Avrasya tarihinin kaynak yokluğundan dolayı tatminkar şekilde çözülemeyen sorunları sadece bozkırın Asya kesimiyle ilgili değildir. Doğu Avrupa’nın Erken Ortaçağı da böyle bilinmezlerle doludur. Bugünü doğrudan ilgilendiren bu tür sorunlardan biri ve belki en önemlisi, yazılı kaynak denince akla gelen Bizans ve Roma’nın yanıbaşında ve içinde bulunan ve de yazı kültürünün hakim bulunduğu Akdeniz dünyasının parçası olan bir bölgeye, Balkanlar’a yapılan Sırp ve Hırvat göçleri ve uzun bir süreçte Batı Balkan halklarının belli toplumsal odaklanmalar etrafında billurlaşarak bugünkü aynı adlı Güney Slav uluslarını oluşturması sürecidir. Kaynaklar Balkanlar’a Slav göçleri ile bu göçte gelenlerin kimliği, bunların daha sonraki uluslaşma süreçleriyle ilgisi ve göçler ile ulusların belirdiği zaman arasındaki dönem hakkında açık bilgi vermezler. Bu yüzden çok dağınık bilgi ve verileri birleştirerek bir terkibe gitmek gerekmektedir. Böyle olunca da ortaya pek çok ihtimal ve kombinasyon çıkmakta, özellikle de Balkanlar’da hakim siyasi bakışların işin içine girmesiyle bu konuda bir uzlaşma zemini bulunamamaktadır.
Buradaki sorunun özünü, Sırp ve Hırvatların aslının ne olduğu teşkil etmektedir. 6. yy. sonlarına doğru Orta Avrupa’dan Avar yönetiminde Balkanlar’a akmaya başlayan Slav kitleleri, burada direnişin kırılması ve Bizans yönetiminin çökmesiyle yerleşmeye başlamışlar, yarımadanın güney ve batı sahil bölgeleri hariç, hemen tamamı nüfus olarak Slavlaşmıştır.[1] Kaynaklar Slavlaşma sürecini nispeten belirgin şekilde anlatırlar. Bunlar ortak adları Slav (Sklavos) olan ve uruk (zadruga) üzerinde toplumsal örgütlenmesi olmayan, özellikle de devlet kültüründen yoksun kalabalık kitlelerdir. Bundan iki yüzyıl kadar sonra ise kabile ve millet adları belirir. Yani yerleştikten hemen sonra başlayan süreçte bir ayrışma/billurlaşma yaşanmış, uruktan boya, ondan ulusa uzanan toplumsal örgütlenme gerçekleşmiştir.
Bu dönemden elimizde olan boy ve ulus isimleri bu örgütlenmenin mahiyetini gayet güzel açıklar. Slavlar etrafında bulundukları ırmağa (Strumci-Strumalılar, Neretljani-Neretvalılar, Bo{njani/Bo{njaci-Bosnalılar, vb.), dağ ve tepelere (Zahumljani-Hum ötesindekiler, Zagorci-Dağın ötesindekiler, Brdjani-Dağlılar, vb.) ve şehir ve bölgelere (Dukljani: Diokletialılar, Travunjani: Trebinyeliler, Makedonci: Makedonyalılar, vb.) göre isimler almışlardır. Bu, yani coğrafi mevkie göre kabile veya ulus isminin alınması, daha doğrusu kabile ve ulus örgütlenmesinin coğrafyaya göre yapılması, aslında bütün Slavlar arasındaki geçerli uygulamadır (Polabiani: Elbeliler, Poljaci/Poljani (Lehler): Ovalılar, Drevlijani = Ormanlılar, vb.) ve bunun istisnaları (Bulgar, Rus, Hırvat, muhtemelen Çek ve Sırp), bu yazıda değinileceği üzere, tamamen dış etki sebebiyledir. İki istisna, yani Slovak ve Sloven uluslarının ismi ise doğrudan ortak isim Slav’a dayanmaktadır.
Ortaçağ kaynaklarında geçen, Balkanlar’daki erken Ortaçağ Slav topluluk ve/ya milletleri içinde ikisinin ismi bu kurala uymaz ve coğrafya ile açıklanamaz: Sırp ve Hırvat. Bunlar aynı zamanda diğerlerinin toplamından daha büyük ve kalabalık olan iki ulustur. Hatta Bizans’ın yazar imparatoru Constantine Porphyrogenitus, Hırvatlar dışındaki hemen tüm Slav topluluklarının Sırplardan geldiğini söyler.[2]
Burada bütün bir tarihi olgunun, bundan haber vermeyen üç asırlık kaynaklarla birlikte sorgulanması gerekiyor. 10. yy ortasında yazan Constantine, Sırp ve Hırvatların göçü için Herakleios zamanını, 7. yy.’ın ilk yarısını veriyor. Buna göre, Türklerin (Macarlar) kuzeyinde, yani bugünkü Çek- Leh-Slovak arazisinde bir yerde yaşayan Hırvatlar, Herakleios’un çağrısı üzerine Balkanlar’a gelmişler ve Avarları Dalmaçya’dan kovarak kendileri yerleşmişlerdir. Kısa bir süre sonra, olanları izleyen Sırplar da Bizans hükümdarından aynı şeyi istemişler ve verilen izne binaen Balkanlar’a gelmişlerdir.[3] Özellikle, aşağıda görüleceği üzere, Herakleios zamanındaki durumun kritikliği gözönüne alınınca, bu göçler son derece önemli tarihi olaylardır. Fakat, ilginç şekilde, ne büyük ayrıntılarla Herakleios’tan bahseden dönemin kaynakları, ne de takip eden iki yüzyıldan kalan eserler böyle birşeyi nakletmezler. Erken kaynaklarda 6. yy. sonu ile 7. yy. başında Balkanlar’a göç eden Slav kitleleri içinde Sırp ve Hırvat isimlerine rastlanmaz. Böylece ortaya büyük bir gizem ve tarihçilere çözülmesi zor bir görev çıkmaktadır.
İmparatorun, çoğu Bizans yazarı ile paylaştığı abartıları saklı tutulmak kaydıyla, bu durumda akla değişik ihtimaller geliyor: (1) Sırp ve Hırvatlar, Herakleios değil, sonraki bir zamanda geldiler. Constantine, Slav göçleri ile bu iki topluluğun gelişini birleştirip bir kurgu yapıyor. (2) Sırp ve Hırvatlar Balkanlar’a göçtüklerinde bu kimliklere ve büyüklüğe sahip değildiler. Kimliği sonradan kazandılar, pekiştirdiler ve etrafa yaydılar. (3) Sırp ve Hırvatlar Slav değildi, Slav göçlerinden ayrı bir dalga ile Balkanlar’a gelip sonradan Slavlaştılar. Buradaki üç önermede de ortak hüküm, bu iki topluluğun Balkanlar’a geldiklerinde büyük bir ulus veya kabile değil, ancak çekirdek bir gurup oldukları şeklindedir. Balkanlar’ın Slavlaşmasının Herakleios’tan önce olmuş bitmiş olması da onların ikinci bir dalgada geldiklerini gösterir.
Hırvatların kökeni üzerinde en çok söylenen ve uzlaşılan kuram, onların Kuzey Kafkasya’dan gelen İrani bir topluluk olduğu şeklindedir. Muhtemelen, Sarmatların bir kolu olan Alanlardan kopan bir topluluk olarak, Hun ilerleyişi sırasında yerlerinden ayrılarak Karpatlar’ın kuzeyine gelmişlerdir.[4] Ancak bu tamamen bir varsayımdır ve tek kaynağı Sarmatların Karpatlar’ın kuzeyinde bulunmasıdır. Hırvat kelimesi ilk olarak, 845-864 arasında bölgeyi yöneten Trpimir’in bir fermanda kendisinden ‘Dux Croatorum’ diye bahsetmesiyle geçer. Aradaki en az 500 yıllık mesafeyi aşarak, mevhum İrani topluluğu Hırvatlara bağlayacak bir ipucu bulunmamaktadır. Hauptman, Azak kenarında bulunan bir taşta okunan ve anlamı tam çözülemeyen ‘Horoathos’ kelimesini Hırvat’a bağlamak istemiştir; ancak hem kelimenin tam anlamı bilinmemektedir, hem de metin içindeki yeri (muhtemelen bir kişi ismi) bir topluluk ismi oluşunu akla getirmekten uzaktır. Son dönem Hırvat tarihçilerinden Gluhak, Hırvat kelimesinin İrani olduğunu düşünür ve bu yüzden Hırvatları İranlılarla bağlar.[5] Bunu reddeden Klai/ ise, artık İran kuramının desteklenecek tarafı kalmadığını belirtir.[6]
Sırplar sözkonusu olduğunda biraz daha şanslıyız. Herşeyden önce, ayrı bir Slav topluluğu olarak, bugünkü Doğu Almanya’nın güneyindeki Sırpların varlığı sözkonusudur. Başta Polonya arazisi olarak bölgedeki çok sayıda yer ismi de Sırp kelimesi ile özdeşleşmektedir.[7] Ancak bu, sorunu çözmemektedir. Zira Sırpların bu bölgeden gelişi zaten iyi bilinmektedir ve itiraz yoktur. Daha güneyde, Çek-Slovak-Ruthen arazisinde de Hırvat’ı akla getiren çok sayıda yer ismi vardır. Sorun bu kuzeydeki Sorpların veya Sırpların aslının ne olduğudur. Burada, bu yazının yayınlandığı eserin kapsamı gözönüne alınarak, bu kuzeyli Sırpların kökenine değinilmeyecek, sadece onların Balkanlar’a göçü ile Hırvatların kökeni ve Balkanlar’a göçü konularında yeni öneriler getirilecektir.
Göktürklerin İç Asya’dan sürdüğü Türk-Moğol (büyük ihtimalle sadece Türk) bir topluluk olan Avarlar (veya onları taklit eden ve tarihçilikte Sahte Avarlar diye bilinen bir topluluk) batıya kaçmış, Kafkasya’nın kuzeyinde iken ilk defa 558 yılında Bizans ile diplomatik ilişki kurmuşlardır. Bu sırada İdil nehri ile Karpatlar arasındaki geniş düzlükte dağınık halde Oğur-Bulgar Türkleri bulunuyordu. Avarların kısa bir süre sonra yollarındaki tüm Oğur topluluklarını tek tek yenerek ilerledikleri ve bir kısmını yanlarına alarak Aşağı Tuna boylarına geldikleri görülmektedir. Bizans ile dostluk çabaları sonuç vermeyince, 568 yılında Avarlar, Koturoğur (Kutrigur) Bulgarları ile birlikte Bizans’a saldırmaya başlamışlardır. Aralıklarla süren savaş, nihayetinde Bizans’ın tam yenilgisi ile sonuçlanmış, Balkanlar’daki Bizans ileri hatları tamamen çökmüştür.[8] Bu Avar galibiyetinden faydalananlar, Tuna’nın kuzeyinde onların tabileri olarak yaşayan Slavlar olmuş, Avar gözetiminde boşalan Balkan arazisine yerleşmişlerdir.
7. yy.’a girildiğinde de Avar-Bulgar-Slav saldırıları hız kesmemiş, bu ittifak sık sık İstanbul ve Selanik’i alma girişiminde bulunmuştur. Bizans’ın en zor anı hiç şüphesiz 626 yılındaki İstanbul kuşatmasıdır. Doğuda Sasaniler karşısında ağır yenilgilere uğrayan Bizans, topraklarının önemli bir bölümünü kaybetmiştir. İmparator Herakleios, asker toplamak için Doğu Karadeniz bölgesinde bulunduğu sırada çok güçlü bir Avar-Bulgar-Slav-Gepid[9] ordusu İstanbul önlerine gelmiş, karadan ve denizden amansız bir kuşatma başlatmıştır. Aynı anda onların doğal müttefiki olan Sasaniler de, ünlü komutanları Şahrbaraz komutasındaki bir ordu ile Kadıköy’e gelip kuşatmaya destek vermişlerdir. Ancak kanolarla Haliç’e inip kuşatmaya katılan Slavların üstün Rum donanması ve ateşi önünde mahvolup kaçması, geri kalan ordunun da dağılmasına yol açmıştır. Avar ordusunun çekildiğini gören Sasaniler de geri dönmüşler, böylece İstanbul, o güne kadar yaşadığı en büyük tehlikeden çok ucuz şekilde kurtulmuştur.[10]
Bu savaşsız yenilgi Avarlara çok pahalıya malolmuştur. Bu tarihten sonra Avarların sürekli gerilediği, art arda isyanların çıktığı, Avrupa’yı titreten Avar gücünün Orta Tuna boylarına sıkışarak savunmaya çekildiği görülmektedir. Ancak bundan önce, bir kaynağın naklettiği ilginç ve üzerinde durulması gereken bir durum vardır. Bizans imparatoru İstanbul kuşatması üzerine geri dönmemiş, aksine Göktürklerle (Hazarlar) ittifak kurarak İran güçlerini bastırmaya başlamıştı. İran yönetimindeki kuzeydoğu Araplarının isyanı ve Göktürklerin doğudan gelerek İran içlerine akınlar yapmaları da İran’ın işini zorlaştırmıştır.[11] Zor durumda kalan Sasani şahı Hüsrev, Kadıköy’deki Şahrbaraz’a ulak gönderip hemen geri dönmesini istemiş, ancak bu ulaklar yakalanarak imparatora götürülmüştür.
İmparator mektubu değiştirmiş ve şahın dilinden Şahrbaraz’a Kadıköy’de kalmasını tembihlemiştir.[12] Herakleios’un bu rahatlığı çok ilginçtir. Çünkü İstanbul düşse idi, onun Sasaniler üzerindeki zaferlerinin hiçbir önemi kalmayacak, Bizans muhtemelen son bulacak ve 1204 Latin işgalinden sonraki gibi yöresel Rum devletçikleri kurulacaktı. Dolayısıyla, anlaşılan İmparator sadece yenmeye başladığı İranlılara değil, Avarlara karşı da devletini rahat içinde hissediyordu. Görünürde bu kadar tehlikeli ve zor bir durumda onun rahatlığı, ancak daha önceden hazırlanmış ve iyi giden planların işlemeye başlaması ile açıklanabilir. Dolayısıyla, kısa bir süre sonraki gelişmelerin gösterdiği üzere, muhtemelen Bizans diplomasisi bu sırada iyi çalışmış, ağlarını örmüş, olacakları beklemeye başlamıştır. İmparatora ise sadece doğuda cepheyi toplayıp Türklerle birlikte İranlılara ağır darbeler indirmek kalmıştır.
Nitekim hemen İstanbul başarısızlığından sonra, Moravya’da (Bugün Çekya’nın doğu yarısı) Slavlar isyan edip, Samo önderliğinde kendi devletlerini kurmuşlardır. Bu isyan büyük ihtimalle Avarların İstanbul seferinden önce veya tam o sırada başlamıştır. Moravya isyanı için 624, İstanbul kuşatması için 626 tarihleri üzerinde anlaşılıyor ama bunların ikisinin de 625 yılında olduğunu düşünmek yersiz olmaz. Zira kuzeyde, Avar kalbgahının hemen yanında böyle bir isyan var iken, onların bütün orduyu toplayarak İstanbul seferine çıkmasını mantıklandırmak zordur. Büyük ihtimalle Avarlar sefere çıkarken Moravya’daki durum endişe verici boyutlarda değildi. Bu noktada Theophanes’in İstanbul kuşatması için 625 yılını vermesini tekrar göz önüne almak gereklidir.
Bundan birkaç yıl sonra, 630 veya 631 yılında Avar hakanı öldüğünde, ülkedeki Bulgarlar yeni hakanın kendilerinden olması için bir darbe girişiminde bulundular. İsyan başarısız olunca, 9 000 kadar Bulgar kaçtı ve Frank kralı Dagobert’e sığındı. Önce onları himaye eden Dagobert, sonra öldürülmeleri emrini verdi. Bu kıyımdan ancak 700 kadar Bulgar kurtuldu ve yakındaki bir Slav kabilesine sığındı. Bunun da ardından, kesin olmayan tarihe göre 635 yılında Karadeniz ve Kafkasya’nın kuzeyindeki Bulgarlar Kubrat veya Kurbat Han önderliğinde isyan ederek kendi devletlerini, ‘Büyük Bulgaristan’ı kurdular.[13]
Bu tarih kesin değildir zira en geç 630 yılında Kuzey Kafkasya’daki Bulgarların bağımsız olduklarını düşünmemiz gerekiyor. Çünkü bu tarihte onların bağlı olduğu Batı Göktürk Devleti tamamen sona ermişti ve onların devamı niteliğindeki Hazarlar da henüz hakimiyetlerini Bulgarlar üzerine genişletmemişti. Bulgar Devleti’nin kuruluşunun Avarları ilgilendiren yönü, Don nehrinin batısında, Karadeniz’in kuzeyinde Avarlara bağlı yaşayan Bulgarların (Kutrigur/Koturoğurlar) ayrılması, daha doğrusu Kuzey Kafkasya’daki bağımsız kalan Bulgarların (Onoğurlar) batıdaki soydaşlarını ve topraklarını Avarlardan kurtarmasıdır.[14] Bundan daha yüksek ihtimal ise, Ukrayna’daki Koturoğurların Avar anayurdunda darbe girişiminde bulunan boydaşlarıyla aynı anda veya onların başına geleni gördükten sonra öfke ve öç duygusu ile isyan etmiş ve doğudaki soydaşlarına katılmış olmalarıdır. Kubrat’ın bir ara İstanbul’da yaşadığı ve Hıristiyanlığı kabul ettiği,[15] dolayısıyla imparatorun iyi bir dostu olduğu düşünülürse, Bizans diplomasisinin imparatoru rahatlığa sevkeden çalışmaları konusunda taşlar yerine oturur.
İşte bu üç isyan ve ayrıntılarını bilmediğimiz daha pek çok küçük kargaşanın sağladığı ortamda, dördüncü büyük isyan için ortam hazırlanmış, daha doğrusu aynı zamanda dördüncü isyan da gerçekleşmiştir. Belirsizliğini koruyan Hırvatların göçü işte bu dördüncü isyan ile bağlantılıdır.
Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra bozkırı tutan Oğur boyları içinde bir Sarigur (Sarı Oğur = Beyaz Oğur) topluluğunun ismi geçer.[16] Hazar’ın hemen kuzeyinde, İdil’in ağzı civarında bulunan bu boy, bir süre Kafkaslar’a akın yaptıktan sonra ortadan kaybolur ve bir daha isimleri anılmaz. Avarların gelişinde ilk darbeyi bu topluluğun gördüğü düşünülebilir, çünkü yol üzerinde oturuyorlardı. Sıradaki diğer Oğur topluluklarının anlaşılan çok fazla direnmeden Avarlara teslim olması, tıpkı yüzyıllar sonra Moğolların ilerlemesinde olduğu gibi, Sarıoğurlarla Avarlar arasında çetin vuruşmaların geçtiğini, birincilerin büyük bir yenilgiye uğrayarak kaçtıklarını akla getiriyor. Onların kaçışı diğer Oğurları korkutmuş, sayıca az olan Avarlara hemen teslim olmuşlardır. Sarıoğurların nereye gittiği konusunda bilgi yoktur. Kafkasya veya Balkanlar’a gelselerdi kaynaklarda anılırlardı. Büyük ihtimalle kuzeyde bir yöne hareket etmişlerdir. Aşağıda değinileceği üzere, daha sonraki dönemde Karpatların kuzeyinde birbiriyle ilgili iki ayrı sebeple geçen ‘beyaz’ kelimesinden, onların bugünkü Ukrayna’da yaşayan Koturoğurların yanından geçerek Karpatların kuzeyine geldikleri çıkarılabilir. Slavların anavatanı olan bu bölge, Avar idaresine girmemiştir. Sürekli batı ve güneydeki güçlü düşmanlar olan Frank ve Bizanslılarla uğraşmak ve sürekli doğudan, Göktürklerden gelecek tehlikenin vehmiyle yaşamak, Avarları Karpatların kuzeyi ile fazla uğraşmaktan menetmiştir. Burada kalabalık Slav kitleleri arasında yerleşen ve muhtemelen onların başına geçerek Avarlara karşı örgütleyen Sarıoğurlar, bir taraftan da güneydeki gelişmeleri dikkatle takip ediyorlardı.
Hırvatların, Constantine’in dediği gibi, Herakleios’un davetiyle Balkanlar’a gelmelerini anlamak çok zor. İstanbul’daki başarısızlığın, yenilmez Avar gücü imajını ne ölçüde sarstığını bilmiyoruz. Sarssa bile bunun yerleşmesi için uzun zaman gerekli idi. Dolayısıyla Avar çizmesi ve yönetimi altında bulunan Aşağı Panonya ve Dalmaçya, yaşamak için tercih edilecek bir yer değildi. Olsa bile Hırvatları buraya gelmeye, burada Avarlarla çetin savaşlar yaparak yurt edinmeye sevkedecek çok güçlü sebepler bulmamız gerekir.
Constantine, Karpatların kuzeyindeki Beyaz Hırvatistan’da[17] yaşayan Hırvatların başlarındaki yedi kardeşin yönetiminde Balkanlar’a geldiklerini yazar. Bunların ismi şöyledir: Erkekler Kloukas, Lobelos, Kosentzis, Mouchlo, Khrobatos, ve kızlar Touga ve Bouga.[18] Bu isimleri ne Slavca, ne de başka bir dille açıklamak mümkün olmamıştır. Bu kişilerin Avar olduklarını düşünen Mikkola, isimlerin Türkçe olduğunu söyler ve şöyle yerleştirir: Külük, Kösenci, Mügel, Alpel, Kubrat, Tugay ve Buga.[19] Elimizdeki ilk Hırvat isimleri için bundan başka da Türkçe örnekler vardır. Külük veya Kubrat’ın, ki aşağıda bunun için başka bir teklif verilecektir, oğlu olup Balkanlar’daki Hırvatların başına geçen Porgas’ın[20] ismi muhtemelen ‘por’ (Oğuzca ‘boz’) ve ‘khas’tan (kaz veya kuş) oluşmaktadır. Kazan Hanlığı’nın müttefiki olan kuzeydeki Mordvaların bir yöneticisinin ismi de Purgas’tır, ki Mordvaların Bulgarca bir isim kullanmaları veya bir Bulgar’ın onları yönetmesi doğal karşılanmalı. Yine Constantine’e göre Hırvatları Hıristiyanlığa taşıyan Porinos’un[21] ismi de düşünülmelidir. Bulgarca olarak alırsak, bu kelime Oğuz dilinde ‘Bozan’ın karşılığı olur. Bulgar-Hunların henüz Oğur dilini benimsemediği 5. yy. sonlarındaki bir Bulgar önderinin adı da kaynaklarda Buzan olarak geçer.[22]
Öte yandan, darbe yapan Koturoğurların bir kısmının da kuzeye, Sarıoğurların yanına kaçtıklarını düşünmek mümkün, ancak bu konuda doğal olarak veri yoktur. Böylece, bir Türk topluluğu veya Türklerin önderlik ettiği bir Slav topluluğu olan ve Avarlarla derin husumetleri bulunan Hırvatlar, daha doğrusu Sarıoğurlar ve onlara katılan Koturoğur kaçakları, Ukrayna ve Avar kalbgahındaki isyanların ardından, Samo’nun Slavlarının yardımı ve Bizans’ın da teşvikiyle, Avar yurdunu batıdan dolaşıp Balkanlar’ın kuzeybatı köşesine inmişlerdir. Bu sırada orada Bizans güçlerinin, en azından donanmasının bulunması ve onlara yardım etmesi de mümkündür. Beyaz Hırvatların çoğunun kuzeyde kalmış olması (ki, daha sonra bu ülke yüzlerce yıl Beyaz Hırvatistan olarak bilinmiştir), bu maceraya sadece Koturoğurların ve onlara uyan bir kısım Sarıoğurların girdiğini gösteriyor olabilir. Dalmaçya Koturoğurların çok iyi bildiği ve vatan belledikleri bir yerdir. Buraya Avarlar adına ilk saldırıyı Koturoğurlar yapmış ve büyük ihtimalle geniş ölçüde yerleşmişlerdir. Dolayısıyla kuzeyden gelen yeni Koturoğurların oraya gitmeleri doğaldır.
Bu Hırvat göçünün DAl’de geçtiği gibi Herakleios zamanında olduğuna dair açık destek Rus ana kaynağından gelir. Povest’e göre, “Slav ülkelerinde yerleşen Beyaz Oğurlar (Belıe Ugrı) Herakleios’a başvurdular.”[23] O günlerde hem Avarlar, hem de Hüsrev, Bizans ile savaşmaktadır. Bu ayrıntılar Constantine ile Povest’in yazarı Nestor’un kesinlikle aynı şeylerden bahsettiğini gösterir. İlginç olan ise ‘Belıe Ugri’ ifadesidir. Çünkü Urallar civarındaki Fin-Ugorların bu dönemde bu bölgeye geldiklerine dair ne bir belge, ne de ihtimal vardır. Dahası ‘beyaz’ adlandırması bunlarda görülmez; Türklerde ise hemen tüm topluluklar ak ve kara olarak ikiye ayrılır. Dolayısıyla bunların Türk Oğurlardan başkası olması zordur. Böylece hem batı kaynaklarındaki Beyaz Hırvat, hem de Rus kaynağındaki Beyaz Oğur adlandırmaları, bir Oğur boyu olan Sarıoğurların ismi ile çakışır ve buradaki savımız haklılık kazanır.
Burada iki önemli ayrıntıdan bahsedilmelidir. Birincisi, zamanla Oğurlar arasında Bulgar kelimesinin yayılmasıdır. Önceleri Karadeniz’in kuzeyindeki, olasılıkla Hun kalıntısı bir Türk kabilesinin ismi olarak geçen Bulgar, daha sonra yaygınlık kazanmış, hem Kubrat’ın büyük devletinin, hem de Tuna ve İdil boylarındaki sonraki iki devletin isimleri olmuştur. Kafkasya’daki Balkarların ismi de onlardan gelir.[24] Ama Hırvatlar/Sarıoğurlarla ilgili hiçbir kayıtta Bulgar kelimesine rastlanmaz. Bunun sebebi, Sarıoğurların çok erken bir tarihte, 556-558 civarında diğer Oğurlardan koparak Orta Avrupa’ya (muhtemelen Galiçya) gitmiş olmaları, Bulgar isminin ise daha sonra yayılması olmalıdır. Yani Sarıoğurlar Bulgar haline gelmeden bozkırdan ayrılmışlardır.
Diğer konu ise Hırvat ulus adına kaynaklık ettiğini düşündüğümüz ikinci kardeş Khrobatos’un ismi ile Büyük Bulgar hakanı Kubrat’ın (Koubratos) ismi arasındaki benzerliktir. Biz, önceki çalışmalarımızda, bu alanın pek çok uzmanının söylediğini kabul ederek bu isimleri aynı kabul etmiş ve çok doğal ve mümkün olan Kubrat-Kurbat-Krobat değişiminden Hırvat ulusunun eski kaynaklar ve bugünkü Batı dillerindeki ismi olan Kroat’a (geçen yüzyılda Krobat) ulaşmıştık.[25] Ancak böyle bir değişimi gütmeye gerek bırakmayan, daha mantıklı bir gerçek bulunmaktadır. ‘Bat’ kelimesi Bulgar- Oğurlarda çok yaygın kullanılan bir isimdir.[26] Büyük Bulgar hanı Kubrat’ın oğlu Bat-Bayan, Onoğur- Macar birliğini batıya götüren Ar-Bat (Arpad), 9. yy. sonu İdil Bulgar Hanı Cılkı Bat-Ugor, Bulgar Şan Kızı Destanı’nda geçen Şam-Bat bunun örnekleridir. Constantine’de bir Peçenek önderi veya valisi olarak geçen Bat[27] da muhtemelen Kara Bulgar döneminden kalıp, Peçenekler geldiğinde yerinden ayrılmayan ve tabi olan bir Bulgar hanıdır. Moğol Batu Han’ın ismi de bununla ilgili olabilir. Bu meyanda ‘Kür-Bat’ (ses uyumuyla Kurbat) ismi de bunlarda kullanılması doğal isimlerdendir. Kaldı ki, Büyük Bulgar Han’ından bahseden çağdaş kaynaklarda ‘r’ hep üçüncü sessizdir: Koubratos (Nikephoros), Khubrat (Horenli Musa), Qetrades (İznikli loannes). Yalnız Theophanes ‘Krobatos’ biçimini kullanır. Kubrat ismi açık şekilde eski Türkçe ‘toplamak, bir araya getirmek’ anlamındaki ‘kubratmak’ fiilinden gelir.[28] Constantine zamanında bu iki ayrı ama birbirine çok benzeyen ismin birbiriyle karıştırıldığı ve aynı sanıldığı anlaşılıyor ki, Bizans imparatoru Hırvat kelimesinin anlamını verirken “çok ülke işgal eden” şeklinde açıklar.[29] Bu, eski kubratmak fiilinin anlamı ile uyuşur. Zira kelime, Orhon yazıtlarında açıkça geçtiği üzere, devlet kurmak, dağınık boyları biraraya getirmek anlamında kullanılır: “Kağan olurup… budunuğ kop kubratdım.”[30] Budunu kubratmak için haliyle savaşmak, dağınık boylara boyun eğdirmek gerekmektedir. Yani, göründüğü kadarıyla Bizans imparatoru doğru bir anlam veriyor ama Hırvat’ın kökü olan Kurbat’ı değil, başka bir kelime olan’kubrat’ı açıklıyor.
Hırvat kelimesinin kökünün ‘Kurbat’ olduğunun bir başka delili ise, bugün Macar ve Hırvatlar arasında yaygın kullanılan kişi ismi Horvat’tır. Macarların da soy haznesinde (ethnogenesis) Bulgarlık vardır. Orta Avrupa’ya Oğur boylarından olan Onoğurlarla birlikte gelmişlerdir (Eski ve yeni Batı dillerindeki bu ulusa verilen Hungar, Hungaros, Ungaros, Venger gibi isimler Onoğur’dan kaldığı gibi, Güney Slav dillerindeki Ugar kelimesi de kökünde Oğur’u saklamaktadır) ve onların da bu ismi taşımaları doğal görülmelidir.
Sırpların göçünün bütün kaynaklarda Hırvatlarla birlikte anılması ise tamamen eşzamanlılıktan kaynaklanmakta. Bu göçün oluş şekli, Hırvatlardan tamamen farklıdır. Birbirini destekleyen kaynakların ışığında, bu göçü de Oğurlarla ilişkilendirmek gerekmektedir. Büyük Bulgar hanı Kubrat’ın beş oğlundan biri olan Kuber, devlet dağılınca kendisine bağlı olanlarla birlikte Panonya’ya gitmiş ve 670 civarında Avarlara sığınmıştır.[31] Başka bir kaynak, Miracula Sancti Demetrii, bundan sonra neler olduğunu açıklar. Koturoğurların tahtı ele geçirme niyetiyle 40 yıl önceki isyanlarını hatırlayan Avar kağanı, Kuber’i kendi obasından ayırarak güneyde, Bizans sınırındaki bir uca (Srem civarı?) yerleştirir. Ancak bu, mukadder gidişi engelleyemez. Kuber bir toplama kampının komutanıdır. Burada Bizanslı esirler tutulmaktadır. Avar başkentiyle anlaşmazlığa düşen Kuber, burada kaçıp kendisine gelen Oğurlar, Bizanslı esirler ve kendilerine katılan bir kısım Slavlarla birlikte isyan eder, üzerine gönderilen Avar güçlerini dağıtır, ancak fazla dayanamayarak kaçıp Bizans’a sığınır ve Selanik yakınlarına yerleştirilir. Onun bu gelişi, pek çok bilgine göre Sırpların Balkanlar’a gelişine çok benzer.[32] Üçüncü bir kaynak olarak, Constantine de bunu nakleder, ancak hatalı olarak Herakleios zamanını verir. Ona göre Sırplar imparatordan sığınma isteyerek Selanik yakınlarına yerleştirilmiş, ancak bir süre sonra burayı beğenmeyerek geri dönmüşler, yolda Belgrat’ın komutanı onları engelleyerek Morava boylarına, yani bugünkü Sırbistan’a yerleştirmiştir.[33]
Hırvatların Herakleios’tan yurt isteyerek, Avarlara karşı savaşma kaydıyla Balkanlar’a geldiğine inanan Dvornik, Saksonya’da yaşayan ‘bir diğer Sarmat kabilesi’ olan Sırpların da aynı şeyi yaptıklarını söyler.[34] Hırvatlar için sorduğumuz soruyu Sırplar içinde sormak zorundayız: O güvensiz ortamda yurt istemek için Balkanlar’ı nasıl ve hangi mantıkla seçmişlerdir? Avar ülkesini nasıl geçmişlerdir? Üstelik onlar, Hırvatlar gibi yakından değil, çok daha uzak bir ülkeden gelmişlerdir. Bu soruların cevabını bulmadıkça, Sırp olayını Avar Devleti içinde açıklamaktan başka çaremiz kalmıyor.
Batıdaki Slavlarla Avarların arasının iyi olduğunu, güçlü bir ittifak kurulduğunu biliyoruz. Theophanes’de buna işaret eden bir elçilik vakasından bahsedilir.[35] Buna göre, Avar kağanı bugünkü Polonya veya Doğu Almanya’da yaşayan Slavları Bizans’a karşı kendine yardım etmeye çağırmıştır. Eğer kuzeydeki Sorplarla Balkanlar’daki Sırplar aynı kimselerse, bunların gelişi Avar davetine icabet ile açıklanabilir. Bunlardan bir kısmının Bizans sınırına, yani Kuber Han’ın yönettiği uca yerleşmiş olduğu anlaşılıyor. O dönemde Almanlar yeniden güçlenerek Slavları bastırmaya başladığına göre, Novakovi/’e göre Elbe boylarında yaşayan[36] Sorpların bir kısmının geri çekilip müttefikleri Avarlara sığınmış olması da mümkündür.
Öte yandan, Avarların doğrudan kendi yönetimlerindeki Slavlara kötü muamelelerini, başta Povest olarak değişik kaynaklardan iyi biliyoruz. Soydaşlarına karşı bu muamelelerin diğer bazı sebeplerle birlikte Sorplarda hayal kırıklığına yol açtığını, Kuber gibi savaşçı bir önderin şahsında isyan için iyi bir fırsat bulduklarını tahmin etmek zor değil. Bu isyana büyük ihtimalle Sorp olmayan Slavlar da katılmıştır. Miracula’ya göre Bizanslı esirler barbarlarla (Slav, Bulgar ve Avar) evlenmişler ortaya karışık bir zümre çıkmıştır.[37] Yani bu uçtaki halk kendi içinde birleşmiş, adeta ortak bir amaç etrafında bütünleşmiştir. Selanik’e gittikten sonra esirlerin önemli bir kısmı dağılmış ve kendi yollarına gitmiştir, ama kalanlar Kuber Han’a bağlı olarak, birlikte geldikleri Sorp ve Bulgarlarla karışarak gelecekteki Sırp ulusunun çekirdeğini oluşturmuş, bu nispeten küçük topluluk da yüzyıllar içinde Morava vadisini önceden doldurmuş olan Slavlarla karışarak şimdiki Sırp ulusunu oluşturmuştur. Yani Balkanlar’daki ilk Sırp devletini bir Türk olan Kuber Han kurmuştur denebilir.[38]
Küçük ama güçlü bir topluluğun başka bir topluluğun üzerine gelerek kendi yönetiminde birleştirmesinin ardından yeni bir ulusun ortaya çıkması, bu ulusun küçük topluluğun ismini, büyük topluluğun ise dilini taşıması, sadece Doğu Avrupa’nın değil, bütün bir dünya tarihinin en olağan gelişmelerinden biridir. Türkler başlangıçta küçük bir uruk idi, ama yönetici olduktan sonra isimlerini kendileriyle aynı dili konuşan herkese teşmil ettiler. Kıpçaklar, daha sonra karşımıza çıkan büyük kitle içinde küçük bir boy idi, Bulgarlar da Oğur ve Hun kitleleri için de bir oymak idi. Daha sonra Kıpçak ve Bulgar isimleri yayıldı ve etrafındaki aynı dilli herkesi içine aldı. Bunlarda dil değişmesi söz konusu değildir. Bugünkü Rus ismi, 1200 yıl önce bu topraklara gelerek kalabalık Slavları yönetimlerine alan ve nihayet onların arasında eriyen Viking kabilesi Ruslardan kalmadır. Bulgar Türklerinin bir parçası olan Koturoğur (Kutirgur) Türkleri, Balkanlar’a gelerek yerleşmişler ve buradaki Slavları yönetimlerine almışlar, ama nihayetinde aralarında eriyerek kimliklerini kaybetmişlerdir. Bugünkü Bulgar ulusu, Türklerin boy ismini ve Slavların dilini taşır. Yine eski Bulgarların bir parçası olan Onoğur Türkleri Macar kabilesi ile birlikte Orta Avrupa’ya göçmüş, zamanla savaşçı ve az sayılı Oğurlar eriyerek Macarların dili ulusal dil haline gelmiş, ama Onoğur ismi de bugün ve eski zamanlarda pek çok dilde bu ulusun ismi olarak kalmıştır: Hungar, Ungar, Venger, Ungaros, Ugar, vb. Bu hadisenin batıdaki bariz örneği ise Fransız ulusudur. Bir German boyu olan Franklar, Clovis zamanında kurdukları devlet ile, artık Latinceyi benimsemiş eski Galya ahalisini yönetimlerine almışlar, ama bir süre sonra eriyerek German dilini unutmuşlar, bir Latin dili konuşmaya başlamışlar ve yerli halk ile birlikte yeni bir ulus kurmuşlardır.
Hırvat ve Sırplarda da adeta bu ‘şablon’ görülür. Etnik isimleri ve örgütlenmeleri olmayan ve kendilerini, belirttiğimiz gibi, bulundukları yere göre tanımlayan Slavlar, Ortaçağ boyunca işleyen ulus- kurma süreci içinde başlıca iki çekirdek topluluk etrafında billurlaşmışlardır. Orta Dalmaçya boyuna yerleşen ve halkı yönetimlerine alan Kurbat Han’ın Oğurları, sayıları az olduğu için bir süre sonra yerli halk arasında erimişler ve onların dillerini benimsemişler, ama nihayetinde devletin kurucusu Kurbat Han’ın ismi bu yeni karma ulusa verilmiştir. Başlangıçta çok küçük bir bölgede ve küçük bir topluluk tarafından benimsenen bu isim,[39] Ortaçağ’da siyasi sınırlara, yeni zamanlarda ise dine dayanarak sürekli yayılmıştır. En fazla yayılmanın 19. yy.’da olduğu anlaşılıyor.[40] Bu dönemde, Katolik dininden olan ve aynı dili konuşan herkes, yaşadığı yer ve kökeni ne olursa olsun Hırvat haline gelmiş, aynı şey Ortodoks dininden olan herkesin Sırplaşması ile paralellik göstermiştir. Bölgeye giren üçüncü unsur olan İslam da Boşnaklaşma sürecini diğerlerinin rağmına götürmüştür.
Mevcut Hırvat ulusu ile ilk ulus-kurucular arasında, bir Hırvat bilginin ifadesiyle, çok fazla ortaklık yoktur. Ulus-kurucular bu topluluğa ismini vermişler, ama soy haznesi, dil ve kültür, tamamına yakın oranda başka yerlerden gelmiştir.[41] Dolayısıyla, buradaki savın sonucu olarak “Hırvatlığın kökeninde Türklük var” demek yanlış olur. Doğrusu, “Hırvat milliyetinin temelini bir Türk topluluğu atmıştır” olmalıdır.
Bu arada, Bosna tarihi de Oğurlarla yakından ilgili gözükmektedir. Avar döneminde bu ülke, başında birer jupanın[42] bulunduğu bölgelere ayrılarak yönetilmiştir. Avar Devleti’nin yıkılmasından sonra özellikle Bosna’da bulunan ban ve jupanlar, büyük ölçüde Slavlaşmış olarak, konumlarını korumuşlardır.[43] Bosna’nın Ortaçağ’daki derebey sınıfı bu Avarların torunlarıdır. Ancak bu bölgenin Avarlarca ilk işgalinin Bayan Han’ın 10 bin Koturoğur askerini göndermesiyle olduğunu düşünürsek, bölgede kurulan Avar yönetiminde etnik olarak bu Oğurların ağırlık sahibi olduğunu düşünmemiz gerekir. Nitekim, 15. yy.’ın ikinci yarısında yazan Bizanslı Chalkokondylas, “Sandalj’in ülkesinde (şimdiki Hersek, O.K.) Kuduger denilen kimseler yaşar” demektedir. Bu Kuduger’in Kutirgur (Koturoğur) olabileceğini Sırp yazar Vaso Glu{ac yazmıştır. Aynı şekilde Fatih’in başpatrik atadığı Gennadius da bir mektubunda Hersek’te yaşayan Kudugerlerden bahsetmektedir.[44] Bunların tamamen Slavlaşmış, ama Romanya’daki Sekeller gibi ayrı bir topluluk olma bilincini koruyan eski Oğurlar olduğu tahmin edilebilir. Dolayısıyla, Bosna krallığı içinde Oğur varlığı aramamız tabii olmaktadır.
Burada önerilecek nokta, ban/kral soyu Kotromaniçlerle ilgilidir. Bosna krallarının taşıdığı Kotroman kelimesinin anlamı çözülememiştir. Özellikle Alman tarihçiler, ismin sonundaki -man ekine dayanarak, hanedanın Alman asıllı olduğunu iddia etmektedirler. Ondan önceki kısım hakkında ise fikir yoktur. Bir kayıtta geçen, 12. yy’da Macar kralının ‘Alman’ lakablı bir komutanını Bosna’ya yönetici olarak gönderdiği haberi de buna dayanak gösterilir.[45] Ancak, 12. yy.’daki Bosna krallarının kendi ifadelerinde dahi böyle bir atadan bahsedilmez; aksine ‘kadim zamanlardan beri’ Bosna’yı yönettiklerini söylerler. Üstelik hiç de Macaristan’dan gönderilmiş gibi davranmamışlar, daima en büyük düşman olarak Macarları görüp mücadele etmişlerdir. Kotromanlar da diğer ban ve jupanlar gibi büyük ihtimalle Avar veya Oğurlara dayanmaktadır. Yukarı paragraftaki çözümlemeye ek olarak, isimleri bunu açıkça göstermektedir. Kotroman kelimesi, öyle görünüyor, tıpkı kopraman, koluman, toraman, kocaman gibi, aynı ekle yapılmış Türkçe bir kelimedir: Kotur-man. Kotur kelimesi, bu ailenin geldiği Oğur topluluğunun isminden başka bir şey değildir.
Oğurların da diğer Türkler gibi kişi isminde at ile ilgili kelimeleri çokça kullandığını göz önüne alırsak, 12. yy.’ın ikinci yarısındaki ünlü Bosna yöneticisi Kulin Ban’ın isminin de yine bir at ismi olan ‘kula’dan geldiği düşünülebilir.
Hun Devleti’nin yıkılmasının hemen ardından Avrupa’ya giren ve dağınık bir boylar topluluğu halinde yaşayan Oğur Türkleri, Doğu Avrupa’nın şekillenmesinde diğer bütün Türk topluluklarından daha etkili olmuşlar, bölgedeki pek çok siyasi oluşum onların önderliğinde ortaya çıkmıştır. Bugünkü Tataristan ve Çuvaşistan’ın esası olan İdil Bulgar hanlığı ile bugünkü Bulgaristan’ın aslı olan Tuna Bulgar hanlığını ve Macaristan’ı bu Türkler kurmuşlardır.
Bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin ve Trabzon, Erzurum, Adana, Ankara gibi yörelerimizdeki pek çok yurttaşımızın aslı büyük ihtimalle onlara dayanır. Ayrıca Sırp, Hırvat ve Boşnak devletlerini tarihte ilk kuranlar yine bu Türk boyundandır.
Teşkilatçı olmaları sebebiyle sayıları çok az bile olsa geniş kitleleri evirmişler, daha önce devlet kavramına yabancı olan toplulukları güçlü ve kalıcı devlet gelenekleri ile tanıştırmışlar, nihayetinde de sayıları az olduğu için yönettikleri halklar arasında eriyip gitmişlerdir.
Tarihçi-Yazar / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 591-598