Hatay’da Ermeni olaylarını ve bu olayların sebep ve sonuçlarını daha iyi anlayabilmek için Fransa’nın Hatay Ermeni olaylarındaki etkisinin ortaya konması gerekmektedir.
Kırım Savaşı (1853) ve Paris Konferansı’nda (1856) Rusya’nın Ermenileri kullanarak Osmanlı topraklarında gerçekleştirmek istediği emellerine, İngiltere ve Fransa’nın da askerî ve diplomatik baskıları sonucunda son verilmiştir. Ancak bu defa da Fransa, Rusya ve İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki çıkar çatışmasında, Ermeniler üzerindeki tahrikler, bu üç devlet arasında bir rekabete dönüşmüştür (Süslü 1990: 24-25). Osmanlı Devleti 1863’te Fransa, Rusya ve İngiltere’nin Ermeni- lerin hakları ile ilgili yaptıkları müdahaleleri önlemek amacıyla “Ermeni Milleti Nizamnamesini[1] ilan ederek, bu istismarları durdurmaya çalışmıştır. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde Ermeniler, bu nizamnamenin çıkarılmasıyla neredeyse özerk bir statüye kavuşmuşlardır (Saray 2005: 36).
Ermeni olaylarında 1878 Berlin Antlaşması ile 1915 Tehcir olayının birer kırılma noktası olduğu söylenebilir. Osmanlı-Rus Savaşı’nın (1877-78) ardından iki devlet arasında Ayastefanos Antlaşması’nın (1878) imzalanmasıyla Rusya Akdeniz’e inebileceği koridoru elde ederken, diğer büyük devletler telaşa kapılmış ve antlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi için Berlin Konferansı’nın (1878) toplanmasını sağlamışlardır. Konferansın ardından kararlaştırılan maddeler Berlin Antlaşması ile imza altına alınmış, böylece Ayastefanos Antlaşması geçerliliğini kaybetmiştir. Ayastefanos Antlaşması’nın 16. Maddesinde Rusya’nın lehine yer alan Ermenilerle ilgili düzenlemeler, Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesinde yer almış ve diğer büyük devletler Ermeni Sorunu’na müdahil olmuşlardır. Böylece Ermeni Sorunu’nun ilk kez 1878 Berlin Antlaşma- sı’nın 61. Maddesi ile uluslararası boyutta gündeme geldiği ve bundan sonra başlayan olaylar sürecinin 1915 Tehcir olayı ile sona erdiği yorumunu yapmak mümkündür.
XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar devlet yönetimi ile ilgili hiçbir problemi olmayan Ermeniler, bundan sonra devletin gücünün azalması ve milliyetçilik akımının etkisiyle birlikte emperyalist devletler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya başlanmıştır. İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD’nin de içinde bulunduğu bu devletler 1878 Berlin Antlaşması’na Ermenilerle ilgili ıslahat maddeleri koymuşlardır. Yukarıda isimleri zikredilen büyük devletlerin gücünü arkasında bulan ve Osmanlı Devleti’nde sosyal, ekonomik, dinî, siyasî, idarî ve kültürel hürriyetlere sahip olan Ermeniler, yaşadıkları vilayetlerin hiçbirinde nüfus çoğunluğuna sahip olmamalarına rağmen emperyal devletlerin kışkırtmaları sonucunda önce ıslahat, sonra özerklik ve nihayetinde bağımsızlık isteği ile ayaklanmalara başlamışlardır (Halaçoğlu 2008: 25-37). Osmanlı Devleti’nde Ermeni olaylarının yaşandığı bölgelerden birisi de Hatay topraklarıdır. Bu olayların çıkmasında bölgede çıkarları bulunan Fransa, önemli bir rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeniler üzerinden, kendi çıkarları doğrultusunda politika güden birçok devlet olmuştur. Başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa daha sonra ABD bu ülkelerdendir. Çıkarları gereği Hatay’da yaşayan Ermenilerle ilgilenen devletlerden birinin Fransa olduğu görülmektedir. Bu ilginin nedeni ise Fransa’nın Anadolu toprakları üzerinde ekonomik nüfuz alanları kurmak istemesidir. Anadolu toprakları üzerine birtakım ekonomik planlar yapan Fransa, bu planlarını gerçekleştirebilmek için Orta Doğu ve Akdeniz’de güçlü bir konumda olmak ve denge sağlamak zorundadır. Fransa bu dengeyi “Ermeni Sorunu” yaratarak uzun yıllar sağlamaya çalışmıştır (Uras 1987: LXXXIII).
Uzun bir geçmişe sahip olan Türk-Fransız ilişkilerinde, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin ayrı bir yeri vardır. Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya tanıdığı imtiyazları simgeleyen kapitülasyonlarla yoğunluk kazanan Osmanlı-Fransız ilişkilerinde, Fransa zamanla kapitülasyonları kullanarak Osmanlı zenginliklerini ele geçirme politikası izlemeye başlamıştır (Evren 2002: 89).
Hatay’ın jeopolitik konumu, stratejik önemi, yer altı kaynakları ve zengin tarım ürünleri yelpazesi, Fransa’nın ilgisini çekmiş, bu zenginliklere ulaşmak için belki de elindeki tek koz olan Ermenileri bahane etmekten ve Ermeniler üzerinden politikalar yürütmekten kaçınmamıştır. Hatay topraklarının yanı sıra Suriye ve Çukurova topraklarında da yayılmacı emellerini gerçekleştirmek isteyen Fransa, Suriye ve Çukurova toprakları arasında bir köprü görevi gören ve İskenderun körfeziyle deniz ulaşımında ve ticaretinde önemli bir yere sahip olan Hatay’a mutlaka sahip olmak istemiştir. İklimin sağladığı nimetler doğrultusunda tarım alanlarının verimliliği ve genişliği, Amik ovasının pamuğu, tahıl ürünleri, bostanı yine Erzin ve Dörtyol ovalarının turunçgilleri ve daha birçok ürünü Fransa’nın iştahını kabartmıştır.
XVI. yüzyıldan itibaren, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Katoliklerin hamisi rolünü üstlenen (Tuncer 2000: 99) Fransa’nın, Ermenileri Katolik- leştirmek için yoğun faaliyetlere girdiği görülmektedir. Bu faaliyetler sonucunda XVIII. yüzyılın başlarında İstanbul’da otuz bin Ermeni’nin Katolik mezhebine girdiği ifade edilmektedir (Özçelik 2005: 85). Fransa, XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı’da yaşayan diğer mezheplere bağlı Hı- ristiyanları Katolikleştirmek için yoğun çaba harcadığı gibi Katolikleştir- diği Hıristiyanların ve özellikle de Ermenilerin temsilcisi rolünü üstlenerek İstanbul, Çukurova ve Lübnan’da yaşayan Katolik Ermenileri sözde korumak için her türlü girişimde bulunmuştur. Fransa, Osmanlı Devle- ti’ne yaptığı baskılar sonunda, 1830’da Katolik Ermeni Kilisesi’nin kurulmasını sağlamıştır (Saray 2005: 36). 1831 yılında ise Fransız elçisinin girişimleri sonunda II. Mahmut bir fermanla, Ermeni Katoliklerini “Cemaat” olarak kabul etmiştir (Kundakçı 2006: 45). XIX. yüzyılda, Orta Doğu bölgesini ekonomik pazarı olarak görmeye başlayan Fransa, bölgeye yerleşmek için Hıristiyanların haklarını korumayı bahane olarak seçmiştir (Özçelik 2005: 87). Osmanlı Devleti, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı ile Hıristiyanlara birtakım ayrıcalıklar tanımıştır. Bu ayrıcalıklardan memnun kalmayan Katoliklere destek çıkan Fransa, işi daha da ileri götürerek 1860’ta Lübnan’a asker göndermeye kalkışmıştır (Saray 2005: 36). Fransa’nın bölgesel hâkimiyet alanları yaratmak amacına yönelik olarak Katolik mezhebini bir Truva atı gibi kullandığı söylenebilir.
Osmanlı Devleti’nde, 1914 yılı nüfus verilerine göre 1.229.007 Ermeni bulunmaktadır (Karpat 2010: 398). Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusunun, 728’i Katolik olmak üzere toplam 16.158’i Hatay’da yaşamaktadır (Karpat 2010: 360, 370). Bu verilere göre Osmanlı Devleti’nde bulunan Ermeni nüfusunun %1.31 kadarının Hatay’da olduğu anlaşılmaktadır. Aynı dönemde Hatay’da 127.005 Müslüman bulunmaktadır (Karpat 2010: 360, 370). Hatay’da bu dönemde, Ermeni nüfusunun Müslüman nüfus içerisindeki oranı ise %12,7 civarındadır. Gerek Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgelerden, gerekse yerli ve yabancı kaynaklardaki bilgilerden bahsi geçen tarihlerde Hatay’da Ermenilerin sancaklarda, kazalarda, köylerde, Müslüman halkla iç içe veya ayrı köylerde, bölgeye yayılmış bir şekilde yaşadıkları görülmektedir. Bu dönemde Hatay topraklarının bir kısmı Halep vilayetine, bir kısmı da Adana vilayetine bağlı bulunmaktadır (Tekin 2000: 149-159).
Hatay’da yaşanan Ermeni olaylarında Fransa’nın Ermenileri kışkırttığı, desteklediği ve koruduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Hatay’da büyük çaplı ilk Ermeni olayının 1895 yılında Payas’ta yaşandığını söyleyebiliriz. Payas’ın Çokmerzimen köyünde Ermenilerin civardaki Türk köylerine saldırmasıyla (BOA A.MKT.MHM. 616: 3) başlayan olayların, 1915 yılına kadar değişik zamanlarda ve farklı yerlerde devam ettiği görülmektedir. Bu ilk olayda, Azizli köyünü işgal ederek Payas’a saldırmak amacındaki Ermeniler, bölgede yaşayan silahsız ve masum Türkleri katletmişlerdir (BOA A.MKT.MHM. 616: 14). Osmanlı Devleti olayların önüne geçmek için bölgeye iki bölük asker göndermiş, olaylar güçlükle yatıştırılabilmiştir. Yine 1895’te, Ermenilerin Antakya kazasının Süvey- diye (Samandağ) nahiyesine bağlı Kabaklı köyüne yatsı namazında saldırdığı görülmektedir (BOA A.MKT.MHM. 646: 7). Bu olaydan yaklaşık bir buçuk ay kadar önce Antakya Fransız Konsolosunun hanımının Sü- veydiye’yi ziyaret etmesi ve Betyas adlı bir Ermeni köyünde Ermenileri kışkırtıcı, cesaretlendirici evrakla yakalanması, bunun üzerine jandarma tarafından alıkonularak hakkında tahkikat yapılması (BOA A.MKT.MHM. 714: 37) olayın çıkmasında etkili olduğu anlaşılan ve mutlaka dikkate alınması gereken bir husustur.
1896 yılında Halep vilayetinden Sadaret’e gönderilen bir telgrafta, Halep’in Fransa Konsolos vekilinin Zeytun’dan Maraş’a dönüşünde, Zey- tun Ermeni isyanının eylemcilerinden olan birtakım Ermenileri himaye ederek bunları korumaya çalıştığı, bir takım iddia ve zararlı düşüncelere yönlendirmek gibi teşvik ve kışkırtmalarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı belgede bu durumun Ermeni Katolik piskoposunun yaptığı kandır- macaların bir eseri olduğu, bu defa Maraş’a gelen Fransa Büyükelçiliği askerî ateşesinin de bu yolda kandırma yöntemlerine devam ettiği yer almaktadır. Adı geçenlerin açıktan açığa Katolikleri himaye ve korumaya kalkışmaları konusu dikkate değer görülmüştür (BOA A.MKT.MHM. 651: 10).
Fransa, bölgede Katolik Ermenileri himaye ettiği gibi Katolik olmayan Ermenileri de Katolik mezhebine çekmek için onları sözde korumaya çalışmış, öngördüğü propaganda faaliyetlerinde bulunmuştur. Fransa’nın Ermenilere hamilik yapması Ermeniler tarafından olumlu karşılanmıştır. Zira Halep vilayetine bağlı Antakya kazasının Süveydiye sahilinde bulunan Kesab ve diğer köylerinden, içinde Katolik Ermenilerinin de bulunduğu Ermeniler tehdit altında olduklarını ve kendilerini koruyacak derecede zaptiye olmadığından bahisle Lazkiye Fransa konsolosluğuna hitaben birçok imzalı mektup göndermişler ve konsolosluktan yardım istemişlerdir. Lazkiye konsolosu da adı geçen mektubu Beyrut Fransız Genel Konsolosluğuna göndermiştir (BOA A.MKT.MHM. 647: 21). Bölgede yaşayan Ermeniler Fransa ile olan yakınlıkları dolayısıyla gerektiğinde yardım isteyecek kadar Fransa’yı kendilerine yakın görmüşlerdir. Böylece Fransa hakimiyet yaratma çabalarına yenilerini eklemiş ve hedeflerine adım adım yaklaşmıştır denilebilir.
Halep ve Adana Fevkalade Kumandan Vekili Muhsin Paşa’nın 30 Eylül 1897’de Başkitabet’e gönderdiği şifrede; Antakya ve Süveydiye civarını tamamen dolaştığını ve edindiği izlenimleri anlatmaktadır. Buna göre Süveydiye nahiyesi Müslüman, Nusayri ve Ermeni köylerinden meydana gelmektedir. Bunun dışında Rum Ortodokslarına ait bir tek köy bulunmaktadır. Ermenilerden oluşan köyün toplamı beş tanedir. Bölgede bulunan Osmanlı askerlerinin ve mahalli hükümetin sürekli teyakkuz halinde bulunmalarından dolayı Ermeni köyleri isteklerine kavuşamamışlardır. Her tarafta asayiş sağlandıktan sonra, Ermeni köylerindeki ahali işleriyle meşgul olmaktadırlar. Asayişin sağlanmasından sonra Muhsin Paşa bütün Ermeni köylerinin ileri gelenleri ve papazlarını davet etmiş gerekli tavsiyelerde bulunmuştur. Toplantıya katılanların tamamı ortak bir dille Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını ve sadakatlerini bildirmişlerdir. Durum böyle iken; Hınçak Komitesine bağlı sakıncalı kişilerden oldukları hükümetçe araştırılarak gözaltına alınan ve daha sonra aftan yararlanarak tahliye edilen Kebusiye köyü ahalisinden İsa ve kardeşi Karabet tahliye sonrasında rahat durmayarak Süveydiye’deki Ermeni ahalisini rahatsız etmişlerdir. Bunu fırsat bilen Fransız Viskonsolosu ve İngiliz Konsolosu gizli bir şekilde bu iki Ermeni isyancıyı korumuş ve himayelerine almışlardır (BOA Y.PRK.ASK. 133: 9). Buradan Fransa’nın Ermeni fesatçılarını nasıl desteklediği anlaşılmakla birlikte, bu olay aynı zamanda Ermeniler üzerinden İngiliz-Fransız rekabetini de gözler önüne sermektedir.
Halep ve Adana Fevkalade Kumandanlığı Vekâletinin 1897 tarihli şifre telgrafından, Fransa’nın Hatay’daki Ermeni olaylarını desteklediği ve körüklediği anlaşılmaktadır. Belgede, karışıklık çıkardığı için geçen sene Marsilya’ya sürgün edilen dört Ermeni’den önce ikisinin, daha sonra Fransız posta vapuruyla diğer ikisinin Kıbrıs’a geldiği anlaşılmaktadır. Kıbrıs’ta birleşen bu dört Ermeni’nin gemici kılığına girerek yine Fransız posta vapuruyla İskenderun’a çıkarak orada bulunan İngiliz zırhlısına girip İngiliz gemici taifesi kıyafeti giyerek karaya çıktıkları oradan Payas’ın Çamlık köyüne gittikleri ve tekrar olay çıkaracakları (BOA Y.PRK.ASK. 119: 45) teferruatıyla anlatılmaktadır. Belge tahlil edildiğinde, bahsi geçen dört Ermeni’nin daha önce sürgün edilmesi, bir yıl sonra Fransa’nın marifetiyle kılık değiştirerek, binbir yolla İskenderun’a tekrar getirilmeleri ve Osmanlı’nın bu durumu bu kadar ciddiye almasından, bunların elebaşı konumunda oldukları anlaşılabilir.
Fransa, Ermenileri Hatay’da olaylar çıkarmak için kışkırtmak veya olaylar çıkaran Ermenileri koruyup kollamakla kalmamış, Osmanlı’ya isyan için Ermeni kamuoyu oluşturulması ve Ermenilerin teşkilatlanmasında da etkin rol oynamıştır. Fransa, Ermenilerin Osmanlı topraklarındaki emellerine ulaşmak için propaganda aracı olarak kullandıkları pek çok gazete ve dergiye ev sahipliği yaptığı (BOA HR.SYS. 2749: 110) gibi Osmanlı Devleti’nin yurda girişini yasakladığı bu yayınların, gizlice yurda girişini temin etmeye çalışmıştır. Bu yayınlardan birisi Paris’te “Ermeni Cemiyet-i Vataniyesi” adıyla çıkarılan ve yabancı posta çantaları içinde İskenderun’a sokulmaya çalışılan dergidir (BOA DH.MKT. 1426: 52).
Hatay’da Ermeni olaylarının çıkmasında önemli bir etkiye sahip olan Fransa’nın, gerek olaylar öncesinde gerekse olaylar sonrasında Er- menilere verdiği destek kendi belgelerinden de rahatlıkla anlaşılmaktadır. Musa Dağı’nda isyan eden Ermeniler, 10 Eylül 1915 tarihli bir belgede Fransız gemilerinden silah ve cephane talebine ilave olarak Fransızlardan kadın ve çocuklarının güvenli bir yere nakledilmesini istemişlerdir. 11 Eylül 1915’te Fransız gemilerinin marifetiyle 3.000’den fazla Ermeni – bunlar bahsi geçen Ermeni kadın ve çocuklar olsa gerek- önce Kıbrıs’a götürülmüş ancak Kıbrıs yönetiminin bunları kabul etmemesi üzerine, Mısır’ın İskenderiye şehrine nakledilmiştir. Geride kalan ve isyana devam eden Ermenilerin zor durumda kalmaları üzerine 23 Eylül 1915’te, yine Fransızlar bunları da İskenderiye’ye götürerek buraya yerleştirmişlerdir. 23 Eylül 1915 tarihli, Fransa’nın Mısır Ortaelçisi M. Defrance’nin Fransız Dışişleri Bakanı M. Delcasse’ye gönderdiği yazıda: “… bu sığınan Ermeni şeflerinin kafalarındaki tek düşüncenin Türklerle savaşmanın ve intikam almanın olduğudur. Tarafımızdan yönlendirilmek ve silahlandırılmak istemektedirler.” ifadeleri yazmaktadır (Dilan 2005: XCVI- XCVII ).
Fransa, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenileri, sözde bağımsızlık için gerçekleştirdikleri hareketlerde ziyadesiyle desteklemesine rağmen bağımsız bir Ermenistan projesine sıcak bakmamıştır. Yalnızca Ermenileri Fransız çıkarları doğrultusunda kullanmayı planlamıştır (Evren 2002: 92).
Fransa’nın bağımsız bir Ermenistan’a sıcak bakmadığı, Fransa’nın Osmanlı büyükelçisi M. Paul Cambon’un, 20 Şubat 1894’te Fransa Dışişleri Bakanı Casimir Pirier’ye gönderdiği mektuplardan açıkça anlaşılmaktadır:
Cambon mektubunda şunları söylüyor:
“…. Bağımsız bir Ermenistan mı? Kesinlikle bu düşünülemez. Ermenistan, Bulgaristan ve Yunanistan gibi tabiî hudutlarla çevrili, birleşik bir halk kütlesiyle tarif ve sınırlanmış bir yer değildir. Ermeniler Türkiye’nin her köşesine dağılmış bulunuyorlar. Asıl Ermenistan denilen yerlerde de Müslüman halkla karışmış bulunuyorlar. Buna, Ermenistan’ın Türkiye, İran ve Rusya arasında parçalanmış olduğunu da ilave ediniz. Beklenmeyen bir savaş sonucunda, eğer Avrupa, bir Ermenistan kurulmasını teklif etmiş olsa, yeni hükümetin yerini tayin ve tespit hemen hemen imkânsızdır. Aynı zorluk, yarı bağımsız bir il kurulmasında da söz konusudur. Ermenistan nereden başlayıp nerede bitiyor? Kala kala ıslahat vaadi kalıyor. Fakat Türkiye’de bu gibi vaatlerin ne demek olduğu bilinmektedir. Bir ıslahat yapılması için önce her şeyi ıslah etmek gerekir. 15 yıl önce Ermeni- leri memnun edecek ıslahat ve değişikliklerin bugün kendilerine yetmeyeceğinden de korkulur. O halde Ermeni sorunu için bir hal çaresi, bir sonuç mümkün değildir.” (Uras 1987: 428)
Dün bölgedeki çıkarları gereği sözde Ermenilerin yanında olan Fransa’nın günümüzde de çıkarları doğrultusunda Ermeni bahanesini kullanmaya devam ettiği görülmektedir. Hatta Fransız politikacıların kendi aralarındaki rekabette bu meseleyi kullandıklarını söylemek mümkündür. Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin 6 Ekim 2011’de Ermenistan’ı ziyareti, birçok basın kuruluşunda olduğu gibi Fransız Le Monde gazetesinde de “Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının bir parçası” olarak değerlendirilmiştir. Sarkozy’nin Ermenistan’da sarf ettiği cümleler, bize Fransa’daki Ermeni lobisini ve 2012 baharında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini hatırlatmaktadır.
Tarihî süreç içerisinde Fransa, emellerine ulaşmak için bölgede yaşayan Ermenileri maşa olarak kullanmış ancak başarılı olamamıştır. Bölge ne Fransızlara ne de Ermenilere yâr olmuş, Hatay toprakları sahibinde kalmıştır. Ancak yaşanan süreç sadece Türkleri değil aynı zamanda Er- menileri de olumsuz etkilemiş ve birlikte yaşama azim ve kararlılığını ortadan kaldırmıştır. Her iki taraf da bu durumdan zarar görmüştür. Olaylar sırasında sayıları binlere varan Türk ve Ermeni ölmüş, bunun sonucunda Hatay Ermeni olayları, bugün bile Türk ve Ermeni kamuoyu dışında tüm dünya kamuoyunu meşgul eden “Ermeni Sorunu”nun ortaya çıkmasında etkin bir rol oynamıştır.
ahmet_gecer@hotmail.com
Kaynak: TÜBAR-XXXV / 2014-Bahar
-
Arşiv Vesikaları
- Kaynak Eserler
Ermeni milletinin allah bilir belke de hepsi sherefsiz azqin sheytanin evladlaridir haram milletdir. Azerbaycanda sovetler dovrunde yasarken azerbaycan toprakinin yaqini yeyirdiler ve basqa milletlerden daha iyi yasayirdilar. Lakin bu toprakda para toplayib bu toprakda min illerle yasayan ehaliye ihanet etdiler. Uca yaradan versin onlarin layiq olduqu cavabi