Harp Meydanında Geçen Bir Ömür: Şehit Miralay Nâzım Bey
Her savaş, kendi kahramanlarını doğurur. Türk ulusunun var olma mücadelesi verdiği Kurtuluş Savaşı da kendi kahramanlarını tarih sahnesine çıkardı. Ancak kahramanlık, bazı insanların hamurunda vardır. Şehit Miralay Mehmet Nâzım Bey de bu sayısız kahramandan biri…
Savaştan savaşa koşan Türk Ordusu’nun en buhranlı günlerinde yetiştirdiği en kıymetli subaylardan biri olan Mehmet Nâzım Bey; idealist, cesur ve inkılapçı bir kişiliğe sahipti. Birliklerin talim ve terbiyesine fevkalade önem verirdi. Askerine kıymet verir ve ne ikmalini ne de taltifini eksik ederdi. Muhabere ve muharebede hep en önde olan Şehit Miralay (Albay), üç dil bilen ve kendini sürekli geliştiren bir askerdi. Subaylarının ve erlerinin de kişisel gelişimini teşvik ederdi. Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarının kurduğu genç cumhuriyetin tam da ihtiyacı olduğu parlak insanlardan biri olan Mehmet Nâzım Bey; iyi ata biner, iyi tabanca ve tüfek kullanırdı. Paşa’nın da yakından tanıdığı ve derin bir muhabbet duyduğu Nâzım Bey, hem askerle hem de halkla iletişim kurabilirdi. Böylece gittiği her yörede kendini ve milli kuvvetleri candan sevdirirdi.
Kahraman Nâzım, 1887’de Kayseri’de doğdu. Babası, Posta-Telgraf Müdürü Cemal Bey idi. Babasının Gümüşhane’ye tayin olması nedeniyle ilköğrenimini burada gerçekleştirdi. Yine tayin sonucu ailesiyle İstanbul’a dönen Mehmet Nâzım Bey, kendi isteği üzerine Tophane’deki evlerinin yakınında bulunan Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ne kaydoldu. Buranın ardından Çengelköy askeri İdadîsi’ni bitirerek 1904 yılında Harbiye’ye girdi. Küçüklüğünden beri atlara duyduğu sevgi nedeniyle süvari olmak istese de talih, onun piyade sınıfına ayrılmasına neden oldu. 1907 yılında Harbiye’yi bitiren Nâzım Bey, okuldaki başarıları sayesinde kurmay eğitimi almak üzere Harp Akademisi’ne girmeye hak kazandı. Kendi devresinde kurmay olmaya hak kazanan 15 kişiden biri olan Mehmet Nâzım Bey, 1910’da Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle göreve başladı. Kurmay çıkmasının ardından aynı yıl Yemen Kuvâ-yi Umumiye’sine tayin oldu. Binbaşı rütbesindeyken İttifak Devletleri’ne destek amacıyla oluşturulan ve Takviyeli 177’nci Alay adıyla kurulan Osmanlı Rumeli Müfrezesi’ne komutan olarak atandı.
Çanakkale, Bulgaristan ve Makedonya’da sayısız muharebeye katılan Binbaşı Mehmet Nâzım Bey, ateşkesin ardından Harbiye Nezareti’nin emriyle İstanbul’a geldi. Dersaadet günlerinde İngilizler’in kendisini tevkif edeceğini öğrendi ve başkentten ayrılmak için harekete geçti. O dönemde subaylara uygulanan standart soruşturma prosedürünün ardından, Harbi-i Umumî’deki başarıları nedeniyle kendisini yakından tanıyan Mustafa Kemal Paşa’nın onayıyla İstanbul’dan ayrılmak için harekete geçti. Er kılığına girerek malzeme nakli için hazırlanan tren katarlarından birine gizlice binerek Milli Kuvvet’lere katılmak üzere Anadolu’ya ulaştı.
Kuvâ-yi Milliye’de Beyşehir Süvari Alayı kumandanlığına atandı. Askeriye ile ve halkla yakın ilişkiler kurmayı seven Mehmet Nâzım Bey, padişahın iltizam ettiği vali Cemal’e ilk isyan eden kişi oldu. Köşk Cephesi’nde Türk birliklerinin ricatı ve ardlarından gelen Yunan askerleri ile mesafeyi açabilmeleri için uzun süre gerekiyordu. Bölgede bulunan Binbaşı Mehmet Nâzım, Anadolu sahnesindeki ilk önemli başarısını burada gösterdi. Kuvvetle saldıran Yunan müfrezeleriyle çetin çarpışmalar sonucu ricat için gerekli sürenin sağlanmasına kadar direndi. Milli Kuvvetler döneminde cereyan eden Bolu-Düzce İsyanı büyüyüp Milli Mücadele’yi tehdit eder hâle gelince Binbaşı Mehmet Nâzım, bölgeye intikal etti. İlk olarak Sebükbar Aydın Mürettep Fırkası ile hızla Mudurnu’ya girdi.
Küçük sayılabilecek bir birlikle isyan hareketini bastırdı ve Bolu’yu işgal etti. Bölgede örfi idare ilan ederek kontrolü tamamen eline aldı. Örfi idare kapsamında usul ve kaideleri sıkı sıkıya uygulayarak eşkıyalığa göz açtırmadı. Kuvâ-yi Milliyecileri Bolşevik, dinsiz ve imansız olarak yaftalayan bölge halkının bu görüşünü çeşitli yöntemlerle temelden çürüterek değiştirdi. Ahalinin desteğini kazanarak askere en çok ihtiyaç duyulan o dönemde; bölge havalisinden alınan askerlerle bir de tümen teşkil etti. Tedavi gören Teğmen Abdülkadir’i hastaneden kaçırarak şehit eden katillerin iddialarının asılsız olduğunu herkesin gözü önünde ispat etti ve faillerin gerekli cezaları almasını sağladı. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu tam bağlılıkla uygulayarak başıbozukluğa karşı sert tedbirler alıp, asayişi sağladı. İsyan, Düzce’de tekrar cereyan edince ayaklanmayı bastırıp düzeni burada yeniden tesis etti. Düzce halkının Kuvâ-yi Milliye’ye olan itimadını yükseltti. Öyle ki Bolu ve Düzce yöresindeki halk, kendisini candan sevip sayıyordu. Binbaşı Mehmet Nâzım, yöre halkı için artık bir kahramanlık ve fazilet sembolü olmuştu.
Birinci İnönü Muharebesi’nden önce düzenli orduya geçişin hızlandırılması için bir çözüm aranır. Bu çözüm; halkın yeni orduya itimadının artırılmasıdır. Bunun için Binbaşı Nâzım, komutası altındaki 4’üncü Tümen’in Ankara’ya intikalini sağlar. Halka geçit töreni düzenlenir. Bu tören öyle etkili olur ki Ankara’ya gelen yabancı heyetlerin karşılanması ve selamlanması görevleri, hep bu tümenden ayrılan bir müfreze ile icra edilir. İnönü’ye kadar düzensiz yapıda olan Kuvâ-yi Milliye birlikleriyle harp eden Yunan Ordusu, burada kendilerini karşılayacak olan Türk birliklerine de aynı nazarla yaklaştı.
Halkın bağrından koparak oluşan bu yepyeni ordu, düşmanı İnönü mevzilerinde hezimete uğrattı. Bu hezimet; belki de Küçük Asya Ordusu’nun Anadolu macerasında sonun başlangıcı idi. Binbaşı Mehmet Nâzım Bey de savaşın kopma anlarından birinde, Akpınar Mevzileri’ne yetişti. Buradaki birlik komutanına son savunma yerinin orası olduğunu ve katiyen teslim olunmayacağını; “Tabancamda sekiz kurşun var. Yedisi düşmana, bir tanesi de bana. Ama düşmana teslim olmak yok!” sözleriyle tebliğ etti. Muharebe esnasında yaşanan olaylardan birini tümenindeki subaylardan biri hatıratına “Nâzım Bey’in yaveri Çankırılı İhsan Bey ve beraberlerindeki on atlıyla birlikte çekilen asker istikametine yıldırım gibi gittiklerini gördük. Sinemalarda seyrettiğimiz gibi bu süvariler, vurulup birer ikişer yuvarlanıyorlardı. Fakat Nâzım Bey ile yaverinin kalan dört atlı ile zaviyei meyite dahiline girdiklerini ve iki süvari ile komutanın bir kola, iki süvari ile yaverin çekilen diğer kol üzerine atıldıklarını ve kuvvetlerin komutasını deruhde ederek tekrar taarruza geçtiklerini gördük.” sözleriyle kaydedecekti… Savaşın ardından Birinci İnönü’de sağladığı katkılar sebebiyle terfi ile taltif edildi ve rütbesi, binbaşılıktan yarbaylığa yükseltildi.
Dumlupınar’da Aslıhanlar Muharebesi’nin ardından hastalanan Yarbay Mehmet Nâzım Bey’in tedavisi, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Konya’da yapıldı. O dönemde az sayıda otomobil olmasına rağmen Paşa’nın emriyle Konya’ya nakli için kendisine bir otomobil tahsis edildi.
Tedavisi sırasında iki defa Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve bir defa da Atatürk, kendisini ziyaret etti. Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle kendisi hakkında günde iki defa şifreli durum raporu, Ankara ile paylaşılıyordu. Yarbay Mehmet Nâzım’a verilen kıymet o denli yüksekti ki bu raporlardan birinin şifresini geç açan bir subay, Asım Gündüz’ün emriyle 48 saat hapis cezasına çarptırıldı.
Mustafa Kemal Paşa’nın da komuta heyetinin de ordunun göz bebeği olarak gördüğü Mehmet Nâzım Bey; kaderin bir cilvesi olarak kendi subaylarından birinin ihmalkârlığının kurbanı olacaktı. Kütahya-Eskişehir Savaşı’nda Yumruçal ve Nasuhçal Bölgeleri’nin savunması Yarbay Mehmet Nâzım’a verildi. Harekât planına göre 40’ıncı Alay Yumruçal, 58’inci Alay ise Nasuhçal mevzilerini işgal edip savunma vaziyeti alacaktı. Bölgeye yetişen 58’inci Alay, görevini yerine getirerek Nasuhçal mevzilerini işgal ederek savunma vaziyeti almıştı. Yarbay Mehmet Nâzım, karargâha ulaştığında 40’ıncı Alay komutanının hayati bir hata yaparak emri uygulamadığını ve Yumruçal mevzilerine intikal etmemiş olduğunu öğrendi. Bunun üzerine emrindeki muhafız kıtası ve komuta heyetiyle bölgeye atılan Yarbay, bölgede aynı maksatla harekete geçen düşmanın mevzilendirdiği makineli tüfek müfrezesinin pususuna düştü. İki yerinden yaralanarak atından düşen Yarbay Nâzım Bey’e, atından atlayıp kumandanının yanına giden Emir Çavuşu Borlu Eyüp, yetişti. Nâzım Bey, son gücüyle “İlerleyin! Tepeyi tutun! Sonuna kadar müdafaa edin!” dedikten sonra bilincini yitirdi. Borlu Eyüp Çavuş, ölmemesi için dua ederek var gücüyle kucağında taşıdığı komutanını doktora yetiştirdi. Nâzım Bey, ilk müdahalenin ardından Çekürler İstasyonu’na götürüldü. Hazır olan trene bindirilip Ankara’ya yola çıkarılmadan az evvel Yarbay Mehmet Nâzım Bey, burada cephedeki durumu sordu ve askerleri hep bir ağızdan “Yetiştik kumandanım. Tepeyi tuttuk.” cevabını verdi. Kahraman Nâzım, vasiyetini bildirdikten sonra Çekürler’de şehit düştü. Sedyeye konulup üzeri Türk Bayrağı ile örtülen Şehit Yarbay Nâzım’ın mübarek naaşı, Ankara’ya sevk edildi. Haber, derhal Mustafa Kemal Paşa’ya iletildi. Paşa’nın yaveri Muzaffer Bey, haberi nasıl söyleyeceğini kara kara düşünüyordu.
Fikriye Hanım’ın da yardımıyla Nâzım Bey’in şehadet haberi, Mustafa Kemal’e iletildi.
Harpten harbe koşan ve binlerce kıymetli askerini cenk sahasında vatan toprağına emanet eden Paşa’nın, haberi almasıyla derin bir yasa gömüldüğü söylenir. Bu kıymetli komutan, geçit törenlerinden ve atlı gezilerinden de iyi tanıdığı Ankara halkının akın ettiği bir cenaze merasimi ile Hacı Bayram Veli Camisi’nde defnedildi. Kendisine önerilen önemli görevleri, sırf çok sevdiği tümeninden ayrılmamak için reddeden Nâzım Bey, şehâdetinin ertesi günü Büyük Millet Meclisi’nin oy birliğiyle aldığı kararla Miralay (Albay) rütbesine terfi ettirildi.
Bugün naaşı, Ankara’da bulunan devlet mezarlığında yer alan ebedi istirahatgâhında, uğruna ömrü gibi canını da verdiği al bayrağın altında uyuyor.
Alıntı Kaynak: C4Defence Dergisi, Sayı: 77