Hayatını İlkeleriyle Ördü – 1
Atatürk öğretisi on ilkeye dayanır: Bilimcilik, Ahlak, Millî Egemenlik, Tam bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik, Devrimcilik. Atatürk’ün yalnız söylemleri değil, hayatı da ilkeleriyle örülüdür. Okuduğunuz yazıda bu paralelliğe ilişkin 6 örnek veriyorum.
Örnekleri Kemal Arıburnu’nun bir kitabından[1] yeniden düzenleyerek aldım.
I) BİLİMCİLİK İLKESİ
Gerçeği Gör, Gerçeği Söyle
Mustafa Kemal Veliaht Vahdettin’le birlikte Almanya gezisindedir.
Kendisi anlatıyor:
Kayzer Wilhelm’in sofrasına akşam yemeğine davetliyiz.
Yemek bitti. Salona bitişik, diğer bir salona geçtik. İmparator bir köşede ayakta Vahdettin ile konuşuyor. Ben Hindenburg’la beraberim. Mareşal, daha önceki ziyaretimiz sırasında Suriye’de durumun düzelmiş olduğunu, son günlerde yeni ve taze bir süvari tümeninin savaş meydanına katıldığını söylemişti. Hâlbuki bu büyük adamın söz ettiği, oradaki komutanların verdiği raporun içeriğiydi. Ben Yedinci Ordu Komutanı olduğum zaman bu tümenden faydalanıp faydalanamayacağımı inceletmiştim. Aldığım ciddî bir rapor, tümenin bir kuvvet olmadığını gösteriyordu. Alman büyük karargâhında Hindenburg’un ağzından işittiğim şu idi ki, bu tümen savaş alanına katılmış ve durum düzeltilmiştir. Mareşal’a şunları söyledim:
– Benim söyleyeceklerim, sizin aldığınız raporların içeriğine uymayabilir, fakat gerçektirler. Suriye’de durum düzelmiş değildir, bunu kabul ediniz.
Mareşal yanıt vermek yerine, konuyu değiştirdi.
Bir süre sonra Hindenburg’u bırakarak, İmparator’la konuşan Vahdettin’in yanına gittim.
– Gerçeği görüyor musunuz, diye sordum. Muhatabınız Almanya İmparatoru’dur. Benim size arz ettiğim kuşkuları izah edecek bir tek kelime söyledi mi?
– Hayır, dedi.
– Konuşmaya devam ediniz, dedim. Ciddî konuşunuz, bütün kuşkuları İmparator’a söylemekte tereddüt etmeyin. Ben eminim ki o sizden memnun olmayacaktır. Fakat hiç olmazsa Türkiye’de gerçeği görenlerin varlığına inanacaktır.
Veliaht, masum bir tavırla:
-Öyle yapıyorum, dedi. Konuşma da son buldu.
İnsanlar Bilgiyle İkna Edilebilir
Gazi Mustafa Kemal anlatıyor:
Tarih 31 Ekim 1922, Müdafaai Hukuk Grubu toplantısı… Osmanlı egemenliğinin kaldırılması gerektiği üzerinde konuştum. 1 Kasım 1922 günü Meclis toplantısında da aynı konu üzerinde uzun tartışmalar yapıldı. Ben de ayrıntılı bir konuşma yapma gereğini duydum. İslam ve Türk tarihinden bahsederek halifelikle padişahın ayrılabileceğini, ulusal egemenlik makamının ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini tarihî olaylara dayanarak anlattım. Hulagu’nun Halife Mutasım’ı asıp halifeliği fiilî olarak son verdiğini, eğer 1517’de Mısır’ı zapt eden Yavuz, orada halife unvanını taşıyan bir sığıntıyı adam yerine koymasaydı, halifelik unvanının zamanımıza kadar devam edemeyeceğini anlattım.
Sorun komisyonlara havale edildi. Ancak bir sonuç alınması güç görünüyordu. Durumu yakından, kendim takip etmem gerekiyordu.
2) AHLAK İLKESİ
Özgüven: İnsan, Gücünü Kendi Kişiliğinden Almalı
Yıl 1923… Atatürk Konya’da verdiği demeci, basına verilmeden önce tekrar okutturmaktadır. Oradakilerden bir dostu, Atatürk’ü kutlar ve şöyle seslenir:
– Yaşasın Başkomutan!
Atatürk sorar arkadaşına:
– Neden adımla hitap etmedin, neden başkomutan dedin?
– Ne olur ne olmaz, hele şu başkomutanlık daha uzun bir süre, üzerinde kalsın.
Gazi birden ciddileşir:
– Sen beni başkomutanlıktan mı kuvvet aldığımı sanıyorsun. Dinle, sana bir hatıramı anlatayım: Hani ben ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan sökerek, bir “ferdi millet” olarak kalmıştım ya, o zamana kadar emirlerimi derhal yerine getiren komutan artık emirlerimi dinlememeye başlamıştı. Hemen makamına gittim:
– Paşa, paşa dedim, size bu emirleri yakamdaki yıldızlar vermiyordu, Mustafa Kemal veriyordu; o yine karşınızdadır, yazınız.
Yazdı, emir gideceği yere gitti.
Fakat çıktıktan sonra aklıma şu geldi: Ya komutan düğmeye basıp da “posta bu şahsı dışarı çıkarınız” deseydi? Fakat diyemezdi, karşısında Mustafa Kemal vardı, diyemezdi.
Sorumlu Bir Lider Macera Aramaz
1922 Haziran ortaları… Mustafa Kemal, Konya’da General Townsend’la görüşmektedir. Townsend bir ara Mustafa Kemal’e şöyle der:
– “Siz Napolyon’a benziyorsunuz.”
Mustafa Kemal bu benzetmeyi beğenmez ve şu yanıtı verir:
– “Napolyon peşine türlü milliyetten bir sürü insanı toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak dâvâsı yolundayım. Ve başaracağım.”
Kişisel Arzularla Devlet İşi Birbirine Karıştırılmaz
Ankara Palas… Gazi sofrada, arkadaşlarıyladır. Yenilir içilir. Gece yarısına doğru Fransız Büyükelçisi de gelir pavyona. Atatürk sempati duyduğu elçiyi de davet eder sofrasına. Dünyanın büyük şehirlerinden, Paris’ten söz açılır. Bu arada Büyükelçi Gazi’ye:
– Ekselans, Paris’i bir kez daha görmek istemez misiniz diye sorar. Paşa yanıt verir:
– Nasıl görmek istemem, gençlik anılarımı tazelerim.
Bu karşılığa çok sevinen Büyükelçi devam eder:
– Böyle bir gezi Fransa’yı çok sevindirir. Ben de refakatinizde bulunmaktan şeref duyarım. En büyük Fransız zırhlısı bizi İzmir’den alır. Akdeniz donanması emrinize verilir. Marsilya’ya çıktığınızda Fransız ordusu komutanız altına girer. Hükümdarlara yapılmayan bir törenle karşılanırsınız.
Bu sözleri dikkatle dinleyen Atatürk:
– Bu daveti siz kendiliğinizden mi yapıyorsunuz, yoksa hükümetiniz adına mı konuşuyorsunuz diye sorar.
Büyükelçi hemen kendisini toparlayarak yanıtlar:
– Uygun gördüğünüzü bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir şeref sayacaktır.
Gazi’nin yüzü değişir. Çok kesin bir dille şunları söyler:
– Ekselans, Paris’i çok görmek istiyorum, ama büyük törenlerle karşılanacağım Paris’i değil. Ben Paris’e, dünyanın bu güzel şehrine, operalarını, tiyatrolarını, revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya, gençlik anılarımı tazelemek için… Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim. Yoksa törenlerle karşılanmak için değil.
Büyükelçi pot kırdığını anlamıştır. Çok geçmeden, bir bahane ile sofradan kalkar. Gazi’nin de neşesi kaçmıştır. Yanındakilerden birine şöyle döker içini:
– Bu Avrupalılar bir türlü anlamıyorlar bizi. Adam beni bir Şark emiri sanıyor. Hangi donanmayı kimin emrine, hangi orduyu kimin komutası altına veriyor? Bunlara kendimizi tanıtacağız, kim olduğumuzu öğrenecekler.
3) TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ
Kendi Kararımızı Kendimiz Veririz
Mazhar Müfit Kansu anlatıyor:
8 Temmuz – 23 Temmuz 1919 arası, yani Erzurum Kongresi’nin açıldığı 23 Temmuz’a kadar geçen günler, Mustafa Kemal Paşa ve bizim için bir hazırlık dönemi oldu. Ne var ki asla kolay geçmeyen, binbir zorluk ve üzücü olaylarla geçen bir dönem…
Paşa kongreyi yöresel ve sınırlı bir kongre boyutundan çıkarıp, ülke çapında vatan ve milletimizin kurtuluşu yolunda hayatî kararlar alacak bir büyük millî olay haline sokmak istiyordu. Bunun içindir ki kongrenin bir an önce toplanmasına büyük önem veriyor ve bizden de her türlü hazırlığın tamamlanması hususunda, hızlı ve etkin çabalar göstermemizi bekliyordu.
Biz bu işlerle uğraşırken, ilk üzüntümüzü İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Curzon’un yeğeni olup Erzurum’da mütareke koşullarının uygulanmasına memur olan Albay Rawlinson ile yaşadık. Albay Rawlinson kongrenin toplanacağını haber almış, Paşa’yı evinde ziyarete gelmişti. Albay, Paşa ile önce havadan sudan, şundan bundan konuştuktan sonra şöyle dedi:
-Burada bir kongre açacakmışsınız.
Paşa kesin bir sesle:
-Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır dedi ve konuşma şöyle devam etti:
Albay – Açılmaması daha uygun olacaktır.
Mustafa Kemal Paşa – Kongre kesinlikle toplanacak, gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir. Açılmamasını istemenizin sebeplerini bile sormaya gerek görmüyorum.
Albay – Fakat hükümetim bu kongrenin toplanmasına izin vermez.
Mustafa Kemal Paşa – Ne hükümetinizden ne de sizden izin istemedik ki, böyle bir iznin verilip verilmeyeceği söz konusu olsun.
Albay – Kongreden vazgeçmezseniz zor kullanarak toplantının dağıtılmasına zorunluluk hasıl olacak.
Paşa da aynı sertlikle karşılık verdi:
– O zaman biz de zorunlu olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve her halde milletin kararını yerine getiririz.
Paşa çok sinirlenmişti. Öfkeli zamanlarında kaşları çatılır, gözleri sağa ve sola çevrilerek ateş saçardı. Paşa yine bu durumda idi.
– Ne pahasına olursa olsun, kongreyi açacağız, diyerek yerinden kalktı ve Lord Curzon’un yeğenine kesin bir sesle:
– Görüşmemiz bitmiştir, dedi.
Albayın ters bir cevap verip Paşa’yı daha çok sinirlendirmesini önlemek amacıyla ben de hemen oda kapısını açtım ve:
– “Lütfen Albay” diyerek kapıyı gösterdim ve muhakkak ki, Paşa’nın, karşısındakini tutsak halinde tutan yüksek iradesinin sevk ve etkisi altında Albay, açtığım kapıdan, ağzından tek bir sözcük çıkmadan, sapsarı bir yüzle çekip gitti.
[1] Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, İnkılap Yayınevi, İst.,1998.