MÖ 5000-4000 yılından itibaren Kırım’dan Çin’e kadar uzanan sahada bozkır kültüründe yaşayan ve Türkler’in ataları olarak bilinen topluluklar yaşamaktaydı.[1] Bunlardan Karadeniz, Hazar Denizi ve Aral Gölü’nün kuzeyinde bugünkü Rusya topraklarında yaşamakta olan bozkır kavimleri içerisinde, İskitler’in ilk kez ne zaman ortaya çıktıklarını kesin olarak bilmemekle birlikte, Asur ve Urartu kaynaklarına dayanarak en azından (tesbit edilebildiği kadarıyla) 8. yüzyıldan itibaren yaşadıkları bölgenin güneyine doğru hareket ederek buraları etkiledikleri bilinmektedir. Bu çalışmada, Asya’nın geniş bozkırlarından yola çıkarak Asya kıtasının batı ve güneybatı ucuna kadar ulaşmış İskitler, eskiçağda bu bölgeyi karakteristik özellikleriyle etkilemiş bir örnek olarak ele alınacaktır.
İskitler’den günümüze kadar ulaşmış kendilerine ait yazılı belgeler elimize geçmemiştir. İskitler hakkındaki bilgileri çevrelerinde ilişkide bulundukları Urartu, Asur ve Hellen kaynaklarından öğreniyoruz. İskitler’in Tuna nehrinden Çin’in batı sınırına kadar uzanan sahada ilk kez ne zaman ortaya çıktıklarına[2] ve Anadolu’da kültürel etkinliklerine dair açık ve kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak onların çevre ülkelerle olan siyasî ilişkilerine ve bu dönemlerden kalan çeşitli arkeolojik buluntulara dayanarak İskitler’in Anadolu’da nasıl bir etki yaptıkları konusunda fikir yürütmemiz mümkün olabilmektedir.[3]
İlk kez adları, MÖ 774’te Urartu kralı Argişti’nin yıllıklarında geçen İşkigulular (İskitler), kralın sınırlarına ulaştığı bir ülke olarak belirtilmektedir. Ancak sınırlarını İskit memleketine kadar genişlettiğini belirterek bundan övünç duyan Argişti, herhalde henüz nasıl bir toplulukla karşı karşıya geldiğinin farkında değildi. Zira, Arpaçay’ın kıyısında, Kanlıca köyü yakınında bulunan kaya yazıtında ve bundan sonraki dönemlere ait diğer belgelerde adları “atlı kavimler”[4] olarak geçen İskitler, gerçekten de İran, Mezopotamya ve Anadolu’ya doğru ilerleyerek bu bölgenin siyasî ve kültürel hayatında önemli roller oynamışlardır.
Tarihî kaynaklardan anlaşıldığı üzere, güney Rusya bozkırlarını işgal eden İskitler, diğer bir “atlı kavim” olan Kimmerleri[5] Kafkasya Dağları’ndan güneye doğru sürmüşler ve daha da ileriye giderek Med ülkesine girmişlerdi.[6] Asur kralı Esardaddon’un yıllıklarına göre ise, MÖ 679 yılında Asur kralı, İskit kralı İşkapai’yi batı İran’da mağlup etmişti.[7] Bu sırada çevrede gelişen olaylardan endişe duyan Urartu kralı II. Rusa, İskitlere karşı akıllı bir siyaset uygulayarak İskit kralı Sagastara’nın Urartu topraklarını geçerek Mana ülkesine gitmesine izin vermiştir. Hatta belki de II. Rusa (MÖ 685-645), İskitlerle savaşmak zorunda kalmamak ve ülkesini yağmalatmamak için onlara ülkesinde yerleşme izni de vermiş olmalıdır.[8] II. Rusa, bu erken dönem siyaseti ile birlikte, İskitler’in çevre ülkelerde olduğu gibi kendi ülkesi için de bir güvenlik sorunu oluşturmaması için Kuzeybatı İran’dan Van Gölü çevresine kadar uzanan geniş bölgede pekçok şehrin etrafını kalelerle tahkim etmiştir.[9] Urmiye Gölü çevresinde, Kale Siyah, Kız Kalesi, Danalu, Kaleoğlu, Sangar ve Van Gölü çevresinde Adilcevaz Kef Kalesi, Ayanıs Kalesi, II. Rusa döneminin “atlı kavimler”e karşı güvenlik için yaptırdığı kalelerdir.[10] Bu durum, bir yandan II. Rusa’nın dış siyasetindeki ileri görüşlülüğünü ortaya koyarken bir yandan da “atlı kavim” İskitler’in askerî kabiliyet ve kapasiteleri ile çevrede nasıl bir etki yaptıklarını göstermektedir. MÖ 7. yüzyıldan günümüze kaldıkları düşünülen ve üzerleri bozkır kültürünün hayvan şekilleriyle süslenmiş savaş araç ve gereçleri Anadolu’da II. Sarduri (MÖ 645-635) tarafından inşa edilen Çavuştepe’deki şehir kalesinin çevresinde bulunmuştur.[11]
Bu dönemde, gerek İskit tehlikesinden kurtulmak gerekse onların askerî gücünden faydalanmak için Batı İran’daki Mana Devleti’nin de İskitleri yanlarına alarak kendilerini Asur tehlikesine karşı korumaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.[12] Ancak bu müttefik kuvvetlerin savunmasına karşın güçlü Asur, Mana ülkesini eline geçirmiştir. Asur’un bölgedeki gücü fazla uzun sürmez ve Zağroslar’ın orta kesimlerinde yaşamakta olan Kaştaritu adlı bir lider, Medler, Mannealılar ve İskitleri bir araya getirerek Asur’un güvenliğini tehdit edecek bir koalisyon kurmaya çalışmaktadır. Asur kralı Esardaddon’un bu endişesinin boşuna olmadığını tarihî gerçekler doğrulamaktadır. Bu sırada batı İran’da bir İskit Devleti kurulmuş, MÖ 673 yılında İskit yöneticisi İşkarpai ölmüş ve yerine geçen oğlu Partatua Esardaddon’un kızıyla evlenmek istemiştir. Bu evliliğin gerçekleştiğine dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte Partatua’nın Asur’un düşmanı olan Med ülkesindeki kavimlere saldırması bu evliliğin gerçekleştiğini gösterebilir. İskitler, Mısır ülkesine kadar sefer düzenlemişlerdir. MÖ 652-625 yılları arasında İskitler, Mannea Devleti yanında ya da Med ve Babilliler ile birleşerek Asur’a karşı bir tutum içinde olmuşlardır.[13]
MÖ 645 yılında Urartu Devleti’nin başına geçen III. Sarduri döneminde, Urartu için İran’ın batısında ortaya çıkan Med tehlikesinin İskit askerleriyle kuvvetlendirilmesine karşılık, III. Sarduri’nin Asur kralı Asurbanipal ile o zamana kadar görülmemiş bir yakınlıkla MÖ 640 yılında bir işbirliğine gittiği görülmektedir.[14] III. Sarduri’den sonra Urartular hakkındaki bilgilerin kesintiye uğraması, Urartular’ın çöküşe geçtiklerinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Urartu Krallığı’nın kesin olarak kimler tarafından yıkıldığı bilinmemekle birlikte Krallığın yıkılmasında Medler ve İskitler’in ayrı ayrı ve birlikte mütemadiyen yaptıkları seferlerin rolü olduğu anlaşılmaktadır. Urartu Krallığı’na son darbenin MÖ 590 yılında Medler tarafından vurulduğu düşünülmektedir.[15]
Benzer şekilde, MÖ 612’de Med’li Cyaxeres ile Babil’li Nabopolassar, (Asurbanipal’ın oğlu) İskit askerlerinden oluşturulan bir müttefik kuvvetle Asur kralı Sin-şir-işkun’a karşı harekete geçmişler, Asur’un Mısır’dan yardım almasına rağmen, bu savaşta Ninive (Ninova) kenti yağmalanmış ve MÖ 609 (veya 612) yılında Asur Devleti de tarih sahnesinden silinmiştir.[16] Ancak bu muhasara sırasında İskitler, “savaşta başarılı olmanın heyecanıyla” daha güneye doğru hızla hareket edip Suriye ve Yuda’yı ele geçirerek Filistin’e kadar inmişler ve Hellenistik döneme kadar varlıklarını sürdürmüşlerdi. Bölgede askeri kabiliyetleri ile ön plana çıktıkları anlaşılan İskitler’in kurdukları şehir, o zaman Hellenler tarafından “Skythopolis” (günümüzde Filistin’de Beith-Shean) adıyla anılmıştır.[17] II. Ptolemy’nin ordusunda muhtemelen Skythopolis şehrinden gelen İskit süvarileri de bulunmaktaydı.
Urartular’ın yıkılmasından sonra İskitler’in büyük bir kısmının Sibirya’ya doğru çekildikleri, bir kısmının Urartu topraklarında kaldıkları sonra da Med ve Pers idaresi altında yaşamaya devam ettikleri düşünülmektedir.[18]
Ksenophon’un IV. yüzyılın başlarında Doğu Anadolu bölgesinden “İskitler’in ülkesi”[19] olarak bahsetmesi yine İskit etkisinin bölgede halihazırda devam ettiğini göstermektedir.
İskitler’in Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna nehrinin aşağı kısmından Don nehrine kadar olan bölümünde hayatına devam eden kolları ise MÖ 4. yüzyılda Sauramat (Sarmat)ların baskısı altında kalınca İskitler daha batıya ve güneye inmek zorunda kalmışlardır. Kendilerine güvenilir bir yer bulmak için Tuna nehrini geçerek, “Küçük İskitya” olarak adlandırılacak olan Dobruca’yı ele geçirmeyi amaçlamışlardır. II. Phillip, oğlu Büyük İskender ve halefleri zamanında İskitler, Makedonya ile mücadeleleri[20] sonucunda zayıflamışlar ve bunun üzerine Tuna, Donetz, Dinyeper bölgelerinden ayrılarak ikiye bölünmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı Tuna bölgesinde “Küçük İskitya”ya, bir kısmı da Kırım’a yerleşmiştir. “Küçük İskitya”dakiler Dobruca’nın Roma hakimiyeti’ne girmesine kadar bu bölgede hayatlarına devam etmiştir. MÖ 2. yüzyılın başlarında Kırım dışında Karadeniz’in kuzeyinin Sauramatların hakimiyetine girmesiyle bu geniş sahada İskit hakimiyeti sona ermiştir. Her ne kadar Dobruca ve Kırım’da İskitler hayatlarına devam etmişlerse de, artık bu çevrede de Sauramat egemenliği dönemi başlamıştır. Etkin olmamakla birlikte, miladi 2 yüzyıla kadar İskitler bölgede yaşamışlardır. Askeri stratejileri, atı kullanmadaki kabiliyetleri, teknik, kültür ve sanat ögeleri ile geniş sahaları ele geçirmişler ve bu bölgelere 1000 yıl kadar bir süre hakim olmuşlardı.[21] Artık Sauramatların metal üzengiyi icad etmeleri ile bir anlamda İskitler, savaş teknolojisindeki bu yenilik karşısında geri kalmışlardı.[22]
Bu bilgiler ışığında belgeleri değerlendirdiğimizde şu sonuçlara varılmaktadır: Öncelikle İskit etkisi, Urartu ve Asur kaynaklarında, çevrelerinde bir güvenlik sorunu oluşturan “atlı kavimler”in (ki bunlar Kimmerler ve İskitlerdir) Urartu ve Asur’a akınlar yapmalarıyla ortaya çımıştır. Güçlü Urartu krallarının İskitlere karşı ülkelerini koruyabilmek için hakimiyetleri altındaki şehirlerin etraflarını kale ve surlarla çevirmeleri “atlı kavimler”in bölgede nasıl bir korku oluşturduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Daha önce Orta Asya’da Çinliler’in Hun saldırılarından korunmak için yaptırmış oldukları “Çin Seddi” gibi, Urartu kralları da özellikle İskitler’e karşı şehirlerini koruyabilmek için büyük harcamalar yaparak kale ve surlarla şehirlerini tahkim etme ihtiyacı duymuşlardı.[23] Tarihin farklı dönemlerinde ve Asya’nın farklı bölgelerinde ortaya çıkan ve aynı soydan geldikleri ve benzer kültürel özelliklere sahip oldukları anlaşılan Hunlar ve İskitler’in, askeri akınlarına karşı benzer güvenlik tedbirlerinin alınması bir tesadüf olmamalıdır. Bu durum, Hunlar (ve diğer Türk devletlerinde hemen pekçok zaman belirgin bir şekilde ortaya çıktığı gibi) ve İskitler’in savaş meydanındaki maharetleri ile ilişkilidir.[24] İskitlerde bir askeri hiyerarşi ve demokrasi de yer almaktaydı.[25] Erkeği ve kadını ile her bir ferdinin asker olarak yetiştiği Turan toplulukları arasında İskitlerde de kadınların askeri kişilik ve kabiliyete sahip olduklarından antikçağ kaynaklarında bahsedilmektedir.[26]
MÖ I. binyıl başlarında, özellikle Urmiye Gölü ile Van Gölü arasındaki bölgedeki tesirleri yoğun olmakla birlikte, İskit etkisinin Mezopotamya ve Mısır’a kadar gittiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Öncelikle Urartu, Asur ve Medler’in siyasî ilişkilerinde askerî özellikleriyle yer alan İskitler, Urartu ve Asur devletlerinin yıkılmasında önemli bir etken olmuşlardır. Diğer taraftan İskitler, Yakındoğu’da 30 yıla yakın bir süre bağımsız bir devlet kurmuşlarsa da daha çok Medler’in büyük bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlamışlardır. [27] İskitlerin bölgenin devletlerarası siyasî ilişkilerinde bir ordu gücü olarak ortaya çıkmaları, müttefikleri olan devletlerin onların silah araç ve gereçleri ile savaş taktiklerini gözlemlemelerini ve öğrenmelerini sağlamıştır. Her ne kadar çoğu zaman İskitler, Urartular’a karşı Medler’in yanında yer almışlarsa da çevredeki buluntu alanlarına bakılarak, Urartular’ın da bir kısım İskitleri ordularında istihdam ettikleri söylenebilir. Ya da Van Gölü çevresinde Çavuştepe’den ele geçen ve İskit tarzında yapılmış olan savaş araç ve gereçleri burada Urartular devrinde, Urartu Krallığı’nın ihtiyacını karşılamak için savaş gereçleri imal eden bir İskit yerleşiminin olduğunu da gösterebilir. Medler ve Persler’in ise İskitler’den ordularında askerî güç olarak faydalandıkları gibi[28] savaş araç ve gereçleri imali ile bazı savaş stratejilerini öğrendiklerini belirtmek mümkündür.[29]
İskitler, ister Urartu ordusunda ister Med ve Pers ordusunda görev almış olsunlar, yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntulardan anladığımız kadarıyla Anadolu kültürüne bozkır tarzında yapılmış savaş araç-gereçleri ve teknolojisi ile birlikte savaş stratejisini taşıdıkları söylenebilir. Bunların o dönem Anadolu’sunda ne kadar yaygın bir şekilde etkili olduğunu şu andaki bulgularla kestirememekle birlikte öncelikle bu etki alanın 8. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında Van Gölü ile Urmiye Gölü arasında yoğunlaştığını, hatta bölgenin dışına da taşarak Karadeniz’in batı ucundan Anadolu’nun batı ucuna, Mezopotamya ve Mısır’a kadar ulaştığını söyleyebiliriz. Urmiye Gölü’nden Sardes’e kadar uzanan sahada yer yer ele geçen savaş araç-gereçleri üzerindeki bozkır hayatının “hayvan tasvirli” (çeşitli kuş tasvirleriyle bezenmiş, kuş gagası şekilli araçlar, at tasvirleri ile süslenmiş) savaş araç-gereçleri[30] yer yer bölgedeki İskit etkisine işaret etmektedir.[31]
Silah imali için dökme ve dövme esasına dayanan metal işleme yanında, ok, mızrak ve teber ve balta sapları için de ağaç işlemeciliğinin gelişmesi gerekmiştir. Ok uçları ve bıçaklar genellikle metalden yapılmakla birlikte hayvan kemiklerinden yapıldıkları da görülmüştür. Ok, yay, kısa bıçak ve kılıç, kama gibi pratik ve hafif savaş aletleri İskit savaş endüstrisinin esas ve sıkça üretilip kullanılan parçalarıydı.[32] Hafif silahların taşınması ve kullanılmasının kolay olması İskitlerin savaşlardaki başarısında önemli bir etkendir. İskit savaş araç-gereçlerinin manevra kabiliyeti yüksek ve çabuk hareket edebildikleri anlaşılmaktadır. Hız ve çeviklik İskit savaş stratejisinin esasını oluşturduğundan savaş araç-gereçlerinin hafif olması ve hızlı hareket kabiliyetine sahip olmaları bu bakımdan gerekliydi. Dağınık kabileler halinde yaşamalarına rağmen, çoğu zaman herhangi bir tehlike durumunda düşmanlarına karşı birlikte hareket edebilmeleri de İskitler’in uzun zamanlar geniş alanları ellerinde tutabilmelerinde etkili olmuştur.
Türkler gibi Turan soyundan olup bozkır kültüründe yaşayan topluluklar ve İskitler’in bir diğer özelliği de atı ustalıkla kullanmalarıdır. Koppers, MÖ 5000-4000 yıllarında (daha önce değilse?) atı ilk kullananların Orta Asya bozkırlarında yaşayan ilk Türkler olduğunu ve atı kullanmayı ilk kez Türkler’in dünyaya tanıttıklarını belirtmektedir. At kullanmak, gerçekten de bilgi, beceri ve teknoloji isteyen bir iştir. At kültürünün içerisinde yaşayan Türkler’in atın, eti, derisi ve sütünü kullanarak bir at endüstrisi ve ekonomisi ile koşum, üzengi ve gem imalatını gerçeklerştirerek de at ile bağlantılı bir teknoloji medana getirdikleri bilinmektedir. Bununla birlikte atın savaş aracı olarak çok yönlü kullanılması da ayrı bir bilgi ve teknik gerektirmektedir.[33] İskitler’in, Anadolu da dahil olmak üzere, Güneybatı Asya ve Avrasya’dan ele geçen yazılı belgelerde vurgulandığı gibi atı ustalıkla kullanabilen bir toplum olması da geldikleri çevrede özellikle atın askerî ihtiyaçlar için kullanılmasını bölge ülkelerine öğrettiklerini de söyleyebiliriz.
Bütün bu ifadelerimiz, Tuna nehrinden Çin’e kadar yayılmış bulunan bozkır Turan kitlelerinden olan İskitler’in MÖ 8. yüzyılda Anadolu, Mısır, Mezopotamya, Filistin ve Arabistan’a kadar ilerlemiş olduklarını göstermektedir. Ancak bu sözlerimizden İskitler’in bu çevreye gelmiş ilk Türk kavmi oldukları çıkarımını yapmak da doğru değildir. Sonuç itibariyle, İskitler’in, eskiçağda, I. binyıl kavimleri içerisinde Orta Asya’da olduğu gibi Avrasya ve Güneybatı Asya’da da geldikleri bölgelerde başta askerî nitelikleri olmak üzere,[34] at yetiştiriciliğindeki bilgi ve becerileri ve maden işlemeciliğindeki ustalıkları sayesinde o dönemin siyasî dengelerini değiştirecek önemli gelişme ve değişmelere sebep olduklarını söylemek mümkündür. İskitler hakkındaki bu bilgiler, bugün de içinde yaşadığımız Avrasya ve Güneybatı Asya coğrafyasındaki toplumlar arasındaki girift tarihî ilişkilerin ve bağlarının ilkçağın erken dönemlerine kadar uzandığının açık göstergesidir.
Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı, haticeerdemir@yahoo.com.tr
Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, uygula@yahoo.com
Kaynak: Tarih Okulu Mayıs-Ağustos 2010 Sayı VII, 25-37.