o kadar şiddetliydi ki Çin şehirleri gündüzleri bile kapılarını kapalı tutuyorlardı. 73 yılında, İmparator Ming, büyük bir orduyu sefere yolladı, Wuhuan, Sien-gi ve Qiang gibi yerel kumandanlıkların yardımcı güçleri yanında Liao komutasındaki düzenli ordular Güney Şan-yü’nun güçleriyle birleşti. Ancak kesin bir sonuç alınamadı ve askeri durum büyük oranda aynı kaldı. Takip eden on yıl boyunca da bu seferle kıyaslanabilecek bir çaba sarfedilmedi.

Ancak, aynı dönemlerde, bir dizi kuraklık ve bölgeye mahsus büyük çekirgelerin talanı Kuzey’i bitap düşürürken, Çinlilerin desteği ve teşvikiyle Wuhuan ve Sien-gi Kuzey Hunların doğu kanadına baskıya başladılar. Hem doğal sorunlar hem de düşman baskısı altında kalınmasının ve muhtemelen de iç çatışmaların bir neticesi olarak 83 ve 85 yıllarında Kuzeylilerin iki büyük grubu teslim oldu. Tam da bu sırada yani 84 yılında Han sarayı Wuwei kumandanlığındaki sınır üzerinden ticaret yapılması önerisini onayladı. Ancak, Kuzey’in kervanlarına saldıran ve Çin hükümetini bu saldırıları durdurmaya zorlayan Güney Hunlarının kıskançlığı yüzünden bu anlaşmanın uygulanmasına son verildi.

Güney Şan-yü’su Bi’nin 56 yılında ölümünden sonra, bu görev kendi talebine dayanılarak kardeşlik bağı üzerinden verildi, ancak birkaç grubun, iktidarın transferi konusunda anlaşması üzerine iktidara gelen Bi’nin oğlu Şan-yü Zhang uzun saltanatı döneminde devletin gücünü daha da pekiştirdi. Kuzey’de ise Punu’nun hemen sonraki halefine dair bir kayıt bulunmamaktadır, ancak 87 yılında gerçekleştirilen büyük bir saldırıda Sien-gi Youliu Şan-yü’yu yakalayarak öldürmüş ve derisini yüzdürmüştür. Bu askeri felaket, iri çekirgelerin istilasıyla birleşince Kuzey Hun Devleti büyük bir karmaşanın içine düştü. Büyük miktarda nüfus Çin’in koruması altına girebilmek için güneye geldi, yeni Kuzey Şan-yü’su bozkır boyunca geri çekilirken, ayrılıkçı bir asil grubu ona karşı muhalefete geçti. Bu temelde, Güney Şan-yü’sü Çin’e yazdığı mektupla bir fetih seferi önerdi.

Han İmparatoru Zhang’ın yerine, 88 yılında, on yaşındaki oğlu İmparator He’inin geçmesiyle hükümet İmparatoriçe Dowager Dou ve erkek kardeşi Dou Xian’ın kontrolüne girdi. Köken olarak kuzeybatıdan olan Dou, imparatorluk ailesine nesiller boyu süren iç evlilikler yoluyla katılmıştı. Hem bölgesel geçmişlerinden hem de saraydaki konumlarından dolayı sürekli savaş yoluyla merkezi otoritenin genişletilmesine teşvik edildiler. Bu nedenle, imparatorluk aristokrasisi, bürokrasiyi elinde bulunduran ve abartılı itibardan ziyade barış isteyen taşra asilleri ile çatışma halindeydi. Buna ilaveten, Dou Xian başkentte bir skandala karıştı, hem o hem de kızkardeşi Dowager bu skandaldan kaynaklanan sıkıntılarını bir askeri zaferin örtüsü altına gizlemenin yolunu aramaktaydılar. Muhafazakar danışmanların güçlü muhalefetine rağmen, İmparatoriçe Dou sefer için bir ordunun yola çıkması emrini verdi.

89 yılı yazında, Kuzey İmparatorluk Ordusu’nun profesyonel alayları, General Liao’nun garnizon birlikleri, yerel askerleri ve Çinli olmayan yardımcı kuvvetler ile Güney Hunların ana ordusundan oluşan Çin orduları üç ana koldan ilerledi. Çok küçük bir direnişle karşılaşan Çinliler bugünkü Dış Moğolistan’da bulunan Zhuoye Dağı’na kadar ilerlediler. Büyük bir tabur, daha sonra, kuzeybatıya hareket etti ve seferin ana savaşında Kuzey Şan-yü’sunu Jiluo Dağı’nda mağlup ederek, onu Altay sıradağları boyunca batıya doğru takip ettiler. Söylendiğine göre, Çinliler bir milyon baş at, sığır, koyun ve deve ele geçirdiler. On üç binden fazla düşman öldürdüler ve iki yüz binden fazla düşmanı da esir aldılar.

Bu sıralarda, Dou Xian ordularının asıl kısmını bugünkü Ulan Bator’un batısında bulunan Yanran Dağı’na doğru bir zafer alayı gibi harekete geçirdi. Burada, tarihçi Ban Gu tarafından yazılan ve bu başarının bir zamanlar Mete’nin (Mao-tun) elinde olan bütün toprakların Çinlilerin eline nasıl geçtiğini ve Hunların kutsal Longcheng şehrini nasıl yıktıklarını anlatan bir kitabe diktirdi.

Daha sonra, Dou Xian ordularını geri çekti ve Kuzey Şan-yü’su barış görüşmelerinin yolunu aramaya başladı. Ancak, Güney Şan-yü’su Tuntuhe rakiplerini tamamen yoketme konusunda istekliydi, 90 yılı başında hâlâ elçiler gidip gelirken, bir saldırı başlatarak Kuzeyli hükümdarın geriye kalan üssünü yerle bir etti. Onun hükümdarlık mührünü, hazinesini, karılarını, kızlarını ele geçirerek onu yeniden batıya doğru kaçmaya mecbur ettiler. Dou Xian’a Kuzey hükümdarının artık çok zayıf olduğu ve onunla görüşülecek herhangi bir noktanın kalmadığı rapor edildi, takip eden yıl ise nihai bir saldırıda yenilgiye uğratılan Şan-yü, hükümdarlıktan uzaklaştırıldı. Kendisinden bir daha da haber alınamadı.

Eski Şan-yü’nun kardeşi Yuchujian liderliğinde, başkenti Barköl Tagh’daki Yiwu’da olmak ve Güney sarayında olduğu gibi bir gözlemci bulundurmak suretiyle, bir kukla devlet olarak, Kuzey rejiminin yeniden ihya edilmesine yönelik kısa bir teşebbüste bulunuldu. Ancak bu plana Güney Şan- yü ve öncelikle onun taleplerini destekleyen Çinli danışmanlar acımasızca karşı çıktı. Başlangıçta Dou

Xian kendi bildiği doğrultuda ülkeyi yönetiyordu, fakat 92 yılında genç İmparator He Dou ailesini saf dışı bırakmak ve iktidarı ele geçirmek için bir darbe yaptı. Bu darbeyi takip eden belirsizlik sırasında, Yuchujian özgürlüğünü kazanmaya teşebbüs etti, ancak aynı yılın sonbaharında, Çinli General Ren Shang’a teslim olmak zorunda kaldı ve esarete dönüş yolunda öldürüldü. Kuzey devletinin varisleri de onunla birlikte yok oldu. Eski Şan-yü’nun bazı çocukları daha önceden yakalanmış olmalarına rağmen, bunlar hakkında bir daha bilgi alınamadı.

5. Güney Hun Devleti’nin Çöküşü (M.S. 92-150)

Dou Wu’nun zaferi, Güney Şan-yü’sunu Hun halkı üzerinde otorite hakkı iddia edecek tek lider olarak bırakmasına rağmen, elli yıllık husumet ve savaş geride kolay kolay üstesinden gelinemeyecek büyük acılar ve itimatsızlıklar bıraktığından ve Güney sarayı ve halkının birleşik bir devlet için yeni düzenlemeler yapmaya ne isteği ne de mecali kalmadığından böyle bir birlik sağlanamadı. Zaferin akabinde gerilim arttı ve iç çekişmeler bütün siyasi yapıda uzun dönemli zaafiyetlere yol açtı.

Şan-yü Tuntuhe’nin 93 yılında ölümüyle, sorunlar su yüzüne çıktı. Tuntuhe’nin resmi halefi Anguo, üstün yetenekleri olan bir kişilik değildi ve savaşta büyük bir üne kavuşan kuzeni Shizi’nin gölgesinde kalıyordu. Güneyli sadık halkın hayran olduğu Shizi, tahmin edilebileceği gibi Kuzey halkı tarafından sevilmemekteydi, doğal olarak Anguo onun bu popülaritesini kıskanmaktaydı. İlan edilmiş barışa rağmen, Shizi ve destekçileri Kuzey mültecilerini yağmalamaya devam edince, destek kazanmak isteyen Anguo eski düşmanlarının safında yer alarak Shizi’ye karşı planlar hazırladı. 94 yılında Çin casusu ve Genaral Liao saraya bir mektup yazarak sadakat istedi, akabinde de bir saldırıda bulunuldu. Anguo öldürüldü ve Shizi Şan-yü olarak onun yerini aldı, tahmin edileceği gibi Kuzeylileri de korku sardı.

Shizi’nin tahta geçmesinden hemen sonra, Kuzeylilerin bir isyanı patlak verdi, bu ayaklanma Çin kuvvetleri tarafından bastırılsa da, ayrılıkçılar kopmanın yolunu aramaya başladılar. Fenghou, Güney hükümdarlık ailesinin bir prensi olmasına rağmen ayrılıkçıların liderliğini kabul etti ve 200.000 insan Çinli yerleşimini yerle bir ederek sınırın ötesinde bağımsız olmaya çalıştılar. Ancak Çin ordusu tarafından takip edilince, donmuş olan Sarı Irmak’ı geçerek kaçtılar ve 95 baharında bu takip sona erdi.

Fenghou Çinlilerin ulaşamayacağı bir yerdeyken, firar ederek daha ileri teşebbüslerde bulunuldu ve bunu kararsız bir savaş dönemi takip etti. Ancak, Fenghou ve takipçileri, Mançurya sınır bölgesindeki tepelerde bulunan memleketlerini terkederek Moğolistan’a gelen Sien-gi gruplarının artan baskısı altındaydılar. Bunlar başlangıçta Çin sınırından ziyade açık bozkırlardan endişe duymaktaydılar, ancak bunların Hunlar üzerindeki etkisi gerçekten bahse değer nitelikte oldu; 104 ve 105 yılında o sıralar Dunhuang’da üslenmiş olan Fenghou, Han sarayı ile yakınlaşmanın yollarını aramaktaydı. Onun bu girişimi görmezden gelinmesiyle Fenghou kuzeybatıya doğru daha da ilerilere çekilmek zorunda kaldı. Ancak onun karşılaştığı zorluklar bir şeye açıklık getirmektedir ki, o da Hunların eski anavatanlarının büyük bölümünün artık Sien-giler lehine kaybedilmiş olduğudur.

Öte yandan, Çin içinde 107’den itibaren büyük bir Qiang isyanı kuzeybatıyı, bugünkü Kansuyu, harabeye çevirerek, Orta Asya ile iletişimin kesilmesine yol açtı ve Wei vadisine tehdit oluşturmaya başladı. 109 yılında, Güney Şan-yü’su efendilerinin zayıflığını fırsat bilen adamlar tarafından isyan başlatma konusunda ikna edildi, fakat müteakip yıl içinde sıkıntı sona erdi. Qiang savaşının ileriki aşamalarında Hun Devleti bir kez daha imparatorluk ordusuna yardımcı oldu. Buna ilaveten, 118 yılında, son Qiang direnişi de bastırılınca vaktiyle ihanet etmiş olan Fenghou ordularından geride kalanları getirerek Shuofang sınırında teslim etti.

Görünüşe göre, durum yeniden eski haline dönmüştü ama iki büyük farkla. Birincisi, eskiden Hunların elinde bulunan bozkırlara hakim olan Sien-gi’nin nüfuzu çok genişlemişti: Fenghou’nun teslim olmayan takipçileri de kendilerini artık Hun olarak değil Sien-gi olarak kabul etmekteydiler. İkincisi, sınırların ötesinde İmparatorluğun durumu Qiang başkaldırısı yüzünden büyük ölçüde zayıflamıştı ve artık Güney Hun Devleti’ne sadakat diye bir şey kalmamıştı. 120’li yılların başında, Sien-gi savaş lideri Qizhijian sınırlara yönelik baskılarını yeniden başlatınca, Hunların bazıları ittifak desteği için sürekli yapılan taleplere kızarak ve 124 yılında önemli ama son derece kısa ömürlü bir başkaldırıda bulundular. Kuzeyde çok kısıtlı sayıda Han Çinlisinin olduğu düşünülecek olursa Hun ve Wuhuan yardımcı kuvvetlerinin Çin topraklarının savunmasında oynadığı rolün önemi daha iyi anlaşılmış olur. Şunu da belirtmek gerekir ki cezalandırma amaçlı seferlerin hemen hemen tamamı Çinli olmayan ordulardan oluşmaktaydı. Kuzey sınırında Han kontrolü büyük ölçüde bir pazarlık ve diplomasi meselesi haline geldi ve barbar gruplardan birini alt edebilmek için diğer bir grupla anlaşıldı.

Qizhijian’ın 130’ların ortasında ölümünden sonra Sien-gi saldırıları kesildi, ancak 140 yılı yazında Güney Hun Devleti’ne karşı bir ayaklanma patlak verdi. İlk etapta, isyana sadece birkaç bin kişi katılmıştı, isyancılar Çinlilerin mevzilerine saldırınca geniş bir destek kazandılar. Savaş meydanında mağlup edilmelerine rağmen kırsal bölgede yağmalamalar yapacak kadar güçlerini korudular. Qiang’ın yeniden isyanı imparatorluk hükümeti üzerindeki baskıları ağırlaştırdı ve hükümet temsilcisi Chen Gui, halkının kontrolünü sağlamakta başarısız olan Şan-yü Xiuli’yi azarlayınca durum daha da kötüleşti. Çinlilerin talepleri ve kendi otoritesinin yetersizliği arasında baskı altında kalan Şan- yü intihar etti. Kargaşa yayılınca, isyancı lider Wusi kendi arkadaşı Cheniu’yu Şan-yü ilan etti ve ayrılıkçılar doğuda Wuhuan ile ve güneydoğuda Qiang ile ittifak kurmanın yollarını aradılar.

Başarısız siyasetinden dolayı Chen Gui cezalandırıldı, ancak zarar çok büyüktü, Güney Hun sarayının itibarı için büyük ölçüde uzlaşma sağlandı ve hükümdarlık sarayı ile hiçbir bağlantısı olmayan yeni liderlerin büyük bir popülariteye sahip oldukları ispatlanmış oldu. Sonbaharın sonuna doğru, Hun isyancıları güneye, Wei vadisine doğru yöneldi, yerel Çinli yönetimleri mağlup ederek kumandanlarını öldürdüler isyancıların başarısı Shang, Xihe, Beidi, Anding ve Shuofang kumandanlıklarının geri çekilmesini emreden imparatorluk bildirisi ile doğrulanmış oldu. Sonuçta; Wei vadisinin kuzeyinde Ordos bölgesinin tamamı terk edildi, sadece Wuyuan ileri karakolu korundu. Cheniu kışın yakalandı, fakat Wusi, 143 yılında Çinli ajanların suikastine uğrayıncaya kadar gücünü korudu. Wusi’nin kellesi bir zafer alayı eşliğinde başkente getirildi, ancak eski kumandanlıklar bir daha yeniden oluşturulamadı.

Hanedan ailesinden bir prens olan ve imparatorluk başkentinde ikamet eden Touluchu, Han hükümeti tarafından, her türlü tören, nişan, şan ve şeref verilerek Şan-yü olarak atandı. O ve halefi Jucheer, Çin himayesi altındaki bu mevkide otuz yıldan fazla bir süre kaldı. İktidarlarına sıkıntı verecek hiçbir rakipleri yoktu ve Çin otoritesine meydan okuyan bir unsur da bulunmamaktaydı. Ama, öte yandan, devletlerinin gerçek bir devlet olup olmadığı tartışılageldi. Kabul görmüş olmaları kabileler tarafından tasvip edildikleri anlamına gelmiyordu, daha ziyade bu büyük ölçüde hoşlanılmayan otoriteye ilgi duyulmamasından kaynaklanıyordu.

Değişen duruma, 140’larda yaşanan isyanlar sırasında nispeten küçük orduların bu isyanlarla uğraşması örnek olarak gösterilebilir: Dou Xian zamanında Güney Şan-yü elli bin savaşçı toplayabilmekteydi; elli yıl sonra, savaş alanlarındaki asker sayısı her iki tarafta da on binden az olmakla birlikte, bunun temel sebebi, şanssız Şan-yü Xiuli’nin çaresizliğinden ve komutasındaki gerçekten çok az sayıdaki askerle otoritesini tanımayan isyancılarla başa çıkmaya çalışmasından kaynaklanmaktaydı.

Böylece, kuzeydeki durum değişti. Bozkırlardaki Kuzey Hunların isimlerini Sien-gi olarak değiştirdiğinden bahsetmiştik, muhtemelen diğerleri de Güney Devleti’ne göç edip sınırı geçerek onlara katılmışlardır. Pek çok kabile geride kalmış olmasına rağmen Ordos bölgesinde bile insanlar, Şan-yü onun görevlileri ya da kendilerini kontrol altında tutan Çinli yetkililer konusunda pek kapalı değillerdi. Yeri geldiğinde askere alınıyorlardı, ancak genelde babalarının sadık olduğu devletin siyaseti kendilerine çok az dokunmaktaydı. Elli yıl sonra, kuzeyin işgali ile birlikte, Şan-yü’nun otoritesi de iyice zayıfladı.

6. Güney Hun Devleti’nin Sonu (M.S. 150-216)

Wusi isyanının sona erdirilmesini on yıllık bir barış dönemi takip etti. 150’li yılların ortalarında değişik isyan girişimleri Çin Generalleri Zhang Huan ile Huangfu Gui’nin askeri ve diplomatik yetenekleri sayesinde kontrol altına alındı. 166 yılında, Şan-yü Jucheer kısa bir süre için Sien-gi ve ayrılıkçı Wuhuan ve Qiang ile ittifak yaptı, ancak kısa süre içinde eski bağlılığına geri döndü. Çin sarayı sadakatsizliğinden dolayı onu görevinden almayı düşünmesine rağmen görevinde kalmasında karar kıldı. Bu sorunun ortaya çıkması bile, Şan-yü’nun efendilerinin onayına ne kadar bağımlı olduğunu göstermektedir. Jucheer’in 172 yılında ölümünden sonra oğlu ve halefinin isminin kayıtlara geçmemiş olması ilginçtir.

Bu sıralarda, Sien-gi, 160’lardan bu yana sınır boyunca saldırılarda bulunan isyancıların elebaşı Tanshihuai liderliğinde birleşti. Tanshihuai 166’daki başkaldırının da kışkırtıcısıydı ve 170’lerin başında yasadışı hükümdarlığını ilan ederek, topraklarını kuzey stepları üzerinde genişletti.[6] Çin savunmasının yetersiz olduğunun ortaya çıktığı yirmi yıl süren gerilimden sonra, 177 yılında, İmparator Ling’in sarayı büyük bir cezalandırma seferini onayladı, bu sefere Hun süvarileri de bir bölük halinde katıldı. Bozkırların çok içlerine giren ordu öylesine feci şekilde mağlup edildi ki, askerlerin dörtte üçünün evine dönemediği söylenmektedir.

Bu Çin ordusunun, yüz yılı aşkın bir süredir ilk kez doğrudan mağlup oluşuydu ve Çin’in itibarı üzerindeki etkisi kritikti. Aynı zamanda, Sien-gi Devleti’nin zaferi Hun rejiminin varlığının artık anlam taşımadığına işaret etmekteydi ve Çin’in küçük müttefiki olarak Şan-yü’nun başarısızlığını ispatlamaktaydı. 177 yılından sonra birkaç yıl içinde merkezi otoritenin son izleri de silindi. Bu devletin yerini, en kayda değer olanı 150’li yıllardan beri bilinen ve o tarihlerden itibaren liderlik rolü oynayan Xiuchuge grubu olmak üzere, iktidar arzusunda olan değişik klanlar aldı.

187’de Wuhuanlar arasında bir isyan patlak verdi ve Çin hükümeti çok az bir askerle de olsa bir kez daha Hunlara karşı savaşa çağrıldı. Sonraki yıl, Xiuchuge bir ayaklanmaya ve isyana liderlik etti, Şan-yü Qiangqu’yu öldürerek onun haleflerine taht yolunu kapattı. Qiangqu’nun oğlu Yufuluo Çin sarayına kaçarak yardım istedi, fakat tam da bu sırada 189 yılında İmparator Ling ölmesiyle Hanların kendileri de bir iç savaş kaosuna düştü. Kendi başına kalan ve memleketine sokulmayan Yufuluo yönettiği bir çete grubu ile öldüğü 195 yılına kadar tehlikeli varlığını sürdürdü, ölümünden sonra ise taleplerini kardeşi Huchuquan sahiplendi. Xiuchuge grubu bugünkü Şansı eyaletinin dağlık bölgesinde faaliyet göstermekteydi, fakat zaman içinde batıya yöneldiler ve 214 yılında artan gücüyle dikkat çeken Çin savaşçısı Cao Cao’ya teslim oldular.

Bu sırada, Hun Devleti büyük ölçüde parçalanmıştı, iktidar hakkı iddiasında olan Şan-yü ve rakipleri daha önce bağlılıklarını sunan kabileler ve klanlar için çok az anlam ifade etmekteydi. 216 yılında, Cao Cao, beş bölüğünün başına sözde otorite olarak elebaşlarından Qubi’yi getirdiği yeni bir resmi iktidar yapısı kurdu. Ancak Sarı Irmak’ın kuzey yakası ve eski Han sınır bölgesinden kalan kısmın çoğu Sien-gi’ye bırakılırken, Ordos’un güneyi boyunca uzanan topraklar dar bir şeritten daha küçüktü. Güney Şan-yüların sonuncusu Huchuquan, ölünceye kadar Cao Cao’nun sarayında tutuldu. Yerine de hiçbir halef atanmadı.

Yaklaşık bir yüzyıl sonra, dördüncü yüzyılın başında, Yufuluo’nun oğlu Bao’nun oğlu olan Hun lideri Liu Yuan, Han isminde kısa süre yaşayan bir devlet kurdu ve 311 yılında Çin Jin hanedanından Luoyang’ı yakaladı. Onun bu başarısı Çin’in bölünmesinin ve kuzeyde “barbar” hanedanlar döneminin başlamasının da işareti oldu. Ancak bunlar gelecek döneme ait olduğundan, biz sadece Han hanedanı 220 yılında resmen sona erdiğinde, bir zamanlar bütün kuzey bozkırlarına hükmeden Hun İmparatorluğu’nun, kuzey Çin tepelerinde birkaç yerleşim bölgesinde yaşayan küçük bir halk seviyesine düştüğünü belirtmekle yetiniyoruz.

7. Sonuç

Hun Devleti’nin ilk iki yüzyıl içerisinde bölünerek, düşüşe geçmesi ve çöküşü göçebe rejiminin ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Esasında bir aile meselesi olan liderlik meselesi Çin İmparatorluğu’nun yarattığı tehditlere ve sunduğu fırsatlara verilen cevaplarla ortaya çıkmaktadır. Fakat bu bir devlet yapılanması için çok yetersizdir, genelde çöküntü halefin belirlenmesi problemiyle gelmekte ve bu güç ve koordinasyonun yıkılması için yeterli olmaktadır. Kuzey ve Güney arasında 40’lardaki ölümcül bölünme, bir Şan-yü’nun iktidar taliplileri ya da rakipleriyle karşı karşıya geldiği pek çok durumdan sadece biridir.

Netice olarak, devletin yöneticileri ile kontrol arayan halkları ayırt etmeliyiz. İkinci yüzyılın başlarında, liderlikleri zayıflamaya başladığında, Hun Devleti’nin eski tebası tabiyetlerini değiştirip, yükselen yeni bir güç olan Sien-gi’nin ismini benimsemekteydiler. Karışıklıklar ve yıkıma rağmen Hun Devleti’nin çöküşü bir siyasi meseledir: Bir klan başarısız olunca bozkırlardaki bir başka grup yerini alsın diye oradan uzaklaştırıldı. Başlangıçta pek hesaplanmasa da daha sonraları sınır boyunda Çin ile karşı karşıya gelmek üzere diğer bir savaşçı asil grup üreten bir yapı söz konusu oldu. Bütün bu değişimin yanında, her şeye rağmen, bozkır halklarının çoğu, göçebe çobanlıkları, kendi aralarında ve komşularıyla yaptıkları ticaretleri, kafası kızgın savaşçıların zaman zaman düzenlediği yağma partileriyle aynen eskiden olduğu gibi yaşamayı sürdürmekteydiler.

Prof. Dr. Richard R. CRESPİGNY

Avustralya Milli Üniversitesi Asya Çalışmaları Fakültesi / Avustralya

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 749-757


Dipnotlar : 
[1] Bu makale temel olarak Rafe de Crespigny’nin, “Northern Frontier: the Policies and Strategy of the Later Han Empire, Australian National University Faculty of Asian Studies Monographs, New Series No. 4, Canberra 1984” eserine dayanmaktadır. Konuyla ilgili önemli genel çalışmalar şunlardır: “Owen Lattimore, Inner Asian Frontiers of China, The American Geographical Society of New York, second edition 1951, Ying-shih Yu, Trade and Expansion in Han China: a Study in the Structure of Sino-barbarian Economic Relations, University of California Press 1967 (güçlü bir şekilde Çin bakış açısından yorumlanmıştır), and Sechin Jagchid and Van Jay Symons, Peace, War and Trade along the Great Wall: Nomadic-Chinese interaction through two millennia, Indiana University Press 1989 (Moğol ve Çinli bilim adamlarının görüşlerini yansıtır). The Cambridge History of China: C. 1, The Ch’in and Han empires 221 B. C.-A. D. 220, Cambridge University Press 1986, gibi eserlerden de faydalanılmıştır. Ayrıca pek çok değerli referansı içermekle birlikte, Hun devletlerinin son yıllarına dair çok az detaya yer vermektedir. Şüphesiz, Çince ve diğer dillerde çok miktarda malzeme bulunmaktadır: Bunlara yukarıda değinilen Batı dillerindeki çalışmaların bibliografyasından ulaşılabilir.
[2] Bu iktidarın kaynağı yapısı en iyi şekilde Jagchid and Symons (1989), 24-37 tarafından tasvir edilmektedir.
[3] Hans Bielenstein, The Restoration of the Han Dynasty: C. III; the People, in Bulletin of the Museum of Far Eastern Antiquities No. 39, Stockholm 1967, 85-152, bu eser Hunların Wang Mang ve daha sonra da geç dönem Han İmparatoru Guangwu ile ilişkilerinin tarihinin ayrıntılı bir dökümünü içerir. Onun Wang Mang siyaseti hakkındaki görüşleri benim görüşlerimden daha çok beğenilmektedir.
[4] Wang Mang siyasetinin kendi generallerinden biri tarafından yapılan eleştirisi için bakınız Jagchid and Symons (1989), 52-54.
[5] Mançurya’da bulunan Liao nehri Ordos’tan çok uzaktadır, ancak son dönem Hanlar zamanında bu isimdeki komutanın sorumluluğu kuzey sınırına yoğunlaşmıştı, kendi unvanının çağrıştırdığı bölgeye değil.
[6] Tanshihuai İmparatorluk hakkında bakınız K.H.J. Gardiner ve R.R.C. de Crespigny, “T’an- shih-huai and the Hsien-pi Tribes of the Second Century AD,” in Papers on Far Eastern History 15 (Canberra 1977), 1-44, ve de Crespigny, Northern Frontier, 329-345.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.