Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Görkemli Âlim Muharrem Ergin Beğ

1 16.418

Gülşen Seyhan ALIŞIK

(1923 Gögye – 6 Ocak 1995 İstanbul)

Muharrem Ergin 1923 yılında bugün Gürcistan sınırlan içinde bulunan Ahılkelek’e bağlı Gögye köyünde doğmuştur (Resim 1. Doğduğu Ev)

Muharrem Ergin, Garapapağ/Karapapak adı ile anılan ve Azerbaycan coğrafyasında yerleşik bulunan bir Türk boyuna mensuptur. Ergin soyadı Türkiye’ye göçten sonra kullanılmış, asıl aile adı ise Kemaloğlu’dur. Hocanın vefatını takiben hayatı hakkında çıkan yazılarda bu husus eksik ya da yanlış olarak değerlendirilmiştir.

Karapapak boy adı ile ilgili değişik görüşler mevcut olmakla birlikte genel görüş; siyah kuzu derisinden papak giydikleri için bu adla adlandırıldıkları yolundadır. Kara Kalpaklar ile Karapapaklar arasında bir bağ olması gerekir. Bu Türk boyu, Karapapak yanında Terekeme (Terâkime) olarak da adlandırılır.

Z. Velidi Togan, tarihçi Kantemir’e dayanarak, Osmanlıların Kırım yoluyla Deşt-i Kıpçak’tan Rum ülkesine gelen on bin hanelik “Terâkime” ahfadı başka bir ifade ile “Kıpçak Terakimesi” olduğu hakkında bir rivayet nakletmiştir. Öte yandan 1239’da Türk-Moğol unsuru ile birlikte Doğu Avrupa seferine iştirak eden ve tarihî kaynaklarda “külâh-ı siyah” olarak belirtilen Türk boyu Karapapaklar’ın ceddi olmalıdır.

Kara Papaklar, İran ve Rus sınırlarının tespit edildiği 1828 Türkmençay anlaşmasına kadar toplu olarak Kazak Şemseddin Hanlığı’na bağlı Borçalı’da yaşamışlardır. Z. Velidi Togan, Boroçoğlu Kıpçak boyunun Hazarlar döneminde Orta Kür ırmağının sağ taraflarında kendi adlarıyla Borçalı adı ile tesmiye olunan sancakta yaşadıklarını belirtmektedir. Bu kayıt, Borçalı ve dolayısıyla Karapapaklar’ın o topraklardaki tarihinin delilidir.

Karapapaklar’ın şive özelliklerine bakıldığında Azerbaycan diyalektleri içerisinde Kazak-Borçalı gurubu daima “Kıpçak gurubu şiveleri” olarak tasnif edilmiştir. Ben de şahsen Türklük bilimi eğitimine başladıktan sonra aile içerisinde konuştuğumuz şivenin, Ortak Azerbaycan Türkçesinden farklılık gösterdiğini ve Kıpçak özelliklerinin ses, yapı ve söz varlığında kendini ağırlıklı olarak hissettirdiğine tanık oldum.

Bu Türk boyu, yaşadığı coğrafyada daima içine kapanık olarak Türk göçebe özelliklerini Şamanizmden başlayarak, İslâmiyet çizgisinde oluşturulan kültürü yakın döneme kadar korumuştur. Mirza Bala da “Karapapaklar, fıtraten zeki, çalışkan ve iyi binicidirler; kadınları hür, aile teşkilâtları mazbut ve sağlamdır” demektedir.

1828’den sonra Karapapaklar, Türkiye ve Güney Azerbaycan’a göç etmeğe başlamış ve sadece bir kısmı Kazak bölgesinde kalmıştır. Türkiye’ye gelenler; Kars, Iğdır, Muş, Ağrı, Sivas, Amasya vb. yörelere; Güney Azerbaycan’a gidenler ise özellikle Sulduz dolaylarına yerleşmişlerdir. Kemaloğlu ailesinin geçmişi ile ilgili olarak hâlen hayatta olan yaşlılarımızın anlattığı ve onların da yüzyıllardır dilden dile dolaşarak atalarından duydukları soy kütüğü şöyledir. Gösterdikleri cesaret ve bağlılıkları sebebi ile Kemaloğullan, Kars Sancak Beği tarafından II. Murad Han adına “Ağalık” unvanı ile taltif edilmişler ve bugün Gürcistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Ahılkelek’e bağlı Gögye ve yöresi kendilerinin mülkiyetine tahsis edilmiştir. Özellikle, Gögye bu tarihten sonra Kemaloğlu sülâlesinin idaresinde kalmıştır. Rusların bölgeyi işgalinden sonra Çar II. Nilolay tarafından da Kemaloğlu ailesinin “Ağalık” unvanı onanmıştır.

Kemaloğlu ailesi de diğer Karapapaklar gibi ana yurtlarından göçe mecbur kalmışlardır. Gündüz saklanarak, gece at sırtında yol alınarak gerçekleştirilen bu zorlu göç, önce Ardahan’da konaklamak suretiyle daha sonra da Muş’un Bulanık ilçesinde son bulmuştur. 1925 yılında başlayan göç yaklaşık bir yıl sürmüş ve 1926 yılında tamamlanmıştır. Muharrem Ergin, Gögye’den ayrıldığında yaklaşık iki yaşlarındadır. Zamanın siyasî şartları da göz önüne alındığında bu göçler anayı evlattan, kardeşi kardeşten ayrı düşürmüştür. Muharrem Ergin’in ağabeyi İbrahim Beğ ve ablası Mahyıldız Hanım da sülâlenin bir çok mensubu gibi Aras’ın öbür tarafında, Gürcistan’da kalmışlardır. Her ikisi de vefat etmiş olan bu kardeşlerden; İbrahim Beğ, veteriner profesörü idi, çocukları hâlen Gence’de yaşamaktadır. İbrahim ve Muharrem Ergin kardeşlerin bu dünyada birbirleriyle bir daha görüşmeleri de mümkün olmayacaktır.

Bir uçaydım bu çızpınan yelmen
Bağlaşaydm dağdan aşan selinen
Ağlaşaydım uzağ düşen ilinen
Bir göreydim ayrılığı kim saldı
Ölkemizde kim ğırıldı, kim galdı?

Muharrem Ergin’in on kardeşi vardır. Göç sırasında aile bölündüğü için karışık bir aile tablosu karşımıza çıkmaktadır. Babası Haydar Beğ ve annesi Nâme Hanım’dır. Annesi ve babasının ikinci evlilikleridir ve her ikisinin ilk evliliklerinden çocukları vardır. Haydar Beğ’in ilk eşi Zehra Hanım’dan olan çocukları; İbrahim, Kamil, Celil, Enver, Mahyıldız; Nâme Hanım’ın vefat eden ilk eşi Ali Beğden, Bahşı ve Mihriban adında iki çocuğu vardır. Haydar Beğ ve Nâme Hanım’ın evliliklerinden ise Bahri, Muharrem, Fahrettin ve Yıldız dünyaya gelmiştir. Bu kardeşlerden yalnız Fahrettin ve Yıldız Türkiye’de doğmuşlardır. Muharrem Beğ, kardeşleri arasında en çok Yıldız (Yüksel) Hanım’a yakındı.

Bu göçle gelen Kemaloğlu ailesine yerleşim yeri olarak Türk devleti tarafından, Muş ili Bulanık ilçesi tahsis edilmiştir. Kemaloğlu ailesi gerek Gürcistan’da gerekse Türkiye’de Ağalık adı ile tanınırlar. Ağalık ailesine Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yerleşim yeri olarak verilen Bulanık’ta yaşamak başlangıçta zor olmuştur. Ancak zaman içerisinde buradaki hayat tarzına ayak uydurulmuş ve bölgenin önde gelen Türk ailelerinin arasında yer almışlardır. Burada bir hatırayı da nakletmek isterim; benim de mensubu bulunduğum Kemaloğulları’na yüzyıllardır taşıdıkları ve yaşattıkları Ağalık geleneğini bu yeni yurtlarında terk etmek kolay olmamıştır. Şimdi hayatta olmayan Muharrem Beğ’in amcası olan Yahya Beğ dedem, Bulanık’ta ailenin en büyüklerinden imiş ve evinin kapısını gece gündüz hiç kilitlemezmiş. O yıllarda 6­7 yaşlarında olan annem bunu çok merak edip, dedesine “Dede kapıyı niçin hiç kilitlemiyorsunuz?” diye sormuş, aldığı cevap da onu çok duygulandırmış, “Ay gızım, kim cesaret edip de benim gibi bir Beğ’in gapısına izinsiz gelebilir? Kimseden gorhum yohdur!”. Bu anıyı Hoca’ya anlattığımda çok keyif alarak dinlemiş ve bunun doğruluğunu teyit etmişti.

Kemaloğlu Muharrem Beğ’in çocukluk yılları, Bulanık’ta bütün sülâlenin bir arada olduğu bir ortamda geçmiştir. Çocukluğunda vakur hareketleri, kararlılığı ve çalışkanlığı ile aile büyüklerinin sevgi odağı olan Muharrem Ergin’in aile içerisindeki adı Behram’dır. İlkokulu, Bulanık’ta, ortaokulu ise o tarihte Bulanık’ta okul olmadığı için Muş il merkezinde tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Muharrem Beğ, ailesinden uzakta Balıkesir Lisesinde parasız yatılı olarak eğitimine devam etmiştir (Resim 3. Lise Diploması). Kendi ifadesi ile Muharrem Beğ’in hayatındaki en önemli gelişmelerden birisi, lise yıllarında Atsız Beğ’in kardeşi olan Nejdet Sançar Beğ’in kendilerinin edebiyat öğretmeni olmasıdır. Bu gelişme, Muharrem Ergin’in fikrî ve meslekî hayatında belirleyici olmuş ve üniversite eğitimine İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde devam etmesini sağlamıştır.

Muharrem Ergin, 1946-1947 akademik yılında üniversiteden mezun olduktan sonra (Resim 4. Muharrem Ergin 1945), bir süre Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği görevinde bulunmuş ve 1950 yılında ise emekli olana kadar hizmet verdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olarak girmiştir. 1964 yılında Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat’ın vefatıyla boşalan Eski Türk Dili kürsüsünde başkanlık ve 1986-1990 tarihleri arasında da Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü başkanlığını yürütmüştür. (Resim 5., Resim 6. Muharrem Ergin) Muharrem Ergin ayrıca yine aynı bölüm tarafından düzenlenen ve dünya çapında dönemin en önemli kongreleri arasında gösterilen Millî ve Milletler Arası Türkoloji Kongrelerinin Genel Koordinatörlüğünü de yapmıştır.

Muharrem Beğ, 41 yaşında iken 1964 yılında evdeşi Özden Hanım ile hayatını birleştirmiştir; çok zarif, içten ve ağırbaşlı bir insan olan Özden Hanım, Muharrem Beğ’in kariyerini ve karizmasını kuvvetlendirmesinde kendisine mutlu ve düzenli bir hayat sağlamak suretiyle yardımcı olmuştur. Evliliklerinin ilk yılının sonunda oğulları Çağrı (1965) dünyaya gelmiştir.

Prof.Dr. Muharrem Ergin, Türk kültürünün farklı alanlarında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Türk musikisine tutkun olan Prof. Ergin, 1975 yılında, Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşunda etkili olmuştur. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanan konservatuarda Prof. Ergin, kurum yönetim kurulu üyesi ve Türk dili öğretim üyesi olarak hizmet vermiştir. Hoca, önemli bir mazereti olmadığı müddetçe Atatürk Kültür Merkezi’nde her hafta Pazar günü gerçekleştirilen Türk musikisi konserlerinin de müdavimi idi.

Prof. Ergin, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü tarafından düzenlenen Millî ve Milletler Arası Türkoloji Kongresi’nin kurucusu ve genel koordinatörüdür. Bu kongreler, Türklük biliminin Türkiye’de ve Türkiye dışında gelişimine önemli hizmette bulunmuştur. Muharrem Ergin bu kongreleri düzenli yapabilmek için devletin bütün imkânlarını zorlamıştır. Türkoloji kongreleri Hoca’nın gayretleri ile gelenekselleşmiş ve âdeta onun adı ile özdeşleşmiştir. M. Ergin’in vefatından sonra maalesef onun İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsüne bıraktığı bu manevî ve ilmî miras mevcut kadro tarafından devralınamamıştır. Türkoloji Kongrelerinin yapılamaması İstanbul Üniversitesi’nin değil, hattı zatında Türklük biliminin kaybıdır. (Resim 7. Muharrem Ergin, Resim 8. Kongre Bayrağı)

Hoca olarak Muharrem Ergin, Türklük biliminin her alanını doyumsuz lezzette öğrencilerine kana kana içiren bir bilim adamıydı. M. Ergin Türklüğü bir bütün olarak telâkki etmiş ve nihayet Türk dilinin değişik dönemlerine ait eserler vererek bu görüşünü kanıtlamıştır.

Türkiye Millî Kültür Vakfı, Aydınlar Ocağı ve Milletler Arası Türkoloji Kongresi tarafından kendilerine şeref armağanları verilmiştir.

İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve Türk Dil Kurumu başta olmak üzere çeşitli kurumların aslî üyesi olmuştur.

Hocam ile aramdaki gönül bağım çocukluk yıllarımda annem Nebahat Hanım ve babam Mehmet Beğ’den dinlediğim büyük dayımız Muharrem Beğ ile ilgili hatıralarla örülüdür. Ailemiz, aramızdaki kan bağıyla her zaman gurur duymuştur. Bu sadece üniversite öğretim üyesi olan bir akrabaya duyulan gurur değildi. Bu gurur; Türklüğü ve Türkçeciliği özünde yaşatan, ailemizin ve Türk ellerinin Korkut Atası’na, Muharrem Ergin’e yakınlığın gururu idi.

1984-1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Türk Dili Anabilim Dalında yüksek lisans eğitimime başladığımda Muharrem Dayı, Prof. Dr. Muharrem Ergin Hoca olarak karşımdaydı. Hoca’nın beni en çok etkileyen özelliği, hafif çekik gözlerinde insanı delip geçen, Ötüken’e götüren bakışları olmuştur. Hoca’nın yüksek lisans ve doktora derslerinin yanı sıra lisans derslerini de takip ettim. Hele Azeri Türkçesi derslerini Hoca’nın ağzından dinlemek bambaşka bir hazdı. “Heyder Baba …” diye başlayarak Şehriyar’ı her dillendirdiğinde ses tonunun yumuşaklığı babası Heyder Ağa’ya seslenirmişçesine sevgi yüklü idi. Şehriyar’ı bilinmezlikten çıkarıp bize O bildirmişti.

Heyder Baba igid emek itirmez,
Ömür keçer efsüs bere bitirmez
Namerd olan ömrü başa yetirmez
Biz de vallah unutmarıh sizleri
Göremmesek helal edin bizleri

Tarihin süzgecinden geçirip Orhun Âbidelerini. Dede Korkut’u, Kadı Burhaneddin’i ve Türklerin Soy Kütüğü’nü de bu Türk Bilgesi bize bildirmemiş miydi?

“Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Bir kavmi millet yapabilecek eser… Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser… Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” Bu sözler bize Türklük biliminin kutunu öğretmedi mi? Kelimeler bazen bir kartal kanadının rüzgârında imiş gibi sert, bazen de bir güvercin yumuşaklığında süzülürdü O’nun dilinden.

Muharrem Ergin, yazdığı eserleri ve bizzat yetiştirdiği öğrencileri ile Türklük Biliminde kendi ekolünü oluşturmuştur. Ölümünün üzerinden on yıl geçmesine rağmen başta Türk Dil Bilgisi olmak üzere, Orhun Abideleri, Osmanlıca Dersleri ve Azeri Türkçesi kitapları üniversitelerimizin ilgili bölümlerinde ana kaynaklar olarak okutulmaktadır. Hoca’nın gözlerden uzak kalan fikrî eserleri de bugünkü durumun değerlendirilmesi ve çözümler noktasında son derece değerli bilgilere sahip el kitabı niteliğinde kitaplar ve makalelerdir. Prof. Ergin’in makaleleri de bu özel sayının editörleri tarafından yayına hazırlanacaktır.

O, Türkçeyi çok iyi konuşan bir hatipti. Ses tonu, vurgulaması ve kendine has dil kullanımı ile insana Türkçenin gizli güzelliklerini, doyumsuz melodisini dinletirdi. Açıklanması güç olan hadiseleri bile basit, ancak derinliği olan sözlerle ifade ederdi. “Rüyamda bile hayalimin gölgesinden geçmeyecek olan bir hadise… ; “ispat için mektuba gerek yok, ben canlı mektubum…”

Sezgi gücü kuvvetli, dili keskindi ve çok hoşgörü sahibi idi, ancak Türklük konusunda tavizi yoktu. Orkun mecmuasında Kemaloğlu mahlası ile yazdığı şiir ve yazılarındaki uslûbu ne çarpıcıdır (“Falih Rıfkı’ya Cevap” Orkun, 61. sayı, 30 Kasım 1951). Eski SSCB ile ilgili teşhislerinde de bugünleri görmüş gibidir (“Türk Seddi”, Orkun, 63. sayı, 14 Aralık 1951).

Yüksek Lisans ve Doktora tezlerim, Prof. Dr. Muharrem Ergin tarafından yönetilmiştir. Bana Yüksek Lisans tezi olarak Kadı Burhaneddin Divanı’nın dizini üzerindeki çalışmayı buyurmakla kendi ifadesi ile “Bu senin Azeri sahasındaki çalışmalarının başlangıcı olacak” demiştir. Doktora çalışmam sırasında Hoca beni yönlendirmiş, fakat hiçbir zaman kalıplar içerisinde sınırlamamış, “Türklük Biliminin ancak ve ancak kronolojik olarak dil, edebiyat ve tarih alanlarının bir bütün olarak işlenmesi ile gerçek mânâsını bulacağı” tezini öğretmiştir. Hoca’nın hastalığının giderek arttığı bahtsız günlere denk gelmesine rağmen büyük bir titizlikle yazdıklarımı tek tek okuyarak tezimi tamamlamıştır. Tezimin önsözünün son düzeltmelerini kendi tespit ettiği tarihte yapmış ve “Seyhan, bugünün tarihi ile 3 Mayıs 1989, temize geçir, hayırlı olsun” demiştir. Prof. Dr. Muharrem Ergin’in cüppesini giymiş olmanın kutunu daima şerefle taşıyacağım.

Azerbaycan’da kendilerinin ifadesi ile “Görkemli Alim Muharrem Beğ Ergin”in çok müstesna bir yeri vardır. 1991 yılının Nisan ayında Azerbaycan İlimler Akademisinin konuğu olarak Bakü’de bulunduğumuz sırada Azerbaycan El Yazmaları Enstitüsü’nde Türk’ün Türk’e kadirşinaslığının müstesna bir örneği ile karşılaştım. 20. yüzyılın başında Tagiyev tarafından yaptırılmış tarihi binanın ikinci katında, kütüphanedeki en değerli yazma eserlerin ve minyatürlerin sergilendiği salonda, Prof. Dr. Muharrem Ergin için özel bir köşe hazırlanmıştı. Muharrem Ergin’in ilmî eserleri, Nevaî, Fuzulî gibi abide şahsiyetlerin yazma eserleri ile birlikte cam muhafaza içerisinde teşhir edilmekte idi. Ayrıca 1991 yılında Azerbaycan İlimler Akademisi, Prof. Ergin’e fahri profesörlük unvanını vererek, Türkiye dışındaki Türk ellerinin Türk Bilgesine borcunu ödemiştir.

Bilge kişi, Türk soylu, Kemaloğlu boylu Muharrem Beğ, Tanrı buyruğunca 6 Ocak 1995 Cuma günü akşam üstü bengi yolculuğa çıktı. O gün öğle saatlerinde Aras iyice hırçınlaştı; Kür, Gögye’nin yasına ortak olup durgunlaştı. Tanrı dağlarındaki sis aralanmağa başladı Bilge Kağan buyruk verdi: “Otağımın sağında Ak bodundan gelecek Kemaloğlu Muharrem Beğ’e Ak çadır hazırlığı görün”. Dedem Korkut kopuzunu alıp, Tanrı dağına yürüdü, konağını karşılamağa; Hakanlar, Tiginler, Beğler Türk töresince çeriglenip koyuldular gözlemeğe. Gün kaybolmadan önce Korkut Atam konuğunu karşıladı. Tanrı Dağı yolunda. Gizi bilinmesin için Tanrı Dağı dumanlandı, sis yüce dorukları örte başladı. Hocam uçmağa vardı. Ruhu şad olsun. Türk elleri sağ olsun!

♦ 1923 (1339) – Gögye’de doğmuştur.

♦ 1941-1942 (Haziran) – Balıkesir Lisesi Edebiyat kolundan 1998 okul numarası ile ‘Pekiyi’ derece ile mezuniyet.

♦ 1946-1947 – İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Kürsüsü’nden mezuniyet.

♦ 1950 – İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Kürsüsü’nde asistanlık kadrosuna atanma.

♦ 1954 – Dede Korkut Hikâyelerinin Dresden ve Vatikan nüshalarının karşılaştırmalı metni konulu tez ile Doktora unvanı

♦ 1962 – Dede Korkut Hikâyelerinin grameri konulu takdim tezi ile Doçent unvanı 1964 ^ Ord. Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat’ın ölümü ile boşalan Eski Türk dili kürsüsüne Başkanlık görevine atanma

♦ 1964 – Özden Ergin Hanım ile evlilik

♦ 1962 – Tek evlâdı Çağrı’nın dünyaya gelmesi

♦ 1972 – Orhun abideleri ve Azeri Türkçesi kitapları ile Profesörlük unvanı

♦ 1986 – Türk Dili ve Edebiyat Bölümü Başkanlığı

♦ 1990 (Temmuz) – Emeklilik

Gülşen Seyhan ALIŞIK

Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

Kaynak:
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 4 (Aralık 2005)
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

1 yorum
  1. TUNCER GÜLENSOY diyor

    RAHMETLİ MUHARREM ERGİN HOCAM HAKKINDA YAZILMIŞ GÜZEL VE TEFERRUATLI BİR YAZIDIR…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.